allah ın yardımı için dua / Allah’tan yardım isteme duası | Mutluluğun Şifresi

Allah In Yardımı Için Dua

allah ın yardımı için dua

Allah'ın yardımını istiyor musunuz

Allah'ın yardımını istiyor musunuz? şeklindeki soruya tüm inananlar, tek ağızdan "elbette isteriz" diye yanıt verirler. Keza herkesin kendine göre derdi, tasası ve çözülmesini ümit ettiği sıkıntıları vardır.  Dertlerin devası için inananlar, Rab'lerine el açıp, dua ederek niyazda bulunurlar. Keza kulluk için dua mutlak surette gereklidir. Allah, kullarından evvela arz ister. Kul, acizliğini kabul ederek, Rabbine dönüp gönülden ve inanarak isterse "arz" gerçekleşmiş olur. Allah'ın gücünden şüphe duymadan dua edenler, yalvarmaya muhtaciyet hissedenler kulluğun gereğini yapmış olur. Çünkü dua, muhtaç olmaktır. Dua, kulun kendi zayıflığını kabul etmesi ve güçlü olan Rab'e boyun eğmesidir.

Dua, insanın acziyetini kabulüdür

Alemlerin Rabbi’ne yakararak dua edenlerin bedbaht oldukları görülmemiştir. Peygamberler ömürleri boyunca Allah'a sürekli dua etmiş, yardım istemişlerdir. Sadece sıkıntılı veya darda kalındığı vakit dua etmek eksikliktir. Neticede kulluk her anı kapsar ve son nefese kadar devam eder. Dolayısıyla duada da sürdürülebilirlik şarttır. Başı derde girdiğinde dua eden ile, Allah'ı darlıkta ve genişlikte, sevinçte ve tasada hiçbir zaman unutmayanlar eşit olamazlar. Burada takva devreye girer. Birçok tarifi olan takva, insanın kendini bilmesi, dolayısıyla haddini bilmesi ve bütün bunlardan sonra Rabbini tanımasıdır. Takva, nefsin şerrinden haberdar olup, Allah'a her an sığınmak, O'ndan dua ve yakarışla af dilemektir. Hayatının her anında Allah'a muhtaç olduğunun farkında olanlar, nefsinin azgınlıklarını sınırlayabilenlerdir. Keza nefis, hiçbir zaman Allah'a muhtaç olup da dua etmek, yardım dilemek istemez. Hatta bunun akla gelmemesi için uğraşır durur.

Allah muhtaciyet duyanları sever

Kullarının, kendisine muhtaç olduğuna işaret eden Allah, Bakara Suresi'nde insanlara açık ve net şekilde sesleniyor:  "Öyleyse yalnız beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin."

Kulun kendisini anmasını, O'nu unutmamasını ve af talebinde bulunarak yalvarmasını dileyen Allah, bunu yapanlar için "ben de sizi anayım" diyerek, dualara icabet edeceğini müjdeliyor. Allah'ın anmasından kasıt, kulun nefsiyle baş başa bırakılmamasıdır. Allah'ın anması, kulu her türlü kazadan-beladan-şerden-afetten, görünür-görünmez kötülüklerden kurtarması demektir. Allah'ın anması, meleklerin devreye girerek kulu, koruma ve kollama altına almasıdır. Allah'ın anması demek talep edilen yardımın, verilmesi demektir. O, yardım dileyen kullarını duyan, işiten, gören ve sahipsiz bırakmayandır. O, Alemlerin Rabbidir...

MUHİDDİN-İ ARABİ'NİN DUASI

İslam bilginlerinin en önemlilerinden biri olan Muhiddin-i Arabi'nin asıl adı, Ebu-Bekir Muhyiddin Bin Ali'dir. İslami felsefeye alışılmışın dışında yorum getiren Muhiddin Arabi şöyle dua ederdi: "Ey hayatın kendisi ve bu mülkün sahibi olan Allah! Sana sığınırım. Sen bizi himâye et, koru! Bize sen yetişirsin. Senin ismin, bizim en güzel sığınacak yerimizdir. Evvellerin evveli ve sonların sonu olan Mevlâ, bize gayb hazinelerini aç!

Ey güzellerin güzeli, merhametlilerin merhametlisi olan Rabbim. Bizlere ferahlık ve sükunet ver. Kalplerimizi zikrullah ile tatmin et. "Lâ ilâhe illallâh" ile bizleri ahaddiyet sırrına eriştir. Bizlere rahmetin ile, şefkatin ile muamele et. Bizlere, Ümmet-i Muhammed'e selâmet ver. İki cihan serverine ve onun âline ve ıshaplarına sonsuz selâm olsun!"

Allah, hangi kullarını sevdiğini haber veriyor

“Ey Ademoğlu! Ben kulumun zannında, kendimleyim. Halbuki Beni andığı an onunlayım. Beni tek başına zikrederse, onu Zatımda Rahmetimle anarım. Beni bir toplulukta anarsa, Ben de onu daha hayırlı bir toplulukta anarım. Ey Ademoğlu! Beni ancak Benden başkasını unutan zikreder. Başkasını unutarak Beni zikret ki, aradaki perdeyi açarak seni anayım. Beni dilinle an ki, seni rızamla anayım. Beni kalbinle an ki, seni Bana kavuşturarak anayım, Beni küçülerek an ki, seni üstün kılarak anayım. Beni bollukta an ki, seni darlıkta anayım. Beni mücadele ile an ki, seni müşahede ile anayım. Beni kulca an ki, seni Rab'ca anayım. Beni fena ile an ki, seni Beka ile anayım. Ey ademoğlu! Beni unutuyor ve başkasını hatırlıyorsun hep. Beni zikreden hayırlı bir dille ikram olunmuşken kalbin başkasıyla meşgul. Eğer Beni bilseydin benden başkasını anmazdın. Ey ademoğlu! Beni zikretmekle şükretmiş, Beni unutmakla küfretmiş olursun. Ey ademoğlu! Zikrimle ni'met bul ve Benimle ferahla. Ey ademoğlu! Kulumda benim zikrim galip durumda olunca; o Bana, Ben de ona aşık olurum. Ey ademoğlu Kim benim zikrimle meşgul olursa, ona Benden isteyenlere verdiğimden daha üstününü veririm.“  (Kudsi Hadis)

Esma-ül Hüsna

El-VEDÛD

Kullarını çok seven

El-MECİD

Şanı büyük ve yüksek

El-BÂİS

Ölüleri dirilten ve kabirlerinden çıkaran

 

Allah'ın Yardımı İçin Dua

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır.Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.

Kötü durumdan kurtulmak için hep beraber Allah’tan yardım isteyiniz, anlamında bir ayet var mı?

Değerli kardeşimiz,

"Kötü durumdan kurtulmak için hep beraber Allah’tan yardım isteyiniz." anlamında bir ayet bulamadık.

Ancak bazı ayetlerden bu manaya işaretler olduğunu söyleyebiliriz.

Yardım istemek, "istiane" kelimesiyle ifade edilir.

İstiane, Kur'an’da çok geçmeyen bir ifade olmakla birlikte, kulluk tavrı belirten önemli kavramlardan birisidir. İstiane kelimesi, Fatiha suresinde, “ancak senden yardım isteriz”(1) şeklinde kulun kendi diliyle Rabb’ine yönelişini anlatır.

İstiane kelimesi, iki ayette sabır ve namaz ile(2), bir ayette de sabır ile yardım talebinde bulunmayı(3) dile getirir.

Kur'an’da iki yerde de Yüce Allah’ın sıfatı olarak “Müsteân” yani “kendisinden yardım istenilen” ifadesi geçer.(4)

Fatiha Suresinde “İstiâne”

Kur'an’da bir yandan Allah’tan yardım dilenmesi önerilirken, diğer yandan bunun hangi prensiplere göre yapılacağı ortaya konulur.(5)

Müminler namazda “iyyâke nestaîn” sözüyle, acizliklerini, ihtiyaç içinde olduklarını, her türlü güçten, kuvvetten yoksun olduklarını itiraf ederler. İtaat ve ibadeti ancak O’nun yardımıyla yapabildikleri bilincini taşırlar.(6)

Kurtuluş ve başarının yalnızca Allah’ın yardımı sayesinde mümkün olabileceğine inanan müminler her namazda, “Yalnız senden yardım dileriz!”diye dua ederler:

“Bismillâhirrahmânirrahîm. Hamd, alemlerin Rabbi, Rahmân, Rahîm, hesap ve ceza gününün (âhiret gününün) mâliki Allah’a mahsustur. (Allah'ım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.”(7)

“İyyâke nestaîn”ifadesi, ister dinî ister dünyevî olsun, her türlü ihtiyacın karşılanması için Yüce Allah’tan yardım talebidir:

“Ey Rabbimiz! Sana itaat etmek ve senin rızanı aramak niyetiyle bütün işlerimizde yalnız senden yardım dileriz. Yardım dileme isteğini yalnız sana özgü kılarız. Çünkü mutlak manada senden başka bize yardım etme gücüne sahip kimse yoktur. Bütün işlerin gerçekleşmesi sadece senin elindedir, seninle birlikte hiç kimsenin buna müdahalesi söz konusu değildir.”(8)

Senin âlemlerin Rabbi olduğunu, her şeye gücünün yettiğini, her şeyin üzerinde hükmünün geçtiğini bilerek senin yardımını diliyoruz. İstek ve ihtiyaçlarımızın karşılanması için yardımını dilemek için sana yöneliyoruz.

“İstiâne”, yardım istemektir; başta Allah’a ibadet ve O’nun emirlerine itaat olmak üzere, hayatın bütün alanlarında Yüce Allah’ın lütuf ve inayetine sığınmaktır. Bir faydanın temininde ya da zararın giderilmesinde Allah’a dayanmak, bu konuda O’na güven beslemektir.

“Sabır” ve “Salat” ile “İstiâne”de Bulunma

Allah’tan yardım dileme, O’na güvenme, dayanma, sığınma anlamında “istiâne” olgusu tek başına bir dinî tecrübe çeşidi olarak değerlendirilebilir. Kur’an bu tecrübeyi yalın bir deneyim olarak değil, “salât” ve “sabır” olgusu ile ilişkili / bağlantılı bir şekilde yaşamayı tavsiye eder.

Namaz anlamında “salât”, hem sembol hem de derûnî boyutu olan bir dinî davranıştır.

Kur'an “istiâne”nin bu kompleks ibadet formu içerisine yerleştirilmesini önermektedir. Böylesi bir yardım talebinin daha samimi ve daha içten olacağına dikkat çekmektedir.

Kur'an’ın “istiâne”yi “sabr” ile ilişkilendirmekte ısrar etmesi ise, “istiâne”nin yalın ve kuru bir şekilde Allah’tan istekte bulunma davranışı olmadığını göstermektedir.

Bir davranışın Kur’an’ın öğrettiği şekilde tam bir “istiâne” olabilmesi için, istekte bulunduğu konuda kulun irâdî ve fiilî çabasının aktif olması lazımdır. “İstiâne” âdeta Allah ile kulunun yardımlaşmasıdır. Kulun herhangi bir çaba göstermeden, kendi yapabileceklerini yapmadan “istiâne”de bulunması, -Kur’an’da öğretilenlere bakılırsa- eksik bir ilahî yardım talebi olur:

 “Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphesiz namaz, Allah’a derinden saygı duyanlardan başkasına ağır gelir.”(9)

Bu ayet müminlere bütün işleri konusunda -her alanda, başları sıkışıp darda kaldıklarında, zamanın musibetleri, nefs-i emmarenin ve şeytanın, şehevat yani haz ve eğilimlerin dürtmeleri karşısında, Allah’ın emirlerine itaat etme ve günahlardan korunma, yasaklardan sakınma hususunda- sabır ve namaz ile yani her ikisiyle birlikte Allah’tan yardım dilemeyi, meûnet istemeyi, başarı beklemeyi emretmektedir. Çünkü sabır ve namaz, Allah yolunda karşılaşılan güçlüklerin çözülmesine yardım edecektir. Zira sabır ve namaz, kalbin, ruhun direncini artırır.(10)

“İstiâne” yani Allah’tan yardım talebi, “sabır”la yani Allah’ın emirlerine tâbi olmak, yasaklarından sakınmak, nefsin arzu ve eğilimlerini kontrol altında tutmak suretiyle, “salât” ile yani namaza devam etmekle gerçekleştirilir.(10.a)

Ayette geçen “salât” kelimesine dar anlamda “namaz” anlamının yanında geniş manada dua anlamı da yüklenmiştir. Çünkü belâlar karşısında duaya sığınılır / başvurulur; musibetlerden kurtulmak için Allah’a yalvarılır.(11)

Sabır acı olayları olumlu neticelendirir, insan benliğini dayanıklı hale getirir. Ayette sözü edilen “sabır” ifadesinin anlamı hakkında yapılan yorumlar çeşitlidir.

Bazılarına göre, dinin bütün yükümlülüklerini yerine getirme, Allah’a itaat etme, kendini O’na isyandan, emirlerine karşı çıkmaktan alıkoyma konusunda karşılaşılan zorluklara sabırdır. Nefsin istekleri karşısında mücadelede, haz ve eğilimleri kontrol altına almada gösterilen tahammüldür.

Bazılarına göre ise sabır, karşılaşılan ilâhî denenmelere rıza ve teslimiyettir. Başa gelen musibetler, eziyetler, zararlar, hoşa gitmeyen durumlar karşısında kendini tutabilmektir. Daha dar anlamda ise, namazın yükümlülüğünü yerine getirmede sabırdır. Fakat sabrın sadece bu anlamıyla sınırlı tutulamayacağı bir gerçektir.(12)

Aslında burada sayılanların hepsi sabra konu olabilir. Âyette geçen “sabr” kelimesi, savm / oruç olarak da yorumlanmıştır. Çünkü oruçta belli süreliğine cinsel güdü, açlık-susuzluk konusunda kontrollü olma, şehevâtı yani haz ve eğilimleri zapt etme söz konusudur. Bu durumda “istiâne” yani Allah’tan yardım dileme, oruç ve namazla yapılmış olmaktadır.(13)

Hz. Musa’nın Ümmetine “Allah’tan Yardım İsteyin ve Sabredin” Tavsiyesi

Zorluk ve sıkıntı anlarında Allah ile iletişim kurmak, O’na başvurmak bütün peygamberlerin ümmetlerine öğrettiği bir yoldur. Firavun’un zulmü karşısında zor durumda kalan İsrâil oğullarına Hz. Mûsâ istiâneyle birlikte sabrı tavsiye etmiştir:

“Firavun’un kavminden ileri gelenler dediler ki: 'Sen (sihirbazları cezalandıracaksın da) Mûsâ’yı ve kavmini, bu ülkede fesat çıkarsınlar, seni ve ilâhlarını terk etsinler diye bırakacak mısın?' Firavun, 'Biz onların oğullarını öldüreceğiz, kadınlarını sağ bırakacağız. Biz onların üzerinde ezici bir güce sahibiz?' dedi. Mûsâ, kavmine, 'Allah’tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz yeryüzü Allah’ındır. Ona, kullarından dilediğini mirasçı kılar. Sonuç Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır.' dedi.”(14)

Bu ayetlerde Firavun’un adamlarıyla Hz. Mûsâ meselesini halletmek için aradıkları çareyi konuştukları sahne tasvir edilmiştir. Firavun’un adamları Mûsâ ve İsrailoğullarının serbest bırakılmamalarını, tanrılarına sırt çevirmelerine izin verilmemesini önermişlerdir. Firavun da kendi taraftarlarına güvence vermek maksadıyla İsrâiloğulları hakkında ne kadar zalimce davranabileceğini, tehditler savurarak ortaya koymuştur. İsrail oğullarının erkeklerini öldüreceğini, kadınlarını sağ bırakacağını açıklamış ve bunun yerine getirilmesini emretmiştir.

İsrâiloğulları Firavun’un bu korkunç planını öğrendiklerinde telaşa düşmüş, Hz. Mûsâ’ya başvurmuş, ona bu durumdan yakınmışlardır. Firavun’un tehdit dolu açıklamaları İsrailoğullarının canını sıkmış, onları rahatsız etmiş, çok korkutmuş, kaygı ve endişeye kapılmalarına sebep olmuştur. Firavun’un açıklamalarını öğrenen Hz. Mûsâ da kavmini rahatlatmak, sakinleştirmek, teselli edebilmek için Firavun ve kavminden gelebilecek eziyet ve sıkıntı karşısında sadece Allah’a istiâne edin, O’ndan yardım ve destek dileyin, sabredin tavsiyesinde bulunmuştur. Başlarına gelebilecek belâlara karşı Allah’tan yardım istemelerini, Firavun’un tehdit ettiği şeylerden kurtulabilmek için O’na iltica etmelerini tavsiye etmiştir. Kendilerine ve evlatlarına gelebilecek kötülükler karşısında sabırlı olmalarını, keder ve üzüntüye kapılmamalarını öğütlemiştir. Zira Allah, sıkıntı ve zorluklar karşısında kullarının en büyük yardımcısıdır; sabır ise müminin silahı, kurtuluşun anahtarıdır.(15)

Hz. Mûsâ, kavmine zafer ve başarıya ulaşabilmeleri için Allah’tan istiâne etmelerini emretmiştir. Allah dilemeyince hiç kimsenin bir şey yapamayacağı, bütün güç ve kuvvetin O’nun olduğu bilincini taşımalarını, ümitsizliğe düşmemelerini söylemiştir. Firavun’un belâ ve eziyetlerine sabırla karşı koymalarını, onun tehditleri karşısında telaşa kapılmamalarını, ilâhî yardımın gelmesinde aceleci ve sabırsız olmamalarını istemiştir.(16)

Hz. Mûsâ, kavmine Allah’a istiane etmeleri yönündeki emrini takrir yani kesin bir karara bağlamak için “Şüphesiz yeryüzü Allah’ındır. Ona, kullarından dilediğini mirasçı kılar. Sonuç Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır.” açıklamasını yapmıştır.(17)

İyi sonucun Allah’tan “ittikâ” eden sıkıntılar ve hoşa gitmeyen durumlar karşısında sabra, istiâneye başvuranların olduğunu belirtmiştir. Allah’a istiânede bulunmak ve gerektiği durumlarda sabır göstermek, “ittikâ”nın başta gelen şartlarındandır.(18)

“Sabır” ile “istâne”de bulunmak, “ittikâ” bilinciyle kulluk yapabilen kimselerin en belirgin özelliklerindendir. Mümin bireyin kişiliğine yerleşen “sabır” ve “istiâne” alışkanlığı, “ittikâ” bilincini canlı tutar. “İttikâ” bilincinin üst düzeyde olduğu bireylerde, sabır ile istiânede bulunma eğilimi öne çıkar. Dolayısıyla Kur’an’da anlatılmaya çalışılan “istiâne” tecrübesini, “ittikâ” bilinciyle birlikte değerlendirmek ve anlamaya çalışmak gerekir.(19)

Dipnotlar:

1) Fâtiha, 1/5.
2) Bakara, 2/45, 153.
3) A’râf, 7/128.
4) Yûsuf, 12/18; Enbiya, 21/112.
5) Hasan Akay, İslâmî Terimler Sözlüğü, İşaret Yayınları, İstanbul, 1995, s. 130.
6) Ebû Hâmid Muhammed el-Gazâlî, İhyâ’u Ulûmi’d-Dîn, Çev. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul, 2008, I/388.
7) Fâtiha, 1/1-7.
8) Ebû Mansûr Muhammed İbn Muhammed İbn Mahmûd el-Mâtürîdî, Te’vilâtu Ehli’s-Sünne, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 2004, I/8.
9) Bakara, 2/45.
10) Ebu’l-Kâsım Cârullah Muhammed İbn Ömer ez-Zemahşerî, el-Keşşâf an Hakâikı Ğavâmizı’tTenzîl, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1995, I/137; İbn Atıyye, I/137; Muhammed İbn Ali İbn Muhammed eş-Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, el-Mektebetü’l-Asriyye, Beyrut, 1995, I/101.
(10.a) Ahmed Mustafâ el-Merâğî, Tefsîru’l-Merâğî, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1998, I/94.
11) ez-Zemahşerî, I/137; İbn Atıyye, I/137; Ebû Abdullah Muhammed İbn Ahmed el-Kurtûbî, elCâmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1993, I/253.
12) el-Mâtürîdî, I/48; el-Mâverdî, I/115; ez-Zemahşerî, I/137; el-Kurtubî, I/252-253; eş-Şevkânî, I/101; Hicâzî, I/36.
13) Ebu’l-Hasen Ali İbn Muhammed İbn Habîb el-Mâverdî, en-Nüket ve’l-Uyûn, Dâru’l-Kütübi’lİlmiyye, Beyrut, tsz., I/115; ez-Zemahşerî, I/137; İbn Atıyye, I/137; el-Kurtubî, I/253.
14) Araf, 7/128.
15) eş-Şevkânî, II/294; el-Beyzâvî, I/355; en-Nesefî, II/104; el-Merâğî, III/379; ez-Zuhaylî, IX/54; es-Sâbûnî, I/465.
16) el-Mâtürîdî, II/274; Yazır, IV/2258.
17) el-Beyzâvî, I/355.
18) el-Merâğî, III/379; Yazır, IV/2258.
19) bk. Abdurrahman KASAPOĞLU, Kur’an’da Bir Dinî Tecrübe Olarak Allah’tan Yardım Dileme Ve O’na Muhtaçlık “İstiâne” “İstiğâse” ve “Fakr İlâ’llâh”, İ.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Güz 2014/5(2) 81-127.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır