aidin salih miyom tedavisi / Miyom dan dolayı rahim alınması

Aidin Salih Miyom Tedavisi

aidin salih miyom tedavisi

Aidin Salih - Gerçek Tıp PDF

100%(2)100% found this document useful (2 votes)
3K views449 pages

Original Title

Aidin Salih - Gerçek Tıp ( PDFDrive.com ).pdf

Copyright

Available Formats

PDF, TXT or read online from Scribd

Share this document

Share or Embed Document

Did you find this document useful?

100%(2)100% found this document useful (2 votes)
3K views449 pages

Original Title:

Aidin Salih - Gerçek Tıp ( PDFDrive.com ).pdf

i!i§JJ
Gerçek Tıp
Yayma Hazırlayan
Hatice Misge (Kot)

Baskı
lhlas Gazetecilik A.Ş.
29 Ekim Cad. 34197
Yenibosna, Istanbul
(0212) 454 30 00

isteme Adresi
[email protected]
(0212) 534 09 90

ISBN
978-605-62880-1-2

Kasım 2012
Aidin Salih

Gerçek Tıp

SADEHAYAT YAYINCIUK
Altunizade Mahallesi, Kısıklı Caddesi, No:22, Bı, Üsküdar!İstanbul
Tel: (o 216 ) 474 23 73
Kirabm hazırlanmasında verdilderi destelcten dolayı
Hatice Misf*!,
Yusu[Kot,
Umida Sa/ilı,
Faru/c ve Tilrkan Gilnindi
ve Er/um Çav'a teşeliilr ederim.
6

:J
__
İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ • 10

HASTALIK SEBEPLERİ • 13
Hastalık Nedir 13 1 Az Çiynemek • 13 1 Fazla Yemek 15 1 Kanşık • •

Yemek • 17
1 Sık Yemek • 18 1 Yeme ve İçmedeSıraya Dikkat Etmemek
• 19 1 Bayat ve Isıtılmış Yemekler 20 1 Katkılı Hazır Yiyecek ve •

İçecekler 2ı 1 Deterjanlar, Kimyasal Maddeler, Kozmetikler ve Vücut


Bakım Ürünleri 29 1 Tarım İlaçları • 31 1 Aromalar 32 1 Tıbbi • •

İlaçlar • 35

HASTALIK NASIL BAŞLAR • 40


Hadislerde Hastalık Sebepleri ve Tedavi • U 1 Ba9ışıklık Sistemi • 43 1
İltihaplanma • 45 1 Hücrenin Genetik Yapısında De9"ışme • 48 1
Rekombinant İlaçlar • 49 1 Kök Hücre • 50 1 Kan Nakli • 52 1
Ameliyat • 54 1 Or9an Nakli • 56 1 Görüntüleme Cihaziarı • 58

TEMEL YİlECEK VE İÇECEKLER • 58

Su • 58 1 Bal • 62
1 .Meyve ve Sebzeler • 66 1 Süt ve Süt Ürünleri
• 68 1 Ekmek • 7ı 1 Et 73 1 Tavuk 77 1 Ya9lar 77 1 Yumurta
• • •

• 81

DOGAL İLAÇLAR • 82
Acı Kavun • 82 1 Arpa 87 1 Biberiye
1 Anason 87 1 • 86 • •

Çimlenmiş Arpa ve Bu9day 88 1 Çörekotu • 89 1 Defne • 92 1 •

Gebreotu 92 1 Greyfurt 93 1 Hurma • 93 1 lsJr9anotu 94 1 İncir


• • •

• 95 1 Karanfil 95 1 Kekik • 95 1 Keten Tohumu • 96 1 Kma • 96


1 Kırmızı Pancar 96 1 Kimyon 98 1 Limon 98 1 .M.isvak 99 1


• • • •

Nane 100 1 Nar ıoo 1 Safran ıoı 1 Sarımsak • 102 1 Semizotu


• • •

• 104 1 Sinarneki ıo4 1 Sirke ıo5 1 So9an • ıo6 1 Tarçın • ıo8


• •

1 Tuz ıo9 1 Üzüm llO 1 Vişne • llO 1 Zencefil llı 1 Zeytin


• • • •

1ll 1 Zeytinyayı • ll2 1 .M.izaç ve Besinler • ll2


SAGLIGI KORUMA YOLLARI • 115
Sa�h�ı Korumak İçin Genel Tavsiyeler • ıı5 1 Sa�h�ı Yeniden Kazanma
• 119 1 O.Vanlar Nasıl Temizlenir? • 119 1 Do�ru Beslenme • ı2ı 1
Abdest • ı24 1 Namaz • ı25 1 Uyku • ı26 1 Giyim • ı29

ORGANLARI TEMİZLEME • 130

Temizlenmeye İhtiyacımz 'Var mı? • ı3o 1 Karaci�er ve Safra Kesesi


Temizlernesi • ı3ı 1 Kireç Temizlernesi • ı36 1 Böbrek ve Mesane
Temizlernesi • ı36 1 Akci�er Temizlernesi • ı39 1 Kan ve Damarlarm
Temizlenmesi • 14ı 1 Beyin Temizlernesi • 143 1 Hacamat • 143 1
Kuru Kupa Terapisi • 148 1 Sülük Terapisi • ı5ı 1 Açlık Terapisi • ı54

HASTALIKLAR İÇİN ÖNERiLER • 162


SİNDİRİM SİSTEMİ HASTALIKLARI • ı62
�ız Sa�h�ı • ı62 1 Kusma • ı66 1 Hazımsızlık • ı67 1 Kabızlık •
ı69 1 İshal • ı72 1 Mide ve Ba�ırsaklarda Gaz • ı74 1 Mide Reflüsü
• ı75 1 Mide Ülseri • ı76 1 Mide ve Ba�ırsak Hastalıkları İçin Genel
Öneriler • ı77

PARAZİTLER • ı79

KARACİGER HASTALIKLARI • ı82


Kronik Toksik Hepatit • ı83 1 'Viral Hepatit • ı83 1 Siroz • ı9ı

DALAK BÜYÜMESi • ı96

ANEMİ • ı98

KALP-DAMAR HASTALIKLARI • 20ı


Yüksek Tansiyon • 20ı 1 Kalp Hastalıkları • 204

'VARİS 'VE BASUR • 208

AKCİGER HASTALIKLARI • 210

BÖBREK HASTALIKLARI • 2ı6

Kronik Böbrek Yetınezliqi • 216


ÜREME ORGANLARI HASTALIKLARI • 226
Prostat Hastalıkları • 228 1 Erkeklerde Kısırlık • 231 1 Kadın
Hastalıkları • 233 1 Düzensiz Kanamalar • 233 1 Adet Görmeme ve
Erken Menopoz • 237 1 Rahim Temizlernesi • 239 1 Menopoz • 240 1
Do9"um Kontrolü • 241 1 Do9"al Do9"um Kontrol Yöntemleri • 242 1
Endometriozis • 243 1 'Vajinismus • 245 1 Kadınlarda Kısırlık • 246 1
Tüp Bebek • 249

İÇ SALGI BEZİ SİSTEMİ HASTALIKLARI • 253


Diyabet • 253 1 Tiroid Bezi Hastalıkları • 262 1 Obezite • 268

KAS VE KEMiK HASTALIKLARI • 271


Romarizmal Hastalıklar • 271 1 Bel ve Boyun Fıtı9"ı • 278 1 Siyatik A9"rısı
• 281 1 Kemik Erimesi • 282 1 Fil Hastalı9"ı • 287

TÜMÖR VE KANSER • 289

GÖZ HASTALIKLARI • 298

KULAK HASTALIKLARI • 300

SAÇLAR. KILLAR VE TlRNAKLAR • 300


Epilasyon • 303 1 Saç Dökülmesi • 303 1 Saç Boyama • 306 1 Tırnak
Batması • 306 1 Kıl Dönmesi • 307

CİLT HASTALIKLARI • 307


E�zama • 308 1 Sedef • 310 1 Alaca • 313 1 Yılancık • 316 1 Mantar
• 317 1 Kesikler • 318 1 Ezikler • 318 1 Geçmeyen Yaralar • 318 1
Yanık • 319

ALERJİ • 321

NÖROLOJİK VE RUHSAL HASTALIKLAR • 324


Baş A9"rısı • 324 1 Havale • 328 1 Hiperaktivite • 338 1 Otizm • 344
1 Epilepsi • 347 1 En Yay�ın Ruh Hastalıklan • 352
ÖLÜM • 363

HAMİLELİK VE DOGUM • 366

Haınileli�in İlk Haftaları • 366 1 Düşük Tehlikesi • 367 1 Hamilenin


Beslenmesi • 368 1 Ceninin Cinsiyeti • 369 1 Do�uma Hazırlık • 369 1
Normal Do�um • 371 1 Suni Sancı • 373 1 Sezaryen • 375 1 Lohusahk
Dönemi • 377

BEBEK BAKIMI • 317

Emzirme • 378 1 Hazır Bezler • 382 1 Banyo • 383

ÇOCUK HASTALIKLARI • 384

Kusma • 384 1 İshal • 38�1 Kabızhk • 385 1 Kulak �nsı • 386 1


Bademciklerin Şişmesi • 387 1 Şişmanhk • 388 1 Korku • 388 1
Uykuda Alt Isiatma • 390 1 Aşı • 391

GMO • 395

DNA'DAKi DEGİŞİMLER • 399

Siberneıik Tıp • �O� 1 İndi�o ve Kristal Çocuklar • UO

ZİHİN KONTROLÜ • 412

Beyin. Çok Yönlü Bir Kontrol Merkezidir • �12 1 Binöral Aktivite • �13
1 Psikotrop maddeler • 419 1 .M.üzik-Koku İkilisi • 422 1 EEG Klonlama
• 42� 1 RFID Çipieri • 42� 1 Nanoteknoloji İle Zihin Kontrolü • 427

NANOTEKNOLOJİ • 4 28

SONSÖZ • 432
tÖNSÖZ

Türkiye nüfusunun yaklaşık üçte biri kronik hastalıkların etkisi altında


yaşamakta ve hasta sayısında sürekli artış gözlenmektedir. Kronik hastalık­
lar arasında yüksek tansiyon, diyabet, kronik obstruktif akciğer hastalığı,
koroner kalp hastalığı, tiroid hastalıkları, psikolojik ve ruhsal problemler
yer almakta; nüfusun %40'ında farklı derecelerde anemi bulunmaktadır. Bu­
nun dışında kanser vakalan büyük bir hızla yaygınlaşmakta, hemen hemen
her genç kızda, son yıllarda erkeklerde ve çocuklarda da endometriozis gö­
rülmekte, kısırlık çığ gibi büyümekte, tüp bebek üretimi artmaktadır.
Çağdaş tıp ve teşhis imkanları "dev adımlarla" ilerliyor gibi görünüyor.
Buna bağlı olarak hastalıkların ve hasta sayısının azalması bekleniyor. Fa­
lO
kat tam tersine, "çağdaş tıbbi tedaviler" sonucu hastalıklar hızla artıyor, de­
rinleşiyor, çeşitleniyor, yaygınlaşıyor, direnci artıyor; daha önce hiç bilin­
meyen hastalıklar ortaya çıkıyor.
Modern tıbbın geldiği bu nokta şaşırtıcı değildir; çünkü hastalıklara
yaklaşımı kökten yanlıştır. Modern tıp yüksek ateşte ateş düşürücü, yüksek
tansiyonda tansiyon düşürücü, enfeksiyonda antibiyotik, hormon denge­
sizliğinde hormon takviyesi önerir; yani hastalığı değil, semptomları, daha
doğrusu bağışıklık sisteminin bu süreçteki dengeleme çabasını ortadan kal­
dırmaya çalışır. Bu, tedavi değil, bağışıklık sistemine karşı yürütülen kesin­
tisiz, şiddetli bir savaştır.
Bu savaşta, bağışıklık sistemi bütün çağdaş tedavi yöntemlerine karşı
kendini muazzam bir şekilde sa\runur. Gerçek hastalıklar bağışıklık sistemi
çöktükten sonra ortaya çıkmaya başlar.
Modern tıbbın ameliyat, organ nakli, tüp bebek, kök hücre, doku ve or­
gan üretimi, rekombinant-DNA yöntemiyle üretilen vitamin, ilaç ve aşılar
gibi öne sürdüğü büyük umutlar her seferinde hayal kırıklığıyla sonlanmak­
tadır. Bunun sebebini, Yaratıcı'nın kanunlarını gözardı eden ve onlarla sa­
vaşan zihniyette aramak gerekir.
Tabloya bütünsel bir bakışla bakıtdıAında bütün hastalıklann bir nokta­
dan üretilip yöntendirildiği farkedilir. Fakat trajik olan insaniann bunu far­
ketmemesi ve şifayı hastalıA"tn üretildiği yerde aramasıdır.
Gerçeğe giden yol, ilahi kanunlan çiğnemeyen yoldur. Bu kanunlar,
Levh-i Mahfuz'da yazılmış ve nokta koyulmuştur.
Allah'ın kanunlarında asla hata olamaz, herhangi bir değişiklik de yapı­
lamaz. 'Velev ki Hak, onlann hevalanna tabi olsaydı göklerde, yerde ve
bunlann arasında bulunanlar mutlaka fesada uğrardı' (Müminun Suresi 7 ı)
Modern tıp, hastalıkları tedavi etmek için sürekli yeni yöntemler geliş­
tirmektedir. Bu gelişmelerle doğumda ve ateşli hastalıklarda ölüm oranları
düşmüştür. Kalp, karaciğer, böbrek ve akciğer yetmezliği yaşayanların
ömrünü organ nakli ile uzatmak mümkün gibi görünmektedir. ("Organ
Nakli" konusuna bakınız.) Fakat, bu gelişmeler dikkatli araştırıldığında il­
ginç bir sonuç ortaya çıkmakta: Veba gibi bazı hastalıklar, vazifesini ta­
mamladığı için Allahü Teala tarafından yeryüzünden kaldırılmıştır. Çünkü,
''Veba'dan ölen şehittir'' (Müslim, İmare, ı 65) Hadis-i Şerif'indeki şehitlik
ll
mertebesine layık insan hemen hemen kalmamıştır. Ateşli hastalıklar ve
doğumda ölüınierin azalması gibi: "Humma'dan ölen şehittir'', "Doğumda
ölen şehittir." (Taberani) ("DNA'daki Değişimler", "Tüp Bebek", "Organ
Nakli" bölümlerine bakınız).
Bugün mizaçiarın sırrı keşfedilmiş ve mizaca (kan grubuna) göre beslen­
me ayrıntılı bir şekilde sistemleştirilmiştir. Bu sistemi uygulayanın bütün
hastalıklardan korunması mümkün olabilirdi. Ancak katkı maddeleri ve
GMO sebebiyle gerçek gıda niteliğinde doğal yiyecek bulma imkanı kal­
mamıştır.
Kainatta tüm cisimler ve sistemler bir bütündür. Bütün kainatın bir mo­
deli olarak yaratılan insan bedenine baktığımız zaman içiçe geçmiş ve bir­
biriyle etkileşim halinde muazzam sistemler görürüz. Modern tıp, insan be­
denini, branşlara ayırarak incelediği, bu muazzam sisteme ve işleyişe bü­
tünsel bir gözle bakmadığı için ne hastalığı doğru teşhis edebilmekte, ne
sebebini tesbit edebilmekte, ne de tedavi edebilmektedir. Insan yaratılış
kanunlannı anladığı ölçüde sağlıklı ve doğru yaşama imkanı bulur.
Tek bir hastalığın tedavisiyle ilgilenmek boşa zaman harcamaktır. Bu ki­
tapta anlatılan sistemi anlamak bütünsel bir bakışla, felsefesi ve metoduyla
ilgili fikir sahibi olmak ise kitabın tamamını okumakla mümkündür.
lrs'i hastalıklar hariç, hemen hemen bütün hastalıkların sebebi hayret
verici derecede aynıdır. İlginç olan, bütün hastalıklardan iyileşme yolu da
hemen hemen aynıdır. Elinizdeki kitap bu hakikati Allah'ın izin verdiği öl­
çüde aniatma yolunda atılmış bir adımdır. Bu kitap, hesap gününe inanan,
bedenine ve Allah'ın yarattığı canlı cansız bütün varlıklara karşı sorumluluk
taşıyanlar için sade bir dille hazırlanmıştır.
Hasta olmak insanın kendi suçu, kendi ayıbıdır, çünkü, beden mükem­
mel yaratılmıştır ve mükemmel bir Bağışıklık Sistemine sahiptir. Bu mü­
kemmel sistemi tahrip ederek hastalandığında Allah, şifa yolunu da göster­
miştir. Bu yolla hiç kimsenin yardımı olmaksızın, modern tıpta tedavisi ol­
mayan hastalıklardan kurtulmak mümkündür. Allah'a inananların bundan
istifade etmeyip şifayı yanlış yerlerde araması ikinci bir suçtur.
Bu kitapta anlatılan kuralları uyguladığınızda, hastalıkların gerçek sebe­
bini anlama imkanı bulacak, sebepleri anlamakla kalmayıp, bugüne kadar
dikkat etmediğiniz bir çok önemli ayrıntıyı keşfedeceksiniz. Hastahane ka­
pılarında sıra beklemeyecek, dolaplar dolusu ilaçtan ve tüm tedavi masraf­
12 larından kurtulacaksınız. Sağlıklı olmanın ne kadar kolay olduğunu hayret­
le farkedeceksiniz ve böyle mükemmel yaratıldığınız için Yaratıcı'ya şükre­
deceksiniz.
Gerçeğe götüren yol açıktır.
t HASTALIK SEBEPLERİ

Hastalık Nedir
Organizmada bütün sistemler, organlar, hücreler, hücre organelleri ve
üretilen bütün maddelerin zerrecikleri birbirinden haberdardır ve mükem­
mel bir uyum (homeostasis} içindedir. Bağışıklık sistemi bu uyumu titizlikle
muhafaza eder; bu uyuma zarar verebilecek veya değiştirebilecek her tür

maddeyi antijen (düşman} olarak kabul eder ve duruma göre savunma


taktiği geliştirir. Mizaca uygun olmayan doğal besinler, GM ve katkılı
hazır ürünler, bütün tıbbi ilaçlar, kimyasal maddeler (deterjan, vücut bakım
ürünleri vb. ) antijen sınıfına dahildir. Bu antijenlerden herhangi biri 13
sindirim, solunum veya cilt yoluyla organizmaya girdiğinde bağışıklık
sistemi geliştirdiği savunma taktiğini devreye sokar. Hastalık sebeplerini
bilmeyenler için, bağışıklık sisteminin 'homeostasis'i savunması hastalık
olarak görünür ve gerçek hastalık gözardı edilmiş olur.

Az Çi9"nemek
Sindirim, ağızda tükürük bezlerinin salgıladığı fermentler ile başlar. Or­
ganik asitler, aromatik maddeler ve tuzlar çiğneme sırasında fermentlerle
karışır ve bir kısmı ağızdaki kılcal damarlara süzülür. Karbohidratların ağız­
da başlayan sindirimi midede aynı enzimlerle devam eder.
Alınan besinin kimyasal yapısı hakkında toplanan veriler ağızdaki aku­
punktur noktaları vasıtasıyla beyne gönderilir. Beyin bu bilgiyi analiz eder
ve sindirimi buna göre programlar. Besin ne kadar iyi çiğnenirse, beyin
sindirim sistemini o derece iyi hazırlar. Yeterince çiğnenen bir besinin ta­
dı ve kokusu ağızcia dağılır ve kaymağa benzer bir nesne (kimus) haline ge­
lir. Bu ise 1 5- 40 çiğneme hareketi ile sağlanabilir.
Ağızcia çok miktarda akupunktur noktası bulunur (her bir dişin dibinde
2'şer tane). Çiğneme esnasında besinlerden ayrılan enerji bu akupunktur
noktaları vasıtasıyla vücudun genel enerji dolaşımına karışır. Bu yüzden kü­
çük yudumlarla içmek ve küçük lokmalar halinde yemek gerekir.
Süt, et suyu, meyve-sebze suyu veya su küçük yudumlarla alınır, ağızda
ılıtılır, tükürükle iyice karıştıktan sonra yutulur. Gıdalar yeterince çiğnen­
mezse, sindirim ilk basamaktan itibaren bozulur.
Hızlı yiyen daha çok yemeye mecbur kalır, çünkü vücut sadece kimya­
sal bağlantıları çözme işlemi sonucunda oluşan enerjiyi kullanır, ağızdaki
akupunktur noktaları vasıtasıyla besinden alınması gereken enerjiyi kulla­
namaz. İyi çiğnenmemiş yemek, kütleler halinde mideye gelir. Mide bu
kütleleri hazmedemez, sadece çürütür. Taze ekmek, beyaz ekmek (özellikle
kan grubu O için) ve et parçaları (özellikle kan grubu "A" için) en zararlısıdır.
" "

Midede çürümeye başlayan kütleler ve parçalar bağırsaklara iner ve ora­


da çürümeye devam eder. Bağırsaklardaki çürüme kandaki lökositleri (ak­
yuvarlar) artırır. Bağışıklık sistemi bu duruma karşı koruma programı geliş­
tirmek zorunda kalır. Bu hata, her yemekle birlikte tekrarlandıkça, bağışık­
lık yetmezliğine kadar götürür.
Ancak taze meyve ve sebzelerin lifleri, çekirdekleri ve kabuklarında
böyle bir tehlike sözkonusu değildir. Bunlar bağırsaklarda yaşayan yararlı
mikroplan artırır. Bunun için meyve ve sebzeleri kabuklarıyla ve birkaç çe­
kirdeğiyle berlikte yemek gerekir.
Iyi çiğnemenin yararlan
• Yemeği iyi çiğneyen, az çiğneyene göre, daha az yer-içer. Çünkü
besinden aldığı enerjiyi eksiksiz kullanmış olur.
• Karışık yenen yemeğin zararı azalır.
• Sindirim süreci kısalır.
• Mide, pankreas, karaciğer ve bağırsakların işi kolaylaşır.
• Çok daha az enzim (insülin dahil) harcanır.
• Mide, bağırsak, karaciğer, pankreas, bağışıklık sistemi, diyabet, tü-
mör, kanser, alerji, diş, sinir ve ruh hastalıklarından emin olunur.
• Mevcut olan hastalıklar hafifler.
• Şişmanlığın önüne geçilir, v.s.
Büyük alimler uyuşturucu, sigara, alkol bağımlılığı gibi psikolojik, ruhsal
ve sinirsel hastalıkların temelinde az çiğnemenin yattığı konusunda hemfi­
kirdir. İyi çiğnenmeyen yemek karaciğer, dalak ve kalp için ağır bir yüktür.
Bu organların durumu ise ruhsal dengeyi doğrudan etkiler. Büyüklerimiz,
"Büyük lokma alan ve iyi çiğnemeyene delilik isabet eder", derlerdi.
Hazımsızlık, diyabet, mide, bağırsak, karaciğer, dalak ve tüm sağlık
problemlerinden kurtulmak için bazen sadece beslenme ve çiğneme alış­
kanlıklarını düzeltmek yeterli olabilmektedir.

Fazla Yemek
"Her hastalığın temelinde tokluk vardır."
Hz. Muhammed (s.a.v.)

''Yemek onlar için bir ceza, bir ağ, bir tuzak ve bir pranga olacaktır."
Hz. Davut (a.s.)

"Çok yeme ağacı diken, hastalık meyvesi toplar''


15
Atasözü

"Çok yeme ağacı"nın "hastalık meyvesi"ni nasıl olgunlaştırdığına bakalım.


Normalden fazla yiyen insanın midesi sindirim için daha çok enzime ih­
tiyaç duyar. Enzim üretmek için çok enerji harcamak gerekir.
Sağlıklı bir insanda mide 200-250 gr. yemeğin birinci hazmını, besine
ve hazım gücüne göre değişmekle beraber, 3-4 saat içinde kolayca gerçek­
leştirebilir, bu sırada kalp de zorlanmadan rahatça çalışır. 2 katı yemek
yendiğinde ise, sindirim ve fazlalıklann kısmen depolanması, kısmen dışa­
n atılması için, kalbin 4-6 kat daha fazla çalışması gerekir. Bu işlem sadece
kalbi değil, sindirim, depolama ve boşaltımla görevli organlan da yıpratır.
Mesela, bir araba taşlı, bozuk ve dik bir yolda, düzgün yolda harcadığı
yakıtın 2- 3 katını harcar. Mesafe aynı olsa da harcanan yakıt miktarı fark­
lıdır. Devamlı zorlu çalışmaktan harap olan bir motor gibi, kalp de rızkını
çabuk tüketir.
Gençlerin sindirimi daha kuvvetli olduğu için fazla yediğinde, sindirim
tamamlanarak fazlalıklar dışarı atılabilir. Ancak fazla yemek alışkanlık hali­
ni alırsa bu kuvvet tükenir; atıklann giderek daha az atılmasıyla depolar
oluşmaya başlar. Depolar dolduk.tan sonra atıklar kanla birlikte dolaşır, kan
ağırlaşır, dolaşımı yavaşlar, taşıdığı atıklan dokularda bırakır ve çöplükler
oluşur.
Ağırlaşan kandaki atıklar damarlarda birikıneye ve zamanla damarları tı­
kamaya başlar. Daralan ve tıkanan damarlardaki kan, dokuları yeterince
besleyemeyecek kadar azalır. Beslenemeyen dokular beyne "açız!" uyarısı
gönderir; beyin bu çağrıya cevap olarak iştahı arttırır. Bu, insanı daha çok
yemeye zorlar; yedikçe kanda atıklar, dokularda çöplükler ve damarlarda­
ki tıkanıklıklar artar. Kan daha da koyulaşır; dolayısıyla, dokulardaki bes­
lenme yetersizliği gittikçe daha fazla artar.
Bu kısır döngü devam ederken, insanlarda konsantrasyon, hafıza, dü­
şünme, anlama ve öğrenme yeteneği azalır. Fikir uyur, hikmet ölür, organ­
lar durur, insani sıfatlar atıkların içinde boğulur; ''Yemek onlar için bir ce­
za olacaktır" sözünün hikmeti ortaya çıkar.
Bazı insanlar fazla yemenin bedelini şişmanlıkla ve beraberinde getirdi­
ği hastalıklada öderler. Bazıları ise ne kadar yerse yesin, hep zayıf kalır.
16
Onların durumu şişmanlardan daha tehlikeli olabilir. Metabolizma atıkları,
toksinler ve katkı maddeleri şişmanların vücudunda yağ olarak depolandı­
ğı için, organların tahrip olması kısmen de olsa önlenebilir. Ancak zayıfla­
rda, kan vasıtasıyla dolaşan atıkların bir kısmı, ateş, öksürük, terleme, nez­
le, kusma, ishal, sivilce, çıban gibi yollarla dışarı atılırken organları ve sis­
temleri yıpratır. Eklemlerde, kaslarda ve dokularda oluşan çöplükler ise za­
manla yanmaya (iltihaplanmaya) ve yanarken yakıcı gazlar ve toksik mad­
deler oluşturmaya başlar (aynen şehir çöplükleri gibi). Bu şekilde oluşan
yakıcı gazlar ve toksik maddeler ağrılara, enfeksiyonlara, cilt hastalıklarına,
paraziderin üremesine, genetik mutasyonlara ve tümörlere sebep olur.
Araf suresi 3 1 . Ayet'te, "Yiyin-için, fakat israf etmeyin, çünkü AJJah is -

raf edenleri sevmez', buyurulmuştur.

Peygamberimiz (s.a.v.), "Allah'a en sevimli olanınız, yemesi en az ve be­


denen en hafif olanınızdır." Ve "... pisboğaz ve göbeği büyük olan Cenne­
te giremez" buyurmuştur. Ancak Allah'tan utanmayı unutan insanları artık
ne ayetler ne de hadisler etkilemektedir. Halbuki bu ayet ve hadisler özel­
likle günümüzde büyük önem taşımaktadır. Genetiği değiştirilmiş ve katkı
maddeli ürünlerden kaçınmak neredeyse imkansız hale geldiğinden, az ye­
mek, bugün daha büyük bir zorunluluktur.
Kanşık Yemek
Peygamberimiz (s.a.v.) balık, yumurta, et ve süt ürünlerin i birlikte; hat­
ta, bir hayvanın etini başka hayvanın eti veya yağı ile birlikte yememiştir.
Mizaca uymayan veya birbirine uygun olmayıp, hazını için ayrı enzim­
ler gerektiren yemekler birbiriyle karıştığında sindirilemeden çürür.
Mesela, karbonhidratlar ile proteinler, süt ürünleri ile balık, birkaç
inekten sağılarak karıştırılan süt, karışık et (örneğin, aynı cinsten iki fark­
lı hayvanın eti, bir hayvanın eti ile bir diğerinin yağı, dana ile tavuk eti ve­
ya aklınıza gelebilecek herhangi bir et kombinasyonu), balık ile et, karışık
yağlar (örneğin, koyun ile tavuk yağı, katı yağ ile sıvı yağ) birbirlerine zıt­
tır. Bunların parçalanabilmesi için ihtiyaç duyulan enzimler birbirine zıt­
tır.
Bu zıtlık, enzimierin üretilmesine engel olur ya da üretilen enzimierin
birbirini yok etmesine sebep olur ve yenen yemek sindirilmeden mayalan­
maya veya çürümeye başlar. Bu, midede saatler süren bir işlemdir ve ba-
ğırsaklarda da devam eder. Yemekten sonra kanda lökositin yükselmesi bu 17
sebepledir.
Çüıüme veya mayalanma sonucu oluşan zehirli ve asidi kalıntılar ba­
ğırsaklarda yaşayan faydalı mikroplan öldüıi.ir, sinir uçlarını zehirteyerek
bağırsakların hareketini yavaşlatır ve kabızlık ortaya çıkar. Beslenmedeki
hatalar devam ettikçe bağırsak duvarları kanalizasyon boruları gibi zehir­
li, yağlı atıklarla kaplanır, bağırsaklar genişler, cepler oluşur. Ceplerde dış­
kısal taşlar toptanır ve yıllarca orada kalır. Bağırsakları n iç zarında yer alan
ve görevi zehirli kalıntıları kana karıştırmadan dışarı atmak olan tüycükle­
ri çürütür. Tüycüklerin çürümesiyle kelleşen bağırsaklarda yaralar oluşur.
Böylece bağırsakların iç dokuları, faydalı maddelerin yanısıra zararlı, tok­
sik maddeleri de kana karıştırır. Zararlı maddeler kılcal damarlardan doku
sıvılarına kolayca geçerek hücreye ulaşınaya çalışır. Ancak hücreler, sağ­
lıklı olduğu sürece, zararlı maddeleri içeri almakta direnir. Beslenme hata­
ları devam ettikçe zararlı maddeler hücre duvarına ve hücreyi korumakla
görevli mekanizmalara saldırır ve zamanla onları yıpratır. Hücrenin koru­
ma mekanizması bozulunca besinlerle beraber zararlı maddeler de hücre
içine geçerek hücrenin fonksiyonunu (enerji ve gerekli maddelerin üreti­
mi) bozar.
Sık Yemek
Hastalıkların temel nedenlerinden biri de alınan besinin tamamen sin­
dirilmesini beklemeden üstüne başka bir yemek yemektir. Eski ilmihallerde
hazını tamamlanmamış yemeğin üstüne başka bir yemek yemenin haram
olduğu bildirilmel:tedir.
Sindirim sistemi belli kurallarla çalışır.
Bu kurallara göre, 200-250 gr. miktarında bir yemeğin sindirimi, mide­
de 3-5 saatlik bir süreç geçirdikten sonra ince bağırsaklara inerek tamamla­
nır. Buna birinci hazım denir. Yemeğin cinsine, miktarına ve özelliğine gö­
re birinci hazının süresi 6- 1 O saate kadar uzayabilir. Birinci hazını geçen
besinler bağırsak mukozası ile emilerek kana geçer ve ikinci haztın için ka­
raciğere gönderilir.
Karaciğer, birinci hazırndan gelen protein, karbonhidrat, yağ gibi besin
parçalarını daha küçük parçalara ayırır ve bunların bir kısmından kişinin ta­
biatına uygun yağ, glikoz, enzim, protein, vitamin gibi temel maddeler üre-
18 tir. Böylece ikinci hazım tamamlanır ve bu temel maddeler kana geçer;
kandaki görevli hormonlar vasıtasıyla hücreye ulaştırılır. Kanda gerçekle­
şen bu işlemle birlikte üçüncü hazım da tamamlanmış olur.
Hücrede, şekerden (glikoz) enerji, aminoasitlerden ise farklı proteinler
üretilir. Buna da dördüncü haztın denir.
Midede sindirim tamamlanmadan yenen tek bir lokma midede sindirim
sürecini bozar. Bu bir lokma, önceki yemekle karıştığında sindirilemediği
için mayalanmaya veya çürümeye yol açar; midede yanma, ekşime, gaz ve
şişkinliğe sebep olur. Mayalanma veya çürüme sonucu oluşan zehirli ve
asidi kalıntılar, ince bağırsaklara inerek "Karışık Yemek" bölümünde anla­
tılan süreci başlatır.
Midede sindirim tamamlandıktan sonra, yani 3-5 saat sonra, ikinci bir ye­
mek yenebilir. Ancak 3-5 saat arayla yemek yendiğinde, organizma dört se­
viyede yoğun bir hazım işlemiyle uğraştığından diğer fonksiyonlarda çok
zortanır ve "Fazla Yemek" bölümünde anlatılan durum ortaya çıkar. İkinci bir
besin için birinci sindirimin tamamen bitmesini, yani 6- 1 O saat geçmesini
beklemek gerekir. İkinci veya üçüncü hazırndan sonra yemek, yani günde 1-
2 defa yemek ( 1 2-24 saat aray 1 a), insan için yeterlidir. İçme konusunda da
ölçü aynıdır.
Günümüzde insanlar, özell ikle kadı n ve çocuklar, günün büyük bir kıs­
mını sürekli yiyerek geçiriyorlar ve bedenleri n i çöplüğe çeviriyorlar. Pey­
gamberimiz (s.a.v. ) çoğu zaman aç ve susuz dururdu. Hatta üç gece arka ar­
kaya karn ı n ı doyurduğu olmamıştır. "Geceleyin veya gündüzün ikişer defa
yemek illettir" ve ''fokken yemek hem hastalık, hem de haramdır'', buyur­
muştur.
O halde en önemli sağl ık kuralı ve bütün hastalıklara deva olan yegane
"i l aç'' iyice acıkmadan yememektir. Eski hekimler de "Hastalık nedir"?" soru­
suna "Yediği ni sindirmeden yemek tir" diye cevap verm iştir.

Yeme ve İçmede Sıraya Dikkat Etmemek


Et, yumurta, peynir gibi proteinli yiyecekler midede hazmı uzun süren
besinlerdir. Tatl ılar ve meyveler midede fazla kalmadan bağırsağa geçerek,
birinci hazm ını burada tamamlar. Su ise m i dede vücut ısısına ulaştıktan
sonra bağırsağa geçer. Bu sebeple önce su içme l i , sonra birlikte yememek
şartıyla, meyve veya tatl ı , sonra salata ve yemek yenmelidir. İki çeşit ye­
19
mek yen iyorsa hafif ve sulu olanı ağır ve kuru olandan önce yemek yenir.
İbn - i Sina sabah ekmek (karbohi drat) , akşam et ( protei n ) yemeyi tavs i ­
y e ederdi. Çünkü karbohidrat sindiri m i n de gerekli enzimler genell ikle sa­
bahtan öğleye kadar, protei n sindiri m i n de gerekl i enzimler ise genell ikle
öğleden akşama ( 2 1 .00) kadar üretilir. Ancak sindirimin tamamlanması için
oruç tutulan günler müstesna en geç 1 9: 00'da yemek gerekir.
Yemekten sonra meyve veya tatlı yendiği nde, meyve ve tatl ı hazm ı n ı
tamamlamak i ç i n bağırsağa geçemez, midede mayalanır, çürür v e gaz oluş­
turur. Kur'an - ı Kerim'de de bu sıralamayı görmek mümkündür: " . . . beAen­
dikleri meyveleri ve ettikleri kuş etlerini dolaştınrlar." (Vakı'a: 20, 2 ı)
arzu

buyurularak et meyveden sonra zikredilmiştir. Yine, 'Ve size manna ve sel­


va indirdik" (Bakara: 57). Burada da helva yani karbonhidrat (manna), bıl­
dırcı ndan yani protei nden (selva) önce gel ir.
Yemekten sonra içilen su da bağırsağa geçemez; m i deyi genişletir, m i ­
de asidi n i seyreltip zayıflatır, sindirimi uzatır v e zorlaştırır. Yemek aras ı n ­
d a s u içmek, daha d a karışık bir tablo meydana getirir, çünkü yemekte su
içen, yemeği iyi çiğneyemez, tükürük bezleri yeterl i miktarda enzim ürete­
mez ve sindirim ağızdan itibaren bozulur. İçilen su m i de asidi n i n seyrelip
zayı flamasına, midenin genişlemesine, karaciğer ve dalağı n yükünün artır-
masına kadar giden sonuçlar doğurur. ("Az Çiğneme" bölümüne bakı n ı z ) .
Yemekten 1 , 5 -3 saat sonra s u içmek daha uygundur. Çünkü mide asidi
tamamen kullanılmış ve mide içeriği ince bağırsaklara geçmeye hazır hale
gel miştir. Su içmek için doğru zaman dilimi budur ve bu sırada insanın su­
saması da normaldir, Araf suresi 31. Ayet'te, "...yiyin-için, fakat israf etme­
yin ..." buyurulmuştur. Bu ayette de "için" emri "yiyin" emrinden sonra ge­
lir. Ancak kuru bir şey yerken her lokmadan sonra bir yudum su içmekte
zarar yoktur. Çok susayınca yemekten sonra birkaç yudum su içilebilir.

Bayat ve Isıtılmış Yemekler


Taze sebze ve meyve, güneşten aldığı enerjiden dolayı , besin değeri
açısından daha zengindir. Meyve ve sebze pişirilince, güneşten aldıkları
enerjiyi ve strüktürel suyunu kaybederek, aslına, yani toprağa ve mineral­
lere dönüşmeye başlar. Suyunu kaybeden sebzenin hacmi azalır, içerdiği
mineral oranı artar.

20 Mineraller vücutta ağır kalıntılar oluşturur ve bu kalıntılar kaslar arası n-


da, dokularda, damarlarda toplanarak onları sertleştirir. Bu sebeple çiğ seb­
zeyi tercih etmek ve pişmiş sebzeyi az miktarda yemek daha doğrudur.
Yemeği, piştikten sonra biraz soğutarak yemek gerekir. Yemek insanı
değil , insan yemeği beklemelidir.
Mikroplar beklemiş yemeğin yapısını değiştirir. Yemek ısıtıldığında ise,
yeni kimyasal bağlantılar oluştuğu için, faydadan çok zararı vardır. lsıtılan
yemeğin özü ve tadı değişir, hazmı ağırlaşır, hatta imkansızlaşır.
Mikrodalgalar, ısıtılan yemekteki temel besin maddeleri ( su, şeker, yağ
ve diğer bazı maddeler) tarafından emilir. Dalgalar, bu maddelerin mole­
küllerini atomik değişime uğratarak yemeği ısıtır. Mikrodalgaların yemek
üzerindeki etkisi üzerine yapılmış herhangi bir araştırma yoktur. Ancak su
üzerindeki etkisi araştırı l mıştır. Yaklaşık %70 sudan oluşan insan vücudu
mikrodalgalarla yakın temasta bulunursa, vücudun su molekülleri strüktürel
ve enerjetik değişime uğrar. Organizmadaki su strüktürü değiştiğinde, be­
yin sıvısı , lenf sıvı s ı , kan ve hücre serumu gibi vücuttaki bütün sıvı l arın
strüktürü değişir. Bu fiziksel ve ruhsal dengesizliğe sebep o lur. Yemekleri­
mizin %50-90'ı sudur.
Peygamber Efendimiz (s.a.v. ) akşamdan kalan , ertesi gün ısıtılan yeme­
ği asla yemezdi .
Katkılı Hazır Yiyecek ve İçecekler
Marketlerdeki bütün uzun ömürlü ürünler, sağl ığı , özel likle çocukların
sağlığını tehdit etmektedir . ("GMO" bölümüne bakı n ız . ) Bu gıdalar meta­
bolizmayı , bağışıklık sistemini ve genetiği ciddi şekilde etkiler; sindirile­
mediği için birikinti ve damar tıkanıklıklarına neden olur . Vitamin ve pro­
tein üretimini, su yapısın ı , vücudun su oranı ve su terkibini bozarak, yaş­
lanınayı hızlandırır; alejilere ve çeşitli hastalıklara sebep olur.
Bu faktörleri gözönünde bulundurarak diyebiliriz ki, 1 0 - 1 2 yaş grubu
çocukların büyük çoğunluğu artık, bu gıdaların bağışıklık sisteminde , be­
yinde ve üreme organlarında oluşturduğu tahribatlar sonucu, şimdiden kü­
çük birer ihtiyar gibidir.
Dünya gıda endüstrisinde, binlerce çeşit ve milyonlarca ton katkı mad­
desi kullanılmaktadır. Hazır gıda kullanmakta sakınca görmeyen biri her
gün yaklaşık 2000 çeşit yapay katkı maddesi tüketmektedir: T atlandırıc ı ,
tat verici, kıvam koruyucu, kıvam artırıcı, renklendirici, renk koruyucu, be­
yazlatıcı , bozulmayı önleyici, nem tutucu, boya, arama, vs .
Yiyecek endüstrisi, kullanılan katkı maddelerini ambalaj üzerinde be­ 21

lirtmek zorundadır. Fakat bu zorunluluk, üreticinin sadece kendi kattığı


maddelere mahsustur . Mesela, bir fırı n , ürettiği bir üründe su, maya, tuz,
yağ, yumurta ve şeker gibi kul landığı malzemeyi belitmek zorundadır, fa­
kat bunların içerdiği katkı maddelerini belirtmek zorunda değildir . Bunun­
la birlikte, katkı maddelerinin üretim metodunu da belirtmek zorunda de­
ğildir. Tamamen katkı maddelerinden oluşan; şeker, sakız gibi 1 0 cm2'den
küçük, ambalaj l ı ürünleri üretenler de katkı maddelerini belirtmek zorunda
degildir . Zeytin, et, peynir, ekmek, baharat, baklagiller, tah ı l , kuruyemiş,
taze meyve ve sebze gibi açık satılan yiyeceklerde, lokanta veya pastane­
lerdeki ürünlerde de katkı maddelerini belirtme mecburiyeti yoktur.
Örnek olarak en yaygın kullanılan basit bir sakızın içindekilere bakalım:
t. Sakız mayası.: Sakızın ana maddesidir . Ambalajcia belirtilmeyen, sa­
kız mayasının içindekiler şunl ardır: Kauçuk, vaks, antioksidan, elastomer,
reçine, venil polimer, parafin ve katkı maddeleri (katkı maddelerinin sayısı
ve türü belirtilmemiştir) .
2. Tatlandıncılar (7 tane) : Doğal olmadığı için bunların tamamı sindiri­
mi bozar, alerjilere yol açar, diyabete zemin hazırlar. Ayrıca her birinin
özel zararları da vardır. ("En Yaygın Kullanılan Katkı Maddeleri" bölü­
münde Aspartam'a bakı n ız ) .
3. Dağala özdeş aramalar (3 tane): Rekombinant- DNA ve nanotekno­
loj i yöntem iyle üretilenler beden-ruh dengesini ve harmana! dengeyi etki­
ler. "Aromalar'' konusuna ve "Zihin Kontrolü" bölümüne bakı n ı z . )
4 . Gliserol (Nem tutucu) : Büyük ihtimalle domuz ürünüdür. Mezbaha
atıkları ndan da elde edilebil ir.
5. Lesitin (Emülgatör) : Büyük oranda domuz ürünüdür. Bitkisel olanda
"soya lesitini" yazar, ancak bu da genetiği değiştiri tmiş soyadan elde edi lir.
6. Parlatıcılar (2 tane) : Biri , "şellak."tır ki genetiği değiştiritmiş bir tür bit­
ten elde edil ir. Alerjilere ve beklenmeyen yan etki lere yol açabilir. D iğeri
''k.amauba mumu"dur. Asl ı nda kağıtç ı l ık ve mobi lyac ı l ık gibi sanayilerde
kul lanılan sentetik bir mumdur. Her ikisi de bir çok ülkede yasaklanm ıştır.
7. Titanyumdioksit, E 1 71 : Renklendirici ve nem tutucudur. En tehlike­
l i maddelerden biri olan titanyumdioksit için "En Yaygın Kul lanılan Katkı
Maddeleri" ve "Zihin Kontrolü", bölümüne bakın ı z .
Gördüğünüz gibi 2,5 gr'lık küçücük b i r sakız e n a z 34 tane katkı mad-
22 desi içerir. En az diyoruz çünkü her bir katkı maddesinin 2-7 tane kendi ko­
ruyucu, renklendirici, nem tutucu katkı ları vardır. Sakızın üzeri nde "laksa­
tif etki (ishal) yapabilir" ve "Sakızdır, yutmayınız" uyarıları yer alır. Çocuk­
ları n bu uyarıyı anlaması beklenemez ve küçük çocukların hepsi sakızı yu­
tar!
Katkı maddelerini savunanlar "Katkı maddeleri nin içinde zararsız hatta
faydal ı olanlar vardır" diyebilirler. B irkaç yıl öncesine kadar bu doğru ola­
bil irdi , ancak bugün katkı maddeleri farklı malzemelerden , farklı teknoloj i
ve yöntemlerle elde edilmektedir. Üretim metodların ı n , içeriği nin v e kay­
nakları n ı n , güvenli, tehl i keli veya şüphel i olup olmadığı n ı n bel irlenmesi
kesinl ikle mümkün değildir.
Ö rneğin, Karaten (E1 60) Doğal A vitami n i kaynağıdır ve doğal bitki
pigmentlerinden, betanin (E1 62) ise kırmızı pancardan elde edi lebilir. 40
yıl önce doğal bitkilerden elde edilen bu katkı maddeleri nin üretim şekli
değiştiği halde hala "güvenilir" sınıfı nda yer almaya devam etmektedir.
Bu katkı maddeleri , artık rekombinanat- DNA yöntem iyle elde edi lmek­
tedir ve "tehlikeli" hale gel miştir.
Ü rün ambalaj l ı veya ambalajsız olsun, ambalaj üzeri nde içindekiler be­
lirtilsin veya bel irtilmesin, üründe kullan ı lan katkı maddelerinin gerçek sa­
yıların ı ve kaynakları nı tespit etmek mümkün değildir.
Her üründe kul lanılan onlarca çeşit katkı maddesinden bazıları tek ba­
şına zararl ı olmasa da, bir arada zararlı olabilir veya birbirinin zararını artı­
rabilir (sinerjizm etki leşimi), ya da vücuttaki her türlü madde, al ınan i laç­
lar, besinler ve depolarda birikenlerle tehlikeli bileşimler oluşturabi l ir. An­
cak en sık kul lanı lan katkı maddeleri tek başına da çok zararlıdır.
En Yay�ın Kullanılan Katkı Maddeleri
Aspartam, E-951
Aspartam, en yaygın kul lanılan, şekerden 180-200 kat daha tatl ı bir sen­
tetik tatlandırıcıdır. Rekombinant- DNA yöntemi ile elde edi lir. Çikolata,
sakız, et ürünleri, ketçap, soslar, gazozlar, şekerlemeler, i laçlar, diyet yiye­
cek ve içeceklerde ve pastanelerde şeker yerine kullanılır. Gıda sektöründe
değişik isimlerle, ancak en çok Aspartam, FenHalanin ya da Surel diye ad­
landırılır ve etiketlerde bu şeki lde yer alır. Çoğu zaman sakarin veya sikla­
mat ile de karıştırı larak kul lanılır. Bu karışımlara Al fasfit, Aspamiks, Aspas­
vit, Svi tl i , Aspartin, Evrosvit vs . adı verilir. Aspartam içeren tatlandırıcı lar
etikette sadece "tatlandırıcı" olarak da bildirilebilir. Aspartamın % 60'nı fe­
23
ni lalanin oluşturur.
FenHalanin tüm biyokimyasal süreçlerde ve protein üretiminde yer alan
en önemli aminoasitlerden biridir . İ nsan bedeni her gün protein ile al ınan
feni lalanine ihtiyaç duyar . Sentetik fenilalanin yapı olarak doğalma göre
çok daha aktif olduğundan doğal fenHalanin yerine geçer, onun bütün
fonksiyonlarını üstlenir. Böylece hazır ürünlerle sentetik fenHalanin alan­
lar ruhsal ve fiziksel olarak ona bağımlı hale gelir.
Ruhsal bağımlılık: Fenilalanin, vücutta tirozin aminoasidine dönüşür, ti­
rozinden ise ruh hal ini ve ağrı hislerini yöneten dopamin ve noradrenal in
üretilir. Bu da sentetik fenHananin kullanan kişide ruhsal bağımlı l ığa neden
olur. Ayrıca feni lalaninden cinsel dürtüleri yöneten fenileti lamin meydana
gel ir ve aşık olma duygusunu tetikler. Feni lalaninden üretilen hormonlar fi ­
kir üretimi sürecinde etkin rol oynadığından hafıza, öğrenme ve düşünme
kapasitesi de doğrudan etkilenir . Bu yüzden aspartam bağımiısı insanlar çi­
kolata yemeden veya aspartamlı bir içecek içmeden zihinsel çal ışma yapa­
mazlar.
Fiziksel bağımlılık: Aspartamda bulunan sentetik fenHalanin etkin ola­
rak metabolizmaya dahil olur, pankreas, karaciğer, tiroid bezi ve böbreküs­
tü bezinin hormon üretimine katılır. En önemli tiroid hormonlarından olan
tiraks i n ile pankreas hormonu olan insülin fenilalan ın vasıtasıyla üretilir ve
metaboli zma atıkl arının böbrek ve karaciğer yoluyl a atılması fenilalanin
vasıtasıyla sağlanır. Kısacası fenilalanin vücudun en önemli fonksiyonları ­
nın tümünü kontrol eder ve böylece sentetik fenilalanin kul lanan kişi ona
tamamen bağımlı hale gelir. Vücutta sentetik fenilalaninin dönüşüm dön­
güsü bozulduğunda (ki bağışıklık sistemi tamamen çökene kadar sürekli
olarak bozulacaktır) vücudun tüm dokularında özellikle beyin ve üreme or­
gan dokularında bu maddenin kendisi ve toksik atıkları birikir. Birikim yer­
lerindeki dokuların hücreleri ve sentetik fenilalaninin iştirak ettiği tüm sü­
reçler tahrip olur. O zaman, kronik sentetik fenilalanin zehirlenınesi belir­
tileri ortaya çıkar: kronik yorgunluk, döküntü, bayılma, kas ağrıları, göz ka­
paklannda, dudaklarda, ellerde ve ayaklarda şişme, eklem ağrıları, bulantı,
çarpıntı, anksiyete, şişmanlık, baş ağrısı, baş dönmesi, huzursuzluk, depres­
yon, tiroid ve nörolojik rahatsızlıklar, hafıza kaybı, spazm, epileptik nöbet­
ler, beyinsel özürler, üreme organlannda sorunlar, duyma yetisinin zayıfla­
ması veya kaybı, ağır karaciğer ve böbrek patolojileri. Aspartamın beyin tü-
24 mörü, skleroz, epilepsi, parkinson, alzheimer, zihinsel gerilik ve diabete
neden olduğu saptanmıştır. Sentetik fenilalanin sperm ve yumurtalan ze­
hirler ve mutasyona uğratır. Aspartam hamilelikte doğrudan ceninin gelişi­
mini etkiler; kul lanılan miktarın çok az olması veya uzun zaman önce kul ­
lanı lmış olmasının önemi yoktur.
Aspartamı yasaklayan veya kul lanımına sınır koyan ülkelerde, kısırl ık,
doğum kusurları , gelişme çağındaki çocuklarda zihinsel ve ruhsal problem­
Ierin oranı hızla azalmakta , Türkiye'de ise aynı hızla artmaktadır.
Gıdal arda, hayvan yemlerinde veya tedavi amacıyla dünyada her yıl 2
mi lyon tondan fazla üretilen sentetik aminoasitlerde en büyük oranı feni­
lalanin ve glutamik asit oluşturur.
Sodyum nitrit (E-250): Nitrat-Nitrit'ler içinde Türkiye'de en çok kulla­
nılan katkı maddesidir. Tüm işlenmiş et ürünlerinde (sosis, salam, pastırma,
sucuk) hem koruyucu, hem renklendirici , hem de lezzet arttırıcı olarak kul ­
lanılır. Et ürünleri ile al ınan sodyum nitrit, vücutta, kanserojen bir madde
olan nitrasamine dönüşür. Nitrosaminler, doku hasarına, mutasyona ve
kansere neden olur (kolon kanseri , karaciğer kanseri , pankreas kanseri, be­
yin kanseri , lösemi vb . ) Sodyum nitritli ürünler, baş dönmesine, baş ağrısı­
na, nefes alma zorluğuna da neden olabilir. Nitrit ve nitratlar hemoglobini
etkileyerek dokul arın oksijen almasını ve beslenmesini engeller. Kemik ili-
ği dejenerasyonuna ve bunun sonucunda kemik iliği yetmezliğine ve ağır
anemilere neden olabilmektedir.
Sodyum Sülfit (E22 1 ): Türkiye'de , en geniş alanda ve en sık kul lanı lan
sül fitleyicidir. Gıda maddeleri nde ve ilaçlarda renk ve kıvam koruyucu, bo­
zulmayı önleyici ve beyazlatıcı olarak kullanıl ır. Fermente içeceklerde , sa­
lata soslarında, bira ve şarap gibi içeceklerde bulunur. Şekerleme, peyn ir,
sakız, dondurma, bisküvi, çay, reçel , jöle, konserve, çeşn i , meyve suyu, ku­
ru meyve, kuru sebze , pakedi deniz ürünü, hazır çorba, salam, sosis, sucuk,
kurutulmuş et, dondurulmuş patates ve balık ürünlerinde kullanılır.
Pamukkale Ü niversitesi Tıp Fakültesi'n in yaptığı araştırmalarda, sod­
yum sülfitin besin ve ilaç yoluyla alınması n ı n , öğrenme ve hafıza gibi be­
yinsel fonksiyonlarda bozulmaya neden olduğu ve bozul manın zamanla
daha ileri boyutlarda seyrettiği tespit edilm iştir.
Sülfitler göAüste sıkışma, kann aArtsı, kurdeşen, ishal, kan basıncının
düşmesi, beyinde yanma hissi, halsizlik ve kalp çarpıntısına neden olur.
Ayrıca sül fitler, astım hastalannda astım ataklannı tetikler.
25
Sodyum Nitrit (E-250) ve Sodyum sülfit'in zararı en fazla cen i n , bebek
ve çocuklar üzerinde görülmektedir.
Formaldehit: Her tür ürünün bozul ması n ı ön ler. Sıva, duvar kağı dı ,
tekstil, hal ıfleks, boya, yağl ı boya, lastik, mobilya, her çeşit deterjan ve vü­
cut bakım ürününde kul lanı ldığı gibi; et, balık, sucuk, yağ, tahıl, hayvan ye­
mi, tohumluk ve bütün aşılarda kul lanıl ır.
Formaldehitin en yaygı n kullanı ldığı alanlar, sıkıştırılmış tahtadan yapı­
lan yer döşemeleri , dolaplar, duvar kaplamal arı , mobi lyalar, oda spreyleri ,
dokuma kum aşlar, deterjanlar, döşeme cilaları , duvar kağı tları , halılar ve
boyalardır. Evin ısı ve nemi ne kadar yüksek, ev eşyaları ne kadar yeni ise,
havaya karışan formaldehit m iktarı o kadar fazladır.
Aroma ve emülgatör türü bütün katkı maddelerine bozul mayı önleyici
olarak katılır. Ayrıca mantar hastalıklarında ve tıbbi laboratuarlarda steri l i ­
ze edici v e koruyucu sıvı olarak kullanıl ır.
50 yıldır yoğun bir şekilde kul lanılan Formaldeh it, güçlü mutajen ve
alerj en ler arası ndadır ve ödem, kronik rinit, bronşiyat astım, alerjik gastrit,
kolit ve aşın duyarlılığa neden olabi lir. Aşırı duyarl ılık ise bir sonraki for­
maldehit etki leşiminde daha şiddetl i bir reaksiyona yol açabi lir.
Gıda, kozmetik, ev eşyası, sigara duman ı , egzos gazı ve inşaat malzeme-
si nden direk vücuda giren veya havaya karışan formaldehit m i de suyu ile
reaksiyona girdiği nde kanserojen bir madde oluşturarak burun kanseri, ak­
ciğer kanseri, beyin kanseri ve lösemiye yol açabil ir.
Titanyumdioksit (Ti02) (E 1 7 1 ): Dünyada en yaygın kullanılan mine­
raldir ve nanoteknoloj i n i n 3 ana maddesinden biridir. Doğal bir m i neral
olan ti tanyumdioksit, nanoteknoloj i yöntemiyle atom yapısı değiştiriferek
çok aktif bir nanoparçacık formuna getirilm iştir (yen iden inşa edilmiştir) .
Işığın ( foton ) titanyumdioksit nanoparçacıklar üzeri ne düşmesiyle, organik
madde, kimyasal reaksiyon sonucu parçalanmaya başlar. Bu yapay süreç ,
bitki lerde gerçekleşen fotosenteze benzer.
Fotosentez, bitki lerin güneş ışığı nın etkisiyle karbondioksit ve sudan ,
organik madde yani besin üretmesidir. Ancak, titanyumdioksit, fotosentez­
den farklı olarak tam tersini yapar, yani organik maddeleri parçalayarak
karbondioksit ve suya ayrıştırır. Bunun anlamı şudur: Titanyumdioksit na­
noparçacıklar, herhangi bir organik madde ya da can l ı hücreye temas etti­
ğinde, organik madde veya canlı dokunun parçalanmasına neden olan kim­
26 yasal reaksiyonu başlatabi lecek korkunç bir yetenektedir.
Günümüzde titanyumdioksit şekerleme, reçel , sakız, pudra şekeri , toz
şeker, küp şeker, tuz, karbonat, sütlü içecekler, süt, süt tozu, peyn ir, pey­
nir altı suyu , margari n , un, hamur, tavuk, et, balık, den iz ürünleri , soya
ürün leri gibi gıda maddeleri nde; tıbbi ilaçlarda , vücut bakım ürünleri , her
türlü kozmetik, krem, diş macunu, diş beyazlatıc ı , sabun, deterjan ve te­
mizlik ürünlerinde beyazlatıcı, bozulmayı önleyici veya nem tutucu olarak
kullanıl ır.
Özel l ikle kirl i havayı tem izleme, baraj , nehir ve göllerden içme suyu el­
de etme amacıyla hava ve suya titanyumdioksit nanoparçacıklar serpilmek­
tedir. Kendi kendini temizleyen camlar, kaplama malzemeleri , duvar boya­
ları , eşarp, kumaş ve giysi ler titanyumdioksit nanoparçaçıklar ile üretilmek­
tedir.
Ağız, deri ve nefes yoluyla vücuda giren nanoparçacıkların organizma­
yı hiç bir şekilde terk etmediği, dokularda çöküntü olarak biriktiği , akciğer­
Iere büyük hasar verdiği tespit edilm iştir. Ayrıca nanoparçacıklar bulundu­
ğu ortamda canlı hücrenin yapısına nüfuz edebilme ve bunun sonucunda da
bütün hücrelerde, özellikle beyin hücrelerinde hasar oluşturma ve genleri
mutasyona uAratma yeteneğine sah iptir.
Kazınetikler ve güneş krcmleri nde büyük oranda kullanılan ve cilt tara­
fı ndan emilen titan ium dioksid ve çi nko oksid nanoparçacıklar ışığa karşı
duyarl ıdır, serbest radikaller üretir ve güneş ışığına maruz kaldığı nda deri
hücrelerinde DNA hasanna yolaçar; ciltte bir yara varsa deri yoluyl a kan
dolaşımına karışır. Bir kez kan dolaşımına giren nanoparçacıklar bütün be­
dende dolaşabi li r, beyin, kal p, karaciğer, böbrek, dalak, kemik iliği ve sinir
sistem i de dahil olmak üzere organiara ve dokul ara nüfuz edebi lir.
Nanoparçacıklar hücre içine girebil ir, mitokondri ve hücre çekirdeği ta­
rafından içeri alı nabil ir, mitokondride büyük yapısal hasara, dolayısıyla
enerji ve protein üretiminin bozulmasına, DNA mutasyonu ve hücrenin
ölümüne sebep olabilir.
Nanoparçacıkların en fazla yayılma alanı bul duğu organ karaciğer ola­
rak görülmekte, dalak onu izlemektedir. Karaciğer hastal ıkları nda zararsız
yabancı madde hirikm i n i n bile karaciğer fonksiyonları n ı zayıflattığı ve ka­
raciğere zarar verdiği bilinmektedir.
Farelere veri len karbon nanotüpleri n böbrek hücreleri n i n ölümüne ve 27
yeni hücre oluşumuna engel olduğu görülmüşt�r. Halbuki bll8Ün bütün su

arıtma sistemlerinde karbon nanotüpler kullanılmakta, su ile birlikte insan


vücuduna nüfuz etmektedir.
Gıda en düstrisinde kullanılan renklendiricileri n yan etkileri hakkında
birçok araştırma yapılm ıştır. Araştırmalarda bu katkı maddeleri n i n geno­
toksik etkilere, harmana) bozukluklara, davranış bozuklukları na ve nöralo­
jik rahatsızlıklara yol açtığı kanıtlanm ıştır.
Ti 02, dünya geneli nde toplam renklendirici madde üretim i n i n tek ba­
şına % 70'ini oluşturmakta; ayrıca çeşitli sebeplerle bütün renklendiriciler­
de de kul lanılmakta; dolayısıyla gerçekte bu oran daha da yükselmektedir.
Bugün her bir insanın yal n ı zca içme suyu ve gıdal ardan günde ortalama
300 gr titanyum dioksit tükettiği düşünülmektedir.
Nanomateryaller endüstriyel atıklar ve ev atıkları yoluyla çevreye karış­
tıkları zaman toprak ve su mikroflorasını bozar. Bu da besi n zincirinde de­
ğişi mlere sebep olur.
Araştırma sonuçları na göre Ti02 nanoparçacıkları spermlerde hareket­
lilik ve yoAunluğu azaltır, ömrünü kısaltır, ileri düzeyde anormalliklere ve
testesteron seviyesinin düşmesine sebep olur. H i stopatoloj i k bulgularda
Ti02'i n sperm kılıfında epitelium kalıniaşması ve erbezlerindeki kan damar­
lannda varikosele sebep olduğu gözlemlenmiştir. Bunun yanısıra dokuları
tuttuğu için kilo almaya engel olduğu tespit edil m i ştir.
Bütün bu araştırma sonuçları na rağmen insan organizmasına giren na­
noparçacıkl arı n ki myasal ve ruhsal olarak sebep olabileceği değişim ieri n
büyüklüğü ve vehameti yine de tahmi n edilem iyor.
En çok kullanılan nanomateriyal özelliğine sahip olan TiOl son zaman­
larda ziraatte de kullanılmaya başlanmıştır. Yukanda anlatılan ürünlerden
uzak durarak titanyum dioksidin zararlanndan korunmak mümkün olabilir
ancak titanyum dioksidin zirratte kullanılması korunmayı imkansız hale ge­
tirmektedir.
Et73 Alüminyum hidroksit: Aşılarda koruyucu, i laç ve şekerlemelerde
renklendirici (gümüş rengi ) ve nem tutucu olarak kullanılır. Karbonat, şe ­
ker, tuz gibi her tür toz ürüne katılabilen alümi nyum hidroksit toksik veya
alerjen olan her bir maddeye karşı (katkı maddeleri dah i l ) , aşırı duyarl ı l ığa
neden olabi lir.
28
Alüminyum hi droksit beyin dokulannda birikir, zeka geriliğine, öAfen­
me zorluAlına yol açar. Çocuk felci, kas erimesi ve alerjiyi provoke eder.
Dünyanın bir çok ülkesinde yasaklanmasına rağmen , Türkiye'de sadece aşı ,
ilaç ve şekerlernelere değil, sofra tuzuna bile katılarak, bebekler dahil, her­
kese yedirilmektedir.
Gıdalarda katkı maddesi kullanımı yıkıcı hastalıkların ortaya çıkmasına
neden ol muştur. Bunların bazıları şunlardır: Sindirim sistem inin bozul ması ,
kronik toksik hepatit, böbrek ve böbreküstü bezi hastalıkları , üreme organ­
ları n da bozul malar, kısırl ık, endometriozis, kistler, kanser, diyabet, tiroid
rahatsızl ıkları , havale, hi peraktivite, davranış bozukluğu, oti zm, baş dön ­
mes i , baş ağrı s ı , depresyon , alzheimer, parkinson, M S , düşük tansiyon,
yüksek tansiyon, titreme, alerj i k kaşıntılar, egzama, astım ve aşırı duyarl ı ­
lık . . .
Katkı maddeleri üzeri ne pek çok ülkede yapılan araştırma sonuçl arı
dehşet vericidir. Ancak bu ürpertici gerçeğe rağmen , üretici firmaların ve
parayı eli nde tutanların karşısında, sesini yükseltecek, yorum yapacak veya
kampanya başi atacak bir topluluk veya kamuoyu oluşab i l m i ş değildir.
("GMO" bölümüne bakı nız. )
Deterjanlar, Kimyasal Maddeler, Kozmetikler
ve Vücut Bakım Ürünleri
Yeryüzündeki bütün canlılar yani i nsanlar, hayvanlar ve bitkiler havaya,
suya ve toprağa atık bırakırlar. Bu atıkları dönüştürmek ve faydal ı hale ge­
tirmek için mükemmel bir Ekolojik Sistem yaratılmıştır. Ekolojik sistem bir
denge sistem idir ve görevi , kendi içinde çeşitl i l iği devam ettirmek ve her
bir türün nesii n i korumaktır. Dünya n ı n bütünü bir ekosistemdir. Bununla
beraber bir kıta, bu kıtadaki bir bölge, bu bölgedeki bir köy, bir çiftlik, bir
ev veya bir canlı organizma da birer ekolojik sistemdir.
Ekasistem içinde bitki türleri üretici, hayvanlar ve insanlar ise genel ola­
rak tüketicidir. Mikroorganizmalar ise, ekasistemdeki bitki , i nsan ve hay­
vanların atıkların ı parçalayarak, üretici bitkilerin bunları tekrar kullanması­
n ı sağlar. Mikroorganizmalar yeryüzüne, havaya ve suya bırakılan atıkları
temizler; toprağın veri m i n i sağlar; lavabo ve tuvaJetlerde kireç ve organik
kirleri n oluşmasını önler; bağırsaklarım ızda vitam i n , enzim ve protei n üre-
tir; cilt, saç, kıl, tırnak ve ağız dokuları n ı n sağl ığı n ı korur. 29
Ekolojik dengeyi sağlayan her bir çeşit m ikroorganizmanın görevi o ka­
dar farklı , net ve incedir ki, i nsanlar bunları asla başaramaz. Mikroorganiz­
malar aniden yok olsa, bütün yeryüzü kal ı n bir çöp tabakasıyla kaplanır;
dünyadaki canl ılık bazı bilimadamlarına göre 1 ,5 saat, bazılarına göre daha
kısa sürede sona ererdi .
Biyologlar "Melekler belki de mikroplardii' demektedir.
Fakat antim ikrobiyal i l aç l a r, dezenfektanlar, vücut bakım ürünleri , te­
mizlik maddeleri ve tarım ilaçları ile mikroorganizmalar akılsızca ve a c ı ma­
sızca yok edilmektedir. Çünkü, bu kimyasallar sadece mikroplara degil , in­
sanlara da zarar vermektedir. Tuz ruhu, çamaşır suyu, bulaşık deterjan ı , yağ
çözücü, lavabo açıcı, çamaşır deterjan ı , leke gideric i ve benzerleri organik
kalıntı ve mikroplan nasıl anında eritip yok ediyorsa, akciğer ve beyin hüc­
relerini de etkilemektedir. Solunum yoluyla alınan deterjanlar beyin damar­
larını, akciğerlerdeki bronşları ve alveolleri eritir, yıpratır ve şişirir. Kan do­
laşımına karışarak damarlarda deformasyona; kan üretimi nde ve kan dolaşı ­
mında bozulmalara; MS ve alzheimer gibi nörolojik hastalıklara; akciğer,
karaciğer ve böbrek hastal ıkianna yol açar.
Deterjan , kazınetik ve vücut bakım ürünleri n i kullananlar halsiz, uyu-
şuk, depresif ve mutsuzdur. Hormon dengesi bozulmuş, hafızası zayıflamış,
şuuru bulanıklaşm ıştır; sağl ıklı düşünemezler, yüzleri toprak rengidir, tır­
nakları gri veya mordur, saç dökülmesi ve kıllanma problem leri vardır.
Bütün bunlar, Allah'ın hizmetimize verdiği , yal n ı zca görevi n i yeri ne getir­
meye çalışan mikropları , vazife başı nda öldürmenin karşılığıdır.
Bugün deterjan gibi kimyasalları n yerin i nano ürünler almaktadır. Bu
ürünler, bütün canlılar için öncekilerden çok daha tehlikel idir. Nanotekno­
loj i yoluyla üretilen nano temizl ik ürünleri (temizlik bezleri, cam silic iler,
banyo lifleri , araba pariatma eldivenleri , nanomatik toplar, m ikrofiber bez­
ler, makyaj pedleri, kağıt havlu ve peçeteler, tuvaJet kağıdı gibi) çok yaygın
kullanılmaya başlamıştır. Ö zellikle camiler, oteller, okullar, kreşler, toplu ta­
şıma araçları , hastaneler, evler, hayvan barınakları gibi yerlerde kul lanılmak­
tadır. Nano Temizlik ürünleri, uygulandığı tüm yüzeylere yapışarak nan o
boyutta, renksiz bir tabaka oluşturur, bütün m ikroorganizmaları (bakteri, vi ­
rüs, mantar, küf l e r, vs . ) %99,9 oranında öldürür; bakteri oluşumunu uzun sü­
rel i olarak engeller; organik kokuları yok eder. H ijyen ürünlerinden en
30 öneml i farkı, adeta bir mikroorganizma mıknatısı etkisi oluşturmasıdır. Bu
şeki lde çevredeki ve havadaki mikro organi zmaları kendine çeker, hazım
sistemi ndeki enzim üretimini yok ederek öldürür. I nsan ve hayvanlarda en­
zim üretim sistemi mikroorganizmaların enzim üretim sistemine benzediği
için aynı etkiyi gösterebilir. Dolayısıyla bu maddelerin kullanımı tahminie­
rin çok üstünde global felaketiere sebep olabi lir.
Halbuki , Allah ( c . c . ) Maide Suresi . 6 . Ayet'te her türlü necasetten te­
mi zlenmek için su ve toprak kul lanmayı emretmiş, temizlik için bunların
yeterl i olduğunu bildirm iştir. Çünkü bizi ve yaşadıAtınız çevreyi kirleten
herhangi bir madde veya mikroplar değil, negatif enerjidir. Negatif enerji­
yi kıran temiz su ve topraktır. Vücudu ve elleri yıkarken sabunlamak bile
şart değildir. Cilt üzeri nde yaşayan ve cilt sağl ığın ı korumakla görevl i mik­
roplar, bu işi bizden daha iyi yaparlar. Biz sabun kullanarak, mikropların
görevini aksatm ış oluruz. Çamaşırda ve tem izlikte sadece kokusuz sabun,
kokusuz arap sabunu, çamaşır sodası , kil ve katkı maddesi içermeyen sabun
tozları kullan mak gerekir. Fakat h idrojen ize yağl arı kul lanan ların vücut
kılları ve dışkı ile atı lan yağ metabol ikleri yapışkan olduğu için çamaşırlar,
tuvaJet ve banyolarda yapışkan, zor tem izlenen kal ıntı bırakır. Bu kal ıntı ları
sadece deterjanlar tem izleyebi l ir.
I nsan, yapay yağlarla, yiyecek, içecek ve vücut bakım ürünlerindeki kat-
kı maddeleriyle, tıbbi ilaçlarla ve nihayet nano ürünlerle bedenini mumya­
lamaktadır. Bu nedenle son yıllarda böcek, sinek ve bakteriler artık mezar­
lardaki cesetleri çürütüp toprağa karıştıramaz hale gel m iştir. Doğal alanla­
rı da kirleten bu maddeler sebebiyle bir süre sonra hayvanların cesetleri de
çürümez hale gelecektir. D iğer taraftan , ölü insan, hayvan ve bitkileri çü­
rüterek ekolojik dönüşümü sağlayan böcek, sinek ve m ikroorganizmalara
karşı kullanı1an tarım ve böcek ilaçları , bu görevli varlıkları n nesi ini tüket­
mektedir.
Bu durum devam ettiği sürece, biyolojik çevrim yavaşlayacak; bazı bö­
cek, si nek ve bakterilerin nesli yok olacak, dünya ölü batakl ığı na dönüşe­
cek ve ekolojik kıyamet kaçınılmaz olacaktır.
Deterjan, tarı m ilacı , antibiyotik, vücut bakım ürünü, katkı maddeleri
ve nano ürünleri kullanan insan "ekoloj ik kıyamet"i kendi elleriyle hazırla­
maktadır.

Tarım İlaçları Hormonlar. suni 9ühreler, herbisitler, pestisitler 31


Tarım ilaçları faydal ı m ikropları , solucan , si nek ve böcekleri öldürerek
toprağın verimini düşürür, ekolojik dengeyi; insan, hayvan ve bitki sağl ığı ­
nı bozar.
DDT: uzun zaman önce yasaklanm ıştır ancak hala dünyanın her yerin ­
de besi n lerde, canl ıların kan v e dokularında DOT'ye rastlamak mümkün­
dür. DDT organizmalara, her türlü yolla, özell ikle et, süt ve bal ık ürünleri
yoluyla girer ve dokul arda depol anır. D OT'ye en fazla 3 böl gede
rastlanmaktadır. Kuzey Kutbu'nda rastlanmasının sebebi eskimoların , yağ
dokularında DDT depolanmış fog ve bal inalarla beslenmeleri , Afrikaltiarda
rastlanmasının sebebi sıtmaya yol açan bir tür sivrisineğe karşı hala DDT
kullanılması; Türkiye, Orta Asya, H i n distan'da rastlanmas ı n ı n sebebi ise
pamuk üretiminde DDT kullanılmasıdır. Araştırmalar DOT'nin bütün can­
lı orga n i zmalarda ayn ı etkileri gösterdiğin i ortaya çıkarmıştır: Embriyo,
bağışıklık sistemi ve sinirler üzerinde toksik etki , genetik de ği şimler,
kanser. DDT hormonal dengeyi bozar, anne sütünü azaltır, anemiye ve ağır
karaciğer hastalıkianna sebep olur.
Sadece DDT ile başlayan problemlere bakıl ı nca şöyle bir sebep- sonuç
zinciri ortaya çıkmaktadır: DDT kul l a n ı m ı anne sütünü azalttı; anne
sütünün azalmasıyla hazır mama kul l a n ı l m aya başlandı . Mamalar besin
değil all erjen olduğu için, bağışıklık sistem i n i zayıfl att ı . Marnaları n
metabolik atıkları n ı atmakta zorlanan böbreklerin gelişmesi yavaşladı ve
çalışma kapasitesi düştü . Çocukluğunda mama kul lananlar yetişki n l ikte
böbrek yetmezl iğiyle karşı karşıya kaldı . D OT seçici olarak beyinde ve
karaciğerde biriktiği için nöroloj ik hastal ıklar ve karaciğer hastalıkları arttı .
Bu durumda sentetik horm o n l a r, a n t idepresa n lar ve stimülan l ar
kul lanılmaya başlandı . Bu i l açlar kısırl ığa ve ruhsal problemlere (kişilik
deği ş i m i , ahiakın bozulmas ı ) ; kısırlık ve kişilik bozukluğu tüp bebek
üretimine sebep oldu. Nano ürün leri n yol açacağı felaketieri n büyüklüğü
ise tahmi nieri n çok üstündedir.

Aromalar
Koku duyusu hiçbir yardımcı iletim mekanizmasına ihtiyaç duymadan
ve beyin tarafından kontrol edilmeden doArudan görevli sisteme (limbik
sistem) ulaşan tek duyudur. Limbik sistem, kalp atışları, kan basıncı, nefes
32 alıp verme, hafıza, stres düzeyi ve hormon dengesinin kontrolüyle görev­
lidir. Kokular, duygusal hafıza, psikolojik ve fizyolojik hormonlar, üreme,
büyüme ve tiroid hormonlannın üretimini uyanr. Doğal olarak insan, hay­
van, bitki ve bütün canlılardan yayılan kokulu veya kokusuz maddeler
üreme ve iletişimi yönlendirir.
Feromon adı veri len bu latif maddeler (çoğu ci nsel hormonl ar) , bir
canl ı dan salgı land ıktan sonra ayn ı türden başka canlı larda davranış
değişikl ikleri ne yolaçar, üremeyi, haberleşmeyi , canlıların yaratılış gayeler­
ine uygun olarak görev yapmal arı nı sağlar. Ö rneği n , bir dişi hayva n ı n ,
üreme zama n ı n ı erkek ci nsleri ne bildirerek çağırmas ı , b i r arı n ı n , bulduğu
çiçekleri n yeri ni kilometrelerce uzaktaki anlara bildirmesi , göç eden hay­
vanları n toplanınayı birbirleri ne haber vermesi feromonlar yoluyla gerçek­
leşir. Feromon ortamdaki diğer doğal kokular tarafı ndan baskılanamayacak
kadar güçlüdür.
İ nsan feromonları , üreme hormonları n ı n salınımı, eş seçimi, gebelik, an­
nelik, ergenlik veya yaşianma gibi fizyoloj ik süreçleri ve sosyal davranışları
kontrol eder. Eşler arasındaki ruhi uyumu sağlar, birçok hormonun üretim i ­
ni tetikleyerek, metabolizma v e gelişmeyi aktive eder v e yönlendirir.
Feromonlar koltuk altı, kasıklar, meme başı çevresi , burun delikleri ara­
sındaki deri , üst dudak ve kıl keseciklerinden salgılanır; salya, burun, i drar,
dışkı, vaj i nal sıvı ve plasentada da bulunurlar. Feromonlar en aktif olarak,
herhangi bir duygu (cinsel duygular gibi ) doruğa çıktığında ve ölüm anın­
da sal ı n ır.
Kokulu kimyasalların üret i m i n den önce parfümler, ç içekleri n uçucu
yağlarından, baharatlardan ve madenierden elde edi l i rdi . Feromonların
keşfinden sonra erkek domuzun ve boğanın derisi nden , plasenta ve idrar­
dan feromonlar izole edi lerek parfüm güçlendirildL Bugün ise keşfedilen
pek çok feromon türü artık, nanoteknoloj i ve rekombinant- DNA yönte­
miyle yapay olarak üretilmektedir.
Kokuların i nsan ruhu , kimyası ve duyguları üzeri ndeki etki leri anlaşı l ­
clıkça tıbbi, ritüel v e d i n i amaçlarla kul lanılmış, zamanla kullanım alanı ge­
nişlemiştir. Doğal yollarla elde edilen ve "esansiyel yağ" olarak adlandırılan
kokulu yağlar korku, endişe, stres, depresyon gibi ruhsal sıkıntılaı, başağrı ­
sı, adet öncesi huzursuzluk, c insel soğukluk ve cilt problemleri gibi çok çe­
şitli rahatsızl ıkları n tedavisinde ve doğumu kolaylaştırmada kullanılmaya
devam etmektedir. Kokuların tedavi amacıyla kullanılması ve ciddi prob­
lemlere çözümler getirebilmesi, ne kadar etkil i oldukların ı göstermektedir. 33

Ç oğu insan kokuların yıllar önceki gibi çiçeklerden veya m isk geyiğin­
den elde edildiği ni, doğal ve masum olduğunu düşünmektedir. Fakat bugün
parfümün içeriği % 95 oranı nda petrol ve kömür ürünü aromatik bi leşikler,
ftalatlar ve sentetik misktir. Kimyasal aromatik bileşikler yersiz coşku hali
(öfori), halüsinasyon, baş dönmesi, d.epresyon, baş aArtsı, vertigo, kalpte
ritm bozukluAu, hipertansiyon, ödemler, epilepsi benzeri kasılmalar, hare­
ketlerde yavaşlama, donukluk, kulak çınlaması, görme bozukluAu, deri ve
mukozalarda morluklara1 kan hücrelerini öldürme etkisiyle kansere sebep
olur. Bu kimyasallar mutajen, toksik ve kanserojen psikotropik maddeler­
dir.
Sentetik kokular, her çeşit koku ve tadı verebi len, "doğala özdeş" aro­
malar olarak süt ürünleri, et ürünleri , bal, kahve, nargile ve sigara tütünü,
mantar, baharat, meyve ve sebzelerde; vücut bakım ürün leri , deterjanlar,
yumuşatıcılar, hasta bakım ürünleri , oyuncaklar, aksesuarlar, nanokumaşlar,
Kur'an, tesbih, seccade üreti m i nde, tedavide, cami lerde , hastanelerde,
okullarda, alış-veriş markezleri nde, araçlarda, kısacası her yerde yoğun kul ­
lanılmaktadır. Bu kokular doğal kokulardan 200- 2000 kat daha kuvvetl idir.
Doğal kokular kısa sürede etkisini kaybederken sentetik kokuların yoğun-
!uğu zamanla azalmaz, etki leri n i aylarca, hatta yıllarca sürdürür ve sadece
260 derecede yok olabi l ir. Kıyafet üzerine sıkılan parfümlerde veya koku­
lu deterjanlarda durum daha tehl ikelidir çünkü koku içinde bulunan kimya­
salları kumaştan çıkarmak defalarca da yıkansa mümkün deği ldir.
Green peace'in 2005'te 2 5 kokulu ürün üzeri ne yaptığı bir araştırmaya
göre "Ftalat esterler ve sentetik misk" parfümlerin içi nde tesbit edilen ze­
hirl i kimyasallardan sadece ikisidir ve her bir ürün çevreye en az 1 7 çeşit
zehirli ki myasal yaymaktadır. İ ncelenen ürün ler içerisinde parfümler (al ­
kolsüz esanslar da dah i l ) , oda spreyleri , araç kokuları , deterjanlar, yumuşa­
tıcılar, losyonlar, vücut bakım ürünleri ve şampuanlar bulunmaktadır.
Sentetik kokular içerd ikleri nörotoksik ki myasallar ile unutkanlık, ba­
şağnsı, baş dönmesi, zihin bulanıklıA-t, hafıza kaybı gibi nörolojik rahatsız­
lıklan; kaygı, depresyon, panik atak, dikkat daA-tnıklıiı, duygu ve kişilik
bozuk]$ gibi ruhsal rahatsızlıklan tetiklemektedir. Astım, sinüzit gibi
alerjilere; böbrek, kalp, karaciief, akciier ve baA-tşıklık sistemi hasarlanna;
yumurta ve spermlerde DNA bozulmalanna, kısırlık, doium hasarlan ve
34 düşüklere, diyabet, hipertiroid veya hipotiroide; kısırlıia, göiüs ve prostat
kanserine, sperm kalitesinin bozulmasına, cinsel hormonlarda dengesiziile
ve buna bailı olarak eşcinselliie, anne sütüne kanşarak birçok bebegin süt­
ten kesilmesine sebep olmaktadır.
Bu kimyasallar kokulu ürün kul lanan herkesin , dünyaya gelen her 1 0 be­
bekten ?'sinin idrarı nda tesbit edi lmektedir. Anne karn ındaki kız ceninde
vajina darlıA-tna, erkek ceninde penis ve erbezlerinin gelişememesine, erkek
çocuklarda kadınsı davranışlara sebep olmaktadır.
Ö strojen benzeri bileşikler erkeklerde, testesteron benzeri bileşikler ka­
dınlarda hi potalamusta feromon etkisi yaptığı için bu ürünlere karşı güçlü
bir bağımlılık oluşmakta ve karşı cins çeki m i n i n azalmasına (ci nsel soğuk­
luğa) sebep olmaktadır.
Sentetik kokulardaki zararı n aniaşılmasıyla birlikte bazı parfüm ve koz­
ınetikler "organik" veya "doğal" adı altında piyasaya sürül mekte , ancak bu
ürünleri n çoğunda % 1 - 2 oranında doğal çiçek özü bulunmaktadır.
Sentetik kokuları n fi ziksel ve ruhsal sağl ığa zarar verdiği tespit edildik­
ten sonra Avrupa ve Amerika'da kokulann kontrolsüz kullanımına karşı bir­
çok çalışma başlatılmıştır. Kokulann zararianna pasif olarak maruz kalma­
yı engellemek için, sigara içilmeyen alanlar gibi, parfümsüz alan oluşturma
çalışmalan yürütülmektedir. Okullarda, iş yerlerinde ve kapalı alanlarda
parfüm ve kokulu ütün kullanımı yasaklanmıştır.
Doğal kokular hormon dengesi , ruhsal denge, protei n ve enerj i üretimi­
ni bağışıklık sistem i n i n izin verdiği ölçüde etkiler. Sentetik kokuları n 200
kat güçlü etkisi ise bağışıklık sistem ini baskılayarak, protein ve enerj i üre­
timini, ruhsal ve zihi nsel faaliyetleri , davranış şeki llendirme süreçlerin i düş­
man askerler gibi işgal eder.
Hz. Muhammed ( s . a .v)'ın kokular hakkında söyledikleri ni hatırlayal ı m :
"Bazı kokular melekleri çeker, habis ruhları uzaklaştırır; bazı kokular ha­
his ruhları çeker, melekleri uzaklaştırır." (Cami/er, türbeler, okullar ve ev -
lerimizde habis ruhlan çeken kokular bulunsa, melek/erimize ne olaca k?
Yapay kokulu deterjan ve yumuşa tıcılarla yıkanan çarşaflar arasında yata -
nın, namazda kokulu seccade, kokulu eşarp, kokulu tesbih kullananın duru -
mu nedir? Kokulu sabunlarla yıkanan, kefen/erine yapay kafur veya misk
sürülen ölülerimizin durumu nedir?)

"Cinsel ilişkiden sonra gusledi n i z , su her kıl dibine ulaşsı n , çünkü şeh ­
35
vet maddesi her kıl dibinden çıkar." ( Rekombinant DNA ürünü cinsel hor -
manlar (feromonlar) parfüm, şampuan, sıvı sabun vs. ile vücuda sürülürse,
abdest ve gusle ne olaca k tır?)

" İ nsan ölürken, ruh her kıl dibi nden ayrı l ır." ( Kıl kökleri lazerli epilas -
yonla tahribata uğradık tan sonra feromon üretimine ne olaca k ve ruh be -
denden nasıl aynlaca k? )

Tıbbi İlaçlar
Amerika'da her yıl yaklaşık 2 5 0 . 000 kişi tıbbi hatalar yüzünden ölmek­
tedir. Bunl ardan 1 2 7 bini hastahanede, yanlış ilaç veri ldiği nden veya ilaç­
ları n yan tesirleri yüzünden öl mektedir. İ laçları n yan tesirleri yüzünden
hastane dışında ölenlere ait ise istatistik yoktur. Ancak onların sayısı mut­
laka daha yüksektir. İ laçları n yan tesirleri yüzünden hastalananlarla ilgili de
hiçbir istatistik yoktur. Ancak tecrübeler gösteriyor ki, ilaçlar bütün hasta­
lıkların temeli nde yer almaktadır.
Tıp literatütiine bakıldığında, ilaçlann tahrip edici etkisiyle ilgili şu so­
nuçlara ulaşılır: Bazı ilaçlar kul lanıldıkları dönemde, bazıları kul lanımından
haftalar, aylar, hatta yıllar sonra, bazıl arı ise doza bağımlı olarak yan etki
gösterir. Birçok ilaç, kemik iliği dejenerasyonuna ve bunun sonucunda ke­
mik iliği yetmezliğine ve ağır anemilere; karaciA-er toksisitesine ve karaci­
A-er yetmezliğine; böbrek yetmezliğine, kısırlığa ve başka birçok hastalığa
neden olabi l ir. Hormonal sistemde dengesizl iğe, DNA'da değişimlere, ba­
A"tşıklık sisteminin felcine yol açabil ir. Bazı ilaçlardaki (ömeAin kemoterapi
ilaçları) yan etkiler genel olarak tüm hücreleri etkisi altına alır ve sonuç ola­
rak bazı dokulan ya da bütün dokulan tahrip eder.
Bazı duruml arda ise i laçl arı n yan etki leri seçici davranabi l ir. Ö rnegi n ,
bazı ilaçlar kemik il iği hücreleri nde DNA v e RNA sentezi n i engelleyerek
kan üreti minin azalmasına veya anormal hücre üreti mine, bunun sonucun ­
da lösemi ve anemi lere sebep olur (kloramfenikol , oksasi l i n , isoniasid, se­
falotin, fen i ndion, fen itoin, fenilbutazon gibi ) .
Alyuvarların parçalanmasına ( hemolize) sebep olan kırktan fazla i laç
vardır: Aspiri n , sul fonamidler, sulfonlar, klorokin, dimerkaprol, kloramfe­
nikol gibi . Bu da bazen geçici, bazen de ömürboyu kal ıc ı anemi oluştura ­
bil mektedir. Trombosit ve trombosit üreti m i bozukluğunda pek çok tıbbi
36 ilaç sorumlu tutulmaktadır. Aspiri n , kolşisin, antiromatizmal ilaçl ar, psiki ­
yatri ilaçl arı , valproik asid, furosemid, kalp ilaçları , anestezikler, antibiyo­
tikler, bazı öksürük şurupları (gayokolat gibi ) , bazı allerj i ilaçları bu grup­
tadır.
İ laçları n sebep olduğu damar romatizması nda (vaskul it, damar kireçlen­
mes i ) cilt yüzeyinde i nce kanamalar, morarmalar, kangren oluşumuna ka­
dar deği şen bulgular görülebi lir. Damar romatizması aspiri n , allopurinol,
klorotiazid, digoksin, furosemid, indometaz i n , iyot, izoniasid, metildopa,
pi peraz in, rezerpin, sul fonamidler, warfari n gibi ve daha bir çok ilacın kul ­
lanımı sırasında açığa çıkmaktadır.
Mikroorganizmaların çoğalması nı baskılayan antibiotikterin ve sul fan i ­
lamidleri n yan etkisi, bağırsak · m ikro floras ı n ı n yok edilmesi v e vita m i n
dengesi nin bozulmasıyla ortaya çıkar. Antibiyotikterin işitme duyusunu
olumsuz etkilemesi, parasetamolun karaciAeri tahrip etmesi, aspirinin kan
üretimini bozması v.s gibi burada da yan etkiler seçici davranmıştır.
Ilaçların kendi yan etkileri dışında bu yan etkileri güçlendiren bazı faktör­
ler de bulunmaktadır. Örneğin: vücutta toksik maddelerin birikimi (aA-ır me­
taller, insektisit, herbisit, kimyasal gübreler vs), gıdalardaki katkı maddeleri­
nin bolluAu ve yoAun ilaç tüketimi.
Ilaçlann en belirgin yan etkilerinden biri de bu ilaçlara karşı oluşan fi­
ziksel ve ruhsal ba�mlılıktır. Fiziksel ba�mlılık, o ilacın sürekli kullanım
gereksinimi ile kendisini gösterir ( Örneğin kortizon, insülin ve benzeri
ilaçlar). I laç kullanılmadı�nda ortaya psikolojik dengesizlikler, baş dönme­
si, baş aArtlan, bel ve hacaklarda aAn, tansiyon ve kan şekerinin yükselme­
si gibi rahatsızlıklar ortaya çıkar.
Psikolojik ba�mlılık ise kendisini ruhsal rahatsızlık olarak gösterir (ör­
neğin: sigara, alkol, kokain) . Morfin, kodein, antidepresan, uyancı, uyku
ilacı, fenilalanin vs gibi ilaçlar fiziksel olduAu kadar ruhsal ba�mlılığa da
neden olur. llaçlara bağımlılık organlarda ve dokularda tahribata neden ol­
duğu gibi genetik yapıyı da bozar. (En Yaygı n Kullanılan Katkı Maddele­
ri , Aspartam" bölümüne bakı nız)
Ancak ilaçların, mutajenik, embriyotoksik (embriyonun etkilenmesi) ve
fetotoksik (cen inin etkilenmesi) olması en teh likel i özellikleri nden biridir.
Hamilelik esnasında küçük dozda veya birkaç yıl evvel dahi kul lanılan
birçok ilaç, direk ol arak embriyoyu yada cen ini etki leyebi leceği ve mutas­
37
yona uğratabileceği gibi düşüğe de sebep olabilir.
Eğer ilacın mutajen etkisi embriyonun fiziksel gelişimi nde mutasyonla­
ra neden oluyorsa (örneğin yarık dudak, uzuvları n gel işmemesi, üreme or­
ganlarının gelişimi nde bozukluk vs . ) bu yan etkiye teratojen etki denir. Ya­
pılan araştırmal arda varfari n , etano l , kortekostero id (korti zon, östrojen,
an drojen vs) preparatları , nitrofura n , vitam i nler, kemoterapi i laçları , epi­
lepsi ilaçl arı , hormonal ilaçlar vs gibi ilaçları n teratojen etkiye neden oldu­
ğu tespit edi lmiştir. Ayrıca yapılan araştırmalar, günümüzde modern tıpta
kullanılan bir çok ilaçtaki teratojen etki nin hücre bölünme prosesi n i boz­
duğunu, fermentlerin aktifliği n i , protei n ve nükleasitleri n sentez i n i etki le­
diği ni ortaya koymuştur. Bu sebeple hamilel ikte ilaç kullanımı mutlaka dur­
durulmalıdır.
Ilaçların zararları cil der dolusu kitap konusudur. Aşağıda en sık kullanı­
lan "Rekombinant" ,i laçl ardan biri olan Kortizon örnek olarak veri lm iştir.
Kortizon, böbreküstü bezinin kabuk kısmından salgılanan , çok önemli
bir hormondır. Sentetik kortizon doğal kortizona göre 2 5 - 40 kat daha ak­
tiftir ve bünyeden çok daha yavaş dışarı atılır. Güçlü aktivi teye sah ip sen ­
tetik kortizon bu özel liğiyle doğal kortizonun tüm pozisyonları nı ele geçi ­
rir ve fiziksel bağı mlıl ığa sebep olur.
Alınan kortizon hızla kana karışır, hücrenin i mmün bariyerin i aşarak çe­
kirdeğe ulaşır ve DNA ile etki leşime girer. Bu ise hücrelerde protein ve fer­
ment sentezini ele geçirerek baskılar yada stimüle eder. Kortizon aynı şe­
kilde plasenta bariyerini de aşarak ceninin hücrelerine ulaşır ve ceninin do­
kulannda meydana gelen tüm hücresel süreçlerin kontrolünü ele geçirir.
Sentetik kortizon tüm alerj i k hastalıklarda ( romati zma, astım - bronşit,
egzema) ve hemen hemen tüm cilt hastal ıklarında kul lanılan i l açlardır;
Anaflaktik şoku önlemede; nakledilen organ ve dokuların reddedilmesi n i
engellemede; bağı şıklık sistem i , böbrek, pankreas, akciğer v e karaciğer
hastal ıklarının tedavisinde kullanılmaktadır.
Mide ülseri , tansiyo n , kan üretim i n i n bozulması, damar tıkan ıkl ı ğ ı ,
ödem, sivilce, şişmanlık, kıllanma, adet düzensizliği , erken menopoz, ke ­
mik erimesi, kas zayı flığı , deri ve kaslarda atrofi , steroid diyabet, diyabeti n
ilerlemesi, pankreatit, karaciğer v e böbrek yetmezl iği , epileptiform kas ı l ­
maları v e diğer nörolojik bozukluklar, eyfori , psikoz v e pek ç o k psikoloj i k
bozukluklar kortizon kul lanımıyla oluşur.

38 Kortizon, bağırsaklarda kalsiyum emitimini azaltır, kemiklerde kalsi-


yum kaybına ve kalsiyumun böbreklerle dışan atılmasına sebep olur. Bunun
sonucunda özell ikle omuz, kalça ve diz eklemleri nde osteoporoz ve kemik
nekrozu gel işir. Kortizonun en tehl ikeli özelliklerinden biri bağışıklık sis­
temini baskılama açısından aktif olmasıdır. Tek doz kortizon uygulandığın­
da bile bağışıklık sistem i n i n baskılandığı gözlem lenmiştir.
Kortizonun 1 - 1 .5 yıl süreyle kul lanımı hi potalamus-hi pofiz- böbreküstü
bezi sistem i n i n fonksiyonlarını baskılar. Bunun sonucunda böbrek üstü be­
zi kabuğunun fonksiyonu baskı tanır veya atrofe olur son olarakta hormon­
ları n biosentezi de baskıtanır veya durur. Buna bağl ı olarak çocuklarda boy
uzaması durabilir. İ iginç olan, sentetik kortizon kullanan herkeste saydığı ­
mız yan etkileri n hepsi ya da çoğu yıkıcı bir şekilde görülür. Bazı belirtiler
hemen, bazıları bir süre sonra, bazıları ise bir kaç sene sonra ortaya çıkar.
Buna rağmen kortizon kul lanımı hiç bir şeki lde sınırlandırılmadığı gibi kul ­
l a n ı m a l a n ı daha d a gen işletil mektedir.
Antibiyotikler
Örneğin Sultamisilin
Yan etkileri : alerj i (anafilaksi şoku dah i l ) , ishal, kanlı ishal, bağırsaklar­
da yara, sersemlik, halsizlik, havale, dilde kıllanma, kan üretiminde bozul­
ma, kanamalar, karaciğerde toksisite, cilt hastalıkları ve nefrittir. Ayrıca i m -
mün deffisite (bağışıklık yetmezliği ) yol açar. Antibiyotikterin yan etkileri
kul lanıldığı dönemde veya kul lanımı ndan haftalar, aylar, hatta yıllar sonra
ortaya çıkabil ir. Bu kadar tehl ikeli yan etkileri olan sultam isilin ufacık be­
beklere bile veri lmektedir.
Salisiladar
ÖmeAin Aspirin
Doğal aspirin söğüt ağacı ndan üretilirdi . Ancak dünyada söğüt ağaçları
giderek azalmakta, aspiri n kullananların sayısı ise hızla artmaktadır. Dola­
yısıyla doğal aspirin yeri ne artık sentetik aspiri n üretilmektedir. Doğal ile
sentetik aspiri n i n farkı ölü ile canlı arasındaki fark gibidir.
Sentetik aspiri n , sindirim sistem i kanamaları , ülser, kulak çınlaması , baş
dönmesi (vertigo) , bilinç bulanıklığı, işitme kaybı, kan üretimi yetersizliAi,
demir düşüklüAU, pıhtılaşma süresinin uzaması, vaskülit ( damar romatizma­
sı ) , deri içi kanamalar, kaşıntı , deri döküntüleri , dil ve dudaklarda şişme, as­
tım ve anafilaktik şoka sebep olabilir. ("Aleıji" bölümüne bakı n ız) . Çok kü­
çük dozda alı nan bir sal isilat bile bütün bu alerj ik tepkilerin ortaya çıkma­
39
sı için yeterl i olabi lir.
Ağır salisilat zehirlenınesinde solunurnun hızlanmas ı , vücudun asit-baz
dengesinin bozul ması ve böbrek yetmezliği gibi belirtiler gelişir. Türk i ­
ye'de bütün insanlar hergün en az b i r aspirin almaya teşvik edilmekte, yan
etkilerin birkaçı veya tamamı aspirin kullananlarda görülmektedir.
Bir ülkede, özell ikle romatizmal ağrı larda olmak üzere en etkil i ağrı ke­
sic ! , kan sulandırıcı ve ateş düşürücü olan l i mon ile en etki l i antibiyotik
olan sarımsak yetişiyorsa, aspirin ve antibiyotik kullanmanın hiçbir mantık­
lı açıklaması olamaz.
Tıbbi ilaçlann kullanılmasındaki amaç hastalıAt yok etmek olabilir. An­
cak tıp tarihi acımasızca göstermektedir ki, sentetik maddeleri vücuda al­
mak ve bağışıklık sistem i , dolaşım sistem i , solunum sistemi ve hormonal
sistem gibi sistemleri n işlevine bilinçsizce müdahale etmek akı l l ıca bir iş
değildir. Organlarda, sistemlerde ve hücrelerde, her san iye meydana gelen,
akl ın alamayacağı kadar karmaşık, muhteşem ve sonsuz işlemi kontrol et­
meye hiçbir insan ın akl ı ve gücü yetmez. Böyle bir müdahale gerekl i de de­
ğildir çünkü bu işlemleri kontrol eden, hiç hata yapmayan, kusursuz karar
veren ve insanın yaptığı hataları en az zararla bertaraf eden muazzam bir
Bağışıklık Sistem i vardır.
t HASTALIK NASIL BAŞLAR

Hastalık sebepleri bölümünde anlatılan beslenme hataları sonucunda


mide ve bağırsaklarda çürüyüp mayalanan gıdaların metabolizma atıkları
kısmen dışarı atıl ır, kısmen dokul arda b i rikir. Dokul ardaki atıklar
çoğaldıkça, iltihaplanmaya (çöplüklerdeki gibi yanmaya) ve gaz oluştur­
maya başlar. Bu yakıcı madde ve gazlar (antijenler) dokularda ağrı , sızı, i l ­
tihap v e alerj iye yol açar. B u durum devam ettiği sürece, akla gelebilecek
her tür hastalık ortaya çıkabilir ("Sık yemek" bölümüne bakı n ı z ) .
Ancak bağışıklık sistemi bu duruma müdahele ederek ateşi yükseltir.
Yükselen ateş kan ı ısıtır, nefesi , kalp atışları n ı ve kan dolaşımını hızlandı­
40
m. Isınan kanda, dokuları tem izlemekle görevli mikroplar, lökositler ve
lenfasitler çoğalır. Bağışıkl ık sistemi bu şekilde zararl ı bakteri ve virüsteri n
çoğalması n ı engellemeye ve dokul arı toksi nlerden tem izlerneye çalışır
("Bağışıklık sistemi" bölümüne bakın ı z ) . Ö rneği n çocuk felci virüsünün üre­
me hızı 40° C derecede 250 kat azal ırken , zatürreden sorumlu bakteri 4 1 . 1 °
C derecede yok olur.
Bağışıklık sistem i , ısınan kan , kandaki görevl i hücreler ve mikropları n
erittiği zararl ı maddelerden dokuları arı ndırmak için farklı yol lar kullanır.
Bademciklerden şişme ve iltihaplanmayla, deri den terleme, döküntü ve si­
vilcelerle; akc iğerlerden nefesle ve öksürükle; beyinden hapşırma, burun
kanaması , burun akı ntısı, geniz akı ntısı, kafa ve kulak arkası yaraları , kulak
kiri ve iltihabıyla; böbreklerden idrarla; mide ve safra kesesi nden kusmay­
la; karaciğer ve bağırsaklardan ishalle dışarı atarak kurtulmaya çalışır. Saç
dökülmesi ve tırnak uzaması da toksinleri vücuttan uzaklaştırma yollarıdır.
Bu semptomların hiçbiri hastalık değildir, bağışıklık sistem i n i n normal sa­
vunma mekanizmasıdır. Ateşj düşürmek, öksürüğü engellemek, burun akı n ­
tısını durdurmak, antibiyotik kul lanmak, bademcikleri aldırmak bağışıklık
sistem i ne yapılan büyük bir haksızlık ve zulümdür.
Allah sağl ığıınızia ilgili bütün hatalarımız karşısında sonsuz rahmetiyle
muamelede bulunur ve her adımda bir kurtuluş yolu gösterir. Ancak çoğu
insan Allah'ın her adımda lutfettiği rahmetine isyan ve ihanetle karşılık ver­
mektedir.
I nsanlık tarihinin hiçbir döneminde, bu kadar zararlı , bu kadar bol ve bu
kadar çeşitli yiyecek bir arada tüketilmemiştir. Bu yüzden günümüzde i n ­
san ı n karaciğeri çöplüğe, vücudu hastalık batağı na dönmüştür. Bu durum­
dan ilaç veya cerrahi müdahalelerle kurtulmayı düşünmek, tehl ikenin bo­
yutunu bilmernekten kaynaklanır.
Birçok hastahAm temeli tektir: Yanlış yaşam tanı
Yaşam tarzı değiştirilmeden, mide ve bağırsaklar tedavi edilmeden , sin­
dirim düzeltilmeden , karaciğer tem izlenmeden, oruç tutmadan hiçbir gıda,
doğal da olsa hiçbir ilaç ya da bitki , tek başına bedenin iyileşmesini sağla­
yamaz.
Allahü Teala, H z . Adem (a.s. ) için yarattığı yiyeceklerin sindirim kural­
larını belirlemiştir. Bu kuralları değiştirmek veya onlara bir şey eklemek
mümkün olmadığı na göre, bu kurallara sımsıkı sarı lmaktan başka çaremiz
41
yoktur.
Mi dede sindiri m i tamamlanan besin madde leri bağırsaklara iner.
Bağı rsakl arda birinci hazım tamamlan ır, besi n emilir ve karaciğere yani
ikinci hazma gönderi lir. Birinci hazırnda parçalanmayan besi n kal ıntı ları
bağırsaklarda doğal olarak yaşayan vazifeli m ikroplar tarafı ndan parçalana­
rak vitam in, şeker, hatta protein üretilir. Toksik maddeler ise nötrolize edi ­
lerek hızla dışarı atı lmaya çalışılır.
Herhangi bir sebeple kullanılan antibiyotik (anti -karşı, biyo- hayat, ya­
ni hayat karşıtı) vücutta ve özel l ikle bağırsakiarda yaşayan, sağl ığı koru ­
makla görevli m ikroplan yok eder. O zaman faydal ı m ikropları n yerin i za­
rarl ı mikroplar ve tek hücreli ler doldurur.
Tek hücreli ler ve yabancı mikroplar bağırsaklara gelen besi nden çeşitli
toksin ler üretir, toksinleri kana karıştırmadan dışarı atmakla görevl i bağır­
sak tüycükleri çürür. Tüycükleri n çürümesiyle kelleşen bağırsaklarda yara­
lar oluşur ve koruma görevi n i yapamayıp, faydal ı maddelerin yan ısıra za­
rarl ı maddeleri de kana karıştırır.
Zararl ı maddelerle ağırlaşan kan , karaciğere geçer. Karaciğer, bu kan ı n
bir kısm ı n ı tem izleyerek kalbe, b i r kısm ı n ı d a böbreklere gönderir. Ancak
kandaki zararl ı maddeleri n oranı arttıkça, karaciğeri n bunları tem izlernesi
zorlaşır. B u durumda atık maddeler karaciğerde birikerek yağlanma, büyü ­
me, kistlere sebep olur. Karaciğer kanı yeteri kadar temizleyemez hale ge­
lir. Kanda zararl ı maddelerin çoğalmasıyla kan ağırlaşır.
Bağışıklık sistem i , ağırlaşan kanın dolaşımını hızlandırmak ve atıkları çı­
kartmak için, damarları daraltmak ve tansiyonu yükseltmek zorunda kalır.
Ancak hasta, tansiyon düşürücü aldığında, damarlar zorla genişler, kan do­
laşımı yavaşlar. T oksinlerle yoğunlaşan kan damarlarda atık bırakır, doku­
ları kirletir, kılcal damarları tıkar.
Kan, daralan ve tıkanan kı lcal damarlardan organları n dokularına gerek­
tiği gibi ulaşamad ığı için yeterli gıda ulaştıramaz. Ayn ı zamanda metabo l i z­
ma atıklarını dokulardan uzaklaşatıramaz . Sonuç olarak, hücre ve organlar
aç kalır ve sürekli atıklarla uğraşmaktan asıl görevini yapamaz hale gel ir.
Her bir hücre ve her bir organ bel l i bir titreşimle çalışır (AIIah'ı zikre­
der) . Ancak, atıkları n birikmesiyle ağırlaşan hücreleri n titreşim frekansları
bozulur (AIIah'ı zikirden ayrıl ır) .

42
Hadislerde Hastalık Sebepleri ve Tedavi
Peygamberimiz ( s . a . v . ) "Allah'ı zikirden aynlmayan hayvanı avcı avla­
yamaz", buyuruyor. Sağl ıklı hayvanı ne yırtıcı bir hayvan ne de avc ı avla ­
yamaz . Zikirden ayrılmayan organ d a hastalanmaz. ( B i l imsel araştırmalar,
avianan hayvanları n tamamının hasta olduğunu gösterm iştir. )
Hadi s - i Şeri fler'de : "Bir kimse üstüste üç gece ateşlenirse, anadan doğ­
duğu gün gibi günahlanndan çıkar'', "Kulun hastalığı hatalarını giderir. Ate­
şin altın ve gümüşün kirini gidermesi gibi", "Az yemek az günahtır'' , "Has­
talığınızın günahlar, ilacınızın da istiğfar olduğunu unutmayınız", "Hasta­
larınızı yiyip içmeye zorlamayın. Allah, onlan yedirir ve içirir'', buyrulmuş­
tur.
Bu hadislerde hata, günah ve hastalık kel imeleri ayn ı anlamda kul lan ı l ­
mıştır. Demek ki tedavi olmadan önce hastalığa götüren hataları araştırmak
gerekir.
Bir kadın Peygamber Efendimize gelerek "Ben saralıyım. Allah'a dua
ediver'' dedi. Peygamber Efendimiz, ''Dilersen sabret, sana cennet verilsin,
dilersen sana şifa vermesi için Allah'a dua edivereyim" dedi. Kadın "Öyley­
se sabredeceğim" dedi.
Bu kadın, cennet karşılığı nda Al lah'tan bile şifa dilememiş , sabretmeyi
seçmiştir. Biz ise, en ufak bir rahatsızlıkta, içeriğini araştırmadığım ı z ilaç­
larla homeostasisi altüst ediyor, ameliyatla organları aldınyar ve cenneti
umut ediyoruz.
Peygamberimiz (s.a.v. ) bir hastayı ziyarete gitti ve iki tabip getirtti "Bu
adamı tedavi edin" buyurdu. Tabipler "Ya Rasulallah, bizler cahiliye devrin­
de ilaç hazırlardık, tedavi ederdik. fslam'a girdiğimizden beri tevekkülü
seçtik." dediler.
Peygamberimiz (s. a.v. ) "Onu tedavi edin." buyurdu.
Demek ki hastal ığa sabretmek ve tevekkül etmek mükemmel seçimdir,
ancak tevekkül edemeyenler için tedavi de caizdir. Fakat tedavi ararken "Ha­
ramla tedavi olmaz" Hadis -i Şerifini unutmamak gerekir. ("Tıbbi i laçlar" ve
"Bağışıklık Sistemi" bölümüne bakınız . )
Az yemeye başlayan bu hadislerdeki gerçeği kısa zamanda anlar.

Ba9"ışıklık Sistemi 43

Bağışıklık (lmmünite) vücudun yabancı maddelere yani antijenlere kar­


şı kendini koruma yetisidir. Vücuda zarar verebilecek veya kendine has
özelliklerini değiştirebilecek her tür antijeni (yabancı maddeyi) tanıyarak,
vücudu bunlara karşı farklı savunma yöntemleriyle korumak bağışıklık sis­
teminin ana görevidir.
Antijenlere örnek olarak mizaca uygun olmayan besin, toksik madde,
kimyasal ve sentetik ilaç gibi cansız maddeleri; virüs, mantar, bakteri, mu­
tasyona uğrayan genler ve hücreler gibi can l ı organizmaları gösterebiliriz.
Bağışıklık sistemi, vücut içerisinde detaylı ve dinamik bir iletişim ağı
aracılığıyla, milyonlarca farklı düşmanı tanıyıp ayırdedebilme ve hatıriama
yeteneğine sahiptir.
Bağışıklık sisteminin, zararlı maddelerin (antijenlerin) vücuda girmesini
engelleyen dış ve iç bariyerleri vardır. Dış bariyerler deri, tırnak, kıl - kirpik­
saç, göz- ağız - buruı;ı mukozası , gözyaşı enzimleri ve terdir.
Sağlıklı vücutta zararlı maddeler dış bariyerler tarafından tutulur, içeri
girmesine izin verilmez. Antijenler dış bariyerleri geçmeyi başarırsa, iç ba­
riyerlerin saldınsına uğrar. İ ç bariyerler, canlı antij enlerin çoğalmasını ve
yayılmasını sınırlar ya da onları yok eder; cansız antijenleri ise ya nötralize
eder ya da dışarı atar. Ö rneğin, gıda ile al ınan zararlı maddeler mide ve/ve­
ya bağırsakların immün bariyerini aşamaz . Enzimlerle parçalanır, nötrolize
edilir ya da izole edilerek kusma ve/veya ishalle dışarı atı l ır. Sağırsaklardan
karaciğere ulaşmayı başarırsa karaciğer enzimleriyle yokedilir. Cilt, solu­
num veya karaciğer yoluyla kana geçerse kan bariyeri ile karşılaşır.
Bağışıklık sisteminde iç bariyer olarak en büyük görevlerden biri lenfo ­
sit adl ı beyaz kan hücrelerinin üzerindedir. Bu lenfositlerin bir kısmı anti­
jenlere karşı antikor üretir. Antikorlar zararl ı maddelere (antijenlere) tutu­
narak onları kolay parçalanır hale getirir. Kandaki lökositler ise parçalan­
maya hazır hale gelen bu antijenleri sararak yok eder. Bazı lenfositler ise
doğrudan zararl ı maddelere saldırır, sarar ve yutar.
Bağışıklık sistemi, geçirilen her hastalıkla birlikte uygun bir koruma
yöntemi geliştirir ve bunu hafızasında yıllarca saklar. Bu bilgi anne sütü ile
çocuğa geçer. Bağı şıklık sistemi tekrar aynı hastalıkla ya da antijenle karşı ­
laştığında, hızlı v e etkili bir şekilde tepki verir. Doğada milyonlarca doğal
antijen (mizaca uygun olmayan besinler, zehirli bitkiler, zehirli böcekler,
44 mikroplar vs .) bulunur. İ nsan vücudunda bu antijenlerin her birine karşı an­
tikor üretilmektedir. Bağışıklık sisteminin antijenlere (düşmanlara) verdiği
tepki yeteri kadar etkiliyse her türlü kaza, hastalık, bakteriyel ya da kimya­
sal saldırıya karşı koruma sağlanır; yeteri kadar etkili değilse, alerji oluşur.
İ lk zamanlarda vücudun antijenlere verdiği her türlü tepki "alerjik reak­
sion" olarak adlandırılırdı . Bu doğaldır çünkü, eskiden günlük hayatta suni
veya sentetik antijenler bulunmadığından bağışıklık sisteminin reaksiyon­
ları da normalin dış ına çıkm ıyordu . Fakat günümüzde yiyeceklerde
3000'den fazla kimyasal bulunmaktadır ve bir yılda al ınan yalnızca pestisi­
tin miktarı 1 . 8 1 kg. 'dır. Bununla birlikte bağışıklık sisteminin hiç bir şekil ­
de tanımadığı sentetik katkı maddeleri ve GDO ürünleri kullanılmaktadır.
Bu tür antijenlere karşı bağışıklık sisteminde halihazırda bir savunma prog­
ramı bulunmamakta, bağışıklık sistemi bu antijenlerin her birine karşı ayrı
ayrı ve tamamen yeni savunma stratejileri geliştirmek zorundadır. Bu sa­
vunma stratejileri doğal antijenlere karşı gösterilen tepkilere benzemediği
için "alerjik reaksiy�n" olarak değil, "hastalık" olarak kabul edilmektedir.
Burada bağışıkl ık sisteminin işini zorlaştıran diğer bir faktör de gıda ve
vücut bakım endüstrisinde kullanılan katkı maddelerinin binlerce farklı ver­
siyonunun bulunmasıdır. Bu katkılar sürekli olarak güncellenmekte ve ye-
nileri eklenmekte, bu da yetmezmiş gibi farklı farklı kombinasyonlar halin­
de kul lanı lmaktadır.
Günümüzde çocuk ve gençlerdeki alerjinin en büyük nedeni aşılar ve
GM katkı maddeleri, yetişkinlerde ise kortizon, androjen, östrojen ve insü­
lin gibi protein yapılı rekombinant DNA ilaçlardır. Ayrıca bazı ilaçlar (an­
tibiyotikler, sal isi latlar vs), kendi yapısında protein bulunmamasına rağ­
men, vücuttaki proteinle birleşerek protein özell iği kazanır ve bağışıklık
sisteminin savunmasını baskılar.
Alerj i tedavisinde genell ikle, alerjik reaksiyonu aktif bir şekilde baskı la­
yan kortikosteroidler (kortizon gibi) ve antibiyotikler kul lanılır. Ancak
alerj inin bastırılmas ında kullanı lan bu ilaçlar bağışıklık sistemini tahrip
ederek daha derin ve daha şiddetli alerjilere yol açar.
Alerj iye karşı ilaç kullanmanın ne büyük bir çelişki ve kısır döngü
olduğunu daha iyi anlayabi lmek için alerj inin gel işmesini gözden geçirelim:
Vücutta metabol ik atıklar (antij enler) biriktiğinde ateş yükselir ve kan­
daki lökosit sayısı artar. Isınan kan ve lökositler metabolik atıkları kolaylık­
45
la parçalar ve burun akıntısı, öksürük, hapşurma ve terleme ile vücuttan dı­
şarı atar. Margarin, hidrojenize yağ, katkı maddeleri gibi sentetik kaynakl ı
atıklar ise vücuttan ancak iltihap, sivilee ve çıbanlar aracılığıyla dışarı atıla­
bilir.

İltihaplanma
Dokularda toksin ve/veya metabolizma atıkları biriktiğinde, bu dokular­
daki ve çevre damarlardak i sıvı dışan sızar ve böylece hastalıklı bölgede
ödem (şişlik) oluşur. Ödem yabancı maddeleri içine alarak sağlıklı dokular­
dan izole eder. Ödem içinde toplanan lökos itler atıkları , yabancı maddele­
ri yutar, yok eder ve bu sırada kendisi de ölebi lir. İ ltihap, ölü doku ve tok­
sinler ile canlı veya ölü lökositlerin karışımıd ı r. İ ltihabın ortaya çıktığı b ö l­
gede şişlik, kırmızılık, sıcaklık ve ağrı hissedilir. İ ltihap bir yol bularak dışa­
rı çıkarnazsa bağışıklık sistemi, iltihabı atmak için en kısa, hiçbir zarar içer­
meyen başka bir yol bulur.
Böylece vücut tehl ikeli metabolik atıkların birikiminden iltihaplanma
sayesinde arınmış olur. Bu, vücudu hastalıklardan koruyan normal bir sa­
vunma reaksiyonudur. Bu durumda yapılacak en doğru şey 2 - 3 gün aç ka-
larak baAtşıklık sistemine destek olmaktır. Çünkü baAtşıklık sistemi ancak
sindirimle meşgul olmadıAt zaman özgürce çalışabilir. Fakat insanlar çok ve
karışık yemeye alıştırıldıkları gibi, ateş, öksürük ve i ttihaptan korkmaya da
alıştırılm ıştır. Besienmeyi düzelterek metabolik atıkların azalmasını sağla­
mak yeri ne, bu korkuyla, ateş düşürücü ve antibiyotik alırlar.
Ateş düşürücü (sal isilatlar) ve antibiyotik ise bağışıklık sistemi n i bloke
eder. Ateş düşer, lökosit sayısı normale döner, öksürük, hapşurma ve burun
akı ntısı yok olur, itti hapianma son bulur. Ancak iyileşme gerçekleşmez.
Çünkü ateşi n düşmesiyle birlikte metabolik atıkların dışarı atılması da son ­
tanır. Bağışıklık sistemi bu kez antibiyotik ve sal isilatların karaciğer tarafın ­
dan nötrolize edi lmes i , böbrekler tarafı ndan vücuttan uzaklaştırılması için
çalışmaya başlar. Bunu başarır başarmaz atması engelleneo metabolik atık­
lardan kurtulmak üzere yeniden harekete geçer: Ateş yükselir, i ttihapianma
başlar . . . Hasta yine antibiyotik ve sal isiladar alarak bağışıklık sistemini blo­
ke eder . . . . ve bu şeki lde bir kısır döngüye girilir. Bağışıklık sistem i tekrarla­
yan birkaç denemeden sonra bu kısırdöngüden kurtulmak için sıradışı bir
46 tepki vermeye mecbur kalır. Bu tepki alerj i olarak adlandırıl ır.
Alerj i , genell ikle kaşıntı, ödem ve bronkospazm (nefes darl ığı ) şekl i nde
kendini gösterir.
1 - Kaşıntı , bağışıklık sistem i n i n , zararl ı maddeleri (bu durumda antibi ­
yotik ve sal isilatların metabolikleridir) cilt vasıtasıyla en kısa yoldan vücut­
tan uzaklaştırma yöntemidir. İ nsan kaşınan yeri kaşıdığı n da kan dolaşımı
hızlanır ve bunun la birlikte zararl ı maddeler daha yoğun bir şekilde atılır.
2 - Ödem : Zararl ı madde dokulara hasar verecek n itel ikteyse bağışıklık
sistemi zararlı maddenin bulunduğu bölgede ödem oluşturur. Bu şekilde bir
yandan izolasyon sağlayarak diğer dokuları korur, bir yandan seyrelterek
yoğunluğunu ve etkisini azaltır, bir yandan da vücuda yayılmasın ı engeller.
3- Bronkospazm ile bağışıklık sistem i akciğeriere oksijen girişini kısıtla­
yarak metabo l i zmayı yavaşlatır. Metabol izma n ı n yavaşlamasıyla zararl ı
maddenin vücutta yayılması da engellenmiş olur.
"Hastalık" olarak kabul edilen bu alerjik reaksiyonlar baAtşıklık sistemi­
nin anormal tedavilere verdiAi normal reaksiyonlardır. Ancak modern tıpta
alerj ik reaksiyonu baskıl amak üzere kortizon kullanıl maktadır. Kortizon,
vücuttaki bütün protein üretim i n i kontrol altına almaya ve bağışıklık siste­
m i n i n uygul adığı süreçleri yönetmeye çalışır. Bağışıklık sistem i bu durum
karşısında "hastalık" gibi görünen çok farklı ve şiddetli koruma yöntemleri
gel iştirir ("Kortizon" bölümüne bakı n ız ) . Bu farklı koruma yöntemleri ne
karşılık modern tıp daha çok i laç önerir. Bağışıklık sistem i n i n koruma yön ­
temlerine ilaçlarla yapılan müdahale alerjilere, alerj i tedavisi immün deffi ­
site (bağışıklık yetmezl iği ) , immün deffisit ise daha şiddetli alerj i ve enfek­
siyonlara sebep olur.
i mmün deffisit ve enfeksiyonların tedavisinde de alerji tedavisinde kulla­
nılan ilaçlar kullanılır. Kimsenin dikkat etmediği ve önem vermediği para­
doks şudur ki, immün deffisite sebep olan ve immün deffisit tedavisinde kul­
lanılan ilaçlar aynı ilaçlardır.
Kısacası hemen hemen bütün hastalıkların sebebi tıbbi ilaçlara karşı
oluşan alerjiler ve alerji tedavisiyle ortaya çıkan immün deffisittir. Tıbbi
ilaçları n devamlı kullanılması ve immün deffisit tedavisi ise bağışıkl ık siste­
mini felce götürür.
Felç olan bağışıklık sistem i artık hiçbir görevini yeri ne getiremez, hüc ­
relere enerj i ürettiremez ve kişiye has özel likleri koruyamaz. Bu noktadan
47
itibaren toksinler nötrolize edilemez ve dışarı atılamaz; karaciğer yetmez­
liği , böbrek yetmezliği, kal p yetmezliği, mutasyonlar, kanser veya AIDS
ortaya çıkar. H içbir engel le karşılaşmayan parazider (m ikroplar, tek hücre­
liler, helmi ntler gibi) hızla çoğal ır, canlı kalan dokuları eritip parçalayarak
kendi leri için besine dönüştürür.
Buraya kadar gördüklerimi zden çıkan tablo şudur: Aşı ve ki myasallar
hastalık üretir, hastal ığı tedavi etmek için kul lanılan i laçlar yen i hastal ıklar
üretir, üretilen yeni ilaçlar ve yöntemler insanlık tarihinde görülmemiş has­
talıklar üretir . . . . . Bu kısırdöngü immün sistem çökene kadar devam eder.
Bu kısır döngüye hergün genç yaşl ı , yetişkin, çocuk, yen i i nsanlar kapı l ­
maktadır. H astalanan, sakatlanan, genetiği değişen, ruhsal v e zihi nsel den ­
gesini kaybeden insanlar topluluğu büyümekte v e b u çember onları yut­
maktadır. Her yen i üretilen ilaçla bu çember daha da genişiernekte ve bü­
tün insanları içine almaktadır.
Tabioya bakıldığında, bu fasit daireden çıkış yok gibi görünüyor. Ancak
bil iyoruz ki, sağl ıklı bağışıklık sistemi aral ıksız, hatasız ve zorunlu olarak
en önem l i görevini yan i organizmanın kendine has özell ikleri n i , genofon­
du (levh - i mahfuz) ve hücrelerde enerj i (zikir) üretimini koruma görevini
yeri ne getirmek üzere programlanmıştır. Bağışıklık sistem inin farklı meka-
nizmaları hücrenin enerj i üretim i n i korumak ve gereksiz enerj i harcaması ­
nı önlemek için hücre süreçleri n i sıkı bir kontrol altında tutar ve h içbir ha­
taya izin vermez . Dolayısıyla, hücrelerdeki protein ve enerji üretimini ilaç­
larla etkilemek için, bağışıklık siteminin kontrolünü devre dışı bırakmak
gerekir. Burada şu öneml i noktayı hatırlayalım : hücre, organizmanın haya­
ti temel taşıdır. Çünkü hücrede genofond ( insanın kişil iği , geçmişi ve gele­
cek nesl in özell ikleri ) saklıdır; gerekli protei nler ve enerj i burada üretilir;
yan i organizma için en önemli işlemler burada gerçekleşir. Ü retilen enerj i ­
nin b i r kısmı organ izmanın ihtiyaçları , b i r kısmı ise ruhsal gel işim i ç i n kul ­
lanıl ır.
Modern tıbbı n uyguladığı bütün tedavi lerin amacı bilerek veya bilme­
yerek bağışıklık sistem i n i baskılamak ve bunun sonucunda hücre n i n en
önemli işlevlerin i kontrol altına almaktır. Bunun en etkin yolu hücrenin ge­
netik yapısını değiştirmek ( mutasyo n ) veya hücreyi yeniden programla­
maktır.

48
Hücrenin Genetik Yapısında Deqişme (Mutasyon)
Kemoterapi , DDT, PHD, lazer, radyo dalgaları , elektromanyetik dalga­
lar, rekombinant- DNA ilaçlar, yapay yiyecekler ve kokular gibi fiziksel ya
da kimyasal ajaniara maruz kalan bir organ izmada hücre mutasyona uğraya­
bilir yani hücrenin genetik yapısı değişebi l ir. Mutasyon için bir başka yol ise
organizmaya m ikrop, virüs, bitki, hayvan gibi herhangi bir canl ının hücre­
si nden genetik madde aktarımıdır. Aktarılan genetik madde sentetik de ola­
bilir.
Hücreyi yeniden programlamada en uygun metod Lazer kullanmaktır.
Lazeri n elektromanyetik dalgaları (l azer enerj isi ) canlı hücreler üzeri ne
şu şeki lde tesir eder: Hücreler, lazeri n elektromanyetik dalgaianna maruz
kaldığı nda bir yandan kendi enerj i leri n i kullanırken bir yandan da lazer
enerjisini kul lanarak protein ve enerj i üretimini artırır. Buna ek olarak laze­
ri n enerj isi hücreden hücreye, organizman ı n bütün hücreleri ne yayılır ve
her birinin enerj i üretimini etkiler. Bu şekilde lazer, vücudun hangi bölge­
si nde kullanılırsa kullanılsın bütün hücreleri n zikrini etkiler (kendi di l i n de
"konuşturur") Basit bir anlatımla lazer, hücreleri n enerjisini ( zikri n i ) kontrol
altına al abi lir.
Bütün tıbbi işlemlerde neşter olarak lazer kul lanmak mümkündür. Sün -
net, dermatoloj i , j inekoloj i , kozmetoloj i , cerrahi , nörocerrahi , stomatoloj i ,
travmotoloj i gibi farklı alanlardaki kul lanımıyla bütün insanlar lazere m a ­
ru z kalabilir. Buradan çıkan sonuca göre lazer, hücreleri mutasyona u#fat­
mada ve yen iden proglamlamada en güçlü ve en geniş kullanım alanına sa­
hip ajanlardan biridir.
"Hücrenin genetik yapısını deiiştinne" ve ''hücreyi yeniden programla­
ma" yoluyla baAtşıklık siteminin konunası devre dışı bırakılır ve "Rekombi ­
nant i laçlar" vasıtasıyla hedef bölgede istenilen genetik değişim gerçekleş­
tirilebilir.

Rekombinant İlaçlar
Farklı biyolojik türlerden (en sık domuz ve maymun kullanıl ır) alınan
DNA molekülleri , genetik mühendislik teknoloj isiyle kesi l i r; elde edilen
farklı DNA parçaları birleştirilerek doğada kendil iğinden oluşması müm ­
kün olmayan DNA parçaları oluşturulur; m ikrop, virüs gibi bir konağın içe -
risine sokularak onun genetiği değiştiri lir ve amaçlanan maddeyi üretmesi 49
sağlanır. Elde edilen DNA materyalleri i laç, aşı, aromatik madde ve gıda
katkı maddeleri gibi vasıtalarla hedef organizmaya transfer edilerek üretim
amacına uygun özellikleri n i n açığa çıkması sağlanır. Bu işleme Rekombi -
nant DNA teknoloj isi adı veril ir. Ö rneğin , bilim adamları , örümcekte ipeği
üreten gen i , keçiden alınan hücrelere ekleyerek, keç i n i n genetiği n i
değiştirm işlerdir. Böylece keç i n i n memesinden akan süt havayla temas
ettiği nde örümcek i peğine dönüşmüştür.
Rekombinant DNA teknolojisi ile tıbbi tedavide isten ilen "yönlendiri l ­
miş" protei n ("Rekombinant ilaç") tasarımı v e üretimi mümkündür. Yönlen­
dirilmiş Rekombinant ilaç, hücrenin immün bariyeri n i (hücre zarı ) aşarak
hücre reseptörleriyle bağlantıya geçer ve çekirdeğe ulaşır. Burada DNA'yı
etki leyerek hücre işlevleri n i yöneten prote i n ve fermentlerin üret i m i n de
yer alır. "Rekombinant ilaçlar" vasıtasıyla organizmalarda bölge hedefli is­
tenilen genetik değişimler gerçekleştirilebil ir. Kan pıhtılaşma faktörleri , vi ­
tami nler ("K" vitamini dahil ) , antikorlar, bütün aşılar, amino asitler ( fenila­
lanin gibi ) , hormonlar (kortizon , i nsül in, östrojen gibi) ve enzimler rekorn­
binant ilaçlar grubundandır.
Rekombinant DNA ve "rasyonel protein tasarımı" teknikleri ile "makas
enzimler'' elde edilir. Bu enzimler kullanılarak, DNA'nın kıvrım ı açılabilir
ve gen , gen grubu veya DNA parçası kes i l i p atılır. Yerine herhangi bir
hayvan türünden (maymun , domuz, tavşan, vs . ) alınan veya yapay olarak
üretilen gen , gen grubu veya DNA parçası yerleştirilerek terz i n i n kumaşı
şekillendirmesi gibi organizma genomu şekil lendiri lir. Dolayısıyla organiz­
maya istenilen özellikler hızla kazandırılabil ir.
Rekombinant i laçlar özell ikle erken evrede olmak üzere ceni n için çok
tehlikelidir. Çünkü Rekombinant ilaçlar plasenta bariyerin i geçer ve ceni n ­
d e bütün süreçleri kontrol altına alır. Bu durum teratojen etkilere (sakatl ık­
lara ) yol açar. Embriyo evresi nde kullanılan rekombinant i l açlar ise direk
kök hücreyi etkiler. Bütün hücreler kök hücreden oluştuğu için bütün do­
kular ve organlar etkilenebilir. Bu etkileşim cenin dokularında kökten fizik­
sel ( doku ve organlarda) ve ruhsal anamalilere yol açar.
Tıpta kullanılan biyoteknoloj i ve nanoteknoloj i n i n şu anki amacı, bilgi­
sayar vasıtasıyla doğrudan D NA'yı m a n i püle etmek, hücreleri yen i den
programlamak ve bağışıklık sistem i n i n kontrol mekanizmaları n ı yok ede ­
rek, hücrelerdeki protein v e enerj i ( zikir) üreti m i n i kontrol a l t ı n a almak,
50 her i nsana özel bağışıklık sistem i n i n yeri ne yapay bağışıklık si stem i n i
devreye sokmaktır.

Kök Hücre
Bugüne kadar orga n i zmalarda genel veya bölge hedefl i genetik deği ­
şimler gerçekleştirmede kök hücreden daha etkili bir ajan bulunmam ıştır.
Döllenmeden bir kaç gün sonra ana rahm i n de, 220 farklı hücreye dö­
nüşme yeteneğine sahip embriyonik kök hücre oluşur.
Teorik olarak bütün hastalıkları kök hücre ile tedavi etmek mümkündür
ve bir çok ülkede bu amaçla deneyler yapılmaktadır. Bu deneyler olumlu
sonuç verirse hastal ıkların tedavisinde yen i bir çağ açılır ve ilaç kullanma­
ya ihtiyaç kalmayabilir. Ancak embriyonik kök hücre kul lanım ıyla ilgili
etik kaygılardan dolayı farklı kök hücre kaynakları araştırıl m aktadır. Kök
hücre elde etmede en yaygı n olarak 1 0 haftalık damuzun kulak dokusu ve
kemik i l iği , domuz en dometrium hücreleri ve genç kadı nların adet kanı
kul lanıl ır. Bu kaynaklardan alı nan basit hücreler laboratuvar ortamında de­
ğiştiri l i p gel iştirilerek yen i den programlanır ve embriyonik kök hücreye
dönüştürülür. Embriyonik kök hücre, vücuttaki herhangi bir hücreye dö ­
nüşme kapasitesine sahiptir. Hatta domuzdan elde edilen kök hücreler ge-
netik olarak değiştiriterek i nsana uyumlu herhangi bir organ elde etmek bi­
le mümkündür. Ayrıca genç kadı n l arın adet kanı ve domuz endometri ­
umundan elde edilen kök hücreler cildi gençleştirme; saç dökülmesin i dur­
durma; diş, dişeti , yanık, yara ve kırık tedavisinde kullanıldığı gibi nevral ­
ji, diyabet, kal p- damar hastal ıkları , göz hastalıkları , iltihapl ı hastalıklar, cilt
hastalıkları gibi her alanda kullanı labilir. Her i nsanda bu hastalıklardan bir
veya birkaçma rastlamak mümkün olduğuna göre herkes kök hücre tedavi­
siyle tan ışabilir. Ö yleyse kök hücre kullanımı insanı nereye götürür düşün­
meye çalışal ı m .
DNA, ait olduAtı organizmanın bütün özelliklerini taşımaktadır. DNA
2 çeşittir, çekirdek DNA ve mitokondrial DNA. Mitokondrial DNA anne­
den gel ir ve hücredeki yerleşim yeri mitokondri dir. ( Cenaze namaz ı n da
cenazenin anne ism iyle anıldığını hatırlayal ı m . ) Mitokondrilerde enerj i (zi­
kir) üreti l ir. Bu enerj i n i n bir kısmı organizman ı n ihtiyaçlarında, kalanı ise
ruhsal gelişi rnde kul lanıl ır. Her iki DNA da son derece kalıcıdır. Başka bir
organizmaya ait DNA ağız yoluyla deAtl de enjeksiyonla doArudan kana
verilirse insan DNA'sına karışabilir, ölene kadar bedeninde, ceset çürüdük- 51
ten sonra kalıntılannda binlerce yıl bozulmadan kalabilir. Domuz ( donör)
endometrial kök hücresi ile alıcıya (resepiyent) damuzun çekirdek ve m i ­
tokondri al DNA'sı geçer. Domuz DNA'sı resepiyent genarnuna karışabilir
ve damuzun fiziksel ve ruhsal özellikleri resepiyente geçebil ir. Ayn ı durum
adet kanı ndan kök hücre nakli yapılan resepiyent için de geçerl idir. Mo-
dern tıbbın uygulamaları n ı dikkatle takip eden biri n i n kolayca farkedeceği
gibi bu uygulamalardaki hedef, hücreleri mutasyona uğratmak ve yen i den
programl amak; immün sistemi baskılamak; sonuç olarak, enerj i ( zikir) üre-
timi de dahi l olmak üzere, hücrenin bütün işlevleri n i kontrol altında tut­
maktır.
Her fırsatta, farklı yollarla organizmaya transfer edilen genetik mater­
yal (katkı maddeleri, ilaçlar, aşılar,vs. ile), bağışıklık siteminin korumasını
devre dışı bırakmak ve kendi özelliklerini baskın kılmak için aktif bir şekil­
de çalışırken baAışıklık sistemi var gücüyle buna karşı koyar. Bu savaş ya
bağışıklık sisteminin galibiyeti ile devam eder veya iflası ile sona erer. Ba­
ğışıkl ık sistem inin bu güçlü mutajenlere karşı gal ibiyeti kişi nin bunları kul ­
lanmamasına veya kullanmak zorunda kaldığı nda taşıdığı n iyete bağl ıdır.
Bağışıklık sistemi i flas edip hücrenin bütün süreçleri ve enerj i üreti m i
onun koruması ndan çıktığı nda i s e i nsan kendine h a s özell ikleri kaybe -
dererek başka b i r varl ığın özell iklerini kazan ır. Başka bir deyişle insan, re­
kombi nant DNA ürün leri , kök hücre ve lazer etki leşimi ile insan- maymun ­
domuz kimeras ına dönüşür. Kura n - ı Kerim'de bu gerçeği anl atan ayetler
olmasaydı bu bir fantazi ol arak kubul edilebil irdi .
''De ki Allah'ır indinde ceza olarak size bundan daha kötüsünü haber
vereyim mi7 O kimseler ki Allah onlara lanet etmiş, onlar O'nun gazabına
uAramış, onlardan maymunlar, domuzlar ve taAut;a tapanlar yapmıştır. I şte
bunlar mevkice daha kötü, yoldan daha çok sapmışlardır." (Maide Suresi
60)
lblis "Ben hiç balçıktan yarattıAtn bu kimseye secde eder miyim dedi ve
dedi ki benden üstün tuttuAuna (buna) bak." İ sra Suresi 6 1
İ lginç olan şudur ki, insan, adım adım ilerleyen bu karmakarışık "bi l i m ­
sel gel işmeler" arasında unuttuğu hakikati hatıri ayabilse sağl ıklı ol mak ya
da hastal ıktan kurtulmak için hiç bir şeye ve hiç ki mseye ihtiyacı olmadı ­
ğı n ı görür. Kur'an - ı Kerim'de, hadislerde, büyük alim ieri n kitapları nda an­
latılan da budur.
52

Kan Nakli

Allah, size ancak leşi, kanı, domuz etini ve


Allah'ın adından başka bir adın anıldıAt yiyeceği haram kıldı.
Ama kim mecbur olur da, bir arzu ve iştah duymamak
ve zaruri ihtiyacının üstüne çıkmamak şartıyla
yemek zorunda kalırsa, ona günah yoktur.
Bakara Suresi 1 73

Peygamberimiz (s.a.v. ) kıyamet alamatlerini anlatırken 4 fitnenin zuhur


edeceği ni ve bunların ilkinin kan olacağı nı buyurduktan sonra, ikinci ve
üçüncü fitneyi söylerken de önce kanı tekrarlayarak önemine dikkat çekiyor:
''Dört fitne olacak. Kan mübah kılınacak. Kan ve mal mübah kılınacak.
Kan, mal ve ırz mübah kılınacak ve dördüncü ise Deccal fitnesi olacaktır."
Bu hadis- i şeri fte geçen "kan", kan dökmek şekl inde aniaşılsa da anlamı
daha geniştir. Kan dökmek zaman ımızda olduğu gibi her devirde yaşanan
bir olaydır. Ancak geçmişe göre bugün farklı olan , kan alıp vermenin yay­
gı nlaşm ış olmasıdır. Ulusal ve uluslararası kan bankaları aracıl ığıyla dünya
insanları kan bağı ile birbiri ne bağlanmış durumdadır.
Halbuki bütün ilmihallerin tem izlik bölümüne baktığımızda kan ı n "ga­
liz necasetler" (büyük pislikler) arası n da yer aldığı n ı görürüz: " İ nsanın vü­
cudundan çıkan ve abdest almayı gerektiren herşey galiz necasettir: ters, si­
dik, mezi, men i , vedi , kan , iri n , sarı su, ağız dolusu kusmuk, hayız, n i fas ve
istihaza kanl arı gibi . " ( İ slam l l m i h a l i , A. Fikri Yavuz) Kan hiçbir şekilde
kullanılmaz, hatta köpeğe bile yediri lmez, sadece toprağa gömülür. Pey­
gamberi miz ( s . a .v. ) "Şu dört şeyi topraA-a gömün: Kanı, tımaklan, saçları,
bebe#in göbek ba#Jyla eşini." buyurmuştur.
Ayrıca Bakara Suresi 1 73 . Ayet- i Kerime'de Allah, kan ı haramların ara­
sında zikretm iş, fakat zaruret halinde ölmeyecek kadar kan yemeye izin
vermiştir. Bu ayete dayanarak alim ler "Kan gibi vücudun yenileyebileceği
dokular canlı bir insandan diğerine nakledilebi lir" şeklinde fetva vermiştir.
Bugünkü ilah iyatçılar kanın ağızdan alınmasıyla damardan alı nması arasın­ 53

daki farkı bil mediği için böyle bir fetva verebi lmektedir. Bu farkı anlamak
için sindirimin dört safhada gerçekleştiği n i ve helal lokmanın önem ini ha­
tırlamak gerekir. 1 8 bin alemdeki canlı -cansız bütün varl ıklar devamlı ve
zorunlu olarak Allah'ı zikreder. Yalnızca insan, Allah'ı zikretme konusunda
kendi iradesine bırakılm ıştır. Ancak vücudundaki bütün hücreler varl ığı n ı
sürdürmek için 1 8 bin alemdeki bütün varl ıklar g i b i devaml ı zikretmeye
mecburdur. Mesela kal bin "Al - lah , Al-lah", akciğerierin "Haay, Huu" şek­
li ndeki zikri dursa kaç ı n ı lmaz olarak ölüm gerçekleşir; değişime uğrasa
karakter de değişir, hastalıklar ortaya çıkar.
Ağza alınan her bir lokma dört si ndirim safhasından geçer. İ lk sindirim
ağız, m ide ve bağırsaklarda, ikinci sindirim karaciğerde, üçüncü sindirim
kanda, dördüncü sindirim hücrelerde gerçekleşir.
Her bir yiyecek ilk üç sindirim sürecinde parçalanarak en tehl ikel i za­
rarlardan arınır ve dördüncü sindirime ( hücrelere) mümkün olduğu kadar
tem iztenerek ulaşır. Her yediğimizden , dördüncü sindirimde (hücrelerdeki
mitokondri lerde ) elektromanyetik dalgalar (enerj i ) üreti lir. İslam'da buna
hücrenin zikri den ir. Lokma helal ise hücreleri n zikri desteklen ir; helal
değilse hücreleri n zikrini değiştirir.
Şimdi haram lokmanın seyrin i takip edel i m : Allah, zorunlu durumlarda
kan ı ağızdan , yani birinci sindirim yoluyla almaya izin verm iştir, çünkü
ağızdan alınan kan ayette verilen izne uygun olarak az miktarda alınsa, alı­
nan kanın DNA'sı , ilk iki si ndirimde, monomerik bi leşen lerine kadar par­
çalanarak vericinin genetik özell iklerini kaybeder.
Kan biri nci ve ikinci sindirim safhaları n ı atlayarak, doğrudan kana, ya­
ni üçüncü sindirime veri ldiğinde kandaki genetik materyal vericiye ait bü­
tün genetik özell ikleri taşıyarak alıcının hücrelerine ulaşır ve alıcın ı n geno­
muna karışır. Yani kan almak bildiğimiz GMO ( Genetik modi fiye organiz­
ma) oluşumuna sebep olabil ir. ( "Bağışıklık Sistem i" ve "Kök Hücre" bölü­
müne bakınız . ) Verici n i n fiziksel ve ruhsal özell ikleri alıcıyla beraber nes­
Iine de geçer.
"Bir kimse haram kana dilinin ucuyla bile ortak olmuş olsa, kıyamet gü­
nü alnında "Bu adamın AllaMn rahmetinden ümidi yoktul' diye yazılı hal­
de gelir." ( İ bn-i Abbas (r.a. )'dan, Ramuz el Ehadis) .
Hem ''haram", hem "galiz necaset" olan bir şeyden hiçbir durumda şifa
54 beklenemez.
Kan nakliyle ilgili bir örnek çok dikkat çekicidir: Bir kadına amel iyat sı­
rasında kan veri lmiş, kadı n uyandıktan sonra, hayatı nda hiç sigara içmedi ­
ği halde, şiddetle 'Kısa Marlboro' sigarası içmek istemiştir. Araştırıldığında
kendisine kan veren dayısının 'Kısa Marlboro' tiryakisi olduğu görülmüştür.
Kadın 1 5 yıldır bu istekle mücadele etmektedir. Tabii ki kadı na dayısının
başka özell ikleri de geçm iştir. Bu özelliklerden bazısı bizzat kadı n ı n ken ­
dinde, bazısı d a nesi i nde görünür. Ö rnekteki kadın kendi dayısı n ı n kan ı n ı
almıştır. Fakat genel olarak hastaya kan bankasından temi n edilen, vericisi­
ni asla bilemeyeceği herhangi bir kan veri lmektedir. Bu kan sadece fiziksel
değil , manevi tehl ikeler de barı ndırır. ("Zihin Kontrolü" ve "Hacamat" bö­
lümüne bakı n ı z . )

Ameliyat
Amel iyatlar çoğunlukla genel anesteziyle yapıl ır. Genel anestezi , geçi ­
ci bilinç kaybı i l e duyu fonksiyonları n ı ortadan kaldırarak hastanın amel i ­
yat esnasında ac ı , ağrı rluymaması i ç i n uygulanır. B i l inç kaybı n ı takiben
kaslar, kas gevşetici ile felç haline sokulur. Genel anestezide kul lanılan
ilaçlar, beyinde ve bütün sinir sisteminde hasara sebep olur.
Anestetik maddenin % 60- 80'i 24 saat içinde solunum yolu ile atılır. Fa­
kat bu zaman zarfı nda akciğer dokuları ciddi tahribata uğrar. Geri kalan
kısmı metabolizmaya karışır ve idrarla dışarı atılırken , böbrek hasarı na ne­
den olur. Hastaları n yaklaşık % 20'si nde karaciğer enzimlerinde yükselme
ve karaciğer nekrozu gel işebilir. Ayrıca genel anestezinin etkisiyle
• Yüksek tansiyon
• Uzun dönem oryantasyon bozukluğu ve şuur bulanıklığı
• Akciğer enfeksiyonları
• Atelektazi
• Aspirasyon pnömonisi
• Kal p atım bozuklukları
• Ani kalp durması gibi komplikasyonlar da görülebilir
Bütün bu riskiere rağmen bebeklere ve çocuklara, röntgen gibi basit tıb­
bi müdahalelerde bile, bel irli bir pozisyonda, hareketsiz tutmak için, genel
anestezi uygulanmaktadır. ("Havale" ve "Sezaryenle Doğum" bölümüne ba­
kınız . ) 55

Ağrıdan kurtuluş olarak başvurulan ameliyatlarda organı alınan hastala­


rı n hissettiği ağrı , sancı ve kramp bazan amel iyattan sonra da aynı şekilde
devarn eder. Çünkü beyni n o organa ait merkezindeki kayıtlar silinmemiş­
tir ve hasta organ alındığı için, bu ağrıların tedavisi artık mümkün değildir.
Örneğin diş ağrısı sebebiyle bir hastanın bütün dişleri çeki lmiş ancak ağrı
ayn ı şiddetiyle devam etmiştir.
Gen iz eti , bademcik, apandist, safra kesesi , rahi m gibi organların arne­
liyada alınıp atılması çağdaş tıbbın bir ci nayetidir. Buna razı olan i nsanı n
ise kendisine emanet edilen bedenine karşı işlediği daha büyük b i r cinayet­
tir. Çünkü her bir organa ait hücrelerin ürettiği enerj i , vücudun tüm ener­
jisini toplayan tek bir enerj i kanal ına akar. Her organ, kendisiyle ayn ı zik­
ri yapan gezegen veya gezegen grubuna enerj i yoluyla bağlıdır. Tek bir or­
gan ın alınması güneş sistem indeki gezegenlerden birinin yok olması kadar
büyük bir faciadır. Amel iyat bir tedavi metodu veya kurtuluş deği ldir. Dik­
kat edi lirse yapılan bir amel iyatı mutlaka başka amel iyatlar izlemektedir.
Bu kitapta anlatılan tedavi metodu uygulandığı sürece amel iyat gibi bir
rnüdaheleye, kazalar hariç, hiç kimsenin ihtiyacı kalmaz. Ancak amel iyat
kaçını lmaz ise, amel iyattan önce açlık yapmal ı , amel iyattan sonra iştah ge-
lineeye kadar birşey yiyip içmemel idir. I ştah gel i nce, istediği meyve ve
salatayı yiyebi lir, meyve ve sebze suyu içebilir. "Faydalı" diye, istemediği
bir şeyi yememel idir. ("Tümör ve Kanser" bölümüne bakı n ız . )

Or9an Nakli
Organ nakl i ayn ı anda iki kişiyi bağladığı için, organ aldırmaktan daha
traj ik bir durumdur. Peygamberi miz ( s . a .v. ) "Ö lünün kemiAinin kınlması,
yaşarken kınlması gibidir ve her ikisi de günahtır'' buyurmuştur. ( İ mam Ah­
med, Ebu Davud ve İbn H i bban rivayet ettiler. ) Bazı alimierin bu hadise
dayanarak "ne canlının ne ölünün karnının yanlması, hatazının kesilmesi,
akcifer, karacifer, kalp, böbrek ve gözlerinin çıkanlmasına I slam'da izin
yoktur'' demesine rağmen İslam ülkeleri nde organ nakl ine fetva veri lm iştir.
Yaşayan birinden organını talep etmek haksızlık, savunmasız bir ölüden
sökmek ise zulümdür. Peygamberi mizin ( s . a . v . ) bildi rdiği ne göre ölünün
hisleri canl ıya göre 70 kat fazladır. Yaşarken veya öldükten sonra gönüllü
56 olarak organ bağışı nda bulunanl ardan organ almak da tehl ikelidir. Ölüm­
den sonraki hayatı bilmem iz imkansızdır, öğrendiğimizde ise çok geç ola­
caktır. Hazreti İsa "Eter gözün seni günaha davet ediyorsa yerinden kapa­
np at gitsin. Gözünün ölmesi cehennemde tüm vücudunun yanmasından
daha makbuldür'', buyurmuştur. I nsan ı n kendi organı, kendisi için böylesi ­
n e tehl ikeli olabi lirse, başka biri n i n gözünü, kalbini y a d a böbreği n i nasıl
taşıyabilir?
Allah (cc ) , nakledi len organ ı reddetme mekanizması yarattığına göre ,
bu konuda çok söze de gerek yoktur. Organ nakli geçiren, organın reddi­
n i önlemek için ömür boyu bağışıklığı baskılayan sentetik ilaçlar kul lan­
mak, yan i ömür boyu sünnetullaha karşı savaşmak zorunda kalır.
Geçtiğimiz yıllarda dünya korkunç bir ol aya şah it olmuştur. Avustural ­
ya'da 9 yaşındaki b i r kıza nakledilen karaciğer, kızın kan üreti m i n i v e ba­
ğışıklık sistem ini kontrol altına alm ıştır: Kızın kan grubu ve rhesus faktörü
değişm iş, reddetme reaksiyonu ortadan kalkmıştır. Bu durumda kızın bede­
nine karaciğer mi nakledi ldi, karaciğere mi kızın bedeni nakledildi, bel l i
deği ldir. B u vakada k ı z , dikkatli b i r b i l i m adam ı n ı n gözetimi altında oldu­
ğu için değişim tesbit edi lm iştir. Bütün organ nakli vakalarında ayn ı durum
sözkonusudur fakat gözetim olmadığı için farkedilmemektedir.
Karaciğer nakl i yapılan hastaların NLS tan ı cihazıyla bütün iç organları
bilgisayar monitöründe görüntülenebi l irken karac iğeri n yeri karanlık
olarak gözlenmektedir.
Ademoğlu sabaha erişi nce azaları n ı n hepsi hal lisanı ile ona şöyle der:
"Bizim hakkımızda Allah'tan kork. Zira biz sana aitiz. " ( Hadis-i Şeri f)

Görüntüleme Cihazlan
Araştırmacılar tomografinin kansere yol açabileceğin i ve mevcut tümör­
leri tetikleyebi leceği n i bel irtiyorlar. Bu durum, özel l ikle kansere yatkın
olanlar, "A" ve "AB" kan grubu taşıyıcıları ve yaşlı lar için tehl ikeli olabilir.
Bütün bunlardan çıkan sonuca göre sağl ıklı insana uygulanan tomogra fi n i n
vereceği zarar, sağlayacağı yarardan çok daha fazla olabi lir. B u sebeple
Avrupa ve Amer i ka'da tomografi kullanımına sınır getiri lmiş, bazı ülkelerde
tamamen yasakıanm ıştır. Ancak Türkiye'de her hastadan tomografi , MR,
röntgen, ultrason ve pahalı i ncelemeler istenmekte; sonra da gereksiz ilaç
tedavisi hatta amel iyatlar yapılmaktadır. I stek sadece doktorlardan gelme­
57
mekte, hastalardan da büyük talep olmaktadır. Hastalar, tetkik istemeyen,
"ciddi teşhis" koymayan , i laç tedavisi vermeyen doktorlara şüpheyle bak­
maktadır. Ö rneği n , İ skandinav ülkeleri nde yaşayan Türkler Türkiye'deki
doktorl arı tercih ederler. Çünkü bu ülkelerdeki doktorlar talepten birkaç
gün hatta birkaç hafta sonra randevu verir, ilaç yazmaz, hastahaneye yatır­
maz, kolay kolay ameliyat etmezler; normal doğum gerçekleşene kadar
beklemeyi teşvik ederler.
, TEMEL YİYECEK VE İÇECEKLER

''Ey iman edenlerı EA"er siz ancak Allah'a kulluk ediyorsanız,

size verdiA-imiz nzıklann helal ve temizlerinden yiyin

ve Allah'a şükredin."
Bakara Suresi 1 72

58
Su
H z . Muhammed ( s . a . v . ) "Bu dünyada ve öbür dünyadaki en iyi içecek
sudur" buyurmuştur. Yeryüzündeki çeşitli suları n hepsi içilecek n itel i kte
deği ldir. Metabol izmanın sağl ıklı çal ışması sadece hafi f su yani buz yapı ­
sındaki su ile mümkündür. Vücutta, nemi dengede tutma, sindirim, sindiri ­
len besi nierin em i l i m i ve hücrelere taşınması , fazlal ıkları n ve zararl ı mad­
deleri n eritilerek dışarı atılması gibi bütün işlemler yegane eritki olan su
vasıtasıyla gerçekleşir. Ayrıca protei n molekül lerin i birleştirerek birarada
tutan da hafif sudur. Bina yapımında çimento kal itesi ne kadar öneml iyse,
kullandığımız suyun kal itesi de bizim için o kadar öneml i dir.
Su molekül leri enerj i bağıyla birbiri ne bağl anarak kri stal bir kafes
( fraktal klaster) oluşturur. Molekülleri birarada tutan bu enerj i bağı , dışarı ­
dan gelen olumlu veya olumsuz etkilere açıktır. Suyun hafi f ya da ağır ol­
ması bu enerj i n i n pozitif ya da negatif olmasına bağl ı dır.
Akarsularda, kozm ik enerj i , güneş enerjisi, bitki , hayvan , sesler, taşların
yaydığı düşük elektromanyetik alanlardan enerj i ( zikir) topladığı için canlı
fraktal klasterler oluşur. Bu enerjiden mahrum kalan su klasterleri dağıl ır, su
molekülleri serbest kalır, su ağırlaşır ve canlılığını kaybeder.
Normal hücre fonksiyon l arı su içindeki fraktal klasterler vasıtasıyla
gerçekleşir. B i l giyi taşıyan bu klasterler sadece c a n l ı sistem lerde canlı
kalabi lir. Yeryüzündeki bütün canlı sular gibi vücut sıvıları ndaki fraktal
klasterler de varlığını devam ettirmek için düşük frekanslı enerj iyle (zikirle)
beslenme ihtiyacı duyar. Bu enerj i ibadet, kutsal kel imeler, pozitif düşünce
ve davranışlar, eş, aile, evlat, komşu, insan, hayvan ve bütün yaratılmışların
sevgisi, güzel manzara, kuş sesleri , deniz, akarsu, ağaç ve çiçeklerin yaydığı
zayıf elektromanyetik alanlardan sağlanabil ir. Elektronik aletler, radyo
dalgaları , elektromanyetik rezonans cihazları ; nano yüzeyli kalorifer, nano
yüzeyli tablo, nano yüzeyli mutfak eşyaları , nano kumaşlar, nano boyalar
gibi nano yüzeyler, vs . de çevreleri nde elektromanyetik alan oluşturur. Bu
cisimlerin yaydığı elektromanyetik dalgalar çok kısa zamanda ve hiçbir
bariyerle karşılaşmadan kan ve lenf aracıl ığıyla bütün sistemler, organlar ve
hücrelere siray -:: t ederek sıvıl arı n fraktal klasterleri üzeri nde yıkıcı etki
gösterir.
Japon araştırrr acı Dr. Masaru Emoto, topladığı farklı su örnekleri n i
dondurarak fotoğrafları n ı çekm iştir. Tem i z akarsulardan alı nan örnekler
çok güzel kristaller oluştururken musluk suyu kristal oluşturamamış veya 59
bozuk kristaller oluşturmuştur.
Üzeri nde "sevgi", "şükran" veya "melek" yazılı şişelerde bulunan su dan­
tel gibi güzel kristaller oluştururken "şeytan" yazılı şişedeki su, kapkaranlık
bir del ik görüntüsü vermiştir. Suyun farklı müziklere ve resimlere verdiği
tepkiler de fotoğrafl anmış, farklı görüntüler ortaya çıkmıştır.
Televizyon, bilgi sayar, cep telefonu,ve m i krodalga fırı ndan yayılan
radyo dalgaları nın suya etkisi fotoğraflandığında "şeytan" sözcüğü karşısı n ­
da elde edilen görüntüyle şaşırtıcı b i r benzerl ik olduğu farkedi lm iştir. D ı ­
şarıdan gelen söz, müzik, elektromanyetik dalgalar ve görüntüler şişedeki
suyu nasıl etkiliyorsa insan vücudunu oluşturan yüzde 70 oranı ndaki suyu
da ayn ı şekilde etkiler.
Bilimsel araştırmalar kul lanılan suyun ruhsal , bedensel ve zihi nsel sağl ı ­
ğı doğrudan etki lediği n i ortaya koymaktadır. Sıvı dolaşımı durağan hale
gelen bir hastanın sağl ığına kavuşması için bedenindeki yüzde 70 oranın­
daki suyun safiaşıp hafi flernesi gerekir.
Buzullardan ve karlardan eriyerek neh irlere karışan sular, özellikle yük­
sek kaynaklardan aşağıya, taşlar üzeri ne akan , kesi ntisiz hareket ederek ha­
fi fleyen sular ve yağmur suyu canlı sulardır. Yağmur suyunu, yağmur yağ-
maya başladıktan 1 5 -20 dakika sonra toplamak gerekir. Çünkü ilk damla­
lar havadaki kirlerle birlikte aşağı i ner. Yağmur suyu ishali durdurur, kara ­
ciğer ve böbrek hastalıklarını hafi fletir.
Kaynak suyuna ulaşma imkanı olmayanlar için en iyisi suyu dondurup
eritmektir. Cam veya emaye kaplarla buzlukta dondurolan su eridikten
sonra, dibe çöken kal ıntılar atı lır. Su, eridikten sonra t 0- t 2 saat canlı kalır,
sonra ağırlaşmaya başlar ve tadı değişir. Ağıdaşmasını önlemek için suya
Kur'a n - ı Kerim okumak gerekir.
Yağurt suyu, meyve ve sebze suları hafif, canl ı , şifalı sul ardır. Kal i teli
suyun olmadığı yerde meyve ve sebze yemel i veya suları içilmelidir.
Durağan göl suyu, hareketi nin azlığından dolayı ağır sudur. Yeraltı su ­
ları , mağara ve kuyu suları ise serttir. Nehir suyu ile kuyu suyunu, kayna­
mış su ile kaynamam ış suyu karıştırmak, suya buz atmak sağl ığa zararlıdır.
Farklı bölgeleri n suyunu veya farklı yapıdaki suları 4-5 saatlik arayla içmek
bunların bedende karışmasını ön ler.
Depolarda uzun süre muhafaza edilerek satı lan sular, en ağır sulardan­
60
dır. Vücut bu suları hafi fletmekte zorlanır, çok enerj i harcar, çabuk yıpra­
nır ve ihtiyarlar. Bu suları canlan dırmak için, üzeri ne okumak veya önce
kaynatıp sonra buzlukta dondurmak ya da içmeden önce besınele ile 3 - 7
defa bardaktan bardağa boşaltarak suya hareket kazandırmak gerekir.
Her abdestten sonra birkaç yudum su içmek sünnettir. Sabah, abdest al­
dıktan sonra içilen birkaç yudum su, bağırsaklardaki kal ıntıları ve gazı ha­
reketlendirir ve büyük abdeste kolay çıkmayı sağlar. Kabızlık sorunu olan­
lar sabah aç karna t bardak soğuk ya da ılık su içmelidir. Sağl ıklı ve genç
kalmak için insanın günde t - 2 bardak su içmesi ve soğuk suya alışması ge ­
rekir. Soğuk suyun yeri n i hiçbir şey dolduramaz.
Resuluilah ( s . a . v . ) suyu üç solukta içer, bunun insanı hastalıklardan ko ­
ruduğunu, daha doyurucu ve daha sağl ıklı olduğunu söylerdi .
Günlük su ihtiyacı , kişinin sağl ığı na ve yediği yemek m iktarına bağl ıdır.
Vücudun % 70'n in su olduğu düşünülürse her 3 0-40 gr. kuru yemeğe karşı­
Iık 60-70 gr. su tüketmek gerekir. Meyve ve sebze suları da su olarak de­
ğerlendiri l ir.
Aşırı su içmekte hayır yoktur, çünkü fazla su kalbin kan pompalamasını
zorlaştırır ve kalbin rızkının ( atışları n sayısı) daha erken tükenmesine sebep
olur. Hastalar, toksinleri eritmek ve çıkartmak için t-t ,5 l itre su (meyve -
sebze suyu ile) tüketebi l ir. Fakat iyileşince, su m iktarın ı azaltmak gerekir.
Yorgun ve terl iyke n , banyodan sonra, yemek sırası nda, yemek veya
meyveden hemen sonra, uyanır uyanmaz ve ayakta su içmek hastal ıklara
sebep olur.
Fıtrata en uygun olan , günde 2 defa, sabah kalkınca ve yemekten 1 , 5 - 3
saat sonra su içmektir. Sabah içilen su bağırsakların çalışmasına, yemekten
1 , 5 - 3 saat sonra içilen su sindirime yardımcı olur. Yemekten önce de su içi­
lebilir. Ancak bir ayrı ntıya dikkat etmek gerekir:
Pişmekte olan yemeği n kokusunu aldıktan sonra içi len su, ağız ve mide­
de üretilen enzimieri n bağırsağa atılıp sindiri m i n zorlaşmasına sebep olur.
Bu sırada birkaç küçük yudum su içilebil ir.
Maden suları kan ı tem izler, yaraları kapatır, ter kokusunu giderir. An­
cak günde bir bardaktan fazla maden suyu içilmeyeceği gibi her gün tüket­
mek de doğru deği ldir. Bel irl i maden suları , doktor tavsiyesiyle, gerekl i
miktarda içilir.
Kükürtlü kaplıca suları , dalak ağrısı, dalak şişmesi , karaciğer hastalıkla- 61
rı , romatizma, felç, alerj i , yaralar, eklem ve cilt hastalıkianna şifadır. Deniz
suyu kükürtlü su kadar etkil i dir. Dem ir ve bakır içeren kaplıca suları , böb-
rek, dalak ve mide için çok faydalıdır.
Gençleri n soğuk suyla abdest almaları ve gusletmeleri fevkalade yarar­
lıdır. Soğuk su, sinirsel hastalıklara, böbrek ve yumurtalık i ltihabına, ilti­
haplı ve ateşli hastalıklara iyi gelir. Ancak tüberküloz, sara ve karaciğer
hastaları tedavi olmadıkça soğuk su kullanmamal ıdır. Ağır hastalık geçiren­
terin, amel iyattan çıkan zayıf bünyeii ierin ve yaşl ıların ılık su kullanması
daha uygundur. Sağl ıklı olanların sıcak suya ihtiyacı yoktur.
Peygamberimiz (s.a.v. ) güneşte ısıtılan su ile abdest almayı veya guslet­
meyi yasaklamış; güneşte ısıtılan suyun c i l t hastalığına sebep olduğunu
söylem iştir. İ mam - ı Şafi Hazretleri güneşte ısıtılan su ile çamaşır dah i yı­
kanması n ı uygun görmemiştir. Oysa günümüzde doktorlar, gün de 3 - 6 lit­
re su tüketmeyi tavsiye etmekte, damacana ve pet şişelerdeki suları n güneş
altında aylarca beklemesinin sağl ığı nasıl etki leyeceğin i düşünmemektedir.
İ çme suları na tazeliği n i korumak amacıyla karbon nanoparçaçıklar ka­
tılmaktadır. Ağız yoluyla vücuda giren nano parçaçıklar dokularda depola­
nır, bağış ıkl ığı baskılar, kısırl ığe , kansere ve muti:ı syonl ara yol açabi l i r .
("Nanoteknoloji" bölümüne bakınız . ) Nanoteknoloj i ürünü s u arıtma cihaz-
larında da nano parçacıklar kul lanılmaktadır.
Bütün canlıları n yaratıl ışı nda temel madde olan H20 formülündeki su­
yun yapısını değiştirerek oksijen ve hidrojenin bazı özel likleri nden tıbbi
tedavilerde yaralanmak için çalışmalar yapılmaktadır. Ancak teorik olarak
gel iştirilen bu uygulamaların pratiğe geçtiğinde nasıl sonuçlanacağı n ı ö n ­
ceden tahmin etmek mümkün deği ldir. Buna oksijenli suyun ( H i drojen pe­
roksit, H 2 0 2 ) tedavide kullan ımını örnek gösterebil iriz:
H i drojen peroksit bozunarak su ve oksijene ayrışır. Bozunma sonucu
açığa çıkan Atomik Oksijen aktif oksidan olduğu için yara tem izleme, saç
rengi açma, oksijenoterapi vs . gibi geniş bir alanda kullanılmaktadır. Fakat
H idrojen peraksitin bazı organik bileşiklerle reaksiyona girerek, polimer­
leşme reaksiyonunu başlattığı , oksijenli sudan ayrışan elektrik yüklü oksije­
nin bütün immün bariyerleri n i geçerek kem ik il iğine ulaştığı ve kan üreti ­
m inden sorumlu ana hücreyi bozarak lösemiye sebep olduğu zamanla orta ­
ya çıkmıştır. HamiJelerin kul lanması durumunda, doğan bebeğin lösem iye
yakalanma riski artmaktadır.
62
Günümüzde, özel bir teknoloj i ile H20 su molekülüne 2 H idrojen mo­
lekülü bağlanarak H40 ( H i drojenli Su) haline getirilmektedir. Bu işlem ile
nötr suya elektrik yüklenmiş olur. Elektrik yüklü ve H40 formuna dönüş­
türülen su, yani hidrojenli su, içme suyu olarak ve özel banyolarda (hidro ­
terapi ) kullanıl maktadır. Ancak bütün canlıların yaratılışı nda yer alan H 2 0
formülündeki suyun yapısını değiştirmek öngörülemeyen tehlikeler taşır.

Bal
Peygamber Efendimiz (s.a.v. ) : "Bal yiyi n , zira içinde bal bulunduğu için,
melekleri n rahmet dilemediği hiçbir ev yoktur." "Her sabah bal şurubu
içenler hasta olmaz. Ben im nazarımda, bal gibi şifa yoktur" buyurmuştur.
Bal mide ve bağırsak bozuklukları na iyi gel ir; mide ve onikiparmak ba­
ğırsağı ndaki ül serlerin ve dış yaral arın kapanmas ı n ı sağlar. Romatizma,
kalp, akciğer, karaciğer ve cilt hastalıkianna iyi gelir. Damar sertl iği , sinir
hastalıkları ve kansızl ığa faydalıdır. Bal hem kabızl ığı gi deren, hem de is­
hali durduran bir i laçtır. Bal yemek insanı gençleştirir, dinç tutar.
Şifalı özelliklerinden dolayı, bebeklerden yaşl tiara kadar her yaş grubu
için gerekli bir besin maddesidir. Hakiki bal kovandan alındıktan, yaklaşık
4-5 hafta sonra kristalleşmeye başlar. Donmuş bal ı n kristalleri i ncedir. Bü­
yük kristalli bal ı n kal i tesi düşüktür. Bazı bal türleri kristalleşmeyebilir. En
kıymetl i bal i lkbahar ve yazın alınan baldır. İ laç olarak kullanı lacaksa bu
bal ın tercih edilmesi gerekir.

çı Bir nohut tanesi kadar propolis ve ayn ı miktarda balmumunu, bal ile
birl ikte çiğnemek, ağı z ve burun damarlarındaki tıkanıklıkları giderir.

çı Varis yaralarına, kangren yaraları na, ağız yaraları na, çıbanlara, ciltte
oluşan iltihaplı yaralara bal sürmek şifalıdır.

çı Bal , göze ve göz yaralarma merhem, ağız tem izleyici ve damar açıcı
olarak da kul lanılır.
çı Kulağa eşit m iktarlarda bal ve ılık suda eritilmiş kaya tuzu damlatmak
kulağı i ltihaptan temizler.

çı Bademcikler şiştiğinde ağızda bal tutmak faydalıdır.


çı Bal, uykusuzluğun en iyi i lacıdır.
çı Şekeri yüksek olan hastalar da, bir çay kaşığından başlamak şartıyla, 63
her gün 1 tatlı kaşığından bir çorba kaşığına kadar bal tüketebil irler ve
hakiki bal tedavisiyle bu hastalıktan kurtulabilirler.
Bal, yemek ile birl ikte veya yemekten hemen sonra yenirse, tüm ş i fa
özel l iğini kaybeder, alerj i k etki yapabilir. Balı n fazlası şişmanlatır, tembel­
lik yapar, uykuyu artırır. Ş i fa amacıyla bal tüketmek isteyen, her sabah ve­
ya akşam aç karn ma 1 çorba kaşığı bal yiyebilir. Ancak bu bal bir öğün ye­
rine geçer, yani ardından yemek yenmez. Balla birl ikte su içmede bir sakın­
ca yoktur. Bir diğer seçenek de, sabah ve akşam yemekten önce birer tatl ı
kaşığı bal yemektir. Birkaç günü sadece bal ile geçirmek isteyen ise, günde
1 00- 1 50 gr. bal yiyebi lir. Her gün bal yiyeni n gün de 1 çorba kaşığından
fazlasına veya başka tatl ılara ihtiyacı yoktur. Balı parmakla veya tahta ka­
şıkla yemek sünnettir.
Bal buzdolabı nda deği l , seri n ve karanlık bir yerde saklanmalıdır. Bal
cam veya tahta kap içinde ağzı sıkıca kapatılarak, sahip olduğu şifa özel l i ­
ği ni kaybetmeden senelerce saklanabilir.
Bal ı n terki b i n de % 1 8 su, % 40 meyve şekeri ( fruktoz); % 34 üzüm şe­
keri (gl ikoz ) ; % 0,4 diğer şekerler; % 0 , 3 prote i n ; % 7, 1 madeni tuzlar,
mikroelementler, fermentler, vitam inler ve diğer maddeler bulunur.
Bal, laboratuvarlarda, bu terkibe göre glikoz ve fruktoz oranı belirlene­
rek basit bir şeki lde test edi lir. Genell ikle, balda glikoz ve fruktoz oranı
norm lara uygunsa diAer maddeler de mutlaka normlara uygundur. Ancak
bugün bu test önemini yitirm iştir. Çünkü Türkiye'de artık bal araması kul ­
lanılarak, genetiAi deAiştirilmiş mısırdan elde edilen glikoz ve fruktoz ile
üreti len karışımlar bal olarak piyasaya sürül mektedir. Bu sahtekirl ıAı ispat
etmek çok zordur, çünkü Türkiye'de, bu alanda yeterl i sayıda ve nitelikte
laboratuvar ve uzman yoktur.

Bal ile hazırlanan ilaçlar:


çı t kilo tereyağı, su içinde 5- t O dakika kaynatı lır, su üzerine çıkan tere­
yağı to pl a n ı r ve 500 gr. bal ile karıştırılır. Yara, egzama ve yanıkiarı n
üzeri ne sürülür. Aynı karışım kahvaltıda ekmekle de yenebil ir.

çı 3 yemek kaşığı papatya 500 gr. sıcak suya konur ve 1 saat demlenme­
ye bırakılır. 40 dereceye kadar soğuduktan sonra süzülür ve 3 yemek
kaşığı bal ilave edilir. Anj i n , ağız, dil, m ide ve baAırsak yaralarında kul -
64 lanılır (gargara yapılır, i ç i lir, lavman yapıl ır) .

çı t çorba kaşığı bal , t bardak elma suyu içinde eritilir ve her sabah aç
karnma içilir. Özellikle karaciAer hastaları için çok şifalıdır.

çı tO gr. kaya tuzu 50 gr. ılı k su ile eritilir. Sonra bu tuzlu sudan gerekli
miktar alınır ve aynı miktar bal ile karıştırılır. Sabah-akşam kulaklara
7-8 damla ılıtılarak damlatılır. Ortakulak i ltihabı , mantar ve kulak
uğultusuna iyi gelir.

Ol Ceviz yaprağı çay gibi demlenir ve süzülür. 40 dereceye kadar soğu­


duktan sonra bal eklenir. Her gün çay gibi içilirse, vücuda kuvvet ve
canlılık verir.

Ballı sarımsaklı ilaç


t O tane Jimonun suyu, tahta havanda dövülmüş 1 0 baş sarmısak ve t ki­
lo bal karıştınlarak cam kavanoza konur. Ağzı 3 kat pamuklu bezle kapatı ­
lır, karanlık ve serin bir yerde 7 gün bekletilir. Yedi gün sonra süzerek ve­
ya süzmeden kavanozun kapağı kapatılır ve buzdolabına muhafaza edilir.
Yıllarca saklanabilir, ne kadar uzun kalsa o kadar kuvvetlenir. Ilaç bitene
kadar her gün aynı saatte aç karnma 4 çay kaşığı yutulur. Her defasında ağ­
za t çay kaştğından fazla almamak ve hemen yutmadan, ağızda dağtiması­
m sağlayacak şekilde dolandtra-dolandtra eritmek gerekir. Çünkü önemli
olan ilacın m ideye gitmesi değil , ağı zdaki kılcal damarlar tarafından em i l ­
mesidir. B u mükemmel ilacın, b u şekilde tüketilmesi kalp v e beyin damar­
ları nı tem izleyerek açar. İç i l erek tüketildiğinde ise m i de ve ı 2 parmak ba­
ğırsağı ülseri ne, midedeki H. Pylori enfeksiyonuna son verir. Bu kür, sağ­
lıklı olanların hastalanmaması , hastaların ise tedavisi için yılda bir defa kul ­
lanılabi l ir. Ayrıca 40 yaşın üzeri ndekiler her türlü hastal ıkta bu ilacı kul la­
nabilirler.
NOT: Limon suyu yeri ne sirke de kullanılabilir ("Elma Sirkesi" bölümü­
ne bakını z . )
Polen
Tek başına da çok kıymetli bir besi n olan polen arı kovanlarından a l ı n ­
dığında tüm hastal ıklarda iyileşmeyi kolaylaştırır. Arı ların enzim iyle karı ­
şan polen alerj i k olamaz. Küçük, büyük, yaşl ı , genç, hasta veya sağlıkl ı ,
herkes polen kul lanabil ir. Yetişkinler ı çay kaşığı, küçükler ise yarım veya
çeyrek çay kaşığı paleni ayn ı miktarda balla ve ılık su ile karıştırarak ömür
boyu yılda bir defa ı ayl ık kürler uygulayabil ir.
65
Polen taze olmal ı ve sabah aç karna alınmal ıdır. Ü zerinden bir sene ge­
cince tüm faydal ı özell ikleri n i kaybeder, alerj i yapabilir. Polen , buzdola­
bında saklanmalı ve kuru olmalıdır, çünkü nemden bozulur. I çinde bulunan
yaklaşık 27 madde (natrium , kal ium , çinko, bor, kalsiyum , titan , krom, ba­
rium vb . ) su ile kimyasal bağlantıya girerek, sağl ık için zararl ı hale gelebi­
lir. Polen kullananlar protein içeren besinleri (et, yumurta, peynir, balık)
azaltmal ıdır, çünkü poJende bol m iktarda kıymetli protei n vardır.
Arı sütü
Arı sütü romatizma, hormon dengesizliği, kansızl ık, halsizlik, saç dö­
külmesi , akciğer, kal p, m i de ve bağırsak hastalıkları gibi birçok hastal ığa
karşı kul lanılır. Arı sütü B t , B 2 , B 3 , B6, B t 2 , C, H, PP, E vitami nleri , ami­
noasitler ve organik asitler içermektedir. Arı sütü buzdolabında saklanır.
Kullanma metotlan
Ol 9 ı 0-20 mg arı sütü sabah- akşam aç karn m a dil i n altında eriyineeye
kadar tutul malı, hemen yutulmamalıdır. Yutulursa, ş i falı özell ikleri n i
midede kaybeder.
Veya

çı 1 0-20 mg. arı sütü 1 0- 30 gr. bal ile karıştırılır ve sabah - akşam ağızda
eritilip yutulur.
Veya
çı 1 tatlı kaşığı taze öğütülmüş çörek otu, 20 mg. arı sütü, 3 0 gr. bal ka­
rıştırılır ve sabah- akşam aç karnma ağızda eritilerek yutulur. Bir ay de­
vam edilir. Bu işlem salgı bezlerin i temizleyip dengeli çalışmalarını
sağlar.
Propolis
Propolis, arı kovanlarında bulunan kahverengi bir zifttir. Propolis, yük­
sek antimikrobiyal ve bakterisid etkisinden dolayı anj i n, dişeti hastalıkları ,
dış ve iç yaralar, yanıklar, egzama, mantar, basur, tüberküloz, frengi , kemik
hastal ıkları ve benzeri hastalıkların tedavisinde kullanılır.
Kullanma metotlan
çı Nohut büyüklüğündeki propolisi eriyineeye kadar ağızda tutmak veya
sakız gibi çiğnemek anj ine, dişeti hastalıklarına, kemik erimesine, diş
ağrısına, mide, ağız ve dil yarasına iyi gelir.
çı 1 kilo tereyağı emaye bir kapta kaynatılır, 80 dereceye kadar sağuyun­
66
ca içine parça-parça kesilerek 1 00-200 gr . propolis eklenir. Bir kaba 80
derece sıcaklığında su konur ve içine tereyağ ve propolisin bulunduğu
diğer kap konularak 20- 30 dakika karıştırılır. İ ç hastalıklarında ve iç
yaralarda sabah aç karnma 20 gr. yutulur. Cilt hastalıklarında cilde ve
yaralara sürülür. Bu karışımı sağl ıklı insanlar da kahvaltıda ekmeğe sü­
rerek ve bitkisel çayla tüketebilir.
çı Propolis ısıtılarak siğiller üzerine konur ve iyice bantlanır. Siğiller dip­
lerinden çıkıp düşüneeye kadar bekletilir.
Propolis buzdolabında, serin ve karanlık yerde yıllarca saklanabilir, şi­
falı özellikleri kaybolmaz, hatta durdukça artar.

Meyve ve Sebzeler
Çiğ sebze ve meyvelerin hazını kolaydır ve sağlıklı beslenme için yeter­
lidir. Taze meyve ve sebzelerdeki su, organik asit, vitamin ve m ikroele­
mentler vücut için arındırıcı ve şifa vericidir. Pişirilen sebze ve meyveler,
suyunu, organik asitlerini ve proteinlerindeki doğal yapıyı kaybederek vi­
taminlerden yoksun kalır. Ancak kuru sebze ve meyveler hemen hemen ta­
ze sebze ve meyvelerin özelliği taşır. Bu sebeple kuru meyveleri kaynata-
rak komposto yapmak yerine, kuru meyveyi 4 - 7 saat suda beklettikten
sonra, önce suyunu içmek, sonra meyvesini yemek daha faydalıdır.
Yemekten sonra yenen meyve hazmolmadan mayalanır, ispirto, sirke
asidi, gaz oluşturarak bir çok hastal ığa, hatta siroza sebep olur. Meyve mut­
laka yemekten ayrı olarak veya yemekten önce yenmelidir. Salata yemek­
ten önce ve yemekle beraber tüketilebileceği gibi, yemekten sonra da yen­
mesinde bir sakınca yoktur.
Meyve ve sebzeler, kabuğu soyulmadan birkaç çekirdeğiyle yenmelidir.
Karpuz, limon gibi meyvelerin az da olsa bir miktarını kabuğuyla yemek
faydalıdır. Balkabağı , patates, patl ıcan, kırmızı pancar gibi sebzeler fırında
veya közde kabuğuyla pişirilir.
Katı meyve ve sebzeler sıkılırken de mutlaka kabuğu ile sıkılmalıdır (el­
ma, havuç vs . ) . Meyvelere şeker, süt veya tuz eklenmez. Birkaç farklı çeşit
meyve de birl ikte yenmez . Ancak aynı cinsten olanlar, mesela portakal,
greyfurt, limon ya da vişne, kiraz gibi meyveler birlikte yenebilir. Yalnız,
ayn ı cinsten olup da rengi farklı ise (mesela kırmızı ve yeşil elma) karıştırı ­
67
larak yenmemeli dir, gaz ve şişkinlik yapar. İ ki farklı meyve ancak 30-60 da­
kika ara ile yenebilir.
Peygamberimiz (s.a.v.} taze hurmayı kaymakla, kuru üzümü ise ekmek­
le yerdi . Sağl ıklı olanlar, çilek ve hurmayı kaymakla, muzu balla yiyebilir.
Rafine edilmemiş, katkısız undan, doğal maya ile yapılmış ve tandırcia pişi­
rilmiş ekmek, nar veya üzümle yenebilir. Meyve suları nı veya meyveleri
birbiriyle karıştırmak ancak bu konuyu bilen bir hekimin tavsiyesiyle müm­
kündür.
Mevsiminde yenen meyve ve sebzeler iyileştirici özelliği vardır fakat
mevsimi dışında yenen meyve ve sebzeler hastalığa sebep olabilir. Mesela,
buzdolabında dondurulduktan sonra oluşan kimyasal değişikliklerden dolayı
kavun, elma veya armut mayalanarak alkol, sirke veya aseton üretir, s i n dirim
ve metabol izmanın bozulmasına, bağırsaklarda aşırı gaza neden olabilir. Ya
da uzun zaman saklanan meyve ve sebzelerde birikmiş olan tarım ilaçları par­
çalanırsa, bu yeni oluşum eskisinden daha da tehlikeli olabilir.
En sağl ıklı meyve ve sebze en yakın bahçeden gelen ve en taze olandır.
Bir ekolojik ortamda faydalı olan meyve veya sebze başka ekolojik ortam­
da yaşayan biri için beklenen faydayı sağlayamaz, çünkü insan ekoloj ik
çevresi ile bir bütündür.
Kurutulmuş meyveler ve kuruyemişler
Meyveleri kuroturken renklerini korumak, bozulmayı önlemek ve güve­
böceklere karşı korumak amacıyla Sodyum Sülfit ( E 2 2 t ) kullanılır. bu
konuda yapılan araştırmalarda besin yoluyla sodyum sülfit almanın, öğren­
me ve hafıza bozukluğuna sebep olduğu, beyin fonksiyonianna zarar ver­
diği ve zamanla bu zararın daha da büyük boyutlara çıkmasının kaçınılmaz
olduğu tespit edilmiştir.
Kimyasal maddelerle kurutulan meyve ve kuruyemişlerde canlı kurt bul ­
mak mümkün değildir. Çünkü ilaçlanan meyveye hiçbir hayvan, kuş, kurt,
böcek ve sinek yemez, hatta mikrop dokunmaz.
Peygamber Efendimiz (s.a.v. ) kurtlanan hurmayı ayıklayıp yerdi .

Süt ve Süt Ürünleri


2 yaşına kadar bebek için gerekli olan yegane besin anne sütüdür. İ nsan,
2 yaşından sonra midesindeki süt hazım sistemini kaybeder. Artık süt, sü­
68
tün kendi içindeki mikroplar ve bağırsakta yaşayan mikroplan n yardımıyla
sindirilir. İ nek sütü dahil bütün hayvanların sütü sağıldıktan hemen sonra
ıl ıkken tüketilebilir. Çünkü süt, yen i sağıldığında, sindirimi kolaylaştıran
mikroplar ve enzimler içerir. Sağıldıktan sonra bekletilen sütte üreyen za­
rarlı mikroplar sütü zararlı hale getireceği için kaynatılması gerekir. Fakat
kaynatıldığında hazmı zorlaşır. Çünkü sütün hazmını kolaylaştıran enzim
ve mikroplar 43-54 derecede ölür. Ancak günümüzde sağlıklı insan kalma­
dığı gibi hayvanlar da genellikle sağlıksız olduğu için sütü kaynatmak ge­
rekir.
Antibiyotik tedavisi görenlerde zararlı m ikroplarla birl ikte bağırsaklar­
daki mikroplar da yok edildiği için, süt hazmolunmaz, aşırı balgam biriki­
mine ve kireçlenmeye; bunun sonucunda da kemik erimesine; karaciğer,
dalak ve damarlarda tıkanıklığa; katarakta; safra kesesi ve böbrek taşlarına;
diş çürümesi ve diş eti hastalıkianna sebep olabilir (özellikle kan grubu "O"
ve "A" olanlar için) . Farklı ineklerden sağılarak karıştırılan, pastörize edilen
süt ancak kaynatılarak, zencefil ile ve biraz ılıklaşınca bal ile karıştırılarak
içilebilir. Sütlü tatlıların üzerine serpilen zencefil veya tarçın sütün hazmı ­
nı kolaylaştırır.
Süt içecek değil , yemektir. Onun için küçük yudumlarla, ağızcia bekle-
terek içmek gerekir. Süt içtikten sonra hızlı hareket etmek, uyumak veya
bir şey yemek böbrek ve mesane taşlarına sebep olur. ( Ö zellikle kan grubu
"O ve "A" olanlar için)
"

Karışık ve pastörize süt tüketmenin en iyi yolu yağurt yapmaktır.


Eski alimler sütün yapısının, hayvanın rengine, boyuna, vücut yapısına,
zayıf ya da şişman veya etinin sert ya da yumuşak oluşuna, diğer bir deyiş­
le mizacına göre değiştiği ni bilirlerdi . Yani sütün özelliği , hayvanın miza­
cı ile yakından bağlantılıdır. İ nsanlarda ve bitkilerde olduğu gibi hayvan ­
larda da 4 farklı mizaç vardır. ( İ nsanlarda 4 mizaç ayrımına en uygun ay­
rım, 4 farklı kan grubudur. ) Bu yüzden herkes, her i neğin sütünü içemez.
Ancak kendi mizacı ile aynı mizaca sahip ineğin sütünü tüketebilir. Bu, tıp­
kı annenin sütünün nadiren çocuğuna uymaması gibidir. Bu yüzden bir ül­
keye ait olan hayvan türünü başka bir ülkeden getirilen hayvan türüyle de­
ğiştirmek veya farklı ineklerden sağılan sütü karıştırarak tüketmek sağlıklı
değildir.
Toplumumuzda, Peygamberimizin (s.a.v. ) "Süt için!" emri yaygın olarak
69
bilinmektedir. Fakat Peygamberimiz (s. a.v. ) bunu, ömründe hiç suni yem
yemeyen, tek deve, tek koyun, tek keçiden veya tek inekten yeni sağılmış
sütü içen ve hayatında hiç antibiyotik almamış insanlar için buyurmuştur.
Günümüzde hiç antibiyotik kullanmamış kimse bulunmadığı gibi, doğal
beslenen hayvandan yeni sağılmış sütün tadın ı bilen de yoktur.
Süt üretimini artırmak için ineklere verilen büyüme hormonu, insanda­
ki büyüme faktörünü ( I GF- 1 ) arttırabilir. Büyüme faktörü, hemen hemen
bütün dokularda hücre üremesini kontrolsüz bir şekilde artırarak kansere
neden olabilir.
oı· Doğal taze sütü balla içmek rengi güzelleştirir, kilo aldırır. Ballı süt,
yaşl ı insanların kuru ve soğuk mizacına iyi gel ir. Kuruluğu azaltır, so­
ğukluğu dengeler.
Tümör ve kansere; karaciğer, dalak, böbrek ve deri hastal ıklarına; baş
ağrısı, kulak çınlaması ve baş dönmesi gibi hastalıklara süt zararlıdır. Bu
hastalıklar için yalnız deve sütü faydalıdır.
Evde mayalanan do�al yo�urt
01 Cacık ateşi düşürür. Soğan da katılırsa enfeksiyon hastalıkianna iyi ge­
lir.
or Kaymağını alıp yoğurdu kaynatarak içmek ishali, hatta kanlı ishali da­
hi durdurur.
Ol Yağlı yoğurt yeni yanıkta, özellikle güneş yanığında ağrıyı dindirir ve
kısa zamanda iyileşmesini sağlar.
Ol Yoğurt suyu kanı temizler, karaciğer ve dalaktaki tıkanıklığı açar, böb­
rek taşlarını eritir ve sarıl ığa iyi gelir.
or Haricen kullanılan yoğurt suyu yaraları temizler ve kapatır, çi Ileri yok
eder, uçuğu kısa zamanda iyileştirir.
Çf Aç karnma yoğurt suyu içmek gazı giderir, bağırsaklardaki mikroHo­
rayı zenginleştirir.
OJ Aşırı zayıf olanlar için güne yoğurt suyuyla başlamak, kanı temizler, sı­
cak safrayı soğutur. Dalak ve bağırsakları rahatlatır, hazını kolaylaştı ­
rarak kilo almaya yardımcı olur.
Ol Yoğurt suyu ile yıkanan saçlar parlar ve çabuk uzar.
70 Peynir
Peynir, yapılırken sütün suyu ayrıştığı için süt ürünleri içinde sindirimi
en ağır olandır. Kaybedilen yeşil suyu kompanse etmek için hafif su içeren
sebzelerle ve salatayla yemek peynirin hazmını kolaylaştırır. Eski hekimler,
"Peyn iri yalnız yemek hastalık verir, laki n cevizle birleştirene şifa vardır",
demişlerdir. Koruyucu madde katılan peynirin hazını da uzun ömürlü sü­
tün hazını gibi ağır olur. Peynirin fazlası vücutta kireçlenme, böbrek ve
mesanede taş, damarlarda tıkanıklık ve kemik erimesi yapar. Taze kaşar ve
krem peyn irin hazını ağırdır.
O grubu olanlar daha önce yememiş olsalar da küflü peyniri severler.
Bunun sebebi kan grubu "O" olanların peyniri hazmetmekte zorlanmasıdır.
Küflü peynirde oluşan mikroorganizmalar, peynirin hazmını kolaylaştırır.
Kan grubu "O" olanlar haftada 2-3 defadan ve 30-50 gramdan fazla pey­
nir tüketmemelidir.
Tereyav
Tereyağ, mide ve bağırsakları rahatlatır, vücudu kuvvetlendirir. Eski za­
manlardan beri merhem ve ilaç hazırlamada kullanılır.
Kan grubu "O" ya da "B" olan sağlıklı insanlar haftada 3-5 defa tereyağ
tüketebilir. Ancak kan grubu "A" ve "AB" olanlar tereyağı hazmetmekte
zorlanır. Hazmedilemeyen tereyağ kalıntıları sivilce, çıban ve damar tıka­
nıklığına yol açar. Nüfusunun büyük çoğunluğu "A" grubu olan Tibet'te
halk tereyağı küflendirerek yer. Peynir gibi, tereyağın da, küflendikten
sonra hazını kolaylaşır.

Ekmek
Buğday tanesinin bütün vitaminleri, enzimleri , mikroelementleri oğul ­
cukta, kabuk ta ve kabuk altında yer alır. Tanenin merkezinde ise sadece
"derin uyku halindeki" nişasta vardır. Buğday ıslanınca, su, enzimleri erite­
rek, mikroelementleri ve vitaminleri canlandırır ve nişastaya akıtır. Enzim­
ler nişastayı hafif şekere çevirerek, oğulcuğa gönderir. Oğulcuk harekete
geçer, filiz çıkarır ve hayat başlar. Enzimierin buğday kabuğunun içinde
hapsedilmesinin ve nişastanın uyku halinde tutulmasının hikmeti enzimie­
rin nişasta ile karışmaması, buğdayın zamanından önce filizlenmemesi ve
yüzyıllarca bozulmadan saklanabilmesi içindir. Dolayısıyla, buğdaydan un
yaparken, kabukları (kepeği ) eleyerek atmak ve sadece ağır ölü nişastayı un 7ı
olarak kullanmak cahillikten başka bir şey değildir. Peygamberimiz (s.a.v. )
buna asla izin vermezdi . Sehl İ bni Sa'd (r.a. ) : "Resulullah'ın (s. a.v. ) vefatma
kadar, ne beyaz ekmek, ne de elek gördüm" demiştir.
Beyaz undan yapılan ekmeğin hazını ağırdır, kanın asitini yükseltir. Saf­
ra kesesi, böbrek ve mesane taşlarına; kılcal ve toplar damarlarda tıkanık­
lığa sebep olur. Taze mayalı ekmek ise bağırsaklarda B vitamini üreten mik­
roplan pasifize eder. B vitamini eksikliği de sinirsel dengesizliğe ve kaosız­
lığa yol açar. Sıcak mayalı ekmek bir çok hastalık ve bağırsak kurtları için
yeterli bir sebeptir. Mayalı ekmek piştikten en az 3 saat sonra yenmelidir.
Fakat mayasız yufka veya doğal mayalı hamurdan yapılan tandır ekmeği
arasıra sıcak da yenebilir.
En sağl ıklı ekmek, taze öğütülmüş ve kepeği ayrılmamış eski tür buğ­
daydan şerbetçiotu veya nohut mayası gibi doğal mayayla hazırlanıp tan ­
dırda pişirilen ekmektir . Hamurturuşla da ekmek yapılabilir yani hazırla­
nan hamurdan bir parça bir sonraki ekmek yapımında kullanılmak üzere
saklanır. Tekrar hamur yapılacağı zaman maya olarak bu parça kullanılır.
Bu hamurdan da bir parça saklanarak tekrar ekmek yapana kadar bekletilir.
Hamurturuşla yapılan hamur geç kabarır.Ekmeğin hazmını kolaylaştırmak
için, hamura çörekotu, zencefil, anason, keten tohumu, kakule, dereotu to-
humu katılabilir, üzerine susam serpilebilir. Ekmek yaparken farklı unlar
birbirine karıştırılmamalıdır, çünkü ekmeğin hazını ağırlaşır (buğday unu,
çavdar veya arpa ile karıştırılabilir) . Arka arkaya 2 günden fazla buğday ek­
meği yememek, çavdar, pirinç, arpa veya yulaf ekmeği ile dönüşümlü ye­
mek gerekir. Tereyağ, zeytinyağı, içyağı , bal, reçel ve yağlı sebze yemek­
leriyle ekmek yenebilir. Ancak et, tavuk, balık, tahıl ve süt gibi yiyecekler­
le birlikte ekmek yemek hazını zorlaştırır ve sağlığa zararlıdır.
Büyüklerimiz buğday ya da arpa ununu su, yağ ve bal ile yoğurarak k ü­
çük ekmekler yapar, pişirmeden açık havada kurutarak yerlerdi . Böylece,
başka yemekiere ihtiyaç duymadan sağlıklı bir şekilde 1 00 yıldan fazla ya­
şamışlardır. Ancak bugün kara buğday gibi eski buğday türleri, arpa ve çav­
dar artık tarihe karışmıştır. Bunların yerini genetiği değiştirilmiş ve termina­
tör gen ile silahlandırılmış yeni tahıl türleri almıştır.
Yüksek miktarda yapışkan albümin içerdiği için , genetiği değiştirilmiş
buğdayların (tip 405 -550 gibi ) hazını ağırdır. Bu tür buğday ürünlerini yal-
72 n ızca bütün tahılları iyi hazmedebilen kan grubu "A" ve "AB" olanlar haz­
medebilir. Kan grubu "B" olanlar bu buğday ürünlerin i hazırnda zorlanır;
kan grubu "O" olanlar ise hazmedemez. Kan grubu "O" olanlarda buğdayın
yapışkan albümini mide zarını aynen soyar gibi etkiler, mide asidinin yük­
selmesine, gastrit, ülser, H. Pylori enfeksiyonu, damar tıkanıklığı, ateşl i
hastalıklar, kanda PH dengesizliği, alerj i , romatizma, mantar, astım ve de­
ri hastalıkianna neden olabilir. Una ve ekmek hamuruna katılan katkı mad­
deleri ile genetiği degiştirilmiş maya, zararı daha da artırır.
Unda kullanılan katkı maddelerinden bazıları :
• Yapışmayı önleyiciler: Oxysterin , Oleic asit, Gliserin (yağlardan elde
edilir) , Amylase (domuz midesi, küf mantan veya rekombinanat-DNA
yöntemiyle elde edilir) , Cystein/Cystin ( i nsan, domuz ya da at kılı n ­
dan veya rekombinanat-DNA yöntemiyle elde edilir) .
• Beyazlatıcı ve nem tutucular: Et71 (Titanyumdioksit), Et73 (Alümin­
yum hidroksit ) . ("Zihin Kontrolü" ve "Katkı Maddeleri" bölümüne ba­
kınız. )
• Koruyucular: Ascorbikasit (rekombinanat-DNA), Ti02, aluminyum
hidroksit, tuz vs .
• Kabartıcı : Sodyum karbonat, Ti02, vs.
• Sıkıştırıcı : Kalsiyum karbonat (tebeşir) vs.
("Katkı Maddeleri" bölümüne bakınız.)
Bu katkı maddelerinin de ayrıca kendi koruyucu katkıları vardır. Dola­
yısıyla toplam katkı maddelerinin sayısı bunların en az 1 O katına çıkabilir.

Et
Et, işitme ve görme duyusunu geliştirir, aklı ve bedeni güçlendirir.
Dana eti insan mizacına sertlik, koyun eti ise yumuşaklık verir. İ nek, ke­
çi ve deve etinin sindirimi zordur.
Kurban eti herkes için şifadır ancak kesildikten 3 gün sonra bu özelliği­
ni kaybetmeye başlar. Belki bu sebepten Peygamberimiz (s. a.v. ) kurban eti ­
ni 3 günden fazla saklamayı önce yasaklamış, sonra izin vermiştir.
Hayvanın yağı , özellikle iç yağı ve kuyruk yağı , yemeklerde ve ilaç ya­
pımında, kemikleri ise şifalı çorba hazırlamada kullanılır. Sonbaharda ve kı-
şın sık sık et yemek, ilkbaharda ve yazın ise etten uzak durmak sağlığa da- 73
ha uygundur. Sağlıklı insan haftada 1-3, hatta 5 defa et yiyebilir. Peygam­
berimiz (s.a.v. ) "Şüphesiz et yemekierin efendisidir'' buyurmuştur. Ancak
başka bir hadis- şerifte "Devamlı et yemek ve et çarbasma devam etmek sı-
kıntı verir; kalbi katılaştınr'' buyurur.
lzgara veya fırında pişirilen et, haşlanmış etten daha kuru olduğu için
sa!atayla yemekte fayda vardır. Eti yeşil salatayla yemek, eti sindirebilenler
için sindirimi kolaylaştırır, sindiremeyenler için zararını azaltır. Pul biber,
defne veya ardıç yaprağı , sarımsak, soğan, zencefil, kekik, kimyon ile pişi­
rilen etin,besin değeri bu baharatlada zenginleşir.
Bir hayvanın eti başka bir hayvanın eti veya yağı ile karıştırılmamalı ve
yalnız kendi yağıyla pişirilmelidir. Çünkü et, kendi yağıyla birlikte kolay
sindiril ir, kendi yağından başka, hayvani veya bitkisel yağı özümsemez.
Allahü Teala, En'am suresi, 1 46 . Ayet'te ''Yahudilere tımaklı hayvanla­
rın hepsini, sığır ve koyunların ise iç yağlarını haram kıldık. Sırtianna veya
bağırsaklanna yapışanlar ile kemiklerine karışanlar müstesna" buyuruyor.
Onlara kırmızı et yasaklandığına göre, eti sindirme kabiliyeti de kısıtlanmış
veya kaldırılmış olmalıdır. Bilim adamlarının yaptığı son araştırmalar bunu
tasdik etmektedir. Kan gurubu "A" olanlar kırmızı eti sindirmekte zorlan-
makta veya tam sindirememektedir. Onlarda etin hazmını sağlayan mide
asidi o kadar az üretilir ki, kırmızı eti parçalamaya yetmez. Türk nüfusunun
büyük çoğunluğunun (özellikle Karadeniz ve Ege bölgesinde yaşayanlar)
kan gurubu "A"dır. İ lginç olan, Karadeniziiierin çoğu dana iç yağı kullan­
dıkları halde et sevmezler.
Peygamberimiz (s.a.v. ) : "Sığır ve dana eti devamlı yenilecek olursa: Ala­
ca (vitiligo ) , sedef (psoriazis), cüzzam (lepra ) , fil hastalığı ve daha birçok
hastalığa sebep olur" buyurmuştur.
Bu ayet ve hadisten anlaşıldığına ve yapılan bilimsel araştırmaların so­
nucuna göre midesi az asit üretenler (kan grubu "A") kırmızı eti hazmede­
mez, sadece çürütür. Çürümüş et kalıntıları kılcal damarları tıkar, kanser,
cüzzam, sedef, vitiligo, varis ve fil hastalığı gibi hastalıklara yol açar. Bu se­
beple kan grubu "A" olanların daha az mide asidiyle parçalanan tavuk, hin­
di , keklik, oğlak, kuzu eti ve balığı tercih etmesi gerekir.
Her tür hayvanın genç, erkek, siyah ve yağlı olanı tercih edilmelidir.
74 Omuz, sırt eti ile kemiğe sarılmış et daha lezzetli, daha hafiftir. Her hay­
vanın sağ tarafındaki et sol taraftakine göre daha lezzetlidir. Kırmızı koyu­
nun eti siyah koyunun eti kadar lezzetli, sindirimi ise daha kolaydır. Beyaz
koyunun eti hafif, gri koyunun eti ağırdır. Bir yaşındaki siyah, yağlı erkek
keçinin eti lezzetli ve hafi ftir. Kuzu, oğlak ve buzağı eti en iyi ve en hafif
etlerdir. Bunların içinde en iyi hazmedilen ve en az kalıntı bırakan oğlak
etidir. Kurutulmuş etin hazını ağırdır, fakat buzlukta saklanan etten daha
iyidir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) at eti yemeye izin vermiş, fakat eşek eti ­
ni yasaklamıştır.
Etin cinsiyle beraber hayvanın nasıl kesildiği de son derece önemlidir.
"Allah size ölü, kan, domuz eti ve Allah'tan başkası adına kesiteni haram
kıldı". Bakara Suresi 1 73
Allah (c.c. ) bu yasağı Kur'an - ı Kerim'de birkaç yerde tekrarlamaktadır.
Elektroşok verilerek kesilen hayvanın eti ölü hayvanın eti gibidir, sade­
ce bazı detaylar farklıdır. Bu şekilde kesilen etin zararını anlamak için şöy­
le bir misal verilebilir:
Mükemmel donanımlı bir ülkede savunma sistemi her tür hastalığa ve
genetik mutasyona yol açan , akla gelebilecek her çeşit kimyasal ve biyolo -
jik silahın bağlı olduğu çok güçlü tek bir bilgisayarla yönetiliyor olsa. Bu
ülkeyi işgal etmek isteyen birisi, savunma sisteminin merkezi olan bilgisa­
yar ile savunma birimleri arasındaki bağiantıyı keserek ülkeyi, hiç zarar ver­
meden bütün güzellikleriyle alır ve kullanır. Ancak akılsız biri direkt bilgi­
sayarı bombalamaya başlasa bilgisayar bozulur ve buna bağlı silahlar kon ­
trolsüzce şehir halkını v e yerleşim alanlarını tahrip eder. Halk zehirlene­
rek, şişerek, delirerek ölür veya yaralanır, yerleşim yerleri ise harap olur.
Bu örnekte bilgisayarın bağlantısını kesen doğru davranandır; yani bey­
ne giden ana damar ve sinirlerin bağlantısını kesrnek suretiyle hayvanın ka­
nını akıtandır. Bu durumda beyin bir anda kansız kalarak bayılır ve hiçbir
tepki veremez. Fakat kalp, bütün kan dışarı atılana kadar çalışmaya devam
eder ve böylece hayvanın eti, kanda dolaşan ve eti zehirleyen tüm madde­
lerden temizlenir. Elektroşok ile bayıltılıp kesilen hayvanda ise elektroşok
hayvanın kalbini durdurur veya korkunç bir aritıniye uğratır; fakat beyin
çalışmaya devam eder ve bedeni savunmak için yüksek miktarda, farklı hor­
mon ürettirir. Kan hareketsiz olduğu için içinde bulunan toksinleri , hor­
75
monları , atıkları, mikropları, kokuşmuş gazları etiere sızdırır, kemiklerde ve
ekiemierde bırakır. Böylece et leş özelliği kazanır.
Yukarıda gördüğümüz gibi Allah (c.c.) kırmızı eti sadece yahudilere ya­
saklamış, ancak ölü hayvan etini , kanı ve domuz etini tüm insanlara yasak­
lamıştır. Araştırmalardan elde edilen verilere göre hiçbir insan topluluğun­
da domuz eti için sindirim sistemi olmadığı ortaya çıkmıştır.
Sosis, salam, pastırma, sucuk gibi işlenmiş et ürünlerini yemek mümkün
değildir. Bu ürünler, farklı hayvanların eti ve yağı karıştırılarak hazırlanır;
ayrıca, bütün işlenmiş et ürünlerinde katkı maddesi olarak sodyum nitrit,
sodyum sülfit, aspartam ve gıda boyası kullanılır. ("Katkı Maddeleri" bölü­
müne bakınız.)
Bütün hayvanların sindirim sistemleri her birine özel olarak verilen rız­
ka uygun yaratılmıştır. Bu sebeple hayvanlar, sadece onlara özel yiyecekle­
ri hazmedebilir. Doğal beslenen hayvan sağlıklıdır, eti, yağı , kemikleri te­
mizdir. Fakat günümüzde hayvanlar hormon, antibiyotik, protein ve vita­
minlerle, rekombinant- DNA yöntemiyle üretilmiş katkı maddeleri ve koru­
yucular bozulmayı önleyiciler ve daha pek çok katkı maddesi , yemek artık­
ları , tarihi geçmiş cips, bisküvi, kek, vb. içeren yemlerle beslenmektedir.
Neticede insan gibi hastalanan hayvan , tıpkı insan gibi ağır ilaç teda­
visi görmeye başlamaktadır. İ laç tedavisi gören hayvanın eti, yağı, kemik­
leri yukarıda anlattığımız faydalardan yoksun kalır, hatta sağlık için tehdit
oluşturur. Bu nedenle et alırken, özellikle kem ik, yağ, karaciğer, böbrek,
kalp ve beyin tüketirken, bunlardan henüz etkilenmemiş genç hayvanların
eti ni tercih etmek gerekir.
Gel işmeyi hızlandıran kortizon, östrojen, progesteron ve testesteron
hormonları sığır, koyun, kümes hayvanları ve kültür balığı yemlerinde yay­
gın olarak kullanılmaktadır. " Ö strojen", "Testesteron" ve "Progesteron" cin­
siyet hormonu olduğu için bu hayvanların et veya sütünü tüketen kadınlar­
da adet düzensizliği, erkeksi özellikler, kızlarda erken ergenlik, erkeklerde
iktidarsızlık, kısırlık ve kadınsı özellikler görülmektedir. Amerika ve AB'de
bu maddelerin kullanımı yasaktır.
Klonlanmış hayvanların etleri ve sütleri bazı üçüncü dünya ülkelerinde
ucuz ürün olarak uzun zaman satıldıktan sonra ilk olarak 2007 yılında, ABD
76 marketlerinde görülm�ye başlamıştır. Klonlanmış inek, domuz ve keçiler
konusunda yetkililerin savunduğu tez, bu hayvanlardan elde edilen ürünle­
rin, her gün tükettiğimiz normal ürünlerle aynı kalitede olduğu ve hiç bir
zararının olmadığıdır. Üstelik bilim adamları bu tip ürünlerin hangi yolla
elde edildiklerini ambalaj da belirtmeye gerek olmadığını savunmaktadır.
Klonlanmış hayvanlar üzerinde çalışan bilim adamları insanların yıllar­
dan beri renklendirici, arama, tatlandırıcı, GM soya kıyması ve sentetik
protein gibi yapay gıda tüketmeye alıştığını ve sentetik yiyeceklerin insan­
lara hiçbir zarar vermediğini iddia etmektedir.
Bununla birlikte, Hollanda'da domuzdan alınan kök hücrelerin çoğaltıl­
masıyla hayvan yetiştirmeden doğrudan et üretilmiştir. Hollanda'nın yanı
sıra ABD, lskandinavya ülkeleri ve Japonya'da da bunu geliştirerek biftek
veya pirzola şeklinde istenilen kalitede istenilen eti üretebilmek için çalış­
malar yürütülmektedir.
Sonuçları tam araştırılınadığı için, bu ürünlerin vereceği maddi zarar he­
nüz belli değildir, ancak manevi zararı açıktır. Nisa Suresi 1 1 8 - 1 1 9. Ayet'te
anlatılan usulle yetiştirilen hayvanların eti ve sütü muhakkak haramdır.
(Maide Suresi 60. ayet ve "GMO" bölümüne bakınız . )
Tavuk
Doğal beslenen tavuğun eti yenebilir, yağı ve suyu yemekler için ku11a­
nılabil ir. Ancak sentetik hormon, antibiyotik, vitami n ve hazır, katkılı
yemlerle yetiştirilen tavuğun eti, yumurtası ve yağı sağlık için zararlıdır.
Serbest yetişen , doğal olsa da, tavuk etinin hazınında zorlanan bir grup
insan vardır ki bunlar kan grubu "B" ve "AB" olanlardır. Tavuk etinde onlar
için sindirilemeyen bir protein bulunmaktadır. Bu protein bağışıklık siste­
mini zayıflatır ve metabolizmayı yavaçlatır (insanı şişmanlatır) .
Horozun iyisi henüz ötmeyeni, tavuğun iyisi ise yumurtlama dönemine
ulaşmayanı dır.
Kekik, kimyon, karanfil ve dereotu ile pişirilen horoz eti eklem ağrısı­
na, gaza, mide ve bağırsak iltihaplarına iyi gelir. Tavuk eti aklı güçlendirir,
horoz eti meniyi artırır.
Tavuk yemi
77
Bu gün tavuk yemi olarak genetik yapısı değiştirilmiş mısır, soya ve buğ­
day gibi tarımsal ürünler ku1lanılmakta ve yeme diğer hayvanların yemine
katılan katkı maddeleri ilave edilmektedir. Yemiere katılan steroid hor­
monlar yumurtaya, yumurtadan da i nsana geçmektedir. ("Et" bölümüne ba­
kınız. ) Ayrıca Rekombinant DNA teknoloj isi ile istenilen "yönlendirilmiş"
protein tasarımı ve üretimi mümkündür. Yönlendirilmiş Rekorubinant pro­
tein, yumurtanın embriyosuna ulaşır, DNA'yı etkileyerek istenilen protein,
vitamin ve fermentleri üretebilir. Bu protein, vitamin ve fermentler, aynen
Rekombinant ilaçlar gibi davranır. ("Rekombinant i laçlar" bölümüne bakı­
nız)

Yaqlar
Bütün hücre duvarları yağ içerir. Yağ, deri altında, organların ve kasla­
rın çevresinde toplanarak depolanır ve dışarıdan gelen tehlikelere karşı or­
ganları korur. Vücut ısısını ve su kaybını kontrol altında tutar. Deri altın­
daki yağ, deriye esneklik ve güze1lik verir, yaralanma ve iltihaplanmadan
korur. Saçları , kı1ları , deriyi yumuşatır ve parlatır. Vitaminleri taşır, emili­
mine yardım eder. Mideyi yavaş terk ettiğinden doygunluk hissi verir.
Beynimizin yaklaşık %60'ı yağ asitlerinden oluşur. Bunun yarısı doyma­
mış yağ asitleri, diğer yarısı da doymuş yağ (hayvan i yağ gibi) asitleridir.
Doymuş yağlar hücre zarının yüzde 50'sini oluşturur ve metabolizma­
nın çalışmasında önemli rol alır: Kalsiyumun kemiklere taşınmasını, karaci ­
ğerin toksinlerden korunmasını sağlar, iyi kolesterolü arttırır, hücreleri za­
rarlı bakterilere karşı savunur, bağışıklık sistemini kuvvetlendirir, cinsiyet
hormonları da dahil olmak üzere, çeşitli hormonların üretiminde yer alır,
kan akışkanl ığını sağlar. Doymuş yağlar ısıtma ve pişirme sırasında bozul­
madığı için kızartma ve kavurma işlemlerini bu yağlarda yapmak gerekir.
Eti kendi yağı ile pişirmek, etin sindirimini kolaylaştırır. Görüldüğü gibi
hayvani yağlar yani doymuş yağlar sanıldığı gibi tehl ikeli değildir. Fakat,
doğal beslenmeyen hayvanların yağı zararlıdır. Çünkü hayvan vücudu da
tıpkı insan vücudu gibi hazımsızlık sonucu oluşan kal ıntı ve zehirleri yağ­
da depolar.
Sağlıklı insanın haftada 2 - 3 defa yağ yemesi yeterli olabilir. Peygamber
Efendimiz (s.a.v. ) "40 güne kadar et ve yağlı yememeye devam etmek, ah­
78
lakı bozar, tabiatı değiştirir", buyuruyor.

Güler E., yaş 35, İstanbul, ev hanımı 

Ben Doktor Aidın Salih'e hiç kesilmeyen baş ağrılarım için gitmiştim. Bana yumurtalıklarımda kist, rahmimde miyomlar olduğunusöyledi. Tedaviye başladım. Bir müddet süren tedavilerden sonrakadın doktoruna gittim. Aidın Hanım'ın söylediği gibi, rahimimdemiyomlar ve yumurtalıklarımda kistler olduğunu, bağırsağa kadarilerlediğini ve bunun'ilaçla tedavisinin mümkün olmadığım, ameliyat olmam gerektiğini söyledi. Bu durumu Aidın Hanımla görüştüğümde, tedavi sonucunda bütün miyom ve kistlerin bir araya toplanacağını ve o zaman ameliyat olabileceğimi, ama rahim ve yumurtalıklarımı kesinlikle aldırmamamı söyledi. Ben ameliyat olmak331332istemiyordum, fakat 3 ay Aidın Hanım'm tedavisini uyguladıktansonra, ailemin ısrarı üzerine ameliyat olmak durumunda kaldım.Ameliyattan önce 3 gün hastanede kaldım ve bu 3 gün boyunca açlık yaptım. Ameliyattan sonra doktorlarımın hayret edip "müjde"dediklerini duydum. Çünkü ameliyattaki duruma göre rahim ya dayumurtalıkları alabileceklerini söylemişlerdi. Oysa ki küçük miyomlar kendiliğinden düşmüş, portakal gibi olan iki kisti de kendileri temizlemişler. Böylece rahim ve yumurtalıklarımı almadılar.Devamlı olan baş ağrılarım Allah'a hamd olsun şimdi yok. Ameliyattan bu yana 2 sene geçti. Kadın-doğum doktoruna gittim. Hiçameliyat geçirmemiş gibi olduğumu söyledi. Doktor Aidın Hanım'ın tavsiyelerine dikkat etmeğe devam ediyorum. Allah ondanrazı olsun. 

Mustafa A. İstanbul, işadamı 

Hastalığım 1997 senesinde ortaya çıktı. Rahatsızlığımdan dolayıdoktora gitmiştik. Çünkü elimde, burnumda ve şakaklarımda büyüme olmuştu. Çektirdiğimiz MR sonucu hastalığımın hipofiz adenoması olduğunu öğrendik. O günler çok zordu. Hastalığı öğrendikten sonra en az 5 profesöre gittik. Hepsi de hemen ameliyat olmamgerektiğini yoksa hastalık neticesinde körlük ya da yüksek derecede şeker hastası olacağımı, cinse! hayatımın olamayacağını söylediler. Hatta Amerika'da çalışmış bir profesör oradaki hastaları anlattı. Ben "peki ameliyat olursam kurtulur muyum" dediğimde bir örnek anlatıp hastanın ameliyat olduğunu ama kısa bir süre sonra öldüğünü söyledi. En acı günümdü sanırım, o günleri hatırlamak bileistemiyorum. Ölüm Allah'tan tabi ama, doktor doktor çare arayıpçıkaryol olmayınca ya da öyle sandığınız gün Mevlam bir kapı açıyor. Biz de Dr. Aydın Hanımla tanıştık tam o günlerde. Yaptığımıztedavilerle çok şükür bu güne kadar geldik. Ama sağlıklı geldik.Şimdi de hersabah İİmon suyu, günde 1 bazen 2 öğün yemekle, zaman zaman 3 günlük açlıkları yaparak devam ediyoruz.7.5.2008.

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir