iskan politikası / İskân politikası - Vikipedi

Iskan Politikası

iskan politikası

kaynağı değiştir]

  1. İskân politikası, ilk olarak Hayrabolu adlı şehirde uygulanmıştır.
  2. İskân politikasını ilk olarak uygulayan padişah Orhan Bey'dir.
  3. İskân politikasını düzenli olarak uygulayan padişah I. Murad'dır.

Kaynakça[değiştir

İskan Politikası Nedir, Faydaları Ve Sonuçları Nelerdir? Osmanlı'da İskan Politikası Hakkında Bilgiler…

Haberin Devamı

İskan Politikasının Faydaları

 İskan politikasının faydaları çok fazladır. Bu faydaları genel olarak sıralayacak olursak;

  1. İskan politikası uygulanan toprak kalıcı olmak kaydıyla ele geçirilmiş olur.
  2. İskan edilen yere yerleştirilen halk sayesinde kültür korunmuş olur.
  3. Devletin sınırları genişler.
  4. Ekonomik anlamda olumlu bir katkı sağlanır. 
  5. Devletin toprak bütünlüğü korunmuş ve güvene alınmış olur. 

İskan Politikasının Sonuçları

 İskan politikasının askeri, ekonomik, kültürel ve siyasi sonuçları olmuştur.

 Askeri Alandaki Sonuçları: Osmanlı'nın Avrupa'da yapacağı seferler için üsler yapılmış oldu. Ayrıca ordu için devşirme askerler yetişmiş oldu. 

 Kültürel Alandaki Sonuçları: Türk kültürü yaşatılarak iskan edilen birçok yere cami, hamam, medrese ve han gibi yapılar inşa edilmiştir.

 Ekonomik Alandaki Sonuçları: Ticaret ve tarım gelişerek ekonomiye olumlu bir katkı sağlanmıştır.

 Siyasi Sonuçları: Yapılan fetihlerin başarılı olduğu görüldü ve yeni yapılacak fetihlere önemli bir zemin hazırlanması sağlammış oldu. 

Osmanlı'da İskan Politikası Hakkındaki Genel Bilgiler

 Osmanlı Devleti'nin iskan politikası genel olarak Rumeli’ye yerleştirme amacında olmuştur. Türkmen aşiretlerin bu bölgelere yerleştirilmesi ile kültür önemli derecede korunmuştur. Ayrıca huzur ve güven ortamının sağlanması amaçlanmıştır. 

 Tabi her padişah farklı bir İskan politikası uygulamaya çalışmıştır. İyi ve başarılı neticeler alınsa da zaman zaman olumsuz sonuçların ortaya çıktığı da görülmüştür. 

kaynağı değiştir]

Fethedilen yerlere cami, çeşme, yol, köprü, medrese, hastane gibi yapılar inşa edilerek bölgeye Türk-İslam kimliği kazandırılmıştır.Fethedilen bölgelere Anadolu'dan göç ettirilen Türkler yerleştirilmiştir. Osmanlı Devleti, fethedilen yerdeki yerel halka hoşgörülü davranmış, inançlarına saygı göstermiş ve onların Osmanlı'ya bağlılıklarını sağlamıştır. Fethedilen yerlerin siyasal, askerî ve sosyal yönden güvenliğini sağlamıştır. Yapılacak olan fetihlerin devam etmesini sağlamıştır. Daha düzenli ve yerleşik bir düzen oluşturmuştur.[4] Rumeli’ye göç edenlerin, Anadolu’ya tekrar geri dönmemelerini sağlamıştır.

Sonuçları[değiştir

Osmanlılarda iskân politikası planlı, sınırları ve hedefleri belirlenmiş bir yerleşim stratejisi olup fiziki yapı, iklim, ekonomi,siyaset, nüfus, güvenlik, ulaşım gibi birçok konu ile ilintilidir. 

Anadolu’nun fethi ile başlayan iskân faaliyetleri ve metodu benzer şekilde Osmanlı iskân politikasının da temelini oluşturmuştur. Kuruluş döneminde gerçekleştirilen planlı fetih stratejisi ile genişleyen Osmanlı topraklarına içlerinde tüccar, esnaf, çiftçi, asker, âlim, derviş, konar-göçer gibi zümrelerin yer aldığı yoğun ve sürekli bir nüfus akışı yaşanmıştır. Bu yoğun nüfus zümreleri fethedilen bölgelerin ihtiyaçlarına göre iskân edilmiştir. Osmanlı topraklarına süregelen yeni göçler nedeniyle oluşan nüfus baskısı Rumeli’ye geçişle birlikte iskân politikasında yeni bir merhalenin başlamasına sebep olmuştur. Bu doğrultuda Rumeli’ye aktarılan nüfus vasıtasıyla şenlendirme politikası çerçevesinde yeni yerleşmeler kurularak iskân alanları oluşturulmuştur. Dolayısıyla Osmanlı fetih politikası iskân politikası ile birlikte yürütülmüştür.

Uygulanan iskân politikası ile boş alanların yerleşime açılması, vergi gelirlerinin artırılması, üretim sürekliliğinin sağlanması, sefer lojistiğinin güçlendirilmesi, güvenliğin tesisi ve en önemlisi de demografik dengenin sağlanarak fethedilen bölgelerin Türkleşme ve İslâmlaşması amaçlanmıştır. Bütün bunlar mekânın işgali değil, fetihler yoluyla Anadolu’da başlayan vatan edinme anlayışının yeni ele geçirilen topraklara yansıması manasına gelir. Balkanlarda fetih sonrası kurulan yeni iskân alanlarına verilen isimler, Balkan coğrafyasının Türkleşme sürecine dair önemli ipuçları vermektedir. Bu doğrultuda Birgi, Saruhanlı, Germiyanlu, Karesilü, Salurlu, Döğerlü, Eymürlü ve benzeri yer adları göçle gelen nüfusun geldiği bölge ya da bağlı olduğu aşireti gösterir niteliktedir. Şehir ya da bölge isimli yerleşme adlarının adı geçen yerden gelenler tarafından kurulduğuna dair en güzel örnek Aksaray’dan getirilenlerce kurulan İstanbul’daki Aksaray mahallesidir. 

Gerek Selçuklu gerekse Osmanlı Devletlerinde Anadolu ve Rumeli’nin Türkleşmesi ve İslâmlaşması noktasında önemli görevler icra ettiği görülen tekke ve zaviyeler özellikle harap ve ıssız bölgelerde kurularak bu bölgelerin iskânına katkıda bulunmuşlardır. Selçuklu döneminden itibaren Dobruca bölgesinde Sarı Saltuk ile başlayan süreç Osmanlı döneminde de Kızıl Deli Sultan (ö. 1412), Otman Baba (ö. 1478), Kılıç Baba, Musa Baba gibi tasavvuf erbabıyla sürmüştür. Bu gibi dervişler, fetih öncesi yerleştikleri bölgelerde kurdukları tekkeler vasıtasıyla istihbarat ve hazırlık görevi icra ederken, fetih sonrası da Osmanlı ordularının ilerleyişini kolaylaştırmışlardır. İlk iskân çekirdeği niteliğindeki tekke ve zaviyeler kuruldukları bölgedeki toprakları işleyerek devlete gelir sağlamak, asayişi, han ve kervansarayların bulunmadığı yerlerde tüccar ve yolcuların konaklama ve güvenliğini, bölgeye göç eden Türk nüfusun sevk ve idaresini temin etmek gibi hizmetler üstlenmişlerdir.

Osmanlı iskân politikasının desteklenmesinde vakıfların önemli rol oynadığı anlaşılmaktadır. İskâna açılmak istenen bölgelerde vakıflar eliyle oluşturulan sosyal ve ekonomik temelli binalar (cami, medrese, köprü, han, hamam vs.) zamanla etraflarında yeni yerleşim alanlarının oluşumunu sağlamışlar, hatta şehirleşmeye de büyük katkı yapmışlardır. Vakıfların yanı sıra mülk/temlik sistemi de iskân politikasını destekleyen bir diğer unsurdur. Temlik, bir hükümdarın mîrî araziden veya şahıslardan devlete intikal eden arazi ve binalardan bazı yerleri devlete hizmet etmiş kimselere mülk şeklinde tahsis etmesidir. Bu şekilde verilen belgeye de temliknâme denilir. Selçuklulardan Osmanlıya intikal eden bu yöntem doğrultusunda Balkanların fetih sürecinde Lala Şahin (ö. 1386), Timurtaş, Mihaloğulları, Evranos Bey (ö. 1417) başta olmak üzere pek çok kişiye devlet tarafından temliknâme verilmiştir. Bu kişiler kendilerine temlik edilen yerleri iskâna açarak yerleşmeyi teşvik etmişlerdir. Osmanlı iskân politikasını destekleyen bir başka unsur da “istimalet politikası”dır. Osmanlı Devleti uyguladığı meylettirme anlamındaki istimalet (hoşgörü) politikası ile fethedilen bölgelerdeki gayrimüslim halkın yerlerini terk etmesinin önüne geçmiş ve bu çerçevede uygulanan dini serbestiyet, can ve mal güvenliği, vergi muafiyeti ile askeri ve idari sistemin içerisine katılmalarını sağlamıştır.

Göç olgusu ise iskân sisteminin en mühim unsurudur. Osmanlı tarihinde özellikle batıya yönelen sürekli bir nüfus hareketliliğinden söz etmek mümkündür. Başlangıçta iskân politikası için gerekli nüfus devletin teşvikiyle gönüllü göçler vasıtasıyla karşılanmıştır. Ancak hem Balkanlar hem de Anadolu’da toprakların genişlemesi nüfusun her iki coğrafya için dağılımında farklı uygulamaların devreye girmesine neden olmuştur. Bu yeni süreçte gönüllülüğün ötesinde zorunlu göç/sürgün uygulamasına da başvurulmuştur. Sürgün politikası sadece Anadolu’dan Rumeli’ye değil Rumeli’den Anadolu’ya da uygulanmıştır. Bu şekilde hem yaşanabilecek problemlerin önüne geçilmiş hem de nüfus konusunda denge sağlanmıştır. Anadolu’dan Balkanlara yönelik sürgün uygulamasında daha ziyade bulundukları bölgede problem teşkil eden konar-göçerler tercih edilmiştir. Örneğin 1390 yılında Osmanlı topraklarına katılan Saruhan bölgesinde tuz yasağına uymayan aşiretler sürgün yoluyla Filibe’ye nakledilmiştir. Balkanlarda “Evlad-ı fatihan” olarak nitelendirilen konar-göçerler geldikleri bölgelerin iskânında önemli rol oynamışlardır. Konar-göçerlerin sürgün yoluyla iskânı sadece Balkanlara has bir uygulama değildir. Kıbrıs’ın 1571 yılında fethi sonrası gönüllü göçlerin teşvik edilmesi yanında problem çıkaran aşiretlerden de sürgün yoluyla adada iskân gerçekleştirilmiştir. Sürgün edilenlerin bölgede kalıcılığını sağlamak için önlemler alan devlet bu kişilere çeşitli muafiyetler ve haklar tanımıştır.

Osmanlı devletinin kuruluş dönemi ve sonrasında toprakların genişlemesiyle doğru orantılı olarak “dışa dönük” bir iskân politikası izlenmiştir. 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren iç ve dış dinamikler sebebiyle Osmanlı Devleti’nde yaşanan sosyal, ekonomik, idari, askeri ve benzeri problemler Osmanlı iskân politikasında yeni bir sürecin başlamasına neden olmuştur. 16. yüzyılın sonlarında şiddetlenen ve “büyük kaçgunluk” olarak zikredilen Celali isyanlarının da etkisiyle meskun mahallerini terk edenler, daha güvenli hissettikleri kalabalık köylere, kasabalara, şehirlere göç etmişlerdir. 16. yüzyılda Anadolu’da var olan köylerin bölgeye göre değişmekle birlikte yaklaşık %60’ının günümüzde mevcut olmaması durumu net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu devrede dinamizmini kaybeden ve eskisi gibi çok fazla yeni topraklar elde edemeyen devlet farklı bir yol izleyerek Anadolu’da boşalan yerleşmelere yönelik “içe dönük” bir iskân politikası uygulamaya başlamıştır. Anadolu’da terk edilerek harap hâle gelen yerleşmelerin tekrar ihyası amacıyla konar-göçerlerin iskânı konusunda çalışmalar yapılmıştır. Bu çerçevede 1690 yılı sonrasında Suriye ve Anadolu’da bulunan aşiretler yerleşik hayata geçirilmeye çalışılmıştır. 17. ve 18. yüzyılda konar-göçerlerin boş ve harap hâldeki bölgelere yerleştirilerek iskân edilme çabaları 19. yüzyılda da sürmüştür. 1865 yılında oluşturulan ve Fırka-i Islahiye adı verilen askeri güç vasıtasıyla altı ay gibi kısa bir sürede özellikle Çukurova bölgesi ve çevresinde devlet kontrolüne karşı gelen konar-göçerler kontrol altına alınarak iskân edilmiş ve verimli ziraat alanları için ihtiyaç duyulan insan gücü açığı kapatılmaya çalışılmıştır.

1699 Karlofça Antlaşması ile başlayan ve İmparatorluğun yıkılışına kadar süren toprak kayıpları nedeniyle Anadolu’ya doğru tersine bir göç yaşanmıştır. Bu durum Anadolu’ya gelen göçmenlerin iskân edilmesine yönelik yeni politikaların üretilmesini mecburi kılmıştır. İlk olarak 1860 yılında kurulan Muhacir Komisyonu, değişik dönemlerde farklı isimlendirmeler alsa da Cumhuriyete kadar görevini sürdürmüştür. Muhacir Komisyonları dikkatli planlamalar yaparak yeni gelen göçmenlerin Anadolu’nun muhtelif bölgelerine yerleşmelerini sağlamıştır. 1. Dünya Savaşı yıllarında parçalanmanın eşiğine gelen Osmanlılar, “Tehcir Kanunu” çıkartarak büyük çaplı yeni bir içe dönük göç politikasını devreye sokmuşlardır.

Osmanlı iskân politikası fetihler ile yürütülen planlı, sınırları ve hedefleri belirlenmiş bir yerleşim stratejisidir. Kuruluş döneminden itibaren genişleyen sınırlar ile birlikte tekkeler, zaviyeler, vakıflar, temlikler, gönüllü göçler ve sürgünler gibi olgularla “dışa dönük” izlenen iskân politikası, devlette yaşanan buhranlar ve toprak kayıplarına bağlı olarak küçülen coğrafyaya uygun bir şekilde değişime uğramış ve 17. yüzyıldan itibaren “içe dönük” bir nitelik kazanmıştır. 14. yüzyıl itibari ile başlayan iskân süreci, zaman içerisinde nicel ve nitel değişikliklere uğrayarak 20. yüzyılda yine Anadolu’da noktalanmıştır.

Alpaslan Demir

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır