Birinci inönü savaşı tarihi

Birinci Inönü Savaşı Tarihi

birinci inönü savaşı tarihi

İzzet Öztoprak

Anahtar Kelimeler: Birinci İnönü Savaşı, Anadolu, İstanbul, Ziraat Mektebi, Ankara Kongresi, Kuva-yı Milliye, Müdafaa-i Milliye, Düzenli Ordu

Türkiye Büyük Meclisi’nin açılışından önce Ocak 1920 içerisinde Ankara’da Ziraat Mektebi’nde yapılan ve Ankara Kongresi diye de anılan toplantılarda tartışılan hususlardan biri de Kuva-yı Milliye’den Düzenli Ordu’ya (Nizami Ordu) geçilmesi idi. Bu konuda Mustafa Kemal ile İsmet (İnönü) arasında yapılan görüşmelerin sonucunda üzerinde uyum sağlanan bir düşüncenin ortaya çıktığı bilinmektedir[1]. Bu gelişmeden önce ise Ali FuatPaşa’ya 9 Eylül 1919 tarihinde bildirilen bir yazıdan; Sivas Kongresi sırasında Batı Anadolu’daki milli kuvvetlerin bir kumandaya bağlanması konusunda karar alınmış olduğu, Ali Fuad Paşa’nın da söz konusu kongre kararıyla “Garbi Anadolu Umum Kuva-yı Milliye Kumandanlığı’na” getirildiği anlaşılmaktadır. Bunu 16 Mayıs 1920 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin kararı izledi. Bu karara göre; Kuva-yı Milliye, Müdafaa-i Milliye teşkilatına bağlanıyor, yedirilip içirilmeleri ve öteki gereksinimleri hükümetçe üstleniliyordu. Kararın uygulanmasından da Müdafaa-i Milliye ile Maliye Vekilleri sorumlu tutuluyordu. Bunu pekiştiren bir gelişme 26.6.1920 tarihli ve B.M.M. Reisi Mustafa Kemal imzalı yazıda yer aldı. Bu yazı Kolordu Kumandanlıklarına gönderilmişti ve yeni oluşturulan Batı Cephesi Kumandanlığı’na Ali Fuat Paşa’nın atandığı bildiriliyordu. Kuva-yı Milliye’den Düzenli Ordu’nun kuruluşuna giden yolda bir takım başka gelişmelerin yanısıra, 24 Ekim 1920 tarihinde Yunanlılara karşı yapılan “Gediz Taarruzu”da önemli bir etki unsuru oldu. Taarruzun başarısızlıkla neticelenmesi üzerine, Ali Fuat Paşa Moskova’ya elçi olarak gönderilmiş, Batı Cephesi ikiye ayrılarak önemli kısmı Garp Cephesi olarak isimlendirilmiş, bunun güneyinde kalan saha da Cenup Cephesi’ni oluşturmuştur. 8 Kasım 1920 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla Batı Cephesi’nin belirtildiği biçimde ikiye ayrılması ve kumandanlıklarının da İsmet ve Refet Beylere verilmesi, Düzenli Ordu’nun kurulmasında önemli bir aşama oldu. Böylece Mustafa Kemal’in deyimi ile “1920 yılı Teşrinisanisi’nin sekizinci günü gayri muntazam teşkilat fikrini ve siyasetini yıkmak kararı fiil ve tatbik sahasına vaz’edildi[2]. Düzenli Ordu’nun kurulmasına en büyük ve önemli tepki Çerkeş Ethem ve kardeşlerinden yani Kuva-yı Seyyare’den gelmiştir. Bu tepkinin eylemsel aşaması zaman ve mekan bakımından çoğu kez Birinci İnönü Savaşı ile örtüşmüş olup, Düzenli Ordu’nun her iki kesime (Kuva-yı Seyyare-Yunanlılar) karşı aynı anda savaşmasını gerektiren bir durum yaşanmıştır. İşte Birinci İnönü Savaşı yeni kurulan Düzenli Ordu’nun ilk ve önemli sınavını oluşturmuştur.

6 Ocak 1921’de Yunan ileri harekâtıyla başlayan Birinci İnönü Savaşı’nın en şiddedi çarpışmaları 9-10 Ocak günlerinde meydana gelmiş, Ocak ayının ikinci yarısından itibaren mücadele yer yer devam etmiştir. Düşmana ağır kayıplar verdirmeyi amaçlayan bu çarpışmalar daha çok Köprühisarı, İnegöl, Bozüyük ve İnönü çevresinde meydana gelmişti. Yunan ordusu geri çekilirken köyleri yağmalamış, zahire, yiyecek, canlı hayvanları da beraberinde alıp götürmüştü[3]. Türkler açısından savunma nitelikli bir savaş olan Birinci İnönü çarpışmaları yeni kurulan ordunun konum ve niteliği bakımından önem taşımaktadır. Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Batı Cephesi Komutanı ve aynı zamanda Genelkurmay Başkanı olan Albay İsmet Bey’e bir kudama telgrafı çekmiş, bu telgrafta “İnönü meydan muharebesinde...” şeklinde sözcüklere yer verdiği görülmüştür[4]. İsmet Bey’de gönderdiği cevapta teşekkür ediyor, “T.B.M.M.’ne kayıtsız ve şartsız bağlılıktan alınan manevi güçle toprakların geri alınacağına güvenilmesini arz ediyordu”[5]. Birinci İnönü Savaşı büyük çapta bir askerî harekât olarak kabul edilemez ise de, Düzenli Ordu'un kuruluşu bakımından önemlidir. Çünkü Fevzi Paşa’nın T.B.M.M’de yapuğı konuşmayla, İnönü askerî başarısı sayesinde “Büyük Millet Meclisi’nin genç ordusu, daha henüz ikmal olunmamış ordusu ilk rüştünü bu surede ispat etmiştir...”[6].

Savaşın kazanılmasıyla birlikte yukarıda belirtilen karşılıklı kutlamaların ve Fevzi Paşa’nın B.M.M.’inde yaptığı açıklamalar ve değerlendirmelerin yanı sıra, ileri de de çeşidi gazetelerin yayınlarında yer alacak olan “İnönü Meydan Muharebesi” sözcüklerinin ilk kez, işaret ettiğimiz üzere Mustafa Kemal tarafından ve Heyet i Vekile’ce kullanıldığını görmekteyiz.

Heyet-i Vekile’nin yazısı, Ankara Hükümeti’nin yarı resmi yayın organı ve sözcüsü durumunda olan Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin yanı sıra Açıksöz, Öğüd ve Albayrak gibi diğer gazetelerde de yer aldı. Bu yazı aynen şöyledir: “Ayın dokuzuncu ve onuncu günleri İnönü civarında Yunan ordusuyla cereyan eden meydan muharebesi neticesinde düşman, zayiat-ı âzimeye duçar edilmiştir. Bugün (11 Ocak 1921) düşman ordusu muharebeye devam edemeyerek geri çekilmeye başlamıştır. Ordumuz düşmanı takip ediyor”[7].

Birinci İnönü Savaşı’nın Anadolu basınındaki karşılanış ve yorumuna gelince;

“Anadolu Ajansı’ndan Hülasalar” başlıklı yazı, Doğu Anadolu Bölgesi’nde Müdafaa-i Hukuk’un sesi konumundaki Albayrak gazetesinde 17 Ocak 1921 tarihiyle yayınlanmış, burada Ethem’in Yunanlılarla işbirliği halinde olduğuna yer verilmiş, “bu meydan muharebesinde ibraz edilen muvaffakiyetten” dolayı Meclisçe Batı Cephesi Kumandanlığı’na kutlama telgrafı gönderildiği belirtilmiştir. Savaşın nedeni olarak ta, Atina kaynaklı haberlere dayanılarak, Anadolu’da gayri muayyen bir noktaya kadar işgal harekâtına karar verildiği gösterilerek, Ethem’in hıyanetine de Yunanlıların büyük bir önem atfettikleri eklenmiştir. Ayın gazetenin bir başka yazısında Türk kuvvetlerinin Köprühisarı, İnegöl ve İnönü civarındaki savaşlarda düşmana “ikibinden fazla maktul verdirdikleri” ileri sürülmüştür[8].

Ulusal Türk Kurtuluş Savaşı’nın programına sıkı sıkıya bağlı ve sonuna değin savunucusu konumunda olan, özellikle Batılı emperyalist devletlerin Türkiye politikalarını çok sert ve açık bir biçimde eleştiren Ogüd gazetesinin, 15 Ocak 1921 tarihli bir sayısında yer alan “Dün geceki tezahürat” başlıklı yazıda İnönü Savaşı’nın kazanılması düşmanın “üç gün devam eden meydan muharebesi neticesinde makhuren firara başlamaları” biçiminde aktarılıyor, bu nedenle Konya’da asker, ahali ve genç mekteplilerden oluşan muazzam bir kitlenin fener alayı düzenlediği, haber veriliyordu. Halkın sevinç içinde kentin başlıca caddelerini, güney cephesi karargahını, mevkii kumandanlığını ve hükümet konağını dolaştığı ekleniyordu. Öğüd’ün “İngiliz fikri İnönü’ne gömüldü” başlıklı yazısında İnönü savaşını İngilizlerin Yunan ordusuna yaptırdıkları ileri sürülüyor, bundan amaçlananın ise, 19 Ocak’ta toplanacağı ilan olunan konferansla Şark sorununu Yunanlıların lehine halletmek için Avrupa’yı yeni bir emri vaki karşısında bırakmak olduğu belirtilerek, Türk ordusunun başarısı sayesinde İngilizlerin “tasawurat-ı hainanelerinin alt üst olduğu” kaydediliyordu[9].

Aynı gazetenin bir başyazısında İnönü yöresindeki Akpınar mevkiinde yapılan çarpışmalar, hem Türk tarihi perspektifinde hem diğer ulusların tarihinde yer alan çok önemli olayların seyri içerisinde ve de dönemin önde gelen liderlerinin temel yaklaşımları karşısında irdeleniyor, abartılı olsa da Anadolu’da yaşanılan yoğun sevincin ve emperyalist politikalara duyulan kızgınlık ve öfkenin tezahürü olan cümlelere yer veriliyordu. Akpınar’ın, Mégalo İdea’nın gömüldüğü bir lahid olduğu, Türklüğün ise Akpınar’da “bais-i ba’del mevt’e uğradığı belirtilirken, Avrupa'nın ısıran dişleri ve kemiren tırnakları karşısında Türklüğün kurtuhıduğu üzerinde duruluyor, Wilson’un Ondört Maddesi’nin L.loyd George’un nazariyat-ı medeniyesinin ve Cele- mancea’unın esasat-ı içtimaiyesinin, hissiyat-ı beynelmilelde safvet değil şey- tanatın hâkim olduğunu gösterdiği savunuluyordu. Aldatmak asıl, aldanmak ise mücib-i mücazat idi. Başyazıda Mısırlıların Menfıs’i, Yunanlıların Termo- pil’i, Roma’nm Jama’sı ve Fransızların Marn’ı ile İnönü, eşdeğer görülerek, Akpınar’ın her Türk için birer nokta-i fahr ve gurur” olduğu da yer almıştı[10].

Öğüd gazetesi kimi sayılarında da İnönü zaferinin kazanılması ve Ethenı ayaklanmasının bastırılması karşısında Anadolu’nun birçok yerinde yapılan gösterilerle ilgili telgraflara yer vermiştir. Örneğin, Yozgat, Mudurnu, Akyazı, Antalya, Zile, Niksar, Tokat ve benzeri yerlerden alınan telgraflarda Ethem’in ihaneti nefretle anılıyor, İnönü başarısının milli bir bayram gibi kutlandığı bildiriliyordu[11].

Ocak 1921 ’in ikinci yansıyla birlikte daha çok Ankara kaynaklı haberleri ve Anadolu Ajansı bültenlerini yayınlayan Açıksöz gazetesi, Ocak ayının son haftasında çıkan sayılarında İstanbul kaynaklı haberlere özellikle de Kurtuluş Savaşı yanlısı gazetelerdeki yazılara yer vermeye başlamıştır. Gazetenin 13 Ocak 1921 tarihli sayısında yayınlanan “Son Yunan Taarruzu” başlıklı makalede iki hususun üzerinde durulduğu göze çarpmaktadır. Bunlardan birisi savaşın nedenleriyle ilgiliydi. Kral Konstantin, İtilaf Hükümetleri’ne yaranmak ve böylece her tarafta aleyhlerine uyanan cereyanı geçici bir zaman için olsun, körletmek için taarruz emrini vermişti. Gazete savaşın altında yatan genel bir neden olarak da şunları ileri sürüyordu: “Bitmez tükenmez harpler, bitmez tükenmez yalanlarla beş on kapitalistin kesesini doldurmak, beş on emperyalistin kuruntunu çoğaltmak için Yunanistan köylüsü de kanını akıtmaktan bittabi bıkmıştır...”

Gazetenin üzerinde durduğu öteki husus ise, Yunan köylüsü ve askerînin durumunu Rusya’nın Krenski zamanındaki durumuna benzetmesiydi. Bununla ilgili olarak birkaç cümleyi buraya alıyoruz. “Krenski, askeri harp etmeyeceğim diye kandırıpta, idareyi ele aldıktan sonra yine harbe devam etti, nihayet nasıl bir akibete yuvarlanıp askerin, köylünün dediği olduysa Yunan ahvali de bu hususta aynı vaziyeti andırıyor.... Konstantin inad eder itilaf emperyalizmi ve kapitalizmi için Yunan kanı dökmekte İsrar ederse, Krenski’nin âkibeti onun için pek yakındır...” Açıksöz’de yer alan bu cümleler ve ona dayalı yorum ve değerlendirmeler gazetenin Anadolu’da verilmekte olan kurtuluş mücadelesinin Batılı güçler ve Yunanistan’ın izlemekte olduğu ne tür politikaları boşa çıkarmaya ve geçersiz kılmaya yönelik olduğunu kavrayarak dile getirdiğini göstermektedir.

İnönü askerî başarısının Anadolu’ya ulaşmasının hemen ardından çeşitli il ve ilçelerde bayram sevinci ölçeğinde kutlandığını ve çeşitli etkinliklerde bulunulduğunu görmekteyiz. Daha önce Konya’da yapılan bu tür bir tezahürata değinmiştik. Bu hususa ilişkin bir başka örneği Zonguldak’ta görmekteyiz. 12 Ocak 1921 günü Zonguldak halkı bütün gün ve gece sevinç gösterilerinde bulunmuş ve Türk ordusunun “temadi-i muvaffakiyetini tezkar ve temenni eylemiştir.”[12]. Gösteriler, sadece sevinç ve memnunluğu belirten toplantı ve yürüyüşlerin düzenlenmesiyle kalmamış, şehit düşen askerlerin ailelerine ve yaralılara yardım için komisyonlar oluşturularak bağışlar toplanmıştır. Örneğin, Eskişehir’de bağış komisyonuna kısrak ve parasal yardımlarda bulunulmuştur[13]. 23 Ocak 1921 günü “İnönü muzafferiydi ni ibda eden kahramanlarımızın ve Hilâl-i Ahmeritnizin” çıkarına Bartın’da düzenlenen mü-samerede ulusal oyunlar sergilenmiş, iki perdelik temsilden sonra Kaymakam Hüsnü Bey’in söylevini, bağışların yapılması izlemiştir[14].

Ankara hükümetinin sözcüsü durumunda olan Hâkimeyet-i Milliye gaze-tesinin 12 Ocak 1921 tarihli sayısında çıkan “Garp Cephesinde” başlıklı yazıda Yunanlıların, Ethem’in “teşvik ve ifşaatından” yararlanmak isteyerek Eskişehir üzerine yürüdükleri bildiriliyor, devam etmekte olan savaşın kazanılabileceği gibi kaybedilebileceği de söz konusu ediliyordu. Bu son cümle, açık bir endişeyi dile getiriyordu. Yapılmakta olan savaştan çeşitli derslerin çıkarılması gerektiğine işaret edilen yazıda, birinci ders olarak Avrupa devletlerinin tutumu gösteriliyordu. Buna göre Avrupa’da Sevr Muahedeesi’nin değiştirilmesi için güçlü bir akım oluşmuşken, Ethem’in ihanetiyle duraksamaya girilmişti. İngiltere, Türkiye’yi yok etmek arzusunda Fransa ve İtalya’ya göre daha ısrarlı olduğundan Londra Hükümeti Nis Konferansı *nı derhal erteletmişti.
Alınması gerekli ikinci ders için gazete şu cümleleri kullanmaktaydı: “Ethem ile kardeşleri vatanperverane bir komitacılık perdesi altında eşkiyacılığı ve çapulculuğu zenaat ve meslek edinmiş adamlardır.

Lloyd George, Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmada şunu ifade etmişti: “Yunanistan milletinin dostluğuna ihtiyacımız vardır. Sevr Muahedesi’nin tasdikini tehire uğratmak suretiyle yeni sergüzeştlere meydan vermeyelim.” Bununla birlikte şayet Konstantin, Yunan ordusunu taht-ı işgalinde bulunan arazide ibka eyleyecek olursa, İngiltere’nin Konstantin hakkındaki nokta-i nazarının tebeddül etmesi ihtimalinden söz edildi. Bu gelişmelere işaret eden Hâkimiyet-i Milliye, Konstantin’in Atinaya gelişinde yayınladığı bildirgede belirttiği üzere İtilaf Devletlerine Venizelos’tan daha çok “sadakat” göstereceğine ilişkin vaadi uyarınca Anadolu’da taarruzu başlattığını ileri sürüyordu. Daha önce değindiğimiz üzere Ankara’nın sesi durumundaki gazeteye göre I. İnönü Savaşı’nın nedenleri şu noktada toplanıyordu: Eskişehir’i ele geçirmek, Ethem’in teşvik ve ifşaatından yararlanmak, İtilaf Devletlerine olan sadakatini göstermek ve Sevr Muahedesi’nin uygulanmasını sağlayacak güç ve kuvvette olduğunu kanıtlamak[15].

Ankara Meclisi’nin aylar süren tartışmalardan sonra kurmuş olduğu Düzenli Ordu’nun İnönü başarısını değerlendiren Mustafa Kemal’in gazetesi, bu halk ordusunun varlığını önce Doğu cephesinde kanıtladığını daha sonra da ikinci kez olmak üzere Batı cephesinde kazanılan zaferle yinelediğini belirtiyor, Türkiye’nin temsiline ilişkin olarak da şu cümlelere yer veriyordu: “....Lloyd George’un, İstanbul’da hafif bir ses, Anadolu’da karışık bir ses demeye hakkı yoktur; İstanbul’da zayıf bir ses hatta yok bir ses doğrudur. Fakat Ankara’da gür bir ses... selis ve fasih bütün cihana haykırıyor...”[16].

Anadolu basınında I nci İnönü Zaferi’nin uyandırdığı etki ve yankıları Öğüd, Açıksöz, Albayrak ve Hâkimiyet-i Milliye gazetelerinde yer alan haber ve yorumlara dayanarak belirtmeye çalıştık. Haberlerden zaferin Anadolu’da bayram sevinci oluşturduğu, kutlamaların düzenlenmesine yol açtığı ve yardım kampanyalarını başlatılmasını sağladığı gözlenmektedir. Kazanılan askerî başarının “Meydan Muharebesi” biçiminde sunulduğu da dikkati çeken bir noktadır. Oysa I nci İnönü Savaşı geniş cepheli bir savaş olmayıp, çeşitli mekanlarda yapılan çarpışmalardan ibarettir ve denilebilirki “mevzi” nitelikli bir silahlı vuruşmadır. Mustafa Kemal’in Büyük Nutkunda bu savaştan meydan muharebesi olarak söz edilmez. Olayın cereyan ettiği dönemde ilk kez Heyet-i Vekile’nin 11 Ocak 1921 günlü duyurusunda yer alan ve bu yazının yayınlanmasından sonra çıkan Anadolu basınında ve ileride göreceğimiz üzere kimi İstanbul gazetelerinde devamlı olarak yinelenen husus, İnönü ve civar yerlerdeki çarpışmaların “meydan muharebesi” olarak söz konusu edilmiş olmasıdır. Bu durum, şüphe yok ki yeni kurulan ordunun hem Çerkez Ethem’e hem de Yunanlılara karşı aynı anda başarı kazanmasıyla ve uzun süre devam eden Kuva-yı Milliye’mi Nizami Ordu mu tartışmalarına bir çeşit cevap niteliğinde olmasıyla ilgilidir. Halk üzerinde olumlu ve yüksek moral değerlerin yaratılmasının önemi de göz önünde tutulmuş olmalıdır.

İstanbul’da yayınlanan ve Kurtuluş Savaşı’ndan yana olan gazetelerin İnönü askerî başarısını değerlendirişlerine gelince;

Zaman zaman T.B.M.M.’nden mali destek de görmüş olan İleri gazetesinin 16 Ocak 1921 tarihli sayısında Yunanistan’ın dört günden beri resmi tebliğ yayınlamadığına işaret ediliyor, 9 Ocak’ta başlayan savaşın İnönü civarında büyük bir meydan muharebesine dönüştüğü kaydedilerek, ayın 12 nci günü Bilecik, Bozüyük ve Karaçay’ın Türk kuvvetlerince geri alındığı belirtiliyordu. Aynı gazetenin bir gün sonraki sayısında “artık anlamışlar mıdır?” başlıklı savaşa ilişkin bir değerlendirme yazısı yayınlandı. Yunanlıların saldırıya geçmiş olmalarının nedeni politik olarak konumlarını güçlendirmek, askerî bakımdan da Eskişehir gibi önemli bir yeri ele geçirerek ordunun durumunu sağlamlaştırmak, biçiminde açıklanırken, Türk askerînin başarısını anlatan cümlelere yer veriliyor ve yapılması gerekli işler olarak şunlar belirtiliyordu, “...Anadolu kendi hukukunu müdafaa edecek bir kuvvette olduğunu isbat etti. Bu son derece meşru bir harekettir. Artık Yunan, acziyle meseleyi eşkal ve gayr-i kabil- hal bir hale ifrağ etmekten ise Türklerle doğrudan doğruya tesviye-i hesab etmelidir. Böylece bu kıtada da mesai-i sulhiyenin başlamasına himmet edilmiş olur.”

Dönemin etkili ve tirajı yüksek gazetelerinden Vakit’te yer alan savaşın Yunanlılar bakımından hedefinin Konya, Ankara ve Afyonkarahisar arasında üç demiryolu hattının birleştiği nokta olan Eskişehir’i almak olduğunun vurgulandığı yazıda, bunun politik önemi Ocak ayının 19 ucu günü Paris’te toplanması kararlaştırılan konferans üzerinde etkili olması ihtimali olarak vurgulanıyordu. Eskişehir’in alınması durumunda Yunanlılar, Sevr Muahedesinin uygulanmasını üstlenmeye devam edebilme kabiliyet ve yeteneğini gösterdiklerini ileri sürecek, Venizelos zamanında verilen “mezuninin” Konstantin hükümeti hakkında da yenilenmesini isteyebileceklerdi. İtilaf Devlete- rince bunun yerine getirilmesi ise Vakit gazetesine göre “Şark işlerinin alel-devam müzebzib bir vaziyet içinde kalmasını” sonuçlandırabilecekti.

Gazetenin tartıştığı bir nokta da Yunan resmi tebliğinde yer alan, “Eskişehir’e kadar takibat kesir-ül kavs olan kasabanın masuniyeti için men edilmiştir. Maksad ı hareket tamamen hasıl olmuştur” biçimindeki cümlelerdi. Öte yandan Yunanlılar açısından esas olan Eskişehir’in ele geçirilme- siydi. Vakit gazetesi bu durumda haklı ve gerçekçi olarak şunu belirtiyordu: “Yunan kuvvetleri Eskişehir’i elde etmeksizin harekâta nihayet verecek olursa, bu harekâtın suret-i kafiyede akim kalmış olduğuna hüküm edilecektir”[17]. Bu tür yorumların Batı Cephesi’ndeki savaşın henüz nihayete ermediği bir sırada yapılmakta olduğu gözönünde tutulmalıdır.

Türk-Yunan savaşının sona ermesiyle birlikte Vakit gazetesinde yapılan yorumlar, savaşın kesinlikle Türkler tarafından kazanıldığı ile bundan sonra nelerin yapılması ya da ne tür gelişmelerin olabileceği hususları üzerinde toplanmaya başlamıştı. Gazeteye göre, Yunanlılar taarruz etme yeteneğini kaybettiklerini kesinlikle kabul etmiyorlar ve resmi tebliğlerinde bunu “tevile” çalışıyorlarsa da, gerçek bütün açıklığı ile ortadaydı. Bunda sonra “sıılhen bir çare-i tesviye” bulmak gerekliydi. Bunun için de uygulanabilir iki olasılık şöyle görünüyordu;

1- İtilaf Devletlerince Yunanlılara İzmir’in işgaline izin verilirken onların üsdendikleri görev geri alınmalı, İzmir ve çevresindeki azınlıkların hukukunu korumak koşuluyla buralar asıl sahiplerine yani Türklere geri verilmeliydi.

2- Eğer İzmir ve çevresinde bulunan Türklerin çoğunlukta olduğu konusunda kuşku gösterilirse, Versay Antlaşması ile milliyetleri şüpheli topraklar hakkında kabul edilmiş olan hükümlere göre genel oylamaya başvurulması usülünün uygulanması önerilmeliydi[18].

Ulusal Türk Kurtuluş Savaşı’nı desteklemeyen ve çoğu zaman İngiliz po-litikasının savunuculuğunu yapan Alemdar gazetesinde Refı Cevad imzasıyla yayımlanan bir başyazı, Eskişehir civarındaki Yunan yenilgisine ayrılmıştı. İnönü savaşında Yunanlıların, geri çekilmeye zorlayan bir hezimete uğradığının anlaşıldığı bir gerçektir denilen yazıda; Türklerin, haklı olarak düşmanın Anadolu’yu çiğnemesini kabul etmedikleri vurgulanıyor, Venizelos’u düşüren istila politikasının Konstantin için de başarılı sonuçlar vermeyeceği belirtiliyor ve bu hususu “hakşinas Avrupa’nın nazarı dikkate alması lazımdır” deniliyordu. Yazar, Yunanistan’a verilen (İtilaf Devletlerince) yardım ile geniş ayrıcalıkların haksızlık olduğunu ifade ediyor, azınlıklar konusunda Yunan ileri gelenlerince öne sürülen, onların tehlikede olduklarına ilişkin iddiaları, şöyle değerlendiriyordu: “Ekalliyetler her zaman çoğunluklara âdeta hâkim bir vaziyette bulunmuşlardır. Binaenaleyh bu iddiayı izzet-i nefsimize en ağır bir hakaret telakki ediyoruz. Yunanistan’ın bu rolü deruhte etmesi izzet-i nefs-i milliye karşı acı bir darbe daha teşkil ediyordu. ... Bir Yunan neferinin anavatanın bağrını çiğneyen çizmesinin demir çivilerine artık sinemizin tahammülü yoktur...[19].

Kurtuluş Savaşı’na karşı olan bir başka gazetede Peyam-ı Sabah’ta 19 Ocak 1921’de yayınlanan yazıda alınan bilgilerden Kuva-yı Milliye’nin İnegöl ve Yenişehir kasabalarını geri aldığının anlaşıldığı belirtilerek, Yunanlıların İnönü çevresinde şiddetli savaşlar sırasında dörtbinden fazla maktul ve yaralı olarak kayıplar verdiklerinin doğrulandığı ileri sürülüyordu. Ayrıca, Yunanlıların Bursa civarındaki Aksu’da da mağlup oldukları ekleniyordu. Oysa, Yunan Genelkarargahınca 18 Ocak’ta yapılan resmi açıklamada bir taburluk kuvvetin Aksu bölgesinde bir keşif taarruzu yaparak, rahatsız edilmeden eski mevzilerine döndüğü ileri sürülmekteydi. Ali Kemal’in Peyam-ı Sabah gazetesinde “Yunan Hezimetinden Sonra” başlıklı başyazısında; yüzyıllarca hiçbir düşmanın çizmeleri altında çiğnenmeyen bu Türk topraklarını, Osmanlılığın bu mehd-i mukaddesini bir süreden beri böyle fevç fevç Yunan istilasına kolayılıkla ma’rıız gördükçe herkesin kan ağladığı belirtiliyor, Yunan hezimetinin Türk milleti için baştan başa bir id-i şadmani olduğu vurgulanıyor. Mütarekeden sonra hizb-i gafilin (Ankara’daki yönetim kast ediliyor) kötü politikasıyla İtilaf Devletlerine karşı tutulan çıkmaz yolun etkisiyle Yunanlılara Avrupa tarafından Doğuda bir mevkii kazandııildiği savunuluyordu. Bu arada İtilaf Devletlerince barış ve huzuru kurmakla görevlendirilen Yunanistan’ın aldırılarının sürmesi durumunda, hep birden ayaklanmasına kuşku duyulmayan Anadolu halkına karşı hiçbir zaman üstün gelemeyeceği üzerinde duruluyor, siyaseten nelerin yapılmasının gerekli olduğu şöyle anlatılıyordu: “...Biz şimdi İngiltere, Fransa ve İtalya ile anlaşabilmek için elimizden ne gelirse yapmalıyız. Her fedakarlığa katlanmalıyız, teminat lazımsa vermeliyiz. Ancak nafile yere Yunanlılara bahş edilmek istenilen hukuk-u mağsubemizin iade olunmasını taleb eylemeliyiz. Böyle ahvalde “es sıılh-ıı seyid-ül ahkâm" derler. Biz. sulh ve siyasetle emellerimize erişebiliriz. ... Bu millet, bu memleket belalardan kurtulmazsa, akibetimiz yine perişandır, perişandır.”[20].

İtilaf Devletleri katında ne tür bir pblitika izlenmesine ilişkin düşüncelerini bir başka başyazıya konu etmiş olan Ali Kemal, İtilaf Devletleri’nin Türkiye’yi işgal etmiş olmalarının nedenlerini ve işgalin yaratmış olduğu olağanüstü ağırlıktaki koşulların alnndan ne tür bir uğraşla kalkılabileceğini gözardı etmiş olarak, barışın nasıl gerçekleştirilebileceğine ilişkin son derece ilginç ve bir o kadar da düşündürücü çözüm biçimini şöyle savunuyordu: "Biz Düvel-i Muazzama’ya bu havali-i Şark’ın müsalemetini vaad etsek ve vaadimizi incaz eylesek, bu emniye için hüsn-i niyetle çalışacağımızı ve çalıştığımızı göstersek, onların bir çok müsaadelerine mazhar olabiliriz. Fakat böyle bir siyaseti etrafıyla idrak etmek, ettikten sonra mevki-i tatbike koyabilmek bize senelerden beri asla müyessir olmadı. ... Bütün bu muvaffakiyet-i askerîyeler bizi bu vaziyetten kurtaramaz. Bilakis hal-i harbin temadisi her nokta-i nazardan izmihlalimize badi olabilir...”[21]. Ali Kemal, izlenen ve izlenmesi gerekli olan politikalara ilişkin düşünce ve gözlemlerini başka başya-zılarında da sürdürdü. Yazar, Anadolu’daki Kurtuluş Mücadelesi’nin somut başarılarının birbirini izlediği dönemde, İnönü Savaşı’nın kazanıldığı sıralarda yayınlamış olduğu Peyam-ı Sabah’ın 21 Ocak 1921 tarihli sayısında çıkan “Hatalarımız” başlıklı yazısında kazanılan savaşın sevindirici olduğuna işaret ederek, Avrupa ile uzlaşılmasını öneriyor ve İstanbul ile Ankara hükümetlerinin politikalarını karşılaşürarak şu cümlelerle belirtiyordu: “Bu devletin siyasetinde daima ve daima bir noksan göze çarpar: o da itidalsizliktir. Bâb-ı Âli tefrit ve ifratta daima yekta idi. Fakat itidale gelince yaya kalırdı. Hususiyle geçen seneden beri Ankara’dakiler o müfritane ve muhterisane hareketleriyle hükümet-i merkeziyetim her fırsatta her muvafffakiyet-i siyasi- yesine mani oldular. Bu acı derslerden sonra da bir eser-i intibah göstermezsek hiç kimseden değil ahlâfımızdan, tarihden korkmalıyız.”

Ankara Hükümeti’nin Misak-ı Milli’ye dayalı politakalarını “müfritane ve muhterisane” biçiminde aşırılık ve çok hırslı olmakla niteleyen, düşmanların ulusal sınırlar dışına atılmasını beklemeksizin, ülkenin işgal konumunun devam etmesinin yanısıra, İtilaf Devletleri’ne güvenilerek uzlaşılarak, barışın elde edilmesini temel alan bir yaklaşım ve savunuyu ısrarlı ve sürekli olarak dile getiren zihniyet; kuşkusuz Vahdettin ile İstanbul Hükümetleri’nin özellikle de Damat Ferit Hükümetleri’nin İtilaf Devletleri’ne ve bilhassa İngiliz eksenine dayanan Saltanat ve kişisel çıkarlarını İngiltere’nin Yakın Doğu politikasına endeksleyen, bu nedenle de Kuva-yı Milliye olgusunu ve gerçeğini yok sayarak pervasızca her türlü engel ve güçlüğü çıkarmaktan geri kalmayan İstanbul merkezli düşüncenin en tipik örneğini oluşturuyordu.

Birinci İnönü Savaşı’nın dış kamuoyundaki karşılanış ve yorumuna gelince; Öğüd gazetesinin 20 Ocak 1921 tarihli sayısında Morning Post gazetesinden alınmış kısa bir haber yayınlandı. Bu haber Yunan siyasetinin esaslı bir biçimde değiştiğini, Sevr Antlaşması’nın yeniden düzeltilmesi gerektiğini içeriyordu. Ankara’da çıkmakta olan Hâkimiyet-i Milliye ise Sofya’da yayınlanan Echo de Bulgari gazetesinin baş yazısına yer vermişti. Yazıda, Anadolu’da başlatılan Yunan saldırısının Türk milliyetçilerini bağışlanma isteminde bulunmaya zorlayacağı biçimindeki haberlerin her yöne daha önceden yayılmış olmasına değinilerek, gerçekte bunun bir deneyimden ibaret olduğu öne sürülüyordu. Oysa, bu saldırı Yunanistan’ın kendisine verilen yükümlülüğü, yani Yakın Doğu’da barışın sağlanması görevini başarabilecek güç ve niteliğe sahip olmadığını göstermişti. Bulgaristan’da Fransızca olarak yayınlanan gazete yakında Paris’te toplanacak olan İtilaf Devletleri üst yöneticilerinin, bu saldırılardan çıkarılacak dersi gözönünde bulundurmalarını ümit ediyordu[22].

Anadolu basınının belli başlı gazetelerine bakıldığında İnönü Savaşı ile ilgili dış haberlerin kısaca verildiği, bunların da çoğu kez İstanbul basınında yer alan yazılara dayandığı ortaya çıkmaktadır. Çünkü, dönemin İstanbul basını, yabancı gazete ve dergileri Anadolu basınına göre Avrupa Postası adıyla isimlendirdiği üzere daha önceden elde etmekteydi. Ve bunlar İstanbul’a düzenli olarak gelmekteydi.

L’Excelsior muhabirinin telgrafına göre Yunanlılar durmaksızın geri çe-kilmekteydiler ve “vazıh istihzarat ile yaptıkları bütün fevaidini kaybetmekte idiler. Yunanlılar mağlup ve münhezim durumda” idiler. Aynı gazeteye göre Kuva-yı Milliye Bursa hattını zayıf bırakmıştı. Örneğin, İnegöl Yunanlıların bir fırkasına karşı otuz kişilik bir müfreze ile bir binbaşı tarafından müdafaa ediliyordu. Kahraman binbaşı sonunda siperlerde yaralanarak esir düşmüştü. Bursa’ya götürülen binbaşı büyük bir ihtimalle Yunan resmi tebliğlerinde tutsaklığı haber verilen fakat ismi belirtilmeyen Türk generaliydi[23]. İleri gazetesinin bu haberin yayınlandığı sayısında yer alan 13 Ocak tarihli ve Atina çıkışlı bir diğer habere göre; Yunan Hükümeti üç Kemalci fırkanın perişan edildiğini, bir general (?) ile birçok esir alındığını, Yunan ordusunun muzaf- feriyetlerini (?) telgraf ile Avrupa’daki sefarethanelerine bildirmişti. Atina hükümetinin bu girişimiyle başarılı bir muharebe yaparak bir Türk generalini tutsak ettikleriyle ilgili, gerçeği yansıtmayan haberler yayması, kimi yabancı gazetelerde de yer aldı. Örneğin Ermenice yayımlanmakta olan Yerkir gazetesinin özel muhabirine dayanarak verdiği haberde; muhabirinin izinli olarak askerî harekâtı takip ettiğini, Köprühisar’daki çarpışmalarda Kuva-yı Milliye’nin “dehşetli bir mukavemet” göstererek Yunanlılar’a önemli kayıplar verdirdiğini, İnönü’de ise Türklerin taarruza başladığını, Yunanlılara 500 asker ve 30-35 subay kaybettirdiğini, bu arada kendilerinden de Yunanlılara esir düşenler olduğunu ileri sürüyor, Bursa’ya Yunanlılar tarafından getirilen esirler arasında bir binbaşı, birkaç subayın bulunduğunu savunuyordu[24]. Aynı husus, yani bir Türk binbaşısının esir edilmesi konusu İzmir kaynaklı bir haber olarak Journal D’orient gazetesinde de yer aldı. Aslında İzmir ve Atina çıkışlı bu haberin yani esir alınanlar arasında bir Türk generalinin de bulunduğu hususu, ileride görüleceği üzere savaşın cereyanı ve sonuçlarına ilişkin olarak yayınlanan Yunan resmi tebliğlerindeki açıklamalar gibi, gerçeği yansıtmıyordu. Arşiv belgelerine dayalı yayınlanan kitapta, I.İnönü Sava- şı’yla ilgili verilen kayıplar arasında Yunanlıların iddia ettiği gibi esir alınanların içinde bir Türk generali yoktu[25].

Vakit gazetesinin 27 Ocak 1921 tarihli sayısında Atina mektubu başlığı ile verilen bu haber, 18 Ocak tarihli ve Atina çıkışlıydı. Avrupa’dan gelen haberlerle İtalyanca çıkarılan Tempo gazetesinin yayınlarından oluşuyordu; Buna göre Anadolu’daki Yunan saldırısı hem askerî ve hem de siyasi açıdan başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Siyasi zarardan kurtulmak için Yunan Genelkurmayı hükümet yanlısı gazetelerde bol bol anlam saptırmalarına yönelik ayrıntılı tebliğler yayınlıyordu. Genel olarak gazeteler, Yunan ordusunun işgal edilen yerlerin korunması için Müttefiklerden izin alınmadan hareket ettiğini ve savaşılan yerlerin üssül harekâtdan uzaklığını, geri çekilmenin nedeni olarak ileri sürüyorlardı. Bu nedenler gerçeği yansıtmıyordu. Bu hususta ilgili Vakit gazetesi şu yorumda bulunuyordu: “Nasıl mezuniyet istihsaline intizar edilmeden hareket edilmişse, yine mezuniyet olup olmadığına bakılmadan oralarda kalınabilir. Bütün bunlardan anlaşılıyordu ki, Yunan ordusu filvâki ilerlemiş ve fakat işgal ettiği yerleri muhafazaya kadir olamıya- rak mevazi-i asliyesine çekilmiştir.”

Vakit gazetesinin bir başka sayısında Yunan Hükümeti’nin yan resini yayın organı olan Politeia gazetesinde çıkan bir yazıya yer verildi. Bu yazıda Anadolu’daki askerî başarısızlıkların nedenlerini, kendilerine verilmiş olan yükümlülüğü İtilaf Devletlerinin oluru olmaksızın yerine getirmek olanaklarını bulamamış olmaya bağlayan Politeia, anlaşmayı uygulama gücüne ve yeteneğine sahip bulunduklarını savunarak kendilerinden bu iznin esirgen- nıenıesini istiyordu[26].

Öte yandan Atina çıkışlı bir haber genel karargah tarafından yayınlanan resmi tebliğe ilişkindi. Bu tebliğde; Yunan ordusunun Kemalilerin 4’üncü, ll'inci, 24'üncü ve 26'ncı fırkalarını mağlup ettiği, Kuva-yı Milliye’nin birçok esir ve savaş malzemesi bıraktığı ve düşman tarafından hiçbir tazyikin meydana gelmediği yer almıştı ve Yunan saldırısının nedeni olarak da, düşmanın (Kuva-yı Milliye kast ediliyor). İzmir kolordusu mıntıkasında topladığı kuvvetlerini dağıtmak, gösteriliyordu[27].

Bu haberlerde yer alan Yunan iddialarını İstanbul gazetesi değerlendirip, yorumlarken Papulas tarafından yayınlanan resmi tebliğlere de cevap veriyor ve Yunanlıları açık bir biçimde açmaza düşüren kimi sorular da yöneltiyordu. Gazete, askerî harekâtın nedenlerinden biri olarak Yunanlılarca gösterilen, Kemalilerin hazırladıkları bir taarruzu akim bırakmakla ilgili olarak şunu belirtiyordu: “O halde Yunan ordusu kumandanlığı Kemalilerin muvaffakiyedi bir taarruz icra edebilecek iktidarda olduklarını kabul etmiş oluyor”. Bu durumda daha önce davranarak saldıran Yunanlılar Kuva-yı Milliye’nin taarruzlarına yarayabilecek “mevaki-i sevkülceyşiyeyi” elde ettikten sonra, sebepsiz olarak niçin terk etmişler ve korktukları taarruzun yapılmasına yine kapıyı açık bırakmışlardı? Gazete bu soruyu yöneltiyor ve arkasından şunların da cevaplanmasını istiyordu: Müttefik Devletlerin, Yunan ordusuna yeni işgal yetkisi vermemiş olduğunu ileri sürüyorlar. O halde kendi kendilerine yaptıkları “bir hareket-i âdiye ve muvakkate için bu kadar fedakârlık niye muvafık görülmüştür? Geriye çekileceklerini bekledikleri halde (Eskişehir) kasabasını “mahzen bir katliam olmasın” diye işgalden vazgeçtikleri hakkındaki resmi tebliğe ne diyeceğiz?

İstanbul gazetesi bu değerlendirme ve yorumlarını sonuç olarak gerçeği bütün çıplaklığı ile ifade eden şu cümleler ile bitiriyordu: Demek ki harekâtın asıl maksadı mümkün olabildiği kadar ileri gitmek ve Avrupa’ya karşı işte biz tenkil edebiliyoruz demek idi. Muvaffak olamayınca ricatları tev’il etmek istiyor ise de kabil-i te’vil değildir[28].

Fransızların dönemin etkin ve güvenilir gazetelerinin başında gelen Le Temps’da çıkan İnönü savaşıyla ilgili yazılarda Afyonkarahisar yönündeki Yunan taarruzuna katılan kuvvetlerin üç kolordudan oluştuğu, Türklerin savunma konumunda kaldıkları belirtilirken. Bursa ve Uşak istikametindeki iki şiddetli Yunan taarruzunun Türk direnişi karşısında tamamlanamdığına yer veriliyor, bu arada Yunan kumandanının, durumu oldukça kötü gördüğü ile onların insanca ve savaş levazımı bakımından da kayıplarının önemli olduğu üzerinde duruluyordu. Le Temps 20 Ocak 1921 tarihli sayısında da yine İnönü savaşına yer verdi. Bu savaşla ilgili olan haber İstanbul kaynaklı idi ve şu hususları içeriyordu: “...Amacı Eskişehiri almak olan Yunan kuvvetleri İnönü mevkiine kadar ilerlediler; orada komutan İsmet Bey yönetiminde bekleyen milliyetçilerin bir ordusu saldırarak Yunanlıları yendi. Yunan ordusu, Bursa civarındaki eski mevkilerine çekildi, oralarda çarpışmalar milliyetçilerin lehine gelişiyor. Yunanlıların adam ve teçhizat bakımından kayıpları ağırmış”[29].

Bir başka Fransız gazetesi Yunan taarruzunun şimdilik durduğunu, bu savaşa Kral Konstantin’in lehine bir propaganda yapmak “maksad-ı yeganesi" ile girişikliğini belirtirken[30], Le Petit Parisien’de Atina çıkışlı bir habere yer veriyordu; Buna göre Kemaliler üç noktadan Yunan hattını yarmışlar. Yunan sol cenahına karşı önemli bir kuvvet yığmışlardı. Vaziyet çok kötü idi ve Rallis hükümeti mali yönden güçlük içinde bulunuyordu[31]. Öte yandan, İngiliz muhafazakarlarının temsilcisi durumundaki Morning Post’un 12 Ocak 1921 tarihli uzunca bir yazısında Sevr Antlaşması’nın İngiltere için taşıdığı önem vurgulanıp, Yunanistan’dan beklenen işlevin bu devletçe yerine getirilememiş olmasının ve ordunun uzun zaman seferde kalmasının Yunan seçimlerinin kralcıların lehine sonuçlanmasını sağladığı belirtilirken İnönü Savaşı’nın öngünlerindeki durum değerlendiriliyor, Kral Konstantin’in duygularıyla dolu bir politika ardında koştuğu kaydedilerek, Mustafa Kemal’in çevresinde güçlü bir Türk ordusunun toplandığı üzerinde duruluyordu. Bunun yanısıra Yunan ordusunun her geçen gün etkinliğinin azaldığı da ileri sürülüyordu[32].

Yunan taarruzunun başarısızlığı Avrupa basınında yer almaya başladığında Rumca yayınlanan gazetelerin bir hafta kadar süren sessizliklerini bırakarak, Yunan askerî çevrelerinden aldıkları resmi ve yarı resmi tekzibleri yayımlamaya başladıkları dikkati çekti. Bu tekziplere göre Yunan askerî harekâtı keşif yapmak ve Yunanlılara karşı tarruz için Bursa cephesinde kuvvet yığan Mustafa Kemal’in ordusunu ezmek için düzenlenmişti. Bu amacına kavuşan Yunanlılar Kuva-yı Milliye tarafından “tazyik ve ta’ciz” edilmeksizin asıl mevzilerine dönmüşlerdi. Bu tür iddiaları Avrupa basını kesin bir biçimde tekzib ediyordu. Ayrıca herkesçe bilinen bir husus, 110 km derinlikli bir keşif taarruzunun savaş tarihinde örneğinin olmamasıydı. Oysa Yunanlılar İnönü bölgesinde Köprühisar’da Türk ordusuyla ciddi ve sert bir çatışmaya girmişler mağlup ve hezimete uğramışlardı. Yine bu çarpışmalara Yunanlılar keşif taarruzunun gerektirdiği sınırlı sayıda kuvvetle değil, Anadolu’da bulundurdukları 5-6 fırkalık kuvvetlerinin iki fırkasıyla katılmışlardı. Bu da savaşın keşif taarruzu niteliğinde olmadığını gösteriyordu. Ayrıca Yunanlıların resmi tebliğlerde yer verdikleri bir diğer husus, üç Türk fırkasını tarumar ettikleri idi. Bu iddia doğru olsaydı, Kuva-yı Milliye işgal olunan yerleri nasıl geri alabilir ve Bursa bölgesindeki Aksu mevkiine kadar nasıl ilerleyebilirdi?[33]. Bütün bu açıklamalar Yunanlıların resmi tebliğlerindeki iddiaların aksine İnönü ve çevresinde yapılan çarpışmalarda yenik düşerek geri çekilmek zorunda kaldıklarını gösteriyordu.

Yunanlıların İnönü savaşıyla ilgili açıklamalarına yer veren Amerikan ga-zetelerinden The New York Times’in 17 Ocak 1921 tarihli yayınına gelince; Burada Yunanlıların yenilgilerine ilişkin olarak ileri sürdükleri gerekçeler kısaca şöyle yer almıştı: İklim koşulları olumsuzdu, yeni atanan subayların yetersiz olduklarıyla ilgili iddia doğru değildi, Türkler seçme birliklerini savaşa sürmüşlerdi ve bu savaşta ileri sürüldüğü gibi Yunanlılara karşı savaşan Türklerin[34] arasında Bolşeviklerin bulunmadığının anlaşılmasıydı (34). Yunan iddiaları ve bıı iddialara karşı Türklerden gelen haberler konusunda ABD’nin İstanbul’daki Yüksek Komiseri Amiral Bristol’ün 20 Ocak 1921 tarihli raporunda şu cümleler yer almıştı: Küçük Asya’da Yunanlılar ile Türkler arasında çarpışmalar konusunda, burada bir çok haberler ve söylentiler dolaşmaktadır. Yunanlıların Bursa cephesinden Eskişehir cephesine kadar gelip, ondan sonra eski hatlarına geri çekildikleri kesinleşmişe benzemektedir. Yunanlıların kendi raporlarına göre geri çekiliş zecri ve çabuk olmuş, çok sayıda kayıp vermişler... Türklerden gelen haberlere göre, Bursa geri alınmış ve Afyonkarahisar’dan İzmir yönüne doğru büyük başarılar elde edilmiştir. Bu haberler teyid edilmemiştir, belki de abartılmıştır”[35].

Sonuç olarak şunlar söylenebilir: İnönü savaşının Yunanlılar bakımından nedeni yeni kurulmakta olan Düzenli Ordu’nun etkinliğine fırsat vermemek, o dönemde demiryolu ulaşımı açısından son derece önemli konumda bulunan Eskişehir’i almak, böylece Sew Antlaşması’nı uygulatma güç ve kuvvetinde olduğunu kanıtlayarak İtilaf Devletleri katında Konstantin ve Rallis’in itibarını sağlamak, Venizelos zamanında kendilerine Batılı devletlerce verilen “mezuniyeti” yeniden elde etmekti. İnönü savaşının Yunanlıların kaybıyla sonuçlanması üzerine bir haftalık suskunluk döneminden sonra yayınlanan resmi tebliğlerde iki husus göze çarptı: Bunlar savaşın aslında bir keşif taarruzundan ibaret olduğu ile Yunanlıların bir çok esir ve ganimetler elde ederek başarıyla eski mevzilerine dönmüş olmalarıydı. Bu iddiaların gerçeği yansıtmadığı hem Avrupa kamuoyunda hem de Türk kamuoyunda ortaklaşa benimsenen husus oldu. Anadolu kamuoyu elde edilen başarıyı biraz da olsa abarüh olarak değerlendirirken, bu hususa yakın bir kanının İstanbul basınının Ulusal Hareket’e taraftar kesininde de yer aldığı dikkati çekmektedir. İstanbul basınının Anadolu Direnişi’ne karşı olan kesiminde savaşın kazanılmasından duyulan memnuniyet sergilenirken, savaşı kazanmanın kesin çözümler getiremeyeceği noktasından hareketle kalıcı olanın İtilaf Devletleri’yle özellikle de İngiltere ile bir an önce anlaşmak ve uzlaşmak olduğu vurgulanıyor. Böylece başlangıçtan beri Kuva-yı Milliye’nin izlediği politikaların çok sert biçimde eleştirilmesinin yeni bir örneği sergileniyordu. Bu arada Anadolu basınında birçok yerlerden çekilen kutlama telgraflarının yanısıra, yurt sathında da bayram sevinci ölçüsünde coşkulu gösterilerin düzenlendiği haberleri yer almıştı.

Dipnotlar

  1. Bu konuda bakınız; İzzet Öztoprak; “Düzenli Ordunun Kuruluşu" İkinci Askerî Tarih Semineri. Bildiriler, Ankara 1985, s. 261-284.
  2. Mustafa Kemal Atatürk; Nutuk, C.II, 13 ncü Baskı, İstanbul 1973, s. 504.
  3. Yücel Ôzkaya; "I ve II. İnönü Başarılarının Türk ve Dünya Kamu Oyu ve Basın Tarafından Yorumlanışı", Prof.Dr.Ahmet Şükür Esmer’e Armağan. Ankara 1981, s. 231; Ayrıca; Öğüd, 17 Ocak 1921, sh 1.
  4. İleri, 17 Ocak 1921,sh 1; H.T.V.Dergisi, Sayı: 52. Belge No 1210; A.T.T. ve Beyannameleri s. 368. T.B.M.M.’ne ilk aşamada kutlamalarla ilgili olarak ayrı ayrı yelerden yirmibeş telgraf gelmişti; T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, C.7, 17 Ocak 1921, s. 291.
  5. Yücel Ôzkaya; a.g.yazı, s. 231. İleri. 17 Ocak 1921, sh.l
  6. T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, C.V1I, s. 281.
  7. Hâkimiyet-i Milliye; 12 Ocak 1921, s.2; Ayrıca; Açıksöz; 13- Ocak-1921, s.l. “Meydan Muharebesi” sözcüklerinin kullanılması bakımından; Öğüd; 15 Ocak 1921, sh. 2 ve Albayrak; 17 Ocak 1921, s.2. T.B.M.M.nin 17 Ocak 1921 tarihli oturumunda da İnönü Savaşı’ndaıı “meydan muharebesi” biçiminde söz ediliyor; T.B.M.M: Zabıt Ceriddesi, C.7, s. 291.
  8. Albayrak; 24 Ocak 1921, sh 2; Öğüd; 17 Ocak 1921 s.l ve Yücel Özkaya; a.g. yazı, s. 231
  9. Öğüd; 19 Ocak 1921 sh. 1
  10. Öğüd; 20 Ocak 1921. sh. 1. Başyazıda Akpınar’ın Türk tarihindeki önemli gelişmelerle ilgi ve yakınlığı hakkında şu cümleler yer almıştı: “...Akpınar, Çanakkale kadar büyük. Çatalca'dan yüksek, Plevne’den parlak, Kars’dan büleııd, Kanije’den kıymettar, Bağdat’tan şöhretli, İstanbul'dan ulvi. Niğbolu’dan muhterem. Bursa'dan mübarek. İznik'ten mübeccel. İnegöl'den muazzez. Yarhisar, Bilecik ve hatta Karacahisar'dan daha mukaddestir. Çünkü onlar. Türklükle doğmuş, yaşamış ve .Akpınar onu ölümden kurtarmıştır”.
  11. Öğüd; 22 Ocak 1921, sh. 2 ve Yücel Özkaya; a.g.yazı, s. 232.
  12. Açıksöz; 13 Ocak 1921. sh 3.
  13. Açıksöz; 24 Ocak 1921, sh 4. “...Eskişehir ahalisi müsabaka edercesine ibraz-ı hamiyet etmektedir. ...teberruat komisyonuna Hancı Zakir Efendi tarafından üçyûz lira kıymetinde bir kısrak ve Eskişehir mebusu Emin Bey tarafından beşyûzelli lira hediye edilmiştir.
  14. Açıksöz; 27 Ocak 1921, sh. 2.
  15. Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin 12 ve 15 Ocak 1921 günkü savılan. Hâkimiyet-i Milliye, iki zafer başlıklı bir yazısında şu cümlelere yer veriyordu: “...Ethem’in hiyaneti ile Anadolu’nun yeni halk ordusu biraz vaktinden evvel pek büyük bir imtihanına davet edilmiş oldu. Türklerin yeni halk orduları karşısında Yunan İskender-i kebir ordusu mağlup kalmış ve perişan olmuştur!”
  16. Hâkimiyet-i Milliye, 15 Ocak 1921. sh. 2.
  17. Vakit, 14 Ocak 1921, sh. 1.
  18. Vakit, 20 Ocak 1921, sh. 1.<br> Vakit gazetesinin 19 Ocak 1921 tarihli sayısında Türkçe gazetelerde yer alan Yunanlıların hezimete uğrayarak geri çekildiklerine ilişkin haberlerin Avrupa basınınca doğrulandığı belirtiliyordu. Şu gelişmelere de ayrıca yer veriliyordu. Yunan resmi tebliğleri ise bu duruma 4-5 gün süren derin anlamlı suskunluktan sonra örtmeye ve farklı anlam vermeye çalışmaktaydı. Öte yandan Kral Konstantin İzmir cephesine gitmeye karar vermiş, karar resmen yayımlanmış, birkaç gün sonra ise bu karardan vazgeçmişti. Eskişehir’i almak için harekâta geçen Yunan ordusu geri dönmek ihtiyacını duymuştur. Hakikat şudur ki bugün Bursa cephesindeki Yunan kuvvetleri başlarım önlerine eğerek geldikleri yerlere doğru firar etmektedir.
  19. Alemdar. 18 Ocak 1921, sh. 1
  20. Peyam-ı Sabah. 18 Ocak 1921, sh. I
  21. Peyam-ı Sabah; 20 Ocak 1921, sh. 1
  22. Hâkimiyet-i Milliye 13 Şubat 1921 sh. 1’den Echo de Bulgari.
  23. İleri. 17 Ocak 1921, s. l’deu L’Excelsior
  24. İkdam; 21 Ocak 1921. s. 1’den Yerkir.
  25. Türk İstiklâl Harbi II nci Cilt. Batı Cephesi 3 ncü Kısım. Genelkurmay Harp Tarihi Dairesi Resmi Yayınları, Ankara 1966, s. 247. I nci İnönü Savaşında toplam Türk kaybı 252 dir.Yunan kayıpları ise Yunan Tarih ansiklopedisi ne göre toplanı 211 olarak gösterilmiştir.
  26. Vakit, 7 Şubat 1921, s. 1 den Politeia, Ayrıca; İzzet Öztoprak. Türk ve Batı Kamuoyunda Milli Mücadele, T.T.K. Yayını; Ankara 1989, s. 147.
  27. İkdam, 19 Ocak 1921. sh. l’den 16 Ocak tarihli ve Atina çıkışlı haberler
  28. Alemdar, 22 Ocak 1921, sh 1 den Le Temps ve 22 Ocak 1921 tarihli İkdam.
  29. Alemdar, 22 Ocak 1921, sh 1 den L’Excelsior.
  30. Yahya Akyüz, Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu 1919-1922, s. 242.
  31. Peyam-ı Sabah. 19 Ocak 1921. sh İden Petit Parisien.
  32. İkdam, 19 Ocak 1921 sh. İ den 12 Ocak 1921 tarihli Morning Post ve İzzet Öztoprak. a.g.e., s. 144-145.<br>Diğer bir İngiliz gazetesinde. Daily Telegraph’ta 15 Ocak 1921 tarihinde yayınlanan yazıda: Konstantin kaynaklı haberlerde, Papulas’ın gerçek dışı açıklamalarının söz konusu olduğu, buna karşın Roma’dan gelen haberlerde ise Papulas ordularının Kuva-yı Milliye’ye mağlup olduğunun yer aldığı, bu durumunda İngiliz muhalefetini tereddütlere sevkettiği belirtiliyordu. İkdam, 22 Ocak 1921, s. 1.
  33. Peyam-ı Sabah, 19 Ocak 1921, sh. 1.
  34. Osman Ulagay, Amerikan Basınında Türk Kurtuluş Savaşı, Mart 1974, İstanbul, s. 118- 119.<br> İnönü Savaşı sırasında iddia olunan hususlardan birisi de Türk ordusunda Bolşeviklerin de bulunduğu idi. Bu tür iddialar esas itibariyle Kuva-yı Milliye’nin Sovyetlerle olan ilişkilerinden kaynaklanmakta idi. Unutulmamalıdır ki, daha 1919 yazında kongreler döneminde özellikle de Damat Ferit Hükümeti’nce Kuva-yı Milliye hareketine yöneltilen ağır eleştirilerden birisi de onun Bolşevikliği benimsediği idi. Bu suçlama dış dünya tarafından da zaman zaman dile getirilmişti. Bu tür iddianın sık sık yinelenmesinde Türk-Sovyet ilişkilerindeki giderek artan yakınlaşmanın söz konusu kesimler üzerinde bıraktığı kuşkuların önemli bir rol oynadığı düşünülmelidir.
  35. Orhan Duru, Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye’nin Kurtuluş Yılları, Temmuz 1978, s.

Şekil ve Tablolar

Birinci İnönü Muharebesi (09-11 Ocak 1921)

Mondros Ateşkes Antlaşması ile İtilaf Devletleri Türklere çok ağır şartlar içeren bir antlaşma imzalattılar. Birinci Dünya Savaşı sırasında Çanakkale’yi geçemeyen galipler, savaştan sonra silah kullanmadan Anadolu’yu işgale başladılar. İşte böyle bir zamanda “Hürriyet ve istiklal benim karakterimdir... Bence bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi, mutlak o milletin hürriyet ve istiklaline sahip olması ile mümkündür. Ben yaşayabilmek için müstakil bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple millî istiklal bence bir hayat meselesidir.” diyen Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde başlatılan Türk İstiklal Savaşı, tüm dünyaya Türk milletinin haysiyetiyle ve şerefiyle yaşamak istediğini göstermişti. Bu süreçte atılan önemli adımlardan birisi de düzenli ordunun kurulmasından sonra kazanılan Birinci İnönü Zaferi’dir.

6 Ocak 1921 günü Bursa’dan Eskişehir yönüne, Uşak’tan Afyon yönüne iki kol hâlinde ileri harekâta başlayan Yunanlılar, 9 Ocak'ta İnönü mevzilerine kadar geldiler. 9 Ocak 1921 günü mevzii ilerisindeki Türk emniyet kuvvetleriyle Yunan öncü kuvvetleri arasındaki muharebeler karanlık basıncaya kadar bütün şiddetiyle devam etti.

Yunan kuvvetleri 10 Ocak 1921 günü saat 06.30’da Adalar Tümeni ile Kovalca-Akpınar, İzmir Tümeni ile de Yeniköy-Teke-Hayriye savunma hattına taarruza başladı. Bir kısım kuvvetleriyle de Söğüt-Gündüzbey doğrultusunda ilerliyordu.

Havanın çok sisli olmasından faydalanan Yunan birlikleri, özellikle demir yolu güneyindeki 11’inci Tümen bölgesinde hızla ilerleyerek İntikam Tepe’yi ele geçirdi. Buradaki muharebeler saat 14.00’e kadar devam etti.

10 Ocak 1921 günü saat 16.00’da Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’nın teklifi ve Fevzi Paşa’nın emriyle Türk birlikleri Beşkardeşdağı-Zemzemiye-Oklubalı hattına alındılar. Cephe karargâhı da Çukurhisar’a taşındı.

Yunan birlikleri Akpınar-Kovalca hattını işgal ettikten sonra taarruzlarını durdurarak bu hatta kaldılar. Cephenin 61’inci Tümenle takviye edilmeye başlanması, Türklerin ne pahasına olursa olsun savunmaya devam edeceklerini göstermişti. Bu durum karşısında Yunanlılar muharebe meydanında Türk Ordusu karşısında tutunamayacaklarını anlayarak, 11 Ocak 1921 sabahı İnönü mevzilerinden çekilmek zorunda kalmışlardır.

Birinci İnönü Muharebesi’ndeki başarı kesin zaferin bir başlangıcını teşkil etmektedir. Bu zaferin önemini Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK şöyle ifade etmiştir:

“Yeni Türkiye Devleti’nin küçük, fakat millî ülkülü genç ordusu, en dar bir hesapla üç kat üstün düşmanı İnönü Meydan Muharebesi’nde mağlup etti. Strateji sanatının en nazik icabatını isabetle uyguladı. İç hatların kullanılmasında harp tarihine parlak bir misal yazdı..."

Birinci İnönü Muharebesi’nin önemli askerî ve siyasi sonuçları olmuştur. Düzenli ordunun ilk zaferi olduğundan Kuvay-ı Milliye'den düzenli orduya geçiş süreci hızlanmış, halkın yeni kurulan Orduya güveni artmıştır. 20 Ocak 1921 tarihinde Teşkilat-ı Esasiye Kanunu kabul edilmiş, egemenlik kayıtsız şartsız millete geçmiş, yürütme ve yasama yetkisi TBMM’ye verilmiştir.

Milli Hükûmetin bu başarısı bütün dünyanın dikkatini çekmiş; Müttefikler, 26 Ocak 1921 tarihinde Osmanlı Devleti’nin Londra’ya bir heyet göndermesini ve bu toplantıya Ankara Hükûmetinden de temsilci bulundurulmasını istemek zorunda kalmışlardır.

İtilaf Devletleri’nden Fransa ve İtalya, savaş sonrası Millî Hükûmete yakınlaşma göstererek, Türk Kurtuluş Hareketi’ne karşı daha anlayışlı bir tutum içine girmişlerdir.

Savaş öncesi gergin olan Türk-Sovyet ilişkileri, Birinci İnönü Muharebesi’nde kazanılan başarıdan sonra yumuşama göstermiş; bunun sonucu olarak Sovyetler Birliği, Türkiye üzerindeki siyasetini gözden geçirmek ihtiyacını duymuştur.

Sonuç olarak; TBMM Hükûmetinin kurduğu düzenli ordu ile kazandığı bu ilk zafer, onun içte ve dışta tanınmasını sağlayıp, saygınlığını artırmış, daha sonra kazanılacak zaferlerin de bir başlangıcı olmuştur.

 

                                                        

 

İkinci İnönü Muharebesi (23 Mart-1Nisan 1921)

Milli mücadele sürecinde kazanılan Birinci İnönü zaferi üzerine İtilaf Devletleri Sevr Antlaşmasında Türkler lehine bir değişiklik yapılmasını görüşmek üzere Londra’da bir konferans toplanmasını kararlaştırmışlardır. 21 Şubat – 11 Mart 1921 tarihleri arasında toplanan bu konferansta, Türk devleti lehine bir sonuç çıkmamış ve mücadeleye devam kararı alınmıştır.

Yunanistan, Londra Konferansı henüz sona ermeden, Anadolu’da yeni bir taarruz yapmak üzere hazırlıklara başlamıştır. Türk Genelkurmayı, Yunanlıların asıl kuvvetleriyle gerek Eskişehir ve gerekse Afyon istikametinde bir taarruza girişeceğini önceden öngördüğü için zamanında gerekli düzeni almış, bir miktar da kuvvet toplayabilmiştir. Ancak yine de insan ve silah yönünden Yunanlılara bir üstünlük sağlayamamış, bu nedenle de İnönü ve Dumlupınar mevzilerini kuvvetlendirmeye çalışmıştır.

Yunan ordusu bu sırada Bursa, Uşak ve bu şehirlerin doğusunda, İzmit ve Gebze’de gruplandırılmıştır. Türk kuvvetleri ise Eskişehir’in kuzey batısında, Dumlupınar’ın doğusunda ve Kocaeli cephesinde bulunmaktadır. İkinci İnönü Muharebesine Türk Ordusu Batı ve Güney Cephesi Komutanlıkları ile Kocaeli Grubu ve Kastamonu ve Havalisi Komutanlıklarıyla katılmıştır. Şubat 1921 ortalarında Yunanlıların Anadolu’daki Küçük Asya Ordusu 1 inci ve 3 üncü Kolordulardan oluşmuştur.

Muharebeler, 23 Mart 1921 günü sabah erken saatlerden itibaren, 3 üncü Yunan Kolordusunun Batı Cephesinden, 1 inci Yunan Kolordusunun da Güney Cephesinden ileri harekete geçmesiyle başlamıştır. Yunan kuvvetleri 27 Mart’a kadar Türk örtme kuvvetleri ile muharebelere girişerek oyalanmışlar ve İnönü mevzilerine dört günde gelebilmişlerdir. 28 Mart günü Metristepe ve Kanlısırt’ı ele geçirmişlerdir. Bu sırada yapılan Türk gece taarruzları başarılı olamamıştır. O sırada güneydeki 1 inci Yunan Kolordusu 24 Mart günü Dumlupınar mevziini ele geçirdikten sonra 28 Mart günü Afyon’u işgal etmiş ve doğuya doğru ilerlemeye başlamıştır. 3 üncü Yunan Kolordusu da 30 Mart’ta tekrar taarruza geçmiş, ancak Türk sağ kanadı bu saldırıyı geri püskürtmüştür. Ankara’dan yetiştirilen taze kuvvetler sarsılmış bulunan Türk sağ kanadını takviye ederek Yunanlılara karşı giriştiği saldırı ile onların taarruz gücünü kırmıştır. Metristepe’ye o gün yapılan taarruz Yunan birliklerince durdurulmuş ve buradaki süvari tugayını alarak asıl Türk karşı taarruzunu beklediği batı kanadına göndermiştir. 30 Mart’ta bu taarruzu hazırlayan İsmet Paşa ertesi gün taarruza geçmeye karar vermiştir. Fakat daha sonra Yunan birliklerinin 1 Nisan günü sabahın erken saatlerinde geri çekilme emri verdiği anlaşılmıştır. Metristepe’ye gelen İsmet Paşa muharebenin kazanıldığını müjdeleyen raporunu yazmıştır.

23 Mart – 1 Nisan 1921 tarihleri arasında devam eden İkinci İnönü Muharebesi Türk Kuvvetlerinin zaferiyle sonuçlanmıştır. Bu muharebede Türk tarafının zayiatı 44 subay, 637 er şehit; 102 subay, 1.720 er yaralı, 10 subay ile 1.359 er kayıp ve esir olmak üzere toplam 3.875’tir.

Yunan tarafının zayiatı ise 53 subay, 669 er ölü, 149 subay, 2.874 er yaralı, 9 subay, 384 er esir veya kayıp olmak üzere toplam 4.148’dir.

 

I. İnönü Zaferi ve Sonuçları

1. İnönü Muharebesi, Kurtuluş Savaşı sırasında 6 Ocak 1921'de iki koldan saldırıya geçen Yunan güçleriyle İnönü mevziinde savunma halinde olan Ankara hükümeti kuvvetleri arasında gerçekleşmiş muharebelerdir.

Yunanlılar, Türk ordusunun gücü hakkında keşifte bulunarak Eskişehir’i ele geçirip, TBMM’yi dağıtmak için üs olarak kullanmak istiyordu. Bu arada Türklere karşı göstereceği başarı İtilaf devletlerinden yardım almasını kolaylaştıracaktı. Bu yolla Türk gücünü kırarak Sevr’i uygulatabileceklerdi. Üstelik; TBMM’nin Çerkez Ethem İsyanıyla uğraşıyor olması böyle bir olayı gerçekleştirmek için uygun bir ortamdı.

Yunan saldırısı İnönü mevkiinde İsmet Paşa komutasında durduruldu. Batı Cephesi’nde düzenli orduların Yunan ordularına karşı kazandığı ilk zaferdir. Bu zafer TBMM’nin iç durumunu kuvvetlendirmiş, dışarıdaki itibarını arttırmış, askere alım işlemleri hızlanmıştır. İsmet Paşa, Albaylıktan Generalliğe terfi etmiştir.

İtilaf devletlerinin hiç beklemedikleri bu yenilgi karşısında durumu görüşmek üzere Londra’da toplandılar. Sevr Antlaşmasını gözden geçirmek zorunda kaldılar. Bu zaferden sonra Çerkez Ethem İsyanı da bastırılmış ve düzenli orduya karşı yapılan bütün müdahaleler ve isyanlar bastırılmıştır. 

İnönü Savaşlarının Gerçek Olmadığı İddiası

13,4K

İnönü Savaşlarının Gerçekleşmediği İddiası Doğru Değil

6-11 Ocak 1921 tarihleri arasında Birinci İnönü Muharebesi’nin, 23 Mart-1 Nisan 1921 tarihleri arasında ise II. İnönü Muharebesi’nin gerçekleştiği hususu resmî belgeler ve tanıklıklar ışığında bir hakikattir. Batı Cephesi Komutanlığı personelinin kendi içinde yaptığı telgraf yazışmaları, savaşın akabinde ordu içinde iletilen tebrik telgrafları, Genelkurmay kayıtları, Yunan askeri kaynaklarının kayıtları, hatıratlardaki kayıtlar, yabancı devlet temsilcilerinin tebrik telgrafları bu çarpışmaların varlığının ispatıdır.

 

İnönü Savaşlarının isminin İsmet İsmet İnönü’den geldiğini sanan bir köşe yazarını daha önce ifşa etmiştik. Ancak sanmayın ki I. ve II. İnönü Savaşlarına dair köşe yazarlarındaki cahillik bu kişiyle sınırlı kalsın.

Milli Mücadeleyi küçümsemek isteyenlerin yanı sıra İsmet İnönü’den hazzetmeyenlerin genelde benimsediği bir yalan“İnönü Savaşları aslında olmadı” iddiası.

İnönü’de gerçekten bir savaş gerçekleşmiştir. Bazılarının sandığı kadar büyük çapta olmasa da Birinci İnönü Muharebesi, 6-11 Ocak 1921 tarihleri arasında meydana gelmiştir. II. İnönü Muharebesinde ise Yunan kuvvetlerinin 23 Mart 1921’de başladığı saldırı, 1 Nisan 1921’de durdurularak zafer elde edilmiştir.

Batı Cephesi Komutanlığı personelinin kendi içinde yaptığı telgraf yazışmaları, savaşın akabinde ordu içinde iletilen tebrik telgrafları, Genelkurmay kayıtları, Yunan askeri kaynaklarının kayıtları, hatıratlardaki kayıtlar, yabancı devlet temsilcilerinin tebrik telgrafları bu çarpışmaların varlığının ispatıdır (Genelkurmay yayını olan “Türk İstiklal Harbi” adlı kitapta detaylı bilgi yer almaktadır).

Genel Kurmay Başkan Vekili Fevzi Paşa’nın TBMM’ye ve tüm Vekâletlere 11 Ocak 1921 günü ilettiği telgrafındaki Birinci İnönü Savaşı’na ilişkin bilgiler, yaşananlara ilişkin güzel bir özet niteliğindedir:

6 Ocak 1921’de Yenişehir ve İnegöl istikametinden başlayarak çeşitli şiddet ve aşamalarla İnönü mevzilerimize kadar uzanan düşman taarruzu, 9 ve 10 Ocak 1921’de Savcıbey-Akpınar-Karaağaç genel hattında meydana gelen çok şiddetli ve devamlı meydan muharebesinden sonra birliklerimizin kahramanca karşı koymaları ve müdafaaları karşısında durmuş ve 10/11 Ocak 2921 gecesi düşman taarruzdan vazgeçerek hızla geri çekilmeye başlamıştır.

TBMM Başkanı Mustafa Kemal ile Batı Cephesi Komutanı Albay İsmet Bey arasında 1 Nisan 1921’de gerçekleşen telgraf yazışmaları da İkinci İnönü Muharebesini özetlemektedir:

Düşman, binlerce ölüsüyle doldurduğu savaş meydanını silahlarımıza bırakmıştır” – “Siz orada yalnız düşmanı değil milletin makus talihini de yendiniz. İstila altındaki topraklarımızla beraber bütün vatan, bugün en ücra köşelerine kadar zaferinizi kutluyor“.

Yunanlıların çok üstün kuvvetlerle İnönü mevzilerine karşı giriştikleri bu taarruzu durduran çetin direnişlerde şehit ve gazi olanlara ilişkin bilgiler de Genelkurmay ve Yunan kayıtlarında yer almaktadır.

Yunan Ordusu, önce 11 Ocak 1921’de Birinci İnönü Muharebesinde; sonra, aynı bölgede yedi gün devam eden ve 31 Mart 1921’de sona eren İkinci İnönü Muharebesinde mağlup edilerek geri çekilmeye mecbur edildiği ve bu durum tarihi belgelerle kayıt altına alındığı hâlde, Kurtuluş Savaşı’nın kırılma noktasını oluşturan İnönü Savaşlarının aslında yok olduğuna inananlara inanmak gerçekten güç.

 

Türk Ordusu

 

İnönü Savaşlarının Gerçekte Olmadığı Yalanına Sarılan Köşe Yazarları

İnönü Savaşlarının varlığına ve önemine dair hata yapan köşe yazarları şu şekilde:

Faruk Köse, Yeni Akit Gazetesi‘ndeki “Bir ‘Kurtuluş Savaşı’ Masalı” başlıklı (20 Mayıs 2013) yazısında Kurtuluş Savaşı’nı yalan olarak niteleyip İnönü Savaşlarının şaibeli olduğunu iddia etmiş:

"Dünkü yazıda “Kurtuluş Savaşı”nın koskoca bir yalan olduğunu söyleyip detayı bugüne bırakmıştım. Sözü dolandırmadan doğrudan konuya gireceğim: Öyle yedi düvele karşı verilmiş bir “Kurtuluş Savaşı” yoktur. ... İngilizlerin desteğiyle İzmir’e çıkan Yunanlıları zaten halkın kurduğu yerel direniş cepheleri perişan etmişti. İlerleyen Yunanlılar, Ankara Hükümetinin doğrudan yönettiği askerlerle karşılaştı. Yani Ankara Hükümeti, sadece Yunanlılarla yaptığı Sakarya Savaşını yönetti. İnönü Savaşları bile şaibeli; İnönü Savaşları diye bir şeyin olmadığını iddia edenler var. Hadi o da olsun. Bu durumda ortaya çıkan hakikat tablosu şu: M. Kemal Hükümetinin yaptığı tek savaş, Yunanlılarla savaştır. Hatta “Büyük Taarruz” bile savaş değildir; Yunanlıların çekildiği bölgelere, peşinden Türk Ordusunun girmesinden ibarettir."

M. Necati Özfatura Türkiye Gazetesi‘ndeki “Türkiye düşmanı olanlar” başlıklı (27 Mayıs 2016) yazısında İnönü savaşlarında elde edilen sonuçları küçümseyerek zafer olmadığını iddia etmiş:

"Birinci ve İkinci İnönü Savaşı zafer değildir. Yunan ordusu yanlış istihbaratla Türk birliklerini ileri mevzi ve ileri karakol zannetti. Daha sonra Yunan ordusu geri çekilirken İnönü bu alana gelmiştir. Ancak daha sonra bu gerçekleri anlatan kişinin eseri toplatılmıştır ve bu kişi idam edilmiştir."

Mehmet Akarca, Takvim Gazetesi‘ndeki “Ayıcı Arif” başlıklı (3 Aralık 2011) yazısında İsmet İnönü’nün İnönü Savaşlarında hiçbir rolünün olmadığını iddia etmiş:

"Savaş 6 Ocak'ta başlamış, İsmet bey 10'unda cepheye intikâl etmiş, o günün akşamı da zaten savaş sona ermiştir... ... Gazeteci Mustafa Armağan, Cumhurbaşkanlığı eski Genel Sekreteri Bıyıklıoğlu'nun da, notlarında, savaşın kazanılmasında İsmet Bey'in herhangi bir katkısının bulunmadığını belirterek, o'nun en önemli özelliğinin, "etrafa karşı" her başarıyı kendine mâl etme becerisi olduğunu vurgulamıştır... ."

Yeni Akit Gazetesi yazarlarından Yavuz Bahadıroğlu da “Kayıtdışı Tarihimiz” adlı kitabı için Haber7.com’a verdiği röportajda İnönü Savaşlarının olmadığını ima etmişti:

"Birinci İnönü Savaşı yok diyen tarihçiler var. Karabekir Paşa da bu fikirde. Peki, böyle bir zaferden niye söz ediliyor?"

Yalçın Küçük, “Türkiye Üzerine Tezler 2” adlı kitabında İnönü Savaşlarının gerçek olmadığını iddia etmişti:

"Genelkurmay yayınlarına ve diğer kaynaklara dayanarak, İnönü'de zafer değil, bir çarpışma (bile) olmadığını gösterdim. Çerkez Ethem ve Mustafa Suphi'yi temizlemeye kararlı Anadolu ihtilalcileri, temizlik hareketini maskeleyecek bir zafer arıyorlardı."

Kadir Mısıroğlu da İnönü Savaşı’nın gazetelerin uydurması olduğunu iddia etmekteydi.

 

 

Efendiler! Savaş durumunun çeşitli evreleri ve gelişimi hakkında Erkân-ı Harbiye Umumi Reisi ve Müdafaai Milliye Vekili Paşa Yüce Heyetiniz’e daha ayrıntılı bilgi verecektir. Fakat kendileri, henüz harekâtı yönetmekle uğraştıklarından biraz gecikecektir. Onun için ben sizce gereken ve bu anda bilinmesi mutluluk verecek konuları kısaca sunacağım.

Bilirsiniz ki Venizelos’un düşmesiyle Yunanistan’da bir mesele, bir özel durum ortaya çıkmıştı. İktidar mevkiine gelen Konstantin’in takip edeceği siyaset tamamen belli olmamış gibi idi. Fakat alınan bilgiye göre İngilizler Konstantin’i bile sıkıştırarak kendi emperyalist emelleri uğrunda oyuncak etmek istiyorlardı. Konstantin krallığını onaylatabilmek için bu konuya meyyal görünüyordu. Fakat İngilizlere karşı yükleneceği görevi yapmak için Yunan ordusunu taarruz ettirmek ve bu taarruzunda başarılı olmak gerekiyordu. İşte bu sırada idi ki Ethem, Tevfik ve Reşit hainleri hainliklerini fiilen göstererek Yunan ordusuna katılmış bulunuyorlardı. Efendiler, Yunan karargâhında ve İngilizlerde bu katılım ile ortaya çıkan sevincin derecesini anlamak ve kavramak için Ethem, Tevfik ve Reşit’in anlayışlarını biraz anlatıp yorumlayacağım. Bu bedhahlarca Batı ordusunda maddeten ve manen kuvvet olarak yalnız onların emri altında bulunan insanlar vardı. Esasen ordumuzun maddî kuvveti bunlardan aşağı idi. Öyle farz ediyorlardı. Hele manevîyatça ordunun hiç değeri yoktu. Ancak düşman karşısında ve harekât bölgesinde Ethem ve kardeşlerinin kuvveti sayesinde ve bu kuvvetin tesiriyle, bu kuvvetin düşmanı korkutmasıyla durabiliyorlardı. Yani Kuvva-i seyyare ortadan kalkarsa onların görüşlerine göre hemen ordu ortadan kalkacaktı. Yine onların zanlarınca ve yanlış inançlarınca milletimizde birlik ve dayanışma yoktu. Milletimizin tek temsilcisi olan Yüce heyet-i aliyede hiçbir birlik ve kararlılık inancı yoktu. Bundan dolayı bütün bu görüşleri Yunan karargâhına ve doğal olarak İngilizlere, İstanbul’a yetiştirilmişti. Şüphe yok bundan fazla olarak bütün askerî düzenlememizi nerelerde ne kadar askerîmiz var, nelerimiz mevcut, araçlarımız ne derecededir, hangi yerlerden ne kadar zamanda ne kadar kuvvet getirebiliriz. Doğal olarak bunları da söylemişlerdi (Allah kahretsin sesleri). İşte Konstantin’in, bundan olağanüstü cesaret alarak seri bir hareketle zayıf olduğu kendilerince belirlenen yönden yürüyerek Eskişehir’i işgal etmek, ona göre diğer harekâtlarını düzenlemek istediği ortaya çıktı. Şüphe yoktur ki bu harekete Ethem kendi kuvvetleriyle de katıldı.

Ethem ve kardeşlerinin kuvveti henüz kuvvetlerimiz Gediz yakınında bulunurken bir darbe ile dağıldı. Bilirsiniz onu izleyen askerî kuvvetlerimiz asıl tehlikenin gelmekte olduğu yöne yönelendirildi. O yönde, yani Kütahya bölgesinde bazı şeyleri söylemekte beis, zarar görmeyeceğim.

Orada (600-800) kişiden oluşan ufak bir kuvvet Ethem’i dağıttıktan sonra yalnız 300 kişi beraberinde kalmıştır. Yanında bir bataryayı beraber götürmüş, fakat o bataryanın zaptı kaçmıştı. Batarya kullanılamayacak bir halde bulunuyordu. Bu kuvvetlerin buradan çekilip gittiğini görünce yine birtakım insanları başında toplamış, 600 kişiye belki 800 kişiye çıkarmış. Bataryaya da belki Yunanlılardan gönderilen topçularla bir faaliyet vermiş ve önceki günden beri Kütahya’da bulunan ufak kuvvetlerimize saldırmaya başlamıştır. Bundan dolayı önceki gün, dün ve bugün orada bulunan bu cüz’î kuvvet bu âciz kuvveti devamlı darbelerle uğraştırmıştır. Hatta şimdi gelen bir raporda sağ tarafta Aydoğdu sırtları yönüne çekilen asiler takip olunmaktadır. Efendim, işte bu ufacık kuvvet yenilmeye mahkûmdur. Fakat doğal olarak durumu daha gerçek düşünmek ve bunları bir an önce temizleyebilmek için oraya süvari ve piyade olmak üzere bugün üstün kuvvet gönderilmiştir. Bekliyorum. Bu üstün kuvvet bunu büsbütün perişan edecektir (İnşallah sesleri). Şimdi Fevzi Paşa Hazretleri haber göndermişler geleceklerdir. Onun için çok kısa geçeceğim. Asıl İnönü Meydan Savaşı’na geçiyorum.

Biliryorsunuz kuvvetlerimizi İnönü bölgesinde toplamaya başladık, düşman oraya kadar geldi. Fakat Nazifpaşa mevkiinde ve sonra Pazarcık bölgesinde daima bir taburdan ibaret olan küçük kuvvetler, bütün bu düşman ordusuna iki üç gün kadar zarar verdirdi. Düşmana göre az olan kuvvetlerimiz İnönü’nde toplanmıştı. Burada gerçekleşen Meydan Savaşı’nda düşman, büyük zararlar ile yenilgiyi hissetti, anladı ve seri bir şekilde çekilmeye başladı. Kuvvetlerimiz, biliyorsunuz Otalbalı, Beşkardeş tepeleri hattında bulunuyordu. Dün bütün ordu, düşmanı takiben ileriye hareket etti ve dün akşam aldıkları vaziyet (20-30) kilometre kadar daha ileride olmak üzere Gündüzbey, Metris, Akpınar ve Karaağaç hattına kadar ilerledi ki bu hat bütün piyade kısımlarının hattıdır. Fakat süvari kolları daha ileri gitmiştir. Bir kısmı Bozüyük, bir kısmı da Mezit vadisine doğru ve daha ileride Söğüt ve Pazarcık yönünde keşif bölükleri gönderilmiştir. Bugün ordu Komutanlığı’ndan gelen bir raporda, düşmanın iki alay piyade, iki bölük süvari ve bir batarya toptan oluşan kuvvetinin Söğüt, Bilecik, Yenişehir yönünde çekilmekte olduğu bildiriliyor.

Gerçek kuvvetlerinin de (Pazarcık, Nazifpaşa, İnegöl, Bursa) yönüne doğru çekildiği bildiriliyor. Düşman son derece seri bir çekilme yapıyor. Birçok eşya ve malzemeyi terkederek çekiliyor. Yalnız güzergâhlarında Müslüman halka tecavüz ve zulüm yapmaktan geri durmuyorlar. Buna karşılık ordu komutanı, doğrudan doğruya Mezit vadisinden düşmanın dönüş yolunu kesmek üzere önemli bir süvari kuvveti gönderiyor. Kuzeyde de piyade ve süvari kuvvetinden oluşan bir kuvvet, doğrudan doğruya Yenişehir yönüne doğru düşmanın dönüş yolunu kesmek emrini almış bulunuyor. Şimdi bunun sonuçlarını bekleyeceğiz .

Efendim, Yüce Meclisiniz, toplantı durumunda bulunmadığı için, bu zaferin gerçekten çok önemli ve değerli olan siyasal ve askerî durumumuzun, iç durumumuzun üzerindeki etkisinin önemini anlayacağınıza emin olarak İnönü Meydan Savaşı’nı kazanmış olması dolayısıyla Batı Ordusu Komutanı’nı, bütün subaylar, komutan ve fertlerini Yüce Heyetiniz adına tebrik etmiştim (şiddetli alkışlar). Belki okudunuz, tekrar okuyayım, yazdığım tebrik şu idi:

Erkân-ı Harbiye Umumi Reisi ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Beyefendi!
İnönü Meydan Savaşı’nda Batı Cephesi bölüklerinin uğurlu ve üstün yönetiminiz altında kazandıkları kesin galibiyetten dolayı yüce şahısınıza ve kahraman ordumuzun bütün komutanlarıyla subaylarına ve fertlerine Büyük Millet Meclisi’nin içten tebriklerini sunarım ve bu başarının kutsal topraklarımızı düşman isgalinden tamamen kurtaracak olan kesin zafer için hayırlı bir başlangıç olmasını Allah’tan diler ve işbu tebriklerin bütün Batı Ordusuna ve subaylarına ulaştırılmasını rica ederim.

 Büyük Millet Meclisi Başkanı
 Mustafa Kemal

Hilmî Bey (Bolu)- İzin verilir mi Paşa Hazretleri Ben, İsmet Beyin, komutanların ve gerekenlerin birer derece terfilerini öneriyorum.
Mustafa Kemal Paşa- İzin verir misiniz? Bu konu hakkında daha biraz genel durum tespit edilsin ve kazanılmış olan bu meydan savaşı zaferini taçlandıracak beklediğimiz birkaç şey vardır. Ondan sonra yine uygun bulursanız buyurduğunuz şey yapılır efendim. İsmet Beyin verdiği cevabı da aynen okuyacağım.

Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine:
Allah’ın yardımıyla İnönü Meydan Savaşı’nın kazanılmasından dolayı Büyük Millet Meclisi’nin içten destek ve dilekleri, ordunun bütün fertlerini ve subaylarını teşekkür onuruna erdirmiştir. Geleceğimizi tam istiklâl ile yüklenmiş olan Büyük Millet Meclisi’ne kayıtsız şartsız bağlılık ve teslimiyetten aldığı manevî ve kutsal ışık ile (şiddetli alkışlar) kutsal topraklarımızı kurtarma görevini yapacağına, ordunun kesin inancı ile emin bulunduğunu Başkanımıza arz ederim. (Allah muvaffak etsin sesleri)

 Erkân-ı Harbiye Umumi Reisi ve
 Batı Cephesi Komutanı
 İsmet

Efendiler, ben bu arada Yüce Heyetiniz’e özellikle teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Nedenini açıklayacağım. Aleyhimize oluşan harekâtın, gerçekten birçok kalpleri endişeye düşürecek boyutta olduğunu kabul etmek gerekir. Böyle bir görüntü karşısında Yüce Meclisiniz olağanüstü bir sükûnet, soğukkanlılık ve kararlılık göstermiştir. Hükûmet de komutanlara ve orduya karşı güvenini iyi korumuş ve sonucu tam bir sakinlikle beklemiştir. Yüce Meclisiniz’de beliren bu yüksek durum emin olunuz, hepimize ve bütün millete aynı şekilde iyimser bir etki yapmıştır. Eskişehir’den gelen birçok kişiye kendiniz sorabilirsiniz. Daima buradaki sükûnet, oraya sakinlik vermiştir. Halbuki düşman Eskişehir’e iki üç saat yakınına kadar gelmişti. Eğer Meclis’te ufak bir telâş olsaydı, bu bütün memlekete yansıyabilirdi. Hatta orduya da bulaşabilirdi ve Allah korusun istenmeyen sonuçlar karşısında kalınabilirdi. İşte Yüce Heyetiniz’in sakinlik ve dayanıklılığının etkisi ve sonucu olmak üzere İnönü Meydan Savaşı kazanılmıştır. Bundan dolayı teşekkürlerimi sunarım (estağfurullah sesleri). Efendim, Fevzi Paşa Hazretleri geldikleri zaman daha fazla bilgi vereceklerdir. Bu kadarla yetiniyorum.1

Mustafa Kemal Paşa (Ankara)- Arkadaşlar, Muhittin Bey’in son derece değerli sözlerinin doğurduğu duygulara tercüman olmak üzere bir iki kelime arz edeceğim. Milletimiz bugün bütün geçmişinde olduğundan ve atasından daha çok ümitlidir. Bunu ifade için şunu söylüyorum: Kendilerinin tabiri ile cennetten vatanımıza bekçi olan merhum Kemal demiştir ki:
Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini
Yok mudur kurtaracak bahtı kara mâderini
İşte bu kürsüden bu Yüce Meclis’in başkanı sıfatiyle yüce Heyetiniz’i oluşturan bütün üyelerin her biri adına ve bütün millet adına diyorum ki:
Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini
Bulunur kurtaracak bahtı kara mâderini (annesini)
(Sürekli alkışlar).

Hâkimiyet-i Millîye’ ye demeç:

İzmir- Birinci İnönü Savaşı, 6 Ocak 1921 günündeki durum üzerinden değerlendirilmelidir. O gün, batı cephesi asıl kuvvetleri Gediz ve doğusunda toplanmış bulunuyordu. Bu kuvvet, yeni Türkiye Devleti’nin kuruluşuna ve Millet Meclisi’nin varlığına ve yasallığına ayaklanan hain kuvvetleri cezalandırma görevini almıştı. Bursa yönüne karşı Bilecik-Pazarcık çizgisinde zayıf bir tümen terk edilmişti. Uşak-Afyon yönünün sağlanması için de toplanan asıl kuvvetlerin etkisi yeterli görülmüştü. Ankara’da henüz kuruluş durumunda sadece bir tümen vardı. Yunan ordusunun önemli kuvvetleri ile Bursa’da ve Uşak’ta bulunduğu kesin idi. Ayaklanan kuvvetler bütün bir bölümü ile Simav’da ve bir kısım kuvvetle Emed’de toplanmış duruyordu. İşte bu durum içinde bulunduğumuz gün, düşman ordusunun önemli çalışmalarından haberdar olduk. Gerçekten, üç kuvvetli düşman tümeni, Bursa’da İnegöl ve Yenişehir yollarıyla yürüyüşe girdi. Bu yöndeki başka tümenimize yaklaştı. Uşak-Dumlupınar yolundan da iki düşman tümeni harekete başladı. Ocağın altıncı günü öğleden sonra şu karar verildi: Gediz’den bir tümen ve Ankara’daki tümen İnönü noktasında toplatılacak, Bilecik-Pazarcık çizgisindeki bağımsız tümen bu noktaya kadar çekilerek orada toplanacak olan tümenler ile birleşecek, Bursa’dan ilerleyen düşman kuvvetleriyle İnönü çevresinde kesin savaş kabul olunacak, Gediz’de bırakılacak olan bağımsız bir tümen, Kütahya’ya kadar çekilerek Bilecik-Dumlupınar mevzilerinden gelmiş olan kuvvetler tekrar oraya dönecek ve Afyonkarahisar yönünü savunacak. Zaten Batı cephesi genel kuvvetleri de bundan oluşuyordu. Bu plânın uygulanmasına 7 Ocak’tan itibaren başlandı. 8 Ocak günü iki tarafın kuvvetleri İnönü mevzilerinde savaş durumuna geldi. 9’uncu ve 10’uncu günlerde İnönü mevzilerini içeren Gündüzbey, Kavalca genel sınırında kanlı ve buhranlı dönemler oldu. Meydan Savaşı iki tarafın kuvvetlerinin art arda yetişmesiyle bir rastlantı sonucu meydan savaşı şeklinde ortaya çıktı. Dokuzuncu günü yalnız sol tarafta ortaya çıkan ciddî savaşlar onuncu günü bütün cephe boyunca ve bütün şiddetiyle gelişti.

Yaşamak ve bağımsızlık amacımız, ülkemizi zorla ele geçirme ve taarruz isteğiyle çarpışıyordu. Sonunda ayın on birinci günü sabahı savaş alanı kanunî amacın, zaferinin doğduğu bir yer oldu. Yeni Türkiye Devleti’nin küçük, ancak millî ülkülü genç ordusu, en dar bir hesapla üç kat düşmanı İnönü Meydan Savaşı’nda yendi. Savaş stratejisi sanatının en ince gereklerini yerinde uyguladı. İç sınırların kullanılmasında savaş tarihine parlak bir örnek yazdı.

Yeni Türkiye Devleti’nin bağımsızlık düşkünlüğü gösterişsiz bir varlık içinde söndürülemez bir ateşin yok edici alevleriyle kendisini ve yeni devletin içindeki yüce hasreti Birinci İnönü Meydan Savaşı’nda dünyaya kanıtladı.

Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar

10 Ocak 1921, Birinci İnönü Savaşı başarısının tarihidir, bu yıl bu savaşın 102. yıldönümüne ulaştık.

Bu, adım adım kurulmuş düzenli milli ordunun ilk başarısıdır.

Savaş tarihi bu çatışmayı ufak bir savaş olarak değerlendirir. Ancak savaşın Anadolu’da ve tüm dünyada etkisi büyük olmuştur.

Bu savaşta bir yandan isyan eden Ethem kuvvetlerinin, öte yandan Yunan ordusunun yeni kurulan milli orduya karşı saldırıya geçmesi sonucu, milli ordu çapraz ateş karşısında kaldı.

Kısa bir durum değerlendirmesi yapalım.

ETHEM ÜNLENİYOR

23 Nisan 1920’de Millet Meclisi göreve başlayınca ilk iş hükümetin kurulmasıydı. Başbakan yoktu, Meclis başkanı seçilen Mustafa Kemal, Bakanlar Kurulu’nun da başkanıydı. Albay İsmet Bey (İnönü) Genel Kurmay Başkanlığı’na, Fevzi Paşa (Çakmak) Milli Savunma Bakanlığı’na milletvekillerinin oylarıyla seçildiler.

Yunan işgal kuvvetlerinin 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkmalarından sonra adım adım tüm Batı Anadolu’yu ele geçirmeleri karşısında yerel Kuvayı Milliye güçleri kendi girişimleriyle önlemler almaya başlamışlardı. Ancak temel hedef düzenli orduyu kurmaktı.

Ödemiş, Nazilli ve Aydın’da Efeler, Balıkesir’de yerel Kuvayı Milliyeciler Yunan işgal güçlerine karşı yerel savaşlar veriyordu. Bu güçlerden birisi de Salihli’de örgütlenen Çerkez Ethem’dir.

Kasım 1919’da Ethem’in birlikleri Marmara Bölgesi’nde padişahın Anzavur güçlerine karşı savaştı, Yozgat’ta Mayıs 1920’de Çapanoğlu isyanının bastırılmasında başarı gösterdi. Ethem’in ünü “milli kahraman” olarak ülkeye yayılmıştı. Bu başarılar, Ethem ve kardeşlerinde özgüven patlaması yapmıştı. Ethem, “Beni dinlemezse Mustafa Kemal Paşa’yı Meclis önünde ipe çekeceğim” demeye başlamıştı.

Ethem, Yozgat isyanı sırasında halkın elinden aldığı koyunları, Ankara çarşısında satıyordu, ancak kendisine hiçbir şey yapılamıyordu.

‘BİZİZ, AKIL BİZDEDİR’

İsmet İnönü o günleri şöyle anlatıyor:

“Ethem Bey’in Yozgat’tan dönüşü üzerine kendisini istasyonda karşıladığımızı ve Atatürk’le beraber bir birliğini denetlediğimizi hatırlarım. Birliği teftiş ettik, başarılarını selamladık. Oradan ayrılırken Atatürk’e sordum: ‘Her biri pürsilah, tepeden tırnağa silahlı. Bunun kendilerine verdiği güven ve büyüklük duygusu ile herkese tepeden bakıyorlar. ‘Bugün memlekete hâkim olan kimdir? Bunlar mı, biz miyiz?’

Beraber yürüyoruz, Atatürk biraz durdu, düşündü ve şu cevabı verdi: ‘Biziz’ dedi, ‘Akıl bizdedir.’

Atatürk’ün bu sözlerinden keyiflendim.” (İnönü, Hatıralar, s.199.)

8 Kasım 1920’de Ali Fuat Cebesoy’un Moskova Büyükelçiliği’ne tayin edilmesi üzerine Albay İsmet Bey, Genelkurmay Başkanlığı görevi üzerinde kalmak koşuluyla Batı Cephesi Komutanlığı’na, Albay Refet (Bele) ise Güneybatı Cephesi Komutanlığı’na getirildi.

Her iki komutan da düzenli ordunun kurulmasını istiyordu. Ethem ve kardeşleri de bu girişimlerden tedirgin oluyorlardı, “Batı Cephesi Komutanlığı’nı bir üst olarak tanımadığını” açıkladılar. Hatta  “Albay Refet Bele ile Albay Fahrettin Altay’ın komutanlık görevlerinden alınmasını” isteyecek derecede ileriye gittiler.

Mustafa Kemal’in Ethem ve kardeşlerini yatıştırma ve uzlaşma girişimleri işe yaramıyordu. Ethem, Meclis’e gönderdiği telgrafta “Millet Meclisi’ni ve hükümetlerini küçük görüyordu.” (Nutuk, s. 370, 371.)

ETHEM, İSTANBUL’A YANAŞIYOR

2 Ocak 1921 günü Ethem, İstanbul’daki sadrazama gönderdiği telgrafta, Ankara’ya karşı harekete geçtiğini, Yunan Komutanlığı ile anlaşmaya vardığını bildiriyor ve “tutulacak yol konusunda yüksek sadrazamlık makamının destek ve onayını almayı gerekli gördüm” diyordu. (Nutuk, s. 371.)

Ethem, böylece isyanını ve Yunan Komutanlığı ile işbirliği yaptığını İstanbul hükümetine resmen bildiriyordu.

5 Ocak 1921’de Ethem kuvvetleri düzenli orduya karşı saldırıya başladı. Ethem anılarında şöyle yazıyor:

“İsmet Bey’e bir darbe indirmenin zamanı gelmişti. Vakit geçirmeden Gediz’e girmiş bulunan tümenler üzerine taarruza geçtik.”

TAM ZAMANI: YUNAN ORDUSUNUN SALDIRISI

Batı Cephesi birlikleri ile isyan eden Ethem birlikleri arasında çatışmalar sürerken tam o sırada, 6 Ocak 1921 sabahı Yunan ordusu da harekete geçti.

Yunan kuvvetleri ilerliyorlardı; Banaz, İnegöl ve Yenşehir’i ele geçirdiler. Batı Cephesi iki ateş arasında kalmıştı.

İnönü bölgesi yönünde savaş başlatmış olan Yunan birliklerine ulaşmak için tren yolunu kullanmak gerekiyordu. Ancak, en yakın tren istasyonuna varmak için askerlerin 80 kilometre yol yürümesi gerekiyordu.

TUZAĞIN ORTASINDA KALIŞ

Askeri açıdan Cephe Komutanı İsmet Bey tam bir tuzağın ortasında kalmıştı. Önünde Ethem ve iki kanatta Yunan orduları vardı…

Askerin İnönü mevzilerine bir an önce ulaştırılması gerekiyordu. İki günlük mesafeyi yürüyerek bir günde almak zorundaydılar.

Batı Cephesi birlikleri hem iki tarafta birden savaşıyordu hem de sayısal olarak Yunan ordusunun yarısı kadar bir güce sahipti.

İnönü cephesinde, birkaç gündür süren kar yağışı nedeniyle askeri mevziler çamur içindeydi, askerler yorgunluktan bitkin düşmüşlerdi. Tablo hiç iç açıcı değildi. 24. Tümen yorgun ve dağılmış bir durumdaydı. Askerlerin üstü başı perişan, dört gündür yarı aç, yarı tok, canlarını dişlerine takmış savaşıyorlardı. (HTD, N.4 / 4478. Dosya 1)

10 Ocak günü hava sisliydi. Yunan kuvvetleri demiryolunun doğusundaki, Poyra köyüne girdiler ve İnönü istasyonuna kadar ilerlediler.

Tüm bu olumsuzluklara karşın Türk askeri Yunan güçlerinin saldırılarını dirençle karşılıyordu. Yunan askeri birlikleri Türk mevzilerini daha önce yaptıkları gibi aşamıyorlardı. Yunan saldırıları her şeye karşın kırılıyordu. 

10 Ocak gece yarısı her iki taraf yeni mevzi almak için geri çekilmeye başladı. Geriye çekilen Yunan birlikleriyle, bu kez 24. Tümen karşı karşıya geldi. Yunan birlikleri büyük panik yaşadılar, yepyeni bir durumla karşılaştılar.

Albay İsmet Bey komutasındaki Türk ordusu cepheyi çok iyi tutuyordu. Yunan işgal güçlerinin 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıktıkları tarihten bugüne kadar tam sekiz ay geçmişti ve ilk kez beklemedikleri bir dirençle karşılaşıyorlardı. Sonuçta 10 Ocak’ı 11 Ocak’a bağlayan gece Yunan güçleri sabaha kadar Bursa yönünde çekilişlerini sürdürdüler.

KUVVETİMİZ TAKİBE YETMİYORDU

Mademki Yunan birlikleri başarılı olamadı ve geriye çekilmeye başladı, öyleyse neden takip edilmedi? Neden imha edilmedi? Bu sorular çok sorulmuştur.

İsmet İnönü bu soruya çok yalın ve sade, şöyle bir yanıt verir:

“İnönü cephesinden çekilen düşmanı ancak hafif kuvvetlerle takip ettik. Fakat Bursa’yı zorlamadık. Çünkü hem kuvvetimiz takibe yetmeyecek kadar azdı, hem de asker çok yorgundu.” (İnönü, Hatıralar, s. 232.)

‘KESİN ZAFERE HAYIRLI BAŞLANGIÇ’

Savaşı Ankara’da dakikası dakikasına izleyen Mustafa Kemal, 11 Ocak 1921 günü Cephe Komutanı Albay İsmet Bey’e bir kutlama telgrafı gönderdi ve “Bu başarının kesin zafere hayırlı bir başlangıç olmasını Allah’tan dilerim” dedi. 

Bu tanımlama, ileriye dönük bir umut ışığı gösteriyordu.

Yunan birlikleri geriye çekilmişti ama isyan eden Ethem kuvvetleriyle savaşlar 21 Ocak 1921 tarihine kadar sürdü. Sonunda Ethem ve kardeşleri Yunan cephesine geçiş yaptılar.

‘VATANIN BAĞRINA DÜŞMAN DAYAMIŞ HANÇERİNİ’

Meclis çok heyecanlıydı. Milletvekilleri konuşmalarında vatan şiirleri okuyorlardı.

Bütün gözler Mustafa Kemal’e çevrilmişti. Yerinden kalktı, ağır ağır kürsüye yürüdü, heyecanlı bir konuşma yaptı. Şöyle dedi:

“Milletimiz bugün tüm geçmişinde olduğundan daha çok ümitlidir. Bunu belirtmek için arz ediyorum. Merhum Namık Kemal demiştir ki: ‘Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini / Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini’”

Vatan şairi Namık Kemal’in bu ünlü beytini okuyup kürsüden inen Mustafa Kemal’in bu konuşması milletvekilleri tarafından uzun süre alkışlandı.

BİRİNCİ İNÖNÜ SAVAŞI’NIN DEĞERLENDİRİLMESİ

BİRİNCİ İnönü Savaşı, Milli Mücadele tarihimizde Yunan işgal güçlerine karşı kesin bir zafer değil ancak başarı ile sonuçlanan ilk savaştır. Batı Cephesi Komutanı Albay İsmet Bey, Birinci İnönü Savaşı için “askeri yönden mütevazı (alçak gönüllü) ölçüde bir savaş olduğu” değerlendirmesini yapıyor ve durumu şöyle anlatıyor:

“Yunanlar saldırmışlar, bizim mevzileri söktürmüşler, ancak direniş ve dayanma gücü ve karşı saldırı ile karşılaşınca... Hazırlıksız geldiklerini, ilerinin daha çok tehlikeli olduğunu anlayarak kendileri çekip gitmişlerdir.”

‘HANGİ BÜYÜK MESELE?’

ATATÜRK, Birinci İnönü Savaşı’nı geniş açıdan değerlendirmiş, bu savaşın son derece önemli sonuçlar yarattığını kabul etmiştir.

Bu durumu İnönü şöyle anlatıyor: “Savaştan az bir süre sonra birkaç gün içinde Mustafa Kemal Paşa’ya durum hakkında bilgi vermek için Ankara’ya geldim. Mustafa Kemal Paşa çok memnun olmuştu. Beni istasyonda karşıladı. Kendisine ‘Büyük mesele halledildi’ dedim.

‘Hangi büyük mesele? Çok, çok mesele hallolundu’ diye cevap verdi.”

Atatürk’ün “çok çok mesele çözüldü” derken söylemek istediği noktalar şunlardır:

1) TBMM yasallık (meşruiyet) kazandı.

2) Milis güçleri-düzenli ordu tartışması bitti ve “Düzenli orduya dayanarak sonuç alınabilir” düşüncesi güç kazandı.

3) Halk üzerinde büyük moral etki yarattı.

4) Milli Mücadele’nin askeri aşamasına girildi.

‘MUSTAFA KEMAL ARTIK ÇETE BAŞI DEĞİL’

Birinci İnönü Savaşı’nın sonuçlarının kesinleşmesinden hemen sonra İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Horace Rumbold’un İngiltere’nin o günkü Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a gönderdiği rapor önemlidir. Rumbold, Birinci İnönü Savaşı’nın önemine değinerek yargısını şöyle ortaya koyuyordu:

“Mustafa Kemal’e artık çete başı gözüyle bakmak faydasızdır. Onun Anadolu’daki hükümeti etkindir.” (Bilal Şimşir, İngiliz Gizli Belgelerinde Atatürk, c. 3, s. 59-62.)

KAYNAKLAR

  • Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk.
  • İsmet İnönü, Hatıralar,Bilgi Yayınevi, 2006.
  • Falih Rıfkı Atay, Çankaya,2010.
  • Rahmi Apak, İstiklal Savaşında Garp Cephesi Nasıl Kuruldu, TTK, 1990.
  • Alev Coşkun, Asker İnönü,Kırmızı Kedi Yayınevi, 2019.

Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet bir Kuvayı Milliye kuruluşudur17 Haziran 2023

Anadolu’da Yenigün’den Cumhuriyet’e...7 Mayıs 2023

Demokrasinin gerçekleşmesi iktidarın görevidir24 Nisan 2023



Birinci İnönü Savaşı’nın 100. Yıldönümü: Birinci İnönü zaferi, milli mücadele için çok önemli kazanımlar sağladı

Milli Mücadele’nin sınır taşı başlığını taşıyan dünkü yazımızda, I. İnönü Savaşı öncesi genel durumu incelemiştik.

6 Ocak 1921’de, Ethem birliklerinin Batı Cephesi’ne karşı saldırıya geçtiğini, aynı tarihte Yunan ordusunun da ileri harekâta başladığını belirtmiştik.

Şimdi savaşın gelişme durumuna bakalım.

Yunan ileri harekâtı üç koldan ilerleyerek 9 Ocak 1921 günü İnönü köyü mevzilerinin önüne geldi ve 10 Ocak sabaha karşı saldırıya geçti.

9 Ocak gecesi Kütahya’dan İnönü’ye gelen Batı Cephesi Komutanı Albay İsmet Bey, hiç zaman yitirmeden karargâha gitti.

Birkaç gündür süren kar yağışı nedeniyle askeri mevziler çamur içindeydi, askerler yorgundu, bitkin düşmüşlerdi. Tablo hiç iç açıcı değildi. Askerlerin üstü başı perişan, dört gündür yarı aç, yarı tok, canlarını dişlerine takmış savaşıyorlardı.

10 Ocak günü hava sisliydi. Asker ve araç gereç yetersizliği nedeniyle cephede açıklıklar ortaya çıkmıştı. Yunan kuvvetleri demiryolunun doğusundaki, Poyraz köyüne girdiler ve İnönü istasyonuna kadar ilerlediler.

Cephe Komutanı İsmet Bey, karargâhı hızla İnönü’ye doğru kaydırdı. Karşılıklı saldırılar sürüyordu. Gerek Türk gerekse Yunan kuvvetleri 6 Ocak 1921’den beri süren çarpışmalardan yorgun düşmüşlerdi.

Tüm bu olumsuzluklara karşın Türk askeri Yunan güçlerinin saldırılarını dirençle karşılıyordu. Açıkçası, Yunan askeri birlikleri Türk mevzilerini daha önce yaptıkları gibi aşamıyorlardı. Yunan saldırıları her şeye karşın kırılıyordu.

10 Ocak gece yarısı her iki taraf yeni mevzi almak için geri çekilmeye başladı. Geriye çekilen Yunan birlikleriyle, bu kez 24. Tümen karşı karşıya geldi. Yunan birlikleri büyük panik yaşadılar, yepyeni bir saldırıyla karşılaştıklarını sandılar.

Albay İsmet Bey komutasındaki Türk ordusu cepheyi çok iyi tutuyordu. Yunan işgal güçlerinin 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıktıkları tarihten bugüne kadar tam 8 ay geçmişti ve ilk kez beklemedikleri bir dirençle karşılaşıyorlardı. Sonuçta 10 Ocak’ı 11 Ocak’a bağlayan gece Yunan güçleri geriye çekilmeye başladılar ve sabaha kadar Bursa yönünde çekilişlerini sürdürdüler.

YUNAN GÜÇLERİNİN SALDIRI NEDENLERİ

10 Ocak, Birinci İnönü Savaşı’nın en şiddetli günüydü. İsmet İnönü, bu Yunan saldırısını Hatıralar’da şöyle değerlendiriyor:

“Benim tahminime göre, düşman hakkımızda şöyle düşünmüştür: Her taraf boştur. Zaten ordu zayıf bir haldedir. Sekiz aydan beri iç isyanlarla fena halde yorulmuş ve yıpranmıştır. Şimdi yeni bir isyanla (Ethem konusu) ikiye bölündükleri için Anadolu’da istediğimiz kadar ilerleyebiliriz.

Tabii böyle düşünüyorlar ve hiçbir direnç görmeden ilerleyeceklerine inanarak hazırlanıyorlar ve bu harekâta girişiyorlar. Şimdi hiç ummadıkları bir dirençle karşılaşınca, moralleri bozuldu. Gerçekten son derece yorgun bir durumda cepheye yetişen kuvvetler, kendilerinden beklenilmeyecek şiddette savaşıyorlardı.

10 Ocak gün boyunca ve gece boyunca süren savaş sonrası Yunan birliklerinin direnci kırıldı... İşte Birinci İnönü Savaşı budur. Bu savaşta düşman harekâtı ile Ethem harekâtı birlikte olmuştur.”

KUVVETİMİZ TAKİBE YETMİYOR

Mademki Yunan birlikleri başarılı olamadı ve geriye çekilmeye başladı, öyleyse neden takip edilmedi? Neden imha edilmedi? Bu sorular çok sorulmuştur.

Albay İsmet Bey bu soruya çok yalın ve sade bir yanıt verir. Şöyle der:

“İnönü cephesinden çekilen düşmanı ancak hafif kuvvetlerle takip ettik. Fakat Bursa’yı zorlamadık. Çünkü hem kuvvetimiz takibe yetmeyecek kadar azdı, hem de asker çok yorgundu.”

Bir kurmay subay olan Fikret Bayır, Strateji Ustası Atatürk adlı kitabında Birinci İnönü Savaşı’nın “zamana karşı kazanılmış bir başarı” olduğunu yazıyor.

Bayır, bu savaşın, tarihçilerin pek üzerinde durmadıkları ama 11 Ocak 1921 sabahı Yunan kuvvetlerini taarruz etmekten vazgeçiren olgunun “Taktik Derinlikte Geri Harekât” uygulaması olduğunu belirtiyor.

Buna göre cephe komutanı sağlam bir savunma hattı oluşturuyor, taktik derinliğin ötesine geçmeyen küçük bir toprak kaybına karşılık savaşı kazanma stratejisi uyguluyordu. Bayır’a göre “bu savaşta Türk tarafı çok hareketli ve enerjik savaşıyor, çizgi (hat) savunması yerine, alan (satıh) savunması yapıyordu.”

O günkü koşullarda, Ankara ordusu küçük de olsa bir başarı elde etmek zorundaydı. Bu durumu İsmet İnönü şöyle anlatıyor:

“Devleti kurmak için, Büyük Millet Meclisi’nin saygınlığını, etkinliğini ve egemenliğini sağlamak için küçük çapta da olsa, böyle bir savaşı kazanmaya mecburduk.”

‘KESİN ZAFERE HAYIRLI BAŞLANGIÇ’

Savaşı Ankara’da dakikası dakikasına izleyen Mustafa Kemal, 11 Ocak 1921 günü Cephe Komutanı Albay İsmet Bey’e bir kutlama telgrafı gönderdi ve “Bu başarının kesin zafere hayırlı bir başlangıç olmasını Allah’tan dilerim” dedi.

Bu tanımlama, ileriye dönük bir umut ışığı idi.

ATATÜRK: ÇOK ÇOK MESELE ÇÖZÜLDÜ...

Atatürk, Birinci İnönü Savaşı’nın son derece önemli sonuçlar yarattığını kabul etmiştir. Bu durumu İnönü şöyle anlatıyor:

“Savaştan az bir süre sonra birkaç gün için Mustafa Kemal Paşa’ya durum hakkında bilgi vermek için Ankara’ya geldim. Mustafa Kemal Paşa çok memnun olmuştu. Beni istasyonda karşıladı. Kendisine ‘Büyük mesele halledildi’ dedim.

‘Hangi büyük mesele? Çok, çok mesele hallolundu’ diye cevap verdi.

O kadar memnun görünüyordu ki... Hükümet henüz kuruluyordu. Ordu kurulacak mı kurulmayacak mı endişelerinden sıyrılmak ve ilerisi ne olacak gibi şüphe ve duraksamalar içinde bulunan bir atmosferden birdenbire sıyrılarak normal bir savaşın düzenlerine, şevkine ve manevi kuvvetlerine girmiş olduğumuz bir devredeydik.”

KAZANIMLAR

Atatürk’ün “çok çok mesele çözüldü” derken söylemek istediği şu noktalardır:

Bu savaşla,

1. TBMM Meşruiyet kazandı.

2. Düzenli ordu düşüncesi kendisini kabul ettirdi.

3. Kuvayi Milliye moral kazandı.

4. Ankara ile bütün dünya ilişki kurmaya başladı.

I. İnönü Savaşı’nın sonuçlarının kesinleşmesinden hemen sonra İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Horace Rumbold’un İngiltere’nin o günkü Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a gönderdiği uzun rapor ilginçtir. Rumbold, Birinci İnönü Savaşı’nın önemini belirtiyor ve yargısını şöyle ortaya koyuyordu:

“Mustafa Kemal’e artık çetebaşı gözüyle bakmak faydasızdır. Onun Anadolu’daki hükümeti etkindir.”

Aynı günlerdeki bir başka raporunda Rumbold şöyle yazmış:

“Ocak 1921’de Yunan saldırısının geriye püskürtülerek önlenmesini Kemalistler, yalnız Yunanistan’a karşı değil, aynı zamanda İngiltere’ye karşı da kazanılmış bir zafer sayıyorlar.”

ZAFER GÖKTEN BİR MÜJDE GİBİ İNDİ

İstanbul gazeteleri, hatta her gün Mustafa Kemal’e kan kusan Alemdar, Peyami Sabah bile bu başarıyı kutlamak zorunda kalıyordu. İstanbul gazetelerinde Mustafa Kemal Paşa’nın ve Birinci İnönü Savaşı sonrasında General olan İsmet Paşa’nın resimleri yer almaya başlamıştı. Türk milleti, yıllardır hasret kaldığı bu başarı karşısında topyekûn sevinç dalgasını tadıyordu.

Falih Rıfkı Atay, Çankaya adlı kitabında “Zafer İstanbul’a gökten bir müjde gibi indi” diye yazıyor ve şöyle sürdürüyor: “Gazetelerin ilk sayfaları büyük resimler ve zafer edebiyatı ile kaplanıp bezendi. Adalar’da laternalarda, ‘Zito, zito Venizelos’ şarkıları susmuştu.”

İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold, İstanbul’dan Londra’ya Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a savaş sonucunun alınmasından birkaç gün sonra, 5 Nisan 1921’de aşağıdaki iletiyi göndermişti:

“Bursa Cephesinde, İnönü’de Yunan kuvvetleri büyük yenilgiye uğradılar. Büyük zayiat verip geriye çekilmek zorunda kaldılar.”

KARŞICILAR UTANMAYACAK MI?

Padişahçı ve halifeci kimi yazarlar ve politikacılar, I. İnönü Zaferi’ni küçümseyici sözler söylemişler, yazılar yazmışlardır.

Bu gözü dönmüşlerden kimisi de İnönü Savaşı diye bir savaş olmadığını ileriye sürmüştür. Siyasi iktidar tarafından bir dönem Türk Tarih Kurumu Başkanlığı’na getirilmiş profesör unvanlı kişi, bugünlerde “Milli Mücadele’de biz 7 düvelle falan savaşmadık. Bu tür masalları çocukken dinlemiştik ama anladık yalanmış. Tek savaştığımız devlet Yunanistan ve kısmen Fransa’dır” demiş. Milli Mücadele’yle ilgili İngiliz belgeleri yayımlandı. Kendileri bu savaşın içinde olduklarını açıkça belirtiyorlar. Bu kişinin, acaba bu belgeleri okumaya cesareti var mı?

İngiliz Yüksek Komiseri ne diyor:

“Bu zafer sadece Yunanistan’a karşı değil, aynı zamanda İngilizlere de karşı kazanılmış bir zaferdir.”

İngiliz Yüksek Komiserinin bu cümlesinden sonra, Milli Mücadele komutanlarına saldıran vicdansızların yüzleri acaba kızarıyor mu?

NOT: Bu konu, Alev Coşkun’un çok yakında yayımlanacak Samsun’dan Sonra En Zor 19 Ay kitabında ayrıntıları ile incelenmiştir.


nest...

gelişim planı örnekleri 2022 doğum borçlanmasi ne kadar uzaktaki birini kendine aşık etme duası 2021 hac son dakika allahümme salli allahümme barik duası caycuma hava durumu elle kuyu açma burgusu dinimizde sünnet düğünü nasil olmali başak ikizler aşk uyumu yht öğrenci bilet fiyatları antalya inşaat mühendisliği puanları malta adası haritada nerede