avluya düşen gölge şiiri / İlhan BERK - SU GÜNLERİ,I

Avluya Düşen Gölge Şiiri

avluya düşen gölge şiiri

Zeynep Uzunbay
Varlık / Sayı / Ağustos



Durun, Sessizlik Soysun Sizi


Avluya Düşen Gölge'yi bir kez okuduktan sonra yitirdim. Yeniden, dönüp dönüp okuma isteği ve bulamamanın sıkıntısıyla geçti günler.

Yazmak istiyordum ve işin garibi yazabilmek için tek güvendiğim şey, sözcüklerimi yitirmiş olmamdı.

O söylenmeyen yerde öylece durdum. Zaman zaman sayıklamaya benzer sözcükler dökülüyordu ağzımdan: İnsanın durup düşündüğü, düşünüp kaldığı; şiirini yazmayı aklından bile geçirmediği yaşamalar. Yazmayı düşününce telâşlanacağı, yazmaya kalkışınca büyünün bozulup, bağlantıların kopacağı anlar. .. Şiirin şiiri, imgenin gölgesi, sözün tözü, formül, duyguların büyüteci, acının tarihi Ben neler diyordum böyle?

Sonunda Avluya Düşen Gölge'yi; içimde kalmış dizelerin, imgelerin anahtarlarını buldum. Kayıplar hanesinde bir kıpırtı, bir telaştır başladı. Kilitlenip kaldığım anlarda dünya kadar genişledim, hatta dünya benim içimdeymiş gibi oldum. İyice baktım, İlhan Berk'in şiirleri, konuşkan bir sessizlikle geçiyordu içinden.

Bir çocuk yazmış bunları, dedim. Kayacılık, otçuluk, ölümcülük oynayan, hem tek başına oynayan bir çocuk. Bakması arkadaşı olmuş, her oyuna bir zaman biçmişler birlikte ve her şeyi kendisine oynatmışlar, bu oyunda.

Kimi sözcüklerini duydum, kimilerini de ben uydurdum. Çocuklar hiç kimse için oynamazlar oyunlarını.

İlhan Berk, düşünmeyen dünyanın yerine düşünüyor.

En can alıcı yerinde de: Çıt! Şiir. Okuduğumuzda, "Çıt" sesine dek olan süreci, sözcüklere nasıl sarıldığımızı, sözcüklerinkinden apayrı bir an'ın sesine nasıl yükseldiğimizi duyumsayabiliriz. İyi de bu an'ın sesi nedir? Her şey ya da hiçbir şey. O desin ölüm. Çünkü ölümün geleceği yok; sonsuz Sonra? Sonra da yok; çünkü sonra tarih dışı. Değil mi ki çıktınız, dönmek aklınızdan bile geçmez. Geçse ne olacak, merdiven düşmüştür zaten.

Ona gidebileceğim bir keçi yolunu boşuna arıyorum.

Belli ki bu yolu kendim açmam gerekiyor. Nicedir asfalt yollara alışan ayaklarımın işi zor. Varsın biraz burkulsun, çizilsin, kanasınlar. Neyse ki yolun sonunda bir şey bulamayacağımı da anladım. Aslolan yolun kendisi. Ne diyor İlhan Berk,


"Gizem her şeydir."(Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum)

"Hey
&#;&#;kayalar
evin
&#;&#;tiniyim ben"




Ev gövde, İlhan Berk'se bu gövdenin ruhu; esintisi, souğudur. Ama "Tin yalnız"dır da. Yoksa yalnızlığını mı söylemek ister İlhan Berk bu şiirde? Hoş, o yalnızlıktan kurtulmanın yolunu çocukken buldu; ırmak olmak istedi

(Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum). Irmaklara çağırttı kendini. Birbirlerinin olmalıydılar, birbirleri olmalıydılar. İlhan Berk dünya olursa, dünya o zaman başlardı düşünmeye. Belki de oradaydı sözün sıfıra indiği dil. Şurdan bir yol açsam mı kendime? "Dünya düşünmez" İlhan Berk'se tinsizlik edemez.

İlhan Berk'in her şiiri bir soru bulutu oldu benim için. Kimilerini bulut halleriyle izledim, bunun zevkini de hiç azımsamıyorum doğrusu. Ama yağmurunda kalmak Şimdi tutup size yağmurda yürümenin güzelliğini anlatacak değilim. Bilen bilir zaten. Ben yalnızca şakaklarımdan sızan, kirpiklerime düşen soru damlacıklarını göstermek istiyorum.




BEYAZ GÖMLEK

Sesin

&#;&#;beyaz

gömleğim

&#;&#;&#;&#;&#;nerde




Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum'da "Sesti her şey. Sesti cennet, cehennem Sesti evren."

diyen İlhan Berk, bu şiirinde sesi; her şeyi, cenneti cehennemi, evreni mi giyinmek istiyor? Her şey olan ses, neden beyaz? Bunun yanıtını, yine Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum 'daki "Hem nesneler hem şairler beyaz bir dille konuşurlar. Us bunu kavramaz." sözlerine aramak gerekiyor belki de. Usum kavrayamıyor ama şiiri çok seviyorum. Kirpiğime düşen yağmur damlası, anlayın işte.

Şimdi OTLAR



EĞRELTİOTU


Nehirlerin ağzında
&#;&#;&#;eğrelti otu
adım"

Suydu, çakıltaşı onu su sandı, şimdi de nehirler ona eğreltiotu dediler. Neresinden bakılsa vazgeçilmez bir birlikteik. Nehirlerin en çok gördüğüdür eğreltiotu. Nehir, eğreltiotundaki yeşilin her tonuna (her ton, yaşamalara karşılıktır), eğreltiotuysa nehrin akışına, acelesine, her şeyi görüp hiçbir yerde durmamasına ve daha bilmem nelerine tanıktır; nehre en yakın durandır eğreltiotu, desem de bence şiirdeki anahtar sözcük ağız. Bunu, "nehirlerin dilinde eğreltiotu adım" gibi algılayabiliriz. Öte yandan "nehirlerin ağzı" nehirlerin denize döküldükleri yerdir. Yani nehir için bir sondur, dedikten sonra bir soru uzatıp geçeceğim nehri: Nehirler eğreltiotuna verdikleri hayatı bilirler mi?

İlhan Berk için otların ne denli önemli olduğunu biliyorum. Hatta dağlara da onlar için gittiğini düşünüyorum. Dağlarda dolaştığı kitabında, "Otların canı sıkılmaz." (Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum s. 25),
"Duydum bir ot konuşuyor kendince" (Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum)diyen Berk, Avluya Düşen Gölge'deki Sıkıntı adlı şiirinde:


"Canım
&#;&#;sıkılıyor
&#;&#;&#;&#;&#;dedi
ot"


Diyor. Neden? Bilmem, belki de kendine sormalı. Bu da, ne söylesem o değil şiirlerden biri işte. Ama Ayrıkotu için Özür adlı şiirinin bende sözcüğe dökülebilen çağrışımlarından söz etmeliyim:


"Bağışla
&#;&#;ayrıkotu
&#;&#;&#;&#;hep ben
&#;&#;&#;&#;&#;&#;konuştum"


Ayrıkotu özellikleri nedeniyle, çoğunlukla olumsuzlamalarda kullanılan bir sözcük. İstenmeyendir, arsız ve yüzsüz bilinir. Suyu görmeye görsün, koparılıp atıldığı yerde, yeniden yeşeriverir o. Bir oturumluk yer ister, sonra da daralan çıksın, der. En önemli özelliği ölüme ve dirime çok yakın duruyor olması. Bunca ölüm kalım savaşı yaşamış ayrıkotunun anlatacaklarını İlhan Berk dinlemeyecek de kim dinleyecek? Ayrıkotundan özür dilemek, bence, verili-kurulu şiire bir başkaldırı. Sözü, el bebek gül bebek büyüttüğümüz gül'e, alımına çalımına vurulduğumuz gül'e bırakmaya benzemiyor bu, hem onlar hiç susmuyor ki zaten.


Avluya Düşen Gölge&#;de düşünüp kaldığım şiirlerden biri de Orda:



"Orda
&#;&#; bir ökseotu
der uyuyamıyorum


neden gecikti gece"


Ökseotu, hem zararlı hem de yararlı bir bitki. Neden uyuyamıyor? Asalak olduğu, kimbilir kaç kuşun kanına girdiği için mi? Bezginliği, uyuyup unutma arzusu sezilmeyecek gibi değil. Asalaklığından, tuzak oluşundan huzursuz, ama yaşamını sürdürebilmek için, karanlığa olsun gizlenip uyumaya gereksinimi var. Rüyasında, hekimlikte kullanıldığını görür belki de.



AĞAR GECE

"Ağar

Gece
konuşsun diye

sessizlik"


İlhan Berk'in istediği de bu, "ağar' sözcüğünde istediğimiz gibi, istediğimiz kadar dolaşacağız:

Bir kere, şiirin adındaki "ağar"ı hem ağarmak hem de ağmak eylemi olarak algılayabiliriz. Diyelim, gece ay ışığı ile aydınlanınca, sessizlik konuşmaya başlar. "Ağar" yükselmek anlamında düşünülürse, gece (karanlık) yükselecek ve her yanı saracaktır ki sessizliğin sesi duyulsun.

Ya da tam tersi, nesnelerin dilini görüntüleri olarak kabul edersek, karanlık yükselip yerini aydınlığa bırakınca, karanlıkta sessizliğe bürünen nesneler konuşmaya başlayacaklar. Ağmak ve ağarmak eylemlerini "sessizlik" için de düşünebiliriz. Bu kez yükselen sessizliktir, gece konuşsun diye. Ya da gecenin konuşabilmesi sessizliğin ağarmasına, oluşmasına bağlıdır. Ne mi konuşacaktır gece? Ne mi konuşacaktır sessizlik? Tam burda, söylemeler değil düşünmeler önem kazanıyor işte; söz sıfır!


Kitabın Su Günleribölümündeki VI.şiir için, söylenecek değil ama dalıp gidecek çok şey var. Zaten yazının başından beri, yazdığım için kızan Zeynep'i susturmaya çalışıyorum. Yine de bir yanım suya bakadururken -bakmak her şeydir- bir yanımla Su Günleri&#;ndeki sözcüklerin beni götürdükleri yerleri paylaşmak istiyorum.




SU GÜNLERİ


Su

seni soruyor
senin
ayağına geldi"




Suyun sormasını ve ayağına gitmesini, hem alçakgönüllülük hem de hiç emek vermeden elde edilmek gibi düşünüyorum. Bunun nedeni bence SU GÜNLERİ&#;nde beliriyor:


"Ben

suymuşum eskiden
Thales
söylüyor"



Ayağına gidilen insanla, kendi isteği ile gelen su arasında, bir sorun, bir ayrılık yaşandığı belli. Büyüklük yine suda kalıyor. Su araya giren ve değişen her şeye karşın, soruyor ve buluyor, ne de olsa doğanın annesi o. Su gibi saran bir şey daha geliyor mu aklınıza? İnsanın suyla buluşması, her şeyin özüyle buluşması gibi bir şey.


SU GÜNLERİ,İlhan Berk öyle söylemese de, suyun geldiği yerlerden (eski dostlardan) insana getirdiği bir haber gibi düşünmek istiyorum:


"Çakıltaşı

seni
su
sanıyor"



SU GÜNLERİ, VI- bana kim karışabilir?- Kenti, kırı, varoşları, yabancılaşmayı düşünerek okuyorum, her şeyin yerine oturmasına ben bile şaşarak:


"Kentin ağzında
bir su birikintisi
bu dünyada
değilmiş gibi duruyor"



"Kentin ağzı"nı kentin bitip varoşların başladığı yer olarak, "bir su birikintisi"ni de hem kırdan (akarsuyundan) koparılmış hem de kentin dışına ittiği, kustuğu insan gibi düşünüyorum; kente karışamayan, kırına dönemeyen ve sanki bu dünyada değilmiş gibi duran yurtsuz, dünyasız insan Öte yandan, kentteki her insanı, kentin her an yutabileceği, akarsudan kopmuş bir su birikintisi olarak algılamak da olası.


SU GÜNLERİ, VIise, atılmaya, kuşatılmaya, yutulmaya karşı atılan bir çığlık, insanın öz çığlığı:

"suyum

&#;&#;ben

bırak

&#;&#;gideyim."



Çocukluğumda pınar oluklarını avuçlarımızda kapatır beklerdik.

Açtığımızda daha gür akması çok hoşumuza giderdi. Bizi gören yaşlı bir kadın "Su geri döner, bir daha akmaz." dediğinde çok korkmuştum. (Her yerden, her şeyden geçeyim; hiçbir şeyde, hiçbir yerde kalmayayım. Kime söylüyorsun? Ona, herkese, kendime)



ÖLÜM BÜYÜK

İlhan Berk &#;Şairlerin başucu kitabıdır aşkla ölüm, Öte yandan ikisi de aynıdır aslında. Hiçbir şey, aşkla ölüm kadar özdeş değildir. Dahası, aşk içerir ölümü. Ölümü dışlamaz gerçek aşk. Birlikte dünyaya gelmiş gibidirler.&#; diyor.

Ölüm, yaşamaları incelen yerlerinden Çıt diye koparıverir. Ya aşk? O da Çıt diye başlayıp Çıt diye mi biter?



ÇIT


Çıt
der
ölüm
Çıt

Ama hayır!




ÖLÜM HİÇBİR ŞEYE BENZEMİYOR


Bir nilüfer yaprağı
yüzüyor
suyun yüzünde

Ölüm hiçbir şeye benzemiyor



Şiiri dinlediğimde bana söylediği şuydu: Nilüfer, bataklık çiçeğidir. Hayat veren ölür, öyleyse her şey ölümden doğar. Şairin bu bölümün ilk şiirinde söylediği gibi &#;biz onunuz / gülen ağızlarımızla&#;


Avluya Düşen Gölge'yi bir kez okuyup yitirdiğim sıralar, GÖK KOF adlı şiir, nedense "yaşam / kof / ölüm / kırdan dönüyor" olarak kalmış belleğimde. Doğrusu:


"Gök kof
ölüm

kırdan dönüyor"


Şiirin rengi değişti, sorular yine yağmaya başladı. Gök dolu sanılıyor, ama boş. Neyle dolu olduğu sanılıyor? Tanrıyla mı, cennetle mi, ruhlarla mı? .. Ölümse gerçek, sıkı. Kırdan dönüyor. Neden kırdan dönüyor? Neden dönüyor? Kırda ne yaptı? Nereye, ne yapmaya dönüyor? Ölüm, gök kof diye mi dönüyor? Gezintiye mi çıkmıştı? Neden kır? Kır, çoğu boş ve geniş yer anlamında olduğuna göre, bu şiirde, dolu sanılan boşla, boş sanılan doluyu mu karşılaştırmam gerekiyor?


Bir söyleşisinde "Gri güzeldir, insanîdir.,.* diyen İlhan Berk, yoksa, gökyüzünün içi boş maviliğinin karşısına, insanî dediği, olanağı olsa Pera'yı boyayacağı griyi mi çıkarıyor?


Göğün kof oluşu, ölümün kırda bulunmasıyla mı yoksa dönüşüyle mi ilgili? En büyük soru: Şimdi ne olacak? Hiçbiri değil de, yoksa ölüm, kapıdan döner gibi mi dönüyor kırdan?

Aynı söyleşinin bir yerinde de "Yanıtlar mı? Bulmak istemem." diyor İlhan Berk. Ben de yanıtlardan vazgeçip, kitaba adını veren bölümdeki KADINLAR şiirinin sorularını soruyorum:


"Kadınlar(ın)a

dönüyor evler

göğüne

gece"



"dönmek" sözcüğü, gidilen bir yerden dönmek, benzemek, yüzünü dönmek anlamlarını hiç zorlanmadan yüklenebilir. Dönmeyi ilk anlamıyla düşünürsek, ev nereden, nelerden, kimlerden dönmektedir? Kadınların evin göğü olmasını istediğim kadar düşünürüm, ama hangi sözcüklerle ifade edebilirim ki?

Evlerin kadınlar(ın)a benzemesiDüşünüyorum, evet evlerim hep bana benzediler; kitaplarla doldurdum, perdeleri yarıdan az açtım, ne kitaplarda ne eşyalarda belli bir düzen tutturamadım, tutturmaya çalıştığımdaysa hiç de içtenlikli olmadığımı fark ettim.


İlhan Berk'in kadınları evin göğü yaparken ne düşündüğünü gökle ilgili söylediklerinden çıkarabilir miyim? Daha önce "gök kof" demişti. Doğrusu bununla ilişkilendirmek içimden gelmiyor. İyisi, gecenin göğünü düşünmek; gecenin yıldızlarla dolu, aylı göğünü O zaman evlerin kadınlarına dönmesi daha bir kıpırdatıyor insanın içini. Beş sözcüklü bu şiirden çıkmanın olanaksız olduğunu düşünmeye başlıyorum. Gece göğüne döndüğünde, yani sabah olduğunda evler de kadınlar(ın)a dönüyor olabilir. Ya da evler gece göğüne benzeyen kadınlar(ın)a dönmüş, benzemiş olabilirler. Peki, gece göğüne benzeyen ev, kadın, nasıldır? Karanlık ve pırıltılı mı? Dokunacak denli yakın, bir o kadar uzak, ulaşılmaz mı? Sessiz ve gizemli mi? İyisi, gece, olunca evlere iyice bakmak. "Bakmak her şeydir."


İlhan Berk'in şiiri, sözcüklerin matematiği. Şeylerden oluşan formülleri var. Sonuç mu? Keçi yolu! Bir kez yola koyuldunuz mu, size bakan uçurumun başı döner. Olmadı, indiğiniz yokuşu katlar mühürlersiniz kendinizi. İlle de sonuç mu? Göğe bakarsınız, kabul edersiniz ki az şey değildir göğe bakmak. Arada bir durursunuz sessizlik sizi soyar, çıplaklığı sever çünkü. Hem bilinmek de ister sessizlik; hakkıdır, o olmasa duyamazsınız hiçbir sesi. Bu şiirleri İlhan Berk yazmıştır; ama kâğıdın duyduğu bizim de sessizliğimizdir. Başka ne söyleyebilirim?


Yeryüzünün solumasını duyarsınız işte. Elmaya çalışırsınız. Hiç aklınızda yokken avluyu, hatmileri, hatmilerin kabak çiçeklerine benzediklerini, kaplumbağaların asıl sevdiklerinin kabaklar olduğunu, kabak tarlası sulayan bir çiftçinin kaplumbağaları kürekleriyle alıp tarlanın dışına nasıl attığı, hatmilerle kabaklar arasındaki benzerliğin kaplumbağaların yaşamlarına nasıl yansıdığını düşünürsünüz. Kimse sizi tutmaz, isterseniz, kabak tarlasındaki kaplumbağaya, kürekle atılan kaplumbağaya, hatmilerin arasından başını çıkarıp bakan, avluya gölgesi düşen kaplumbağaya insan karşılığı olursunuz. Başka hiçbir yere bakmazına gerek yok, gölgenize bakar; çocukluğunuza, o "vatan dediğimiz şeye" dönersiniz. Gülersiniz ve sizi evetleyecek bir tırtıl mutlaka bulunur.


Şair kaleminin, şairini kağıda nasıl gömdüğünü düşünürsünüz. Gömülmeyi, kaç anlama geliyorsa o kadar düşünür, yaşamayı ölmenin, ölmeyi yaşamanın yerine koyarken incelir, kıvrılır KEÇi YOLU'nun kendisi oluverirsiniz:


"Keçi yoluyum

sana

tam

a
k
ş
a
m

o
l
u
r
k
e
n



Keçi Yolu, en çok sevdiğim aşk şiirlerinden biri oldu.



Şair keçi yolu olduğuna göre, yolun buluşturuculuğundan çok yolun kendisiydi önemli olan. Keçi yolu aşklar asfalt aşklara benzemezdi hem; bir başına, her şeyi tek tek geçmek; çizilmek, burkulmak, kırılmak demekti. Aşk tek başına, yaşayarak açılıyordu çünkü. Şairin sevgiliye sunduğu, harflerden, sözcüklerden oluşan bir keçi yoluydu ve bu yol&#; Şairin kendisiydi.

Her harf, her sözcük yeni bir buluşmaydı aslında ve bu durumda, yolun sonu diye bir şey de olamazdı zaten.

(Uzaktan gelen sesi yazmalıyım şimdi: Yalnız senin geçebileceğin kadar, yalnız sana gelebilmek için yer açtım kendimden. Tam akşam olurken şiirim sana. Tam akşam olurken şiirimsin benim.)

Ya da, şair yine keçi yoludur ama sevgiliye gitmek, sevgiliyi kendinde yürümek demektir. Aşksa harflerin yan yana gelmesi Bir adım daha atınca şiir, şiir saatleri, şiir, serüveni

Harfler, yalnızca keçi yolunu çağrıştırsın diye böyle alt alta dizilmiş olamaz. İlhan Berk için, harflerin tek tek de bir şey olduklarını biliyorum. Böyle olunca, sevgili a'yla başlattığı keçi yolunu, beyaz kile sürdürmesinin bile bir rastlantı olduğunu sanmıyorum. Hem "akşam" kadar aşkı çağıran ve çağrıştıran bir sözcük daha var mı? Ayrıca İlhan Berk için "ak" da önemli; çünkü ona göre nesnelerin dili, coğrafyanın dili, şairin dili de beyaz. Bu şiirde de bir şiir serüveninden söz edildiğine göre, fazla zorladığımı düşünmezsiniz umarım.

Evlerbölümünü Ev'e* bırakıp IX Bölümdeki Ağaçlar'a bakıyorum. İlhan Berk, "Kimi dizeler karanlık imgelerle yürür,, 5 diyor ya, bu söz en çok da buradaki şiirler için geçerli diye düşünüyorum:



İlhan Berk / Şeyler Kitabı / Ev / Sel Yayınları
**İlhan Berk / Logos / s / YKY


* Enver Ercan / Şair Uçar Söz Olur / sayfa 21 / Yön Yayınları

'Şiir Olmasaydı Şiiri İcat Edecek Adam' İlhan Berk

Ayrılığın Yüreği

sessiz sedasız yaşayan bir ayrık otuydu orta anadolu’da
kıtlıktan önce.
en küçük bir şeyden coşardı
mesela bir kuş uçmasın kızılırmak ‘a doğru
köklerine su yürümüş gibi sevinirdi.
bir bulut geçsin üstünden
ayrılıktan çıkardı.
dünyayı, derdi, dünyayı
hiçbir şeylere değişmem.

şimdi yaşamak istemiyor.

Üç Kez Seni Seviyorum Diye Uyandım

üç kez seni seviyorum diye uyandım
tuttum sonra çiçeklerin suyunu değiştirdim
bir bulut başını almış gidiyordu görüyordum.
sabahın bir yerinden düşmüş gibiydi yüzün.
sokağı balkonları yarım kalmış bir şiiri teptim
sıkıldım yemekler yaptım kendime otlar kuruttum
taflanım! diyordu bir ses duyuyordum.
cumhuriyetin ilk günleri gibiydi yüzün.
kalktım sonra bir aşağı bir yukarı dolaştım
şiirler okudum şiirlerdeki yaşa geldim
karanfil sakız kokan soluğun üstümde duydum.
eskitiyorum, eskitiyorum kalıyor ne kadar güzel olduğun.

Aşk

sen varken kötü diye bir şey bilmiyorduk
mutsuzluklar, bu karalar yaşamada yoktu
sensiz karanlığın çizgisine koymuşlar umudu
sensiz esenliğimizin üstünü çizmişler
nicedir bir pencereden deniz güzel değil
nicedir ışımayan insanlığımız sensizliğimizden.

sen gel bizi yeni vakitlere çıkar."

Ne Sevdalar Gördüm Ne Ayrılıklar

ne zaman seni dü$ünsem
bir ceylan su içmeye iner
çayirlari büyürken görürüm

her ak$am seninle
ye$il bir zeytin tanesi
bir parça mavi deniz
alir beni

seni dü$ündükçe
gül dikiyorum elimin degdigi yere
atlara su veriyorum
daha bir seviyorum daglari

Acının Adı

yavaş sessiz senin buyruğunda toplanır altın yavaş sessiz
yavaş sessiz senin buyruğunda dağılır buğday yavaş sessiz
yavaş sessiz senin buyruğunda bölünür halkın ekmeği

seninle hızla kararır bozulur ipek seninle hızla
hızla düğümlenir bulanır su seninle
körlenir seninle hızla emeğin tarihi

ve seninle yavaş yavaş çıkar bakıra kuvarsa tunca yavaş yavaş
acının uzun uzun yazılan adı.

ESERLERİ:


ŞİİR:


Güneşi Yakanların Selamı ()
İstanbul ()
Günaydın Yeryüzü ()
Türkiye Şarkısı ()
Köroğlu ()
Galile Denizi ()
Çivi Yazısı ()
Otağ ()
Mısırkalyoniğne ()
Âşıkane ()
Taşbaskısı ()
Şenlikname ()
Atlas ()
Kül ()
İstanbul Kitabı ()
Kitaplar Kitabı ()
Deniz Eskisi-Şiirin Gizli Tarihi ()
Delta ve Çocuk ()
Galata ()
Güzel Irmak ()
Pera ()
Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum ()
Avluya Düşen Gölge ()
Şeyler Kitabı Ev ()
Çok Yaşasın Sayılar ()


DÜZYAZI:


Şifalı Otlar Kitabı ()
Bir Uzun Adam ()
El Yazılarına Vuruyor Güneş ()
İnferno ()
Kanatlı At ()
Logos ()
Poetika ()


ÖDÜLLERİ :


Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü Kül ile
Behçet Necatigil Şiir Ödülü İstanbul Kitabı ile Yeditepe Şiir Armağanı Deniz Eskisi ile Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü Güzel Irmak’la (Ferid Edgü ile paylaştı)

Vişne Haber Ajansı

ETİKETLER :türkiye gerçeği, vişne haber ajans, vişne ajans, istanbul gerçeği, türkiye haberleri, son dakika haberler, istanbul haberleri, sondakika, 'Şiir Olmasaydı Şiiri İcat Edecek Adam' İlhan Berk

İlhan Berk: O zarif şiirin efendisi

Bir kırlangıç bir su birikintisi bir parça gök.

Bir şiirden düşmüş olmalı bunlar.


Böyle diyordu yoldan geçen biri.


''Yoldan Geçen Biri / Delta ve Çocuk''

Şiirin sınırlarında dolaşmayı seven, bir zarif beyefendiydi o Benini bulmuş ve yaşamış bir ozan

Ona en son yılında, Zeki Faik İzer'in Kazım Taşkent galerisindeki doğum yılına rastlayan, retrospektif sergisinde tesadüf etmiş; ressamın soyuta geçmeden yarattığı, olağanüstü güzellikte kadın temalı, son figüratif çalışmalarından birine dalıp gitmişken görebilmiştim Sanatçıyla bir diyalog içindeydi sanki ve çok uzun bir süre orada, o resimde kaldı

Zeki Faik İzer, Modern Türk Resmi'nin kurucularından ve resimde modernizm olgusunu ''kendindenleştiren'' bir sanatçıysa, İlhan Berk'de Modern Türk Şiiri'nin yapıtaşlarından, modern şiiri ''kendindenleştiren'' ve şiirinin ırmağını, değişen kendi özgür coğrafyasına paralel, sürekli değiştirip geliştirebilen , bir gerçek şairdi! Ve çoğunluğun bilmediği ölçüde, iyi bir ressamdı!.. Şiirdeki o mutsuzluğu kendi deyişiyle, 'bir çeşit derviş olan şairi' ve 'cehennemini', resimdeki aşkın ve yaşamın mutluluğuyla dengeleyen Ve gene kendi deyişiyle, o 'Sapkın Nakkaş'! yılından itibaren açtığı ona yakın sergiyle, hayranlarıyla buluşmuştu Enis Batur onun için, resim yaptığı kağıtlara gönderme yaparak, sanatçının'' kağıdı bile ten sandığını'' söylemişti O da, Engin Turgut'la yaptığı bir söyleşide şöyle diyordu: '' Ben Enis Batur'un '' kağıdı bile ten sandığından'' sözünde büyük bir gerçek buluyorum. Ben resmi bütün vücudumla yaparım. Fırça kullanmadım ben. Kullandığımı söyleyemem. Baş parmağımla boyarım bu resmi, büyük ustam Chardin gibi Araya (gövdemin kendisinin dışında) hiçbir şey sokmam, boya hariç. Şiirle, resimle sevişirim ben. Andre Breton ne diyor: Şiir yatakta yapılır. Benim için de aynen böyle.''

Bu söyleşide, şiir için de şunları konuşur, İlhan Berk: ''Sevgili Engin, 'Şiir biraz da söylememektir 'gibi benim de şöyle bir sözüm vardır: ''Şiir sözcüklerle söylenmez, olanı söylemektir ''diye. 'Biraz'a gelince, ben onu da atıp 'daha çok'u koymak isterim ''Dille boğuşmak bütün şairlerin işi diye bakarım ben buna. Evim, evimiz bizim dil. Benim dille uğraşım konusunda söylesem söylesem bunu derim. Resmimin şiir gibi sezgiye, duyuma bağlı olduğunu söylüyorsun, bunu bilmiyorum. Şiirimin Resullerin sözleri gibi çok anlamlılık taşımasını isterim ben; ama, resimlerimin ise çarpıcı olması ilgilendirir beni daha çok ''Ve sonra devam eder: ''Resim benim dünyam değil. Dünyayı görmeme de engel değil. Resim yapmak beni mutlu ediyor. Hepsi bu. Yazmak ise mutsuzluktur. Kendini mutlu sayan gerçek yazar yazmaz. Benim mutlu olduğum bir tek şey var: Resim yapmak.''

Şiirle ciddi olarak uğraşan genç şairlere de şu mesajı verir: '' Yazıyorsanız başkalarının şiirleri iyi bir öğretmendir ama felsefe de okuyun!''

Manisa doğumlu olan ve altı kardeşin en küçüğü olan ozanımız çocukluğunu babasız geçirmişti Toplumsal yaşama, manevi babasının desteğiyle, bir ''Cumhuriyet öğretmeni'' olarak katıldı.Balıkesir Necatibey Okulu'nun ardından, Giresun Espiye'de iki yıl öğretmenlik yaptı.Bu arada ortaokul yıllarında Manisada halkevinin dergisi ''Uyanış''ta yayınlanan ilk şiirlerini, sonra gene Uyanış ve daha sonra Çığır ve Varlık dergilerinde yayınlamaya başlamıştı.Bu süreçte Gazi Eğitim Enstitüsü'nün Fransızca bölümünü kazanıp bu okuldan Fransızca öğretmeni olarak mezun monash.pw okullarda Fransızca öğretmenliğine başladı.Tek parti döneminde , 'lerde başlayan bu eğitsel süreç, çok partili 'li yıllara kadar sürerAsıl işi şiir ve yazın olan ve sonunda pes eden ozanımız, Ziraat Bankası'nın Ankara yayın bürosunda, çevirmenlik işine girer ve yılında bu işten emekli olup son kırk yılını geçirdiği Bodrum'a yerleşirArtık o ''Halikarnas'ın Şairi'', yazın adamı ve ressamıdır

II.Büyük Savaş'ın Batı Edebiyatı'na olumsuz etkileri, ülkemiz yazınında da kendisini göstermişti Yeni Edebiyat'ın çizgisinde bulunan ozanımız, toplumcu gerçekçi şiirden, monash.pw'ye ivmelenen bir şiire kadar uzandı monash.pw'nin öncülerinden ve savunucularından olduŞiirle uğraşırken, diğer yazınsal çalışmaları da ihmal etmedi;çeviriler yaptı, otobiyografi, günlükler ve denemeler kaleme aldı İlk şiir kitabı onyedi yaşında, yılında yayınlandı ( Güneşi Yakanların Selamı ). İkincisi ise 'de yayınlanan ''İstanbul'' kitabı İlk toplumcu gerçekçi kitapları olarak;''Günaydın Yeryüzü(), ''Türkiye Şarkısı''() ve ''Köroğlu'' () vardır. monash.pw'yi somutlayan ''Galile Denizi'' () ve ardından, ''Çivi Yazısı'' (), ''Otağ'' (), ''Mısırkalyoniğne'' (), devam eder Bu anlamın uzaklaştığı, soyut zengin imgelerin, çağrışımların ön plana çıktığı bir şiirdir artık ''Aşıkhane'' () ve ''Güzel Irmak'' () şairin yaş aralığında, aşk, kadın ve erotizmin kucaklaştığı şiir çalışmalarıdır Aşıkhane'den sonra, ''Şenlikname'' (), ''Taşbaskısı'' (), ''Atlas'' (), ''Kül'' (), ''İstanbul Kitabı'' (), ''Kitaplar kitabı'' (), ''Deniz eskisi /Şiirin Gizli tarihi''(), ''Delta ve Çocuk'' (), ''Galata'' (), 'Güzel Irmak'' (), '' Pera'' (), '' Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum'' (), '' Avluya Düşen Gölge (), ''Şeyler Kitabı Ev'' (), ''Çok Yaşasın sayılar'' (), ''Kuşların Doğum Gününde Olacağım'' () kitapları çıkagelir

Aldığı Ödüller: ''Kül'' TDK Ödülü, ''İstanbul Kitabı'' Behçet Necatigil Ödülü, ''Deniz Eskisi..'' Yeditepe Şiir Ödülü ve ''Güzel Irmak'', Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü (Ferit Edgü'yle paylaşılan.)


GÜZEL

Güzel
ölüm daha kolaydır sevmekten
der ya Aragon
Anlaki ölüme benzer seni sevmek

Sözcükler ki alevdir
Ve karadır şairlerin hayatları

Hem nice şiirlerde nice aşklarda
Tarar saçımızı ölüm.

Aşk ki bazen solgun bir ilçedir
Sürdürür derinliğini


Neden ''en çok ''acı ustası şairlerdir
En çok taşırlar çünkü aşkları.

Ben ki yatağından tedirgin bir suyum
Besbelli ki aşka ve ölüme çalışıyorum.

Kendi deyişiyle, aşkı şairlerin yarattığını söyleyen, şiir ve resimle sevişen bir şairdi İlhan Berk. Ve şöyle söyler aşk için; '' Evet, aşkı koruyamadığımız bakamadığımız doğru. Aşk boyuna yenilenmek, özellikle de derinleşmek ister doğası gereği. Artık ateşleyemiyoruz aşkı, fırtınalar çıkaramıyoruz onun için. Bu bir gerçek ve suç bizim.''

Onu, 'şiirin korkunç çocuğunu', bu genç şairi, bugün biraz sonra, çok sevdiği Bodrum'da eşi Edibe Hanım'ın yanında toprağa veriyoruz.

Toprağı bol, ışığı güçlü olsun.

 

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır