iyi insanlar iyi atlara / İYİ İNSANLAR İYİ ATLARA BİNİP GİTTİLER

Iyi Insanlar Iyi Atlara

iyi insanlar iyi atlara

İyi İnsanlar iyi Atlara binip gitti

Üstad ne güzel söylemiş. İyi insanlar, bıraktıkları güzel isimleri ile bir bir hayata veda edip gidiyor. Tıpkı yıllar öncesinde ansızın hiç hesapsız kitapsız hayatıma girmesiyle bana çok değerli bir dost, hiç tanımadığım erkek kardeş duygusunu tattıran güzel insanın, arkasında dünya güzeli iki evlat, gözü yaşlı bir eş, yüreği yanık yaşlı bir ana, kardeş ve çok fazla sevenini üzüntüde bırakarak aniden aramızdan ayrılması gibi. Benim ve çok sayıda seveni için yeri doldurulamayan bir dost, bir kardeş, bana İslam dinini öğreten değerli bir öğretmen olmuştur, Yaşar Hocam. O’na Allah’tan rahmet diliyorum, mekanı cennet olsun… 
Her ne kadar gündemde tutmak istemesek de, ölüm hayatımızın bir parçası. Bizler onu unutsak da, o bizleri hiç unutmuyor; vakti gelince kapımızı çalıyor. Ölümden korkmak veya korkulacak bir şey gibi göstermek içimizde ki iman eksikliğinin bir gereği olsa gerek.. İnsanca ve islamca bir hayat sürmek ölümün korkulacak bir gerçek olmadığını anlamamızı gerekli kılar.. 
Üstad Necip Fazıl’ın dediği gibi; 
"Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?" 
Peygamberimiz (s.a.v) öldüğüne göre güzel bir şeydir. O dostu dosta kavuşturan bir köprüdür. İnsanlar ölüm ve ölüm sonrası hayatın mahiyetini bilmediği için hayatın bu dönüm noktasını soğuk ve itici buluyor. 
Cahit Sıtkı Tarancı "yaş otuz beş" şiirinde; 
…Neylersin ölüm herkesin başında. 
Uyudun uyanamadın olacak. 
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında? 
Bir namazlık saltanatın olacak, 
Taht misali o musalla taşında. 
Dizeleri ile ne güzel ifade etmiş ölümün zamanı belli olmayan bir anda hepimizin başına gelebileceğini, korkulacak bir şey olmadığını 
Ondan kaçamayız o bizi mutlaka gelir bulur. Yüce Allah “her nefis ölümü tadacaktır.”(Al-i İmran 3/) buyurarak yaratılan her canlının öleceğini açıkça bildirmektedir. 
Öyleyse kaçmak yerine yapılacak en akıllıca iş onu beklemek, giderken götüreceklerimizin hazırlığını yapmak olmalı. 
Yaşadığımız şu hayatın keşmekeş süsüne yalanlarına  kendimizi öylesine kaptırıyoruz ki, hiç ölmeyecek gibi kırıp dökmekten, ezip geçmekten çmonash.pw ki, aniden gelen bir ölüm haberi ile sarsılarak kendimize geliyoruz. Haber tam yüreğimizin bam teline bası veriyor.İşte o zaman anlıyoruz, kaygılarımızın, endişelerimizin gereksiz, her şeyimizle bağlandığımız bu dünyanın yalan , değişmez gerçeğin ise ölüm olduğunu… Bu gerçeği fark ettiren elbette ölüm. Bu durum bizim için  bir nimet olsa gerek. Kendimizi ölüme hazırlamamız adına, bütün gayretimizin insanlığın kurtuluşu , barış, refah, kardeşlik adına çalışmamız ,dünya hayatımızı bu anlamda şekillendirmemiz adına, gidenin bir daha geri dönmeyeceğini anlamamız adına sevdiklerimizi kırmamanın, üzmemenin, onları sağlığında ihmal etmememiz olduğunu anlamamız adına bir uyarımonash.pwruz ki giden bir daha geri dönmüyor. Tıpkı Yahya Kemal Beyatlı’nın "Sessiz Gemi" şiirinde; 
…Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler; 
Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler. 
Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden. 
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden 
Dizeleri ile  ifade ettiği gibi.. 

Sevdiklerinize zaman ayırın, onların kıymetini sağlığında bilin,aksi halde ölüm sizden önce davranabilir… 

Yusuf Alparslan Özdemir: İyi İnsanlar İyi Atlara Binip Gittiler

Kitaba mevzu bahis fotoğraf, Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un ‘Safahat’ının altıncı bölümü ‘Asım’ın yayınlanmasını kutlama amacıyla Midhat Cemal Kuntay’ın meşhur Mısır apartmanında verdiği bir davette çekilmiş. Aynı zamanda Mehmet Akif’in yakın dostu olan Kuntay’ın unutulmaz Mehmet Akif monografisine de sıkça göndermelerde bulunan bir kitap, ‘ Bir Fotoğrafın Uzun Hikayesi’. Kitapta hem o günkü davete katılan dönemin ünlü ve saygın isimleri, hem de davette konuşulan konuların muhatabı kişiler, dikkatleri cezbedici hususiyetler ve hatıralar eşliğinde anlatılmış. Burada bir parantez açmalıyım, zira Beşir Bey, Midhat Cemal’in bazı aktarımlarının yanlış ya da hatalı olduğunu, bu konuda dikkatli olunmasını salık veriyor.
Davette çekilen fotoğraflarda her ne kadar merkezde Abdülhak Hamid Tarhan görünse de muhabbet akışı Mehmet Akif Ersoy odaklıdır. O gün kimler vardır? Davet sahibi Midhat Cemal Kuntay, Abdülhak Hamit Tarhan, Samipaşazade Sezayi Bey, Süleyman Nazif, Faruk Nafiz Çamlıbel…
Topluluk içinde kendine has müstesna ve mütevazı bir portre çizen Akif, Asım’dan parçalar okunması isteğini usta manevralarla geçiştirir ,dikkatleri genç şair Faruk Nafiz üzerine yöneltir. Mehmet Akif’in, dönemin ses getiren romanı Sergüzeşt romanı müellifi Samipaşazade Sezai’yi, Sezai Bey’in de Safahat’ı okumamış olması başlarda tedirgin bir havaya sebebiyet verse de, davetlilerin hararetli bir şekilde o günlerin edebiyat ortamını mülâhaza etmeleri havayı değiştirir. Herkesin büyük saygı duyduğu, övdüğü isim ise şair-i azam Abdülhak Hamid Tarhan’dır. 
Kitapta davetin genel bir portresi aktarıldıktan sonra bu önemli edebiyatçılarımızın edebi kişiliklerine, düşüncelerine ve dedikodulara odaklanır. Tarhan, Ersoy, Sezai, Kuntay, Şehabeddin gibi kalemler olumlu ve olumsuz yönleriyle, kulis çekiştirmeleri sosuyla okuyucuya aktarılır. 
Tarhan’ın şiirde eskide kalmış ve kendini pek yenileyememiş tarzı, Şehabeddin’in Milli Mücadeleye olumsuz bakışı ve bu minvaldeki net tavrı, Kuntay’ın lükse ve şatafata düşkünlüğü, bitmek bilmeyen maddi sıkıntılar… yer yer mizahi, yer yer düşündürücü detaylarla okura ulaşır.
‘ Bir Fotoğrafın Uzun Hikayesi’nde belki de en etkileyici kısımlar bu büyük aydınların edebi istirahatgâhlarına uğurlandığı satırlar. Misal; çapkınlığı ve bohem yaşamı, kadınları etkilemedeki hüneriyle bilinen Tarhan’ın son zamanlarını sefalet içinde geçirmesi, devletin bağladığı maaşla ayakta kalmaya çalışması, ediplerimizin o günlerdeki pür-ü melâlini ortaya koyan bir detay. Yahut, Elhan-ı Şita gibi muazzam bir kar şiirinin büyük şairi Cenab Şehabeddin’in cenazesinin defin gününde yoğun kar yağışı nedeniyle hasta ve yorgun bazı dostlarının çok istedikleri halde cenaze merasimine katılamayışları…Kitaptaki pek çok hüzünlü anekdottan birkaçını daha daha aktarayım müsaadenizle… Eşinin ölümüyle adeta hayata küsen ve on yıl boyunca eşinin odasına giremeyen Kuntay, sekâret günlerinde eşinin yatağına yatar ve son nefesini verir. Yaşamı boyunca maddi ve manevi sıkıntılar çeken, devletin kendini adım adım takip ettirmesine içerleyen ve Mısır’da uzunca bir süre yaşamak zorunda kalan Akif, en zor günlerinde Said Halim ve Abbas Halim Paşaların yakın ilgisini ve desteğini görür. Mısır’da vefat eder, cenazesinin yurda getirilişi ve sahipsiz sanılan tabutuna üniversite öğrencilerinin sahip çıkışı bugün bile hatırımıza geldikçe bizi kahreden bir başka detay kitapta.
Edebiyatımızın bir dönemine damga vurmuş önemli ve saygın ediplerimizin, edebiyat tarihi kitaplarına pek yansımayan ilginç hususiyetlerini yer yer gülümseyerek, yer yer gözyaşları içinde okuyacağınız ‘ Bir Fotoğrafın Uzun Hikayesi’ni meraklılarına hararetle öneririm.

Bu haber toplam defa okunmuştur

O güzel atlara binip giden iyi insanlar acaba dönerler mi?..

Yayınlanma: 07 Nisan

“Tıp fakültesini yeni bitirmiş, pratisyen hekim olarak ilk görev yaptığım yere, Konya'ya bağlı bir beldenin sağlık ocağına gitmiştim. Gençtim, bekardım. Küçük bir beldeydi gittiğim yer. İlk gece bir eve misafir olmuştum. Tren istasyonunun hemen yanında bir evdi&#;

★★★

Akşam yemeğinden sonra çaylarımız gelmiş, sohbetler edilmişti.

Üzerimde yol yorgunluğu, geldiğim yeni yerin yabancılığı vardı.

Saatler ilerliyor, ağır bir uyku beni içine çekiyordu.

Ev sahibine bir şey de diyemiyordum.

Bir müddet daha geçti, yine bir hareket yoktu.

Evin büyüğü olan Hacı anneye sıkılarak:

‘Anneciğim, sizin buralarda kaçta yatılıyor?” dedim.

Hacı anne ‘Evladım treni bekliyoruz. Az sonra tren gelecek, onu bekliyoruz' dedi.

Merak ettim, tekrar sordum:

‘Trenden sizin bir yakınınız mı inecek?..'

Hacı anne ‘Hayır evladım, beklediğimiz trende bir tanıdığımız yok. Ancak burası uzak bir yer. Trenden buraların yabancısı birileri inebilir. Bu saatte yakınlarda, ışığı yanan bir ev bulmazsa, sokakta kalır. Buraların yabancısı biri geldiğinde, ‘ışığı yanan bir ev' bulsun diye bekliyoruz!..' dedi.

★★★

Konya Ovası'nda ya da Türkiye'nin başka bir yerinde, trenden inen yabancılar için “ışığı yanan evler” ve o evlerin konuksever insanları acaba hâlâ duruyorlar mıdır?

Yabancılar, yorgun bedenlerini yün yataklarda dinlendirmeye devam ediyorlar mıdır?

Aç bir köpeğin önüne bir kap yemek bırakan yüce vicdanlı kadınlar yaşıyorlar mıdır?..

★★★

Bizler, trenden inen bir yabancı sokakta kalmasın diye uykusunu feda eden, evini açan güzel insanların kurdukları bir medeniyetin yetimleriyiz.

Yaşar Kemal'in unutulmaz deyişiyle, “Güzel atlara binip giden iyi insanların” doldurulmamış boşluklarında savrulup duran yoksullarız&#;”

★★★

Onları ne yıldırdı da bir daha dönmemek üzere, sessiz sedasız gittiler?

Ey yalnız ve güzel yurdumuzu bırakıp gitmek zorunda kalan ama onun hasretiyle yanıp tutuşan iyi insanlar, kalpleri tertemiz gençler!..

Türkiye her şeyin çok güzel olacağını umduğumuz bir bahara doğru koşuyor&#;

Vatan, ana bağrının sıcaklığıyla kollarını açmış sizi kucaklamaya hazırlanıyor.

Dönün, gelin, yetim bıraktığınız medeniyeti yeniden sahiplenin ve bizi biz yapan değerlerimize hayat verin&#;

(Not: Bu yazıyı Prof. Dr. Saffet Solak'ın anılarından esinlenerek kaleme aldım.)

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır