bilge kağan eşi / Tarihte İlbilge Hatun’un hayatı… İlbilge Hatun kimdir? - Son dakika haberleri – Sözcü

Bilge Kağan Eşi

bilge kağan eşi

kaynağı değiştir]

Türk araştırmacı Ahmet Akyol'un iddiasına göre Bilge Kağan cinayetinin faili Buyruk Çor değildir. Ona göre, bu cinayeti işleyen kişi İl-İtmiş Bilge'dir.[7] Bu iddiaya göre, Çinlilerle büyük bir ticaret anlaşması yapmaya hazırlanan Bilge Kağan, bu anlaşma sayesinde Çinli bir prensesle evlenmek istemiştir. Bunun üzerine eşi tarafından zehirlenmiştir.

Kaynakça[değiştir

Tarihî Roman Yazarı Mustafa Çevik: “Bilge Kağan, Türk Tarihinin En Bilinçli Hükümdarıdır”

        TARİHÎ ROMAN YAZARI MUSTAFA ÇEVİK:

        "BİLGE KAĞAN, TÜRK TARİHİNİN EN BİLİNÇLİ HÜKÜMDARIDIR"

        Söyleşi: Adnan Şenel

        Mustafa Çevik, tarihî roman alanında ve özellikle Göktürkler dönemiyle ilgili yazdığı romanlarla son zamanlarda dikkati çeken ve adından söz ettiren önemli kalemlerden biri. Türk Yurdu okurları için, hem bu değerli kalemi hem de onun tarihî roman ve Göktürkler dönemiyle ilgili görüşlerini öğrenmek gayesiyle bir söyleşi gerçekleştirdik.  

        - Sizi tarihî romanlarınızla tanıyoruz. Bu romanlara geçmeden önce şunu öğrenmek istiyoruz: Niçin tarihî roman? Romanın çok daha başka alanları varken niçin zor ve meşakkatli olanını tercih ettiniz? Tarihî romanın edebiyatımız ve kültürümüz açısından önemi nedir?

        -Yeryüzünün en köklü ve en zengin tarihine sahip bir milletiz. Hiçbir millete nasip olmayan hikâyeleri var bu milletin. Ama her ne hikmetse roman türü edebiyatımıza girdiği zamandan bugüne, edebiyatımızın en ihmal edilmiş alanıdır tarihî roman. Aslında neden sanatın birçok alanında dünyada söz sahibi olamadığımızın sebebini de ben burada görüyorum. Taklit ve özentiyle üretilen, kendi köklerinden ve tarihinden beslenmeyen eserlerin evrensel ve kalıcı olamayacağını düşünüyorum. Dönüp baktığımızda Türk anlatım sanatlarının başlangıcında destanlarımızı görüyoruz. Tarihi ve kahramanlık hikâyelerini anlatmak ve dinlemek bizim sanata dair en kadim özelliğimiz. Türkçenin de en güzel ifadelerinin yer aldığı eserlerimizdir destanlarımız. Modern edebiyatta iyi ve kalıcı eserler vücuda getirebilmenin yolunun kendi köklerimize dönüp bakmaktan geçtiğine inandım.

        İçten içe Türkçenin tüm zenginliğini ve kıvraklığını yansıtacağım bir eser düşüncesiyle roman yazmaya başladım. Bu anlamda her kelimenin yakıştığı ve tam bir dil bütünlüğü kurabileceğim, kısacası kelimelerle oynayabileceğim bir hikâye anlatmak istedim. Tarihe ve destanlara olan ilgim de beni Oğuz Kağan’ı yazmaya yöneltti. Bu hikâye benim için hep Orta Asya’nın o döneminde yatıyordu. Bu dil ve bu tarihten anlatacaksam Türk tarihinin başlangıcından gelen en büyük komutan olan Oğuz Kağan’ı, diğer bir adıyla Mete Han’ı anlatmak benim için kaçınılmazdı. İlk romanım Hükümdar böyle doğdu. Arkasından Zamanın Oğlu (Hoca Ahmet Yesevi’nin Yolculuğu), Aşka Sığınmak, Kutlu Dağlar Ülkesi ve son romanım Türk Bilge Kağan geldi.

        - Öncelikli ilgi alanınızın Göktürkler dönemi olduğu, yazdığınız romanlardan anlaşılıyor. Niçin Göktürler dönemi? Özel bir ilgi mi duyuyorsunuz o döneme?

        -Bazı değerler geçmişte kalmış gibi görünse de küçük bir hatırlatmayla eski anlamını tekrar kazanabiliyor. 21. yüzyıl insana birçok şey sunsa da bazen bizi çok zorlayıp yoksun da bırakabiliyor. Bu dönemlerde yakın ya da uzak geçmişe bakıp hatırlanması gereken çok şey var. Ben tabiatın belki de en zorladığı bir zaman ve coğrafyada hiç kaybolmayacak bir değerler bütününün tohumlarının ekildiğine ve onların bugüne taşındığına, taşınacağına inanıyorum. Erdem, bilgi, töre ve bir olma duygusu bunların başında geliyor. Bu bizim genlerimize kodlanmış mirasımız. Orhun abideleriyle de taşlara kazınmış. Taşlara kazınan bilgi ve ruhun altında yatan inancı, gücü ve erdemi, tarihte yaşayan karakterleri ete ve kemiğe büründürerek ortaya çıkarmaya çalıştım romanlarımda. Okuyucuların böyle bakıldığında bugün hangi zor şartlarda olurlarsa olsunlar, dayanabilecek gücün çok uzakta olmadığını göreceklerini, Bilge Kağan’ın ruh ve inancının kendi içlerinde yaşadığını fark edeceklerini umuyorum. Ve evet Göktürkler dönemine özel bir ilgi duyuyorum. Çünkü Türk’ün adının konduğu, millet olma sürecinin tamamlandığı dönem olarak görüyorum Göktürk tarihini. Türk tarihinin en bilinçli hükümdarıdır Bilge Kağan. Öldükten sonra bile halkını gözetmeye devam eden bir başka hükümdarımız yok. Orhun’da taşlara kazınan millî ruhun, kültürün ve inancın bugün en çok bilinmesi ve hatırlanması gereken değerlerimiz olduğunun farkına varılsın istiyorum. Atatürk de Bilge Kağan’la aynı ruh ve inanca sahip olmasaydı Türkiye Cumhuriyeti kurulamazdı. Ama Bilge Kağan’ı zehirleyerek öldüren en yakınındaki adam olan veziri Buyruk Çor’la aynı ihanetin ve satılmışlığın içinde olan insanlarımızın çokluğu karşısında zaman zaman korkuya kapılıyorum. Orhun Abidelerini her okuyuşumda korkularım kayboluyor. Bizleri 1.300 yıl öncesinden koruyup gözeten atalarımız var. Bilge Kağan’ın ruhunun, Orhun’ndaki millî kimlik, kültür ve amaç birliğinin Anadolu’da yeniden yeşermesi gerekiyor geleceğe güvenle bakabilmek için. Allah bana kalem tutmayı nasip etti. Elimden gelen, Bilge Kağan’ı ve Göktürkleri roman olarak yazmak oldu. Bunu milletime karşı bir görev ve sorumluluk olarak görüyorum. Bu duyguyla yazmaya çalıştım. Ne kadar liyakatli olduğunun takdiri okuyucuların.

        - Eserlerinizi hazırlarken şüphesiz titiz ve uzun süreli bir araştırma yapıyorsunuz. Bu araştırma sürece içinde, mesela Göktürkler dönemiyle ilgili dikkatinizi ve ilginizi çeken önemli hususlar gözünüze çarptı mı? Yani, bildiklerimizin dışında, romanlarınızda da işlediğiniz ilginç noktalar var mı?

        -Türk tarihinin ve kültürünün en önemli belgeleri olması hasebiyle Orhun Abideleri ve Göktürkler her zaman Türkolojiyle ilgilenen kesimlerin ilgi alanı içerisinde olmuştur. Yaptığım araştırma ve incelemeler sonucunda farkına vardığım en önemli husus bir takım sloganların peşinde koşarken Orhun Abidelerinin ve Göktürk tarihinin asıl bilinmesi ve anlaşılması gereken hususlarını geri plana itmiş olması. Özellikle yıllardır bir slogan gibi Türk adının ilk defa kullanılmış olması üzerinde durduk ve gururla bundan bahsettik. Ama Türk adının ifade ettiği anlamı ve Göktürkler döneminde ısrarla üzerinde durulan millet, devlet ve töre gibi kavramların günümüz dünyasındaki yerinin doldurulamadığı kanaatindeyim. Türk adına karşı yapılan her hamasi vurgu birtakım çevrelerin de Göktürk tarihinden ısrarla uzak durmalarına hatta reddetmelerine sebep olmuştur. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, Orhun Abidelerinde geçen Türk kelimesi tek bir soydan çok, ki başlangıcında devleti kuran Aşina soyunun boy adıdır, aynı kültür, dil, coğrafya ve medeniyetin bir parçası olan, bir araya gelerek devlet kuran ve törelerin koruyucu şemsiyesi altında güvenle yaşayan herkesin ortak adıdır. Türk adı, reddeden, ayrıştıran, indirgeyen bir üst isim değildir. Tam tersi birleştiren, kenetleyen, koruyan, aynı ruh ve amaca yürüyen insanların ortak adıdır. Türk demek millet demektir. Türk olmak millet olmak demektir Orhun’da. Millet olmanın en önemli şartı da bir araya gelerek devlet kurmaktır. Devletleri olmadığı zamanlarda boylar soy ve kabile isimleriyle anılırlar. Devletleri olduğu zamanlarda ise millet olarak kabul edilir ve topyekûn Türk olarak anılırlar.

        Birtakım kavramların Orhun Abidelerinde yanlış okunduğu, maalesef ülkemizin yetiştirdiği (bunlar arasında çok önemli isimler de vardır) Türkologların da yabancıların yapmış oldukları okumaları riske ve tartışmaya girmemek ve kabul görmek adına olduğu gibi alıp kullanmaları sonucu Orta Asya Türk kültürü açısından yanlış yorum ve hatalı bilgilerin yerleşmesine yol açtığını düşünüyorum. Özellikle abidelerde yer alan Gök ve Tengri kelimelerinin yanlış okunması, abidelerin anlam ve şekil bütünlüğünü bozmasının yanında, Gök Tanrı ve Gök -Türk gibi doğru olmayan isimlerin kabul görüp yerleşmesine yol açmıştır. Orhun Türkçesinde Kök şeklinde yazılan “Gök” kelimesi, günümüzde olduğu gibi “Gökyüzü” anlamını taşımaz. Kök kelimesi gökyüzünün rengini ifade eden sıfat olarak kullanılmıştır. Göğün hatta hem mavi hem de gri rengini ifade etmek için Kök kelimesi kullanılır. Bu itibarla Gök Tanrı veya Gök Tanrıcılık diye bir kavram söz konusu değildir. Sadece ilah anlamına gelen tanrı kelimesi vardır abidelerde. Gökyüzünü ifade etmek için de tanrının uçsuz bucaksız ve sonsuzluğuna benzetildiği için eş sesli tengri kelimesi kullanılır. Tengri kelimesinin her iki anlamında aynı cümlenin içinde kullanılması okuyuşta ve yanlış tercümede karışıklıklara yol açmıştır. En üzücü olanı Bilge Kağan’ın herkesçe bilinen sözünün yanlış ifade ediliyor olması. Kaderi tayin eden, insanı ölümlü yaratan ve her başarının altında lütfu bulunan tek ve mutlak bir Tanrı’ya inanırken Bilge Kağan “Ben Tanrı gibi gökte olmuş Türk Bilge Kağan” diye bir cümle kurmaz, kuramaz. Doğrusu “Ben gökyüzü gibi Tanrı’dan olmuş Türk Bilge Kağan”dır. “Bolmak" kelimesinin etimolojisi bizi var olmak, yaratılmak gibi anlamlara götürür.

        Biz edebiyatçılar tarihçilerin aksine edebi incelemeler yaparken şekil ve anlam bütünlüğünü göz önünde bulundururuz. Yanlış okunduğunu düşündüğümüz kelimeleri düzeltince Orhun Abidelerindeki şekil bozuklukları ve anlam çelişkilerinin ortadan kalktığı görülmektedir. Aynı cümle içinde yeryüzünü “Yağız” (kara) sıfatıyla birlikte kullanırken gökyüzünün de mavi sıfatıyla kullanılmış olması dilbilgisi açısından da neredeyse bir zorunluluktur. Yani “Gök Tengri” kelimesi ilah değil, “Mavi Gökyüzü” demektir. Üstte mavi gökyüzü, altta yağız yer yaratıldığında ikisi arasında kişi oğlu yaratılmış” sözünün Kur’an-ı Kerim’de Sad suresinde “göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boşuna mı yarattık” ayetiyle paralellik göstermesi İslamiyet öncesi Türklerin “tevhit” inancına sahip olduklarına olan inancımı güçlendirdi. Romanlarımda da bunu ısrarla vurguluyorum.

        - Son romanınız Türk Bilge Kağan, önceki Hükümdar ve Kutlu Dağlar Ülkesi adlı romanlarınızın bir devamı ya da tamamlayıcısı niteliğinde. Peki, bu serinin devamı gelecek mi? Ya da tarihimizin başka dönemlerine mi yöneleceksiniz?

        -İslamiyet öncesi Orta Asya Türk tarihini konu alan romanlar yazmaya devam etmek istiyorum. Çünkü tarihin ve tarihî roman veya dizilerin popüler olması beni bir yönüyle mutlu etse de başka bir yönüyle rahatsız ediyor. Tarihe olan ilgi yeni nesillerde belki bir millî uyanış, çağımızın yaşattığı kopmalara ve yozlaşmalara karşı bir öze dönüş duygusu kazandırır diye umuda kapılıyor ve seviniyorum. Ama tarihin neredeyse sadece Osmanlı’dan ibaret sanılması, yalan yanlış, hamasi yakıştırmalarla, salt ve kuru bir övünç malzemesi yapılması veya magazinsel taraflarının ön plana çıkarılarak işlenmesi de üzüntü verici. Hele hele tarih moda olduğu için şöhret olmak, para kazanmak amacıyla hızla üretilen ve doğru dürüst araştırma yapılmadan kaleme alınan eserleri görünce kahroluyorum.

        Gençlerin Türk tarihinin Osmanlı’dan ibaret olmadığını bilmeleri gerek. Tarihe sadece övünmek için dönüp bakarsak eğer, övündüğümüz atalarımızdan bir adım ileriye gidemeyiz. Geçmişe hatalarıyla birlikte ve bir bütün olarak dönüp baktığımız zaman ancak geleceğe taşıyabiliriz. Atalarımızın sahip olduğu ve genlerimiz tarafından taşınan her türlü bilgi ve erdemle birlikte, onların kötü ve hatalı yönlerini de bizler içimizde taşıyoruz. Bütün kötülüklerin ve ihanetlerin geçmişte hangi durum ve şartlarda ortaya çıktığını anlamadan bugüne dair söz söyleyemez, onlarla mücadele edemeyiz. Bu gün kim olduğumuzu anlamak istiyorsak eğer dönüp Orta Asya Türk tarihine bakmak zorundayız. Onların bozkırdan taşıyıp getirdikleri millî karakterimiz, her türlü bilgi, kültür, inanç ve erdemlerdir, Selçukluyu da Osmanlıyı da büyük devlet yapan ve aynı zamanda yıkan.

        - Göktürklerin başına amcası Kapgan Kağan’dan sonra geçen Bilge Kağan’ın devletini yüceltirken kurmaya çalıştığı kültür ve medeniyet değerlerinden bahseder misiniz?

        -Hükümdarlık ve liderlik konusunda çağının çok ötesinde bir hükümdar profili çiziyor Bilge Kağan. Türklerde hükümdar, Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesidir. En büyük dini otoritedir. Hem kültürel hem de dinî bakımlardan en üsttedir yani. Ama Bilge Kağan öyle bir devlet yapısı kuruyor ki, neredeyse sınıf farklılıkları tamamen ortadan kalkıyor. Sosyal birlik ve adalet anlayışının günümüzden çok daha ileri bir düzeyde olduğu bir kültür devleti kurmayı amaçlıyor ve bunu başarıyor. Kurultay esaslı yönetim biçiminde aldığı her kararı kurultayın onaylaması zorunlu. Hatta kurultay isterse hükümdarı görevden bile alabiliyor. Bugünkü meclis yapısından daha demokratik bir yönetim şekline sahipler. “Erdem, Bilgi ve Töre” toplumun ve devlet yapısının temelini oluşturuyor. Hayatta kalmak ve kimliklerini korumak için savaşmak zorunda kalsalar da her zaman ilk tercihini barıştan yana kullanıyor. Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesinin tarihte ilk uygulayıcısının Bilge Kağan olduğunu söyleyebilirim.

        - Bilge Kağan’ın temellerini attığı bu değerleri daha sonra kurulan devletlerin içeriğinde görebiliyor muyuz?

        -İnsanlar topluluklar içinde yaşamaya ve yaşadığı toplumun varlığının bir parçası olmaya mecburdurlar. Dönem dönem koşullar zorlaştığında kopmalar, dağılmalar olur. Biz Türk halkı olarak çok badireler atlattık. Bu da başta siyaset olmak üzere, tüm katmanların dengesini bozan, toparlayan ya da şekillendiren en önemli unsur. Tüm bu unsurları düşündüğünüzde halk kahramanlara ve gerçek liderlere karşı özlem duyar. Bu kahramanların tarihimizde var olan öncülerinden birisi de Bilge Kağan’dır. Onun şahsiyetinde gerçek bir liderin etrafında birleşmenin, bir ve beraber olmanın, ait olmanın ve ait olduğunuzu sevmenin köklerini ve önemini anlayabiliyoruz. Bu anlayış bütün Türk tarihinde devam eder. Selçuklu’nun ve Osmanlı’nın dayandığı temel de aynıdır. Hükümdar soyundan gelen bir hanedanın etrafında birleşerek devlet kurmak. Devlet çatısı altında birleşen halk kitleleri hangi etnik kökenden geliyor olurlarsa olsunlar, bir kültür ve medeniyet birliği içerisinde oldukları için bir, eşit ve aynı milletin parçası olarak kabul ediliyor. Osmanlı’nın gerileme dönemine kadar da bilgiye, bilime ve her türlü gelişmeye açık bir devlet yapısı, erdem ve fazileti ön planda tutan, tevhid inancını şiar edinmiş bir toplum yapısı göze çarpar. Bütün bunların ilk olarak ve bilinçli bir şekilde sistemleştirildiği dönem Göktürkler ve onların erdemli kağanlarıdır.

        - Romanda en sevdiğiniz karakter kimdi?

        -Romanın konusu her ne kadar tarih ve kahramanlık olsa da hatta büyük oranda bir Bilge Kağan biyografisine benzese de benim romanım dişil bir roman. Bu yüzden en sevdiğim karakterler Bilge Kağan’ın annesi İlbilge Hatun ve büyük bir aşkla bağlı olduğu eşi ve Tonyukuk’un kızı Çogay. (Çogay adını ben koydum. İlteriş ve Tonyukuk’un Çogay Kuzu dağında devletin temellerini atmış olmaları sebebiyle Tonyukuk’un kızına Çogay adını koyabileceğini düşündüm. Kaynaklarda Türkçe bir isime rastlayamıyoruz.) İsyan ederken eşinin yanında bir savaşçı olarak yer alan ve oğulları Bilge ile Kül Tigin’i yetiştiren kadın olan İlbilge, devletin kuruluşunda da önemli rol oynuyor. Bütün Çin’e korku salan Bilge Kağan, eşi Çogay’ın göğsüne yattığında tir tir titriyor. Onun yetişmesinde, duygu ve düşüncelerinin gelişiminde annesi ve eşi çok önemli bir yer tutar.

        Merak edenler eski Türklerde kadının önemini ve kadına verilen değerin boyutlarını bu kitapta görebileceklerdir diye düşünüyorum.

        - Tarihî roman yazmak isteyen ya da niyetlenen genç arkadaşlarımız olabilir. Onlara tarihî roman yazarken nelere dikkat etmeleri gerektiği hususunda tavsiyeleriniz nelerdir?

        -Tarihî roman yazmak isteyen her kimse öncelikle o romanı okuyan gençlerin okuduklarını gerçek olarak algıladıklarını göz önünde bulundurması gerekiyor. Ağır bir sorumluluktur bu. Tarihî ve millî bir bilinçle hareket etmeyeceklerse eğer bu işe hiç girişmesinler. Tabi ki kurgu olacak. Dilin bütün imkânları kullanılarak, edebi ve estetik kriterler göz önünde bulundurulacaktır. Yoksa roman olmaz. Fakat amaç sadece tarihî bir olayı veya olaylar zincirini kurgulamak olmamalı. Gerçek tarihe dair yazılmış kitap, makale, tez, sempozyum bildirileri gibi bütün kaynakları taramadan, kaynaklarda yer alan bilgi ve belgeleri tasnif edip, farklı yorum ve düşünceleri ayıklayıp o dönem ve konuyla ilgili bir bütünlük sağlamadan yazmaya başlamasınlar. Yazdıkları dönemi tarihî olarak araştırmak da yetmez. Dönemin bütün kültür yapısını, coğrafyasını, sosyolojisini, insanların o dönemde nasıl bir ruh ve inanç yapısına sahip olduklarını iyice araştırıp bilgi sahibi olmak zorundalar. İmkânları elveriyorsa olayların yaşandığı mekânlara gidip saha araştırmasında bulunmalı ve coğrafi kaynaklardan elde ettikleri bilgilerle karşılaştırmalar yapmalılar. Kurguladıkları olaylar, sahneler ve kendi hayal dünyalarında yarattıkları karakterler, gerçek tarihî olay ve kahramanlarla uyumlu olmalı. Kurguyla gerçeği ne kadar iyi harmanlayıp kaynaştırabilirlerse ortaya o kadar iyi eserler çıkacaktır.

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir