sakaların destanı / Sesli Sözlük - sakaların ünlü destanı

Sakaların Destanı

sakaların destanı

Erdem AVŞAR

Alp Er Tunga Destanı''nda kadim Türk devletlerinden Saka hakanı Alp Er Tunga’nın İranlılarla yaptığı savaşlar anlatılır.

Türk karşıtı birçok kaynak Saka’ların Türk olduğunu inkar edip İrani olduğunu söylese de İran kaynakları incelendiğinde dahi bu bilginin ne kadar yanlış olduğu anlaşılmaktadır.

Hatta İranlı Firdevsi’nin Şehnamesi’nde ise İranlıların ‘baş düşmanı’ olarak anlatılıyor.

Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig adlı yapıtında Alp Er Tunga ile ilgili beyitler bulunmaktadır.
Kaşgarlı Mahmut‘un Divan-ı Lügatit Türk adlı yapıtında da Alp Er Tunga ile ilgili sagu vardır.

Ancak, Alp Er Tunga Destanı’nın tümü maalesef elimiz­de bulunmuyor.

Alp Er Tunga’nın hayatı savaşlarla geçmiştir.
Uzun süre mücadele ettiği İranlı Medlerin hükümdarı Keyhusrev ‘in davetinde hile ile öldürülmüştür.

Alp Er Tonga; Asur kaynaklarında Maduva, Heredot’ta Madyes,
İran ve İslam kaynaklarında ise Efrasiyab adlarıyla anılmaktadır.

Orhun Yazıtlarında “Dokuz Oğuzlar” arasında “Er Tunga” adına yapılan “yuğ” merasiminden söz edilmektedir.

Turfan şehrinin batısında bulunan “Bezegelik” mabedinin duvarında da Alp Er Tunga’nın kanlı resmi bulunmaktadır.

Firdevsî’nin Şehnamesi’nde uzunca bir yer verilen Afrâsyâb’ın aslında Alp Er Tunga olduğunu, Kutadgu Bilig’in şu mısralarından anlıyoruz:

"Bu Türk beğlerinde adı belgülüg
Tunga Al Er irdi kutı belgülüg
Bedük bilgi birle öküş erdemi
Biliglig ukuşlug budun ködremi
Tajikler ayur ânı Afrâsyâb
Bu Afrâsyâb tutdı iller talab
Tajikler bitimiş bitigde mum
Bitigde yok erse kim ukgay ânı?"

Günümüz Türkçesiyle şu şekildedir:

(Bu Türk beğleri içinde adı belli, kut’u belli Alp Er Tunga, büyük ve erdemli bir hükümdardır. Çok bilgili, meziyetli bir büyüktür. Tajikler (İranlılar) ona Afrâsyâb diyorlar. Bu Afrâsyâb, baskın ve yağmalarla illeri (dünyayı) tuttu. Tajikler bunu kitapta yazmışlar. Kitapta yok olsaydı bunu kim anlardı?)

Rusların Yakut adını verdiği Türk gurup aslında kendilerine Saka dediklerini söylemişlerdir.

Tarih içinde kaybolduğunu düşündüğümüz Saka Türklerinin az da olsa bir bölümünün bugün hayatiyetlerini sürdürmeleri pek çok meselenin yeniden araştırılarak doğruların ortaya çıkmasına yardımcı olabilecektir. Tarihçi Mesudî de M.S yüzyılın başındaki Köktürk hakanının “Efrasyab” soyundan olduğunu yazmaktadır.

Prof. Zeki Velide Togan’a göre M.Ö. dördüncü yüzyıla kadar yasamış olan ve M.Ö. yedinci yüzyılda Ortaydansan çevresinin en güçlü devleti olarak gelişmiş bulunan, Hunlardan önceki büyük Türk Devleti Su veya Saka adını taşımaktadır. Bu Türk imparatorluğu, birçok kavimler üzerinde egemenlik kurmuş olup Güney Rusya’yı da içine almak üzere Doğu Avrupa’ya kadar yay ilmiştir. Bir kısım tarihçiler Doğu Avrupa bölümündeki sakalara Iskat, Orta Asya ve Azerbaycan çevresindekilere Saka adını vermektedir. M.Ö. yedinci yüzyılda en güçlü ve en parlak devrini yasamış olan bu Türk İmparatorluğunun Hakanı ise alp Er Tunga’dır.

Başta Şehname olmak üzere çeşitli kaynaklardan derlenen Alp Er Tunga destanı şöyledir:

"Turan ile İran birbirine komşu ve düşman iki devlet idi.
İran ülkesinin tahtında Minuçehr, Turan ülkesinin tahtında ise Alp Er Tunga’nın babası Peşeng Kağan vardı.

İran hükümdarı Minuçehr ölünce, Kağan Peşeng oğlu Alp Er Tunga’ya şöyle dedi:
“Bu İranlıların bize yapmadığı kötülük yoktur. Şimdi Türk’ün öç alma zamanı gelmiştir!”

Alp Er Tunga da bunu istiyordu.
“Arslanlarla bile çarpışacak güçteyim ve İran’dan öç alacağım” dedi.
Peşeng’in öbür oğlu Alp Arız, İranlılarla savaşmak yanlısı değildi.
Fakat karar verildi ve Alp Er Tunga savaş hazırlığına başladı.

Alp Er Tunga arslan yeleli, servi boylu idi.
Saldırırken timsah kadar cesur, av avlarken erkek arslan gibi çevik, vuruşmada savaş fili kadar kuvvetliydi.
Yürüdüğü zaman yeri sarsıyor, art arda attığı oklar vınlayarak göğü inletiyordu.
O, hiddetlenip savaşa girecek olsa, ayak basıp toz kaldırdığı yerde ova, kandan bir ırmağa dönerdi.
Dostlarına umut veren, kut veren dili, düşmanları için keskin bir kılıç idi.
Bilgelikte de ondan üstünü yoktu. Yüreği derya kadar geniş, eli ise yağmur yağdıran bulut kadar cömertti.
Babasının adı Peşeng, üçüncü göbekten atasının soyu gibi adı da “Türk” idi.

Alp Er Tunga’nın oğulları ve kızları da vardı.
Kızlarından birine, kaz (kuğu) kadar güzel olduğu için Kaz adını vermişlerdi.
Babası ona, “İle Suyu”na akan büyük bir çayın kenarında bir kale-saray yaptırmıştı.
Kaz, burada oynar-yüzerdi. Onun için Türkler bu suya “Kaz Suyu” dediler.
Daha sonra Kaz’ın oturduğu, oynaya oynaya büyüdüğü yer büyük bir şehir oldu.
Bu şehre de Kaz Oynı (Kaz Oyunu) adı verildi. (Bugünkü Kazvin şehri)

Alp Er Tunga ordusu ile İran üzerine yürüdü, iki ordu Detıistan bölgesinde karşılaştılar.
Türk ordusundan Barman adlı bir yiğit, atını öne sürerek, teke tek dövüşmek için iranlılardan er diledi.
Barman’ın karşısına Iran kumandanının kardeşi Kubad çıktı, iki savaşçı sabahtan akşama kadar vuruştular.
Sonunda Barman kargısı ile Kubad’ı devirdi ve Alp Er Tunga’nın yanına zaferle döndü.

Bundan sonra iki ordu birbirine girdi ve o güne kadar görülmemiş derecede şiddetli bir savaş oldu.
Bu savaşı Alp Er Tunga kazandı. Meydan, ölen İranlılarla doldu ve İran padişahı geri çekilip Dehistan kalesine sığındı. Fakat Alp Er Tunga kaleyi kuşattı ve sonunda İran padişahını tutsak etti.

Bundan sonra, İran’a bağlı Kabil ülkesinin, kahramanlığı ile ünlü padişahı Zâl, İranlıların yardımına geldi, ani bir hücumla Türk ordusunu dağıttı.
Buna pek kızan Alp Er Tunga tutsak İran padişahını öldürttü. Öbür tutsakları da öldürmesine kardeşi Alp Arız engel oldu.
Tutsakları ‘Sarı’ şehrine gönderdiler. Daha sonra bu tutsakların kaçmasına engel olamadığı veya göz yumduğu için hiddetlenen Alp Er Tunga kardeşi Alp Arız’ı da öldürttü.

Alp Er Tunga yine galipti ve Rey şehrine giderek İran tacını da giymişti.
İranlılar ise öldürülen padişahlarının yerine Zev’i getirmişti.
İki ordu tekrar savaştılar.
Savaş sırasında büyük bir kıtlık oldu.
Bunun üzerine “savaş ve kıtlık insanlığı bitirmesin” diye, barış yaptılar, İran’ın kuzey eyaletleri Turan’ın oldu.

İran padişahı Zev ölünce barış yine bozuldu ve Alp Er Tunga tekrar saldırıya geçti.
İranlılar Zâl’den yardım istediler.
Zâl artık kocadığı için kahramanlıkta kendisini aşan oğlu Rüstem’i gönderdi.
Zâloğlu Rüstem ordusunun başında ilerleyerek Türkleri bozguna uğrattı ve İran tahtına Keykubad’ı çıkardı.

Rüstem, bir hücumda Türk kahramanını öldürdüğü için Türkler çekildiler ve barış imzalamak zorunda kaldılar.

Daha sonra İran tahtına Keykâvus geçti.
O sırada İran’ın egemenliğinde olan Araplar isyan ettiler.
Bu kargaşalıktan yararlanan Alp Er Tunga iran içlerine daldı ve pek çok tutsak aldı.
Fakat Kabil padişahı tekrar İran’ın yardımına geldi ve Türkler yenildi.

Bu savaştan sonra Zâloğlu Rüstem birliğini alıp Türklere ait avlakta dolaşmaya başladı.
Bunun üzerine Alp Er Tunga ordusunu tekrar harekete geçirdi.
Fakat, kötü bir rüya görmüştü. Bunu yorumlattı ve beylerin de fikirlerini alarak iran’la barış imzaladı.
Bu anlaşma ile Buhara, Semerkand ve Çac şehirlerini İranlılara bırakıyordu.

Bu barışı istemeyen Keykâvus, Rüstem’e ve oğlu Siyavuş’a kötü muamelede bulunarak onları küstürdü. Rüstem kendi ülkesine çekildi.
Siyavuş ise Türklerin o zamanki başkenti Gang şehrine giderek Alp Er Tunga’ya sığındı.

Siyavuş kendini Türklere çok sevdirdi.
Başlangıçta bir Türk gibi hareket ediyordu.
Burada Türk kahramanlarından biri olan Piran’ın kızı ile evlendi.
Bu evlilikten bir oğlu oldu ve ona Keyhüsrev adını verdiler.
Siyavuş, bir süre sonra Alp Er Tunga’nın güzel kızı Ferengis ile de evlendi.
Ama, bir süre sonra Türk töresine uymamaya ve bazı siyasî teşebbüslere başlayınca Alp Er Tunga onu öldürttü.

Siyavuş’un ölümünden sonra Rüstem bir ordu toplayarak tekrar saldırıya geçti ve bu defa Türkler ağır bir yenilgiye uğradılar.
Vuruşmalarda Alp Er Tunga’nın oğullarından Sarka da ölmüş, Turan’ın birçok şehri yakılmıştı.

Alp Er Tunga, Turan için kan ağladı ve öç almak için and içti.
İran içlerine girerek ekinleri yaktı ve pek çok tutsak aldı.
İranlılar yedi yıl süren kıtlıktan kırıldılar.

Artık, Alp Er Tunga ile Rüstem arasında savaş durup durup başlıyor, bazen Türkler, bazen İranlılar galip geliyordu.
Bu savaşlardan birinde, ordusuyla Alp Er Tunga’nın emrine giren Çin hakanını da esir almışlardı.
Alp Er Tunga son savaşta yenilerek çekildi.

Bu sırada İran tahtında, Turan’dan kaçırarak getirdikleri Keyhüsrev vardı.
Türklerin yenilmesiyle dünya Keyhüsrev’e kalmış bulunuyordu.
Fakat Türkler öç için fırsat buldukça akın ediyorlardı.
Bunun üzerine Keyhüsrev İran’ın ünlü kahramanlarından Bijen’i Turan’a gönderdi.
Bijen, Turan sınırından içeri girince, ormanda, neşe içinde eğlenen kızlar gördü.
Bu kızlar Alp Er Tunga’nın güzel kızı Menije’yi eğlendiriyorlardı.
Bijen, Menije’yi görür görmez âşık oldu. Menije de onu sevdi ve Turan’a, kendi sarayına götürdü.
Bunu öğrenen Alp Er Tunga çok kızdı. Bijen’i bir zindana hapsetti, kızını da kovdu.

İran padişahı geri gelmeyen kumandanını bulup getirme görevini Rüstem’e verdi.
Rüstem, tüccar kılığında Alp Er Tunga’nın sarayına kadar giderek hem Bijen’i kurtardı hem de Menije’yi kaçırıp İran’a gönderdi.

Rüstem bir defa daha galip gelmişti.
Karluğa çekilen Alp Er Tunga beğlerini toplayıp şöyle dedi:

“Ben dünyaya hükmeden kağanınızdım.
Bugüne kadar Iran Turan’a denk olmamıştı.
Ama bugün İranlılar sarayıma kadar gelebiliyor.
Bin kere bin kişiden oluşacak Türk ve Çin askerleriyle İran’a yürümeli, öcümü almalıyım!”

Alp Er Tunga, bin kere bin ordusunun üçte ikisini toplamıştı.
Beykent şehrindeki karargâhında, altınlı ve mücevherli tahtında oturuyordu.
Fakat artık iyice yaşlanmıştı.
İleriye gönderdiği ordunun yenildiğini öğrenince çok üzüldü.
Hele teke tek bir dövüşte gencecik oğlu Şide’nin de ölmesi, gönlünde onulmaz yaralar açtı.
Emrindeki kuvvetleri alıp yürüdü. Kükremiş arslanlar gibi saldırıyordu.
Çok kocamış olmasına rağmen İran’ın en ünlü pehlivanlarından birkaçını teke tek vuruşmada öldürdü. Nihayet Keyhüsrev ile Alp Er Tunga karşı karşıya geldiler.
Alp Er Tunga Keyhüsrev’le teke tek dövüş isteğiyle atını ileri sürdü.
Fakat Turan pehlivanları onun İran padişahı ile dövüşmesini istemediler ve atının dizginini tutup geri getirdiler.
Keyhüsrev en güçlü çağında olmasına rağmen Alp Er Tunga’dan çekinmiş, kocamış ve yaralı bir arslan olan Alp Er Tunga’nın vuruşmasına da beğleri izin vermemişti.

Bu durum Alp Er Tunga’ya pek ağır geldi. Ordusunu alıp Ceyhun ırmağının ötesine geçti.
Burada Kara Han’ın ordusu ile birleşip Buhara’ya, daha sonra da başkent Gang’a geldi.

Gang cennet gibi bir şehirdi. Toprağı mis kokulu, tuğlaları altındandı.
Kalesi o kadar yüksekti ki üzerinden kartal bile uçamazdı.
Her köşesinde pınarlar, havuzlar vardı.
Ambarları yiyecek dolu idi.
Havuzların eni ve boyu bir ok atımı kadar büyüktü.
Burada oturup Çin hakanına mektup yazdı ve yardım bekledi.

Keyhüsrev ve Rüstem önce geri çekilir gibi yapmış, sonra derlenip Turan içlerine girmiş, Gang şehrini kuşatmışlardı.
Kalenin çevresinde hendekler kazdılar.
Buraya odun yığıp katran döktüler ve ateşe verdiler.
Alp Er Tunga beği ile gizli yoldan çıkarak kurtuldu ve Çin hakanının yanına gitti.
Çin hakanı büyük bir ordu hazırlamıştı.
Bunu duyan Türkler de Alp Er Tunga’nın yanına gitmek için yollara düştüler.

Alp Er Tunga tekrar toparlandı ama Çin hakanı sözünde durmadı ve Keyhüsrev’le anlaşma imzaladı.
Bunun üzerine Alp Er Tunga Keyhüsrev’e bir mektup yazarak, insanlardan uzakta ve kendisinin beğeneceği bir yerde teke tek dövüş teklif etti.
Fakat en güçlü çağında olan Keyhüsrev, ihtiyar arslan Alp Er Tunga ile teke tek dövüşe cesaret edemedi.

Ordusuz kalan Alp Er Tunga perişan bir halde Zere denizine geldi.
Bu derin denizi geçerek Gangidizi şehrine ulaştı.
Keyhüsrev büyük ordusu ile onu takip ediyordu.
Alp Er Tunga yapayalnız kalmıştı. Yiyeceği, içeceği yoktu.
Bir kaya dağında, bu dağın tepesindeki bir mağarada oturuyor, kara talihi için dövünüyor, Tanrı’dan güç kuvvet istiyordu.
Onun yakarışını duyan Hûm adında biri, Alp Er Tunga olduğunu anlamıştı.
Çünkü bu Türkçe sözleri, böyle bir yakarışı ondan başkası söyleyemezdi.
Hemen saldırdı ve onu tutsak etti.
Fakat Alp Er Tunga onun elinden kurtularak kendini suya attı.
Su başında bulunanlar onu kurtarmak istediklerini söyleyerek hile yaptılar ve sudan çıkar çıkmaz öldürdüler. (Tarih Keyhüsrev’in Alp Er Tunga’yı şölene davet edip hile ile öldürdüğünü söylüyor.)

Bu olay kısa zamanda her tarafta duyuldu ve Turan’ı mateme boğdu.
Bütün Türkler kanlı gözyaşı dökerek, bağrışıp yakalarını yırtarak, sagular söyleyip ağladılar… Ağladılar

Yoğ töreninde kopuz çalan ozanlar şu saguyu söylüyorlardı:

"Alp Er Tunga öldi mü
Issız ajun kaldı mu
Ödlek öcün aldı mu
Emdi yürek yırtılur! Ödlek yırag közetti
Ogrı tuzak uzattı
Begler begin azıttı
Kaçsa kah kurtulur? Ulşıp eren börleyü
Yırtın yaka urlayu
Sıkrıp üni yurlayu
Sıgtap közi örtülür Begler atın argurup
Kadgu ânı turgurup
Mengzi yüzi sargarup
Korkum angar türtülür. Ödlek arıg kevredi
Yunçıg yavuz tavradı
Erdem yeme savradı
Ajun begi çertilür. Ödlek küni tavratur
Yalnguk küçin kevretir
Erdin ajun sevritür
Kaçsa takı ertilür Bilge bögü yunçıdı
Ajun eti yençidi
Erdem eti tınçıdı
Yerge tegip sürtülür
Ögreyüki mındag ok
Mında adın tıldag ok
Atsa ajun ograp ok
Taglar başı kertilür
Könglüm içün örtedî
Yatmış başıg kartadı
Keçmiş ödük irtedi
Tün kün geçip irtelür."

Günümüz Türkçesiyle şu şekilde:

"Alp Er Tunga öldü mü,
Kötü dünya kaldı mı,
Felek öcünü aldı mı,
Şimdi yürek yırtılır! Zaman fırsat gözetti
Gizli tuzak uzattı
Beyler beyini şaşırttı
Kaçsa nasıl kurtulur? Erler kurt gibi uluşur
Yaka yırtıp bağrışır
Yırlayıcı gibi inilder, ünler
Ağlamaktan gözü örtülür. Begler atlarını yordu
Kaygı onları durdurdu
Benizleri, yüzleri sarardı
Sanki safran dürtülür. Zaman fena gevşedi
Zayıf kötü davrandı
Erdemlik yine savıldı
Dünya beği yok olur. Zaman günü davrandırır
İnsanın gücünü gevşetir
Dünyanın erlerini azaltır
Kaçsa dahi ölüm erişir. Bilge, akıllı kötüleşti
Dünya onların etini de ısırdı
Erdemlik eti çürüdü
Yere düşüp sürtülür.
Zamanın göreneği böyle işte
Bunda başka sebep de var
Dünya gelip ok atsa
Dağlar başı kertilir.
Gönlüm ta içten yandı
Onulmuş yarayı kaşıdı
Geçmiş günleri aradı
Tün, gün geçer o aranır."

Ayrıca son not olarak, Gazi Üniversitesi Prof. Dr. Necati Demir ise geçtiğimiz ekim ayında düzenlediği basın toplantısında Alp Er Tunga''nın mezarını bulduğunu iddia etmişti. Demir yaptığı açıklamada mezarlığın Özbekistan''ın Buhara şehrinde olduğunu ancak "güvenlik" nedeniyle mezarlığın tam yerini ve detaylarını açıklamayacağını söylemişti.

BİRİNCİ BÖLÜM
İSLAM ÖNCESİ DÖNEM EDEBİYAT
Sakaların Kahramanlık Destanları
Sakaların tarihi
İnsanlık tarihinde ilk yazılan eski devir kitaplarından biri Avesta’da Sakalar ve yaşadıkları coğrafyayı “Tur” olarak isimlendirmiştir. Firdevsi’nin dünyaca meşhur destanı Şehname’de Sakalar yurdunu “Turan” olarak gösterir. Çinliler ise Sakaların vatanını “Tuküe” olarak adlandırıyor.
Türklerin en eski ataları sayılan Sakalar – şimdiki Kazakistan, Orta Asya ve Doğu Türkistan topraklarında M.Ö. birinci bin yıllarda yaşayan boylardır. Eski Yunan tarihçilerinin Sakaları “Skifler” veya “Asya Skifleri” olarak da adlandırdıkları malumdur. İranlılar ise Sakaları bir zamanlar “Sak”, “Saka” ve “Saga” olarak isimlendirmişlerdir. Buna bağlı olarak Saka yurdunu “Sakistan” olarak göstermişlerdir.
Konargöçer Sakalar Karadeniz ve Azak Denizi arasındaki geniş bölgeyi de bundan üç bin sene önce yurt etmişlerdi. Bu konuda eski Yunan tarihçisi Herodotos’un eserlerinde birçok bilgi vardır (, ).
İlginç bir husus Karadeniz kıyısında, yani Karadeniz kemerinde (Kazak Türkçesinde kemer “sahil, kıyı, kenar” manalarına gelmektedir – Ç. N.) yaşayan Sakaları bir zamanlar “Kemerliler” (Rusça Kimmerler) olarak adlandırdılar. Eski Helen ülkesinin şairi Homeros Odesseia isimli destanında bu Kemerliler, yani deniz kıyısında yaşayan Sakalar hakkında büyük bir şevkle şu şiiri yazıyor:
Biz sonunda derin okyanusa ulaştık,
Koyu sisler arasından geçtik.
Sahilde Kemerliler yaşıyormuş
Günlük güneşlik Helios’a doğru yöneldik (Homeros, Odesseia, II şiir, ).
Homeros İlyada isimli kitabında da (XII şiir, ) Kemerliler hakkında birçok bilgi vermektedir. Büyük şair zamanında
Sakaların yaşam tarzlarına dikkat etmiş ve onları ilginç bulmuş görünüyor.
Eski zamanın âlimleri, seyyahları ve şairleri Sakalar hakkında geride çok ilginç bilgiler bırakmışlardır. Mesela, eski Yunan seyyahı Strabon Avrupa ve Asya’da gördüklerini “Coğrafya” isimli yedi ciltlik kitabında anlatmaktadır. Bu eserin yedinci cildinde Sakalar hakkında bilgi verdikten sonra “Onlar hayvancılıkla uğraşır. Yedikleri gıdalar: et, süt, peynirdir. Çoğunluk peynir yer, kımız içer. Onlar stok yapmayı bilmezler. Ticareti de bilmezler. Sadece malı takas ederek geçinirler. Bunlar çok cesur, kahraman ve oldukça dürüsttürler. Keçe çadırlarda yaşarlar. Otlağı bol yaylaları dönüşümlü olarak kullanırlar ve kışın dağlık bölgelerde, yazın bozkırdaki meralarda konar göçer hayat sürerler” demektedir (, ).
Eski devirde yaşamış ünlü Yunan şairi Aeskhylos şiirlerinin birinde “peynir yiyen, kımız içen, dürüstlükte çok ileri cesur Kemerlileri” göklere çıkararak metheder ().
Diğer bir eski devir yazarlarından Ephoros Tarih isimli çok ciltli eserinde Sakalar hakkında bilgi verdikten sonra onların çok temiz, dürüst, kimseye ihanet etmeyen kendi örf adetlerine sım sıkı bağlı, devamlı göç eden savaşçı bir halk olduğuna işaret eder. Ayrıca Sakaların zenginlik, mal ve mülke fazla itibar etmediklerini, mütevazi bir şekilde yaşadıklarını söyler. Açgöz, cimri, mal ve mülke gözü doymayanların bu mütevazi Sakalardan örnek almaları gerektiğine vurgu yapar (, ).
Heredotos’un yazdıklarına göre, tarihte ismi muhafaza edilen ilk Türk hakanı M.Ö. yıllarında yaşayan Targıtay imiş. Targıtay’ın üç oğlu olmuş. Onlar Lipoksay, Arpoksay ve Kolaksay isimli gençlermiş. Bu üç kişiden Sakaların üç ulus halkı meydana gelmiş.
Evet, Heredotos Tarih isimli eserinin dördüncü cildinde Sakaların cetleri hakkında ilginç bir hikâyeyi de anlatıyor. Bu efsaneye göre, bir gün Heraklios’un seferlerde bindiği hızlı atı kaybolmuş. Heraklios atını aramak için birçok yeri dolaşmış. Sonunda o Giley isimli çok güzel bir yere gelmiş. Orada bir mağaranın içinde vücudunun yarısı yılan, yarısı insan olarak yaratılmış bir kız oturuyormuş. Kız Heraklios’u görür görmez dile gelerek konuşmuş:
- Aramakta olduğun atın bende. Fakat benimle bir gece aynı yatakta yatmazsan vermeyeceğim.
Heraklios kızın şartını kabul etmiş. Sabah kız Heraklios’a bakarak:
- Senden üç oğlum olacak. Onları ne yapayım? Senin ülkene göndereyim mi? Yoksa burada, kendi yurdumda kalsın mı? - diye sormuş:
O zaman Heraklios:
- Ben sana bir yayımı, deri kemerimi ve altın tabağımı bırakacağım. Doğan çocukların büyüdüğünde bu eşyaları göster. Doğurduğun üç çocuğun hangisi bu yayı benim gibi sonuna kadar gererse ve benim kemerimi beline doğru bir şekilde takarsa, altın tabağımı da beline güzel bir şekilde yerleştirirse, o çocuğu burada kaldır. O bu ülkenin hakanı olacaktır. Diğer iki çocuğu ülke dışına gönder, - demiş.
Gerçekten de o kız zamanı gelince Heraklios’tan üç oğlan doğurmuş. İsimlerini Agafirs, Gelon ve Skif koymuş. Bunlar büyüdüklerinde sadece Skif Heraklios’un yayını germiş, kemeri ve altın tabağını beline doğru bir şekilde takmış. Anası diğer iki oğlunu ülke dışına göndermiş ve Skif’i kendi ülkesinde kaldırmış. Bütün Skifler (Sakalar) Heraklios’un çocuklarıymış (, ).
Eski Türkler (Ariler, Sakalar, Hunlar ve Göktürler) İslam öncesi devirlerde çift güce Gök ve Güneş (onu Tengri diye adlandırdı) ile Yer ve Su’ya taptıkları eski tarihten iyi biliniyor. Bununla birlikte Türklerin taptığı üçüncü bir güç daha vardı. O evdeki ailesini, çoluk çocuğunu kötü ruhlardan koruyan kadın tanrısı Umay Ana. Mesela Tonyukuk anıtında:
Tanrı Umay, kutsal Yer-Su
Bizi lanetler, düşünmek gerek, - şeklinde satırlar vardır.
Genel Zerdüştlik, yani Zoroastrianizm dinine göre, “Tüm dünya birbirine zıt iki gruba bölünür. Birincisi iyilikler âlemi, ikincisi ise kötülükler âlemidir. Biri – ışıklı, gerçekten nurlu bir dünya, ikincisi ise karanlıklar krallığıdır. Bu iki gücün arasında sürekli bir mücadele yaşanır” (, 61)
Eski Türkler güneş ve ateşi kutsal saymışlardır. Eve hastalık, bela ve zulüm getiren kötü ruhları ateşle cezalandırıp uzaklaştıran dinsel bir gelenek vardı.
İslam öncesinde Zoroastrianizm dinine göre, tüm canlı ve cansız tabiatın sahibi güneştir. Yeryüzündeki tüm canlılar gökyüzündeki ebedi güneşe bağımlıdır. Bundan dolayı eski Türklerin eski ataları sayılan Sakalar sabahları güneş ufuktan yükselirken ve akşam batarken ona taparak ibadet ediyorlardı. Güneş Tanrısına atfen at kurban ediyorlardı. Bu geleneklerin hepsi Zoroastrianizm dininin temel kitabı Avesta’da anlatılmaktadır.
Güneş’i methi sena eden bu manzum eserde güneşin doğduğu anda dünyadaki herşeyin toprak da, su da, dağ da, taş da kutsallaştığını, hakiki gerçek ile asil hakikatın dünyayı kaplayacağı söylenir. Eğer Güneş görünmezse ise yeryüzü cin – şeytanların dolduracağı, iyiliklerin ışığının söneceği belirtilir:
Güneşe Methiye
Biz atları kanatlı,
Ebedi aydınlığa,
Güneşe taparız.
Güneş ışık saçtığında,
Güneş sıcaklık saçtığında,
Yüz binlerce,
Kudreti hissederler.
Ondan sonra Mazda’nın
Hibe ettiği yerde
Aydınlık ışık egemenligi için,
Hakikat egemenligi için,
Mutluluğunu bulur herkes,
Mutluluğunu verir herkes.
Güneş doğduğunda,
Mazda’nın hediye ettiği
Yer de kutsal bir halde,
Su da kutsal bir halde,
Tüm akan sular da,
Tüm kaynaklar da,
Durgun kapalı sular da,
Denizlerin suyu da,
Azizlerin ruhunun,
Tüm yarattıkları kutsaldır.
Eğer güneş doğmasa,
Yeryüzündekilerin hepsi
Cin dedikleri yok ederdi.
O zaman bu dünyada
Kudret sahipleri bile
Var olamazlardı (35, 14).
Sakaların kahramanlık tarihi, yaşam tarzı, dünyagörüşü gibi hayatlarından kesitleri tasvir eden destanların çok olduğu Eski Çağ yazarlarının eserlerinden biliniyor. Ancak bu destanların çoğu günümüze ulaşmamıştır. Bazı destanların ise sadece kısa içerikleri ulaşmıştır. Bu destanların çoğunluğunun ana fikri vatanı dış düşmanlar ve saldırganlardan koruma üzerine kurulmuştur.
İşte, Sakaların kutsal vatan topraklarını İranlı askerlerin saldırılarından koruma konusunu manzum olarak dile getiren böyle eserlerden biri Tomris destanıdır. Bu destanın syujeti bize Herodotos’un Tarih isimli kitabı aracılığıyla bize ulaştı. Eski Yunan dilinin normuna göre, Heredotos Sakaların “Tumar” kelimesini – “Tomris” olarak yazmıştır. Üstelik Heredotos destanı – epik hikâye olarak almıştır.
Tomris tarihi – kahramanlık destanıdır. Destanın konusu tarihte yaşanmış gerçek olaylara temellendirilmiştir. Heredotos’un yazdıklarına bakılırsa, İran Kralı Kyros M.Ö. ’da Babil’i zapt ettikten sonra, aniden Sakalar yurduna sefere çıkar.
Destan’ın başkahramanı – Tumar, yani Tomris’tir. O – Sakalar yurdunun melikesi, kraliçesidir. Tumar kendi yurdunu iç ve dış düşmanlardan korumak için fedakârca mücadele eden çok cesur bir hükümdardır. Savaş sanatını çok iyi bilen bir savaşçıdır da. Kendi halkının koruyucu lideri ve aynı zamanda şefkatli bir anadır.
Sakalar ülkesine saldırmak için Kral Kyros Araks (Amuderya) nehrine köprü inşa etmeye başlar. Bunu duyan Tomris savaşı önlemek için Kyros’a şu mektubu yollar: “Kyros! Sen savaş açmadan durmayacaksın. Maksadın Sakalar yurdunu yağmalamak imiş. O zaman bir anlaşma yapalım. Sen boşuna köprü inşa etme. Kan dökmeyelim. Onun için biz yurdumuzu terk edelim ve üç günlük bir mesafeye göç edip gidelim. Nehirden rahatça geç ve istediğin her türlü mal ve mülkü al. Fakat, üç gün sonra kendi ülkene dön”.
Ancak Kyros savaşı önleme hususundaki Tomris’in bu teklifini kabul etmedi. Araks nehrine köprü inşası faaliyetlerine yoğun bir biçimde devam etti.
Başlangıçta Kyros Sakalar ülkesini hile ve aldatmaca ile kendisine tabi kılmak istedi. Zalim kral Tomris ile evlenmek maksadıyla elçiler yolladı. Ancak Tomris hilekar Kyros’un art niyetini hemen anladı. Çünkü, Kyros’un amacı evlenmek değil, Tomris ile evlenme bahanesi ile geniş Sakalar yurdunu kendine tabi kılmaktı.
Tomris bu teklifi kesin olarak reddetti. Bunun üzerine Kyros hemen askeri şurayı topladı. Şuraya Sakaların yenilgiye uğrattığı Kral Lidii ve sınırsız zenginliği ile ismi efsaneleşen Kroisos da katıldı. Orada Kroisos yanında oturan Kyros’a şöyle bir tavsiyede bulundu:
- Sakaları açık bir savaşta yenmek zordur. Onları hile ile alt etmek gerekir. Bunun için Sakalara karşı küçük bir asker grubu göndermek gerekir. Bu grubu da hasta, savaşta yaralanmış, bitap zayıf askerlerden oluşturmak gerek. Yüksek bir tepenin üstüne büyük bir sofra açıp çeşitli yemeklerle donatalım. Özellikle şarap çok olsun. Sakalar bizim zayıf asker grubumuzu yendikleri için bayram yaptıkları sırada biz gerçek saldırımızı yapmalıyız. Çünkü, o zaman zafer bizim olacaktır.
Kral Kyros Kroisos’ın söylediklerini aynen yaptı. Gerçekten de İranlıların hasta ve yaralı hizmetkarlardan kurulan küçük asker grubunu darma dağın eden ve kolay zafer için bayram yapan Saka savaşçıları ganimet olarak elde ettikleri şarapları içerek sarhoş oldular. Bu anı kollayan İran askeri hemen saldıraya geçti ve zaferi endişesiz kutlayan Sakaların bir grup askerini imha etti. Saka ordusunun komutanı, Tomris’in tek oğlu olan Spargapis’i İranlılar esir aldılar. Sarhoşluktan ayıkan Spargapis kendisini hançerliyerek intihar etti.
Bu durumdan haberdar olan Tomris hemen Kyros’a şu öfkeli mektubunu yolladı: “Ey kandökücü Kyros! Sen yiğitliğe yakışmayan, iğrenç işinle övünme! Sen benim oğlumu teke tek döğüşte yenmedin. Onu hileyle şarap içirerek ele geçirdin. Şimdi benim söylediklerimi yap. Oğlumu kendime geri ver ve sağ salimken geldiği yere geri dön. Aklın başındayken ülkeni bul. Eğer benim bu dediklerimi yapmazsan, o zaman ben Sakaların tanrısı – Güneş’in adıyla ant içiyorum: Ben senin gibi aç gözlüyü kan içinde bırakacağım ve seni kan ile sulayacağım”.
Fakat Kral Kyros Tomris bu teklifini kabul etmedi. Sakalar ile İranlılar arasındaki savaş başladı. Destanda bu büyük savaşın canlı bir sahnesi verilmiş. Heredotos “Bu çarpışma benim bildiğim çarpışmaların içindeki en acımasızı, en merhametsizi ve en çok insanın öldüğü bir çarpışmaydı”, - demektedir.
Bu iki taraf için de ölmeden geri çekilmeyecekleri bir savaş idi. Kanlı çarpışmalar uzun sürdü. İki tarafta cesetler dağ gibi yığıldı. Sonunda Sakalar zafere ulaştı. Perslerin tüm ordusu savaşın kurbanı oldu. Hatta Kral Kyros’da savaşta öldü. Sakalar hiç kimseyi esir almadı. Hepsini tamamen yok etti.
Saka ordusu zafere ulaştıktan sonra, Tomris Kyros’un başını kesti, içi insan kanına dolu fıçıya atarken:
“Ey, kandökücü! Hayat boyu kana doymamıştın ve insan kanını su gibi akıtmıştın. Bu aydınlık dünyada sen açgözlü kana doymamıştın. Şimdi ise öteki dünyada kana doyacaksın. Seni kana doyuracağım diye söz vermiştim. İşte sözümü yerine getirdim”, - dedi (, 79).
Dıştan gelecek saldırılara karşı mücadeleye davet eden Tomris destanı bu şekilde sona erer.
Evet, Kyros ordusu Sakalar yurdunda ilk defa yenildi, hemen hepsi kırıldı. Yine de bu yenilgi İran yurdunun Kyros’dan sonraki krallarına ders olmadı. Yenilen pehlivan güreşe doymaz misalı, Sakalar yurdunu boyun eğdirme seferine artık I. Darius (M.Ö. – ) çıktı. Pers Kralı bin askerden oluşan ordusuyla Saka yurduna ani bir saldırı düzenledi. O zamana kadar bu kadar çok sayıda asker hiçbir yerde ne görülmüş, ne de işitilmişti.
İşte Şırak destanında Sakaların Darius askerine karşı kahramanlık mücadelesi efsaneye dönüşen tarihi olaylar temelinde anlatılmaktadır. Ancak destanın kendisi kaybolmuştur. Sadece destanın temel konusu nesir şeklinde bize ulaşmıştır. Şırak destanını kağıda dökerek bugünkü nesillere ulaştıran Yunan tarihçisi Polianos (M.Ö. II. yüzyıl) idi. Onun “Savaş Taktiği” isimli eserinde Şırak Batur’un yiğitliği bu destan boyunca anlatıldığına işaret edilir.
Şırak destanı aşağıdaki gibi olaylarla başlar: Pers ülkesinin kralı karınca gibi kalabalık bir orduyla Saka yurduna doğru ilerler. Ülkenin güvenliği tehlikeye girmiştir. Saka yöneticileri Omargos, Saksfar ve Oamiris düşmana karşı nasıl bir mücadele yürütülmesi konusunda kendi aralarında görüşüyorlardı.
İşte bu sırada hakanlık sarayına gözleri sanki bir kandil gibi ışık saçan, iri yarı bir genç nefes nefese koşarak girdi ve:
- Yüce Tanrıkutum! Beni dinleyiniz! Düşman gittikçe yaklaşmaktadır. Men at çobanıyım. Bu bölgenin her tarafını avucumun içi gibi biliyorum. Biz şimdi uçsuz bucaksız kum bozkırının, büyük sahranın bir kenarında duruyoruz. İzin verirseniz, düşmanın sayısız kalabalık ordusunu kandırarak bu sonsuz çölün içine bir daha dönemeyecek bir şekilde ortasına kadar götürmek istiyorum, - dedi.
- Eğer kandırıldıklarını anlarlarsa, Persler seni öldürürler, - dedi Hakan.
- Her canlıya er veya geç bir öleceği muhakkaktır, - dedi at çobanı genç ve devam etti:
- Bir insanın hayatı tüm Saka yurdunu kurtaracaksa, o insan için bundan büyük mutluluk olabilir mi, değerli Hakanım! Sizlerden sadece bir dileğim vardır. Çocuklarım yetimlik görmesin. Yokluk çekmesin. Başka bir dileğim yok, - dedi at çobanı.
- Anlaştık, - dedi Hakan. Çocuklarınızı yokluk ve sıkıntı çektirmeden büyüteceğimize söz veriyoruz. En hızlı koşan güzel atlar onların olacak. Bu konuda hiç endişelenme. Bize sadece ismini söyle yiğidim.
- İsmim – Şırak! – diye cevap verdi at çobanı. Şimdi benim tüm vücudumu, yüzümü tanınmayacak bir şekilde hançerle dilimleyin, kulağımı kesin. Acımayın, yoksa Persler benim söyleyeceklerime inanmazlar, - dedi.
Ancak, yiğit Şırak’ın vücudunu yaralamaya hiç kimsenin eli varmadı. Bu sırada Şırak belindeki hancerini kınınan çekti ve kendi vücudunu kendisi kanlar içinde bırakarak yaralamaya başladı. Yiğidin tüm vücudundan, başından kıp kızıl kanlar aktı.
Ondan sonra bir anda Şırak Hakan’a eğilip selam verdikten sonra hızlı bir biçimde kapı önünde bağlı duran atına koşarak bindi ve düşmanın geldiği yöne doğru dört nala hareket etti. Düşman yaklaştığı sırada yolun tam ortasına sırtı üstü yattıktan sonra bütün gücüyle bağırmaya başladı:
- İmdat, meni kurtarın. Bakın, Sakalar beni nasıl aşağıladılar! Bakınız, neredeyse öldüreceklerdi. Sakalardan intikam almalıyım. Herhangi bir şekilde intikam alacağım. Ben herşeyi biliyorum, Pers kardeşlerim. Ben sizleri Saka ordusunun tam üstüne götüreceğim. Ancak o zaman benim öcüm alınmış olacaktır. İçim o zaman rahatlayacaktır, - diye haykırdı Şırak.
Persler Şırak’ın sözüne inandılar. Hatta rehberlik edecek birinin bulunduğuna sevinerek çığlıklar attılar. Bu sırada Şırak düşmana şu sözlerini söyledi:
- Kuyulardaki suyu içmeyiniz! Sakalar zehir koydular. Onlar yol boyunca otları da, tarladaki mahsulleri de yaktılar. Ben sizleri hiç kimesinin bilmediği gizli bir yoldan götüreceğim. Saka Ordusu’nun tam üstünden çıkacaksınız. Peşimden geliniz!
Yüzbinlerce Pers askeri Şırak’ın peşinden gittiler. Etrafta rüzgârla uçuşan kızıl kumlardan başka hiçbir şey görünmüyordu. Ağustosun müthiş sıcakları insanı yakıyordu. Su isteyen, boğazı kuruyup susayan askerler ve başından güneş geçip hastalanıp ölen, gömülmeden kalan Pers askerlerinin cesetlerinin sayısı sayılamayacak kadar çoktu.
İşte böylece Şırak Pers askerlerini yedi gün, yedi gece dolaştırıp sonsuz kumlara dolu çölün dipsiz saharasında içine sokmuştu.
Kar gibi yağan kum içinde yedi gün, yedi gece dolaşan ordusunun yarısını kaybeden Kral Darius artık fırtına ve kumun sonsuza kadar esiri olduğunu fark etti ve yanında gitmekte olan Saka gencine ateşli gözlerle kızgın bir şekilde baktı. Pers Ordusu kumandanı Ranasbat kılıcını yukarı kaldırdı ve Şırak’a yöneltti. Şırak ise büyük bir sevinç içinde tüm Pers askerleri duyacak bir şekilde bağırdı:
- Ben yendim! Biz yendik! Sakalar yendi! Artık sizler bu sonsuz kum çölünden hiçbir zaman çıkamayacaksınız. Hepiniz bu yabancı diyarda kalacaksınız. Gömülmeden kalacaksınız. Ben ise kendi ülkemde, kendi vatanımda öleceğim. Vatan için canım feda! Amacıma ulaştım. Artık beni öldürebilirsiniz. Ben ölümden korkmuyorum. Ben sizlerden korkmuyorum!
Şırak’ın ateşli sözlerine bundan fazla tahammül edemeyen Ranasbat kılıcını vurdu. Şırak vatan topraklarını kucaklayacak bir şekilde düştü (, ).

Alp Er Tunga Destanı

Bu destanda Saka hakanı Alp Er Tunga&#;nın İranlılarla yaptığı savaşlar anlatılır. Bu konudaki bilgiler, Firdevsi&#;nin Şehnamesine dayanmaktadır. Yusuf Has Hacip&#;in Kutadgu Bilig adlı yapıtında bu kahramanla ilgili beyitler bulunmaktadır. Kaşgarlı Mahmut&#;un Divan-ı Lügatit Türk adlı yapıtında da kahramanla ilgili sagu vardır. Alp Er Tunga Destanı&#;nın tümü elimiz­de yoktur.

Alp Er Tunga&#;nın hayatı savaşlarla geçmiştir. Uzun süre mücadele ettiği İranlı Medlerin hükümdarı Keyhusrev &#;in davetinde hile ile öldürülmüştür.

Alp Er Tonga; Asur kaynaklarında Maduva, Heredot&#;ta Madyes, İran ve İslâm kaynaklarında Efrasiyab adlarıyla anılmaktadır.

Orhun Yazıtlarında &#;Dokuz Oğuzlar&#; arasında &#;Er Tunga&#; adına yapılan &#;yuğ&#; merasiminden söz edilmektedir. Turfan şehrinin batısında bulunan &#;Bezegelik&#; mabedinin duvarında da Alp Er Tunga&#;nın kanlı resmi bulunmaktadır. &#;Divan ü Lügat-it Türk&#; ün yazarı Kaşgarlı Mahmud&#;a ve &#; Kutadgu Bilig&#; yazarı Yusuf Has Hacip&#;e göre &#;Alp Er Tunga&#; iran destanı &#;şehname&#; deki büyük ve efsanevî Turan hükümdarı &#;Efrasiyab&#;dır.

Firdevsî&#;nin Şehnamesi&#;nde uzunca bir yer verilen Afrâsyâb&#;ın aslında Alp Er Tunga olduğunu, Kutadgu Bilig&#;in şu mısralarından anlıyoruz:

Bu Türk beğlerinde adı belgülüg
Tunga Al Er irdi kutı belgülüg
Bedük bilgi birle öküş erdemi
Biliglig ukuşlug budun ködremi
Tajikler ayur ânı Afrâsyâb
Bu Afrâsyâb tutdı iller talab
Tajikler bitimiş bitigde mum
Bitigde yok erse kim ukgay ânı?

(Bu Türk beğleri içinde adı belli, kut&#;u belli Alp Er Tunga, büyük ve erdemli bir hükümdardır. Çok bilgili, meziyetli bir büyüktür. Tajikler (İranlılar) ona Afrâsyâb diyorlar. Bu Afrâsyâb, baskın ve yağmalarla illeri (dünyayı) tuttu. Tajikler bunu kitapta yazmışlar. Kitapta yok olsaydı bunu kim anlardı?)

Şecere-i Terakime&#;ye göre Selçuklu Sultanları kendilerini Efrasyab soyundan kabul ederlerdi. Rusların Yakut adını verdiği Türk gurup aslında kendilerine Saka dediklerini söylemişlerdir. Tarih içinde kaybolduğunu düşündüğümüz Saka Türklerinin az da olsa bir bölümünün bugün hayatiyetlerini sürdürmeleri pek çok meselenin yeniden araştırılarak doğruların ortaya çıkmasına yardımcı olabilecektir. Tarihçi Mesudî de M.S yüzyılın başındaki Köktürk hakanının &#;Efrasyab&#; soyundan olduğunu yazmaktadır.

Alp Er Tunga destanının metni bugüne ulaşamamıştır. Bir kısmından yukarıda bahsettiğimiz kaynaklarda bu değerli Saka hükümdarı ve kahramanı hakkında bilgiler ve bir de Alp Er Tunga sagusu (ağıtı) tespit edilmiştir:

Alp Er Tunga öldi mü?
Isız ajun kaldı mu?
Ödlek öçin aldı mu?
Emdi yürek yırtılur.

(Günümüz Türkçesi)

Alp Er Tunga Öldü mü
Dünya sahipsiz kaldı mı
Korkak öcünü aldı mı
Şimdi yürek yırtılır

Ödlek yarağı içine aldun mi?
Oğrun tuzağ uzattı
Begler begin azıttı
Kaçsa kah kurtulur?

Begler atın urgurup
Kadgu anı turgurup
Mengzi yüzi sargarup.
Korkum angar türtülür.

Uluşıp eren börleyü&#;
Yırtıp yaka urlayu
Sıkrıp üni yırlayu
Sığtap közi örtülür.

Könglüm için ötedi.
Yitmiş yaşıg kartadı
Kiçmiş ödig irtedi
Tün kün kiçip irtelür

Felek yarar gözetti
Gizli tuzak uzattı
Beylerbeyini kaptı
Kaçsa nasıl kurtulur

Erler kurt gibi uludular
Hıçkırıp yaka yırttılar
Acı seslerle bağırdılar
Ağlamaktan gözleri kapandı

Beğler atlarını yordular
Kaygı onları durdurdu
Benizleri yüzleri sarardı
Safran sürülmüş gibi oldular

Kutadgu Bilig&#;de &#;Alp Er Tunga&#; hakkında şu bilgi verilir: &#;Eğer dikkat edersen görürsün ki dünya beyleri arasında en iyileri Türk beyleridir. Bu Türk beyleri arasında adı meşhur ikbali açık olanı Tonga Alp Er idi. O yüksek bilgiye ve çok faziletlere sahip idi. Ne seçkin, ne yüksek, ne yiğit adam idi ; zaten âlemde ferasetli insan bu dünyaya hâkim olur&#;.

İranlılar ona Efrasiyap diyorlar; bu Efrasiyap akınlar hazırlayıp ülkeler zaptetmiştir. Dünyaya hâkim olmak ve onu idare etmek için pek çok fazilet, akıl ve bilgi gerekir. İranlılar bunu kitaba geçirmişlerdir. Kitapta olmasa onu kim tanırdı.&#; Bugünkü bilgilerimize göre Alp Er Tunga ile ilgili en geniş bilgi İran destanı şehname&#;de tesbit edilmiştir.

Ayrıca bakınız ⇓

İslamiyetten Önceki Türk Destanları

1. Yaratılış Destanı

2. Saka Destanları
a. Alp Er Tunga Destanı ( İ.Ö. 7. yy)
b. Şu Destanı ( İ.Ö. 4. yy)

3. Hun-Oğuz Destanları
a. Oğuz Kağan Destanı ( İ.Ö. 4. yy)
b. Attila Destanı

4. Göktürk Destanları
a. Bozkurt Destanı ( İ.Ö. 2. yy)
b. Ergenekon Destanı ( yy)

5. Siyenpi Destanı

6. Uygur Destanları
a. Türeyiş Destanı ( yy)
b. Göç Destanı ( yy)
c. Mani Dininin Kabulü Destanı

Eski Çağ Orta Asya&#;sında İran kökenli atlı-göçebe topluluk.

Saka kelimesi Ahamenişler döneminden sonra Eski Farsça&#;da kullanılmaya başladı. Yunanca&#;da Sakai olarak hitap edilen Sakalar ile İskitler&#;in aynı ülke olduklarına dair tezler mevcuttur fakat kesin kanıt bulunmamaktadır.

Tanrı Dağları ve Fergana Vadisi arasında yaşayan Sakaların Bir kısmı Akemenesilere itaat ederek Yunan-Pers savaşına da katılmışlardı. M.Ö yüzyılda Orta Asya&#;dan güneye inerek Bahtriya&#;yı yendikten sonra Hint yarımadasına girdiler.

Savaşlarda kullandıkları en önemli silah, savaş baltasıydı. Ayrıca ok, yay ve kılıç da kullanırlardı. İskit kalıntılarındaki at figürlerinin yoğunluğu dikkati çekmektedir.

İskit kurganlarında çıkan eserler, medeniyette ileri olduklarını göstermektedir. Heredota göre, &#;İskitler, çok medeni bir milletti. Gümüş işçiliğinde, dişçilikte ve çıkıkları sarmakta ustaydılar.&#;

İskit sanatında, hayvan üslubu önemli yer tutar. At, geyik, kuş motifleri ağırlıktadır.

Herodot&#;un yazdıklarına göre Yunanlılar, elbise teferruatlarını, gümüş ve altın at takımlarını İskitlerden öğrenmişlerdir.

Altın elbiseli adam, &#;da dönemin Kazakistan SSC&#;nin Almaata şehrinin 50 km.[1][2][3] ve Salagar Alüvyonlu toprağının 20 kilometre doğusunda[4],Garaj yapmak ve yolu düzlemek için yapılan çalışmalar sırasında tesadüfen seafoodplus.info Akişev başkanılığındaki Kazakistan Tarih, Etnografya ve Arkeoloji Enstitüsü&#;nün arkeolog ekibi tarafından incelenen Esik kurganı adlı İskitler[5] veya Sakalara ait[4][6]kurgandan çıkarılan binlerce altın parçadan oluşturulan zırh.[4] MÖ 5. yüzyıla ait olduğu[7], kurganın bulunduğu bölgedeyse MÖ seafoodplus.info&#;da Sakaların hüküm sürmüş olduğu gerekçesiyle[8], Altın Elbiseli Adam&#;ın, Saka prens veya prensesi olduğu düşünülmektedir[9] Isık Göl’e yakın Esik Çayı kıyısında Kazak arkeologları tarafından yapılan bir kurgan kazısında, M.Ö. IV. Yüzyıldan kaldığı tahmin edilen mezarda; çok kıymetli eserlerle, yaşlarında çok gösterişli kıyafetle gömülü bir genç (Alp) ortaya çıkarılmıştır. “Alp’in üzerindeki kıyafet, sağdan sola doğru kapanan ‘V’ yakalı kısa kaftan, dar süvari pantolonu, diz altında kalan kısa yumuşak çizmeden oluşmaktadır. Kaftan ve çizme üçgen biçiminde işlenmiş, küçük altın levhalar yan yana ve üst üste dikilerek adeta altın bir zırhla kaplanmıştır. Kıyafette kullanılan ipliğin altın olduğu ve altının eğrilerek iplik haline getirildiği anlaşılmaktadır. Belinde 16 büyük altın levha ile süslü kemeri, kını ve kabzası altın süslemeli bir kaması vardır. Elbisenin üzerindeki sayıları ’i bulan bütün diğer altın levhalar; at, kaplan, geyik, pars, kurt, dağ keçisi, aslan ve yırtıcı kuş figürleri ile işlenmiş olup, Kuzey ve Orta Asya maden sanatının gelişmiş bir üslubunu göstermektedir. Kurgandan çıkarılan bir de belli bir kısmı kırılmış gümüş bir kadeh vardı ki, bu kadeh diğer her şeyden daha fazla önem arz ediyordu. Kadehin üzerinde Göktürk harflerine benzeyen 24 harften oluşan bir metin yazılmıştı. Bazı araştırmacılar bu yazıyı “Khan Uya üç otuzı (da) yok boltı. Utugsi tozıltı.” yani “Tigin 23’ünde öldü. Esik halkının başı sağ olsun.” şeklinde okudular. Dolayısıyla, yazının Türkçe olduğunu ve kurganın da Türklere ait olduğunu savunmuşlardı.[10] Diğer yandan bu yazı, Göktürk alfabesinin M.Ö. IV. Yüzyılda da kullanıldığının en önemli kanıtıdır.”

Bunu beğen:

BeğenYükleniyor


nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir