en yaşlı tahta çıkan padişah / Loading interface

En Yaşlı Tahta Çıkan Padişah

en yaşlı tahta çıkan padişah

Dünya Bizim Kültür Portalı

           

         

Osmanlı padişahlarının sı, İslâm halifelerinin ise si olan III. Mustafa(Mustafa-yı Sâlis), 28 Ocak (14 Safer ) tarihinde Edirne'de dünyaya gelmiştir. Babası Lâle Devri padişahı Sultan III. Ahmed, annesi ise cariye kökenli Mihrişah Emine Sultan'dır. III. Mustafa Han, Edirne'de doğup tahta geçen son Osmanlı padişahıdır. Dinî ilimler, ede­biyat, tarih, coğrafya, nücum(astroloji), tıp, devlet idaresi ve askerî konularda ilim tahsil etmiş, donanımlı bir kişidir. Görünüm olarak orta boylu, iri gözlü, yassı burunlu ve siyah sakallı olarak tarif edilir. O; son derece dindar, takva sahibi, tutumlu, müşfik, çalışkan ve cömert bir insandı. Büyük İstanbul depreminde evlerini ve yakınlarını kaybeden halka kendi kesesinden yardım etmesi onun şefkat ve merhametinin en büyük göstergesidir.

Sultan III. Mustafa'nın eşleri Adilşah Kadın, Aynülhayat Kadın, Mihrişah Sultan ve Rif'at Kadın'dır.  Sonuncu eşi saray dışındandır. Oğulları Şehzâde Mehmet ve Osmanlı'nın padişahı olan III. Selim'dir. Kızları ise Hibetullah Sultan, Fatma Sultan, Cihanşah Sultan, Mihrimah Sultan, Mihrişah Sultan, Şah Sultan, Beyhan Sultan ve Hatice Sultan'dır.

Sultan III. Mustafa bahtsız bir padişahtır. Onun bahtsızlığı çocukluğundan beri onu adeta bir gölge gibi takip etmiştir. Zira o, Patrona Halil İsyanı’yla saltanatı sona erdirilen babası III. Ahmed ile beraber Topkapı Sarayı’nın Kafes Kasrı’na kapatılmıştır. 13 yaşında başlayan bu mahkûmiyet 27 sene boyunca öylece devam etmiştir. Fakat o, bu sıkıcı hayatı faydalı meşguliyetlerle kıymetlendirme yoluna gitmiştir. Dört duvar arasında sürekli okumuş, yeni şeyler öğrenmiş, özellikle ilm-i nücum, edebiyat ve tıp alanlarında derinleşmiştir.

Çeyrek asır boyunca sıkıntılı bir tecrit hayatı yaşayan III. Mustafa, tahta çıkabilmek için iki amcaoğlunun(I. Mahmud ve III. Osman) saltanat sürelerinin bitmesini beklemek mecburiyetinde kalmıştır. Kendisinden birkaç gün büyük olan ağabeyi Şehzâde Mehmed’in 2 Ocak ’da şüpheli ölümü III. Mustafa’ya saltanat yolunu ardına kadar açmıştır.

27 senelik kafes hayatından sonra 40 yaşında gelen saltanat

Sultan III. Mustafa, amcazâdesi III. Osman'ın 'de vefat etmesiyle 30 Ekim tarihinde 40 yaşında tahta çıkmıştır. I. Mahmud'un ve III. Osman'ın çocukları olmadığı için taht yolu kendisine açılmıştı. Yeni padişah Kafes Kasrı'ndan çıkartılıp Sünnet Odası'na davet edilmiş, burada padişahlığı kendisine tebliğ edilmiştir. Cülus töreni Bâbüssaade önünde yapılmıştır.  Sarayburnu, Tophane, Tershane ve Yedikule'den cülus topları atılmıştır. Çiçeği burnunda padişah, ertesi gün kılıç kuşanmak için büyük bir alayla önce Fatih Türbesi'ne, oradan Edirnekapı üzerinden Eyüp'e gitmiş, tahtta kaldığı müddetçe adaletle hükmedeceğinin bir nişanesi olarak şeyhülislâm tarafından kendisine Hz. Ömer'in kılıcı kuşatılmıştır.

Sultan III. Mustafa, kendisinden önce padişah olan(selefi) III. Osman'ın bilge sadrazamı olan Koca Ragıp Paşa'yı görevde bırakmış, onun engin tecrübelerinden yararlanmayı uygun görmüştür. Devletin dış işlerini ona havale etmiştir. Devlet yönetimine vakıf bir sadrazamla çalışması Sultan III. Mustafa'nın işlerini bir hayli kolaylaştırmıştır. Padişah daha sonra da dul kız kardeşi Saliha Sultan'ı Koca Ragıp Paşa'yla evlendirmiştir.

Sultan III. Mustafa yenilikçi bir padişahtı.

Yenilikçi bir padişah olan Sultan III. Mustafa, zamanın gerisinde kalmamanın ve zamanın ruhunu yakalayıp yenileşmenin elzem olduğu düşüncesindeydi. Bu yüzden ıslahat(lar) yapmanın gayreti içerisindeydi. Onun zamanında önemli ıslahatlar yapan Prusya Kralı II. Frederik’in tecrübelerinden faydalanmak istiyordu. Bu gayeyle Ahmed Resmî Efendi’yi II. Frederik'e göndermişti. Prusya Kralı II. Frederik, Sultan III. Mustafa’ya Ahmed Resmî Efendi vasıtasıyla ıslahat hareketlerindeki muvaffakiyetinin üç altın anahtarı hükmündeki şu kıymetli öğütlerini göndermişti: "1.  Bol bol tarih okuyun, eski tecrübelerden faydalanın. 2. Güçlü bir orduya sahip olmaya çalışın ve barış zamanında askerlerinizi sürekli eğitime tâbi tutun. 3. Hazineniz daima parayla dolu bulunsun, ekonomiye önem verin." Sultan III. Mustafa, bu öğütleri Ahmed Resmî Efendi'den dinledikten sonra acı acı gülmüş, sonra da “Biz de bunları yapmak niyetindeyiz, lâkin yolu nedir?” diyerek kendi kendine söylenmiştir.

Sultan III. Mustafa, zamana ayak uydurmakta güçlük çeken, donanım olarak çağın gerisinde kalan, zaman zaman da başına buyruk hareket eden mevcut orduda mutlaka bir yenileşme yapılması gerektiği düşüncesindeydi. O, bu düşünceyle askerlere eğitim kuralları getirmiştir. Bütün karşı çıkmalara rağmen tüfeklere süngü taktırmıştır. Yeni bir tophane kurdurup güçlü toplar döktürmüştür. Bahriye, istihkâm ve topçu okulları açmıştır. İhtiyaçları göz önünde bulundurarak yaşlı subaylara bile eğitim zorunluluğu getirmiştir.  Ordudaki ıslahatlar hususunda Baron de Tott adlı Macar uyruklu Fransız’dan faydalanmıştır. Baron de Tott, Osmanlı topçu sınıfını yeniden ele alıp modernize etmiş, Sürat Topçuları Ocağı'nı kurmuş, askere Avrupa usulü eğitim yaptırmıştır. Boğaz'da kaleler inşa ettirmiştir.

Sultan III. Mustafa dönemi Osmanlı'da mimarî faaliyetlerin yoğun olduğu hareketli bir dönemdir.  Bu dönemde İstanbul'da büyük depremlerin olması mimarî faaliyetlerin yoğunlaşmasının sebeplerinden biridir.  Başta Eyüp Sultan ve Fatih Cami olmak üzere bunun gibi önemli mabetler ve tarihî yapılar bu tabiî afetler neticesinde yıkılmıştır. Yıkılan yerler ya tamamen yeniden yapılmış ya da tamir edilmiştir. Bununla beraber Ayazma ve Kadıköy İskele Camileri de onun zamanında yapılan dinî eserlerdir. Fakat hiçbirinde kendi adı yoktur.

Sultan III. Mustafa tarafından inşa ettirilen Lâleli Camii, Osmanlı Devleti'nden günümüze intikal eden önemli mabetlerden biridir. Caminin kendisinden çok, dillere pelesenk olan hikâyesi mühim ve enteresandır. yılları arasında yaptırılan bu kıymetli eser, bir camiden öte, birçok müştemilata haiz külliyedir. Fakat günümüze sadece cami kısmı kalabilmiştir. İmaret, çarşı, dükkânlar, çeşmeler, sebil, türbe, medrese, han, muvakkithâne ve mumhâneden müteşekkil külliye ne yazık ki günümüze ulaşamamıştır.

Sultan III. Mustafa, "Cihangir" mahlâsıyla güzel şiirler yazmıştır.

Uzun yıllar cihana hâkim olan Osmanlı Devleti kültür, sanat ve edebiyat alanında da dikkate değer işlere imza atmıştır. Öyle ki devleti yöneten II. Murad(Muradî), Fatih Sultan Mehmed(Avnî), II. Bayezid(Adlî), Yavuz Sultan Selim(Selimî) ve Kanunî Sultan Süleyman(Muhibbî) gibi padişahlar şiire gönül vermişlerdir. Osmanlı Devleti'nin şair padişahlarından biri de Sultan III. Mustafa'dır. O, "Cihangir" mahlâsıyla birbirinden güzel divan tarzı şiirler kaleme almıştır. Müşfik bir karaktere sahip olan III. Mustafa, şiirlerine engin bir tevazunun gereği olarak “el-fakir Mustafa Han-ı Sâlis” şeklinde imza atardı. Onun aşağıdaki mısraları dönemin idarî ve sosyal sıkıntılarını göstermesi bakımından önemlidir:

“Yıkılupdur bu cihân sanma ki bizde düzele/Devleti, çarh-ı deni verdi kamu mübtezele/Şimdi ebvab-ı saadette gezen hep hazele/İşimiz kaldı heman merhamet-i lemyezele"(Bu devlet düzeni bozulmuştur. Dönemimizde de düzeleceğini sanma. Kader ve düzen, devlet çarkını işe yaramaz kimselerin eline verdi. Şimdi devlet görevlerinde bulunanlar hep işe yaramaz ve fuzuli insanlardır. Bu yüzden işimiz Allah'ın merhametine kalmıştır.)

Sultan III. Mustafa dönemi Osmanlı-Rus Savaşı

Sultan III. Mustafa döneminin ilk yılları barış, huzur ve sükûn içinde geçmiştir. Bunda onun barış yanlısı tecrübeli sadrazamı ve eniştesi Koca Ragıp Paşa'nın büyük rolü vardır. Osmanlı Devleti bu dönemde Osmanlı-Rus Savaşı'na kadar önemli bir mesele(savaş) yaşamamıştır. 'de Rusya'da II. Katerina başa geçince Osmanlı dış politikasında ve Osmanlı-Rus ilişkilerinde olumsuz değişmeler baş göstermiştir. Bunda devleti her türlü maceradan uzak tutan ve sağduyulu hareket eden Koca Ragıp Paşa'nın ölümü de etkilidir.

Rusya'nın sürekli olarak Osmanlı Devleti'nin müttefiki olan Lehistan(Polonya) topraklarına saldırması, Yunanistan'ı ve diğer Balkan ülkelerini Osmanlı'ya isyana teşvik etmesi, Rus süvarilerinden kaçan Lehistanlıların Kırım hanlarına ait Balta kasabasına sığınması, Rusların bu kişileri takip ederek söz konusu kasabaya saldırması, Lehistanlılarla beraber Müslümanları da kılıçtan geçirmeleri bardağı taşıran son damla olmuştur. Bu saldırgan tavır ve davranışlar Osmanlı'yı harekete geçmeye mecbur bırakmıştır.  Devlet-i Âliyye'nin Savaş Divanı 8 Ekim 'de III. Mustafa'nın başkanlığında toplanarak Rusya'ya savaş ilân edilmiştir. Böylelikle Osmanlı'da 28 yıl 10 ay süren barış dönemi sona ermiştir.          Ruslarla savaş kaçınılmaz olunca III. Mustafa, Hacı Mehmed Emin Paşa'yı sadrazamlığa getirerek kendisine "Serdar-ı Ekrem" unvanını vermiş ve Rus seferine göndermiştir. Fakat yeni sadrazam askerî bilgiden yoksun olduğunu paşalara itiraf etmiş, ordunun sevk ve idaresini onlara bırakmıştır.  Böyle aciz bir sadrazamla savaşa girilmiştir.

Uzun süren barış dönemi Osmanlı askerlerinin savaş kabiliyetini köreltmişti. Bir de devlet böyle çetin bir savaşa hazırlıksız yakalanmıştı. Kocası III. Petro'yu öldürerek yerine geçen Çariçe II. Katerina yönetimindeki Rusya ise muazzam bir askeri güce sahipti. Tüm bu olumsuzluklara rağmen I. ve II. Hotin Zaferleri kazanılmıştır. Bu zaferlerden sonra padişaha "Gazilik" unvanı verilmiştir. Fakat savaşın Sadrazam Hacı Mehmed Emin Paşa'yla sürdürülemeyeceği anlaşılmış, onun yerine Hotin Seraskeri Moldovânî Ali Paşa getirilmiştir.

Osmanlı ordusu Ruslara karşı zafer kazanmanın hesapları içerisindeydi. Yeni sadrazam Moldovânî Ali Paşa, Turla Nehri'nin karşısındaki Rus askerine ulaşmak için köprü kurmuş, karşı kıyıya geçerek Ruslara kayıplar verdirmiştir. Fakat bir gece vakti sular yükselince derme çatma yapılan köprü, üstündeki askerlerimizle sulara gömülmüştür. Bu durum askerimizin moralini bozmuştur. Ordu Isakçı'ya çekilmiştir. Köprü faciasını duyan harap haldeki Hotin muhafızları da dirençlerini kaybetmişlerdir. Neticede Ruslar Eflâk-Boğdan voyvodalıklarıyla Kafkasya'yı istila etmişlerdir. Bu hezimet karşısında Sadrazam Hacı Mehmed Emin Paşa görevden azledilmiş, yerine Beylerbeyi Halil Paşa geçmiştir.

Osmanlı ordusunu yenen Rusların başındaki Çariçe II. Katerina bu sefer de İngilizlerin de desteğini alarak Mora'ya asker çıkarmış, burayı almak için şeytanî planlar yapmıştır. Düşman askerleri Mora'da Müslümanları kadın çocuk ayrımı yapmadan hunharca katletmiştir. Bunun üzerine padişah Sultan III. Mustafa eski sadrazamlardan Muhsinzâde Mehmed Paşa'yı Mora Seraskerliği'ne tayin etmiştir. Ruslar direniş gösterse de mağlup olmuş, perişan vaziyette kaçmak mecburiyetinde kalmışlardır. Moralleri alt üst eden sıkıntıların arifesindeki bu zaferden sonra Muhsinzâde Mehmed Paşa'ya "Mora Fatihi" unvanı verilmiştir.

Mora Zaferi'nin müspet tesiri çok sürmemiş, bu zaferin ardından gelen bozgunlar ve felâketler kara günlerin habercisi olmuştur. Her şey güzel giderken tarihe kapkara bir leke olarak geçen "Çeşme Bozgunu" yaşanmıştır. 6 Temmuz gecesi Rus donanması, Çeşme Limanı önüne gelerek Osmanlı gemilerini topa tutmuştur.  İngiliz subaylarından Greig'in hazırladığı ateş gemileri limana girmiş, Greig filosundan atılan bir humbaradan Osmanlı gemileri tutuşmuştur. Böylece başlayan yangın, gemilerin birbirinin üstüne düşmesinden dolayı süratle ilerlemiş, birkaç saat içinde, hemen hemen bütün donanma yanıp kül olmuştur.      7 Temmuz sabahı, ateşten kurtulan bir kalyon ile birkaç küçük gemi limandan çıkarken Rusların eline geçmiştir. Kaptân-ı Deryâ Hüsameddin Paşa, gemisiyle Sakız Adası'na sığınmıştır. Çok geçmeden de görevinden azledilmiştir. Cezayirli Hasan Paşa, gemisinin havaya uçmasına rağmen kurtulmayı başarmıştır. Çeşme Savaşı'nın ardından Limni Adası'nı kuşatan Orlov, Cezayirli Hasan Paşa'ya yenilerek çekilmek zorunda kalmıştır.

Osmanlı ordusu 'deki muharebelerde büyük kayıplar vermiş, ardından da Ruslar Kırım'ı işgal etmiştir. Kırım hanı ve birçok Kırımlı İstanbul'a göç etmek mecburiyetinde kalmıştır. Kırımlıların önemli bir kısmı da hunharca öldürülmüştür. Üst üste gelen hezimetler padişah III. Mustafa'yı çok üzerek sağlığını bozmuştur. Padişah yılının son aylarında iyice rahatsızlanmış, 21 Ocak tarihinde, bir cuma günü ebediyete irtihal etmiştir.

Yorumunuz Onaylanmak Üzere Gönderildi

Hangi Padişah 19 Kardeşini Öldürttü?

<p> III. Murat (), Osmanlı mülkünü devralır almaz ilk iş olarak 6 kardeşini boğdurttu. </p> <p> cariyeden çocuğu oldu. Kendilerine ve çocuklarına dokunulmayan kadınlar şunlardı: </p> Venedikli Bafo (Safiye Sultan), Polonyalı Mona /Mihriban), Macar Ninuşka (Nazperver) Rus Olga (Şahhüban) ve Romen Meri Fahriye). Diğer kadınlardan olan çocukları doğumdan sonra anneleri ile birlikte öldürülüyorlardı. <p>III. Murat öldüğünde, hemen o gece ondan hamile olan 10 cariye boğdurulup Sarayburnu'ndan denize atıldı.</p>

III. Murat (), Osmanlı mülkünü devralır almaz ilk iş olarak 6 kardeşini boğdurttu.

cariyeden çocuğu oldu. Kendilerine ve çocuklarına dokunulmayan kadınlar şunlardı:

Venedikli Bafo (Safiye Sultan), Polonyalı Mona /Mihriban), Macar Ninuşka (Nazperver) Rus Olga (Şahhüban) ve Romen Meri Fahriye). Diğer kadınlardan olan çocukları doğumdan sonra anneleri ile birlikte öldürülüyorlardı.

III. Murat öldüğünde, hemen o gece ondan hamile olan 10 cariye boğdurulup Sarayburnu'ndan denize atıldı.

Sultan VI. Mehmet Vahidettin son Osmanlı hükümdarı olup, 4 Ocak ’de doğdu. Annesi Gulistû Kadın Efendidir. Sultan Abdülmecit&#;in sekizinci oğlu ve kendisinden önce tahta geçen V. Murat, II. Abdülhamit ve V. Mehmet Reşat&#;ın küçük kardeşidir.

Çok küçük yaşta anne ve babasını kaybetti. Abdülmecit&#;in kadınlarından Şayeste Kadın tarafından büyütüldü. İlk evliliğini ablası Cemile Sultan&#;ın sarayında görüp beğendiği Nazikeda Kadınefendi ile yapmıştır. Cemile Sultan, Nazikeda’yı evladından ayırmadığını, üzerine titreyerek çok itina gösterdiğini söylemiş ve üzerine başka bir eş almaması şartı ile Vahideddin&#;in talebini kabul edeceğini bildirmiştir. Vahideddin ablasının şartını kabul etmesine rağmen, Nazikeda&#;nın iki kız dünyaya getirmesinden sonra tıbben bir daha doğum yapamayacağı bildirilmesi üzerine eşinin de rızasını alarak başka evlilikler yapmıştır. Ağabeyi II. Abdülhamit&#;in uzun padişahlığı sırasında, Çengelköy&#;de mimar Vallaury&#;e yaptırdığı köşkünde münzevi bir hayat yaşamıştır.

Asabî bünyeli, sert mizaçlı, fakat hiddeti çabuk geçen ve tahammüllü, çok kurnaz ve çabuk kavrayışlı idi. Bununla beraber, aşırı ölçüde vehimli ve kararsızdı.

V. Mehmet Reşat tahta geçtiğinde, Sultan Abdülaziz&#;in oğlu Yusuf İzzeddin Efendi veliaht olmuştu. Yusuf İzzettin&#;in 1 Şubat &#;da bir yurt dışı seyahatine çıkacağı gün henüz aydınlatılamayan bir şekilde intiharı üzerine Vahidettin veliahtlık makamına yükseldi. Aralık ayında yaveri Mustafa Kemal Paşa eşliğinde beş haftalık Almanya seyahatine çıktı. 3 Temmuz &#;de Sultan Reşat&#;ın ölümü üzerine 57 yaşında tahta çıktı.

yazında tahta geçtiğinde iki büyük sorunla karşı karşıya kaldı: bir yandan, bir felakete dönüşen I. Dünya Savaşı&#;nı en az hasarla sona erdirmek; öbür yandan, &#;ten beri imparatorluğa egemen olan İttihat ve Terakki rejimine karşı bir siyasi alternatif oluşturmak. Bu yüzden daha savaş bitmeden İngiltere ile bir ayrı barış için yapılan gizli temaslarda Vahidettin’in adı geçti. Tahta geçer geçmez, İttihat ve Terakki önderliğine muhalefetiyle tanınan Mustafa Kemal Paşa&#;yı Suriye Cephesi kumandanlığına atadı.

8 Ekim &#;de savaşın kaybedileceğinin anlaşılması üzerine Talat Paşa başkanlığındaki İttihat-Terakki kabinesi istifa etti. İzzet Paşa&#;nın “artçı” kabinesinin de kısa sürede istifası üzerine Padişah, yaşlı diplomat Tevfik Paşa&#;yı 13 Kasım&#;da sadrazamlığa getirdi. Mustafa Kemal Paşa ile Vahidettin&#;in yolları, ilk kez, Mustafa Kemal&#;in şiddetle karşı çıktığı bu atama nedeniyle ayrıldı.

Ali Rıza ve Salih Paşa kabine­leri ise İtilâf Devletleri temsilcilerinin millî teşkilât aleyhindeki emirlerini yerine getirmek istemediğinden istifa etmişlerdi. Devletin ileri gelenlerin­den bazıları Vahidettin&#;e Damat Ferid Paşa&#;yı sadrazamlığa getirmemesini ihtar ettiler ise de, o, istediğini sadrâzam yapmakta muhtar olduğunu, dilerse Rum veya Ermeni patriğini veya hahambaşıyı sadrazam­lığa getirebileceğini bildirdi. 5 Nisan ’de, dördüncü defa olarak, Damat Ferit Paşa kabinesi kuruldu.

Damat Ferit Paşa’yı yeniden iktidara getiren Hatt-ı Hümayun’da Kuvâ-yı Milliye aleyhinde hükümler vardı. Bunda Kuvâ-yı Milliyecilerin yaptıkları hareketler suç telakki ediliyor, bu hareketleri teşvik ve tahrik etmiş olanların cezalandırılması isteniyordu.

Padişah, İtilâf devletlerinin İstanbul&#;u işgal etmelerine rağmen, kendisine ve hanedanına karşı düşmanca bir harekette bulunmayacaklarına inanıyordu. Mehmet Vahidettin, İtilaf devletlerince diğer mağ­lûp devletlerin hükümdarları gibi, harp suçlusu sayılmaktan ve tahtını kaybetmekten korktuğu için, bu devletleri memnun edecek şekilde ha­reket etmeği, yani millî bir siyaset yerine, hanedanın hukukunu göz önünde tutan bir siyaset takip etmeği uygun görmüştür.

16 Mart ’de İstanbul&#;un resmen işgali üzerine, Mustafa Kemal Paşa, İtilâf devletlerinin altı asırlık Osmanlı devletine fiilen son vermiş olduklarını ifade ederek, tüm dünyaya, hakimiyetin yalnızca millete ait olacağı yeni bir meclisin Ankara’da açılacağını ilan etti. Damat Ferit Hükümeti ise, Türk tarihine kara leke olarak geçmiş rezilce ve zalimce uygulamalara imza atmıştır. Nitekim 8 Nisan tarihinde İngiltere Yüksek Komiseri Amiral de Robeck ile görüşüp, onayını aldıktan sonra 11 Nisan ’de Meclis-i Mebusan’ı dağıtmıştır.

Mehmet Vahidettin ve Damat Ferit Paşa, bu se­çimi önlemek veya hiç olmazsa gayr-i meşru hâle getirmek için, şeyhülislâmdan bir fetva alarak, Anadolu&#;daki millî teşkilâta dâhil kimseleri padişaha ve halifeye âsi olarak gösterip, katledilmeleri gerektiğini ilân ettiler. Bundan başka dağılmış bulunan meclis-i meb&#;ûsânı da resmen feshettiler. Bunu takiben, İtilâf dev­letlerinin sağladığı destekle, Anadolu&#;da millî teşkilâta karşı isyanlar çıkartmağa çalıştılar. Bütün bunlara rağmen, Türkiye Büyük Millet meclisi 23 Nisan &#;de toplanarak, kendi adını taşıyan bir hükümet kurdu. Bu hükümet, Avrupa devlet­lerine bir nota göndererek, kuruluşunu haber verdi ve bundan böyle Türk milleti adına tek muhatap kendisi olduğunu bildirdi.

Mehmet Vahidettin, Millî Mücadeleyi akamete uğratmak ümidi ile, Mustafa Kemal’in idamı hakkında verilen hükmü 24 Mayıs &#;de tasdik etti.  Arkasından kuvve-i inzibatiye veya hilâfet ordusu adı ile, İzmit cephesinde milli kuvvet­lere karşı savaşmak üzere, bir ordu kurduysa da, bu teşebbüsler akamete uğradı. İtilâf devletlerinin yardımına rağmen, artık Anado­lu &#;da ve Rumeli &#;de ve Türk milleti nezdinde her türlü nüfûz ve itimadı kaybettiği halde, 22 Temmuz ’de Vahidettin’in başkanlığında toplanan saltanat şurası Sevr Antlaşmasının imzalanması yönünde görüş bildirdi.

Antlaşmaya doğru, kabinesinde esaslı değişiklikler yapmak isteyen Damat Ferit, 30 Temmuz ’de hükümetin istifasını verdi. Ertesi günü de son Damat Ferit Hükümeti kuruldu. Nihayet Paris’e giden Osmanlı delegeleri 10 Ağustos ’de Sevr Antlaşması’nı imzaladılar.

İtilaf Devletleri, Sevr Antlaşması hususunda, artık Ankara Hükümeti’ni de hesaba katmak zorundaydılar. İlk adımda, Anadolu ile irtibatı sağlamak için Damat Ferit’in görevden uzaklaştırılması konusunda görüş birliğine varan İtilaf Devletleri yüksek komiserleri, 11 Ekim ’de padişahla yaptıkları gizli görüşmede sadrazamın değiştirilmesini istediler. Anadolu ile anlaşabilecek hükümet teşkili konusunda Tevfik Paşa üzerinde karar kılınması üzerine tüm çabaları sonuçsuz kalan Damat Ferit Paşa, 16 Ekim günü hükümetin istifasını verdi.  21 Ekim ’de de Tevfik Paşa’nın başkanlığında son Osmanlı Hükümet kuruldu.

Sultan Vahidettin, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kendisi hakkında sahip olduğu tasavvur­ları öğrenmek için, Refet Paşa ile 29 Ekim &#;de bir görüşme yaptı. Refet Paşa, “Türkiye Büyük Millet Meclisi&#;nin ve hükümetinin bir vakıa olduğunu, dolayısı ile artık İstanbul&#;daki hükümetin bir mana ifade etmediğini, bu hükümetin derhal dağıtılması ve itilâf devletleri ile devam ettirilen münasebetlerin kesilmesi halinde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin sal­tanat müessesesi hakkında mülayim kararlar vermesinin mümkün olduğunu”, şahsî mütalaa olarak, beyan etti. Vahidettin, meşrutî hüküm­dar olduğunu belirterek, hükümeti dağıtamayacağını bildirdi. Bu sırada, İtilâf devletleri­nin Lausane Sulh Konferansına Türkiye Büyük Millet Meclisi ile birlikte İstanbul hükümetini de davet etmeleri ve bu davetin İstanbul hü­kümetince kabul edilmesi, Türkiye Büyük Mil­let Meclisinde büyük tepki uyandırdı. Böyle bir hareketin ihanet sayılacağı ve İtilâf devletleri İstanbul hükümetini davette ısrar ettik­leri takdirde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Lausane Konferansı&#;na iştirak etmeyeceği ifade edildi.

1 Kasım&#;de Türkiye Büyük Millet Meclisi hilâfet ile saltanatın ayrılmış bulunduğuna ve salta­natın tarihe karıştığına dair bir kanun kabul etti. Bu kanun, İstanbul &#;daki hükümeti gayr-i meşru bir durumda bıraktığından, Refet Paşa, İtilâf devletleri komiserlerine müracaat ede­rek, İstanbul&#;daki idareye, Türkiye Büyük Mil­let Meclisi hükümeti adına el koyduğunu bil­dirdi. İtilâf devletleri, Türkiye&#;nin iç işlerine müdahale etmemeğe karar verdiklerinden, sadr­âzam Tevfik Paşa hükümeti 4 Kasım&#;da Vahidettin&#;e istifasını verdi. Mehmet Vahidettin, yeni bir sadrâzam seçmemekle Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesine boyun eğmiş oldu. 5 Kasım&#;da Refet Paşa, Babıâli&#;deki bakanlıklara gönderdiği bir genelgeyle işlerine son verildiğini tebliğ etti.

Nihayet Sultan Vahidettin, İstanbul’daki işgal kuvvetleri komutanı General Harington’a yazdığı mektupta hayatını tehlikede gördüğünü ifade ederek; 17 Kasım sabahı küçük oğlu Ertuğrul Efendi ve hareminin mensuplarıyla birlikte Dolmabahçe Sarayından bir kayığa binerek Boğaziçi&#;nde demirlemiş olan “Malaya” adlı bir İngiliz savaş gemisiyle Malta&#;ya gitti. Ertesi günü Türkiye Büyük Millet Meclisi Mehmet Vahidettin&#;i halifelikten de ıskat ederek, yerine Abdülmecid Efendi&#;yi, büyük bir ekseriyetle halifeliğe seçti.

İngilizler Vahidettin&#;in İngiltere&#;ye gelmesini kabul etmediği için devrik padişah bir süre Malta&#;da kaldı. sonunda Şerif Hüseyin&#;in daveti üzerine Mekke’ye gitti. 20 Nisan &#;e dek Hicaz&#;da kaldı. Orada hilâfet ile saltanatın ayrılmasının şeriata aykırı olduğuna dair İslâm âlemine bir beyanname neşretti. Fakat bu beyannamenin hiç bir tesiri görülmedi. İngiltere&#;nin baskısı üzerine buradan ayrıldı. Bir süre İtalya&#;nın Cenova kentinde yaşadı. 11 Haziran &#;te San Remo kasabasında Mısır kraliyet ailesinden bir prensin maddi yardımıyla kiralanan bir villaya taşındı. Burada 16 Mayıs gecesi geçirdiği bir kalp krizi sonucu öldü.

Alacaklıları olan yaşadığı semtin manavı ve kasabı cenazesine haciz koydurmuşlardı. Kızı Sabiha Sultan mücevherlerini satarak borçlarını ödemiş ve cenazesi üzerindeki haciz kaldırılarak, damadı Ömer Faruk Efendi&#;nin nezaretinde Beyrut&#;a getirilerek, oradan Şam&#;a nakledilmiştir. seafoodplus.info Abdülhamid&#;in kızı Ayşe Sultan&#;ın ilk kocası olması hasebiyle ailenin eski damadı sayılan, Suriye&#;nin o sıradaki Cumhurbaşkanı Ahmed Nami Bey&#;inde katıldığı, Suriye Hükümeti&#;nin düzenlediği resmi bir törenle Şam&#;da Yavuz Sultan Selim&#;in yaptırmış olduğu Süleymaniye ( Selimiye ) Camii avlusuna defnedildi.

Sultan Vahidettin’in hayatının son günlerinde kaleme aldığı anıları, ölümünün üzerinden 72 yıl geçtikten sonra ’de Murat Bardakçı tarafından yayınlandı. “Şahbaba” adı verilen hatıratın birçok yerinde, “Vatanına asla ihanet etmediğini” tekrarlayan Vahidettin, şartların başka türlü hareket etmesine imkân bırakmadığını söylemektedir. Ayrıca, “Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’ya geçmek istediğini, ama gitmesinin engellendiğini söylemektedir. Kendisinin ifadesiyle facialara karşı bir paratoner görevi yapmış ve bütün fenalıkları üzerine çekmiştir.

Vahidettin&#;in İlk Beyannamesi

Vahidettin, Hicaz’daki ikameti sırasında, Mekke’de, İslâm âlemine ilk beyannamesini yayınlamıştır. Vahidettin bu beyannamede, İzmir’in ve ülkenin bazı yerlerinin işgalinden kendisinin sorumlu olmadığını, üstelik Mondros Mütarekesi’ni imzalayan heyetin başında Rauf Bey’in olduğunu hatırlatılıyordu. Ayrıca Mustafa Kemal Paşa’yı, o sırada kumandası altında bulunan ordunun büyük kısmını esir vererek, Toros tepelerine sığınmış olmakla suçluyordu. Bu noktada Vahidettin büyük bir yanılgı içindedir. Zira o tarihlerde bölgede elle tutulur bir kuvvet de kalmamıştı. Zaten yılı Mart ayından itibaren Yıldırım Ordular Grubu emrinde bulunan 3, 26 ve 54 tümenler lâğv edilmişti. Üstelik tam aksine, Mustafa Kemal Paşa’nın, Toros tünellerinin stratejik açıdan son derece önemli olduğunu, elde tutulması gerektiğini ve terhis işlemlerinin geciktirilmesi konusunda Harbiye Nezaretine tavsiyede bulunduğu bilinmektedir.

Bu beyannamede İzmir’in işgalinden doğan sorumluluğu, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarına yükleyen Vahidettin, Damat Ferit Paşa Hükümetinden hiç bahsetmemektedir. Ülkenin başına gelen felaket ve işgallerin sorumluluğunu Mondros Ateşkes Antlaşması’nı birlikte imzalayan Rauf ve Fethi Beylere yüklemektedir.

Kuvâ-yı Milliye’ye mütemâyil kabineleri de iktidara getirdiğini ileri süren Vahidettin, Mustafa Kemal Paşa’nın hareketini de “devlete karşı isyan” olarak değerlendirmektedir. Ne var ki Dürrizâde imzasıyla yayınlanan fetvada “Padişahın haberi ve emri olmaksızın asker toplayanların, askerî iaşe ve donanım (teçhiz) bahanesiyle vergi alanların, memurin-i ilmiye ve askeriye ve mülkiyeyi hodbehot azl ve kendi hempalarını nasb ve merkez-i hilâfet ile memâlik-i mahrusanın muvasalat ve münakalât ve muhaberatını kat ve taraf-ı devletten sâdır olan evâmirin icrasını men” edenlerin öldürülmelerinin şer’an uygun olduğunu ilân ediliyordu. Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi ise, Yunanlılar’ın İzmir’e çıkmasının hemen ardından “Vatanı, dini, namusu, bayrağı korumak farzdır. Ben fetva veriyorum. Hiç bir müdafaa vasıtası olmayan bir Müslüman dahi yerden üç taş alarak düşmana atmaya mecburdur.” diyordu.

Damat Ferit ise, Sivas Kongresi sırasında iktidarda iken plânladığı yeni bir kuvvet oluşturma yani Kuvâ-yı İnzibâtiye kurma çabalarını tekrar başlatıyordu. Böylece 18 Nisan ’de “Kuvâ-yı Milliye”nin karşısına “Kuvâ-yı İnzibâtiye” teşkilatını getirdi. Damat Ferit’in Birinci Divân-ı Harb-i Örfi başkanlığına getirdiği Nemrut lakaplı Mustafa Paşa, 1 Mayıs ’ de Mustafa Kemal Paşa ve bazı arkadaşlarını ölüme mahkûm etti. Bunlar hakkında gıyaben verilmiş idam kararını padişah, 24 Mayıs ’ de “Ele geçtiklerinde tekrar muhakeme edilmek” kaydıyla tasdik etmiştir. Bu arada Kuvâ-yı Milliye yanlısı birçok kumandan gıyaplarında idama mahkûm olduğu gibi, Anadolu’ ya geçerek Kuvâ-yı Milliye’ ye katılan pek çok subay da askerlik mesleğinden atılarak ihraç edildi.

Vahidettin, Mustafa Kemal Paşa’nın devlete karşı isyanda bulunduğu sırada kendisini “te’dip ve tenkilde” bulunmak üzere askeri kuvvet sevk etme gerekliliğini gösterdiğini itiraf etmektedir. Aynı zamanda dünürü olan ve sadaret makamına getirdiği Tevfik Paşa’yı, şahsına ve makamına karşı kötü niyet besleyen “Kemalistler”e yardım etmekle suçlamaktadır. İstanbul’da güç kazanmalarına imkân sağladığını bildiği halde, bu kabine aleyhinde kamuoyunda herhangi bir kanaat oluşmadığından, iki yıldan fazla bir süre Tevfik Paşa’yı makamında tutmuş olduğunu söylemektedir.

Vahidettin, başlıca üç büyük hatası olduğunu vurgulamaktadır : “ Birincisi, kardeşi Sultan Reşat’tan sonra saltanat makamını kabul edişini, İkincisi, başta Damad Ferid Paşa olmak üzere Tevfik, İzzet, Ali Rıza ve Salih Paşalar gibi milletin ve devletin kalburüstü isimlerine talihini bağlayarak aldanmasını, Üçüncüsü, Osmanlı Devleti’ni kuran ve halis muhlis Türk olan Osmanoğulları’nın memleketten sürgün edileceğine ve Hilafetin kaldırılacağına asla inanmak istememesini göstermektedir.

Sultan Vahidettin’in yılında San Remo’da başyaveri Avni Paşa’ya dikte ettirdiği hatıratında da son derece ilginç noktalara değinilmektedir. Örneğin Mütareke dönemi kabinelerinin tümüne ateş püsküren Vahidettin, Ahmet İzzet, Salih, Ali Rıza ve Tevfik Paşa kabineleri gibi Kuvâ-yı Milliye’ye, dolayısıyla Millî Mücadele’ye destek vermiş kabineleri Damat Ferit’le bir tutarak, bunlara inanmakla hata ettiğini söylemektedir. Bununla da yetinmeyerek ağır itham ve hakaretlerde bulunuyordu : “ – Doğrusu, bunların memlekete hizmet edemeyeceklerine ve bana ihanette bulunacaklarına ihtimal veremedim. Altın nişanlarla taltif edilmiş, yaşlılığın, bilgeliğin ve tecrübenin ağırlığıyla iki büklüm olmuş bu şahısların popülaritesi çok yüksekti. Ruhsuz ve egoist olan bu kişiler, memlekete acımadıkları gibi, imparatorluğun içinde bulunduğu felaketin üstesinden gelme kapasiteleri olmadığını itiraf etmeyerek hükümdarlarına da, kendilerine de acımadılar.”

Ne var ki, Millî Mücadele’de çok önemli hizmetlerde bulunan, “Kuvâ-yı Millîye, meşru hakların müdafaasıdır.” Uyarısıyla Anadolu’ya her türlü desteği veren bu güzide devlet adamlarını ihanetle suçlayarak ağır hakaretlerde bulunmaktadır. Ayrıca kendisinin ifadesiyle, Ankara ile İstanbul arasında anlaşmazlığı giderebilmek için derhal lüzumlu vesileleri ittihaz edinmeye koyulan kendisi değildir. Son Osmanlı Hükümeti olan Tevfik Paşa kabinesidir. Bilhassa o kabinede bulunan, âdeta Ankara’nın emrinde bir Harbiye Nazırı olarak çalışan Ziyaeddin Paşa ve arkadaşlarıdır. Ahmet İzzet Paşa, Salih Paşa, Ali Rıza Paşa’dır. Yine bu kabine tarafından İstanbul Emniyet Müdürlüğüne getirilen ki aynı zamanda Müdafaa-i Millîye Teşkilatının başı olan Albay Esat (Furgaç) Bey ve daha nice isimleri hatıra gelmeyen kahramanlardır.

Mustafa Kemal Paşa&#;nın Görevlendirilmesi

Vahidettin, anılarında &#;Atatürk’ün Samsun’a çıkış kararında kendisinin de rol aldığını” söylemektedir. Kimilerine göre ise, Sultan Vahidettin, Anadolu’da millî bir kuvvet hazırlamayı düşünmüş ve bu kuvveti meydana getirmek için yakınında bulunanların telkini ile yaverlerinden Mustafa Kemal Paşa’yı geniş bir yetki ve özel bir talimatla galip devletlerin İstanbul’da bulunan temsilcilerinin bilgisi dışında, gizlice Anadolu’ya göndermiştir.

Ancak Sultan Vahidettin’in en yakınındaki kişilerden biri olan Başkâtip Ali Fuat Bey’in anılarında, Vahidettin’in böyle bir kararı olduğunu belirten, Millî Mücadele’yi planladığı umudunu veren ne bir cümlecik, ne de ufacık bir ipucu yer almamaktadır.

Vahidettin’in verdiği ileri sürülen paralarla ilgili iddia ise, hiç bir belgeye dayanmamaktadır. Örneğin Vahidettin, Mustafa Kemal Paşa’ya, Anadolu’da teşkilat yapması için altın vermiştir. Üstelik bu paranın önemli kısmı, eskiden beri beslediği değerli yarış atlarını satmak suretiyle elde etmiştir. Oysa bir Reşat altını 7,6 gramdır. Bu da 7,6 x = gram, yani kilo eder. Bu kadar altın Samsun’a vardı diyelim, oradan Havza’ya, Amasya, Erzurum, Sivas ve diğer yerlere nasıl taşındı ? Neden hiçbir hatıratta bu altınlardan bahsedilmiyor ? Halbuki Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının elinde ancak üç eski otomobil vardır. Hatta Merzifon’daki Amerikan Koleji’ne uğranılmış; yolda lâzım olacağı üzere birkaç lastik ve bir miktar da benzin alınmış, parası daha sonra ödenmek üzere bir de makbuz kestirilmiştir.

Oysa Mustafa Kemal Paşa ve karargâh mensuplarına 3 aylık maaşları, yollukları verilmiş ve ilaveten % 50 zam. Ayrıca Dahiliye Nezareti ödeneğinden verilen lira. Nitekim kısa bir süre sonra hiç paralarının kalmadığı, Ankara’ya geçmek için 17 Aralık günü yapılan yolculuk hazırlıklarından anlaşılmaktadır. Heyetin bütün nakdi mevcudu ancak 20 yumurta, bir okka peynir ve 10 ekmek almaya yetiyordu.

Erzurum Kongresi’nden itibaren Atatürk’ün yanında görev alan Mazhar Müfit (Kansu) Bey’in anılarından, Sivas Kongresi hazırlıkları sırasında büyük para sıkıntısı çekildiği anlaşılmaktadır. Mustafa Kemal Paşa’nın yanında yalnızca lira kadar bir para vardı. Böylesine geniş bir kadrosu bulunan karargâhın masrafların karşılamak kolay değildi. Hatta yolculuk için bulunabilen ve pazarlığı yapılan dört araba için istenen liranın temini kolay olmamıştı. Nitekim mevcut üç arabanın tamamının tenteleri yırtık, karoserleri kötüydü. Ancak parasızlık Mustafa Kemal Paşa’yı son derece üzmüş ; bu yüzden pazarlığı yapılan arabalardan üç tanesi kiralanabilmişti.

Bu arada Vahidettin, Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya kendilerinin gönderdiğini, ancak onun açık bir şekilde isyan ettiğini söylemektedir. Damat Ferit Paşa’nın ise, onu görevden almak ve “aklını başını getirmek” istediğini ancak başarılı olmadığını, Mustafa Kemal Paşa ile bir uzlaşma sağlaması için Tevfik Paşa’yı görevlendirdiğini, onun da aynı şekilde başarısız olduğunu belirtmektedir. Başyaveri Avni Paşa’nın önerisiyle Anadolu’ya geçerek başkomutanlığı üzerine alması istenmiş, fakat Müşir Ahmet İzzet Paşa, Sadrâzam Tevfik Paşa ve Ali Rıza Paşa’nın karşı çıkmasıyla bundan vazgeçmiş olduğunu söylemektedir.

Aslında Atatürk’ün Vahdettin hakkındaki ithamları, ülkeyi terk etmesi nedeniyle değil, Millî Mücadele boyunca izlemiş olduğu hatalarla dolu, anlaşılmaz bir gaflet içinde izlemiş olduğu politika nedeniyledir. Zira Türk tarihine kara bir leke olarak geçmiş olan Damat Ferit gibi bir haini beş kere sadarete getirmesi; adaletli bir sulhu gerçekleştirebileceği zannıyla İngilizlere olan aşırı güvenini bir gaflet olarak nitelemek yeterli değil midir ? İşte Büyük Atatürk’ün ifade etmek, tüm samimiyetiyle anlatmak istediği budur. Bu bakımdan o büyük insanın dile getirdiği gerçek buradadır. Yazan yapana sadık kalmalıdır; aksi takdirde ortaya çıkacak sonuç, çok şaşırtıcı, hatta çok vahim olacaktır.

Metin AYIŞIĞI

KAYNAKÇA

Arşiv Belgeleri:

Başbakanlık Osmanlı Arşivi

BOA BOA, MV. Mazbataları, nr.

BOA BEO. İİS., nr.

BOA BEO. Harbiye Giden, nr. ,

Gazete:

Alemdar, 18 Mart

İleri, 22 Mart

Takvîm-i Vekâyi, 5 Nisan ; 13 Mayıs

Vakit, 23 Nisan ; 25 Nisan

Kitap:

Ahmet İzzet Paşa, Feryadım I, II, (Yay. Haz. S. İzzet Furgaç), Nehir Yay., İstanbul

AŞİROĞLU, O. Gazi, Son Halife Abdülmecid, Burak Yayınevi, İstanbul

ATATÜRK, M. Kemal, Nutuk (), Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara

AYIŞIĞI, Metin Mareşal Ahmet İzzet Paşa, (Askerî ve Siyasî Hayatı), T.T.K. Yay., Ankara ,

BARDAKÇI, Murat, Şahbaba: Osmanoğulları&#;nın Son Hükümdarı VI. Mehmed Vahideddin&#;in Hayatı, Hatıraları ve Özel Mektupları, Dördüncü Basım, Pan Yayıncılık, İstanbul

ÇETİNER, Yılmaz, Son Padişah Vahidettin, Milliyet Yay., İstanbul

GÖKBİLGİN, Tayyib, Millî Mücadele Başlarken, I, Ankara

KANSU, Mazhar Müfit, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, II, T.T.K. Yay., Ankara

KUTAY, Cemal, İstiklâl Savaşı’nın Mâneviyat Ordusu, Posta Kutusu Yay., İstanbul

MEVLANZADE, Rıfat, Türkiye İnkılâbının İç Yüzü, Pınar Yay., İstanbul

ÖZAKMAN, Turgut, Vahidettin, M. Kemal ve Millî Mücadele, Bilgi Yayınevi, Birinci Basım, Ankara

SONYEL R. Salâhi, Gizli Belgelerde Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı, Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara , 

ŞİMŞİR, Bilal, İngiliz Belgelerinde Atatürk III, T.T.K. Yay., Ankara , s. XXXV, Belge no: 35

TÜRKGELDİ, Ali Fuat, Görüp İşittiklerim, T.T.K. Yay., Ankara

Süreli Yayın:

AYIŞIĞI, Metin “Millî Mücadele’de Manisa”, Manisa Dergisi, S. 7, Manisa Ekim , s

ÇOLAK, M. İsmail, “İnce Kader Çizgisinde Vahidettin”, Tarih ve Medeniyet, S. 43,  Ekim , s

HÜLAGÜ, Metin, “Neden Terk etti?”, Tarih ve Medeniyet, S. 43, Ekim , s.

Ansiklopedi:

KARAL, Enver Ziya, “Mehmed VI”, İslam Ansiklopedisi, 7. Cilt, İstanbul Milli Eğitim Basımevi, , s

25/06/ tarihinde seafoodplus.info adresinden erişilmiştir

Görüntülenme Sayısı

14’LER PADİŞAHI SULTAN I. AHMED

 

Sultan III. Mehmed’in Handan Haseki’den dünyaya gelen oğlu Sultan I. Ahmed, babasının valiliği sırasında Manisa’da dünyaya geldi. Taşrada dünyaya gelen son ve valiliğe gönderilmeyen ilk şehzadedir. Zira o esnada Anadolu’da Celali isyanları vardı.

14’ler sultanı olarak bilinir. 14 yaşında, 14’üncü padişah olarak tahta çıktı. 14 sene tahtta kaldı. 2x14=28 yaşında vefat etti.

Osmanlı padişahlarının 14’üncüsü ve İslâm halifelerinin 79’uncusudur. Padişah olduktan 33 gün sonra sünnet oldu. Hemen ardından çiçek hastalığına tutularak günlerce ölüm ile hayat arasında gidip geldi.

Tahta çıkar çıkmaz, veziriazama hatt-ı hümayun (el yazısı) gönderdi: “Babam Allah’ın emriyle vefat etti ve ben tahta oturdum. Şehri kontrol altında tut! Bir fesat çıkarsa, senin başını keserim” yazdı. Padişahın vefatından bile haberi olmayan veziriazam hayrete düşerek imtihan edildiğini zannetmişti.

Üç cephede harb

Kanun-i kadime uymayarak kardeşi Şehzade Mustafa’yı hayatta bırakması bir dönüm noktası olacaktır. Tahta çıktığında Osmanlı Devleti garpta, şarkta ve içeride harb halinde idi. 13 senelik Osmanlı-Alman harbi, yardımsız kalan ve güçsüz düşen Avusturya’nın talebi üzerine sona erdi.

tarihli Zitvatorok Muahedesi ile Avusturya’nın her yıl Osmanlılara ödediği vergi kaldırıldı. Avusturya, Osmanlılara harb tazminatı ödeyecek ve her sene münasip hediyeler gönderecekti.

Bazı tarihçilere göre o zamana kadar Osmanlıların imzaladığı anlaşmaların en az avantajlısıdır. Ama bazı tarihçilerin zannettiği gibi, Avusturya Kralı, artık Osmanlı padişahına diplomatik olarak denk hâle gelmiş değildir. Padişah, krala oğlu gibi şefkatle muamele edeceğini deklare etmiştir. Osmanlılara göre sultan, hâlâ Avrupa’daki yegâne imparatordur.

İran ile harb, ’de İstanbul Muahedesi ile sona erdi. Şimdi Türkiye ile İran arasındaki sınırdan pek az farklı bir sınır kabul edildi. Osmanlılar, Revan, Nahçıvan, Karabağ gibi arası fethettiği Garbi İran’daki bazı topraklarını kaybetti. İranlılar, sünni din büyüklerine sövmemeyi kabul etti. Ancak İran, 3 sene sonra sulhu ihlal etti. Harb tekrar başladı.

Sultan I. Ahmed

Asiler ve Kuyucu

Padişah, Anadolu’da uzun zamandır devam eden ve giderek yayılan Celali İsyanları’nı bastırmak üzere çok yaşlı, dindar ve sert veziriazam Kuyucu Murad Paşa’yı vazifelendirdi.

Dahice hareket eden Paşa, evvela eşkıyayı böldü; bir kısmına valilik verip, diğerlerini tepeledi. Sonra öbürlerinin hakkından geldi. Haleb’e kadar giderek bir sene içinde isyanı bastırdı. Binlercesi öldürüldü. Eşkıya bezmiş olan halk da Paşa’ya yardım etti.

Vazifelerini yapmadıkları için ordudan çıkarılmış subaylar tarafından başlatılan ve 14 senedir devam eden bu ayaklanmalar sebebiyle Anadolu, Suriye ve Irak’ta sosyal ve ekonomik hayat çökmüştü. Köylüler, şehirlere sığınmış; ziraat durma noktasına gelmişti.

Sultan I. Ahmed

Adaletname

Düzeni tekrar kurmak isteyen Padişah, vaziyet hakkında muntazaman raporlar almış; mağdur köylülere kolaylık gösterilmesi için bütün taşra memurlarına adaletname adıyla emirler göndermişti.

Bundan sonra Padişah, memleketin imarına çalıştı. senesi Ramazan ayının son on gününü, Peygamberin sünnetine uyarak camide itikafla geçirdi. Bu esnada midesinden hastalandı. Birkaç hafta süren ateşli hummadan vefat etti. Yaptırdığı caminin yanındaki türbeye defnedildi.

Vefatından bir gün evvel, yanına girip çıkan bir hizmetkâr, Padişah’ın dört defa aleyküm selâm dediğini işitti. Odada kimse olmadığını arzedince, Padişah, “Ebu Bekr, Ömer, Osman ve Ali gelip selam verdiler. Yarın peygamberimizin huzuruna çıkacağımı söylediler” diye cevap verdi.

Mavi Cami

Ayasofya’nın ihtişamını gölgeleyerek İslam-Osmanlı kültürünün ihtişamını göstermek maksadıyla ’da İstanbul’da temelini attığı ve 7 senede tamamlanan büyük cami, güzel çinileri sebebiyle Mavi Cami diye bilinir.

İnşaında Padişah gerek tevazuu sebebiyle, gerekse çalışanları teşvik etmek maksadıyla ilk kazmayı kendisi vurmuş, bizzat eteğinde toprak taşıyarak çalışmıştır. Caminin açılışında Padişah’ın şeyhi Aziz Mahmud Hüdai hazır bulunmuştur.

Caminin yanında, medrese, ilkmektep, imaret, tabhane, darüşşifa, sebil ile padişah için yaptırılan türbe vardır. Mimarlarından Sedefkâr Mehmed Ağa, Hindistan’daki Tac Mahal’in de inşaında vazife almıştır. 6 minareli bu cami yapılınca, Mekke’deki Mescid-i Haram’a edeben bir minare daha eklenmiştir.

Padişah ayrıca Üsküdar’da Kavak Sarayı Mescidi ile Beylerbeyi’nde İstavroz Mescidi’ni ve Eyüp’te sebil yaptırdı. Alemdar, Tophane, Tersane, Üsküdar Kavak İskelesi ve Haydarpaşa’da yaptırttığı çeşmeler sonraki asırlarda imar faaliyetleri sırasında ortadan kalkmıştır.

Sultan I. Ahmed

Kabe Örtüsü

Kâbe örtüleri ile Peygamber türbesinin perdeleri her sene Kahire’de dokunurdu. Bunların dokumasında sanat cihetiyle kusurlar görüldüğü için, Padişah ’dan itibaren İstanbul’da dokutulup gönderilmesini emretti.

Bunun için İstanbul’da bugün Beylerbeyi Câmii’nin yerinde hususi atölye kurdu. Harem-i Şerif’te yakılan hususi mumlar da burada imal edilip yollanırdı. Bu âdetler, Cihan Harbi’ne kadar sürdü.

Yıkılmaya yüz tutan Kâbe duvarlarını ’de İstanbul’dan ustalar göndererek tamir ettirdi. Kâbe’ye altın oluk yaptırdı. Zemzem kuyusuna da demir kafes yaptırarak insanların düşmesini önledi.

Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebi’ye asılmak üzere elmaslarla süslü iki kandil; ayrıca Mescid-i Nebevi’ye İstanbul’da mermerden bir minber yaptırıp gönderdi. Mevlid kandilinde, yani Peygamber’in doğduğu gecenin yıldönümlerinde camilerde kandiller yakılmasını emretti.

Sultan I. Ahmed

Tütün kokusu

Yeni kurulan Hollanda ile diplomatik ve ticari münasebetler de Sultan Ahmed devrinde başladı. ’de İstanbul’a ilk Hollanda elçisi Cornelis Haga geldi. Hollanda’ya bazı ticari imtiyazlar tanındı.

Daha evvel Osmanlılar, İspanyol Armadası’nı mağlubiyete uğratarak, hem İngiltere’ye, hem Fransa’ya nefes aldırmış; bu sayede Hollanda, İspanyol hâkimiyetinden kurtulmuştu.

Tütün, İstanbul’a ilk defa Sultan I. Ahmed zamanında geldi. Padişah, halkın işinden geri kalmasına sebebiyet veren “tabaga”nın ekilmesini, satılmasını ve içilmesini ’da yasakladı. Fermanda, içmeye devam edenlerin çubuğunun burnuna sokulup teşhir edileceği de yazılıydı.

Yasağın bir sebebi de tütünün ilaçlanmasında kullanıldığı için balmumu fiyatının olabildiğine artmasıydı. ’da yasak kaldırıldı.

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir