varoluş özden önce gelir ne demek / Varoluş - Vikipedi

Varoluş Özden Önce Gelir Ne Demek

varoluş özden önce gelir ne demek

Varoluş özden önce gelir

Oya Tekin isimli MB yazarının Bilerek Engelli Çocuğa Sahip Olur muydunz? başlıklı yazına atfen:

Varoluşçuluğun ünlü bir vecizesi vardır: Varoluş özden önce gelir diye. Çoğu insan bu dünyadaki varlığını sorgularken, ben niye varım, bu dünyada olmamın bir nedeni olmalı gibi sorular sorar, hatta bazı sanatçılar abartarak, bu dünyaya ‘gönderildiklerini’ düşünürler. Oysa, ben dediğimiz şey, insan varlığı olarak doğduktan sonra belli bir yaşam sonucunda kazandığımız bir şeydir. Doğan biz değiliz, doğduktan sonra biz oluruz. Bir insan doğar onun ben duygusu yoktur, o insanoğlu denen türün bir yeni üyesidir. Bu yaşadıkça bir ben kazanır. Dolayısıyla, ben dediğimiz her türlü sorgulama aslında dünya içinde olmalıdır. Benimize yönelik, misyonlar, görevler, ya da kerametler düşüncesi sanaldır.

Bir bebeğin gebelik sırasında sağlığına ilişkin tesbitler yapılabiliyor artık. Bunun getirdiği tıbbi etik değerlendirmeler oluşuyor. Aslında bu sıkıntıları daha ileri boyutlara da götürebiliriz. Mesela tıp, çok daha önceki aşamalarda da bazı sağlık sorunlarını tespit edebiliyor, kaliteli spermlerle kalitesiz spermleri ayırabiliyor. Şimdi, aynı soruyu orda da sorabiliriz. Bu ayrımı yapmalı mıyız? Eğer bu soru sorulabiliyorsa, daha ileriki aşamalardaki sorudan farklı mıdır?

Şuanki kanunlara göre böyle bir fark var. Bildiğim kadarıyla 3 aydan sonra kürtaj yasak. Daha ileriki aylarda ise bebek, yaşayan bir insanmış gibi görülüyor. Tıbbi olarak, kalbinin oluşması gibi aşamalar bu zamanlara temel oluyor.

Bu zaman meselesini daha da ileri götürebiliriz. Diyelim bebek doğdu ve engelli olduğu o zaman anlaşıldı.

Bu üç aşamada da aynı soru sorulabilir. Engelli olacak şekilde sağlık sorunu olduğu tespit edilen insan oluşumlarını engelleme hakkı var mıdır, varsa bu hakkı nasıl temellendirebiliriz.

Bu durumu daha da ileri götürebiliriz. Sonuçta erkek ve kadının sperm ve yumurta üretimi büyük çoğunlukla insan yaratmak için bir araya gelmiyor. Onlar da tek başlarına bile olsa, insan oluşumunun kaynakları olduğu için belli bir sınırlama konulamaz mı?

Neden olmasın? Neyin önemli ve değerli olduğuna biz karar veriyoruz. Sonuçta bunlar insanın kararları. Ne var ki, bu son durum için böyle bir sınırlama koyamazdık, çünkü, bunlar insanın neredeyse günlük döngüleri. İnsanın iradesinin dışındaki şeyler. O yüzden karar verip de uygulanacak bir şey değil.

Bu yazdıklarımla demek istediğim aslında, bir süreç var. Bu sürecin başında günlük olarak tükettiğimiz döngüsel potansiyellerimiz var. Sürecin diğer ucunda ise, doğmuş bebek var. Bütün bunlar aslında sadece derece farkları olarak birbirlerinden ayrılar. Yoksa, nitelik olarak hepsi insan oluşumun aşamaları. O yüzden birbirlerinden daha fazla önemli değiller. Baştaki ben meselesinden bahsetmem, bu aşamalarda, insanın henüz maddi bir varlık olduğunu, aynı zamanda tinsel bir varlık olmadığını anlatmaktı.

Bütün bunlardan çıkacak sonuç: Sağlık sorunları nedeniyle insan oluşumunun maddesel varlık aşamalarında, yaşama devam etmesi ya da etmemesi konusunda karar alınmalıdır.

Alınabilir değil, alınmalıdır. Maddi varlık, ben acısını çekmez. Ben acısı tinsel varlığın durumudur. Bu kararı kimler almalı? İlke şu olabilir: Varolan sağlık sorunu, o bedende gelişecek olan bireye, bene ve ailesine temel olarak mutsuzluk verecek ise. Bunun standartlaştırabilecek ölçülerini koymakta bir uzmanlaşma oluşturulabilir.

Tabiki, bunda tam bir standartlaşma sözkonusu olamaz, çünkü her durumun biricik yanları olacaktır. Ayrıca, rahatsızlığın ilerde tedavi edilebilecek oluşunu da kimse tam olarak bilemez. Aynı şekilde, varolan sağlık sorununun, yine, kime ne ölçüde mutsuzluk vereceği de bilinemez. Burada daha çok, her bir tek durumun incelenerek karar alınmasıdır.

Sonradan engellilerin durumu ise tamamen konu dışıdır ve hayatta onlara pozitif ayrımcılık yapılmalıdır. Çünkü, deminki bahsettiğimiz, insan varlığının oluşumu aşamasında da, bu durumda da, amaç insanın kaliteli yaşam yaşaması ve mutluluğudur.

Biz her ne kadar, hep, ben duygusu içinde yaşasak da, ölüm bu yüzden, bize inanılmaz derecede kabul edilemez gelse de, aslında insanoğluna ait doğanın kendi varlığının oluşunun parçalarıyız. İnsanoğlu dediğimiz şey, başka oluşlarla birlikte tek bir oluşa bağlanıyor; neyse o olan oluşa. Bu oluşa bağlı insanoğlunun oluşunda kimin kim olduğu önemli değil, (ki zaten buna sonradan kazanılan bir şey dedik) önemli olan kendini yeniden üretmesi, oluşunu sürdürmesi.

 

Alm. Existenzialismus, Fr. existentialisme, İng. existentialism

Varoluşçu felsefe düşüncesini temel olarak alan bütün düşünsel uğraşılara verilen ad.

Başlıca temsilcileri: Jean Paul Sartre, Albert Camus, Merlaeu-Ponty, Simone de Beauvoir, Gabriel Marcel, Martin Heidegger ve Karl Jaspers'dir.

Fransa'da bir felsefe - edebiyat akımı olarak biçim almıştır. J. P. Sartre'a göre; varoluş özden önce gelir ve her bir kimseye bir öz kazandırmayı sağlayacak özgürlükle özdeştir; insan ne ise o değildir, ne olmuşsa odur. İnsan kendini kendi yapar, daha önce kazandığı bazı belirlenimlerin elverdiği ölçüde kendine biçim verir, kendini oluşturur.

Martin Heidegger Heidegger'e göre "İnsanın özü varoluşundadır." yani "dünyada-olma"sındadır. Yalnızca insan "gerçek varoluş"tur. Çünkü yalnız insan var olanın (kendisinin) sınırlarını aşıp varlığa adım atabilir. Yalnız insan var olan olarak kalmaz, kendini var olan olarak anlayabilir: bütün öteki şeyleri anlayabilmesinin temeli de budur. Böyle olunca varlıkbilim bütün öteki bilimlerin dayanağıdır; Heidegger ağırlık merkezi ahlak felsefesi ve insanbilim ile ilgili sorunlar olan her varoluşçu felsefenin karşısına bilinçli olarak bir varoluşçu varlıkbilim koymak ister; böylece varlığı var-oluşta arayarak felsefenin temel sorunu olan varlık felsefesine dönmüş olur. Varlığın (Sein) araştırılması gereken yer varoluştur (Existenz). İnsanın özü varoluşunda olduğuna göre, varoluştan kalkarak varlık sorusu yeniden düzenlenmelidir.

Karl JaspersJaspers, her varlıkbilimde, varoluşsal olanın bir katılaşması ve yozlaşması tehlikesini görür; onun yöntemi varoluşu açma, aydınlığa çıkarma (varoluş aydınlanması) yöntemidir; ama, kendi felsefesinin salt bir varoluş felsefesi olduğunu ileri sürmekle birlikte, kendisi de bilincin ötesine geçen bir fizikötesine yönelişiyle varoluş felsefesinin dışına çıkar.

 * * *


"Varoluşçuluk deyimi ilk kez yılında kullanılmıştır. Varoluşçuluk "ben"le "varoluş"un ayrılmazlığı düşüncesinden yola çıkar. Bunu yaparken de gizemci bir filozof olan Kierkegard’ı temel alır. Bu düşünüre göre insan tanrı ve ne etse önleyemeyeceği ölümsel hiçlik karşısında tirtir titreyen zavallı bir yalnız yaratıktır. Tanrı korkusu veya ölüm korkusu ile titreyen bu insan ne olduğunu bilmiyor, sadece varolduğunu biliyor. Demek ki ben’le varoluş özdeştir. Öyleyse bu bensel varoluş sorunu ölümsel hiçlik karşısında nasıl konulmalıdır?

Varoluşçuların (özellikle yılları arasında yaşayan 68 Kuşağının fikir babası Jean-Paul Sartre’ın) bu soruya yanıtı özetle şöyledir: İnsan özünü kendi yaratır, özünü kendi yaratan tek nesne insandır. İnsandan başka her nesnede yapış varoluştan önce gelir. Önce varolup sonra kendini yaratan sadece insandır. Yalnız insandır ki önce varlaşır, sonra özünü yaratır; nasıl olacağını, neye yarayacağını kendisi çizer. İnsan varolmadan önce tanımlanamaz, çünkü varolmadan önce hiçbir şey değildir. Ancak varolduktan sonra bir şey olacaktır, hem de kendisini nasıl yaparsa öyle olacaktır. Yani insan insanlığını kendi yapar. Demek ki bu yapış keyfe bağlı bir yapıştır.Öyleyse bu keyifsel özgürlük de ölümün ötesindeki hiçlik karşısında boşuna bir çabalamadan ibarettir. Ama varoluşçular böyle demiyorlar elbet. Descartes’ın düşünüyorum, öyleyse varım denilen cogito’sundan yola çıktıklarını söylüyorlar. Onlara göre bilincin kendiliğinden ulaştığı mutlak gerçek sadece budur. Herhangi bir gerçeğin olabilmesi içinse ortada mutlak bir gerçeğin bulunması gerekir. Bu gerçek, insanın bir aracıya başvurmaksızın kendini anlaması, özünü bilmesi gerçeğidir. İnsan, bu gerçekle, kendinden başkalarına da varmaktadır. İnsan, kendi gerçeklerine varabilmek için başkalarının içinden geçecektir. Başkaları, insanın hem varolması, hem de kendini bilmesi için gereklidir. Oysa gene de kendini yapan sadece insanın kendisidir. Başkalarının içinden geçmesi yaptığını değerlendirmek içindir.

Yani insan geleceğe doğru bir atılıştır, bir gelecek bilincine varıştır, kendini yaşayan bir tasarıdır. İnsan özünü kendi yaratır: dünyaya atılarak, orada acı çekerek, savaşarak… İnsan sorumludur. Varlık özden önce geldiğine göre, insan ne olduğundan veya olmadığından sorumludur. Özünü kendisi tasarladığına göre sorumluluğunu da omuzlarına yüklenmesi gerekir. Hem, bu sorumluluğu sadece kendisine karşı değildir, bütün insanlara karşıdır. Çünkü insan kendisini seçerken bütün insanları da seçmiş olur, olmak istediğini yaratırken herkesin nasıl olması gerektiğini de tasarlar. Yeşil güzeldir derken yeşilin bütün sorumluluğunu da yüklenir. İnsanın sorumluluğu bütün çağına yayılır, bütün evreni kucaklar. Bu sorumluluk korkunç bir sorumluluktur, uçsuz bucaksızdır. İnsan bu sorumluluğun bütün yükünü omuzlarında taşımakla insanlaşır. İnsan kendini seçerken bütün insanları seçtiği gibi, bütün insanları seçerken de kendini seçer, kendine karşı sorumlu olunca bütün insanlara karşı da sorumlu olur. Bunaltı sorumluluğunu duymaktır. Öyleyse insan bunaltıdır. Sorumluluklarını maskeleyen bu bunaltıyı azaltabilirler, gene de içleri rahat değildir. Çoğu kimseler yaptıklarının yalnız kendilerini bağladığına, yalnız kendilerini sorumlu kıldığına kendilerini inandırmaya çalışırlar, gene de bir türlü rahat edemezler. Çünkü sorumluluk da, bunaltı da insanın insanlığından gelmektedir, edimlerinin sonucudur. Bunaltı insanı eylemden ayırmaz, tersine eyleme götürür, eyleme zorlar.

İnsan özgürdür. Hem sadece özgür de değildir, özgür olmak zorundadır. Çünkü yaratılmamıştır, kendi kendisini yaratmıştır. Çünkü bütün yaptıklarından, tutkularından bile sorumludur. Tutkular kötü edimler için bir özür değildir. Çünkü yeryüzünde insana yol gösterecek kendisinden başka hiçbir şey yoktur. Çünkü her insan kendisinden öncekileri istediği gibi yorumlayabilir. İnsan yardımsızdır, desteksizdir, bir başınadır, bırakılmışlık içindedir. İnsanın yapacağı el değmemiş bir gelecek vardır, insan insanın geleceğidir. Bunun içindir ki, insan insanı bulur. İnsan değerlerini kendi yaratır. İnsan yaşamaya başlamadan önce hayat yoktur, hayata anlam veren yaşayan insandır. Değer denilen şey insanın seçtiği bu anlamdan başka bir şey değildir. Yorumlar farklı olduğu için genel bir ahlâk yoktur, zira anlamı seçen sonuçta gene bizleriz. Çünkü öğüt alacağı kimseyi seçmekle insan kendini seçer. Yapacağınız şeye sonuçta ancak kendiniz karar verirsiniz.

Gerçekte insan kendi hayatından başka hiçbir şey değildir. İnsan erdemlerini kendi yaratır. Korkak ya da kahraman olmak insanın kendi elindedir. İnsan ancak elinden geleni yapabilir ama, yapmayı tasarladığı her şey de elinden gelir. Herşey bir seçiş meselesidir ve her seçişin bir sebebi vardır. Peki bu sebep duygularımızdan mı doğmaktadır ? Hayır diyor varoluşçular. Zira harekete geçmemiş duygu hiçbir şey değildir. Duygu insana doğru yolu göstermez. Varoluşçuluk "özgürsünüz, yolunuzu kendiniz seçin" demektedir. Bir insan için toplumda değişmeyen bir zorunluluk varsa o da şudur: Dünyada yaşamak, bir iş görmek, başkaları arasından bulunmak, ölümlü olmak…

Bu düşünce sistemine yöneltilen birçok eleştiri bulunmaktadır. Benim kişisel görüşüme göre insan toplumsal bir varlıktır ve toplumdan koparılırsa ölüm korkusuyla titremekten başka yapacağı hiçbir şey kalmaz. İnsan kendisini nasıl isterse öyle yapamaz, insanın gelişimi ve konumu karmaşık dış ve iç koşulların dayattığı zorunluluklara bağlıdır. Varoluşçuluğun ayırıcı niteliği kişisel tedirginliği, bu tedirginliğin nedenlerini çözümlemeye çalışacağı yerde, topluma karşı çıkmaya yönelterek gidermek istemesidir. Bu istekse toplumsal anarşi doğurarak kişisel tedirginliği büsbütün artırmaktan başka sonuç sağlayamaz. Önemli olan tüm olumsuzluklar ve dalgalanmalara rağmen geminin rotasının huzur ve barış limanına yönelik olmasıdır. En kutsal değerin insan olduğu her insanın gönlünde yatan limana…" Kaynak: Düşünce Tarihi, Orhan Hançerlioğlu, Remzi Kitabevi, seafoodplus.infoım-s

 

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir