kaşlarını eğdirirsin oyun havası / Abdullah Ziya Kozanoğlu - Hilal Ve Haç - PDF Free Download

Kaşlarını Eğdirirsin Oyun Havası

kaşlarını eğdirirsin oyun havası

Türküler

Orta Anadolu Türküleri

Sitede yer alan tüm Orta Anadolu türkülerine ve türkü sözlerine bu sayfadan ulaşabilirsiniz.

Tüm Türküler

  • Açıl Ey Ömrümün Varı, ziyaret
  • Açıl Ömrümün Varı, ziyaret
  • Ağacı Budamadım (Oy Dağlar), ziyaret
  • Ala Geyik 4, ziyaret
  • Ali'm Gitme Pazara 3, ziyaret
  • Altın Yüzük Var Benim, ziyaret
  • Arpa Buğday Daneler 2, ziyaret
  • Arpa Da Buğday Çecolur, ziyaret
  • Aşağıdan Yusuf Paşa'm Geliyor 2, ziyaret
  • Aşık Oldum Gülüm Sana, ziyaret
  • Aşikar İstiyom Gizli İstemem, ziyaret
  • Atım Kalk Gidelim Halep Haneden 3, ziyaret
  • Atımı Bağladım Delikli Taşa, ziyaret
  • Ay Doğar Aşmak İster, ziyaret
  • Ay Doğar Giresun'dan, ziyaret
  • Ayvacı Geliyor Ayvacı, ziyaret
  • Aziziye Aziziye, ziyaret
  • Aziziye Aziziye 1, ziyaret
  • Bağ Altında Otururken, ziyaret
  • Bağa Gel Bostana Gel, ziyaret
  • Bağa Girdim Üzüme, ziyaret
  • Bağlamamın Düğümü, ziyaret
  • Bahçelerde Hurmayım, ziyaret
  • Ben Derdimi Döksem Gülşen Bağına, ziyaret
  • Bilmem Şu Feleğin, ziyaret
  • Bir Dal Kestim Ormandan, ziyaret
  • Bir Dal Kestim Ormandan 1, ziyaret
  • Bir Garip Başınan Kaldım Arada 2, ziyaret
  • Bir Gemim Var İskelede Yağlanır, ziyaret
  • Bir Gün Şu Dünyadan, ziyaret
  • Bir Of Çeksem 2, ziyaret
  • Bir Of Çeksem 3, ziyaret
  • Bir Oğlum Olsa, ziyaret
  • Bu Dere Yonca, ziyaret
  • Bu Dere Yonca 1, ziyaret
  • Bu Dere Yonca 2, ziyaret
  • Bürücek Derler Anam Allı Bürücek, ziyaret
  • Çağrışa Çağrışa, ziyaret
  • Candarmayım Candarma, ziyaret
  • Çaya İner Ağlarım, ziyaret
  • Çek Deveci Develeri Engine, ziyaret
  • Cevizin Etekleri, ziyaret
  • Çiçekdağı Derler (Oyun Havası) 4, ziyaret
  • Coşkun Bir Sel Gibi Aktım, ziyaret
  • Davran Kırat Davran, ziyaret
  • Değirmende Döner Taşım, ziyaret
  • Deli Gönlü Bir Dilbere Bağladım, ziyaret
  • Dere Boyu Gidelim (Naciye), ziyaret
  • Dervedip Gezersin Dar-ı Fenayı, ziyaret
  • Devşirdim Gülleri, ziyaret
  • Doğmadan Yazılmış Kader, ziyaret
  • Ela Göze Siyah Sürme, ziyaret
  • Elmalı (Su Gelir Bulanarak), ziyaret
  • Elmayıdım Günden Yana Yarıldım, ziyaret
  • Eşmekaya'nın Kavakları 2, ziyaret
  • Eşmekaya'nın Kavakları 3, ziyaret
  • Everek Dağı 2, ziyaret
  • Ezeli (İndim Seyreyledim Demi), ziyaret
  • Fena Dünya İçin Gam Çekme, ziyaret
  • Galeden Aşan Gelin, ziyaret
  • Gam Kasavet Kalkmaz Oldu 2, ziyaret
  • Garalı Bayrak Galdırdım, ziyaret
  • Garalı Bayrak Galdırdım 1, ziyaret
  • Gece Gündüz Ninnisini Söyledim, ziyaret
  • Gel Gidelim Uzaklara, ziyaret
  • Gelin Cafiyem 1, ziyaret
  • Getir Berber Getir, ziyaret
  • Getir Berber Getir Aynanı Getir 1, ziyaret
  • Gezdir Anam Gezdir Kıratı Gezdir, ziyaret
  • Gidin Bulutlar Gidin, ziyaret
  • Güllüm Güle Darılmış, ziyaret
  • Habip'in Ağıdı 2, ziyaret
  • Hasta Düştüm Bir Odada Yatarım, ziyaret
  • Haydin Gidelim Sazlara, ziyaret
  • Horazımı Kaçırdılar, ziyaret
  • İçim Titret Benim Duyunca Adın, ziyaret
  • İlimon Ektim Taşa 1, ziyaret
  • İlk Akşamdan Yüklediler Göçümü, ziyaret
  • İnileme Karadeniz, ziyaret
  • Karabiber Aş Olmaz, ziyaret
  • Karadır Kaşların Ela Getirir, ziyaret
  • Karaduta Yaslandım, ziyaret
  • Karanfil Ocak Ocak, ziyaret
  • Kaşımın Karasına, ziyaret
  • Kaşlarını Eğdirirsin, ziyaret
  • Kayseri Mektebine Oldum Candarma, ziyaret
  • Kendi Güzel Mevlam Kader Vermemiş, ziyaret
  • Kesik Çayır Biçilir Mi, ziyaret
  • Keten Gömlek Filfili (Nineler), ziyaret
  • Kimse Bilmez Yürekteki Yarayı, ziyaret
  • Kırk Yılda Bir Kere (Aydos), ziyaret
  • Kozan Dağı Çatal Matal, ziyaret
  • Kozandağı, ziyaret
  • Leylim Yar (Bahçelerde Enginar), ziyaret
  • Mapushane İçinde Attım Postumu, ziyaret
  • Mektup Yazam Vefasızın Birine, ziyaret
  • Merdivenin Altında (Fındık Fıstık), ziyaret
  • Mihrali Bey'in Türküsü, ziyaret
  • Muallim (Menekşe Koydum Sepete), ziyaret
  • Neyneyim Dünyanın 1, ziyaret
  • N'olur Gelin N'olur, ziyaret
  • Ömer Çavuş, ziyaret
  • Penceresi Yeşil Perde (Eğmelendi), ziyaret
  • Pınar Senin Ne Belalı Başın Var, ziyaret
  • Pınar Senin Ne Sevdalı Başın Var, ziyaret
  • Pınar Senin Ne Sevdalı Başın Var 1, ziyaret
  • Pınarın Başında Destin Varmış, ziyaret
  • Sabahtan Kalktım Yıkadım Yüzüm, ziyaret
  • Salınarak Gelen Benim Efendim, ziyaret
  • Sallan Boyuna Bakayım, ziyaret
  • Sebep 2, ziyaret
  • Sebep Mezarında Yosunlar Bitsin, ziyaret
  • Şeker Dağı 3, ziyaret
  • Sen Gülersen, ziyaret
  • Şevket'in Ağıdı 1, ziyaret
  • Sılana Dön Goncagülüm, ziyaret
  • Söz Verip De Gelin Mi Oldun, ziyaret
  • Şu Dere Yonca, ziyaret
  • Şu Dereler Şu Düzler, ziyaret
  • Şu Derenin Uzunu (Aygınam Hey), ziyaret
  • Şu Dünyada Üç Şey Vardır Görünür, ziyaret
  • Su Sızıyor Sızıyor 2, ziyaret
  • Sultan Süleyman'a 3, ziyaret
  • Telli Durnam Kalkın Geçin, ziyaret
  • Yar İle Seyrana Çıksam, ziyaret
  • Yavru Şahin Enginlerde Kışlamaz, ziyaret
  • Yedi Kaleminen Yazı Yazarım, ziyaret
  • Yüce Dağ Başında Yattım Oturdum, ziyaret
  • Yüceden Mi Geldin 1, ziyaret
  • Yüksek İmiş Çıkamadım Avlunuz, ziyaret
  • Yürü Allı Gelin Yürü, ziyaret
  • Yürü Güzel Yürü Yolundan Kalma, ziyaret
  • Zalım Felek Balta Vurdun Belime, ziyaret
  • Zamanede Bir Hal Gelmesin Başa, ziyaret
  • Züleyha (Yaralı Bir Yaramaz), ziyaret

Daha Fazla Türkü Sözü

Türküye Göre

A, B, C-Ç, D, E, F, G, H, I-İ, J, K, L, M, N, O-Ö, P, R, S, T, U-Ü, V, Y, Z

Yöreye Göre

A, B, C-Ç, D, E, F, G, H, I-İ, J, K, L, M, N, O-Ö, P, R, S, T, U-Ü, V, Y, Z

Kamil Abalıoğlu -Albümleri, Müzikleri, Şarkıları, Mp3 indir, Diskografi, Flac indir,

Kamil Abalıoğlu Diskografi

[] Kamil Abalıoğlu - Bağrına Taşları Bastın Mı Anam (Albüm) Flac

Bağrına Taşları Bastın Mı Anam
Sam'mı Değdi Gülüme
Gel Bana Güle Güle
Öksüzüm Diye
Yine Boran Oldu
Kaldım Gurbet Elde
Ötmesin Bülbüller
Karalı Yazma
Sevdiğini Almayanlar Sürünür
Güzel Kızlar
Dinek Dağı
Unuttun Mu Beni El Gibi

[] Kamil Abalıoğlu - Şehit Askerin Ağıt'ı (Albüm)

Şehit Askerin Ağıt'ı
Şenolasın Ürgüp
İçim Titrer Benim
Emirdağ Türküsü
Almanyadan Çıktım
Gesi Bağa Giderken
Mektup Yazam Vefasıza
O Benim İşte
Mercimek Kile Kile
Bürücek Derler
Kalktı Kısmetimiz
Aman Ayşem

[] Kamil Abalıoğlu - Ela Gözlüm (Albüm)

Ela Gözlüm
Doktor
Ayşem
Gelin Cafiyem
Saçlarından Yol Eyledim
Yürü Allı Gelin
Kalbimde Sızlayan
Fatma
Ben Gidiyom

[] Kamil Abalıoğlu - Anasız Yavru (Albüm)

Anasız Yavru
Kumral Güzel
Nice Sevdiğimi
Sevgilim Aşkına
Aşık Oldum
Yiğidin İki Yari Olursa
Hasta Olupta
Şahinimi Yükseyinde
Üç Güllü Çorap
İpekli Yorgan
Evlerinin Önünde
Garip Kuşlar

[] Kamil Abalıoğlu - Şehit Anası (Albüm) Flac

Şehit
Elinende Karagözlüm
Aşık Oldum
Bir Mektup Yazdım
Tokat Yaylası
Sevdanın Denizi
Aman Allah
Karadır Kaşların
Gönül Yerden Ayrılmaz
Kayseri Mektebi
Mahşere Kalan Düğün
Ben Yanarım Gurbet Elde

[] Kamil Abalıoğlu - Gurbet Bozlakları (Albüm) Flac

Yaz Gelir
Kaderim
Zalim Annem
Semah Ey Erenler
Derin Yara
Gülerek Selamın Aldım
Ötmesin Bülbüller
Karalı Yazma
Sevdiğini Almayanlar

[] Kamil Abalıoğlu, Neşet Abalıoğlu - Can Ciyer Muhabbeti 3 (Albüm) Flac

Ela Gözlerini Sevdiğim Dilber
Akşamdan Mı Geçtin
Kimse Bilmez Yürekteki Yarayı
Develi
Rast Geldim Bir Kaşları Kemane
Kesik Çayır
Aman Dünya Ne Dar İmiş
Bize Gam Çektirdi
Her Ana Doğurmaz
Giden Ay Tutulur Mu
Çorap Milinen Olur
Aslım Paktır
Ben Yanarım
Nice Met Edeyim
Şad Ol


Kamil Abalıoğlu Diskografi 2

[] Kamil Abalıoğlu - Yürü Bire Yalan Dünya (Albüm) Flac

Ne Zaman İcadıdın
Yürü Bre Yalan Dünya
Sarı Yazma
Aşkın Beni Öldürür
Salınıp Giderdin
Verdiğin Yazmayı Bürüneyim Mi
Mısırı Kuruttun Mu
Çiçek Dağı - Duyun Ahbablar
Asker Yolu Beklerim
Kızılırmak
Bugün Ayın Işığı
Avluya Bir Kuş Kondu

[] Kamil Abalıoğlu - Tezenenin Gözyaşı (Albüm) Flac

Zahidem
Nice Met Edeyim
Baş Ucunda Çifte Beşik
Vefasız Bir Aşkım
Güller İçinde
Bülbül Güle Aşık
Çektim Aşkın Çilesini
Ben Böyleyim
Oyalı Yazma
Destan Olmak Kolay Değil
Merdivenin Altında
Nöbet Tuttum

[] Kamil Abalıoğlu - Doğmadan Yazılmış Kader (Albüm) Flac

Ben Miyim Dünyada
Doğmadan Yazılmış Kader
Haberin Var Mı
Yalan Dünya
Yine Boran Oldu
Tez Gel
Kaşlarını Eğdirirsin
Gurbetin Zamanı
Gidiyorum Sevdiğim
Gönül Kapısı
Bulamadım
Yanar Ateşlere

[] Kamil Abalıoğlu - Haber Sal Sevgilim (Albüm) Flac

Haber Sal Sevgilim
Sekiz Sene Yattım
Boyu Güseafoodplus.info
Gam Çekme Divane Gönül
Kendi Talihim De
Kız İnsan Sözünden Hiç Vazgeçer Mi
Eminem
Kızılırmak
Felek Hasret Etti
Aman Çeke Çeke
Ayağına Giymiş
Başım Al Yazmalı
Bugün Ankara'dan Bir Güzel Gördüm
Geyik Avı
Sırrımı Ellere Verdim

[] Kamil Abalıoğlu - Ağ Gelin (Albüm) Flac

Ağ Gelin
Kardaş Kurşunu
Karalı Bayrak
Nevşehir Dedikleri
Çit Fistanı
Gönül Kalesi
Saçlarının Ucu Çiğdem Sarısı
Cevizin Yaprağı
Sarı Sultanım
Kuzum
Yeşil Ördek
Kırıldım Kardaş
Kuralım Yuva


Kamil Abalıoğlu Müzikleri

[] Düğün Oyun Havaları (Albüm) Flac

Fidayda
Misket
Çiçek Dağı
İlvanlım
Sarı Kız
Çiçekler Ekiliyor - Adana Yolları
Sultanım - Develi - Menekşe - Konyalı
Mevlana - Şiş Yandı - Şinanay
Hacel Obası - Doyulur Mu
Sallan Boyuna Bakayım

[] Kamil Abalıoğlu - Anılarım 1 (Albüm)

seafoodplus.info3
Haber Sal seafoodplus.info
Şehit seafoodplus.info3
Bürüseafoodplus.info3
seafoodplus.info3
Ağ seafoodplus.info3
Ela Gözlüseafoodplus.info3
Seher seafoodplus.info3

[] Kamil Abalıoğlu - Ankara'da Yedim Taze Meyvayı (Albüm)

Ankara'da Yedim Taze Meyvayı
Bir Selam Geldi
Benim
Aşık Oldum
Aşikar İstiyom
Türlü Türlü Renge Boyandı Vatan
Sevgimiz Yeşillenmiş
Dile Getirir

[] Kamil Abalıoğlu - Asır Mı Değişti (Albüm)

Tükenmez Dava
Kal Güle Güle
Asır Mı Değişti
Gurbet Ellerinde
Güllerim Açılmış
Aşık Saide Nezire
Garip
Bir Zamanlar
Usandım

[] Kamil Abalıoğlu - Asker Kınası (Albüm) Flac

Asker Kınası - Şehit Anası
Yasını Tutarım
Düğün Elin Bayram Elin
Elinen De Kara Gözlüm
Hayat Bahçesi
Kadir Mevlam
Öksüzüm Yüzüm Gülmez
Dura'nın Ağıdı - Herekli Den Çıktım
Seni Değişmezdim
Ne Güzel Bağlamış
Gönül Yardan Ayrılmaz


Kamil Abalıoğlu Şarkıları

[] Kamil Abalıoğlu - Bizim Ezgilerimiz (Albüm) Flac

Kaderim
Sorgun Faciası
Ben Aldım Satın
Bir Oğlum Olsa
Esenin Ağıdı
Rastgeldin
O Benim İşte
Unutmam Sevdiğim
Karalı Bayrak

[] Kamil Abalıoğlu - Bugün Ankara da Bir Güzel Gördüm (Albüm)

Bugün Ankara Da Bir Güzel Gördüm
Ağ Gelin
Kendi Talihim
Yüce Dağ Başında
Adam Yare Küser Mi
Keskinden Çıktım
Haber Sal Sevgilim
Ela Gözlüm
Bürücek
Kalktı Kısmetimiz Kırıkkale Den
İpekli Yorgan

[] Kamil Abalıoğlu - Ceylan - O Çöllerde (Albüm) HQ

Sultan
Ceylan
Gelin
Bizim Ele
Manavgat Yolları
Hani Ya Nazlı Yar
Kuzum
O Çöllerde
Akşam Oldu
Durnalar

[] Kamil Abalıoğlu - Dağlar (Albüm)

Kuzum
Sana Geliyom
Dağlar
Kara Tren
Eremedim Menzile
Asır Mı Değişti
Ne Zaman Icadın
Bulamadım
Goncalar
Doktor

[] Kamil Abalıoğlu - Kayırlı Kasabası 6. Ayran Şöleni (Albüm) Flac

Ne Güzel Bir Töre Ne Güzel Şölen
Kayırlı Kasabası
Benim Köyüm Benim Beldem
İlaçtır Havası Bizim Yaylanın
Bir Köy Vardır
Bugün Ankara Da
Kasabaya Özlem ( Şiir )
Asır Mı Değişti
Ne Zaman İcadın

[] Kamil Abalıoğlu - Klasikler - Kuzum (Albüm)

Kuzum
Yoruldum Gardaş
Neyleyim Ben Böyle Yari
Hastanede Vardım
Cevizin Yaprağı
Şahinimi Salmış İdim
Kimse Bilmez Yürekteki Yarayı
Ela Göze Siyah Sürme
Saçlarıyın Ucu Çiğdem Sarısı
Kırat Gemini Almış
Sana Geliyom

[] Kamil Abalıoğlu - Şehit Asker / Şen Olasın Ürgüp (Albüm)

Şen Olasın Ürgüp
Şehit Asker
Gesi Bağa Giderken
İçim Titrer Benim
Kalktı Kısmetimiz
Emir Dağı
Aman Ayşem
O Benim İşte
Mercimek Kile Kile
Almanyadan Çıktım
Bürücek Derler
Mektup Yazam

Diskografi indir

DOWNLOAD - Turbobit

Müzikleri indir

DOWNLOAD - Uploaded

Mp3 indir

Flac, Mp3 + Direk Link (VIP)

1 Abdullah Ziya Kozanoğlu - Hilal Ve Haç HARON LEŞİT Bacaklarına koyun pöstekileri sarılmış gibi iri ve kıllı ayak bilekleri ile yerleri eşeleyen koca beygirlerin üzerindeki korkunç adamları, Haron Levi çipil gözleriyle küçücük görmek gafletinde bulundu. Bu yanlış görüş sonunda -her küçük şey gibi sevimli ve zararsız olduklarını sanarakyanlarına sokulmakla da kendi ölümüne kendi ayağıyla gitmiş oldu: - Yaşasın ölmeyen ve bizi yedi kere yedi bin kat göklerin üstünden koruyan Allah&#;ın oğlu büyük İsa! Dev atların üstünde uyuklar gibi duran atlılardan biri gürledi: - İsa yaşasın, yaşasın ama biz de yaşayalım bezirgan. - Siz de yaşayın! - Bir şeyler sökül de yaşayalım.

2 Haron Levi&#;nin kırpıştırdığı gözleri açıldı; o zaman ilk görüşünün sakatlığını sezdi. İri atlar, üzerindeki dev heriflerden daha küçüktü. Atlar küçülmüş, serseriler büyümüştü. İçlerinden biri yere atladı. Haron Levi&#;nin karşısına dikildi.: - Sana kim derler bezirgan? - Haron Leşit. - Anlamadım? - Haron Leşit. İsa&#;nın bu yoksul kullarına bir şeyler satar geçinirim. Adım çok tanınmıştır. - Yani zavallıları kazıklar, soyarsın. Haron Levi, elinden geldiği kadar şirin görünmek zoru ile kirli dişlerini ileri çıkararak sırıttı: - Onlarda soyulacak hal kalmış mı arslanım? - Doğru, sen mal satarak, senin sattığın malları biz ellerinden alarak çırılçıplak ettik koca Haçlılar ordusunu. Haron Levi&#;nin gönlü bulanmaya başladı: - Sizinle meslektaş olduğumu bilmek bana şeref verdi. - Ama bize şeref vermiyor. Tam bu sırada bir bezirgan karşısında atlarından hep birden inmeyi yiğitliklerine yediremeyen devlerden biri, çizmesinin burnu ile yoksul Haron Levi&#;nin çenesine bir tekme attı. Haron Levi, dibi kesilmiş zeytin ağaçları gibi patırdayarak yüzükoyun yerdeki tozların içine yatıverdi. - Merhamet İsa&#;nın sevgili kulları, merhamet, diye inledi. Fakat İsa&#;nın sevgili kullarında babalarına bile merhamet edecek surat yoktu. - Ya malını, ya canını bezirgan, diye gürlediler. Sözü uzatma. "Mal" sözü yerde cansız gibi yatan Haron Levi&#;nin başını tozlar içinde havaya kaldırmaya yetti: - Arslanlarım, dedi. Ben malım ile canımı hiçbir zaman yan yana bulundurmam. Canım size kurban olsun, fakat yanımda bir Frenk mangırı bile taşımam. Yerdeki dev adam: - Hele bir bir arayalım, diye homurdandı. Bak canının düşeceği korkunç hali görünce, malın tıpış tıpış nasıl yanına gelir. Tekrar yere eğilmeye tenezzül etmeden Haron&#;un beli ile kaba etleri arasına öyle usturuplu bir tekme attı ki, yayına dokunulmuş kukla ibişi gibi Haron, olduğu yerde dikiliverdi. Fakat tecrübeli bezirgan bu konuşmalardan, bu ustaca yapıştırılan tekmelerden kimlerin karşısında bulunduğunu anlamıştı. Birden kanaraya götürülen danalar gibi böğürerek ağlamaya başladı. Sesinin bütün kuvveti ile bağırıyor, arada bir de boğuluyor-muş gibi öğürüyordu. Haron, kopardığı bu şamata ile dinsiz ve merhametsiz atlıların yüreğini yumuşatamayacağını çok güzel biliyordu. Fakat bir yerden bir şeyler olur, birisi yardıma koşar diye umutlanıyordu.

3 Hilal ve Haç / 7 Bu düşüncesinde aklanmadığı meydana çıktı. Bir ses gürledi: - Ne oluyor, orada? İnek boğazlayacak başka yer bulamadınız mı kuyruksuz hergeleler. Bu "Kuyruksuz hergeleler" sözü, atlıların çok ağrına gitti. Haron Levi&#;nin yardımına bir gelen olmuştu ama, bu gelenin de Haron&#;u kurtarayım derken, kendi bacaklarını kırdırması da olmayacak işlerden değildi. Bir an için yardımcısının gür sesinden ümitlenerek canının ve dolayısıyla malının kurtulduğunu sanan Haron&#;un, çatlak sesin sahibini görünce ümitleri kırılıverdi. Bu yeni gelen de kendini soymak isteyenler gibi bir serseri idi ve üstelik de silahsızdı. Nitekim, yerdeki atlı homurdandı. - Sen kim oluyorsun? Ölümüne mi susadın, defol! Ağaçların arasından büsbütün çatlak ve gür çıkan sesin sahibi, başını gururla doğrulttu: - Bizimle konuşurken biraz dikkatli ol arkadaş, biz çizmeleri yırtık, kokmuş ayaklarınızla kirlettiğiniz bu yerlerin sahibi Kadı Han&#;ız. - Anlamadım? Nerenin sahibi? - Viyana&#;dan, İstanbul&#;a kadar tekmil bu toprakların hakanıyım. Haron Levi, kendisine biraz olsun gülen kurtuluş ümidinin bu duyduğu son sözlerle büsbütün uçuverdiğini anladı. Bu kurtarıcı taslağı bir zırdeli idi. İçinden: "- Hey gözünü sevdiğim Musa peygamber, dedi. Büyüksün, büyüklüğüne şüphe yok ama, imdat isteyen sadık kuluna yardım etsin diye gönderdiğin şu deliye bak da kendinden utan." Yerdeki atlı da, bu deliye kızmayı lüzumsuz görmüş olacak ki: - Hoş gör sayın hakan! dedi. Sizi böyle bayraksız, atsız, silahsız, yiğitsiz, çaputsuz görünce birden tanıyamadık. Deli bu sözlere büsbütün kızdı: - Kulaksız hergele, diye gürledi. Yoksul insanları güçlendiren at, silah ve çaput gibi pis şeylerin bana bir değer vereceğini sanıyorsan al. İşte bir atım oldu. Deli birden sıçradı. Hayır, sıçramadı, iki ayağı üzerinde yaylandı, bir çekirge gibi havada uçtu, yerdeki atlının başıboş duran atının üstünde dikiliverdi: Sonra: "- Yanlış görmüş olmayalım?" diye gözlerini şaşkınlık ve korku içinde açan üç serseri ile yerde doğrulmak üzere olan Haron&#;u alaylı gözlerle süzdü. - İşte bir atımız oldu, dedi. Başka eksiğimiz de var mı? - Var pis uğru, tarla haydudu var! Böyle bir kılıcın eksik. Delinin kendi atlarına teklifsiz, destursuz konmasına sinirlenen serserilerden biri kılıcını çekmiş, atını tepmiş, üzerine saldırı-vermişti. Haron, korkusundan gözlerini yumdu. Bu hareketi ile de eşi şövalye düellolarında bile görülmeyen, krallara layık bir kavgayı kaçırmış oldu. Delinin tepesinde enli kılıç

4 bir şimşek gibi çakmış, kafasını yarmak için iniyordu. Kalkanı, kendini koruyacak hiçbir şeyi olmayan bu yoksul, birden eğildi. Yuvarlak başını, elinde kılıç atılan serserinin karnına gömüverdi. Bir çığlık, demin Haron&#;un dana boğazlamasını andıran sahte çığlığından on kere daha tüyler ürpertici, sahici bir çığlık duyuldu. Serserinin iki kolu birden ipi çekilmiş kuklalar gibi havaya uçtu. Sonra arkası üstü tozların içine yuvarlandı. Başıboş kalan kalın bacaklı atı, çalıların arasında koşarak kayboldu. Deli, elinde parlayan kılıcı havada sallayarak üçüncü serseriye doğru, üzerinde bulunduğu yeni atını tepti. - Kılıç kötü amma, siz mademki at ve kılıç meraklısısınız, işte kılıcımız da oldu. Şimdi de bir bayrak lazım. Adımı unutmadınız değil mi? Kadı Han, kim bu Kadı Han? Bilmiyor, tanımıyor gibi durmayın, kulaksız hergeleler Ben adının anıldığı yerde havaya dikilmiş baş kalmasından hoşlanmayan hakanlardanım. Eğilin, Attila&#;nın torunu Kadı Han&#;ın karşısındasınız, eğilin, bre sersemler Eğilin ve canınızı bağışlamam için yere kapanıp. Tanrı&#;ya yajvarın. Haron Levi, korkudan yarım kalmış aklına rağmen artık kurtulduğunu sezdi: Hilal ve Haç / 9 Yaşasın Attila&#;nın torunu haşmetlû hakanımız Kadı Han, diye haykırdı ve içinden de "Büyük Musa peygamber, dedi. Bir an için senin büyüklüğünden şüphe eden bu uğursuz kulun Haron Levi&#;yi affet. Sen çok büyük peygambersin, buradan yardımın ile kurtulursam sana iki yüz koç kurban edeceğim." Attila&#;nın torunu hiç de şakası yok gibi gözüküyordu. - Biz bir şey sorunca öyle devedikeni yalamış sıpalar gibi sırıtıp kalmayın bre. Ne biçimde benim bayrağım? Attila&#;nın bayrağında ne vardı? Haron Levi, dişini sıktı, kafasını kazıdı. Bin bir çeşit milletin, kralların, sultanların bayrağını, meslek zoru ve bayraksız oluşu yüzünden tanırdı. Fakat adını duyup, ordusunu hiç görmediği bu şanlı hakanın bayrağını bilemiyordu. Fakat Kadı Han hazretleri, onları bu sıkıntıdan kurtardı: - Bilemiyor musunuz? dedi. Yazık, bilmiş olsanız canınızı bağışlayacak, suçlarınızı hoş görecektim. Haron&#;u soymak isteyen serserilerin gözünde hayatın, yaşamanın pek önemi yoktu. Bire karşı üç, çarpışmayı göze alacaklardı. Fakat Kadı Han, hem çabuk konuşuyor, hem konuşurken de dilediğini elleri veya bacakları ile yerine getiriyordu! - Size bir bayrak yapayım, diye alay etti. Şöyle at üstünde ve şıpınişi bir bayrak! Bir daha, bir hakan torununa: (Bayrağın, kılıcın, atın nerede?) diye sulu sırıtkan, sorgu sual sıralamaya cesaret edemezsiniz. Atıldı, kendisine en yakın serserinin, omuz ve göğsünde kılıcını bir şimşek hızı ile gezdirdi. Haron, burada da korkusundan gözlerini yummak gafletinde bulundu.

5 Böylece yedi yüz yıl sonra sinema filmlerinde bile eşi gösteri- lemeyen güzel bir kılıç oyununu seyretmekten mahrum kaldı. Kılıç, serserinin vücudundan ayrılırken, ucunda kırmızı ve sarı bezlerle birlikte bir bayrak şeklini almış, gömleği alınan serseri de çırılçıplak kalıvermişti. Kadı Han güldü. - Bayrak fena değil, amma çok pis kokuyor! Kulaksız hergeleler sizi. Hiç yıkanmaz bu namussuz günbatılılar, dedi. Bir buyrultu çıkaracağım, benim ülkeme girmeden önce, Tuna nehrine girip yıkanmayı şart koşacağım! Haydi bakalım, şimdi toplayın kuyruklarınızı, atı da, kılıcı da bayrağı da gördünüz, toplayın bre! Serserilere doğru üstünde kurulup, sahip çıktığı yeni atını sürdü. Tam usta bir binici olduğu her halinden anlaşılıyordu. Serseriler belki dayanacaklardı. Fakat elinden atını aldığı, biraz önce Haron&#;u yere yıkan arkadaşlarına öyle sıkı bir tekme savurdu ki, yoksul, ardına neft yağı sürülmüş koca katırlar gibi ormana doğru seke seke kaçmak zorunda kaldı. Arkadaşlarının koşa koşa kaçtığını görünce, diğerleri de toparlandılar. Attila&#;nın sahici torunu karşısında bulunduklarına inanarak, çalılıkların arasından kaçıp yok oldular. Haron, hemen koşup kurtarıcısının çizmelerinin burnunu öpmeye başladı. - Oh büyük hakanımız Attila&#;nın torunu, kadıların hanı, hanların kadısı! Kadı Han, Haron&#;un çenesini çizmesi ile geri iterek, yere atladı, canı sıkılmış gibi gözüküyordu. - Sana kim derler bezirgan? diye sordu. Haron Levi sırıttı: - Haron Leşit. - Anlamadım. Harun-er Reşit mi? - Eh, hemen hemen öyle, bildiğiniz gibi Harun-er Reşit. - Sakın sen de Bağdatlı - Eh öyle gibi. - Abbasi halifesi Sultan Harun Resifin oğlu olmayasın. - Eh, neden olmasın? Bir Hakana bir Sultan Kadı Han&#;ın canı sıkıldı! - Bana bak bezirgan! - Buyur hakanım. Hilal ve Haç / \ 1 - Ben böyle sulu şakalardan hoşlanmam. Sen bilir misin bu Balkan dağlarında kaç kulaksız serseri dolaşır? Tam üç bin yedi yüz yedi kulaksız Ben, benimle alay etmeye kalkışanın kulaklarını alay olsun diye keser, avcuna koyuveririm. Gözünü aç. Haron Levi, kendini tutamayarak kulaklarını elleri ile kapadı ve: "- Musa peygamber, gönderdi, şükür olsun ama, diye düşündü Pek uğursuz bir kurtarıcısını göndermiş bu kuluna. Böyle kurtarıcıya iki kurbanlık koç yeter." Kadı Han güldü: - Senin asıl adın nedir?

6 - Allah çarpsın ben de unuttum. Kudüs&#;te Harun, Balkanlarda Haron; yerine, rüzgarına göre adımı değiştirir, geçinir giderim. - Neyle geçinirsin? - Bu günbatısından gelip Kudüs&#;e giden çekirge sürülerine öteberi satarım. - Yani hancı tavuğu gibi yolcu pisliği ile geçinirsin. Haron, güldü: - Aman hakanım, bu uğursuz oğlu uğursuzlar pislemezler ki yiyesin. Bunlar sade yer içer, şarap tulumu gibi de şişerler. ÇEKİRGE VE TULUM Haron Levi&#;nin çekirge sürüsüne ve şarap tulumuna benzettiği Haçlılar ordusunun başında çekirgeler gibi çevik, şarap tulumları gibi kırmızı ve tatlı bir imparator bulunuyordu. Cermanya Kralı ve Roma İmparatoru: Frederik Barbaros. Frederik Barbaros, her Alman kralı gibi, şu düstura iman etmişti: İnsanlık bir ruhtur ki anası itaattir. İşte bu itaate alışık, disipline yatık orduda o gün disiplin birdenbire bozuluvermiş, Haçlılar ordusu anasının şerefini lekelemiş-ti. Nöbetçiler yüksek sesle konuşuyor, öncüler sorgusuz, destursuz geri geliyor; kralın çadırına girip bir şeyler anlatmaya çabalıyorlardı. Frederik Barbaros, ağzı köpükler içinde, oğlu Romanya kralı, Altıncı Hanri&#;yi çağırdı: - Kral! Bu disiplensizlik, bu başıbozukluk nedir? Bütün bu rezaletler sizin hükümdarı bulunduğunuz ülkelere ayak basar basmaz başlıyor. Yoksa siz de başında bulunduğunuz Romenlere uyarak yüzünüzü gözünüzü boyayıp köçekler gibi gece gündüz göbek atmakla mı vakit geçiriyorsunuz? Romanya kralı Hanri; babasının disiplin işinde şakası olmadığını bildiğinden, iki topuğu birbirine yapışık, tıraşlı başı havada cevap verdi: - Haşmetlû imparatorum, disiplinsizliğe sebep, şimdiye kadar başımıza hiç gelmemiş bir olaydır. - Anlamadım, kimin başına hiç gelmemiş bir olay? - Sizin, benim ve bizim orduların Hilal ve Haç / 13 - Ne olmuş? - Ordumuzun geçeceği, Karanlıkdere geçidini beş kişi tutmuş. Frederik Barbaros&#;un kanı tepesine çıktı: - Kaç kişi tutmuş? - Beş kişi tutmuş, haşmetlû imparatorum. - Romanya kralı Altıncı Hanri! - Haşmetmeap?! - Bu gece kaç testi Kıbrıs şarabi yuvarladınız? - Sefer sırasında içki almak yasaktır sayın imparatorum! - Peki, beş kişi yüz bin kişilik Alman ordusunu nasıl birbirine katar sevgili oğlum? - Güldürerek! - Nasıl?

7 - Güldürerek imparatorum! Bu beş kişinin başında gülünç bir adam varmış kralım. Üstüne gidenlere öyle şeyler söylüyormuş ki, kavga çıkmadan gülüşüp geri geliyorlar. - Ne diyormuş bu gülünç adam? - Bu ne kepazelik Altıncı Hanri, Bir Roma imparatoru emrediyor da gene konuşmuyorsunuz, yoksa sizin de mi disiplininiz bozuldu? Ne diyormuş bu adam, emrediyorum, çabuk tekrar edin. Aynen ve harfi harfine. - Baş üstüne kralım, bu gülünç maskara aynen ve harfi harfine şöyle diyormuş: "Gidiniz, başkomutanınız Barbaros&#;a bildiriniz. Benim topraklarımdan ordusunu geçirmek için müsaade almamış olmasını cahilliğine veriyorum. Fakat bu ordu bana ayakbastı parası ödemeden bir adamı dahi ilerleyemez, ben bu ülkenin fatihi Attila&#;nın torunu Kadı Han&#;ım." Bu sözlerden sonra Romanyalıların kralı Hanri, imparator babasının huzurunda gülmek istedi. Fakat Frederik Barbaros, ayağını yere vurdu: - Ben, bu sözlerde gülünecek bir şeyler göremiyorum Hanri! Karşımda öksüz kalmış katır yavruları gibi sırıtıp durma! Adam gönder. Kadı Han mı? Cadı Han mı? Her ne karın ağrısı ise bu kabadayıyı tutup buraya getirsinler ve öncüler yerlerini alsın, ordunun başı, ardına kaçmış, karnı tepesine çıkmış, bu ne disiplinsizlik? Hanri koştu, şöyle beş daika geçmeden yanında sağ kolundan kanlar akan, başındaki tolgası ezilmiş bir şövalye ile tekrar içeri girdi: Frederik Barbaros, önce kızmak istedi, sonra dudaklarını büzüp dişlerini gıcırdattı: - Bu sevgili soylu kişimizi o gülünç dediğiniz Cadı Han mı bu hale koydu Hanri? Evet haşmetmeap! Kendisini zorla alıp huzurunuza getirmek isteyen iki şövalyemizden birini esir olarak yanında alıkoymuş. Robert Nassau kulunuza da, kolunu kırarak: "Git! demiş, kralına söyle, Attila&#;nın torunu zorbalıktan hoşlanmaz, ya da ayakbastı parasını ve hediyelerini göndersin, bunları ödemeyecek kadar şartlan yoksul ise kendisi buraya gelsin, ülkemden geçmek için gerekli şartları öğrensin! Bana zorbalık sökmez, bas!" Hanri, babasının kızacağını veya bu kendini bilmez yol kesen haydudun haddini bildirmek için yeni bir emir vereceğini bekliyordu. Fakat Frederik Barbaros, bir kolu yanında sarkan Robert Nassau&#;ya baktı, bir de telaşlı haliyle büsbütün gülünçleşen oğlunu süzdü: - Hanri, diye emir verdi. Git haşmetlû Attila&#;nın torununa selamlarımı bildir, bizzat karşılayamadığım için özürlerimi arz et, buraya kadar gelip çadırıma şeref vermelerini rica et. Git ve dediklerimi yap Hanri! Alman ordusunda başbuğun buyurduğu yapılır. Böyle her buyruk alışta ağzını, zoka yutmuş Tuna balıkları gibi açıp bakmak da yeni mi çıktı? Yıkıl karşımdan itaatsiz evlat! İtaatsiz evlat Hanri, emir almaya alışıktı. Çok gülünç ve saçma bulduğu halde bu emre de uydu. Ordunun yolunu kesen, Kadı Han&#;ı babasının yanına tatlılıkla getirmeye gidiyordu. HAZRETİ İSA&#;YA ÇAKILAN ÇİVİLER

8 Kadı Han&#;ı tanıyor ve bize yakın buluyorum amma koca bir Haçlılar ordusunun yolunu nasıl kestiğini, hele Romanya kralı Hanri&#;nin anlattığı dört atlı yardımcıyı nereden ve nasıl bulduğunu da öğrenmek istiyoruz. Can havli ve Musa Peygambere iki yüz kurbanlık koçu birden adamış iken yardımına gelen Kadı Han&#;ı gözü tutmayınca koçları ikiye indiren Haron Levi, yavaş yavaş işin daha da kötüye gittiğini seziyordu. Kadı Han: - Bak Harun Reşit kardeş! diye sormuştu. Sen İsa Peygamberin kullarına ne satarsın? - Ordunun ardından yürür, yiyecek ve içecekleri satın alır, ufak bir kar ile tekrar onlara satarım. - Başka? - Büyük şövalyelere ve krallara Hazreti İsa&#;nın asıldığı ipten parçalar satarım. - Bezirgan, sen benimle de alaya başladın. Göster şu ipi bakalım. Haron Levi, katırının heybesinden birkaç tane eskimiş veya ustaca eskitilip antika haline sokulmuş kirli ipler çıkardı ve alışkanlıkla ipleri öptü, istavroz şeklinde göğsünde, ağzında ve alnında gezdirdi. Kadı Han, ipleri süzdü. - Harun kardeş, dedi. Sen bilirsin ki Hazreti İsa iple asılma-yıp çarmıha gerilmişti. Hilal ve Haç/ 17 - Bilirim. - Peki, ne diye çarmıha çakılan çivileri satacağına, aşılmadığı ipleri satarsın? Haron Levi gitti, katırın heybesinden beş on tane da paslı çivi getirdi. - Bunları da satarım amma, dedi; bir orduya beş çividen fazla soktuk mu insanın namusundan ve sattığı malın aslından kuşkulanıyor namussuzlar. Bu cahil köpekler, ne anlar ticaretin inceliklerinden? Bak Müslüman ordusuna yüz elli senedir benim babam, babamın babası ve onun babası Sakalışerif satarız da gık bile demez Muhammed&#;in kulları, hem böyle sermayesi ipe, çiviye göre de çok da ucuzdur, berberlerden toplanmış sakal kılları. - Anlamadım. Sakalışerif mi satarsınız Müslüman ordusuna? - Evet, Müslümanlar haça, puta, çiviye, ipe para vermezler, ama bir şişe içinde peygamberlerinin bir sakal kılına bir altını seve seve öderler. - Bir kıla bir altın. Seni kendime maliye bakanı tayin ettim Harun Reşit!.. Başına gelecek felaketi, birden kavrayamadığından Haron Levi, Kadı Han&#;ı etekledi. - Allah ve peygamberleri ve yüzlerce yüz bin melekleri sizi korusun şanlı hakanım. - Ben kimim biliyorsun değil mi? - Evet Attila&#;nın torunu Kadı Han&#;sınız. - Tuna nehrinin her aktığı ülkenin sağı solu bana dedelerimden miras kalmıştır. Tam altı yüz senelik bir miras. Sana dedelerinden miras kalan Hazreti İsa&#;nın asıldığı ip, haça çakıldığı çivi ve haç, Hazreti Muhammed&#;in sakalının kılları ne getiriyorsa benim ülkelerim de onun yüz misli gelir sağlıyor.

9 - Kimsenin karında, hazinesinde gözüm yok. Sağlık ve keyif içinde yiyiniz arslanım. Herkes kendi sanatının inceliklerini elbette bilir. - İyi amma bana dedelerimden kalan bu servet seninkiler gibi tükendikçe-yerine konabilen cinsten değildir - Anlamadım? - Yani sözün kısası, benim de Haçlı ordusunu sızdırabilmem için bana sermaye lazım. - Ne gibi sermaye? - Bana ve yiğitlerime at, kılıç, uşaklarıma ve bana kadife elbise. Yani bir hakan torununa yaraşır giyim, kuşam. -Yaa? - Evet. İşte bana bunları maliye bakanım olan sen bulacaksın. Amma söz anlamaz herifsin be Benim işe sermaye koyacaksın, seni kendime maliye bakanı ve ileride edeceğimiz karlara ortak yapıyorum. Ne vurursak yarı yarıya. Büyük iş büyük kar. Berber artığı sakal kılından ne kar kalır ki? - Benim işime zor yetiyor benim sermaye, başka ortak bulsanız bu karlı işe. - Hayır, seni seçtim. Ortağım sensin. Seni gözüm tuttu, gönlüm sevdi. Sözü uzatma! O zaman Haron Levi, üç dev gibi haydudu haklayan bu hakan torununun korkunç gücünü ve aklına koyduğunu yapma hırsını düşündü. Çaresiz bu zoraki ortaklığı kabule karar verdi. Fakat gözlerini sağa çevirip: "- Hey Allahım? Hey Musa Peygamber? diye mırıldandı. Bana bu belalar kralını mı kurtarıcı diye gönderdiniz? Üste bana iki yüz koyun hediye etseniz gene ben zararlı çıktım bu alışverişten." Kadı Han kızdı: - Ne homurdanıp duruyorsun Harun? diye seslendi. Haron Levi, içine çekti: - Bizim çok kazançlı anlaşmaya, benim büyük patronu da ortak alıyorum. bir İmparatorla bir hakan Karanlıkdere geçidini tutan ünlü Attila&#;nın torunu, bütün haşmet ve heybeti ile kayalar arasına saklanan dört kişilik ordusuna son emirlerini verdi: - Haron? - Buyur, hakan. - Korkuyor musun? - Hayır sayın hakanım, ben kaybetmeye alışkınım. Sermayeyi de sizin katıra yüklettiğime göre kaybedecek geride bir şey kalmadı. Siz korkmayın bu bize yeter. Bu karşılık Kadı Han&#;ın pek hoşuna-gitmedi. - Siz sekbanlarım? dedi. Siz nasılsınız? Kadı Han&#;ın "Sekbanlarım" dediği, kitabımızın başında Haron Levi&#;yi ellerinden kurtardığı haydutlardı. "Zorla alamadığımızı tatlılıkla alırız" deyip, boğaz tokluğuna Kadı Han ordusuna yazılmışlardı.

10 Savaşlarla veya zorbalıklarla elde edilecek ganimetin yüzde otuzu kendilerine verilecekti. Üç sekbanlar, Kadı Han&#;ın başbuğluğuna inanmışlardı "Yakında at, bölük, bayrak ve şato sahibi olacağız" diyorlardı. Bu bakımdan bu ilk yol kesme işine, maliye vekili (?) Haron Levi&#;nin şiddetle karşı koymasına rağmen, girişilmişti. Sekbanlar şakrak kahkahalar attılar: - At hakan, vurmazsan da yaralarsın. Biz senin ardında baş koyduk, ya devlet başa, ya kuzgun leşe Haron yere tükürdü: - Kargalar şimdiden tepemizde dolaşıyor Oh! Oh! Çok şanslısın hakanım, bu akılsızlar gene dört kişi geliyorlar. Kadı Han güldü: - Onlar senden kurnaz Haron. Karanlıkdere&#;nin kurumuş çakılları üzerinde gelen atlıların ayakları çakıldamaya başlayınca, Kadı han sadağından bir ok çekip gönderdi. Dere içinde ilerleyenlerden en öndekinin ayağı dibine ok saplandı. Bu oku kullanış şekli Kadı Han&#;ın sahici bir Han olmasa bile, o devirlerde geçer akçe olan üç şeye hakim olduğunu belirtiyordu. Çok cesurdu. Çok kuvvetli idi. Atın üstünde yayan yürüdüğünden daha rahat oturuyordu. Kılıç, ok, kargı, savurduğu yerden ses getiriyordu. Atlar şahlandı. Ok atıcının ustalığını görerek çelik zırhlar kuşanmış olmalarına rağmen, yolcular iliklerine kadar titrediler. Bu usta okçular -Almanlar beş yol keseni de aynı ustalıkta sanıyorlardı- İlerleseler dört okta, kendilerini zırh oyuklarından vurup yere serebilirlerdi. Roma imparatoru Barbaros&#;un oğlu Altıncı Hanri atının üstünde dikilip seslendi: - Kadı Han ile görüşmek, anlaşmak istiyoruz. Düşman değiliz. Kadı Han, Haron&#;a: - İşler yolunda bakan hazretleri, diye seslendi. Sonra iki elini şakaklarına dayayıp haykırdı: - Kimsiniz, adınızı, sanınızı bildirin. - Romanya kralı Hanri Barbaros&#;um. Roma imparatoru Fre-derik Barbaros&#;un oğlu. - Hoş geldin, safa geldin. Kılıç ve kalkanını oraya bırak Tek başına ilerle sayın kralım. SAVAŞMAYI YALNIZ İKİ MİLLET BİLİR Romanya kralı Hanri önde, arkasında kargısını havaya dik-lmiş Kadı Han, onun da arkasında, üzerinde garip bir kuş resmi bulunan gök rengi bayrağını dalgalandırarak yürüyen bir numaralı sekban. Daha arkada bir atbaşı önde, ipek hırkalar giymiş Haron Le-vi, sağ ve sol gerisinde iki ve üç numaralı sekbanlar. Alman ordusu aldığı emre, baş kesmeye alışıktı.

11 Ordu açılmış, taş kesilmiş gibi sessiz ve hareketsiz imparatorlarının misafirlerini karşılıyordu. Frederik Barbaros&#;un çadırı yüksek bir vadiye kurulmuştu. Çadırın tepesinde Barbaros&#;un Roma İmparatorluğu bayrağı dalgalanıyordu. Karşılıklı iki kartal. Çadırın önündeki tahta merdivenlerin üstü, şövalyeler ve ordu beyleri ile dolu idi. Merdivenlerin önüne gelince Kadı Han, atını durdurdu ve şaşkın gözlerle kendisine bakan, Kral Hanri&#;ye döndü: - Sayın kralım, dedi, Haşmetlû pederiniz galiba, ordusuna şeref verdiğimi haber alamamışlar, yoksa kapıya kadar çıkmak zahmetini ben sevgili dostundan esirgemezlerdi. Kadı Han, ayak diriyor, koca bir Almanya kralı ve Roma imparatorunun ille de ayağına gelmesini istiyordu. Babasından kesin emir almamış olsa Kral Hanri yüz bin askerinin çevresini sardığı bu Attila&#;nın küstah veledinin, oracıkta yatırıp bir kart horoz boğazlar gibi gırtlağını keserdi. Yürüdü, merdivenlerden çıktı. Babası, misafir ve kendi ordusuna bağlı yüz kadar soylu kişinin arasında sabah şarabı içiyordu. Frederik Barbaros, kavganın olduğu kadar, zevk ve safa işlerinin da ehli idi. Balkanları aşar aşmaz, Bizanslılarla daha yakından ilişkiye geçmiş, ilişkiye geçer geçmez de şarabın, kadının daha tatlı ve daha oynağının Bizans&#;ta bulunabileceğini de öğrenmişti. Şimdi bu yeni bilgisinden elinden geldiği kadar daha çok kazançlı çıkmaya çalışıyordu. Sabah kahvaltısında bile ağzının pasını şarapla siliyordu. Hanri, sabah keyfi içinde, çılgın ve şuh kadın kahkahalarının kaba ve ahenksiz erkek homurtuları ile karıştığı bu süslü çadıra girince, duruşunun soğukluğundan babası, oğlunun, verdiği emri yerine getirmediğini sanarak sinirlendi. - Hanri ne oluyor? Cadı Han dostumuz nerede? Yoksa kalbini kırıp buraya gelmelerine engel mi oldun? - Sayın imparatorum, adam gelmesine geldi amma, deli pazarı bu, şimdi de yeni bir şey tutturdu. Bu "Deli pazarı" sözü, soylu kişilerin ve kibar karılarının hoşuna gitti. - "Deli pazarı" diye tekrarlayarak gülüştüler. Fakat Frederik Barbaros&#;un gülmeye hiç niyeti yoktu: - Bayanlar, baylar, diye gür sesiyle haykırdı. Beni ziyarete gelen, dostum olan bir hakana böyle terbiye dışı bir soyadı takamaz-sınız. Kendileri her halde hoşunuza gidecek bir soyadı ile, dilinizi kesecek bir kılıca sahiptirler. İyi veya kötü hislerinizi kendisi ile tanışma şerefine erdikten sonra açığa vurursunuz. Sonra oğluna döndü: - Bu Balkan dağları senin ahlakını bozmuş Hanri, dedi. Babanın ve Roma imparatorunun katında aklına geleni konuşuyorsun.

12 - Af buyurun pederim. Benim ve ordumuzun disiplinini kendi kendini zorla davet ettiren bu yabancı dostunuz bozdu. - Dostun yabancısı olamaz. Ben kendilerini görmeden görmüş kadar oldum. Sözü kısa kes ve kendilerini buraya getir. Hilal ve Haç / 23 - Gelmiyor. - Niçin? - Sayın pederiniz her halde ordusuna şeref verdiğimi duymamışlar, duysalar böyle merdiven başında beni bekletmezlerdi, diyor ve sizi ayağına çağırıyor: Frederik Barbaros, kabarmak üzere olan soylu kişilerin gurur homurtularını eliyle susturdu. - Dostumuz haklı, kendisini adi bir günbatısı kralı gibi oturduğumuz yerde karşılayamayız ya. Buyucun şövalyeler, karşılama törenine. İmparator kalkınca herkes de kalkmak zorunda kaldı. Çadırın perdeleri açıldı. Önündeki merdivenlerden aşağı doğru sahte bir saygı gösterisi içinde herkes eğildi. Frederik Barborus, merdivenlerin, altına baktı. Orada Ha-ron&#;u yarım sayarsak, dört buçuk kabadayı çıplak atlarının üstünde, çıplak yüreklerini ortaya koymuş, yüz bin namlı Alman askerine meydan okuyarak bütün çalım ve gururları şahlanmış bekliyorlardı. Bu hal gülünçtü amma, nedense Frederik Barbaros, kafasında bir şeyler hazırlıyor, bu dört buçuk kabadayının her halini hoş görüyordu. - Ordumuza şeref verdiniz sayın hakan! diye seslendi. Çadırımızı da şenlendirmez misiniz? Burada suratlar o kadar asık, yürekler o kadar sıkıntılı ki sizin gibi candan ve neşeli bir dosta çok ihtiyacımız vardı. Sefalar getirdiniz. Kadı Han bütün soğukkanlılığına rağmen bu beklemediği iyi kabulden işkillenmişti. Fakat yapacak başka bir şey olmadığına göre? Bayraktarı ile, koruyucusunu merdiven altında bıraktı. Arkasında maliye bakanı (?) çadırın kapısında Alman kralı ve Roma imparatoru ile kucaklaştı. Birlikte çadıra girdiler. Büyük yemek sofrasının başına dizildiler. Frederik Barbaros alay mı, sahi mi olduğu anlaşılmayan bir saygı içinde çevresindeki soylu kişileri tanıttı. - Sizi- karşılayan önderiniz, oğlum Romanya kralı Hanri&#;dir, sayın hakanım. Hanri, Kadı Han&#;ı başını keserek selamladı. Kadı Han güldü: - Babasının kahramanlıkları ile erkekliğini yüzünde asalet mü-hürü gibi taşıyor.- Bu tatlı sözler Frederik&#;in yüreğini kabarttı: - Kahramandan anlayan bir ustanın sözleri bizim için çok değerli. İkinci olarak kolunu kırmak lütfunda bulunduğunuz eşsiz şövalyemiz Robert Nassau&#;yu tanıtayım. Kadı Han, Nassau&#;ya doğru yürüdü: - Maliye bakanım, sizi dedelerimizden kalan sihirli bir merhemle iki saatte iyileştirecek, sayın şövalye. Böyle tatsız bir kavgada karşılıklı dövüştüğüme üzüldüm, dedi.

13 Frederik, tekrar: - Karakale&#;nin prensi Leopold, diye üçüncü soylu kişiyi tanıttı. Kadı Han, yüzünü ekşitti: - Adını ve şanını biliriz, dedi. Dük Leopold kaşlarını çattı: - Karakale&#;nin mi, yoksa kılıcımın mı şanını bilirsiniz? - Kale çevresinde ellerini, kollarını bağlayıp cellatlarınıza kazıklattığınız yedi bin yoksulun hikayesini bilirim, Kazıklı Voyvoda. Dük Leopold, elini kılıcına götürdü: - Kılıcımı ve savaştaki gücümü de tanımak ister misiniz? - Bu sözünü bir meydan okuma sayıyor ve kabul ediyorum, Kazıklı Voyvoda. Frederik Barbaros, işin tatsız bir yola döküldüğünü görerek, tatlı kahkaha makaralarını bıraktı: - İyi ama, burada kılıç ve kahramandan boş bir şey yok dostlarım. Çok meraklı iseniz kılıçlar ve kargılarınızın ustalığını yarın yapılacak paskalya şenliklerinde gösterirsiniz. Size biraz da din kahramanlarımızı tanıtayım, sayın hakanım, böyle iki din bilgini her zaman bir arada bulunmaz; şu gördüğünüz yakışıklı delikanlı, genç yaşta kırdığı şarap testileri, yaraladığı genç kız kalplerinden utanarak ruhunu Allah&#;a satan rahip Fransuva, yeni bir mezhep kuruyor. Fransiskenler mezhebi. Bu kurşuni elbiseli din kardeşlerimiz, Hazreti İsa&#;nın sadelik ve fakirliği sevdiğini, hiç sarhoş olmadığını, kan dökülmesinden hoşlanmadığını ileri sürecek Hilal ve Haç / 25 Genç papaz Fransuva, imparatorun sözünü kesmekten çekinmedi. - Haşmetlû Roma imparatoru! Hazreti İsa bir sabah kahvaltısında sofra başında sayın hakanımıza takdim edilemeyecek kadar büyük ve anlaşılması zor bir varlıktırlar. Kadı Han, genç Fransuva&#;ya döndü: - Bu kısa tanıştırma yüreğimi kabarttı genç dostum, dedi. Hazreti İsa&#;yı başkalarının tanıtmasına muhtaç olmayacak kadar yakından tanıyorum. Frederik Barbaros, bu sefer Fransuva&#;nm yanında onun kadar genç, fakat çatık kaşlı, kara cüppeli başka bir genci gösterdi. - Bu da din adamlarımızdan İspanyol şövalyesi Dominiken Bu arkadaşımız da belki bana sinirlenir, kısa keseyim tanıştırmayı. O da Dominikenler mezhebi kurucusu. Din işleri meraklısı iseniz kendisi ile ayrıca konuşarak düşüncelerini öğrenirsiniz Bu sırada tilki yüzlü ve baştan aşağı sırmalı kaftanlar giymiş çok şatafatlı ve cakalı bir adam Frederik Barbaros&#;a yaklaştı. Frederik, onu yeni görmüş gibi: - Ah affedersiniz, dedi. Size misafirlerimiz Bizans imparatorunu tanıtmakta geciktim. İkinci İsak Lanj hazretleri (İssac II. l&#;ange). Sonra, Bizans İmparatorunun eğilip kulağına bir şeyler fısıldadığını görünce hırsından yüzü kıpkırmızı kesildi: - İsak! diye homurdandı. En basit şeyleri bile kulağıma söylersin. Bu kötü Bizans huyundan vazgeçmeni sana kaç kere emrettim. Benim gizli kapaklı, kulağa fısıldanan sözlerden hoşlanmadığımı hala öğrenemedin.

14 Haşmetlû Bizans imparatoru, hemen tekmelenmiş bir köpek gibi kuyruk sokumunu sallayarak etek öptü: - Sayın ve dünyaya gelmiş ve gelecek imparatorların en büyüğü ve aklı deryalara ve parlaklığı güneşin parlaklığına sığmayan ve yanında peygamberlerin bile sönük kaldığı merhamet ve lütufkarlık Allahı Frederik Barbaros: aciz çanakyalayıcı kulunuz sadece size eksik bir noktayı göstermek cüretinde bulunmuştur. Kadı Han, kendisi için bir şeyler konuşulduğunu sezmişti. Frederik Barbaros&#;u daha fazla zor bir durumda bırakmamak için sordu: - Kendi deyimi ile "Çanakyalayıcı"nız Bizans imparatoru bir şey mi istiyorlar? Bizans imparatoru İsak, birden ayaklan üzerinde doğruldu: - Evet kiryos, bir şey öğrenmek istedim. - Ben de sayın dostum Frederik Barbaros gibi fısıltı ve hışırtılardan hoşlanmam. Her şeyim açıktadır. Bana sorun öğrenmek istediğinizi. - Kimin oğlu olduğunuzu öğrenmek istiyorum. Burada her seçkin kişi bir aksoylu babanın oğludur. Ve bunu bildirecek belgeleri de boynunda taşır. - Sen benim Attila&#;nın torunu olduğumu duymadın mı? - Böyle söylediğinizi duydum. - Söylediğinizi duydum ne demek? Sen, senden evvelki Bizans imparatorlarının dedeme baç (vergi) verdiklerini de bilmez misin? - Yedi yüz yıl geriye giderek hazine defterlerimizi yoklamaya vakit bırakmadınız sayın hakan torunu. Bunu bilmem o kadar önemli değil, sizin bizi inandırmanız daha önemli. - Yani nasıl? - Dedenizin şeceresini veya bir buyrultusunu, size miras kalan bir şeyini bize göstererek. Kadı Han güldü: - Bize dedelerimizden miras olarak yalnız kılıçları kalır. Bizde baş olmak için Bizans&#;ta olduğu gibi kulağa fısıldanan dedikodu ve karanlıkta kurulan tuzaklar yetmez. Dedeye layık da olmak lazımdır. Frederik Barbaros, kendini tutamayarak: - Yaşa Kadı Han! diye haykırdı. Kadı Han inci gibi beyaz dişlerini göstererek Frederik Barbaros&#;a baktı. Sonra tilki burnunu sivrilterek, gözlerini büzüp: - "Ala, hakanzade, göster buyrultunu" diye alay eden Bizans imparatorunun bile şaştığı bir ustalıkla belindeki kılıcını şimşek gibi çekti. Bizans imparatorunun burnuna dayadı. - İşte dedemin buyrultusu. Bak üstünde ne yazıyor? Başta, Bizans imparatoru olmak üzere hep birden kesme bir elmas parçası gibi parıldayan kılıcın üzerine eğildiler. Hilal ve Haç / 27

15 Hazreti İsa&#;nın haç ve çivileri ile Hazreti Muhammed&#;in sakalı cinsinden yeni bir antika ile karşılaştığını sanan Haron Levi bile yerinden fırlayarak parlayan kılıcın başına koştu. Elmastan tıraş edilmiş gibi parlayan kılıcın üstünde altın kakma yazılar vardı, ama Harun&#;dan başka kimse bu yazıları söküp çıkaramadı. Kadı Han kılıcını iki yana döndürerek geri çekti. - Üzerinde ne yazıyor? Okuyamıyorsunuz? Yazık, ben okuyayım: "Tanrının yardımıyla insanların kurtarıcısı, yoksulların yardımcısı, kutlu yerin, ünlü göğün, serin suların kılıcı Atlıhan." Ortalıkta buz gibi dondurucu bir rüzgar esti. Kadı Han, kılıcı doğrultup, göğsünü kabartarak çevresini süzünce de açıldılar. Bir şeyler olacağını seziyor, fakat bu korkunç şeyin olmasını da içleri titreyerek bereliyorlardı. Çadırın yanında, misafirlerin zırhları, savaş miğferleri, atlarının manda derisinden eyerleri yan yana dizilmiş duruyordu. Kadı Han, bu çelik yığınlarına doğru yürüdü. Rastgele olmuş gibi, bir zırh yığınını seçti. Daha "Ne oluyor?" demeye kalmadan Atlıhan&#;ın kılıcı kalktı, havada bir Tanrı yıldırımı gibi çaktı, seçilen zırh yığınları üstünde patladı. Kılıcın inmesiyle birlikte üst üste konuluvermiş ne miğfer, ne zırh, ne de eyer, kayıp kürtulamadan şak diye ikiye bölünüverdi-ler. Gördükleri kuvvet gösterisi o devrin yalnız ustalığa ve kuvvete aşık insanlarını büyülemeye yetti. Kadı Han: - Var mı elimdeki dede yadigarından başka kuşkulanan? diye gürleyerek küstah bakışlarını çadırın içinde gezdirdi. Bizans imparatoru, partiyi kaybettiğini anlayarak iki adım geri çekildi. Frederik Barbaros&#;un bu gösteri çok hoşuna gitmişti: - Ey büyük İsa, diye haykırdı. Eğer sayın Bizans imparatoru zırhlarının içinde bulunmuş olsaydı sonuç değişmeyecekti. Sonra Kadı Han&#;ın koluna girdi: - Dostum, bir gün; içinde adam bulunan bir zırhı ikiye bölmenizi rica edeceğim, dedi. Usta bir kılıçla ikiye ayrılmış zırhı sayenizde gördük. Fakat bir kılıçta ikiye ayrılmış bir insanı da görmeyi çok isterdim. Haron Levi, kendini tutamayarak büyük bir terbiyesizlik yaptı: - Adamı atlı olarak seçelim imparatorum. Çanakyalayıcı Haron Levi de ikiye bölünmüş at meraklısıdır. DÜELLO TARİHİNDE İHTİLAL Haron Levi, çadırın içinde kimse kalmadım görünce, Kadı Han&#;ın kulağına eğildi. - Hemen sıvışalım. - Ne yapalım? - Sıvışalım, yani kaçalım.

16 - Neden? - Altımıza küheylan gibi bir at verdiler. Siz bir kılıç buldunuz. Arkanıza hırka, cebinize on bin florin, yani bir hazine koydular. Benim size verdiğim sermaye büyüyeceği kadar şişti. Sonu çapanoğlu, yani kötü çıkacak bu serseriliğin. Son kazancımızla yetinip kirişi kıralım, yani kaçalım. - Harun Reşit, yani Haron Levi. - Evet hakanım? - Burada kullandığım kılıç, serserilerden aldığım kılıç değildir, kendi kılıcımdır. Bunu sezemediğin için seni maliye bakanlığından azlettim, yani kovdum. Haron Levi&#;nin yüzü, marul yeşili gibi garip bir renge büründü: - Fakat nasıl olur? Yani siz de günbatısının Tanrı kralları gibi arkadaşlarınızın düşüncelerini dinlemek istemiyor musunuz? Benim sermayeyi dolandırdınız demek? - Arkadaşlarımın düşüncelerini dinlemek ve doğru olanlarına da uymak isterim. - Salahaddin Eyyûbi gibi? - Evet, Sultan Salahaddin de vezirlerinin düşüncelerini sorar, bilgilerine saygı gösterir. - Öyle ise, benim suçum ne? - Sen çizmeden yukarı çıkıyorsun. Evet çizmeden yukarı çıkıyorsun. Sen bilir misin Sultan Salahaddin Eyyûbi, maliye bakanı, adliye işleri için akıl verirse ne yapar? - Katından kovar. - Tamam, ben de seni kovmanın kibarcası, azlettim. - Ben sermaye koyduğum bu işin sonunu kötü gördüğüm için işi tadında bırakıp sıvışalım dedimse suç mu işledim? - İkide bir sermayem, sermayem diye tutturdun. Sermayen başında paralansın. İşin sonu neden kötü olacakmış? - Şimdi, Dük Leopold ile Frenk usulü düello yapmayı kabul etmediniz mi? - Yok, korkarım deyip kaçsa mı idim, düelloyu o teklif etti. Sen hiç düello ettin mi? - Ben enayi değilim. Bilmediğim işe girmem. - Öyle ise aklına koy, ben enayiyim ve bilmediğim işe burnumu sokarım. Savaşta Kadı Han&#;ı yenecek hergeleyi daha anası doğurmadı. Uluorta konuşup beni yanlış bir yokuşa süreceksin. - Ben şimdi mademki kovuldum, daha rahat konuşurum. Son bir söz. Bilmediğiniz bir meydanda, tanımadığınız bir seyirci önünde, hiç oynamadığınız bir oyuna çıkıyorsunuz. Bari oyunu kendi bildiğiniz gibi oynamayı onlara kabul ettirin. Ne olur, maliye bakanınızı kırmayın. - Peki, git ve meydancıya bildir. Ben kendi bildiğim şekilde tutuşacağım. Karşımdaki sonra "boş bulundum" diye dövünmesin. Haron Levi, sözünü kabul ettirdiğinden memnun, etekleri zil çalarak fırladı gitti. Kadı Han, kapıya seslendi: - Sekban Bir. Bayraktarı içeriye girdi: - Buyur hakan?

17 - Sen nereli idin? - Macaristanlı. - Bunlarla bir dindensin demek? Hilal ve Haç/31 - Bunlar dinden, imandan ne anlar hakanım? Biz Macarlar aslında Attila&#;nın torunlarıyız. Bunlar kara cahil. Bizim memleketten her geçişte dilimizi yabancı görüp kafir sayarak, ne çiftlik bırakırlar, ne çubuk. Biz de Allah ne verdiyse onlara baskın yapar, çaldıkları canları geri alırdık. - Sen bunların düeolla dedikleri savaş usullerini gördün mü hiç? - Evet hakanım. Siz görmediniz mi? - Hayır. - Şimdi birkaç gösteri yapacaklar, gözünüzle görür öğrenirsiniz. Bir numaralı sekbanın bu aklını Kadı Han çok beğendi. Çadırın önüne geldiler. Güreş meydanı gibi bir çayırın çevresini ordu ve krallar ile şövalyeler sarmıştı. Borular ötüyor, dümbelekler, ziller durmadan gümlüyor, her kafadan bir ses çıkıyordu. Çayırın ortasında çalıdan bir çit uzanıyordu. Tam bu sırada çitin her iki başında zırhlar kuşanmış, dörder tane elleri kargılı savaşçılar, atlarını şahlandırıyor, durmadan gösterişli oyunlarla, kralları ve seyircileri selamlıyorlardı. Boruların çaldıkları hava değişti. Sanki bir savaşa başlama emri verir gibi uzun uzun ötmeye başladılar. Arkasından bu uzun boru sesleri birden kesiliverdi. O anda da çitin her iki yanında duran atlılar birbirlerine doğru atlarını sürdüler. Ağır ve kalın bacaklı beygirler başları önde talimli ve terbiyeli koşuyorlardı. Her dört yarışçının da kargıları ileri uzatılmış, kalkanları siper gibi tutulmuştu. Kadı Han, ömründe ilk defa gördüğü bu savaş oyununu gözlerini kırpmadan seyrediyordu. Çitin ortasında dörder savaşçı birbirlerine girdiler, daha doğrusu kargıları ile karşısındakinin göğsüne vurup devirmek istediler. Birkaçı daha ilk çarpışmada tepetaklak yere indi. Sahipsiz kalan atlar şaşkın ve ürkek çayırda koşmaya başladı. İki tanesi birberlerini kargıları ile itip düşüremeyince tekrar geriye at koşturdular. Aynı oyunu bir daha deneyecekleri anlaşılıyordu. Seyirciler, hele kral locası heyecan ve alkıştan kaynıyordu. Sekban Bir, Kadı Hakan&#;a: - Nasıl? dedi. Becerebilecek misiniz? Kadı Han, sekbana anlayamacağı bir cevap verdi: - Tevekkeli değil, bunlardan memleketine geri dönen çıkmıyor. Fakat palavracı Hakan&#;ın maliye bakanı bu sırada daha yüksek perdeden, hem de Frederik Barbaros&#;un yanında atıyordu. - Sayın imparatorum, hakanımız uğraşa girmeden önce bir noktanın tellallarla ilan edilmesini emrettiler.

18 - Neyi ilan edeceğiz? - Kargı ve kılıç-kalkan oyununda eşi bulunmayan hakanımız, size bugün kendi oyununu gösterecek. - Leopold&#;u yenmek için mi? - Yeneceği elbette konuşulacak önemli bir şey değil. Nasıl yeneceği önemli. - Peki, insan düşmanını nasıl yeneceğini peşin söyler mi? - Bizde yenilenin "Oyuna geldim" diye yan çizmemesi için nasıl yenileceği kendisine peşin bildirilir. - Peki, söyle bakalım nasıl yenilecek bizim Leopold? - Hiç bilmediği bir oyun ile yenilecek. Ayağını tetik alsın. Bu oyun düello tarihinde bir ihtilal yaratacak. Bizans imparatoru İsak, Frederik Barbaros&#;un kulağına eğilip bir şeyler söyledi. Frederik, köpürdü: - Sevgili kardeşim İsak, herkesin yanında kulağıma bir şeyler fısıldama diye kaç kere tembih ettim. İkimizde yalnız iken kulağıma fısıldayarak istediğin kadar konuş, hevesini al. Amma böyle dostumuz soylular önünde onlardan gizli birtakım fırıldaklar çeviri-yormuşuz gibi, esrarlı pozlarla bir şeyler mırıldanıp durma. Hızlı söyle Daha hızlı tamam Baksana Maliye Bakanı, Bizans imparatoru ne diyor? Duymadın mı? Ben söyleyeyim. "Bu düello tarihinde ihtilal yaratacak oyun hileli ve şövalyelik usullerine uymaz bir şey olursa hakanımız oyun dışı sayılır" dilin kemiği yok, böyle söylüyor işte. - Evet söylüyor hakanımız henüz sayın Bizans imparatorunun başkenti İstanbul ve İstanbulluları görüp bilmediği için, hileli erkeklik dışı oyun ve çanakyalayıcılıktan çakmaz. Eğer hakanımızın oyununu beğenmezlerse Bizans imparatoru sahaya çıkar Dük Leopold&#;a kendi oyunlarını gösterirler. Bu sırada, az önce anlattığımız kargı-kalkan oyunu da başladı. İlk çarpışmada sekiz kişiden yere serilen ve atını kaybeden yedisi çekilince oyunu kazanan, zırhlı atını oynatarak gelip Frederik Barbaros&#;u selamladı. İmparator, çok heyecanlanmış ve-memnun kalmıştı. - Şövalyeye bir altın kupası atın, diye emir verdi. Sonra, Ha-ron&#;a döndü: - Sizin hakan da Dük Leopold ile aynı kargı - kalkan düellosunu oynayacak. Elli yıllık oyuna ne ekleyecek? Ata başka türlü mü binecek? Kalkanı başka türlü mü tutacak? - Ben hakanın maliye bakanıyım sayın imparatorum. Savaş usullerinden pek anlamam. Yalnız ricalarını size getirdim. Borular tekrar savaş havası çalmaya başlayınca, imparator: - Hakanın geliyor, dedi. Yalnız şu kadarını biliyorum ki Leopold&#;u savaş oyunlarında daha kimseler yenemediğine göre birinden biri yiğitlik hırkasını bu çayırda yere serecek. Boru sesini, Kadı Han da duymuş, çadırdan dışarı çıkmıştı. Kolunda kalkanı, başında tolgası vardı ama, arkasında zırhı yoktu. Kendisine hediye edilen Macar kadanasının yanına kadar geldi. Yüzünü buruşturdu.

19 - Bu hergelenin kendini taşıyacak hali yok, dedi. Kaldırın üstündeki demir yığınlarını. Seyisler "Alay mı ediyor?" diye bakındılar. Fakat Sekban İki Kadı Han&#;ı kavgada görmüştü. Buyruğu iki ettirmeden koştu. Koca beygiri üzerindeki ağırlıklardan soyup, çırılçıplak bıraktı. Beygirin bağlandığı sırığın önünde sıra sıra kargılar beğenip seçmesi için Kadı Han&#;ı bekliyordu. Uzaktan baktı, en ince ve hafifini seçti. - Bu iyi, dedi. Kullanmasını bilen için kargıların karılar gibi en hafifi daha elverişli sayılır. Borular yeni bir işaret verince çitin her iki başındaki çadırdan Kadı Han ve Kazıklı Voyvoda (Leopold) çıkıp atlarını sürdüler. Atlıları görünce başlayan alkış birden kesiliverdi. Frederik Barbaros, bu sessizliğin nedenini araştırmak için iki yana bakınca, kendini tutamayarak artık herkesin alıştığı kahkaha makarasını bıraktı: - Maliye Bakanı? - Emredin imparatorum? - Senin hakanın yapacağı ihtilal giyim kuşama aitmiş yahu, ne diye söylemedin? Bak ne kendinde, ne de atında zırh var. Hani Haron&#;un da bu düellonun sonuna pek imanı yoktu ya: - Hakanım, hamallıktan hoşlanmazlar imparatorum, diye kendine de soğuk gelen bir espri yaptı. - Ne olursa olsun, bu görülmemiş giyimi ve kuşamı ile bizi heyecanlandırdı. Çok hoşuma gidiyor bu Kadı Han, her şeyin alayında. Savaşı, kavgayı, hatta ölümü bile bir eğlence haline sokuyor. Robert Nassau: - Pek alay için olmuşa benzemiyor imparatorum, dedi. Bence sevgili dostumuz Leopold&#;un sırtı bu yeşil çimenlerle öpüşecek. - Nassau, haydi haydi. Seni yendi diye Kadı Han&#;ı gözünde büyütüyorsun. Sonra Haron Levi&#;ye döndü: - Maliye Bakanı? - Emredin imparatorum. - Senin hakanın giyim kuşamda yaptığı ihtilali beğenmedim. - - Yazık, size beğendirmek için böyle süslenmişlerdi. - Bu düelloya böyle çırılçıplak çıktığı için kaybedecek. - Kaybetmeye alışık değildirler. - Seninle hakanının kaybedeceğine bir kese altınına bahse giriyorum. - Maliye bakanları, hele biz Yahudiler, kumar oynamayız ama bu buyruk Roma İmparatorundan geldiği için kabul ediyorum. Frederik Barbaros, altın kesesini cebinde sayarak ellerini ovuşturdu. - Var mı başka bahse giren? Robert Nassau: - Ben, imparatorumun izniyle bahse giriyor ve Kadı Han&#;ı tutuyorum, dedi.

20 Bizans imparatoru yılıştı. - Büyük savaş ve düello tanrısı Frederik Barbaros&#;tan başka kimse bir kavganın sonunu önceden kestiremez. Ben büyük komutanımızın izinden gidiyorum. Kadı Han kaybedecek. Bir anda bahse girenler çoğalıverdi; ama, çıplak Kadı Han&#;ı tutan iki kişi vardı. Robert Nassau, zoraki maliye bakanı ve taraftar Haron Levi. Haron, bahse girenlerin tutumundan partiyi kaybettiklerini anladı. İçinden Musa Peygamberle hesaplaştı: "- Büyük Musa, Haron kulun Kadı Han savaşı kaybederse her şeyini kaybedecek. Kazancımız senin yardımına kaldı. Kazanırsak alacağımız bir kese altının yarısı ile sana yirmi koç kurban ederim. Kaybedersek ortadan kaybolur kaçarım. Metelik vermem bir daha senin uğruna. Namussuzum, eğer yardıma gelmezsen Kadı Han palavracısı savaşı kaybedecek. Ben de dinden imandan olacağım. Bize imdada koş. Bu sırada iki savaşçı yan yana gelmiş Frederik Barbaros&#;un önünde atlarının dizginlerini kesmiş, şeref locasını selamlıyorlardı. Locadaki kadınlar günün iki kahramanını çiçek yağmuruna tutarken Frederik Barbaros ve silah arkadaşları da çılgınca alkışlıyorlardı. Robert Nassau gülerek, Frederik&#;e iki savaşçıyı gösterdi: - Haşmetlû imparatorum, az sonra dövüşecek olan bu iki savaşçıya bir usta kavgacı gözü ile bakmanızı rica edeceğim. Frederik kızdı: - Ne görecekmişim şövalye? - Birisi zırhlar kuşanmış lagar atına önceden terbiye yolu ile öğretilmiş belli oyunlar, ancak baş ve ayak oyunları yaptırabilirken, diğeri kuş gibi hafif, üstünde bir eyerden başka bir şeyi olmayan çıplak yabancı atına göz alıcı istediği oyunu yaptırabiliyor. Gerçekte de, Kazıklı Voyvoda diye Kadı Han&#;ın alay ettiği Dük Leopold&#;un ve üstüne bindiği Macar kadanasının hareketi önceden bilinen baş ve diz kırıp selam vermeler, soldan sağa doğru, önce sol sonra sağ ayağını atarak dönmeler ve oklava yutmuş gibi, zırhlar oynamasın diye ölçülü dik yürüyüşler, bunlar seyircilerin bildikleri oyunlardı. Fakat Kadı Han, onlara hiç ummadıkları, bilmedikleri oyunlar gösteriyor, sanki seyirciler Leopold&#;un saflık ve heyecanlan ile alay ediyordu. Altındaki at, halis kan Arap atı gibi çevik ve oynak olmamasına rağmen dizginlerinin usta bir binici eline geçtiğini sezmiş, şaha kalkıp halkı eğlendiriyor, kıç atıp, Leopold&#;un donyağı duruşlu atını titretiyordu. Böylece fırtınaya tutulmuş bir kayık gibi bir şaha kalkıp, bir çifte attıkça da çimen sahanın keyfini çıkarıyor, tatlı tatlı kişniyordu. Frederik Barbaros, oğlu Altıncı Hanri&#;ye döndü: - İşte Romanyalılar kralı, dedi. Senin anlatışından Kadı Han&#;ın bu keyifli halini sezdim. Savaş ve uğraşta ne kadar keyif ehli ve alaycı olursan ölüme ve düşmana o kadar kolay boyun eğdirirsin.

21 Bu sözleri duyan Robert Nassau: - Yani haşmetlû imparatorum bahsi kayıp mı ettiniz? diye neşeli ve şakrak sordu. Frederik Barbaros: - Hayır şövalye dedi, kaybetmekten hoşlanmam, fakat ölümü ve kaybı gülerek karşılayabilenlere de bayılırım. Sonra kendi adamlarından Otto&#;ya döndü: - Otto, dedi. Dostumuz Kadı Han&#;ın şövalyelik usullerine uyarak, rakibine bildirilmesini rica ettiği bir şeyi ilan et. Hilal ve Haç / 37 Otto, Frederik&#;in cenk tellalı, kızdığı zaman savurduğu küfürlerin tellalı, beğendiği kadınların tellalı ve dağıtacağı nişanların da hazinedarı idi. Dört öküz boynuzu ucundan, Otto&#;nun söyledikleri, susan seyircilere ve şövalyelere bildirildi. "- Sevgili bayanlar, kahraman şövalyeler, değerli seyirciler. Şimdi bu uğraş gününün şeref düeollosunu size sunacak olan iki ak soylu savaşçıyı tanıtıyoruz. "Sağda, kargısının flamasında ye kalkanında bir kuru kafa taşıyan şövalye hepimizin yakından tanıdığı, eşsiz savaş bilgisini, üstün kuvvetini her uğraş bayramında gördüğünüz Avusturya dükü ve Karakale prensi Leopold." Meydan alkıştan yıkıldı. Ordunun ve seyircilerin Leopold&#;u yakından tanıdıkları ve tuttukları seafoodplus.infodu. Otto ve borulu tellallar devam ettiler. "- Solda görünen kahraman uğraşçı, sayın imparatorumuz Frederik Barbaros&#;un misafiri, Attila&#;nın torunu Kadı Han&#;dır. Sizin de gördüğünüz gibi misafirimiz Kadı Han, alıştığımız, bildiğimiz gibi zırhlı değildir. Kahraman misafirimizin bu giyim kuşamı değerli rakibini küçümsemek için yapılmış olmayıp, yeni bir uğraş usulü olduğunu ve rakibini hiç bilmediği bir oyunla yeneceğini size ve rakibine bildirilmesini şövalyelik usullerine uyarak bizden rica ediyor." Tellal sustu. Süreklisi, üç sekban ile maliye bakanından gelmek üzere birkaç alkış sesi başladı, sesler nezleden kısılmış kocakarı zırıltıları gibi yarı yolda söndü. Frederik Barbaros, gene oğlu Hanri&#;ye döndü: - Oğul, dedi. Kadı Han dostumuz bak üçüncü silahını kullanıyor. Düşmanı palavra ile içinden yıkmak. Düşmanına daha savaşa tutuşmadan yeneceğini bildiriyor. Bu bildirişi, bu kendine güveniş, düşmanı sarsan silahlardan biridir. İki uğraşçı birbirlerini selamlayarak ayrıldılar, çitin iki başına, biri çalımlı ve ölçülü adımlarla atını sürerek, diğeri atına çifte attırıp, saplandırıp dört bir yana selamlar savurarak, seyircilerin alışmadığı bir hafiflikte geçtiler. Borular tekrar uzun uzun, öttü. Dük Leopold, kargısını ileri doğru uzatıp koltuk altına sıkıştırdı. Koca Kadı Han, hiçbir hazırlıkta bulunmamıştı. Borular biter bitmez, dükün zırhlı atının toprağı döven ölçülü ayak sesleri, Kadı Han&#;ın atının tırısla karışık hafif ayak seslerini bastırdı.

22 İkisi de birbirine doğru at sürüyor, yaklaşıyorlardı. Birkaç saniye sonra her şey olup bitecek, Kadı Han&#;ın görülmemiş oyunu belli olacaktı. Bu Alman ordusunun görmeye ve duymaya alışık olmadığı yüksek bir heyecandı.. Dük, kargısı ile, Kadı Han&#;ın zırhsız sol omuzunu nişanlamış, amacından şaşmadan oradan vurup yıkmak istiyor atına ve kargısına sahip olmaya çalışıyor ve oluyordu da Bir mukavemet sezemedi. Kargısı boşa gitmiş gibi oldu. Fakat meydan alkıştan inliyordu. Herhalde Kadı Han&#;a bir şey olmuştu. Atının hızını kesmek için dizginlere sarıldı ve başını geri döndürdü. Kadı Han&#;ın atı sahipsiz başıboş, fakat hala bilinmeyen ve görünmeyen yabancı bir el tarafından yürütülüyormuş gibi çitin öbür başına doğru koşuyordu. Haron Levi, büyük bir keder içinde: - Eyvah! Anlaşmamıza ne oldu, ey Musa Peygamber?! diye haykırdı. Toz oldu bizim sahte kahraman. Toprak oldu benim pa-racıklar. Kırıldı kargısı. Fakat Frederik Barbaros&#;un gözünden hiçbir şey kaçmıyordu. - Şimdilik kurtuldu. İkincide vuracak diye mırıldandı. Düşüncelerimde aldanmıyorum. Acaba ne düşünmüş ve düşünüyordu? Herkesin, soyu sopu belirsiz bir palavracıyı yanına alıp baş köşeye oturtması karşısında kendisinin aklından şüphe ettiklerini biliyordu. Fakat imparator, onların bilmediği bir şeyi de biliyordu. Dük Leopold, geri dönmüş, yerlerde Kadı Han&#;ı arıyor, fakat bu arayışın boşa gideceğini sanki içinden bir ses ona bildiriyordu. Nitekim aldanmamış olduğunu pek çabuk öğrendi. Başıboş at çitin öbür başına gelir gelmez, karnından hokkabaz çevikliği ve çabukluğu ile bir adam fırladı, atın eyerine yerleşti. Başını döndürdü, tekrar Dük Leopold&#;a doğru sürerken haykırdı: - Kargın tutmadı Kazıklı Voyvoda? Topla kendini. Sıkı tutun. Bu, dük gibi bir şövalyenin suratına yüz bin savaşçı önünde indirilmiş bir tokattı. Uğraşçıların konuşması, birbirine meydan okuması usul ve terbiye dışı olduğu halde dük dişleri arasından bir ıslık gibi haykırdı: - İkincisi tutar küstah palavracı. Bu yeni ve alaylı düello usulü Alman ordusunda ölçülü ve ağırbaşlı savaştan usanmış erlerin de hoşuna gitmiş, alkıştan, ıslık sesinden ortalığı inletiyorlardı. Dük Leopold, Kadı Han&#;ın at üstündeki manevra kabiliyetini yenemeyeceğini görmüş, niçin zırh kuşanmadığını da anlamıştı. Kendi kendine: "- Pis köpek," diye mırıldandı. "Beni manevra üstünlüğü ile yenebileceğini sanıyor. Düello tarihinde ihtilal ha?! Dur ben senin atını yere yıkayım da ihtilalin nasıl yapılacağını öğren." Ne yazık ki dük, Kadı Han&#;ın uğraş açmazlarını bilmiyor ve aklından bile geçirmiyordu. Kadı Han, bu sefer de, dükün kargısını kendi atının başına nişanladığını görünce : "- Vay enayi vay;" dedi, "beni nasıl yıkabileceğini öğrendin

23 amma beni bilmezsin, hele cirit oyununu hiç bilmezsin." Sonra yüksek sesle haykırdı: - Sıkı tutun Kazıklı Voyvoda, işin bitik Alay mı ediyordu? Daha aralarında on beş at boyu mesafe varken. Fakat, Kadı Han birden atının dizginleri üzerinde yükselmesi ile elindeki yarım kargısını savurması bir oldu, hafif kargı havada ıslak çalarak uçtu, büyük yaydan atılmış koca bir ok gibi vınlayarak gitti, zırhlar kuşanmış Leopold&#;u gırtladığından vurup atından aşağıya yıktı. Meydan alkış değil, gök gürültüleri içinde ve bütün cehennem zebanileri bir araya gelmiş gibi gümbürdüyor, çatırdıyor, sanki se-rna yırtılıyor, yer yarılıyordu. Sevincinden bulunduğu ciddi durumunu unutan Haron Levi, ter ter tepiniyor, koca Roma imparatorunun kızıl sakallarına yapışmış: - Altınlarımı verin, altınlarımı verin! diye sevinç gözyaşları arasında kazandığı altınların tahsilini başarmaya çalışıyordu. Fakat iki kişiyi bu "Düello İhtilali" olayı çok sarsmıştı. Biri Bizans imparatoru İsak, diğeri Frederik Barbaros. İkisi de artık Kadı Han&#;ın kimin nesi olduğunu anlamışlardı. Bizanslı: "- Cirit oyunu, pis köpek, senin bir Selçuklu uşağı, bir Kılıç Arslan casusu olduğunu bilmeliydim" diye düşündü. Frederik Barbaros, şüphesi tamamıyla silinmiş olduğundan, yüzü heyecan veya gördüklerinden sapsarı, fakat sesi her zamanki gibi şen: - Otto! dedi. Misafirimiz Kadı Han&#;ı çadırıma getir. Kendisini ben tebrik edeceğim. Çadırda benden başka kimse bulunmayacak. SALAHADDIN EYYUBFNIN ELÇİSİ, HAYIR, CASUSU! ç çadırda baş başa kaldıkları zaman Frederik Barbaros: - Kardeş Kadı Han, dedi. Hele bir yorgunluğunu al, Leopold domuzuna hiç kimse şimdiye kadar yattığı yerden mavi göğü böyle sırtüstü seyrettirmemişti. Kadı Han güldü: - Şimdi bol bol hevesini alır ve yedinci kat gökte olduğu söylenen Hazreti İsa&#;yı da belki görür de imanını tazeler Teşekkür ederim. Böyle bir delikanlı oyunu ile yorulmayacak kadar idmanlıyım. - Öyle ise artık ciddi işler konuşabiliriz dostum? Bu dostum kelimesine güvenebilir miyim Kadı Han? - Kelimeye de, sahibine de, kendinize güvendiğiniz kadar tabii - Ya, demek bu dostluğun derecesi benim durumuma bağlı? -Evet - Kaça satıyorsunuz bu dostluğu? Satın alıyorum. - Satın alacağınız fiyata maliye bakanım çok kızacak amma, ben bazı alışverişlerin, karsız başa baş olmasını uygun bulanlardanım. Aldığım fiyata satacağım. - Doğru, dostluk alınıp satılması güç bir kıymettir. Bakıyorum, kılıcınız kadar zekanız da pırıl pırıl. - - Öyleyimdir.

24 - Fakat dini inanışlarınız aynı parlaklıkta değil. - Sizinkine benzemeyen her şeyin paslı ve sönük olması lazım gelmez. - Muhakkak iki şeyden biri üstün, diğeri daha düşüktür. - Açık konuşun haşmetlû kralım. - Muhammed ile Allah&#;ın oğlu Hazreti İsa&#;yı mukayese ediyorum. Birincisinin ikincisi ile boy ölçüşemeyecek kadar - Yanlış bir düşüncenin ağzınızdan daha fazla çıkıp sonra bütün hayatınız boyunca sizi utandırmaması için sözünüzü kesiyorum, İmparatorum. - Fakat bu yüz binlerce Hristiyan, göğüslerinde kırmızı haç, böyle temiz ve inanış uğruna şehit olmaya gidiyor, bu inanış nasıl yanlış olabilir? - Ne çıkar? Yüz binlerce Müslüman da onları bu yanlış düşüncelerinden ve kanlı yollarından geri çevirmek için bekliyor, sağlam ve doğru fikirler, kalabalıklar arasında kaybolur. Bu meseleyi yüz binler arasında değil, iki-üç kişi arasında daha iyi hallederiz. - Allah ve onun oğlu Hazreti İsa&#;yı inkar eden bir Muham-med&#;in kandırıcı sözlerine kapılarak bize Kudüs-ü Şerifi ziyareti haram eden, Hazreti Meryem&#;in kabrini ahır yapan kafirlerle nasıl anlaşırız. Kafirlere ölüm - Haşmetlû imparatorum. Siz Hazreti Muhammed ile konuştunuz mu? - Alay mı ediyorsunuz Kadı Han? Beş yüz sene önce ölen bir insanla ben nasıl görüşebilirim? - Ben her gün beş vakit görüyorum! Evet bize bıraktığı Allah&#;ın kelamı olan Kur&#;an-ı Kerim&#;i her elime veya dilime alışımda Allah&#;ın sevgilisi (Habibim) diye hitap ettiği Hazreti Muhammed ile görüşmüş kadar oluyorum. Siz Kur&#;an-ı Kerim&#;i okudunuz mu? Haşmetlû imparatorum Kudüs-ü Şerifi ziyaret ettiniz mi? - Hayır, lazım mi idi? - Fakat peygamberini bilmediğiniz, kitabını okumadığınız bir din, görmediğiniz bir şehir hakkında nasıl bu kadar kesin konuşabiliyorsunuz? Bir kere Müslümanların gözünde Hazreti İsa mukaddes bir peygamber, Allah adına yeryüzünde insanları imana davet eden kutsi bir varlıktır. Hazreti Meryem için Kur&#;an-ı Kerim&#;de "Meryem suresi" diye ayrı bir fasıl var. Müslümanlar Hazreti Meryem&#;in kabrini ahır yapamazlar, kendi kitaplarını inkar etmiş olurlar. Hem Hazreti Meryem&#;in ve İsa&#;nın kabirleri Kudüs şehrinde de değildir. - Kadı Han, dostum, sen benim zihnimi allak bullak ettin. Ben senin iyi silah kullanacağını biliyordum, amma iyi bir din bilgini olacağını doğrusu aklıma getirememiştim. - Benim her işim terstir. Adımın başındaki "Kadı" sözü din alimi demektir. Fakat siz neden benim Kadılığıma aldırmayıp Hanlığımı seçtiniz? - Bir şarap içelim. Kıbrıs şarabı. - İçelim. - Şarap içtiğini duyarsa efendin Salahaddin Eyyûbi kızmazlar mı? Havayı buz gibi soğuk bir rüzgar kesti.

25 Deminden beri soluk almadan konuşan iki ahbap, bu bıçak gibi her şeyi kesip bitiren açık saldırış karşısında dondular. Biri ağzından kaçan sözü, diğeri duyduğu açık hücumu düşünüyordu. Sonunda bu soğukluğu, Kadı Han bozdu: - Hele bir şarabı getirin de, dedi. Eğer içilmeye değerse Frederik Barbaros, gitti kendi eliyle sandıktan bir testi şarap çıkardı. Masa üzerindeki iki altın kupayı gene kendi eliyle doldurdu. Altın kupaları kaldırdılar. O zaman Kadı Han, gözlerini, Frederik Barbaros&#;a dikerek: - Ben kimsenin uşağı veya kölesi değilim, dedi. Bana ne Salahaddin, ne başka bir kimse karışamaz. - Bir elçi desem, elçi gibi gelmedin. - Elçi olarak gelsem, huzurunuza çıkarmazlardı. - Bir casussun desem, casus da bu kadar açık ve kabadayıca gelmez. Sen nesin, kimsin ve benden istediğin nedir? - Siz eşsiz görüş kabiliyetinizle kim olduğuma karar vermiştiniz. seafoodplus.info Salahaddin&#;in, Barbaros&#;un dostu olmakla övünen ve yeryüzünde bu iki dostluktan başka hiçbir hazinesi olmayan fakir bir derviş. Ve insanları; bu birer sığır sürüsü gibi gözleri bağlı ölüme götürdüğünüz insanları kurtarmak isteyen bir derviş. - Sana inanıyorum Kadı Han. Savaşta ve uğraşta bu kadar sağlam olan bir erkek casus veya köle olamaz. Evet dostumsun. Buyur, otur dostum. Şimdi seninle ne ve neyi konuşacağımızı, buraya niçin geldiğini anlıyorum. Bana, zekana ve erkekliğine güvenerek çıplak ve silahsız gelişin de ayrıca hoşuma gidiyor. Ben savaş adamıyım. Önce savaş için konuşalım. - Müsaade ederseniz bu konuşmayı kısa kesmek için ben sorayım, siz cevap verin. Bu Haçlılar adı altında Kudüs&#;e saldırmak düşüncesi size nereden geldi? - Evet, önce ana düşünceyi ele alalım. Bu düşünce Papa İkinci Urben&#;in kafasında doğmuş ve olgunlaştırılarak planlaştırılmış-tır. - Bu düşünce hangi tarihte doğmuş? - Tam tarihi önemli değil, fakat bundan yüz sene kadar önce, yani tarihlerinde Selçuklu Türklerinin Anadolu&#;ya hakim olmaları, Rodos, İstanköy, Kıbrıs adalarında yerleşmeleri karşısında Bizans imparatoru Aleksi Komnen (Alexis Comnene) Papa İkinci Urben&#;e baş vurarak yardım istemiştir. Aynı günlerde, Piyer Lermit (Pierre L&#;Ermite) adında, halk sürülerini peşine takıp sürükleyecek kadar diline sahip bir papaz da Avrupa&#;yı şehir şehir, bir katır üstünde dolaşıyor, elinde iki ağaçtan çatarak yaptığı bir haç: "- Allah&#;ı kurtarın!" "- Allah&#;ın annesini kurtarın!" "- Mübarek Kudüs şehrini kurtarın!" "- Allah&#;ın oğlunun merkadi, Türk generali Adsız Selçuk-lu&#;nun atlarına ahır vazifesi görüyor. Allah&#;ın mübarek merkadini kurtarın!" diye, acıklı çığlıklar atarak dolaşıyor,

26 kah ağlıyor, kah ağlatıyor, kah oruç tutuyor, çıplak ve kuru iskeleti ile, mutaassıp ve cahil halkı ayaklandırıyordu. Kadı Han, Frederik Barbaros&#;un sözünü kesti: - Sonra unuturuz. Tarih bilmeden halk ve ordular idare edilmez. Milletlerini felakete sürükleyen cahil başlardır. Ortodoks Bizans imparatoru, Katolik Papa&#;ya baş vurmazdı. Fakat Bizans or- Hilal ve Haç / 45 duşunu Selçuklu sultanı Alp Arslan, Malazgirt&#;te tam bu günlerde imha etmişti. Konya&#;ya, Antalya&#;ya, Kudüs&#;e ve oradan Rodos, Kıbrıs, İstanköy adalarına bir sel gibi akan Türk ordusunun karşısında duracak artık hiçbir kuvvet kalmamıştı. Bizans imparatoru, Papa Urben&#;e bir mektup yazdı. Bu mektupta kendi zavallığını gizleyerek, ileride doğacak tehlikeleri işaret etti "Türkler gibi" diye yazıyordu. "Kana susamış bir cengaver milletin önünde Anadolu&#;ya uyarak Suriye ve Kudüs şehirleri de baş eğdi. Filistin&#;de artık Latin papazları yerine Türk hocaları hüküm sürüyor. Hristiyanların dua etmek için Kudüs&#;e girmeleri yasak edildi. Kudüs&#;e girmek isteyenlerden şehrin kapısında peşin ayakbastı parası alınıyor. Ayrıca Hazreti İsa&#;nın çarmıha gerildiği Golgotha tepesi ve mezarına yüzsürmek için de ayrı vergi alınıyor. Ve İtalya&#;dan, Roma&#;dan gelen kervanların da gündoğusu yolları kapandı. Yakında Türkleri Roma&#;da görünce mi aklınız başınıza gelecek? Koşunuz! Allah&#;ın evini kurtarınız." (Suriyeli Michel&#;in hatıratından ). Barbaros kırmızı sakalını okşadı: - Mektubu sen yazmış gibi ezbere okuyorsun, imparatorun katibi mi idin? - Hayır, mektubun bir eşini eline geçiren kumandanın oğluyum. - Anlamadım? Şimdi seafoodplus.info Arslan&#;m oğlu oldun? Yoksa deden Attila&#;ya ihanet mi ediyorsun? - Hayır, demin adını söylediğiniz Kudüs fatihi Adsız Selçuk-lu&#;nun oğluyum. - Oh!.. Oh!.. İş şaka derken ciddileşiyor Kadı Han? - Öyle olacak imparatorum. - Benim kanımı içmek için kim bilir ne kadar sabırsızlanıyor-sunuzdur? - Ne kan, ne şarap, kırmızı içkiden hoşlanmayız imparatorum. - Aleksi yalan mı yazdı? - Evet! - Piyer Lermit yalan mı söyleyerek, haykırarak şehir şehir, aç susuz dolaştı? Bu aziz keşiş bir yalancı mı idi? - İmparatorum, Piyer Lermit Kudüs&#;e bile gelmemişti. Gördüm diye anlattıklarının hepsi yalandır. - Yani sayın Bizans imparatoruna ve aziz Piyer Lermit&#;e değil de, bir imansız, kafir olan sana mı inanacağım Kadı Han? - İnandınız bile imparatorum! - Gözümle görmeden de mi? - Gözünüzle göreceksiniz.

27 - Yani sen, Kudüs fatihi Atsız&#;ın oğlu, Salahaddin Eyyûbi&#;ye ihanet ederek beni Kudüs&#;e mi sokacaksın? - İhanet veya kalleşlik edebilecek bir adama benziyor muyum? - Peki, n&#;olacak. Ne yapacaksın? - Sultan Salahaddin&#;in davetlisisiniz? - Ya? Nereye? - Kudüs&#;e. - Şiş kebabı yemeye mi, şişlenmeye mi? - Hazreti İsa&#;nın merkadi olduğu iddia edilen yere yüz sürmeye, Golgotha tepesinde güneşin kanlı ve hüzünlü batışını birikte seyretmeye. Frederik Barbaros, Kadı Han&#;ın yüzüne baktı. Koca savaşçının kirpikleri bile oynamıyordu. - Pekala, dedi. "Tarih bilmeyen, millet idaresi bilmez." Kabul, önce tarihi bitirelim. Sonra yiyip içmeye bol bol vaktimiz var. - İşte size okuduğum mektup, yazanı da içine katarsak dört başlı bir insanlık canavarının doğmasını sağladı. - Yazana ne zararı dokundu ki? - Sizden önce gelenler, siz ve sizden sonra gelecekler davet mektubunun yazıldığı İstanbul için yalnız bir yabancı değil, bir düşmansınız da. Papalık da, Katolik mezhebi de Ortodoks İstanbullulara Türklerden daha büyük bir düşmandır. Zaten bunu her iki taraf da, yani misafir ve davetli birbiri ile karşılaşır karşılaşmaz anladılar. Fakat birbirine ne kadar düşman olursa olsun bir Türk bir Bizanslı Rum&#;a bir Romalıdan daha yakın idi. Burada Rum&#;un ve Türk&#;ün nefes aldığı hava, içtiği su, yediği yemek, söylediği şarkı, çaldığı çalgı hepsi birdi. Fakat mektubun daveti ile gelenler birer Hilal ve Haç / 47 yabancı idiler. Nitekim ilk Haçlı orduları Viyana&#;yı aşıp da Macaristan&#;a girince orada yabancı bir dil konuşan başka bir millet gördüler. Dedeleri Türk ırkından olan Macarlar çoktan Türklüklerini kaybetmişlerdi. Üstelik Hristiyandılar da. Fakat cahil ve başıbozuk Haçlı sürüleri Macarları yabancı sanarak soymaya kalkıştılar. Macarlar da Papa&#;nın emrini beklemeden, Piyer Lermit&#;in kışkırtması ile daha teşkilatlanmadan yola çıkan bu başıbozuk Haçlı öncülerini Karpat dağları eteklerinde biri kalmayıncaya kadar temizlediler. Böylece Bizans imparatoru kanlı geleceğini kendi el yazısı ile hazırlamış oldu. - Bu felaketin birinci başı, ya ikincisi? - İkincisi Papa&#;nın kendisine, bu Haçlı seferleri çok pahalıya mal oldu ve olacak. - Papalık kesesinden metelik harcadığı yok. Sen ne diyorsun? - Para bakımından değil, ruh bakımından. Bundan yüzyıl öncesini, Papanın kuvvetini düşünün! Engizisyon örgütünün "Dini akidesi sağlam değil", "Her pazar kiliseye gelmiyor", "Kiliseye istenilen bağışları yapmıyor" diye, şehir meydanlarında cayır cayır yaktığı zavallı kardeşlerinizi düşünün. Ve Papa tarafından ufak bir kırgınlık

28 üzerine aforoz edilince yalın ayak başı kabak karlı tepelerden, dikenli vadilerden Roma&#;ya yalvarmaya giden, Papa&#;dan yüz bulamayıp geri dönerken yollarda ölen ve ölüsüne kimsenin el sürmeye cesaret edemediği Alman İmparatorlarını düşünün. Hayır! Artık Papa&#;da böyle dilediği insanı her türlü insanlık haklarından çırılçıplak soyan korkunç bir kuvvet kalmadı, tarihe karıştı. Bizans imparatorunun mektubu ile Papa, bir Hristiyan birliği kuracağını, Avrupa&#;daki iç savaşları durduracağını, bu Hristiyan birliğinin başı da kendisi olacağını ummuş ve hayal etmişti. Şu da bir gerçektir ki, Piyer Lermit&#;in pazar yerlerinden kiliselere, köyden köye dolaşarak ayaklandırdığı insanları bir fikir birleştirdi. Fakat bu Kudüs&#;e yürüyen, öç almak isteyen, döküldüğünü Piyer Lermit&#;in söylediği kanlara karşılık Müslüman kanı dökmek isteyen kalabalık, Papa&#;nın emrinde değil, kendi başına buyruk kendi kendilerine birleşmesini öğrendi. Böylece bu yığınlar üstünde otoritesini kaybederek" ikinci felaketi Papa kazandı. - Üçüncü? - Üçüncü felaket bu örgütsüz, bilgisiz, rastgele yürüyen Haçlıların kendilerine oldu. Her geçtiği yerde katliam denilecek şekilde öldürüldü veya soyuldu. Geriye yalnız komutanlar döndü ve dönecek. O da bir kısmı akıllı ve korkak komutanlar, kurtuluş parası ödeyerek dönebildiler. - Benim ordum teşkilatlı ve disiplinlidir. Bir şey olamaz. - Zaman, açlık, hastalık, alışılmayan hava şatları disiplinli bir orduyu da parçalayıp dağıtabilir. - Böyle şey olmaz. - Tarih, yurdundan uzaklaşan her orduya bu sonu hazırlar. Tarihe saygı göstermeye karar vermiştik. Dördüncü felaket de bizim başımıza doğdu. Her an ölmek veya öldürmek için silah elde bekliyoruz. Haçlılara karşı biz de İslam birliğini kurmak zorunda kaldık. Evet bir mektup yazarı dahil, dört başlı bir felaket doğurdu. - Bir Müslüman ile bir Hristiyan, İsa&#;ya ve onun emirlerine inanmayan ve İsa&#;nın merkadini kirleten bir kafir ile bir Hristiyan nasıl anlaşır? - Anlaştı bile. - Kim? Benimle sen mi? - Hayır, Hristiyan Bizans imparatoru ile Müslüman Selçuklu hükümdarı müşterek Latin, Cermen ve Katolik tehlikelerine karşı birleştiler. - Yalan! - Ne kadar zayıf çıktı ağzınızdan. Bu gerçeği ipuçları ile birlikte sizin önünüze sereceğim. - Hemen ve şimdi öğrenmek istiyorum. - İstanbul şehri içinde ve yarın akşam öğreneceksiniz. - İstanbul&#;u mu fethediyoruz? - Hayır gizlice ziyaret ediyoruz. İSTANBUL&#;UN FETHİ imparator, Kadı Han&#;a itiraf etti:

29 - Senin her dediğin, beşinci bir İncil kitabı gibi karşımıza çıkıyor. Kadı Han, kırk sekiz saatte İstanbul&#;u fethettik. Askersiz, kı-lıçsız, savaşsız, patırtısız; yuf olsun kılıç çekmeden, kavga etmeden şehir fetheden enayilere. - İmparatorum, kılıcınızı çekin ve kavgaya hazır olun. Yanakları yanından iki ok vınlayarak geçti. Arkalarındaki ağaca saplanarak, titremeye başladı. Kılıcına el atmış iken, okların sesini duyunca Frederik Barbaros&#;un kafasını çevirip oklara bakmaya başladığını gören Kadı Han&#;ın tepesi attı: - İmparatorum hiç ağaçta titreyen ok görmediniz mi? Yere yatın. Barbaros&#;un hala söz dinlemediğini görünce, ensesine basıp zorla yere çökertti. Sonra sadağından bir ok çekip gerdiği yaya yerleştirdi. Kulakları ile gözlerini birleştirmiş gibi karanlıkları, dinleyip gözledi. Birden oku gönderdi. Karanlıklar içinden bir ses: "- Yandım!" diye bağırdı. Ondan sonra kaçan birkaç ayak sesi, soluyan insanların nefes alışlarını duydular. Tekrar, İstanbul, gecenin karanlıklarını üstüne çekti. Uykusuna yattı. Uzaklarda birkaç köpek havlıyor, ölüm sessizliğine bürünen şehrin henüz yaşadığını ve güneş doğarken tekrar canlanacağını ilan ediyordu. Frederik Barbaros gerinerek kalktı, Kadı Han&#;a döndü: - Bir daha ne olursa olsun beni yere eğilmeye zorlama. - Kulağınızı yalayarak geçen okları seyredeyim derken bir ikincisi sizi bir daha doğrulmamak üzere yere yıkardı. - Bir imparator ölüm karşısında bile eğilmez. Bunu öğrenemedin mi hakan dedenden? - Burada artık imparator değilsiniz. Evet, imparator Edirne&#;de kaldı, burada yalnızca Frederik var. Kılıcından başka koruyucusu, yumruklarından başka ordusu olmayan, her imanı bütün Hristiyan gibi sıkıyı gördük mü, çıplak ayaklarına binip tabanlarını yağlayan bir Frederik. - Otto, beni bu halde görse acaba ne yapardı Kadı Han? - Otto&#;nun değil, asil Bizans imparatorunun görmesi daha acıklı sonuçlar doğurur. Ve önceden kararlaştırmıştık, burada Kadı Han yok, ben Kamik&#;im sen Firik&#;sin. - Pekala Karnik dostum. Şimdi oğlum Hanri, Bizans imparatorunu geri çağırmış mıdır dersin? - Öyle olacaktı. Siz bir bahane ile kendisini İstanbul&#;a gönderdikten sonra biz de buraya geldik. İki gün sonra oğlunuz "Babam hastalandı" diye Bizans imparatorunu geri çağıracaktı. Herhalde çağırmıştır. - İstanbul başsız kaldı. Basıp şehri alalım mı Ka Ka Karnik kardeş. - Adım Ka Ka değil, Karnik. - Daha pek dilim dönmüyor. Kimdi bu bizi okla şişlemek isteyen namussuz çakallar? Bir tanıdık mı dersin? Yoksa yol kesen yabancılar mı? - İkisi de olabilir. Burası Bizans, her kaza ve belayı bekle Firik. - Bu yeni adım hiç hoşuma gitmedi. - İnsanoğlu herşeye alışır. Bizim okula geldik.

30 - Ne okulu? Beni İstanbul&#;a okula başlatmak için mi getirdin? - Eski Yunanistan&#;da ve onun kötü taklidi olan Bizans&#;ta her şey kadınlar okulunda öğrenilir. Her erkeğin birkaç karısı vardır. Birisi aile kızıdır, anne olmak için yetiştirilir, yalnız çocukların ana-sıdır. Sağlıklı çocuklar doğurur, onları terbiye eder, büyütür. Di- Hilal ve Haç / 51 ğerleri aşk karışıdır. Güzel dans eder, şarkı söyler, erkeklerin arasında oturur. Erkeğin her işinde akıl danışabileceği şekilde yetiştirilmiştir. Dans etmek, sevişmek ve süslenmekten başka işleri güçleri olmadığından bu üç işte sana da bana da hocalık edebilirler. - İnsanın iki karısı nasıl olur? - Birisinin nikahını patrik kıyar. Bu nikahlı, ölünceye kadar karışıdır. Ötekilerinin nikahını Mama Fausta yapar; o da karşılıklı aşk sevgileri bitinceye kadar sürer. - Yani ne kadar? - İnsanın huyuna, suyuna, karşısındaki kadının cilvesine bağlı, on beş dakikadan, on beş yıla değin sürer. - Çok ahlaksızsınız. - Ben değil, Bizans şehri, İstanbul ahlaksız. Ve bu aşk ahlaksızlığı öteki siyasi, ticari, dini ahlaksızlıkların yanında pınar suyu gibi saf kalır. - Sen Bizanslı düşmanısın. - Sen de Bizans düşmanısın Roma imparatoru; fakat ben bu ahlaksızlıklar içinde Bizans&#;ı, civelek kızları, şarapları, serin suları, papaz kavgaları, Hipodrom&#;undaki at yarışları, yirmi dört saatte dört kez değişen havası, kocalarını aldatmayı ince bir sanat haline koymuş karıları ile birlikte severim. - Aldatılan koca, günde dört kere değişen hava, her erkeğe aynı cilveyi sunan orospu kızlar, bunları nasıl sevebilirsin? - Bizans, bir Almanya değildir. Burası gündoğusudur. Güneş bizimle birlikte her sabah burada doğar. Ben de bu iklimi severim. Düşmanıyım, fakat bir türlü elde edilemeyen bir sevgiliye karşı duyulan özlem düşmanlığı gibi bir şey. - Bu şehir yıkılacaktır. - Belki, fakat biz değil, siz yıkacaksınız. - Niçin siz değil de biz. - Çünkü Bizans her şeyi ile bize o kadar yakın ve her şeyi ile de size o kadar uzak ki, o yıkılmadan siz burada yaşayamazsınız. -Siz? - Bize gelince iş değişir. Bizans&#;a bütün kusurları ile birlikte aşıkız, insan kendisini aldatan karısını, haylaz oğlunu, huysuz atını nasıl kusurları ile birlikte severse Böyle kötü bir aşk. Sözü uzatıp durma. İşte geldik. - Nereye? - Sizi evlendirmeye. Mama Fausta&#;nın konağı önündeyiz. - Ben duvardan başka bir şey göremiyorum.

31 - Bizans&#;ta konakların sokağa penceresi yoktur. Odalar iç avluya bakar. Girelim çok beğeneceksiniz. Kadı Han, iki-üç adam boyu duvar üstüne açılmış bodur meşe bir kapı önünde durdu. Kapının ortasındaki arslan başı tokmağı tempolu bir şekilde vurdu. Beklediler. İmparatorun, yeni sezebildiği kapı üstünde bir delik açıldı. Bir burun, iki sevimsiz göz, tatsız bir sesle sordu: - Ne istiyorsunuz? Kadı Han, sırıttı: - Mama Fausta&#;nın misafirleriyiz. Antakya&#;dan geliyoruz. Tatsız yüz kayboldu. Delik kapandı. İmparator sevindi: - Seni içeriye alacaklar, demek seviyorlar. - Burada paradan başka bir şey sevilmez. Şimdi içeride peşin olarak para gücümüzü sınayacaklar. - Ne parası? - İçeriye girmek için ayakbastı parası. Ayak bastıktan sonra da seçeceğimiz cümbüşün değerine göre eğlence ve aşk parası. - Ne isterlerse vermek zorunda mıyız? - Evet, Bizans&#;ta her şey pazarlıkla alınır ama, aşk peşin ve pazarlıksız satılır. Açılan kapıdan içeriye girdiler. Çınar ve akasya ağaçlarının sihirli ılık gölgeler attığı yollan, renkli çakıl taşları süslemiş bir avludan geçerek renkli camlarla ayrılmış bir taşlığa geldiler. Açılan kapı önünde kendilerini ipek tüllere bürünmüş, en büyüğü on beş yaşında melekler gibi güzel ve masum yüzlü üç kız karşıladı. Ortadakinin elinde gümüş bir tepsi vardı. Boynu bükük kız, tepsiyi ileriye uzatarak, bel kırdı. Barbaros sordu: - Bu kız ne istiyor? Hilal ve Haç / 53 - Önce ayakbastı parası verecektik ya? - Ne parası? - Önceden söylemiştim, yeni duymuş gibi suratıma ne bakıyorsun? Dört-beş altın uçlan tepsiye. - Niçin? - Nikah harçlığı. - Pek mi lazım? - Buraya para vermeye geldik. Bizans&#;ta paradan başka bir şey sökmez. Sökül altınları. - Alay mı ediyorsun? Ben yanımda para taşımam. - Bir şey almak istersen?

32 - Ben memleketleri bile canım çekti mi alıveririm. Nerede kalmış para ile karı almak? Hanri&#;nirv anasını üç şehirle, kırk at yükü altına, on sandık elmas ve yakuta karşılık aldım. - Sen mi verdin yani? - Yok canım, kraliçenin babası kızını almak şerefini lütfettiği için bana verdi. - Bizans&#;ta bu sökmez, şimdi sen vereceksin. Senin vereceğin şereften pek anlamaz ki bu kızlar. Para vereceksin yahu, para, amma çingene şeysin. Elden gel. - Bende bir metelik bile yok. Sen ver, borcum olsun, orduya dönünce öderim. Kadı Han, içini çekerek elini koynuna soktu, çıkardığı kırmızı bir kesenin içinden birkaç altın alarak tepsiye koydu: - Hey gidi Harun Reşit, dedi. Bu işe koyduğun sermayeyi nerelerde ve kimlerle yediğimi görsen bana ne derdin acaba? Altınları alan kızlar baş kesip selam vererek geri geri çıktılar. Barbaros kızdı: - Sen beni ne sanıyorsun yahu? dedi. Ne söylenip duruyorsun? Harun Reşit kim? Koyduğu sermaye ne? - Harun Reşit, benim maliye bakanımın Bağdat&#;taki adı. Senden sızdıracağımız paralar için bu işe sermaye koymuştu. - Ey ne oldu? - Daha ne olsun? Üste para veriyoruz. Sende para kaptıracak göz var mı? İflas ettik. seafoodplus.info. - Adım Karnik. - Evet Karnik, sen benim kim olduğumu unutuyorsun. Benimle böyle iki gün birlikte geçirebilmek için kimler neler verirler, bilir misin? Sen bir nankör, insan değeri bilmez bir adamsın. - Benim ne bildiğimin pek önemi yok Firik, sen şimdi Cer-manyalı bir tüccarsın ve Bizans&#;ta tüccarların babasının adından çok kesesindeki altınlara bakarlar. Şimdi Harun Reşit&#;in altınlarına muhtaç olduğumuza ve bu altınlar da benim koynumda bulunduğuna göre, efendi benim, yanaşma sensin. Gözünü seveyim, ölmüş babanla, Edirne&#;deki ordunla övünüp durma, burada sökmez. Bu sırada içeriye tamamen saçsız sakalsız kadınlar gibi entari giymiş bir adam girdi ve iki kavgacı dostun azıtmak üzere olan ağız dalaşını kesti. Herhalde, altınları Kadı Han&#;ın tepsiye koyduğunu haber almış olacak ki, Frederik Barbaros&#;a sinek kovar gibi bir el selamı verip, Kadı Han&#;ı secde ile karışık eteğini öper gibi selamladı. - Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz, konağım sizin gibi soylu insanları kabul etmekle nurlandi; ayrıca dul kalmış soylu kadınlarımız, babasını kaybetmiş bakire kızlarımız "Acaba beni beğenirler mi?" düşünce ve umudu içinde bayram ediyorlar. Barbaros Kadı Han&#;ın kulağına eğildi: - Bu karı ile mi evleneceğim? Bu karı, suyu kaçmış kabaklar gibi kurumuş kalmış, yahu! - Bu adam, kadın değil.

33 - Sakalsız, bıyıksız erkek olur mu? - Erkek de değil. Şimdi sus sonra anlatırım. Sonra onların kulak fısıldayışlarını görünce, rahatsız etmemek için başını eğip bekleyen harem ağasına döndü: - Biz konağınızın değerini bilenlerdeniz, kirya. Mama Fausta rahatsızlar mı? Hilal ve Haç / 55 - Kendileri sizi karşılamak şerefine eremedikleri için büyük bir üzüntü içindeler. Belki kiryoslar unutmuşlar. Bu gece Paskalyadır. Büyük Karnaval var Birden bu haber, Frederik Barbaros&#;un nedense çok hoşuna gitti. Ellerini bir çocuk gibi çırparak söze karıştı: - Kılık kıyafet değiştirir, bir de maske takarız değil mi? Harem veya daha doğru deyimle aşk ağası büyük bir saygı ile eğildi. - Konağımızda büyük bir eğlence var, emrederseniz siz de katılın. Şimdi kızlarımız sizi yıkar, yeni elbiselerinizi giydirir, beğeneceğiniz maskeleri getirirler. KAZIKLI VOYVODANIN TUZAĞI Ko! Vse &#;ollarına torunları yerinde kızlar takmış takıştırmış, ziyafet salonuna doğru giderlerken, Frederik Barbaros dayanamayıp tekrar sordu: - Kafam karıştı Karnik, peki, içeri giren o tüysüz dağ muşmulaları gibi buruşuk mahlûk kadın değil, erkek değil de neydi? - Harem ağası, yani erkekliğini burarak almışlar. Bizans&#;ta kadınların hizmetine böyle danalar gibi burulup öküzleştirilmiş Harem ağaları bakar. - Darılma ama ben bu işi de beğenmedim. - Senin de hareminde yüzlerce genç kız cıvıldaşsa bu kumruları hangi atmacaya emanet edersin? - Tevekkeli değil, sen kurt maskesi seçtin. Bir kocakarının arkasında da Frederik&#;in saklanacağı kimin aklına gelir. Biz İstanbul&#;a eğlenmeye mi geldik? Ne zaman işimize bakacağız? Koca ordu başsız kaldı. Önce iş - Önce seviş, sonra iş aynı yola çıkar. Salona girdiler. Büyük imparator sarayları gibi duvar ve tavanlar yalnız mozaik resimlerle süslü idi. Fakat bu resimlerde, Hz. İsa ile Meryem yerine genç kızlar ve oğlanların aşk sahneleri can-landırılmıştı. Kimse onların girişi ile ilgilenmedi. Kollarındaki kızlar ikisini de yer sofrası başındaki kadife kaplı kerevetlere yatırdılar. Sofranın üzerinden aldıkiarı kar içinde soğutulmuş üzümleri hanımelleri gibi narin ve gül kokulu parmaklan arasında iki ahbabımızın dudaklarına yerleştirdiler. Hilal ve Haç / 57 Frederik Barbaros&#;un: - Galiba yanlışlıkla cennete geldik? diye alay etmesine kalmadan kendi adının geçtiğini duyarak kulakları gerilmiş yay kanatları gibi dikiliverdi. Yüzünde zenci maskesi bulunan kocaman yeşil sarıklı bir Müslüman hocası: - Acaba Frederik Barbaros, Paskalya günü ne kılığına girer? diye eğleniyordu.

34 Karşısında patrik kılığına girip, yüzüne bir genç kız maskesi takmış olan maskara: - Paskalyadan, eğlenceden anlasa kendisine en yaraşacak kılık olan eşşoğlu eşşek kılığına girerdi, dedi. Bu kaba şaka yer masası etrafında çevrelenen misafirlerin kahkaha makaralarını bırakmalarına sebep oldu. Yerinden fırlamak üzere olan Barbaros&#;u sininin altından bir tekme atıp durduran Kadı Han da gülmeye başlayarak hocaya &#; sordu: - Ya Salahaddin Eyyûbi buraya gelse ne kılığına girerdi? Hoca kılıklı adam, papaz kılıklı arkadaşına sordu: - Ne kılığına girerdi? Sonra bu şakayı da çok anlamlı bulmuşlar gibi kahkahalarla güldüler, billur şarap testilerinden birer bardak daha doldurup, Mama Fausta&#;dan birer geceliğine nikahladıkları genç kızlarından birer gerdan mezesi aldılar. Sözleri kaba, halleri acemiceydi. Bu her yeri ince bir zarafetle bezenmiş eve yakışmıyorlardı. Fakat bu ummadıkları sözler ve hallerle karşılaşan iki ahbap da işin sonunun nerelere kadar gideceğini merak etmeye başlamışlardı. Sarhoşluk bu ya, kızlardan biri, papaz kılıklı bir gecelik kocasına sordu: - Kocacığım sen papazdan çok hocaya benziyorsun, üstün bile hacıyağı kokuyor. Ters elbise mi verdiler sana yoksa? - Bu iki satırlık soru hocalarla papazları o kadar güldürdü ki sonunda içlerinden biri gülmesini güçlükle keserek: - Aslında da öyle şekerim dedi. Papazlar ve hocalar cüppeleri değiştirdik, biz sizden karnaval elbisesi almadık. Yalnız yüzümüze maske taktık. Kadı Han, hoca kılıklı maskaraya döndü: - Yani sayın pederim, siz bir papaz mısınız? - Hayır efendi oğlum, bir metropolidim. Ya sen? Yanındaki kızlara bakılırsa yaman bir kurtsun. - Biz eski kurduz pederim. Mama Fausta bizim elimizde doğdu. Hoca kılıklı, bir dudağı yerde bir dudağı gökte, yamyam zencisi maskeli, metropolit efendi gevrek gevrek güldü: - Belki Mama&#;nın sayısını sayın anasının da bilemediği babalarından biri de sizsinizdir. Bu kaba şakaya da, papazlar ve hocalar hep birlikte kahkaha makaralarını yaldızlı tavanlarda takırdatarak tekrar güldüler. Kadı Han&#;ın sormasına meydan kalmadan sayın din adamlarının koynundaki kızlardan birisi bilgiç gözükmek kaygısı ile öttü: - Metropolitlerle hocalar birleşti. Barbaros&#;la Rişar hapı yuttu. Frederik Barbaros; hiç ummadığı bu buluşma ve konuşmanın gözlerinin önünden kaldırdığı siyaset perdesinin arkasında; "Acaba daha neler öğreneceğim?" diye hayretle düşünüyordu. Hep Kadı Han&#;ın konuşup arkadaşının hiç konuşmadığını gören bir papaz sordu: - Arkadaşınız dilsiz mi, ne iş görür?

35 - Hayır dini bütün bir Ortodokstur, siz pederlerini burada görünce belki dili tutuldu. Domuz sürüleri güder, çobandır. - Çok domuzu var mı bari? - Yurdundakinin sayısını kendi de bilmez ama yanında her zaman kesilecek yüz bin kurbanlık bir sürü taşır. - Politikadan anlamaz gibi hiç konuşmuyor. - Eh, her domuz çobanı ne kadar anlarsa o da o kadar politikadan çakar. Hele Bizans kilisesinin ve kilise efendilerinin çevirdi-&#; ği veya çevirmekte olduğu ince ve karışık politikaya hiç aklı ermez de siz anlattıkça sersemleşiyor, sersemleştikçe de duyduğu zevkten dili tutuluyor. Hilal ve Haç / 59 Frederik Barbaros, yavaşça ve Almanca, Kadı Han&#;a: - Senin ağzının payını sonra vermezsem bana da Kadı Han, eliyle, Barbaros&#;un maskesini sıvazladı: - Hele sen şimdi kendi ağzının payını al bir yol aziz kardeşim Sonra papazlara döndü: - Arkadaşımın katışıksız bir Ortodoks olduğunu söylemiştim. "Müslüman hocalarla, Ortodoks babalarımız nasıl birleştiler, günah değil mi?" diye şaşıp kalıyor Çoban bu, ince siyasetten ne anlar! Bu konuşma, hoca kılıklılardan birinin hoşuna gitti. Döndü Frederik Barbaros&#;a sordu: - Kocakarı maskeli dostum, adınızı bana bağışlayın. - Firik. - Firik evladım. Sana doğru yolu gösterecek, sana cennetin anahtarını daha hayatta iken verecek olan biz din adamları kimin vekiliyiz? - Büyük Hristos&#;un. - Pekala büyük Hristos&#;un buyruklarına karşı "- Bunu niçin böyle yapıyorsun?" diye sorulur mu? Sorulamaz mı? - Sorulamaz! - O halde vekillerinin de her hareketinin altında gizli bir hikmet saklıdır ki, siz çobanlar bunu bilemezsiniz ve görünüşte size yanlış ve hatalı gibi gelen hareketlerimizin altında Ortodoksluğun büyük çıkarlarının gizlenmiş olduğunu bilemezsiniz. Kadı Han: - Nereden bilecek cahil çoban? diye söylendi. Fakat ayıp değil ya pederim, ben kulunuz da az çok politikadan çakar geçinirim. Müslüman hocalarla ne vakit ve niçin birleşildiğini bilemiyorum. - Birkaç gün önce buraya Salahaddin Eyyûbi&#;nin bir elçisi geldi. Haşmeti kadar, zekası da şehirlere, ülkelere, cihanlara sığmayan büyük imparatorumuz Vasileas İsak, İstanbul halkının ve Ortodoks kilisesinin arzularına hislerine uyarak Müslümanları İstanbul&#;a çağırıp bir anlaşma yaptılar.

36 Frederik Barbaros, heyecan ve sinirden kendini kaybetti: - Salahaddin Eyyûbi ile İsak mı bi.. bi birleştiler diye kekeledi. - Evet kiryos! Bizans ile Eyyûbiler birleşti. - Fa Fa Fakat Haçlı ordusu Bizans imparatorunun mektubu üzerine Müslümanların elinden Rumları kurtarmaya gelmedi mi? Bu ne demek? - İlk mektubu yazan Aleksi Komnen de yattığı mezardan yaptığı bu münasebetsiz davete çoktan pişman olmuştu. - Neden? Neden ama? - Hristos size akıl ve ince görüş ihsan etsin çoban evladım. Bizans&#;ta senin gibi enayi pek çıkmaz ama, sen bir Roma köpeğinin, kutsal kilisemiz tarafından aforoz edilmiş Katolik bir papazın buyruğuna girmişsin gibi geliyor bize. Frederik&#;ten önce Kadı Han telaşla cevap verdi: - Asla. Hristos bizi korusun. Şanlı ve kutsal patrikhanemizin parolasıdır. "İstanbul&#;da kardinal şapkası göreceğimize, Türk sarığı görmeyi daha uygun buluruz." - Aferin oğlum. Sen arkadaşından daha ince kavrayışlısın. - Öyleyimdir. O benim gibi İstanbul kaldırımlarının taşlarını yalamadı. - Bizans&#;a ilk defa mı geliyor? - Evet, ilk defa. - Öyle ise politikayı bırakıp eğlencemize bakalım. Bir günde aşk öğrenilir ama, bir günde politika öğrenilemez. - Soyunun kızlar. Frederik Barbaros, boğuluyormuş gibi hırçın bir sesle sordu: - Yani ben çoban, kabul, çobanlığıma aldığım kısa politika dersi sonunda ben de inandım amma din adamlarımızın, hele Bizanslı olmayan Müslüman hocaların genç kızlarla böyle bir evde hep birden göbek atmalarını cahil kafama bir türlü sığdıramadım. Bu da mı politika? Bunda da mı siyasi bir keramet var? Hocalardan papaz kılığına girmiş biri kizdi: - Amma kalın kafalısın yahu? Domuzlarından birisine anlarsak bu kadar dersi, çoktan hoct. olurdu. Bizans&#;ta her iş kadın parmağı ile biter. Hilal ve Haç / 61 - Domuz çobanlığından hocalığa bir derste çıkacak kadar ince kavrayışlı değilim. Hele siz benim onuruma birer kadeh daha içiniz. Kızlar din büyüklerimizin kadehlerini doldurun. Ve kendilerine birer de dudak mezesi verin. Hocalar ve papazlar kahkahalarla güldüler. - Şaraplara eyvallah ama mezeler haram. - Evet çok cahilim. Gene bir cahillik ettim galiba. Niçin benim yanımdaki kızlar size haram da sizin yanınızdakiler helal? - Yahu sen toptan şehir, şenlik,görmemişsin. - Öyleyimdir.

37 - Bu bizim yanımızdaki hurileri biz nikahladık. İyi bir Ortodoks veya Müslüman kendi ehlinden gayri, elin haram karısına yan bile bakmaz. Sizinkiler bize, bizimkiler size haram. - Ya yarın akşam nikahları tersine tazeler de bizimkiler sizin, sizinkiler bizimle evlenirlerse. - Olmaz. Böyle ahlaksızlık olmaz. Buna, böyle bir ahlaksızlığa bu masum huriler de razı olmazlar. Bir mecliste eğlendik, arkadaş olduk. Biz sevgili karılarımızı yarın boşasak bile artık size nikah düşmez. Öyle kocakarı maskesi ardından ağzını salak kukla ibişi gibi açmış ne bakıyorsun? İlk defa mı bir aşk konağına geldin nedir? Kadı Han, Frederik Barbaros&#;un ensesine bir şaplak atarak, yüzünü sofraya yatırdı. - Domuz çobanı! dedi. Ne anlayacak böyle ince siyaset ve aşk oyunlarından. Biz içelim ve bu paskalya gecesini şenlikle bitirelim. - Bitirelim Kiryos Kirkor. Siz, dilinizden de belli, Ermenisiniz. - Babam Ermeni, anam Rum. - Dilinden belli dedik ya. Sen de mi öğrendin demek bu Müslümanlarla birleştiğimizi. - Cahilliğimi yüzüme vurmayacağınızı bilsem evet diyeceğim. Hele Müslüman hocaların şarap içip Mama Fausta konağına onur vereceklerini düşümde görsem inanmazdım. Hocam sen nerelisin, sana kim derler? - Benim kim olduğumdan sana ne? - Güzel Şimdi sizleri Sultan Salahaddin demek Rum kızları ile evlenmek için buraya gönderdi. - Bilginler, bir sultan da olsa, kimseden ders ve buyruk almaz. Biz buraya cami yapmaya, mescit açmaya ve burada gördüklerimizi kendilerine bildirmeye geldik. Başka bir hoca: - Yani senin anlayacağın, bize gelen Bizans elçisi anlaşmanın yapıldığını, Frederik Barbaros&#;un Edirne yakınlarında oyalandırıldı-ğını, Boğaz&#;dan geçerken de kayıklarının dibi delinip topunun sularda boğulacağını bildirdi. Öbür yandan Frenk ve İngiliz kralları da geliyormuş. Sultanımızı iki ateş arasında bıraktırmamak için her hafta bir atlı buradan haber götürerek sevgili Frederik Barbaros enayisinin nerelerde bulunduğunu ve ne yaptığını sultana bildirecek. Frederik Barbaros, Kadı Han&#;a döndü: - Benim gönlüm bulanmaya başladı, dedi. Şaraplar başıma vurmaya başladı. Kalksak mı? Şimdiye kadar görmedikleri bir köşeden garip bir ses geldi: - Gönlünüz bulandı ise işkembenizi deliverelim sayın domuzlar babası. - Bu da kim? Evet, bu yeni ve sert sesin sahibi de kimdi? Sesin geldiği yana baktılar. Hocaların kavuklarının arasında Karadağ beyleri gibi giyinmiş yüzü maskeli bir adam maskesinin deliklerinden Kadı Han&#;la, Frederik Barbaros&#;a, kanlı gözleriyle, onları yemek istermiş gibi bakıyordu.

38 Frederik Barbaros: - Ne oluyor Kadı Han? diye boğuk bir sesle sordu. Her şeyi kaybettiğini hissetmişti. Soğuk bir ölüm rüzgarının kuyruksoku-mundan esip geçtiğini seziyordu. Kadı Han Barbaros&#;un kendisinin yardımıyla bir tuzağa düşürüldüğünü sandığını anlayarak, dişleri arasından mırıldandı: - Sininin altından kılıcını çek, kavgaya hazır ol. Maskeni sakın açma. - İkimiz kavga mı edeceğiz şimdi burada? Hilal ve Haç / 63 - Zora kalırsak, evet. - Tuzağa düşürüldük değil mi? - Öyle görünüyor. - Korkmuyorsun ama? - Senin yanında korkulmaz. - Ben de Kadı Han&#;ın yanında korkulmayacağını bilenlerdenim. Tarihin cesaret ve kuvvetlerini öve öve bitiremediği iki savaş kurdu masanın altında birbirlerinin elini sıktılar. Ortaya koca bir söz attığı halde, hala cevap alamadığını gören Balkan elbiseli yabancı Kadı Han ile Barbaros&#;un korktuklarını sanarak, büsbütün şımardı: - Ne o?! diye alay etti. Pek mi şaştınız? Bir saattir sayın pederlerimizle alay ederken böyle şaşkın kazlara benzemiyordunuz. Ne oldu ise bu sözden sonra oldu. "Şaşkın kaz" sözüne içerleyen Frederik Barbaros&#;un: - Kaz çobanı sana derler kuyruksuz hergele! diye kudurmuş bir arslan gibi kükreyerek yerinden fırlaması ile hocaların, papazların üstünden uçup adamın gırtlağına yapışması bir oldu. Fakat, Kadı Han, böyle batakhane tuzaklarına çok düşmüş ve bu gibi yerlerde kurtuluşun nereden ve nasıl olduğunu bilenlerden olduğu için soğukkanlılığını bozmadan karnına sakladığı eğri palasını bir şimşek hızı ile çekip siniyi bir tekmede havaya atarak: - Ölümden korkan açılsın! diye bağırdı. Bu hareketi ile maskelerin altındaki hoca ve papazların sahici ile yalancısını ayırmak istemişti. Bu oyun tuttu. Sahici papazlarla hocalar bir gecelik karıları ile birlikte odanın kapısına doğru kaçıştılar. Sininin çevresi boşaldı. Bu anda da Frederik Barbaros, Balkanlı maskaranın göğsüne binmiş ikisi birden yerde yuvarlanmaya başlamışlardı. Her dönüşlerinde, bir billur sürahi ve çiçeklik tuzla buz oluyordu. Aynı anda perdeler arkasından yalın kılıç beş on maskeli savaşçı fırladı ve Kadı Han&#;ı sarmak için çevresine doğru koşmak istediler. Kavganın her çeşitinde pişmiş olan Kadı Han, tehlikeyi sezerek bir atılışta adamları önledi, yollarını kesti. - Hey! dedi. Acemi çaylaklar! Çevremi sarmadan beni yenemeyeceğinizi biliyorsunuz da sayınızın azlığından niye haberiniz yok?

39 Atıldı, Attila&#;nın altın yaldızlı elmas parıltısı palası havada çaktı, birkaç omzu yardı ama adamlar ilerleyeceklerine perdelere doğru gerilediler. O zaman Kadı Han&#;ın aklına ikinci büyük tehlike geldi. - O herifi bırak, kapıyı tut Firik! diye haykırdı. Atıldı, bu sefer omuz gösterip baldırları çırptığından iki kişiyi yere yıktı. Arkasından bir şimşek bakış attı. Frederik Barbaros, "Firik" diye bağrışını ya duymamış, ya bu adı benimsemediği için kendisine söylendiğini anlamamıştı. Hala yerlerde yuvarlanıyorlardı. Tehlike büyüyordu. Tekrar: - Kapıyı tut Barbaros. O herifi bırak! diye haykırdı: Bu acıklı ve ümitsiz ihtar, Frederik Barbaros&#;un aklını başına getirdi. - Ha!.. Ben! Sahi!., diye homurdandı. Bir dirsekte boğuştuğu maskeli düşmanı geri fırlattı. Sağ elinde kılıcı, sol elinde kaması sıçradı, kapıyı tuttu ve sevinçle haykırdı. O zaman, Kadı Han bir hamle daha yaptı, ilk aldıkları buyruğa uyan yeni uğraş düzeninin değiştiğini kestirmekten aciz, maskeli savaşçılar tekrar perdelere doğru gerilediler. Bu anı kollayan Kadı Han, değme cambazın şaşkınlıktan donacağı bir hızla havada iki parende attı. Sinilerin üstünden uçtu. Elinde kılıcı kapının önünde Frederik Barbaros&#;un yanına dikiliver-di: - Maskeni sıkı tut! diye tekrar emrederken, kendi kurt maskesini bir tutuşta çekip yere attı. Bu sırada, Balkan beyi kılıklı adam da yerinden kalkmıştı: - Teslim olun. Ölümden sizi hiçbir kimse kurtaramaz, konak iki bin varenk ile sarılı, diye haykırdı. Hilal ve Haç / 65 Kadı Han güldü: - İki bin varenk? Bizans imparatoru muhafız alayı hep burada demek. Az değil mi? İki bin asker bizi tanıdığına göre az gelir Yazık olacak yoksullara. Sen teslim ol ve düşün ki bu teslim oluşunla işkence edilmekten kurtulacak, yalnız asılacaksın. - Ölüm geliyor, alayın sırası değil. Bu konak kavgaları kır kavgalarına benzemez tarla faresi. Teslim olun. Yoksa ölüm - Amma enayisin be. Sen kavgadan anlasan kapıyı önceden tutardın. Kapıyı biz tutuyoruz, kumanda bizde. Hele bir yanımdaki maskesini çıkarsın, sen o zaman seyret gümbürtüyü. - Çıkaramaz. Bu daha büyük bir tehlike olur. - Sen onu iyi tanıyor gibisin. Tehlikeden yılmadığını bilirsin. Maskeli adam kızdı. Adamlarına: - Biriniz camları kırıp dışarı işaret versin, diye buyurdu. Diğerleriniz ileri atılın. Karşınızda duranlara ölüm. Sayıları on - on beş kadar vardı. Fakat bu sayı çokluğu ne Kadı Han&#;ı ne Frederik Barbaros&#;u ürkütmüyordu.

40 Çatışma başlar başlamaz bu iki kavga kurdunun yanına sokulmanın güçlüğü tekrar meydana çıktı. Vuruyor, vurunca da koparıyor; enli, uzun kılıçları ve uzun kollarıyla yanlarına adam sokmuyorlardı. Kadı Han neşelenmişti, Frederik Barbaros&#;a: - Bak hocam seninle gezmek beni pek sarmıyordu ama, seninle omuz omuza kavga etmenin zevkini ölünceye kadar unutamayacağım, dedi. Karşıdaki maskeli, bu küstah sözleri duymuştu: - Şimdi öleceğine göre bu zevkli anda cehennemi boylarsın, dedi. Sonra adamlarına döndü: - Bu kendini beğenmiş kabadayılara bir savaş dersi verelim, ikiniz geri çekilip yaylarınızı kurun. Domuz avlar gibi, okla önünde durmakla övündükleri kapılara çivileyelim itleri. Bu şekil bir savaş iki ahbabın akıllarına gelmemişti. Kadı Han tekrar ileri bir hamle yapıp bir kişiyi daha saf dışı yaparken, Barbaros&#;a: - Kapıdan sıvışalım, dedi. Bizans&#;ta Bizans usulü kavga edilir. Sıvışalım. Fakat kapılar kendiliğinden açıldı. Ellerinde kementler, kılıçlar sayısız harem ağası odaya doldu. Kalabalığın başında çok alımlı, kraliçeye benzer bir kadın duruyordu. Canı sıkılmış gibi kaşları çatıktı. Önce Kadı Han&#;a kırgın bir sesle: - Bu sefer büsbütün habersiz geldiniz Kadı hazretleri, dedi. Sonra Frederik Barbaros&#;a döndü, bir imparatoru selamlayan, kraliçe edası ile belini kırıp baş kesti. Ancak karşısındakinin duyabileceği bir sesle: - Konağımıza şeref verdiniz majeste, dedi. Teşrifinizi haber alamayan cariyenizi suçlu bulmayacağınızı umarım. Tekrar, yüzü maskeli, Balkan beyine döndü: - Kiryos, kavga etmek için yanlış bir meydan seçmişsiniz. Hele düşman olarak, yalnız konağıma değil, Bizans&#;a bile şeref veren böyle iki asilzadenin karşısına geçmekle de ayrı bir hata işlediniz. - Bizans imparatorunun emriyle burada bulunuyorum. Karşı durmayın. - Bizans imparatoruna söyleyin, emri burada geçmez, kalp olarak bastırdığı altınlarına benzer. Sonra belindeki ipek kuşağa asılı kesesine el attı, bir avuç altın alarak Balkan beyi kılıklı maskaranın önüne attı: - Buyurun, bu tuzağı kurmak için adamlarıma verdiğiniz paraları alın ve çekilin. - Biz işini bitirmeden gidenlerden değiliz. - Yani n&#;olacak? - Bu iki sersemi ya diri, ya ölü birlikte alıp gideceğiz. Konağınız bu iş için tarafımdan kiralanmıştır. Siz çekilin ortadan. Mama Fausta, alay etti:

41 - Kalo pedi (güzel çocuk) ben ortadan senin hayatına dokunmasınlar diye çekilmiyorum. Öyle görüyorum ki savaş yerini olduğu gibi düşmanlarını da seçmesini beceremeyecek kadar toysun. Hilal ve Haç / 67 Bu asilzadelerden yalnız biri, senin gibi bir küfe sersemi devirip suyunu çıkarır, hem bir solukta. Kadı Han, dişlerini gıcırdattı: - Ben bu sersem ayran budalasını şimdi tanıdım Fausta. Onunla görülecek eski bir hesabım var. Sen şöyle bir açıl ve ucu sivri bir kazık hazırla. Sonra yüzü maskeli adama seslendi: - Kazıklı Voyvoda!.. Şanına layık bir şekilde kazıklanmış olarak ölmelidir. Bu açık meydan okumaya rağmen yabancı, yüzündeki maskeyi çıkarmadı. - Hele bir kapışalım da imparatorlar soytarısı, diye homurdandı. Kim kimi kazıklayacak o zaman görürüz. Mama Fausta&#;nm bu kavganın sonundan hiç de şüphesi yokmuş gibi bir hali vardı. Gülerek, maskeli Balkanh&#;ya: - Pekala kapışın, ama yalnız ikiniz. - Evet yalnız ikimiz, ben de öyle istiyorum. - Adamlarına söyle çekilsinler Yabancı, kargı, kılıç ve gerilmiş yayları ile kavganın başlamasını bekleyen adamlarına döndü. Balkanlarda konuşulan lisanla bir buyruk verdi. Fakat, Mama Fausta kızdı: - İslav dili de bilirim. Adamlarına söyle, aranızdaki savaş bitene kadar bir şeye karışmayacaklar. Sonra Kadı Han&#;a döndü: - Konağımda kan dökülmesinden hoşlanmam Kadı Han, dedi, şu herifin işini kuru kuruya kansız bitiriver. - Pekala kirya. Sonra Balkanlıya döndü: - Yaklaş bakalım kazıklar kralı. Kan dökülmemesi hakkında büyük emir aldık. - Geliyorum cadılar padişahı. Yüzü -maskeli adamın, Kazıklı Voyvoda adıyla anılmış Dük Leopold olduğunu anlayan İmparator Frederik Barbaros: - Leopold! diye haykırdı. İmparatoruna hiyanet ettin. Bu kavgadan sağ çıksan bile seni ordunun içinden kovuyorum. Lanetli karga. Fakat Leopold cevap verecek durumda değildi. Kadı Han, elde kılıç, karşısına dikilmişti bile: - Bak Leopold, dedi. Sen kılıçla, hele böyle Attila gibi kahraman bir hakanın kılıcı ile ölmeye layık bir erkek değilsin. Maskeli yabancı, Kadı Han&#;ın saldırışını, kılıcı ile önleyerek gürledi: - Kılıcın gibi senin de sahte kahramanlığın şimdi ortaya çıkacak han bozuntusu.

42 - Hocana karşı ağzını bozuyorsun. Demek yeni bir derse daha ihtiyacın var. Kargı, kalkan oyununda verdiğim cirit dersi sana bir şeyler öğretmemiş. - Senin uzaktan vurup kaçan bir kalleş olduğunu öğretti. - Ya öyle demek. Yazık, bugünkü dersimiz, bana öyle geliyor ki ikinci ve son dersimiz, önce kılıç talimi. - Yerin dibine gir cehennem zebanisi. - Evet zebaniyim, ama gösterdiğim yararlıklar, karşısında her üç peygamber de bana, Tanrı önünde yalvarıp benim cennete girmemi sağlayacaklar. Sen cehenneme gideceğine göre bu son görüşmemiz ve son dersimiz. Birinci ders birinci fasıl Kılıç oyununda bir adamın yüzündeki maske tereyağından kıl çeker gibi nasıl alınır? Ne dedin? Bu dersi biliyorum dedin galiba Bir şey söylemedin mi? Leopold, acemi berber önünde tepinen arsız çocuklar gibi kıpırdanıp durma, bir yerin kesilecek. Mama Fausta kan dökülmesin diye emir verdi. Üçe kadar sayacağım Üç dedim mi masken düşecek, yalancı dük, sahici düdük hazretleri. Bir Kadı Han saldırdı. Leopold korunmak için kılıcını siper etti. - İki!.. İp koptu. Üç, maske düştü Hayır, Atlı Han&#;ın kılıcına yapıştı. Aman ne sıvışık şey. Maske değil sinek kağıdı. Yabancının maskesi Kadı Han&#;ın kılıcı ucunda asılı duruyordu. Silkip yere attı. Maskenin altından Dük Leopold&#;un sırtlanları andıran sivri yüzü sırıttı. Fakat artık bu yüzde eski kan ve can yoktu. Rengi Hilal ve Haç / 69 kirli yeşilimsi bir hal almıştı. Şakağından aşağı ufak bir kan sızıyordu. Kadı Han&#;ı boş buldum sanarak atıldı. Fakat bu atılışı, kılıcı ile kesen Kadı Han, Leopold&#;u bileğiyle iterek üç adım geri fırlattı. - Ders bitmeden hocana el kaldırma Leopold! Arsızlık edip de tepinmesen yüzün çizilmeyecekti. Mama Fausta kan istemiyor. Söz verdik, erkek sözünde durur. Ne o?.. Sen "ben erkek değilim mi" diyorsun? Doğru, unuttum, sen erkek değilsin, sen bir kancıksın İnsanlara yüzünde maske ile saldırırsın Dersimize devam. Kılıç dersi ikinci fasıl Bir acemi enayinin gene tereyağından kıl çeker gibi, kan akıtmadan incitmeden elinden kılıcı nasıl alınır? Tekrar üçe kadar sayacağım. Üç dedim mi hapı yutacaksın, kılıcın elinden gidecek Ne o, hocana inanmıyorsun demek? Hele o terbiyesiz ve hırçın hareketler Yapma! Kan çıkacak Bir, karşındakinin göğsüne saldırırsın, hıyar tohufhu ne yapar? Kendi kılıcını geri çeker siper alır Vay, enayi vay!.. İki, kendi kılıcını hızla sol eline alırsın. Üç, soldan sağa bileğine vur Kılıç uçtu, kılıç havada geliyor. Tutun, Tamam. Aferin Leopold, bu ikinci dersi iyi basardın kan çıkmadı. Sonra, hırsından ve şaşkınlığından baygınlıklar geçiren Leopold&#;un kılıcı elinde kendisini hayret ve takdirle seyreden Frede-rik Barbaros&#;a döndü. Başı ile saygılı bir selam verdi. Tekrar Mama Fausta&#;ya döndü, elindeki kılıcı bir hokkabaz ustalığı ile atarak ayakları ucunda bir haç gibi dikiverdi.

43 - Pek kavgalı ve şerefli tarihi bir değeri yoksa da, müzenizi bir "Kahpenin kılıcı" namı altında süsleyebilir. Ellerini ovuşturup ölümü bekleyen Leopold&#;a döndü: - Aferin Kazıklı, pardon, Kazıksız Voyvoda, artık bugün yediğin ve daha da yiyeceğin kazıklar, sende ne kazık atacak, ne de kazıklayacak hal bırakacak. Temizlik Üçüncü ders.. Ne o, neye korktun öyle? Bir şey mi var bende, neye öyle kurbanlık danalar gibi bana bakıyorsun? Affedersin, ben kılıcımı atmamışım, sen de şimdi, senin eski köhnemiş usulüne göre benim kılıcımla, senin kı-lıçsız göğsünü deleceğimi sanıyorsun? Ne sersemlik? Leopold karşımda titreyen sayısı belirsiz adamlardan sonuncusu olarak bil ki Atlı Han&#;ın kılıcı, silahsız bir serseriye dokunarak kirlenmemiştir ve kirlenmeyecek de Al. Tut. Kılıcı attı, kılıç Leopold&#;un ayakları ucuna dikiliverdi. - Ne o bir şey mi söyledin. "Bu kılıç Atlı Han&#;ın değil mi?" diyorsun? Olsun ne çıkar? Gene de bir han kılıcı ya. Ha Atlı Han&#;ın, ha Kadı Han&#;ın Gelelim üçüncü dersimize. Bu dersimiz genel istek üzerine veriliyor. "Bir pırasa yahut fasulye sırığı kan dökmeden konaktan dışarı nasıl atılır?" dersi: Amma da uzun isimli ders. Fakat sen gam çekme, ders adından daha kısa sürecek Güreş dersi Bilir misin? Leopold, gıcırdarken kırılacakmış gibi sesler çıkaran dişleri arasından homurdandı: - Senin ölümünün benim elimden olacağını iyi biliyorum. Birden atıldı, Kadı Han&#;ın kafasını kaptı ve sevinçle haykırdı: - Bu da üçüncü ders hergeleler hakanı, boğmaca dersi. Acaba Kadı Han&#;ı faka mı bastırmıştı? Koca savaşçının sesi kesilmiş, kollan ve gövdesi kıpırdamıyordu. Leopold sevinç çığlıkları atarak Kadı Han&#;ın başını çökertmek için üstünde zıplıyordu. - Bu da üçüncü ders ikinci fasıl. Boğulan bir kurbağanın son hırıltısı. Bu da üçüncü fasıl Bu da dördüncü fasıl, bir cadının kıkırdayışı. Birden: - Yeter be diye bir ses gürledi, sevincinden iki ayaklan ile havaya sıçrayıp Kadı Han&#;a abanan Leopold, ayaklarının üçüncü seferde yere değmediğini dehşetle gördü. Ayakları havada iken, bilek hizalarından bir tekme yemişler ve dingili kırılmış araba tekerlekleri gibi boşalıvermişlerdi. Terazisinin bozulduğunu görünce Leopold elleri ile bir yere tutunmak için Kadı Han&#;ı bıraktı. Bırakması ile de birlikte kulak-tozlarında şimşek gibi iki tokadın patladığını duyması bir oldu. Kadı Han kızmıştı: - Vay! Kendini bilmez kuyruksuz hergele vay! diye ağzı köpürmüş bağırıyordu. Sen sahiden fasulye sırığısın yahu. Hiç insan hocasına el kaldırır, sonra da hıyarlığını günlüğe kullanıp böyle kibar seyirciler önünde, acemi çaylaklar gibi tepinir durur mu? Ne ise üçüncü dersin, ikinci faslına gelmiştik, acemi düşman kafa kol

44 Hilal ve Haç/71 kapayım derse sen bir çengel takar yere çakarsın Üçüncü fasıl Ne oldu? Yerden kalkamıyor musun? Bir çengelde hapı yuttun mu? Yazık, tatlı ve gösterişli bir ders olacaktı, yarıda kaldı güreş dersimiz. Sonra Mama Fausta&#;ya döndü: - Emriniz kirya? dedi. Bu acemi çaylakta ne ders, ne de nefes alacak hal kalmadı. Fausta&#;nın Frederik Barbaros&#;a baktığını görünce kendisi de o tarafa döndü. Saygı ile eğildi. - Emriniz majeste? Frederik Barbaros: - Dışarı at köpeği! diye kesin bir emir verdi. Bu emrin ağızdan çıkması ile birlikte Kadı Han koştu, gerek başına gelenlerin verdiği şaşkınlıktan,-gerek yere düşerken geçirdiği sarsıntıdan sersem sersem bakman, Leopold&#;u tuttuğu gibi kaldırdı, şangur şungur pencereden dışarı fırlattı, attı. Leopold havada uçarken, Frederik Barbaros: - Dük, bir daha ne seni, ne de başka bir Balkanlı askeri, ordunun arasında görmeyeyim, diye haykırdı. Bana ve dedelerime bu gücü kazandıran Cermen ordusu bize yeter. BİR ALMAN GİBİ ASKER, BİR BİZANSLI GİBİ SİYASİ Bu alçaklığı, bu dönekliği Frederik Barbaros yalayıp yutar mı sanıyorlar bu domuzlar Kadı Han? - Onlar yaldızlı dolmaları önünüze atarlar, yutmak yutmamak haşmetlû imparatorumuzun bileceği iştir. - Yutmadım öyleyse. - Evet majeste. - Kadı Han, Edirne&#;ye İstanbul mu yakın, Kudüs mü? - İstanbul çok daha yakın devletlûm. - Öyle ise Alman orduları İstanbul&#;u almak için yarın sabah buraya doğru yürüyüşe geçiyor. Tatlı sesi ile Mama Fausta: - Yuttuğunuza şimdi ben de kandım majeste, dedi. Frederik Barbaros kızdı. - Neyi yuttuğuma? - Yaldızlı dolmaları. - Yani İstanbul&#;a ordularımı sokmayayım mı? Dük Leopold&#;un pencereden uçuşundan sonra Mama Fausta, Kadı Han, Frederik Barbaros ayrı bir salona çekilmiş konuşuyorlardı. Bu salonda ne kız vardı, ne kırmızı şarap, bu salonda Bizans imparatorluğunun ve Haçlı ordularının tarihi konuşuluyordu. Şimdi okuyucu da görecek ki, bu konuşma sonunda Bizans imparatorluğunun dayandığı son çürük direğe bir balta vurulacak Hilal ve Haç / 73

45 ve tarih sayfalarında bir Bizans imparatorluğu, daha iki yüz elli yıl gözükecek ama bu, artık Konstantin&#;in kurduğu Büyük Roma İmparatorluğunun gündoğusundaki parçası değildir. Frederik Barbaros&#;un: - Yani İstanbul&#;a ordularımı sokmayayım mı?" şeklinde Mama Fausta&#;ya sorduğu suale Kadı Han cevap verdi: - İmparator hazretleri, İstanbul&#;a Alman ordusunu niçin sokacaklar? - Bu ikiyüzlü İsak köpeğine Alman imparatoru ile eğlenileme-yeceğini göstermek için - Koca Alman ordusu, yüz bin kişi ile İstanbul&#;u almak veya İsak&#;ı Ayasofya meydanında asmak için mi yola çıktı? - Yani ne demek istiyorsun? - Burada usuldür, "Tazıyı her gördüğü kuşa koşturup yorma" derler. Her ne kadar ordunuz bir tazı değilse de bir ava çıktığına göre yolda her gördüğü karganın peşinden koşarsa, hedefine vardığı vakit bacaklarında koşacak derman kalmaz. - Bu ne demek? - Bu şu demektir? Sizin bir kaprisiniz uğruna büyük bir ordu küçük bir av ile yetinecek. Buna siyaset hatası derler. Müsaade ederseniz sizin, yani Almanların hakkında beliren bir görüşümü arz edeyim. - Müsaade ettim. - İyi asker Almanya&#;dan, iyi politikacı Bizans&#;tan çıkar. - Ne demek istiyorsun yahu? Sözü uzatma. - Bırakın politika işlerinizi Mama Fausta çevirsinler, ordu kuvveti ile kazanılamayacak şeyleri politika kazansın. - Yani Bizanslı bir kadın tellalı bana savaşmadan İstanbul&#;u hediye mi edecek? Neler konuşuyorsun sen Kadı Han? - Bizans&#;ta her şey kadın eli ile döner. Bizanslının belinden yukarısını Ortodoks papazları, belinden aşağısını kadınlar idare eder. Mama Fausta kadınların imparatoriçesidir. Kendisine vasilis-ya derler. Burada kadınlar, zevk, sefa, cümbüş, kumar düşkünü Bizans erkeklerinin eğlenmesine yardım ederler, erkekler de kadınların ipek elbiselerine, elmas, yakut hırsına yetişecek hazineleri kazandırabilmek için akla gelen, gelmeyen her türlü alçaklığı, baba katilliğinden, genç ve körpe çocuklarını satmaya varıncaya kadar her türlü ahlaksızlığı göze alırlar. Bizans&#;ta vicdandan, namustan tutun da genç kız bekaretinden, valiliklere, hatta patrik makamına, imparatorluk tacına kadar her şey satılıktır. Mama Fausta, Kadı Han&#;ın sözünü kesti: - Uzun ve tatsız konuştu, ama neyse, sonunda asıl gerçeğe gelebildi. Haşmetlû imparatorum, ben cariyeniz size hizmetten şeref duyacağım, lütfediniz, hizmetimi kabul buyurunuz. - Ne gibi hizmet? Ben para ile kadın satın almaktan hoşlanmam. - Bizans&#;a ordunuzu yürütmeyecek miydiniz?

46 - Evet. - Bundan kasdiniz ne idi? - Bana ihanet eden, beni aldattığını sanan İsak köpeğini bacağından asmak. - Kaça satın alıyorsunuz? - Neyi? - Eski Bizans imparatoru İsak köpeğinin cesedini. - İsak, konağmızdaymış gibi konuşuyorsunuz. - Konağımdaki, şerefleri ve adları tarihlere yazılmış ve yazılacak birçok soylu kişiyi biraz sonra ellerinizi öperlerken görünce bu düşüncenizde hata ettiğinizi anlayacaksınız. - Evet ben Roma imparatoru da burada bulunduğuma göre - Evet! Kaça satın alıyorsunuz? - Askerlerimin kanı dökülmemek şartıyla biçeceğiniz fiyatı şimdiden kabul ediyorum. - Pekala. Bu pazarlıktan memnun kalacaksınız. Size büyük bir konak oyunu seyrettireceğim. Bu çeşit oyunu seyretmek, her imparatora nasip olmaz. Bizans&#;ta vasileaslar nasıl değişir? Kanlı oyun üç bölüm, birinci bölüm başlıyor. Mama Fausta, önlerindeki mermer masa üzerinden tahtadan garip bir alet alıp birkaç kere döndürdü. Zırıltılı garip sesler çıktı. Frederik Barbaros, Kadı Han&#;a sordu: Hilal ve Haç / 75 - Elindeki zırıltı nedir? - Biz kocakarı zırıltısı deriz. Bizanslılar "Hayusider" derler. Bizans&#;ta Hipodrom&#;da seyirciler tuttukları rengi bu aleti döndürerek alkışlarlar, kiliselerde çan veya insan sesi yerine bu aletler halkı dua etmeye çağırır sayın imparatorum. - Birdenbire sen de inceldin, kibarlaştın, yoksa Bizans&#;ın havasından mı? Benimle, "Haşmetlûm", "Sayın İmparatorum", "Köleniz" gibi içi riya dolu sözleri kullanmadan konuşamıyorsun. - Burada imparator olduğunuzu bildirdik. Artık arkadaş değiliz. Müsaade edin de böyle konuşayım. Bizans&#;ta kölesi, cariyesi, aç köpeği, çanakyalayıcısı olmayan, halkın arasına girip halka benzeyen imparatoru kimse iplemez. Bu sözler bitmeden kapı açıldı. Elinde küçük bir çocukla genç bir Bizanslı içeriye girip Mama Fausta&#;yi saygı ile selamladı. Fausta, yeni gelenleri tanıttı. - Bizans imparatoru İsak Lanj&#;ın oğlu ve kardeşi Aleksi. İmparatorum, ayaklarınıza yüz sürmek için müsaadenizi dileniyorlar. Barbaros daha "Ne oluyor?" demeye kalmadan, ikisi birden oltadan kurtulup denize can atan torik balıkları gibi Alman imparatorunun ayaklarına doğru kendilerini attılar. Ağlayıp, dövünerek acıklı kilise ilahileri okur gibi ulumaya başladılar. Sanki bir sürü analarını kaybetmiş aç köpek enciği gelmiş de, insan taklidi seslerle maval okuyorlarmış gibi bir iniltidir koptu.

47 Frederik Barbaros&#;un tepesi attı, aslında kırmızı olan yüzü büsbütün kızardı, morluğa kadar yükseldi: - Bu çocuk da kim? Niye inletiyorsunuz be? Ne namussuz memlekete düştüm, büyük Allahım? Mama Fausta: - Eski imparator İsak&#;ın oğlu küçük Aleksi, dedi. - İmparator İsak öldü mü? - Hayır az sonra ölümden beter olacak. Bunu çocuğa söyleyip de ağlatmakta ne fayda var? - Çocuk babası için ağlamıyor. Az önce ciyak ciyak bağırıp çağıran velet, kendisi için konuşulduğunu anlayınca birden sustu, sanki gözleri, elleri, burnu, hulasa tekmil gövdesi ile kulak kesilmişti. Frederik sordu: - Babasının yerine mi geçecek? - Hayır, amcası Aleksi babasının yerine geçecek? Çocuk Aleksi bu sözleri duyar duymaz tekrar ağlamaya, Frederik Barbaros&#;a yalvarmaya başladı. - Sayın imparatorum, bana dokunmasınlar. Alçak ve namussuz babamın günahlarını niçin ben çekeyim? Sen ki Hristos&#;un en büyük ve sadık vekilisin. Benim gözlerimi oymasınlar, benim erkekliğimi burmasınlar ne olur? Emredin bana kıymasınlar. Küçük çocuğun bu acıklı hali Frederik Barbaros&#;un yüreğini kabarttı. - Bu çocuğun söyledikleri doğru mu? Veledin amcası; saygı ile baş kesti. - Evet imparatorum, dedi: Çocuk büyür, babasının yerini almak ister. Şimdiden bunu önlemek için gözleri oyulur, erkekliği burulur. Velet tepinerek ağlama perdesini yükseltti, bir uluma haline getirdi. Amcasının eteğine yapıştı. - Bana kıyma büyük amcacığım, asil amcacığım, ölünceye kadar senin kapında azat kabul etmez kölen olayım, canım amcacığım. Fakat sevgili amcası, yeğeninin suratına korkunç bir tokat atıp: - Sus pis yumurcak! diye haykırdı. Çeneni kes, yoksa seni şimdi boğarım. Amcanın gözleri kan çanağından fırlayan mermer bilyeler gibi kanlı ve korkunç bir hal almıştı. Yumurcak korkusundan sustu. Amcası da koştu. Frederik Barbaros&#;un ayaklarını tekrar tekrar yaladı, yağladı denecek bir şekilde öptü. Secdeye vardı. - Bizans&#;a şeref verdiğinizi bildik ve anladık Roma&#;nın, dünyaların, yıldızların ve semaların kralı büyük Frederik Barbaros, diye inledi. Hilal ve Haç / 77 Barbaros boş bulundu: - Kim haber verdi? - Kim haber vermedi ki büyük kral? İmparatorların imparatoru, semaların sahibi kim haber vermedi ki? Çevrenize saçılan güzellik ve heybetinizin nurları güneşin

48 cılız ışıklarını söndürdü. Güneş haber verdi. Bizans&#;ın kireçli sıcak bulanık sularına, yüzünüzün nuru değmiş gibi sularımız serinleşti, elmasiyeler gibi pırıldayıp serinledi. İçtiğimiz sular haber verdi. Büyük imparator geldi, diye her şey canlandı haykırdı. Her şey haber verdi. Frederik Barbaros: - Yeter! diye ayağını yere vurdu. Ne uğursuz memleket, yeter. Toprağından, taşından, suyundan, havasından köpek sesleri fışkırıyor. Sonra Mama Fausta&#;ya döndük - Mama, madam, her ne karın ağrısı isen, kısa ve benim hiçbir şekilde adımı ve parlak unvanlarımı ağzına almadan cevap ver!.. - Emredin haşmetlûm? - Haşmetim başınızda paralansın. Bizans imparatoru nerede? - Burada, konakta kendisine kurduğumuz tuzak.. - Sorduğum kadar cevap verin!. - Baş üstüne. - İmparatoru getirin! Mama Fausta emir verdi. Birkaç saat önce arkasındaki altın sırmalı elbiseleri, belindeki altın kakmalı silahları, ayağındaki kırmızı çizmeleri, başındaki, pırlanta ve yakutlar dikili kadife külahı ile sahte bir değeri olan Bizans imparatoru İkinci İsak Lanj&#;ı, yalın ayak, başı kabak, arkasında kirli bir entari, belinde ipten bir kuşak getirip içeriye fırlattılar. Yoksul İsak, önce öz kardeşi Aleksi&#;ye baktı, ondan medet umulmayacağım biliyordu. Gözleri oğluna ilişir gibi oldu, baba ve oğul ikisi de hemen gözlerini birbirinden kaçırdılar. Sonunda Frederik Barbaros&#;u gördü, hemen silkindi. Koştu, ayaklarına kapandı, ağzı köpürmüş, dili büyümüştü. - Büyük Büyük derken, Barbaros sözünü kesti. - Konya sultanı Kılıç Arslan&#;ın hocaları İstanbul&#;da ne arıyor, İsak? İsak, korkak ve yılgın bakışlarını, kardeşine çevirdi: - Bu namussuz çağırmış, ben sizin yanınızda iken çağırmış, ekmek çarpsın haberim yok. - Demek bana karşı, senin memleketini kurtarmaya gelen Hristiyan Haçlılar ordusuna karşı, Müslümanların sultanı ile birleş-tin ha, namussuz? - Yalan! Onlar birleşti Yalan! Bana acıyın, bir sadık köpeğiniz olarak kalayım, bana acıyın İsa aşkına Allah aşkına, Meryem aşkına. Mama Fausta: - Sus! Bu kutsal kelimeleri pis ağzına alma, diye haykırdı. Bi-tinya&#;da eski İmparator Komnen&#;e karşı başkaldıran yoksul, aç, çıplak halkı diri diri kuyulara atıp öldürtürken böyle ağlamıyordun. - Merhamet Korkuyorum Frederik Barbaros: - Kes sesini, dedi. Sonra Mama Fausta&#;ya döndü:

49 - Şimdi ne olacak? - Bizans&#;ta halk patrikhanenin siyaset kuklasıdır. Kuklacı ipleri çekmeden halk oynamaz. - Ne pis konuşuyorsunuz. Yani patrikin gelip bu herifin tahtından kovulduğunu ilan etmesi mi gerek? -Evet, Haş - Kısa kes sözü. Patrik bunu kabul etmezse? - Bizans&#;ta herkes gibi patrikhane de zevk ve sefasına, gösteriş ve alayişe düşkündür. Düştüğünü gördüğü imparatora ne acır ne de yardım eder, kuvvetli gördüğüne de şartsız, kayıtsız boyun eğer. - Bu geminin dibi çoktan delinmiş - Hangi geminin? - Bu imparatorluk gemisinin, batıyorsunuz. - Gemi çok büyük haşmetlûm. Dibindeki delikten su dolup da batana kadar seneler geçer, bizler o zaman çoktan dünyadan göçmüş, gitmiş oluruz. - Çağırın patriği! - Buradaydı, şimdi gelir. - Koca bir imparatorluğu batırıp, kalkındırmak için toplantı yeri olarak avrat pazarını seçmişler Kadı Han. ( - Saatlardan beri susan Kadı Han güldü: - Bizans&#;ta her şey yatakta doğar ve yatakta biter. Yemeklerini bile gördünüz, yattıkları yerde yiyorlar. -Ala Nerde patrik? - Geldi imparator Sayın Mama Fausta şaşkınlıktan nasıl konuşacağını bilemiyordu. Alıştığı "Sayın", "Haşmetlû", "Büyüklerin büyüğü" gibi kelimeleri kullanmadan konuşmak onun için çok zordu. Arkasından altın ve gümüş sırmalarla süslü yeşil mantosu, elinde pırlantalarla bezenmiş altın haçrile patrik hazretleri içeriye girdi. Alışkanlıkla, etek öpmek üzere eski İmparator İsak&#;a doğru giderken: - Sayın ve ölmez, yenilmez imparatorumuz diye başlayan yağlıkçı duası, ağzında, içyağından yapılmış çörekler gibi dondu kaldı. Mama Fausta, araya girdi: - Artık bu köpek imparator değil, sayın pederim, dedi. İmparator hazretleri yanımızda, haşmetlû Üçüncü Aleksi, Bizans&#;ın hakimi ve sahibi. Patrik hazretleri, bu emre hemen boyun eğdi. İğrenç bir şey görüyormuş gibi eski imparatora baktı, sonra yenisine döndü, yüzündeki iğrenç gösteri silindi, yerine büyük bir sevinç ve mutluluk gösterisi geldi, yer aldı. Sevinç veya tiksinti her ifadesi sahte idi. - Büyüklerin büyüğü, takdis edilmiş Ortodoks dininin sahici evladı. Hristos&#;un dininin kurtarıcısı ve Allah&#;ın yeryüzündeki gölgesi. Sizin büyüklüğünüzü kilisemiz

50 her zaman bildi ve sizi bekledi. Bu şerefli ve uğurlu günü dini bayram günü olarak ilan ettik. Bizans&#;ın başına sefalar getirdiniz büyük Hristos&#;un oğlu, seni patrikhane adına takdis ederim. Arkasına döndü, hemen kırmızı bir hırka ile pırlantalı bir taç getirdiler. Yeni imparatorun başına koydular. O zaman gururdan gözlerinden kıvılcımlar fışkıran, yeni imparator, önce Frederik Barbaros&#;un elini öptü, sonra Mama Faus-ta&#;yı hafifçe selamladı. Döndü, dışarıda bekleşen cellatlara buyurdu: - Götürün bu iki köpeği. Barbaros araya girdi: - N&#;olacak? - Bir daha Bizans tahtı üzerinde bir hak istemesinler diye, gözlerine kaynamış yağ akıtılacak, erkeklikleri alınacak. Frederik Barbaros: - Hayır, dedi. Çocuğa dokunmayın, sağlam bir kaleye kapatsınlar. Babasına gelince, aslında da lüzumundan fazla açıkgöz olduğu için gözlerine şöyle bir dokunabilirler Üçüncü Aleksi boş bulundu: - Ya erkekliği? Bu sefer Kadı Han boş bulundu: - Zaten yoktu. Fazla bir kaybı olmaz. Sonra Frederik Barbaros&#;un kendisine hırslı ve sinirli baktığını görünce: - Affedersiniz büyük imparatorum, dedi. Kendimi tutamadım. Çanakyalayıcınızı hoş görün. Frederik Barbaros, ona cevap vermedi. Mama Fausta&#;ya döndü: - Bu acemice yapılan Bizans siyaset oyunları, entrikalar, beni pek sarmadı, Sayın Mama. Bu avrat pazarında ömür tüketen erkeklerle, erkek kucağında ömür yıpratan kızlarınız da beni pek sarmadı. Ben milletleri siyasi entrikalarla, papazların yalancı din kışkırtmalarının kurtaracağına da inananlardan değilim. Bu işleri yalnız şu alet başarabilir, gerisi boş. Frederik Barbaros, kılıcını havaya kaldırdıktan sonra sözüne devam etti: - Yürü dostum Kadı Han, dedi. Sen ne de olsa bu havaya alışıksın, ama beni nerede ise bu pis hava boğacak. Hilal ve Haç / 81 Birden, dışarıdan insanın tüylerini dikenleştiren korkunç çığlıklar koptu: - Yeter, merhamet! Meryem Ana&#;nın başı için yapmayın! Merhamet! Dört yanlarına baktılar, eski İmparator İsak ortada yoktu. Mama Fausta, soğukkanlılıkla: - Gözlerini eritiyorlar, dedi. Birinin kardeşi, ötekinin babası; eski imparatorun gözleri oyulurken bu akibetin; Bizans imparator adayları için de bir gün söz konusu olabileceğine dair yüzlerinde ufacık bir insanlık bile yoktu.

51 İkisi de kulaklarını tıkamışlar, gelecek günlerin kendilerine getireceği zevk, sefa ve gösteriş olaylarını hayal ediyorlardı. Frederik Barbaros, Kadı Han&#;ı zorldı kolundan çekti: - Yeter burada eğlendiğimiz, dedi. Yürü bajralım, dostumuz Arslan Yürekli Rişar, (Richard, Coeur de Lion) ne yapıyor? Bizden ses seda çıkmayınca bocalamıştır. Sonra Mama Fausta&#;ya döndü: - Mama, dedi. Heyecanlı işlere aşık olduğun belli, buyurun görüşelim. Mama Fausta, çapkın gözlerle Kadı Han&#;a bakarak güldü: - Başka aşık olduğumuz şeyler de belki var, ama ele geçiremiyoruz haşmetlû imparatorum. Frederik Barbaros, ikisi arasında geçmiş bir şeyler sezdi. Kadı Han&#;ı gösterdi: - Pek vahşi değil mi? Fausta yüzünü buruşturdu: - Hayır çok yalancı, ayrıca da çok kaba. Bu gönül işleri ikimizi de sarmadığına göre buyurun haşmetlûm, arkadaşınız Arslan Yürekli Rişar için konuşalım. ARSLAN YÜREKLİ RİŞAR Sicilya kraliçesi Cin Dangler (Jean d&#;anglter), Kıbrıs adasının şaraplarına, Haçlı ordusu erkekleri gibi pek düşkün değildi, ama yaban gülleri, katırtırnakları arasında şırıl şırıl akan sularla yıkanırken yeniden vaftiz edilmiş gibi oluyordu. Tam merdivenlerden inip atına binerken Kıbrıs şaraplarının hafif pelteklettiği sesi ile kekeleyen bir erkek önüne geçti: - Hayırlı günler, sevgili kız kardeşim. Cin, durdu, mahzun bakışlı, kurşuni gözlerini asil yüzlü erkeğe çevirdi: - Hayırlı günler haşmetlû kardeşim. - Bir yere mi gidiyorsunuz? - Kutsal Kudüs şehrine gidemediğimize göre, korudaki dereye yıkanmaya gidiyorum. - Tek başınıza? Çevremizde düşman dolu, eski Kıbrıs kralı İsak Komnen için ne güzel bir av olursunuz. Sarı güvercin avı Bu şakasını çok beğenmiş gibi mahzun yüzlü erkek gülmeye başladı. Cin sinirlendi: - İsak, henüz yaşadığına göre sarı güvercin avı yerine belki sarhoş arslan avını daha heyecanlı bulur. Arslan yürekli, kuzu bakışlı kardeşim. Arslan Yürekli Rişar, kız kardeşine yaklaştı. - Belki haklısınız, ama sarhoş değilim. - Peki bu haliniz nedir? Sararmış yüzünüz, kaymış, kapanmak üzere olan göz kapaklarınız ile bu haliniz nedir? Hilal ve Haç / 83 - Bilmiyorum. Garip bir hastalığa tutuldum. Ne hekimler, ne büyücüler kar etmiyor. Hastalığımı belli etmemek için işi sarhoşluğa vuruyorum. Cin, kardeşine yaklaştı: - Çok mu acı çekiyorsunuz?

52 - Evet, kimi yerlerimde dayanılmaz sancılar var. Fakat üzerinde durmaya değmez. Siz niçin böyle ördekler gibi ayda bir yıkanıyorsunuz? Yoksa siz de mi hastasınız? - Temizliği seviyorum aziz kardeşim. Sicilya&#;da alıştım. Ya siz niçin hiç yıkanmıyorsunuz? - Meryem başı için bunu hiç düşünmedim. Yıkanmak pek mi lüzumlu bir şey ki? Fransız dostum Hanri dö Şampanyi (Hanri de Chanpagne) de benim fikrimde. Yıkanmak gibi insanı yoran ve değerli vakitlerini kaybettiren boş bir şeyle uğraşmayı yersiz buluyorum. - Ya çıkardığınız pis koku, bir öküzü boğabilir sayın kardeşim. - Fransız dostum buna çare bulmuş, yemeklerden sonra veya yatarken elimize yüzümüze "lavanta" dediği hoş kokulu bir su sürüyoruz. - Büyük annemiz "Tembele iş buyur sana akıl öğretsin" derlerdi. Yıkanmamak için güzel bir bahane. - Ben mi tembelim? ingiltere&#;den kalkıp, Fransa&#;dan geçen, Marsilya&#;dan gemilere binen, Sicilya&#;dan sizi alıp Kıbrıs&#;a getiren ben tembelim demek? - Evet, üç aylık yolu üç yılda gelebilen bir tembel. - Fakat dostumuz ve savaş arkadaşımız Frederik Barbaros&#;un da daha çabuk gelemeyeceğini düşünemiyorsunuz. Ah bu kadınlar, her halinizle tanrılara benzersiniz. Bir şeyin olmasını istediniz mi, olsun, der demez olacak sanırsınız. Allah göstermesin, iki ordu aynı tarihte Kudüs kapılarında buluşamazsa vahşi Salahaddin bizi teker teker avlar, kıtır kıtır keser. - Size bir müjdem var. Hastalığınızı iyi edebilecek bir büyücü buldum Bakınız bu müjdeniz bana keyif verdi. Ordumuzun içinde benim tanımadığım ve ötekilerinden de üstün olan bu ünlü hekim büyücü kim? - Ordunun içinde değil, burada tanıdım, yerli. - Yerli büyücü olur mu? - Evet, siz de bilirsiniz ki, büyücülerin peygamberi Musa bile Suriyelidir. - Sabırsızlıkla dönüşünüzü bekliyorum sevgili hemşirem. YÜRÜYEN ELBİSE Elbise yürümez mi? diye düşü&#;nenenleriniz bulunacak ama, içinde sahibi bulunmazsa elbise elbette yürümez. Fakat Cin Dangler&#;in dereye girmeden önce soyunup çalıların üzerine serdiği Şam ipeklisi entarisi, kendi kendine yürümüş, yer değiştirmişti. Cin, Şam işi ucu altın sırmalı havlusuna büsbütün sarıldı. Korkak değildi. Fakat vücudunu çırılçıplak birisinin görmüş olması düşüncesi derenin akar sularında billûrlaşan pembe beyaz, Venüsleri kıskandıracak kadar güzel olan vücudunun donup taş kesilmesine sebep olmuştu. Entarisi yerini değiştirmişti. Titreyen elini uzattı. Evet aldan-mamıştı. Entari, Cin uzandıkça uzaklaşıyordu. Bir kaplumbağa sır-tındaymış gibi yürüyordu.

53 Atıldı, entarisini kaptı, hafif bir hışırtı sesi duydu, entarisi bir yere takılmış, zedelenmişti. Göğsüne bastırdı. Artık nefes alışı bile değişmişti. İri ve diri göğüsleri, demirci körüğü gibi kalkıp iniyor; nefes alışını güçleştiriyordu. - Kim var orada? diye haykırdı. Koruluğun içinden hiçbir ses gelmedi. Durdu, dinledi, serin suların şırıltısından, ötüşen kuşların cıvıltısından başka bir ses yok. Entarisini eline geçirmiş olmasına sevindi. Kendi kılıcı ve silahları atının üstündeydi ama, entarisinin belinde gizli bir hançer vardı. Yokladı, hançer yerinde duruyordu. Arslan Yürekli Rişar&#;ın kardeşi, bir dişi arslan kadar yırtıcı ve cesurdu. Entarisini çabuk ve hırsla başından geçirirken, tekrar emir verdi: - Kim varsa orada, çıksın. Emrediyorum!.. Bir kılıcın ucunda dantelli, uzun paçalı kilotunu uzattılar, hırsından yüzü kıpkırmızı kesildi. Çekip aldı. - Kim varsa çıksın, verdiğim emre boyun eğmeyenlerin boynu koparıhr. Kılıcın gözüktüğü ağacın arkasından önce sivri bir burun, sonra da piliç avına çıkmış sansarlar gibi gözleri camlaşmış bir adamın suratı gözüktü. - Bir emriniz mi var? - Kimsiniz? Ve ne cesaretle burada gizleniyorsunuz? - Hele siz kim olduğunuzu söyleyin de, çünkü başımıza bir devlet kuşu konmak üzere. Sizi çok hoş buldum. Bu ıssız koru içinde açmış yabani güllere benziyorsunuz. - Siz de sesinizin tonundan soylu bir baya benziyorsunuz. - Öyleyimdir. Başımıza devlet kuşu kondu dedim ya. - Fakat konuşmanızdan da bir uşak, bir yabani adam olduğunuz anlaşılıyor. - Yani ille de bir şövalye mi bekliyordunuz bu kötü koruda? - Hiç kimseyi beklediğim yok. Defolun. Kimle konuştuğunuzu, kime saldırdığınızı biliyor musunuz? Ben Arslan Yürekli Ri-şar&#;ın sarayından bir leydiyim. Başınızın selametini istiyorsanız derhal uzaklasın. - Bir leydi nasıl yenilir yutulur, hiç tatmadım. Bu müjdeniz iştahımı kabarttı. - Olduğunuz yerde durun! Bana elinizi sürmeyin, bana sürülen eller yakılır, bana bakan gözler oyulur. - Bir kraliçe gibi konuşuyorsunuz. - Ben kraliçenin damdonörüyüm. - Hoppala, önce leydi idiniz, biraz sıkışınca kraliçe damdonö-rü oldunuz, biraz daha sıkıştırırsam "Ben kraliçeyim" diye bağıracaksınız. - Terbiyesiz ve küstah uşak. Evet ben kraliçeyim. Diz çök ve af dile. - Yo yok, Meryem Ana olmaya karar verdiğiniz zaman diz çökeceğim. Kıbrıs kraliçeleri benim önümde dize gelir, bel kırarlar. Ben kraliçelere diz çökmem. - Ben Sicilya kraliçesi Cin Dangler&#;im. - Ben de kraliçenin kardeşi Arslan Yürekli Rişar&#;ım. Koruyu boş bulduk, karşılıklı atıyoruz güzelim. Fazla nazdan hoşlanmam, kemiklerin kırılmasın - Yaklaşma, kimse yok mu orada? Erkek yok mu?

54 - Benden başka erkek yok bu kahpe Kıbrıs adasında Bağırıp boş yere yorulma, güzel sesine yazık Ben Kıbrıs&#;ı kirleten karı kılıklı, tüysüz, kılsız İngiliz oğlanlarına benzemem kıpırdama Bana Kazıklı Voyvoda derler, adım bile orduları durdurur. Kıpırdama. Kraliçe son bir gayretle Kazıklj Voyvoda&#;nın kaptığı bileğini kurtarmak için çırpınırken haykırdı: - Yetişin. Kurtarın. Erkek yok mu? Okuyucularımızın çok iyi tanıdığı Kazıklı Voyvoda, uzak yollardan gelmiş bir şövalye gibi giyinmişti. Zırhları ve zırhlarını örten pelerini ile heybetli gösterişi vardı. Atıldı, kraliçeyi bileğinden sürükleyerek atının yanına götürmek istedi. Fakat sanki birisi pelerininden çekiyordu. - Rahat dur! diye homurdanarak döndü. Pelerinine yapışan; bir bileği kendi elinde, bir bileği çıplak göğsünü tutan bu korkak kadın olamazdı. Tekrar yürümek istedi. Pelerini arkadaki çam ağacına takılmış, hayır çakılmış gibi gelmiyordu. Pelerin gelmeyince Kazıklı Voyvoda da yürüyemiyordu. O devirlerde pek akla yakın gelen bir cin veya peri tuzağına düşmüş olabileceğini düşünmek isterken, alaylı bir ses burnundan konuşuyormuş gibi emretti: - Uslu dur yakışıklı delikanlı. Cici pelerinini yırtacaksın! Kazıklı Voyvoda, sesin geldiği yana döndü; şimdiye kadar eşini görmediği çok soylu bir at üzerinde çocuk denecek kadar genç yaşta,.esmer bir delikanlı, inci gibi dişlerini göstererek sırıtıyordu. Kazıklı Voyvoda (Leopold): - Sen kimsin sersem yumurcak? Defol, diye haykırdı. Böyle pişmek üzere olan aşk çorbasına su katan bu çocuktan bir an evvel kurtulmak istiyordu. Tekrar pelerinine asıldı. Nafile, ne pelerin kopuyor, ne pelerini tutan şey yerinden oynuyordu. Esmer, inci dişli çocuk gene alay etti: - Yakışıklı delikanlı, pelerinini Şam ipeklisinden yaptırmışsın, yırtılmaz, pelerini ağaca Şam oku ile ben mıhladım, o da ağaç kopar yerinden oynamaz. İkisi de Şam işi, Şam oklarını bilmiyorsun? Sedef kaplı kemikten çift ağızlı. Bak bir tane daha göndereyim. Esmer yumurcak arkasındaki sadaktan elinin tersiyle bir ok aldı, yayına yerleştirdi. Tüyler ürpertici bir ıslık sesi duyuldu. Pelerin bu sefer de sağ yerinden ağaca mıhlandı. Leopold da, kraliçe de orman içinden birdenbire biten bu yumurcağın sürmeli gözleriyle sanki büyülenmişlerdi. İkisi de şimdilik bu veledin emrinde olduklarını anladılar. - Gördün mü orman haydudu, dedi. Şam okları ne korkunç ses çıkarır, haydi bu kadar ders sana yetişir. Bir kadın önünde, karanlık bir koru içinde daha çirkin bir duruma düşmeden bas. Kuyruğunu topla git be, sersem sersem bakınıp durma leş kargası.

55 Kraliçe çocuğa baktı, çok gençti. Sonra kendisine saldıran Leopold&#;a baktı. İri gövdesi, geniş omuzları, bir çoban köpeğini andıran çenesi ile Leopold, bu çocuğu eninde sonunda bir lokmada yutacaktı. Yalvarır gibi, yaşlı gözleriyle Leopold&#;a döndü: - Efendi, bizi bırakınız ve gidiniz. Leopold kurtarmak için yeniden pelerinine asıldı. - Asla, sizi benim elimden ancak bir ölüm kurtarabilir. Yumurcak hiç de telaşlanmıyordu: - İyi öyle ise, dedi. Mezarımı buraya kazınız. Kuyruğu kapana kısılmış keleş tazılar gibi deprenip duracağına pelerinini çöz enayi.&#;" Leopold, bir çocuk tarafından öğretilmiş olmasına rağmen kraliçenin bileğini bırakarak pelerininin boğazını sıkan ipek kaytanı çözdü. Esmer çocuk inci dişlerini tekrar gösterdi: - Hele şükür, kadın avcılığından başka bir şeyler de yapabili-yormuşsun. Bak pelerinini çözebildin. Şimdi sana bir iyi akıl daha vereyim topla kuyruğunu ve arkana bakmadan yürü. Leopold bir şimşek hızıyla kılıcını çekti. Bu kılıç karşısında nice namlı şövalyelerin titrediğini, dize geldiğini biliyordu. Kılıçla havada geniş bir kavis çizerek: - Pis yumurcak, dedi. Boyundan büyük işlere burnunu soktun. Bu edepsizliğini kanınla ödeyeceksin. Kraliçe: - Yapmayın, kan dökmeyin, diye haykırdı. Fakat gözü dönen Leopold, esmer, inci dişli gencin atına doğru atılmıştı. Genç sol elini kaldırdı. Bu elde uzun, yılan gibi kıvrak ve koyu renkli bir kırbaç vardı. Kırbacı havada şaklattı: - Uslu dur, yakışıklı delikanlı, güzel yüzünü parçalatacaksın. Durmuyor musun? Sen bilirsin. Kırbaç, bir yılan ıslığı gibi havada öttü. Leopold&#;un bacaklarına dolandı. Leopold tökezlendi, dizleri üzerine çöktü. - Alçak pis köpek, kanını emeceğim, diye haykırdı. Tekrar kalktı. Kılıcıyla ileriye atıldı. Kamçı şaklaması ile birlikte bu sefer Leopold&#;un kılıçlı bileğine sarıldı. Çok can yakmış ve bu canlan yakarken hiçbir acı duymamış olan Kazıklı Voyvoda canının acısından: - Ah! diye haykırdı. Kılıcı elinden düştü. O anda çocuğun, kendisinden üstün bir dövüşçü veya insan kılığına girmiş bir cin olabileceği aklına geldi. Alnından aşağı soğuk ölüm terleri pıtır pıtır dökülmeye başladı. Tekrar kılıcını almak için yere doğru atıldı. Kırbaç tekrar sakladı Leopold&#;un elinin üstünde kanlı bir iz bırakarak havada tekerlekler çizmeye başladı. Bu sefer Kraliçe Çin&#;in de aklına kendisini kurtarmaya koşanın bir insan olmayıp, Meryem Anamız tarafından gönderilmiş bir melaike, belki de Meryem Anamızın koruyucusu Sen Jan olabileceği ihtimali geldi.

56 Çocuğun yüzüne dikkatle baktı. Kraliçenin kendisine baktığını görünce çocuk inci dişlerini sırıttı: Bu çocuğun esmer rengi, inci gibi dişleri bir İngiliz veya Fransız olmadığını pekala belirtiyordu. Kraliçe karar verdi: "Evet, yardımına gelen bu genç" vaktiyle Meryem Anamıza, Hazreti İsa tarafından koruyucu olarak seçilen ve Meryem Anamızı Kudüs&#;ten düşmanları eliyle öldürülmesine engel olmak için İzmir&#;deki Efes şehrine kaçıran Sen Jan (Hazreti Yahya) idi. Bu düşünce kafasında doğar doğmaz hemen yere diz çöküp dua etmeye başladı. Fakat Yahya hazretlerinin hiç de kaçmaya niyetli olmadığı gözüküyordu. Bu hazret, düşmandan kaçıp saklanan cinsten bir Yahya değildi. Kırbacını havada döndürerek, Leopold&#;un suratı hizasında tekerlekler çizmeye başlayınca, burnunun dibinde ıslıklar çalan kara bir yılanın döndüğünü gören Leopold, ömründe ilk defa yüzünü çizdirmemek için gerilemeye başladı. Arkasını dönüp kaçmayı da erkekliğine yediremediğinden, kırbacın her dönüşünde iki adım geriliyor, her gerileyişte de ayağı göremediği bir çalıya veya kütüğe takılıyor, tökezleniyordu. Böylece gerileye gerileye derenin kenarına kadar dayandılar, her kırbaç dönüşünde acı şakalar yaparak Leopold&#;un şövalyelik haysiyetini iki paralık eden gence, tam bu sırada Leopold: - Ben kimim biliyor musun? Bana karşı yaptığın bu küstahlığı kazıklanarak hayatında ödeyeceksin. Ben Kazıklı Voyvoda&#;yım diye haykırdı. Esmer genç, kamçısına bu sefer başka bir türlü çark çevirtti. Leopold&#;un gırtlağına sarılan kamçısını ileriye doğru çekerek zırhlar içinde küçük bir devi andıran yoksul şövalyenin terazisini bozdu, sonra kamçıyı boşaltıverdi, bu ileri çekişle öne doğru fırlarken, geriye doğru asılıp kendini kurtarmak isteyen Leopold, birden boşalıverince arkası üstü tepetaklak dereye uçtu, dereye girerken de bir su şelalelesi havaya fışkırdı. Esmer genç, bu sefer: - Sen artık Kazıklı değil, Kurbağalı Voyvoda oldun, diye haykırdı. Sonra Leopold&#;un sulara gömülmek üzere olduğunu görünce de bir de ölüm duası okumayı unutmadı. - "Ben Allahım. Ve herkes bir gün bana dönerek geri gelecektir." Selamet ve iman gayretiyle Allah&#;a kavuş Kurbağalı Voyvoda, hem bak, öğren, cehennemde adamı nasıl kazıklıyorlar. Sicilya kraliçesi hala (Sen Jan) karşısında bulunduğuna inanıyor, elinde kargısı, koca koca ejderhaları karnından delip atının ayakları altına seren acemi ressamlar elinden çıkmış Sen Jan resimlerini hayalinde canlandırdığından, korkusundan gözlerini bile kaldıramıyordu. Fakat Hazreti Yahya (?) kraliçeye yaklaştı, bir evliyaya hiç de yakışmayacak kaba bir lisanla: - Haydi madama dedi. Pilini pırtını topla da evine dön, böyle namussuz heriflerle oynaşacak başka yer bulamadın mı?

57 Kurduğu hayallerin bir anda samandan yapılmış oyuncak evler gibi yıkılıverişi, kraliçede, Leopold&#;un saldırışlarından daha derin bir baş döndürmesi yarattı. - Siz, Şövalye Jan değil misiniz? diye haykırdı. Esmer genç, inci dişlerini göstererek alayına devam etti: - Hayır, adi bir askerim. - Kimin askeri? - Allah&#;ın askeri! - Beni niçin kurtardınız? Niçin?.. - Bazen insan istemediği halde münasebetsiz işler yapar, kurtardım işte. - Şimdi ne olacak? Siz Sen Jan değilseniz ne olacak? Genç kızdı: - Bu karı kısmı da amma geveze oluyor yahu? Ne olacak, eteklerini toplayıp evine döneceksin. Seni bu heriften kurtardık diye evlenecek değiliz ya. Amma da sulu karılar türedi bu dünyada yahu. Kraliçe hırsından ve utancından kıpkırmızı kesilmişti. - Bu ne küstah konuşma böyle? diye haykırdı. Ben kimim biliyor musunuz? - Bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum. - Ben Arslan Yürekli Rişar&#;ın sarayına mensup bir leydiyim. Bu hizmetiniz karşılığı sizi yüzbaşı yaptırabilecek kuvvette olan bir leydi ile böyle kaba konuşmayınız. Ayıptır. - Peki, peki, ama aklınıza şunu da koyun ki, bir leydi böyle karanlık bir koru içinde tek başına bu Kurbağah Voyvoda ile derede oynaşmaz. Rişar duymasın, sizi sarayından kovar. - İngiliz imparatorunu ve Haçlı orduları komutanını nasıl "Rişar" diye küçük adı ile anarsınız? - Ben böyle münasebetsizimdir işte. Ne biliyorsunuz? Belki ben de bir prensim, hani masallarda vardır; prens, koruda çamaşır yıkayan hizmetçi kıza aşık olur, alır sarayına götürür. Kral babası ve kraliçe üvey anası, çamaşırcı kızı istemezler, derken efendime söyleyeyim, üvey anası olacak cadı Esmer genç birdenbire durdu: - Haydi atınıza binin de sizi Rişar&#;ın kapandığı şatoya götüre-yim, gevezelik yeter. Kraliçenin başı dönmüş, beyni donmuş, sersemlemişti. Ne düşüneceğini, nasıl konuşacağını artık bilemiyordu. - Atım kaçmış, diye kekeledi. - Yani bir atınız vardı da kaçtı öyle mi leydi hazretleri? - Evet, evet. Bir atım vardı ve ben Arslan Yürekli Rişar&#;ın Kraliçe sustu. Esmer genç sordu: - Siz Rişar&#;ın? - Kız kardeşiyim. Sicilya kraliçesi Cin Dangler&#;im. - Oh! Oh! Sayın kraliçem Kendinizi daha önce bir leydi diye saklamak nezaketinde bulunduğunuz, atınız ve maiyetinizin sizden izin almadan kaçtığı, sizi de böyle çırılçıplak denecek bir halde bıraktığı için tanıyamamıştım.

58 Sondan birden ciddileşti: - Atla atımın arkasına! Seni evine götüreyim dedi. Fazla gevezelik ettin, koru dilberi. Kraliçe, bir erkeğin atının arkasında gitmeyi gururuna yedire-miyordu: - Ben başka birisi ile aynı ata binemem, diye dayattı. - Oh! Oh! O neden sanki? - Ben kraliçeyim! - Yani sen ata bineceksin diye ben yere mi ineceğim? - Evet. - Hele koru içinde biraz taban tep de aklın başına gelsin, yürü peşimden, bir erkekle aynı ata binemeyen kibar madama Esmer genç, güzel ve oynak atını sürdü. Kraliçe duruyordu. Genç arkasına bakmadan bağırdı: - Dereye attığım Kurbağah Voyvoda tekrar çıkarsa görürsün gününü. Tam bu sırada sular da hışırdayıverdi. Kraliçe can havli ile atın arkasından koşmaya başladı. Esmer genç, tatlı sesiyle kraliçenin bilmediği bir dilden şarkılar söylüyordu. Kraliçe atın arkasından koşarken, birkaç kere tökezlendi, bacaklarına çalılar battı. Yürüyecek, koşacak hali yoktu. - Bekleyin rica ederim, diye seslendi. Esmer genç, atını durdurdu. Kraliçe, nefes nefese yanına gelince sordu: - Ata binmesini bilir misin haşmetlû madama? - Evet, evet! - Çizmemin üstüne bas, elini ver sıçra, tamam. Kraliçe, emir almaya alışık bir asker gibi söylenenleri tekrar etti. Güzel beygirin arkasına uçuverdiğini gördü. Bu esmer gencin, atının arkasına güzel gelinler atmakta çok usta ve tecrübeli olduğu anlaşılıyordu. Fakat güzel at, arkasına birisinin daha bindiğini sezer sezmez tırısa kalktı. Kraliçe, düşmemek için gencin beline sarıldı. Bu halinden utandı, tekrar ellerini bırakmak istedi. Genç söylendi: - Ellerini bırakma, hayvan huylanır da oyuna kalkarsa, kendini yerde bulursun. Kraliçe, tekrar gencin beline sarıldı. Sarı saçları, esmer gencin, güneşten yanmış ensesine, kara kıvırcık saçlarına karışıyordu. İkisi de bir vücut olmuşlar gibi, kalplerinin sesini duyuyor, nefes alışlarını hissediyorlardı. Esmer genç birden sordu: - Siz burada ne arıyordunuz? - Ben mi? Yıkanıyordum, dedim ya. - Ben seni değil, sizin ordunuzu sormuştum. Amma mademki senden söz açıldı, seni de tanıyalım. Benim bildiğim, siz yıkanmazsınız, köpek gibi kokarsınız hepiniz. Sende yıkanmak merakı nereden çıktı?

59 - Siz yıkanır mısınız? - Evet, günde beş kere elimizi, yüzümüzü, ayaklarımızı, her gün bir kere de tekmil vücudumuzu - Sizinki de fazla, Bana yıkanmayı ninem öğretti. Haçlı ordusuyla birlikte buraya gelmiş. Müslümanlardan öğrenmiş. - Akıllı kadınmış. Ama sen ninene çekmemişsin. - Yani ben kalın kafalı mıyım? - Hayır, biraz enayilik akıyor üstünden. - Benimle konuşurken "Siz" diye seslenin. Ben kraliçeyim. - Ne kraliçesi? - Sicilya kraliçesi. - Yalan. - Daha terbiyeli konuşmazsanız, ölüm pahasına da olsa atınızdan kendimi yere atarım. - Peki, peki, siz diyeceğim amma Sicilya kraliçesi olduğunuz için değil. Güzeller kraliçesi olduğunuz için. - Bu da bana hakarettir. - Neden, güzele güzel demek yasak mı? - Bu güzel nişanlı ise, yabancı söylerse hakarettir. - Oh! Oh! Bakın bu havadis canımı sıktı. - Neden canınızı sıkıyorum? - Ben sizinle nişanlanmak niyetindeydim de. - Bir kraliçe, soyu belirsiz bir adamla evlenemez. - Bir soy uydurur veya zorla alırdık yahu, iş soyadına kalsın. - Kraliçeler haydutlarla da evlenemez. - Orduların başında gelip bu güzel adayı alırsan adın "Fatih" olur. Çetele ile gelip soyarsan "Haydut" derler. Benim böyle ince işlere aklım ermez. Bence haydut da bir, kral da bir. - Aklının ermediği belli, ince, nazik değilsiniz. Bir Fransız erkeği olsaydınız şimdi. Esmer genç, kraliçenin sözünü kesti: - Size sulanır, yumuşak yerlerinizi ellerdim. Biz böyle el şakalarından, yapmacık incelikten hoşlanmayız. Nişanlınız yoksa Fransız mı sizin? - Evet. Hem de Fransız&#;ların en kibar ve en na^iki. Navar kralı Beranjer dö Navar (Berangere de Navarre). - Oh oh, demek rakibim bir kral."!. Yavaş yavaş sizin bir kraliçe olduğunuza inanacağım geliyor, ama siz bir kraliçeden çok, hayali kuvvetli, yalancı ve yaramaz, şımarık bir bakkal kızına benziyorsunuz. - Şimdi kendimi aşağı atarım. - Yok yok, bu sefer kabahat bende değil, sizi bir kraliçeye benzetemedimse kabahat sizde. Bizde sultanlar tek başına yıkanmaz. Hele kraliçeler nişanlı iseler, yanlarından nişanlılarını hiç ayırmazlar. - Ben kraliçeyim dedim size.

60 - Ala öyle ise. Nicosa&#;ya geldik. Kıbrıs&#;ın başkenti. Lord ağabeyiniz, sevgili kardeşiniz böyle yalın ayak sırılsıklam görünce bakalım ne diyecek? - Ağabeyim hasta. - Arslan Yürekli Rişar mı hasta? - Evet. - Sahici gibi konuşuyorsunuz.. Sahici olarak kabul ederseniz, size büyük iyiliklerim dokunur. - Bir sınava izin var mı? - Evet. - Niçin İngiliz ordusu Beyrut kıyılarına çıkacağına, Kıbrıs adasına çıktı? Karar niçin değişti - Biz çıkmadık. Fırtına, benim bindiğim de içinde "Eskort" dediğimiz en değerli muhafız askerlerinin bindiği üç gemiyi kayalıklara bindirdi. Bütün donanma da "Limasol" koyuna uğramak zorunda kaldı. İstanbul&#;dan yeni imparator İsak Lanj&#;ın kovduğu İsak Kom-nen sekiz yıldır Türklerin boş bıraktığı Kıbrıs krallığına yerleşmişti. Beni ve nişanlımı esir almak, gemilerdeki hazineye el koymak istedi. Ağabeyim kıyıya asker döktü. Kraliçe birden sustu: - Siz bunları bilmiyor musunuz kuzum? - Çoğunu bilmiyorum. Hem sizin ağzınızdan dinlemek ayrı bir zevk. - Ya sen İsak Komnen&#;in casusu isen? - Öyle olsa sizi ağabeyinize götürmez, tutsak ederdim. - Neye yararım? - Eğer söylediğiniz gibi, Sicilya kraliçesi, İngiliz prensesi iseniz, size karşı Kıbrıs adasını geri verir lord ağabeyiniz. Bir adaya değersiniz. Kraliçenin, beline sarılan ellerinin titrediğini genç sezdi. Kraliçe: - Yani beni satmak için mi kurtardınız? Esmer genç alay etti: - Daha karar vermedim. Belki satmaz, kendime saklarım. Birden üzülüp büzülmeyin. - Ağabeyim ve nişanlım sizi, yerin dibine geçseniz, bulur ve parçalarlar. - Ağabeyini çok övüyorlar, bilmem ne yapar? Ne yapmaz? Ona kendisiyle karşılaşınca karar veririz. Ama nişanlın olacak sivrisineği bir kalem geç. - Anlamadım, nişanlım sivrisinek ha? - Daha ne olacak? Sevdiği kızı tek başına derede yıkanmaya salan; başka erkeklerin atına bindiren nişanlıyı çekiver kuyruğundan. Nişan yüzüğünü ilk karşılaştığın gün kafasına at enayinin. - Nişanlım Navar kralını beğenmeyip de kiminle nişanlana-caktım? - Benimle! Ne o, neye şaştın? Bir kadına bir kraldan önce bir koca gerek. Koca da benim gibi erkeklerden seçilir. - Siz çok kaba ve cahilsiniz. - Erkeğin bir, at eyerinin iki, kabası işe yarar. Sen dediğimden şaşma. Koca seçeceksen krallar, kral oğulları arasından değil, erkekler arasından seç.

61 - Bizimle "siz" diye konuşunuz. - Pekala Kıbrıs kralı İsak Komneri enayisinin casusu olmadığıma inandınız mı? - Evet inandım. Fakat kimsiniz? - Söyledim ya, kılık değiştirerek gezen bir prens. - Prense benzer hiçbir haliniz yok. - Sizin de kraliçeye benzer hiçbir haliniz yok. Hikayeyi bitirin de kraliçeliğinize inanayım. - İsak Komnen bana, "Bizi Türklerin elinden kurtarın" diye mektup yazıp "Sizi başımıza bela eden dedeme lanet olsun. Bizi kurtarmaya değil, bizi Katolik yapmaya, bizim hazinelerimizi soymaya geldiniz pis vahşi sürüleri" dedi. - Vay canına. Bizans&#;ta ordulara bile kafa tutan erkek kalmış demek. Sonra ağabeyin kıyıya asker döktü, İsak&#;ı yendi, İsak nereye kaçtı? - Kaçtığını biliyorum, ama nereye saklandı bilmiyorum. - Kantara Kalesi&#;ne kaçtı. - Siz kimin nesisiniz? Siz sakın Venedikli olmayasınız? - Bilinmez? - Ağız arıyor, buraları çok iyi biliyorsunuz? - Karış karış bilirim, İsak Komnen gelmeden, yani sekiz yıl önce bu adada yaşardım. - Bize bir iyilik daha eder misiniz? - Büyük bir zevkle. - Ağabeyim hasta, bir hekim büyücü arıyorum. Gündoğusun-da büyücüler daha ustaymış derler. Ninemi de bir büyücü hekim, cinlerin elinden kurtarmış. Çok rica ediyorum. Kıbrıs&#;ta böyle bir büyücü varmış, yerini öğrenemedim. - Yarım saat daha at üzerinde durabilirseniz, sizi iki üç gün önce buraya geldiğini duyduğunuz büyücülerin sultanına götürürüm. - Kaç altına bu vazifeyi kabul eder? - Para almaz. Bir enayi halli hoca bozuntusudur. Pir aşkına insanların iyiliği için çalıştığını söyler durur. Adı Kadı Han. - Ne demek Kadı Han? - Hem hoca, hem bilgin, hem kral demek. HEM HOCA, HEM ŞÖVALYE, HEM HAYDUT Akdeniz adalarının hepsinde ayrı bir şiir, gönül açıcı renkler, misk kokulu yaban gülleri ve insanın içini açan, ısıtıcı, hayat veren bir güneş var. Muhterem pederim ben bu adaların en güzeli Sicilya sanırdim. Meğer Kıbrıs hepsinin güzeliymiş. - Şimdi mayıs ayında bulunuyoruz. Mayıs, Adalar denizinin cennet aylarıdır kızım. - Meryem Anamızın lütfü ile lord kardeşimin şifa bulmasını sağlayacağınız içime doğuyor. - Hemen Allah, şanlı ve şöhretli kardeşinizin yüreğine de aynı duyguları versin. Ak sakallı, arslan "yelesi gibi kır saçlı hekim ve büyücü ile Kraliçe Cin, "Nicosia" Sarayı&#;nın önünde bu sözleri konuşurlarken, birden palmiyelerin arasından Hacivat kılıklı bir adam fırladı.

62 - Oh aziz kraliçem! diye haykırdı. Bizleri çok üzdünüz, sizi sevenler kilisede hayatınızın kurtuluşu için şu anda dua ediyorlar. Haşmetlû kardeşiniz sağ ve esen dönerseniz üç bin Müslüman çocuğu kesmeyi Meryem Ana&#;ya adadı. Kraliçe: - Sevgili nişanlım, Navarlar kralı dedi. Böyle fena düşünceler de aklınıza nereden gelir acaba? - Atınız, üzerinde silahlarınız ve mantonuzla başıboş döndü. Nasıl kötü şey düşünmeyelim? - Bir kurbağadan korktu, ipini de bağlamamıştım, kaçtı. - Bir kurbağadan mı korktu? Doğrusu çok hoş. Ha, ha Çok hoş. Kurbağa, at ve kraliçe. Kraliçenin nişanlısı uykudan yeni kalkmış gibi şiş gözlü, ne verseniz yiyecek ve doymayacakmış gibi kalın dudaklı, cesur bir Fransız şövalyesinden çok İsviçreli bir aşçıya benziyordu. Soğuk soğuk güldükten sonra birden atıldı: - Oh, sevinç, korku beni terbiyesiz yaptı sayın kraliçem, dedi. Bağışlamanızı dilerim. Size sual sormakla işlediğim suçu hoş görün. Belini kırıp iki bacağını da zarif bir şekilde yaylandırarak kraliçenin elini öptü ve kendi elini üstüne koyarak: - "Abbey Bellapais" de kurtuluşunuz için dua ediliyor. Kiliseye şeref vermez misiniz kraliçem? dedi. Meryem Anamızın yeni bir kerametini görmüş olacak kilisedeki tüm Hristiyanlar. Kiliseye doğru yürürlerken kraliçenin aklına kurtarıcısı esmer gençten ayrılışı geldi. Şöyle konuşmuşlardı: "- İşte demişti. Büyücüler sultanının konuk kaldığı ev. Siz kendisinin şöhretini duyduğunuzu, ağabeyiniz lordun hastalığını bildirin, önce nazlanır, ama sonunda kabul eder. Çok yufka yüreklidir." "- Niçin kabul eder?" diye sormuştu kraliçe. "- Güzel kadınlara bir, krallara iki, dayanamaz; büyücülük için para almaz ama, kendisine bir kral veya güzel bir kız iki söz söylerse cacığı gevşer çapkının." "- Ne olur? Ne olur?" "- Cacığı gevşer, yani bayılarak kabul eder." "- Siz, bizden ayrılıyormuş gibi konuşuyorsunuz?" "- Evet, şimdi ayrılıyorum." "- Beni Nicosia Sarayı&#;na kadar götürecektiniz?" "- O zaman böyle bir hekime ihtiyacınız olduğunu bilmiyordum. Bu Kadı Han denilen münasebetsiz adam beni görürse size yardım edeceği yerde fenalık eder. Hiç değilse davetinizi kabul etmez. Benden hiç söz açmayın. Uğursuz, kendini beğenmişin biridir. Rekabetten hoşlanmaz. Sizi kendisine aşık sanacak kadar da enayidir." - Fakat sizi, kardeşim Arslan Yürekli Rişar&#;a tanıtacaktım. Kral hazretlerinin sizin gibi savaşçılara ve yardımcılara ihtiyacı var."

63 "- İyi ama benim krallara ihtiyacım yok." "- Ne kadar kendinizi beğenmişsiniz?" "- Öyleyimdir. Hoşçakalın; rica ederim, bu büyücü olacak herife sizi benim gönderdiğimi bildirmeyin, gelmez." "- Niçin, sizi sevmez mi?" "- Dedim ya, kral ya da güzel kadınlardan başkasıyla ahbaplıktan hoşlanmaz. Belki de sizi çok seveceği için kıskanır." Kraliçe elini uzatmış, esmer genç ele bakmış, o da elini kraliçenin burnuna uzatmıştı. Kraliçe hırsından kıpkırmızı kesilmek üzereyden aklına bir şey gelmiş gibi.gözleri parlamıştı. Esmer gencin uzattığı eli öpmüş, alnına götürmüştü. Bu İngiliz ve Sicilya tarihinde ilk defa oluyordu. Bir kraliçe, bir erkeğin elini öpüyordu. Fakat genç, bu öpüşü pek yerinde bulmuş gibi gene atını ök-çeleyince, kraliçe: "- Delikanlı" demişti. "Hayatımı kurtardın, bir düşman, bir Müslüman da olsan, sana borçlu kalamam. Lordun hizmetine girmeyeceğinize göre seafoodplus.infomi hayatımın karşılığı alınız. Ve kim olursanız olun hayatınız bizim için kutlu kılınmıştır." Parmağından çıkardığı yüzüğü, esmer gence uzatmıştı. Genç, bir İngiliz için paha biçilmez bu yüzüğe gene alay ediyormuş gibi gülerek bakmış, sonra teşekkür etmeye bile lüzum görmeden kapar gibi almış ve kuş uçuşlu güzel atını sürmüş, bulutlar arasında kaybolan bir atmaca yavrusu gibi yaylanıp gitmişti. Kraliçe ve nişanlısı kilisenin kapısına geldikleri zaman, işte kraliçe bu ayrılışın heyecanını yeniden yaşıyordu. Şu kibar bir Fransız erkeği gibi el öpen nişanlısı ne kadar Ka-tolikse, bir kadına haşin ve çatık kaslarıyla el öptüren esmer genç de o kadar koyu bir Müslümandı. Hareminde el ve etek öpen karılan arasında yaşamaya hazırlanan Hristiyan düşmanı bir Müslüman çocuğu. Kibar nişanlısı, kraliçeyi daldığı rüya aleminden uyandırdı. - "Abbey Bellapais" e geldik aziz kraliçem. Kraliçe çok hüzünlü ve garip bir can sıkıntısı içinde silkindi. - Büyük lordumuz da kilisedeler mi? - Evet, izin verirseniz, arkanıza bir manto getirsinler. Bu sözlerden sonra Navar kralı, kraliçenin yanındaki ak sakallı, çivit gözlü, keşiş kılıklı adama baktı. Kraliçeye bir şey sormamak gerektiğini bilecek kadar terbiyeliydi. Kraliçe o zaman, yanında bir hekim getirdiğini hatırladı. Bu hekimi de kendisine o esmer genç çocuk salık vermişti. Hekimin adı için çocuk "Hekim ve Kral" gibi garip bir isim kullanmıştı, ama nedense, bu isim Kıbrıslı hekimi sinirlendirmiş: "- Benim adım Kara Saltuk&#;tur," demişti. - Kıbrıslı bir hekim buldum, dedi. Büyük lordumuzun karnında yuva yapan cinleri kovacak bir büyü yapıp hazırlayabileceğine inanıyorum Sonra nişanlısı kralın şüphe ile hekime baktığını görünce:

64 - Hayır! Hayır! dedi. Elbette derhal iyi edecek, öyle değil mi sayın pederim? Ak sakallı keşiş bu konuşmalardan canı sıkılmış gibi: - Hele hastayı bir görelim, dedi. Bakalım alnına ne yazılmış. Eğer büyük Allah yanına çağırmak için Azrail aleyhisselamı gön-dermişse - O zaman bir şey yapamaz mısınız? - Allah&#;ın yanma çağırdığı kimseyi yolundan çeviremeyiz. - Fakat bu hasta bir İngiltere kralı, aynı zamanda Allah&#;ın kabrinin bulunduğu Kudüs&#;ü, kafir Müslümanlar elinden kurtarmaya gelen Haçlı ordusunun komutanı ise - Allah ölmez ki kabri, yaşamaz ki sarayı olsun. Allah her yarde hazırdır ve her şeyi bilir, bir yerde yatmaz ve uyumak ihtiyacında da değildir. - Demek Allah, şimdi bizim konuşmamızı duyuyor? Öyleyse niçin kendi uğrunda bayrak açan bir Hristiyan kralını ölümden kurtarmıyor? - Allah yanında, bir kral ile fakirin, bir keşişin hiçbir ayrımı yoktur. Navar kralı bu tatsız konuşmayı kesmek istedi. Keşişe: - Kraliçe hazretleri, kral hazretlerini hastalığından kurtaramayacağınıza göre buraya kadar niçin geldiğinizi soruyorlar? dedi. Keşiş kızdı: - Ben gelmedim, beni kraliçe hazretleri getirdiler. Hastayı kurtaramam demedim. Önce görelim, dedim. - Pekala, buyurun, görün. Kilisenin içinde iki büyük pederimizin dualarını dinleyerek acılarını hafifletmeye çalışıyorlar. Kilisenin çevresi muhafızlarla sarılıydı. Dış avluda duvara birçok silahlar asılmış, parıl parıl parlıyordu. Navar kralı silahlarını çıkarıp duvara astı. Sonra keşişe döndü: - Saygıdeğer pederim, kiliseye silahla girilmesi Papa hazretleri tarafından yasak edilmiştir. Bu emjr sizin için değilse de, eğer silahınız varsa? Ak sakallı keşiş kalın sesiyle: - Var! dedi. Sonra cübbesinin altından çok süslü bir hançer çıkarıp duvara astı. Keşişin silahları, eğer Arslan Yürekli Rişar&#;ın hastalığı ile sersemlememiş olsaydı, kraliçe ile kralın gözünü açardı, fakat karşısında bulundukları tehlike o kadar büyük ve yakındı ki, hani bir ejderha gelse de "Kralı iyi edeceğim" dese ejderhayı bile kiliseye sokmaya hazırdılar. Kilisenin içi, kadın erkek birçok soylularla dolmuştu. Kral "Ambon" denilen yaldızlı küçük kubbe altındaki bir sedirde uzanmış yatıyordu. Yanında kitabımızın başında adı geçen kara elbiseli İspanyol Dominiken ile kurşuni renk cübbeli Fransis adındaki rahipler bulunuyordu. Arslan Yürekli Rişar, gür kumral saçları omuzlarına kadar inen, kartal gagası burunlu, atmaca gibi keskin kurşuni renk gözlü, asaleti ve erkekliği her halinden belli genç bir kraldı. Kjz kardeşini görünce, solgun yüzüne hafif bir kan gelir gibi oldu.

65 - Oh, sevgili Cin, diye haykırdı. Bizi çok üzdünüz. - Haşmetmeap, hastalığınızı iyi edecek bir hekim bulabilmek için geç kalmıştım. - Istırabımı, size tekrar kavuşmuş olabilmek hafifletecektir. Kral, kardeşinin getirdiği hekimi görmek için emir veremediğinden, ak sakallı keşiş, Rişar ile karşılaşamadı. Rahip Dominiken, yarım kaldığı anlaşılan sözlerine devam etti: - Haşmetmeap, dün gece baktığımız yıldızlar ve beliren işaretler, hastalığınızın dış değil, iç alemden, bir cinler savaşından ileri geldiğini gösteriyor. Vücudunuzda iyilik perilerini, Kıbrıs&#;ın kötü cinleri mahvetmek üzere, bu cinlerin en kısa zamanda kovulması lazım. Kral, büyük bir sevinç içinde haykırdı: - Tamam, ben de böyle düşünüyordum. İçimde garip cin ve şeytana benzer kötü yaratıklar dolaşıyor ve bu dalaşmanın gur gur eden seslerini duyuyor, ayaklarımın bastığı yerler kopuyormuş gibi acılarını hissediyorum. Peki sayın pederim, bu cinleri kovmak ya da öldürmek için çare? Rahip Dominiken, söyleyeceği sözün korkunçluğunu sezdirmek istiyormuş gibi gözlerini açtı, çevresindekileri küçük görüyormuş gibi dudaklarını büzüp süzdü, sonra herkesin nefes bile almaya cesaret edemeden konuşmasını beklediğini görünce: - Kan! diye haykırdı. Kan gerek! Aziz Dominiken&#;in gök gürültüsü gibi patlayan bu duyurmasını kral kavrayamadı. - Kan mı? Nasıl, benden kan mı alacaksınız? - Hayır, kurban kanı, Müslüman kanı akması gerek. Bu cinleri akacak olan kanlar sürüp götürecek. Süprüntüleri, pislikleri alıp götüren seller gibi, akacak olan kanlar alıp götürecek. Arslan Yürekli Rişar: - Pekala sayın pederim. Mademki yıldızlar böyle gösteriyor, yarından tezi yok, Suriye&#;ye çıkarma yapar, kan akıtırız. Fakat bugün benim acılarım önümüzdeki hafta akacak olan Müslüman kanlarına mahsup edilemez mi? Yani ben şimdi hemen iyi olamaz mıyım? Hilal ve Haç/ Hayır! Kan akmadan, sel yürümeden cinler gidemez. - Bana şimdi bir çare, şimdi ve hemen. - Kıbrıs&#;ta Müslüman mı yok? - Kıbrıs&#;taki Türk erkekleri, Salahaddin ve Alp Arslan&#;ın ordusuna yardım için Anadolu&#;ya ve Kudüs&#;e gitmişler, burada çocuklar ve kadınlardan ibaret yedi bin kadar Müslüman var. - Kanın yaşı ve cinsi olmaz, hemen emredin, şimdi bu yedi bin Müslüman kurban edilsin. Ancak akacak olan bu kanlar acılarınızı dindirebilecektir. Ortalığı bir ölüm sessizliği kapladı. Haçlıların kan dökmesi, katliam yapması görülüp işitilmemiş bir şey değildi, Kudüs Müslümanlardan ilk alındığı zaman şehre inen Haçlılar kimi buldularsa kesmişler, Yahudi, Müslüman, Ortodoks dememiş, kıtır kıtır doğ-ramışlardı.

66 Tarihçi Rene G. Rousset&#;nin yazdığına göre akan kanlardan sokaklar kan çamuruna bulanmış, atların ayaklan bu çamura battıkça kanlı insan eti parçalarını duvarlara sıçratmış, duvarlar bile kan pıhtılarıyla kızıla boyanmıştı. Hele Avrupa&#;da ne kadar Yahudi mahallesi varsa basılıp yakılmış, içindekiler kıtır kıtır kesilip kana bulanmış, malları yağma edilmişti. Ama böyle gelip dinsiz Ortodokslar elinden Kıbrıs şehrini alıp, Allah adına, seafoodplus.infoına Ortodoks Rumları doğradıktan sonra, şimdi şehirdeki babasız, ağasız, erkeksiz çocukların ve kadınların tavuk kümesine giren sansarlar gibi boynunu koparıp kanını akıtmak, hem de bir kralın hastalığına ilaç olsun diye kan akıtmak ilk defa başa gelecekti. Herkesin donup kaldığını görünce aziz Dominiken, sözlerinin büyüklüğü karşısında büsbütün kabardı. - Evet! dedi kan Müslüman kanı ve hemen şimdi akacak. Sert bir ses sordu: - Kan aktıktan sonra Arslan Yürekli Rişar&#;ın, Hazreti İsa&#;nın bu arslan oğlunun acıları da hemen dinecek mi? Yoksa bu masum kanları akıtanın da kafasını koparmak gerekecek mi? -Herkes sesin geldiği yana döndü. Ak sakallı keşiş, Kraliçe Cin Dangler&#;in ağabeysini kurtarsın diye getirdiği keşiş, kaşlarını çatmış, aziz Dominiken&#;den bu sorusuna karşılık istiyordu. Aziz Dominiken, hırsından dudaklarını ısırdı. Ağzı bir anda köpürdü: - Siz kim oluyor da bu soruyu bana sorabiliyorsunuz? - Benim kim olduğumun o kadar önemi yok, dedi keşiş. Hele sen dün akşam okuduğunu söylediğin şu kitapların adlarını bir bir say bakalım? Asıl sen kim oluyorsun? Baktığını bildirdiğin yıldızların adını söyle hele? Amma da enayi var burada yahu? Bu cahil papaz atıyor, siz de yutuyorsunuz. Arslan Yürekli Rişar&#;ın karnına cinler girmiş, Müslüman kanı akıtılırsa bu cinleri bu kan selleri sürüp götürecekmiş. Amma da palavra ha? Aziz Dominiken, kuvvetli ve cesur şövalyelikten rahipliğe aktarma olmuş bir kavgacı olduğundan, bunca Hristiyan önünde yüzüne tükürülür gibi haykırılan bu sözler karşısında bir deli gibi fırladı. Ak sakallı keşişin suratına bir tokat atıp susturmak istedi. Bu keşişin kendisinden fazla bir şeyler bildiğini: "- Okuduğun kitapların adını say" diye meydan okumasından sezmişti: - Seni terbiyesiz, seni küstah seni, diye eli havada atıldı ama, bu el keşişin suratına inemedi. Keşiş, sağ elini kaldırdı, Dominiken&#;in bileğini kavradığı gibi yere çökertiverdi. - Allah&#;ın evinde, kral katında, Allah&#;ın sözü ve kralın emrinden başka söz geçmez, dedi. Sorumu tekrar ediyorum. Kendini korumaktan aciz yedi bin çocuk ve kadının boğazlanmasının kral hazretlerinin karnındaki cinleri kovacağının hangi kitapta yeri var? Sonra kraliçeye döndü: - Sayın kraliçem, buraya bir vazife başarmaya geldim. Lütfedin de vazifeme başlayayım. Kral hazretlerinin acıları dinsin. Beni tanıtınız..

67

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir