Kişiler mizaç olarak daha kaygılıdırlar. Genetik yatkınlık, ebeveyn tutumu, yetiştirilme tarzı, yaşanan olumsuz deneyimler ile kaygı düzeyi zaman içinde daha da artabilir ve bir psikolojik bozukluk olarak değerlendirilebilecek düzeye gelebilir. Bu durumda kaygı bozukluğunun alt tipinden bağımsız olarak amaç, kişinin hayatındaki kaygı yaratan faktörü ortadan kaldırmak değil, aksine bu kaygı kaynağına olan toleransın arttırılmasıdır. Kaygı bozuklukları şu şekilde adlandırılmaktadır.
Spesifik fobi, belirli bir nesne veya duruma karşı duyulan aşırı korkunun akademik ve/veya sosyal hayatı olumsuz yönde etkiler hale gelmesidir. Korku yaratan obje, durum veya aktivite ile karşı karşıya kalındığında panik belirtileri görülür: Çarpıntı, yüz kızarması, titreme, terleme, bulanık görme, nefes darlığı, ağız kuruluğu, yutkunma zorluğu, mide bulantısı, ani tansiyon düşüşü, bayılma, ölecekmiş hissi gibi. Kişi bu belirtileri yaşamayı engellemek amacıyla kaçınma davranışı göstererek kaygısını azaltmayı hedefler. Ancak tam tersi durumdan kaçındıkta algılanan tehdit daha da güçlü hale gelir. Bu nedenle, tedavideki temel hedef kaçınma davranışını ortadan kaldırmak ve fobik nesneye sistematik olarak maruz bırakmakdır.
Sosyal ortamlarda bulunmanın yarattığı kaygı durumudur. Çocuk/genç, çevredekilerin sürekli kendini değerlendireceği, olumsuz geribildirim vereceği düşünceleri ile sosyal ortamlarda kaygı yaşar. Bu kaygı nedeniyle, okula adaptasyonda zorlanabilir, topluluk önünde söz almaktan çekinebilir, arkadaş ilişkilerinde sıkıntı yaşayabilir. Tedavi sürecinde yaşadığı sosyal durumların terapide canlandırılması, çocuğa/gence roller verilerek sosyal problem çözme becerilerinin kazandırılması öncelikli hedeflerdendir.
Çocuğun kendisine bakım veren kişiden (çoğunlukla anne) ayrılmaya karşı gösterdiği şiddetli tepkiye, kaygıya verilen addır. Çocuk sıklıkla anneye bir şey olacağını, hiç dönmeyeceğini düşünerek kaygı yaşar. Kaybolma, ölme, kaçırılma korkuları yoğundur. Bu kaygılar nedeniyle okula gitmek istememe sık görülür. Birçok vakada, somatik belirtiler (mide bulantısı, karın ağrısı, vs.), kabuslar, yalnız yatmama, anne ile ilişkide bağımlı ”yapışkan”, “mızmız” tavır görülür. Tedavide anne-çocuk ilişkisinin yeniden yapılandırılması ve güvenli bir bağlanmanın inşa edilmesi hedeflenir.
Okul reddi, aşırı boyutlarda okuldan korkmaktır. Ciddi bir kaygı ve karın ağrısı, mide bulantısı gibi somatik belirtiler gösterirler. Birçok okul reddi vakası, anneden ve evden ayrılmaktan korkma sebebiyle olur. Ayrılma kaygısı tanısı almış çocukların hepsinde okul reddi görülmemekle birlikte, okul reddi olan çocukların hepsinde ayrılma anksiyetesi görülmemektedir. Tedavide, çocuğun bütüncül bir yaklaşım önemlidir. Aile ve okul ile işbirliğine girilerek yaşanan kaygısının üstesinden gelmek için bilişsel ve davranışsal tekniklerden yararlanılır.
Yaygın kaygı bozukluğu olan çocukların birden fazla konu hakkında yaşından beklenenin çok üstünde endişeleri vardır. Bu endişeler belirgin ipuçları (sınav, köpek, örümcek, sosyal alan, vs.) ile tetiklenmez. Rahatsızlık, konsantrasyon sorunu, gerginlik, uyku sorunu, yaşından beklenmeyen ciddiyet, mükemmeliyetçilik bu çocukların birçoğunda var olan en özelliklerdendir. Kaygıya sıklıkla somatik (bedensel) belirtiler eşlik eder, karın ağrısı, mide bulantısı, kas ağrıları, gibi. Bazıları okula gitmekten kaçınırlar. Birçoğu motor gerginlik (tırnak yeme, parmak çıtlama, saç koparma) yaşar. En sık görülen fiziksel yakınmalar: avuç içlerinde belirgin terleme, ateş basması, ağız kuruluğu ya da tükürük salgısında artma, yutma güçlüğü, boğazda düğümlenme hissi, soluk alma güçlüğü, çarpıntı, bulantı, çeşitli abdominal rahatsızlıklar, sık idrara çıkma, kulak çınlaması, görmede bulanıklık, baş dönmesi, uyuşmalar.
Toplumda görülme olasılığı %’tür. Ergenliğe kadar iki cinsiyette eşit görülürken, büyüdükçe kızlar daha fazla yaygın anksiyete bozukluğu teşhisi almaktadır. En sık birlikte görüldüğü ruhsal rahatsızlık depresyondur. Çünkü her alanda hemen her şey ile ilgili yaşanan kaygının yarattığı mutsuzluk ve umutsuzluk depresyonu tetiklemektedir.
Tedavi sürecinde bireysel farklılıkların göz önüne alınarak oluşturulduğu bütüncül bir terapi yaklaşımı ile üstesinden gelmek ve çocukların yaşam kalitesinin artmasına zemin hazırlamak mümkündür.
Panik Atak ve Panik Bozukluk çoğu zaman birbirinin yerine kullanılmaktadır. Ancak panik atak, dakika arası süren, her anksiyete bozukluğunun içerisinde kaygıyı tetikleyen nesne, olay, durum ya da kişinin varlığı ile ortaya çıkan çeşitli fiziksel belirtilerin olduğu bir “an” olarak tanımlanır. Panik atak geçiren çocuk ölecekmiş gibi hissedebilir. Elleri ayakları titrer, kalbi çarpar, terler, midesi bulanır, başı döner, bayılacakmış gibi hissebilir.
Panik Bozukluk ise bir çeşit anksiyete bozukluğudur. Çocuk/genç sürekli beklenmedik panik ataklarının olmasıyla ilgili kaygı yaşar. Ataklara bağlı olarak günlük yaşamında ve davranışlarında hissedilir değişimler oluşabilir. Dışarı çıkmayı reddedebilir, okula gitmek istemeyebilir.
Tedavi sürecinde bedene yönelik rahatlama egzersizlerinin de dahil edildiği bilişsel davranışçı terapi, EMDR, oyun ve sanat terapilerinden yararlanmaktadırlar.
Çocuğu veya genci korkutan, çaresizlik duygusuna neden olan bir olayın yarattığı etkiye ruhsal travma diyoruz. Birçok insan üzücü, korkutucu veya endişe verici olay yaşar ancak hepsi travma yaratmaz. Travmanın şiddeti yaşamsal tehdit olup olmamasına, kişiyi veya yakınlarını fiziksel olarak etkileyip etkilememesine, ani veya beklendik olup olmaması gibi fakötürlere bağlı olarak belirlenir.
Travma sonrası gösterilen belirtiler uykusuzluk, kabuslar, olayla ilgili görüntelerin sıklıkla göz önüne gelmesi, tetiktelik hali, çabuk sinirlenme, geleceğe ve şimdiye odaklanamama, olayı hatırlatan nesne veya kişilerden huzursuz olmadır. Bu belirtiler travma sonrası hemen hemen hepimizde görünür ama bir süre sonra ortadan kalkar. Ancak bazılarında haftalarca, aylarca hatta yıllarca sürebilir. Veya ilk günlerde hiçbir belirti gözlenmezken birkaç ay sonra belirtiler ortaya çıkabilir.
Travma sonrası stres bozukluğunda en çok kullandığımız yöntem EMDR (Göz Hareketleri ile Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme)’dir. Amerikan Psikiyatri Birliği’nin onayladığı bu terapi tekniği ile ilgili ayrıntılı bilgiye monash.pw adresinden ulaşabilirsiniz.
Obsesyonlar, istenmeyen, tekrarlayıcı, zorlayıcı düşüncelerdir. Kompulsionlar ise bu düşüncelerden kurtulmak, sıkıntıyı azaltmak veya durumdan kurtulmaya yönelik, kişinin kendini yapmaktan alıkoyamadığı yineleyici davranışlar veya zihinsel işlemlerdir. Yetişkinlerin OKB anısı alabilmesi için kişinin obsesyonlarının ve kompulsiyonlarının anlamsız olduğunu idrak etmesi bir kriter iken, çocuklarda böyle bir durum söz konusu değildir. Ancak, belli bir yaşa erişmiş çocuklar ve ergenlerde bu kriter göz önüne alınır.
Obsesyonların başlangıcından ortalama olarak 6 ay sonra kompulsiyonlar başladığından ailelerin durumu fark etmeleri biraz gecikebilir. En tipik belirti çocuğun kirlenip hasta olacak endişesi ile sık sık ellerini yıkamaya başlamasıdır. Buna zaman zaman akademik kaygılar eşlik edebilir. En yaygın korkular kendisinin veya ebeveynlerininin yaşamını yitirmesi, kendinsin veya ebeveynlerinin kötü bir hastalığa yakalanması, kaçırılma, kaybolma, kaza geçirmedir. Yaptıkları tekraralayıcı davranışlar (el yıkama, düzeltme, tekrar tekrar kontrol etme, dokunma, vs.) ile bu olumsuz olayları engelleyebileceklerine inanırlar. Bazıları bu davranışları belli sayıda yaparlar.
En etkin terapi yöntemi bir bilişsel davranışçı terapi tekniği olan “maruz bırakma ve tepkiyi engelleme”dir. Buna ek olarak, yoğun atak durumlarında terapi almak çok zorlaştıysa psikiyatrist yönlendirmesi yapılarak takip edilmesi ve düşünceler azaldığında tedaviye devam edilmesi gerekir. Bu tedavi yöntemlerine ek olarak EMDR, oyun terapisi ve sanat terapisi tekniklerinin de dahil edildiği bütüncül ve düzenli görüşmeler ile takıntılı düşünce ve davranışlar kontrol altına alınabilmektedir.
Çocuğun ev, aile veya akrabalarının yanı gibi kendini rahat ve güvende hissettiği ortamlarda konuşup okul, arkadaş çevresi, oyun ortamı gibi konuşmasının beklendiği sosyal ortamlarda konuşmaması durumudur. Bu çocuklar “konuşmamayı seçtikleri” ortamlarda genellikle göz kontağı kurmaz, kendisine bir iletişim yöneltildiğinde hiç duymamışçasına tamamen hareketsiz kalabilirler. Seçici konuşmama toplumda %1’den az yani oldukça ender rastlanan bir durumdur. Genellikle yaşları arasında tanı konur. Problem birkaç ay sürebileceği gibi bir kaç yıl da sürebilir.
Tedavi sürecinde bireysel farklılıklar göz önüne alınarak dışavurumcu sanat veya oyun terapisi veya EMDR ile yol alınabilmektedir. Çocukların yaşadığı birçok psikolojik bozuklukta olduğu gibi Seçici Konuşmama’da da ailenin işbirliği çok önemlidir. Yoğun kaygı nedeniyle ilk seanslarda terapiye direnç fazla olabilir, çocuk gelmek istemeyebilir. Ancak ailenin ikna edici olması sorunun üstesinden gelinmesine yardımcı olacaktır.
Prof Dr. Özcan Kaknöl ile tanımından, görülme sıklığına kadar en basit haliyle Panik atağı masaya yatırdık
Tanımı:
Panik bozukluğundan bahsetmeden önce panik atağını anlamak gerekmektedir.''Panik atağı'' çarpıntı, terleme, titreme, boğulma yada nefes alamama hissi, göğüste ağrı veya sıkışma, bulantı, karın ağrısı, baş dönmesi, dengesizlik gibi bedensel duyumların olağan dışı yoğunlukta hissedildiği, beraberinde kontrolünü kaybetme, delirme korkusu yada ölüm korkusu ile karakterize bir süreçtir. Atak ani başlangıçlıdır ve genellikle hızlı bir şekilde, 10 dakika veya daha kısa bir sürede doruk noktasına ulaşır. Panik atakları yaklaşık olarak dakika sürelidir. Ancak bazen yalnızca dakika, bazen de bir saatten daha uzun olabilir. Panik atağı başta fobiler olmak üzere diğer bir kısım psikiyatrik bozukluklarda da görülebilir. Ancak bunlar stres etkeni ile karşılaşma yada karşılaşma olasılığı sonucunda ortaya çıkar.
Panik Bozukluğunda ise beklenmedik zamanlarda ortaya çıkan ve an az bir ay boyuncayineleyen panik atakları söz konusudur. Bazı hastalar uykuda da atak geçirebilirler. Panik ataklarının sıklık ve şiddeti değişkenlik gösterir. Atak sonrasında kişide yeni bir atak daha yaşayacağı yada atak sırasında ortaya çıkan bedensel duyumlarla ilgili yoğun kaygı oluşur. Hastalar kalp krizi geçirecekleri, beyninde önemli bir hastalık olduğu, felç olabilecekleri gibi kuşkularla acil servislere başvururlar. Çoğu zaman yapılan ilk tetkiklerde herhangi bir sorun saptanmamış olmasıyla da yetinmeyip daha ileri tetkik arayışları içine girerler. Sorunun psikolojik olduğunun anlaşılıp bir psikiyatriste yönlendirilene kadar hastaların çoğu beyin tomografisi, beyin MR'ı, kalp anjiografisi gibi son derece pahalı, zahmetli ve riskli tetkikler yaptırırlar. Aynı korkularla hastaların bir kısmı evde yalnız kalamama, kalabalık yerlere girememe gibi sorunlar yaşarlar. Bu durum kişinin mesleki ve sosyal yaşantısını ileri derecede kısıtlayabilir.
Görülme Sıklığı:
Toplumda hastalığın hayat boyu görülme yaygınlığı % arasında değişmekte olup, hastaların ¾ 'ünü kadınlar oluşturmaktadımonash.pwık kadınlarda % ,erkeklerde % oranında görülmektedir. Kişilerin 1/10'u hayatları boyunca en az bir kez panik atak geçirmekte ve bunların yaklaşık olarak 1/6'si panik bozukluğa dönüşmektedir.
Tanı Ölçütleri:
Panik Atağın 13 bedensel bilişsel belirtisi vardır. Bunlardan 4 tanesinin olması nöbet için yeterlidir çoğunlukla arası belirti yaşanmaktadır. Nöbet hızlı başlangıçlıdır, 10 dakikada zirveye çıkar. Bazen yarım-veya bir saat sürebilir.
1-Çarpıntı, kalp atışlarını duyumsama, kalbin yerinden fırlayacakmış gibi olması, göğüste basınç bazen sol kola yayılan ağrı ve uyuşmalar,
2-Terleme (Sıcak -Soğuk boşalımlar, bazen üşüme bazen alevlerin basması hissi),
3-Titreme-sarsılma hissi,
4-Boğulma ve nefes alamama hali (Boğazda düğümlenme veya tıkanma hissi),
5-Soluğun kesilmesi (Derin nefes alma ihtiyacı havanın yetmemesi gibi hisler),
6-Göğüste daralma, sıkışma, ağrı duyumsama,
7-Bunaltı, karında ağrı, şişkinlik ve gaz oluşması (Bazen mideden başlayıp boğaza doğru yayılanrahatsızlık hali),
8-Baş dönmesi, sersemlik hissi, düşecekmiş yada bayılacakmış gibi olma hali,
9-Derealizasyon (Gerçek dışılık duyguları panik yaşandığında olaylar bir sis perdesinin gerisinde algılanır, cisimler, küçülür-büyür her şey bulanıklaşıryada depersonalizasyon (Benliğinden ayrılmış olma hali: sanki bedenle ruh birbirinden ayrılıyor ve kişinin kendisini hissedememe, algılayamama kendisine yabancılaşma durumu oluşur),
Panik anında kontrolünü kaybedeceği yada çıldıracağı korkusu (Kendisine başka insanlara, çevreye zarar verme korkusu),
Ölüm korkusu,
Ellerde, kollarda, bacaklarda, başta ve birçok yerde uyuşmalar, yanmalar, karıncalanmalar, diken-diken olma halleri,
Üşüme, ürperme yada ateş basmaları.
Hastalığın Gidişi:
Panik bozukluk en çok 30'lu yaşlarda ortaya çıkar. Az sayıda çocuklukta başlar. 45 yaşında başlaması olağan değildir. Gidişatı kişiden kişiye değiştiği gibi aynı kişide bile belirtiler değişebilir. Uzun süreli izleme çalışmalarında % 40'nın belirtilerden arındığı, yaklaşık % 50'sinin belirtilerinin çok hafiflediği ve yaşamlarını engellemediği saptanmıştır. % belirtilerin iniş çıkışlarla devam ettiği görülmüştür.
Nedenleri:
1- Genetik ve ailesel çalışmalar:
Panik bozukluğu olan hastaların birinci derecede yakınlarında panik bozukluğu ve panik atak görülme oranı % arası bulunmuştur.
2-Biyolojik teoriler:
Panik atağı esnasında oluşan biyokimyasal ve fizyolojik değişikliklerden yola çıkarak; beynin hangi bölgelerinde ne türlü reaksiyonlar ortaya çıktığı araştırılmıştır.
Serotonin sinir hücreleri arasında iletişim görevi olan önemli bir "nörotransmitter" dir. Serotonin seviyesindeki değişikliklerin veserotonin işlev bozukluklarının paniğe yol açtığı söylenmektedir.
3-Psikodinamik teoriler:
Alt benlikten kaynaklanan dürtülerle üst benliğin yasaklarının çatışması sonucu anksiyete ortaya çıkar. Benliğin savunma mekanizmaları bunu karşılamıyorsa panik ataklar ortaya çıkabilir. Bastırılan cinsellik, saldırganlık dürtüleri, yasak dürtülerde paniğe neden olabilir.
4-Öğrenme kuramları:
Koşullu refleks kuramına göre anksiyete; tehlikeli dış uyaranlara karşı organizmanın koşulsuz yanıtıdır.
5-Bilişsel modeller:
Bedende herhangi bir sebeple ortaya çıkan belirtileri (örneğin, çarpıntı, uyuşma..) kişinin gereksiz yeretehlikeli olarak algılaması ve "çarpıtıp" ciddi rahatsızlıklar olarak değerlendirmesi paniğe yol açmaktadır. Herhangi bir anksiyete durumuna eşlik edebilecek önemsiz kalp atışı, baş dönmesi, ağız kuruluğu; kişi tarafından bayılacağı, öleceği, kalbinin duracağı şeklinde yorumlanır.
Özellikle kalabalık ortamlarda yeterince nefes alamadığınızı, boğulduğunuzu hissediyorsanız ve bu durum özellikle stresli olduğunuz dönemlerde tetikleniyorsa dikkat edin! Anksiyetenin neden olduğu nefes darlığı / açlığını yaşıyor olabilirsiniz.
Biyolojik varlığımızın devamı için mutlak olan nefes alma canlılığın da temel göstergesidir. Yaşam, ilk nefesle sonuncusu arasındaki süre. Ne yazık ki anksiyeteye bağlı nefes açlığı olarak da bilinen nefes darlığı, kişinin yaşam kalitesini düşürmektedir.
Anksiyetenin önemli belirtilerinden biri olan nefes açlığını Hisar Intercontinental Hospital Psikiyatri Uzmanlarıyla konuştuk…
Günlük hayatımızda nefes almakla ilgili nefesi daralmak, derin bir nefes almak, nefes nefese kalmak, nefes aldırmamak, boşuna nefes tüketmek, nefesi kesilmek gibi onlarca deyim vardır. Tıpkı kalp atışımız, kan basıncımız, barsak hareketlerimiz gibi soluk alıp vermemiz de beynimizin tabanı (beyin sapı) tarafından kontrol edilir. Normal şartlarda bedenimizin kendi kendine yürüttüğü bu işlevlerin farkında olmayız. Ancak bazı ruhsal hastalıklar, nefes almamızla ilgili işlev bozukluğuna veya algı değişikliğine yol açar.
Günümüzde en sık rastlanan ruhsal hastalık kümesi olan Anksiyete bozukluluklarının önemli belirtilerinden biri nefes darlığı/açlığıdır. Zaten “Anxios” kelimesi “sıkıştırmak, boğmak” anlamına gelir. Birçok hasta eskisi gibi doya doya nefes alamamaktan, göğsünde baskı, boğazında düğümlenme hissinden muzdariptir.’
Anksiyete en çok kaygı ile benzeşir ve karşılaştırılır. Kaygının sınav gibi bilinen bir nedeni varken; anksiyete bastırılmış ruhsal çatışmaların bir ürünü olarak görülür. Endişe, huzursuzluk, korku karışımı nahoş bir duygu halidir. Anksiyete temelde bir duygu hali olmasına rağmen bedensel, düşünsel ve davranışsal yönleri de vardır. Çarpıntı, nefes darlığı, terleme, titreme, baş dönmesi, kas ağrısı/gerilimi ve göz bebeklerinde büyüme bedensel belirtileridir. Felaketleştirici düşüncelere, endişelere ve takıntılı düşüncelere bilişsel olarak neden olabilir. Davranışsal olarak bedensel huzursuzluk, takıntılı veya tekrarlayan davranışlar, yardım arama veya (durumdan) kaçınma belirtileri görülebilir.
Anksiyete bozukluklarının en ünlüsü Panik atak, anksiyetenin yoğun ve gürültülü halidir. Beklenmedik panik ataklar ve bu atakların tekrarlayacağına dair beklenti temel belirtilerdir. Panik atak sırasında anksiyetenin duygusal, bedensel ve bilişsel bulguları ortaya çıkar. Çarpıntı, terleme, titreme, nefes darlığı, soluğun kesilmesi, göğüs ağrısı, bulantı-karın ağrısı, baş dönmesi-sersemlik, uyuşma, kontrol kaybı (çıldırma) veya ölüm korkusu görülebilir. Genellikle oldukça yorucu ve endişelendirici bu durum, anksiyetenin çıplak ve şiddetli hissedilmesiyle ilgilidir. Kişiler bazen, kendilerini ve çevrelerini farklı algılayabilir. Bu durum genellikle dakika kadar sürer.
Panik atağın önemli ve zor yanlarından biri tekrarlamasına rağmen ataklara alışılamamasıdır. Yaşamdaki sorunlar, stres faktörleri panik atakların başlamasını tetikler. Panik atak geçirenler derhal hekime başvururlar. Kalple, göğüs kafesi ile ilgili sorunları olduğunu düşünürler. Çarpıntı ve nefes darlığı hastaları en çok korkutan belirtilerdir. Anksiyete sadece panik ataklarla kendini göstermez. Fibromiyalji, gastrit, sinirsel barsak, migren gibi hastalıklar anksiyete ile başlayabilir veya şiddetlenebilir. Takıntı hastalığı (Obsesif Kompulsif Bozukluk), hastalık hastalığı (Hipokondriya), fobiler Anksiyete Bozukluğu kümesinde yer alır.
Anksiyete Bozukluğu olan hastalar bedensel belirtiler nedeniyle psikiyatri dışı dallara giderler. Yapılan tetkiklerden sonra durumun psikolojik olduğu anlaşılır. Bazen belirtiler belirgin değildir. Süreğen bir huzursuzluk, sıkıntı, uzun süre bir yerde duramamak veya bir etkinliği sürdürememek gibi şüpheli yakınmalar görülür. Bir kısım hasta sadece huzursuzlukla artan nefes açlığı yakınmasından muzdariptir. Zaman zaman nefessiz kaldığını zannederek derin bir nefes alma ihtiyacı hissederler. Kalabalıkta ve kapalı alanda daralırlar.
Derin ve doyurucu nefes alamamak, nefes almayla ilgili dikkatte artış ve kendini dinlemek de altta yatan bir Anksiyete Bozukluğuna işaret edebilir. Genellikle kişiyi huzursuz eden stres faktörleri veya eşlik eden depresyon gibi ruhsal hastalıklar saptanır. Hasta durumu kabullenirse tedavi daha kısa sürede başarılı olur.
Kalp damar hastalığı veya koroner arter hastalığı, kalbimize kan taşıyan atar damarların değişik sebepler nedeni ile daralması veya tıkanmasına verilen tanımlamadır. Kalp damarlarının tıkanma ve/veya daralması neticesinde kalbimize giden kan akışı ciddi oranda etkilenir. Kalp damarlarımızdaki kan akımının etkilenmesi genellikle göğüs üzerinde bastırıcı bir ağrı ile kendini hissetirir. Bu göğüs ağrısı az-çok farklılıklar gösterse de sol göğüs üstünde bastırıcı bir tarzı olup sol kola, parmaklara ve sırta doğru yayılım gösterebilir. Sıklıkla mide veya karın ağrısı ile karıştırılabilir.
Başlarda efor gerektiren koşma, hızlı yürüme, merdiven çıkma, yemek yedikten sonra, heyecan-stres veya soğuğa maruz kalındığında olan göğüs ağrısı olurken, zamanla istirahat halinde de olabilir. Bazen de ani ve bastırıcı karakterde olup sırtımıza ve sol kolumuza yayılan göğüs ağrısı da olabilir. Genellikle hazımsızlık veya mide şikayetleri ile karıştırılabilir. Kalp damar hastalıklarında görülen diğer belirtiler arasında ise nefes darlığı, çarpıntı, terleme, baş dönmesi, halsizlik saymak mümkündür. Özellikle uzun süreli ve kontrolsüz şeker hastalığında ise ağrı hissedilmeden de kalp krizi geçirilebilir. Göğüs ağrısı var olan bir kalp krizinin (kalp kasının hasar görmesi) habercisi olabilir. Bu nedenle acil olarak araştırılması gereken bir sağlık sorunudur.
Eğer oksijen ve hayati besin maddelerinden zengin olan kan akımı yeterli bir miktarda kalp kası dokusuna ulaşamaz ise “anjina” veya göğüs ağrısı hissedebiliriz. Eğer bu azalan kan akımı, kalp kasının yaşamasına yetecek miktarın altında ise kalp krizi dediğimiz kalp kası ölümüyada hasarı gerçekleşir. Böyle bir durumda vakit kaybetmeden hızlı bir şekilde hastane acil servisine ulaşmak gerekir. Kalp kası hasarı, acil servise gittiğimizde şikayetlerimizin bildirilmesi ve ilk muayeneden sonra yapılacak EKG ve kan örneklerinden çalışılacak analiz ile anlaşılır. Daha sonra ise kalp damarlarının görüntülenmesi amacı ile koroner anjiografi gerekebilir. Bu kararları muayene olduğunuz ilgili kalp damar cerrahisi doktorunuz alacaktır. Eğer kanıtlanmamış şüpheli bir durum var ise, bu takdirde kalp kasının kanlanmasını gösteren bir takım tetkikler yapılarak kalp anjiosu yapılıp yapılmamasına karar verilecektir.
Genel anlamda baktığımızda erkeklerde 45 yaş, kadınlarda ise yaşın üzerinde kalp krizi riski giderek artmaktadır. Kadınlarda daha ileri yaşlarda riskin ortaya çıkmasının nedenlerinin başında östrojen hormonunun koruyucu etkisidir. Özellikle menapoz sonrası kadınlarda da bu risk ortaya çıkabilmektedir. Ancak son yıllarda kadınların artan oranda sigara ve tütün ürünleri kullanması ile risk daha erken yaşlara doğru geri kaymaktadır. Diğer yandan özellikle ülkemizde diyabet ve obezite oranlarının çok hızlı yükselmesi ile çok genç yaşlarda kalp ve damar hastalıklarının ortaya çıkışı görünür hale gelmiştir. Şeker hastalığı tanısı almış hastaların yanı sıra şeker profili bozulmuş, glikoz intoleransı bulunan çok sayıda hastamızda halen tanısı konulamamış durumdadır.
Kadın hastalarımızda kalp krizinden ölüm oranları erkeklere göre daha yüksektir. Bunun en önemli nedeni ise kalp krizi belirtilerinin erkeklere göre daha farklı ortaya çıkabilmesidir. Erkeklerde genellikle göğüs ağrısı ilk belirti olarak ortaya çıkabilse de kadınlarda nefes darlığı, mide bulantısı, bayılma hissi gibi belirtiler ve soğuk terleme öne çıkabilmektedir. Bu şikayetler kadınlarda erkeklere göre çok daha sık görülmektedir. Ayrıca çarpıntı ve baygınlık hissi de kadınlarda daha sık ortaya çıkar. Hastalarımız bazen bu belirtilerin kalp-damar hastalığı nedeniyle olabileceğini düşünmediğinden bu durum atlanabilmektedir. Geç kalma halinde ise ağır hasar ve ölüm riski ortaya çıkabilmektedir.
Kadın hastalarımızda göğüs ağrısı daha farklı olarak kendini gösterebilir. Ağrı, boyun, çene, kol ve sırta doğru olabilir. Ayrıca sıklıkla karın ağrısı ile karışabilir. Mide şikayetleri ve hazımsızlık sıklıkla kalp krizi belirtileri ile karışabilir ve kadın hastalarımızda erkeklere göre daha sık görülür. Sırt ağrısı erkeklere göre kadınlarda daha sık ortaya çıkar. Kadın hastalarımız göğüs ağrısını boğazda düğümlenme hissi, üstünde ağrılık veya yanma hissi, göğsünde sıkıntı olduğunu söylemektedirler. Yukarıda saydığımız durumların yanında hastamızın yürümesine engel olan nefes darlığı veya yürümekle/iş yapmakla artan nefes darlığı kalp krizi açısından araştırılmalıdır. Kadın hastalarımızda sık olarak görülen bir belirti de yorgunluk/bitkinlik hali olup hastanın iş yapmasını engelleyen bir hal alabilir.
Kalp damarlarımızda ki kan akımının etkilenmesi genellikle göğüs üzerinde bastırıcı bir ağrı ile kendini gösterebilir. Bu ağrı az-çok farklılıklar gösterse de sol göğüs üstünde bastırıcı bir tarzı olup sol kola, parmaklara ve sırta yayılım gösterebilir. Sıklıkla mide veya karın ağrısı ile karışabilir.
Kalp krizi belirtileri ani olarak karşımıza çıkabileceği gibi zaman içinde yüksek eforla ve daha sonra daha az efor gerektiren işlerde hissettiğimiz şikayetler ile de kendini belli edebilir. Bu zamanla ilerleyen şikayetleri atlamamak ve iyi anlamak gerekebilir.
Başlarda efor gerektiren koşma, hızlı yürüme, merdiven çıkma, yemek yedikten sonra, heyecan-stres veya soğuğa maruz kalındığında olan göğüs ağrısı olurken, zamanla istirahat halinde de olabilir. Bazen de ani ve bastırıcı karakterde olup sırtımıza ve sol kolumuza yayılan göğüs ağrısı olabilir. Ağrı sıklıkla “göğsümün ortasında bir ağırlık hissi var” şeklinde tarif edilir.
Genellikle hazımsızlık veya mide şikayetleri ile karıştırılabilir. Kalp damar hastalıklarında görülen diğer belirtiler arasında ise nefes darlığı, çarpıntı, terleme, baş dönmesi, halsizlik sayılabilir. Özellikle uzun süreli ve kontrolsüz şeker hastalığında ise ağrı hissedilmeden de kalp krizi geçirilebilir. Göğüs ağrısı var olan bir kalp krizinin (kalp kasının hasar görmesi) habercisi olabilir. Bu nedenle acil olarak araştırılması gereken bir sorundur.
Eğer bu azalan kan akımı kalp kasının yaşamasına yetecek miktarın altında ise kalp krizi dediğimiz kalp kası ölümü gerçekleşir. Gerçekleşen kalp kası ölümü nedeni ile bazı hücresel proteinler kana karışır. Bu proteinlerin dolaşan kan akımında, hastadan alınacak kan örnekleri ile tespiti bize hastanın kriz geçirip geçirmediği ve krizin ciddiyeti hakkında fikir verir. Hastalarımız göğüs ağrısı hissettiklerinde hastane-acil servislerine gittikleri anda ilk olarak (hastanın şikayetlerinin dinlenmesi ve muayenesi sonrası) elektrokardiogram (EKG) ve kan testi yapılır. EKG bize kalbin normal elektrik aktivitesinin kalp hasarı sonrası değişmesi nedeni ile önemli bilgiler vermekle birlikte kalp krizini yüzde yüz göstermeyebilir. Bu nedenle kan testi ile doğrulama yapılmalıdır. Kan testi acil servise geldiğimizde hemen alınan kan örneği ve 4 saat sonra tekrar yapılacak kan testini ile anlaşılabilir. Kan örneğinde tespit edilmesi beklenen değerlerin kritik düzeyin üzerine çıkması zaman alabileceği için 4 saat sonra tekrarlanması önemlidir ve asla ihmal edilmemelidir.
Kalp krizi geçiren hastamız için zaman yönetimi çok önemlidir. En doğrusu, en hızlı ve güvenli bir şekilde hastane acil servisine ulaşmaktır. Hastalarımız yapmakta oldukları ve özellikle efor gerektiren işlere devam etmemelidirler. Yaptıkları işi bırakmalı, mümkünse risk içeren işlerden ve araba kullanmaktan kaçınmalıdır. Araba kullanmak gibi riskli işler kriz sırasında hastamızın bilincinin bozulması ile daha da büyük risklere yol açabilmektedir. Efor gerektiren işlere devam etmek ise kalbin ihtiyacı olan kan akımının artması gerektiğinden hasar oranını arttırabilmektedir.
Acil olarak yapılması gereken işlerin başında hastamız bulunduğu yerde işini bırakıp oturmalıdır. Üzerimizdeki kıyafetler gevşetilip rahatlatılmalı. Örneğin gömlek ve kravat gevşetilmeli. Hemen telefonla yardım ve ambulans istenmelidir. Ayrıca kuvvetli bir şekilde öksürülmeli, kapalı bir yerde ise pencere açılarak hava akışı arttırılabilir. Hastamızın yanında ilk yardım eğitimi almış biri varsa müdahale edebilecektir. Bunun dışında gereksiz müdahalelerden de kaçınılarak ambulansın gelmesi beklenmelidir.
Kalp krizi geçirdiğimizi düşündüğümüzde zaman çok önemlidir. İlk yapılacak iş elimizdeki işi, araba kullanmayı bırakıp telefon ederek acil yardım/ambulans çağırmak olmalıdır. Hastalar aspirin tableti çiğneyebilir ancak yemek yememeli ve içmemelidir. Ortamın penceresi açık olmalı hasta başında gereksiz kalabalık yer almamalı, sadece yetkili kişiler müdahale etmelidir. Kuvvetli öksürük kalp ritm problemleri için yardımcı olabilir. Aşırı soğuk ve sıcak uygulamalardan kaçınılmalıdır. Oturarak veya yatarak yardımın gelmesi beklenmelidir. Eğer hastamızda soğuk terleme, sık nefes almak ve soluk bir cilt varsa düşük tansiyon riski nedeniyle hastanın ayakları yukarıya kaldırılabilir. Hastamız kusuyorsa, başı yana çevrilerek soluk borusuna kaçması engellenebilir.