Ruşen Çakır, Gomaşinenin bu bölümünde Laz olmayı anlattı.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler. “Gomaşinen”in bölümündeyiz ve Laz olmaktan bahsedeceğim. “Gomaşinen”, mâlûm, Lazca bir kelime ve bunu seçmemin nedenini de her yayın öncesinde söylüyorum: Ben Laz’ım; annem de Laz, babam da Laz; annem Artvin Şavşat doğumlu –aslen Hopalı–, babam da Hopalı. Lazlar zâten sayıca az bir topluluk. Doğu Karadeniz’in belli bir yerinden başlıyor. Çayeli’nden sonra başlıyor, Hopa’ya kadar gidiyor. Pazar, Ardeşen, Fındıklı, Arhavi, Hopa, Borçka’nın bir kısmı var. Hopa’nın eski nâhiyesi olan Kemalpaşa, yakın zamanda ilçe oldu, onu da sayabiliriz – ki benim bir yanım aynı zamanda Kemalpaşalıdır. Ama bir de değişik târihlerde, Batı Karadeniz’e ve ülkenin değişik yerlerine göçmüş Lazlar var. Ben bunların Hopalı olanlarındanım. İki ağabeyimden sonra Ortahopa Mahallesi’nde doğmuşum ve İstanbul’a geldiğimizde, ben dört ya da beş yaşlarındayken İstanbul’da Çağlayan’a yerleşiyor ailem. Benim Hopa’dan hatırladığım, çocuklukla ilgili hiçbir şey yok. Küçük kardeşim de İstanbul’da doğdu zâten sonradan. Dört erkek kardeşiz.
Biz Laz olma bilincine sâhip değildik. Laz olduğumuzu biliyorduk; ama bu Lazlık nasıl bir şeydir bunu hiçbir zaman bilmedik, merak da etmedik ya da ben ve çocuklar diyelim. İçimizde bir tek, kardeşlerden bir tek rahmetli ağabeyim Mehmet Ali, o gençken İstanbul’a gelindiği için Lazca’ya daha fazla hâkimdi. Küçük ağabeyim Hüsnü kısmen bilir. Ben hemen hemen hiç bilmem. Kardeşim Gürsel de pek bilmez; ama evde, İstanbul Çağlayan’da da, özellikle kadınlar ve yaşlı kadınlar –yani babaanne, anneanne gibi kadınlar– Lazca konuşurlardı. Önce Lazca konuşurlardı; sonra biz uyarınca, “Anlamıyoruz” deyince Türkçe’ye çevirirlerdi. Hattâ her seferinde rahmetli babaannem, biz anlamıyoruz deyince: “Ya, anlıyorsunuz, bal gibi anlıyorsunuz” deyip çok güzel bir İstanbul Türkçesiyle devam ederdi konuşmasına. Bir de tabii şöyle bir şey var: Özellikle kadınlar, çocukların duymasını istemedikleri şeyleri de aralarında Lazca konuşurlardı. Bir tür şifreli konuşmaydı. Bâzı kelimeleri anlayıp ne konuştuklarını kestirebiliyorduk; ama detaylara hâkim olamıyorduk.
Lazlıkla gazeteciliğin ne alâkası var? Gazetecilik anılarımda niye Lazlıktan bahsediyorum? Çünkü benim Laz olduğumu keşfetmem, daha doğrusu Laz olduğumuzu bilip de bunun bir anlamı olduğunu keşfetmem, gazeteciliğimin belli bir aşamasında oldu. Bu da benim gazeteci olmamla alâkalı değil tabii; Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ilgili bir şey. Zîra Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, dünyanın ve bir ölçüde de Türkiye’nin dengeleri bayağı bir değişti. Özellikle biz Lazlar için, Sarp Sınır Kapısı’nın açılmasıyla berâber, Gürcistan’dan insanların karayoluyla da gelmesiyle berâber ve de Türkiye’den de Gürcistan’a insanların gitmesiyle berâber çok yoğun bir trafik oldu ve bu trafiğin içerisinde tabii birtakım olaylar, ticâret ya da seks işçiliği vs. gibi şeyler de kamuoyunun çok diline düştü; ama esas olarak bizi ilgilendiren kısmı, biz Lazları ilgilendiren kısmı, diğer taraftaki uzaktan ya da yakından akrabalarımızla direkt ilişkiyi yıllar sonra kurabilmek oldu. Gelenler oldu, gidenler oldu. Meselâ ağabeyim Hüsnü, ilk fırsatta –çok meraklıdır böyle şeylere– hemen gitti Batum’a, oralarda dolaştı, etti. Akrabaları buldu, onların evlerinde kaldı vs. ve buraya da çok sayıda kişi geldi. Laz olan, uzaktan yakından akraba olan kişiler.
Şimdi benim için en anlamlı olaylardan birisi: Rahmetli amcamın kızı Nilgün Abla’nın –erken yaşta kaybettik kendisini– eşi Mustafa’nın –o da Hopalı– Sarp’ın diğer tarafında, yani Batum’da yazıştığı, görüştüğü, akrabaları var ve onlardan bir kadın İstanbul’a geliyor ve onlara misafir oluyor ve şöyle bir konuşma geçiyor kadınla Nilgün Abla arasında — ikisi de Laz. Nilgün Abla diyor ki: “Ama ben Türk’üm” diyor. O da diyor ki: “Ya, sen Türk’sen, biz akrabayız. Sen Türk’sen ben de Türküm.” O duruyor, “Yok, sen Rus’sun” diyor. Bu olayı bana aktardı ve şey diye sordu — ben ailenin hani her şeyi bilen adamı olarak: “Ya, böyle böyle… Haklı mı? Ne diyeceğimi bilemedim. Sen bilirsin” dedi. Açıkçası ben de bilmiyordum. Bizim Lazlar’ın, hepsi olmasa bile büyük bir kısmının durumu şu aslında: Kültürel anlamda dilin unutulması, kültürel şeylerin unutulması gibi olaylar tabii ki var –kabaca buna asimilasyon denebilir–, ama Lazlar’ın ve belki de Türkiye’de başka birçok etnik grubun yaşadığı olay bir nevi gönüllü asimilasyon. Yani bundan çok rahatsız olunduğuna ben şâhit olmadım. Özellikle çocukluk yıllarımda, bütün o akraba çevrelerinde, bu bir rahatsızlık meselesi değildi; hattâ Lazca çok da fazla mecbur kalınmadıkça konuşulmayan bir dildi ve özellikle bizlerin, çocukların bilmesi çok da fazla istenen bir şey değildi. Bu bir korkudan, çekinmeden kaynaklanmıyordu benim gördüğüm, hatırladığım kadarıyla. Bu durumda, herhalde bizlerin Türkiye’de birtakım şeylerden geri kalma ihtimâlimizden endîşeleniyorlardı. Yani tam bir gönüllü entegrasyon vardı. Bir ayrı-gayrı gözetme olayı yoktu; ama işin rengini değiştiren bir olay, bu hâlâ yaşanan bir olay: Laz diye bir kimlik var, ama Türkiye’de insanların Laz deyince aklına gelen aslında bizler değiliz. Bizler de belki varız; Doğu Karadeniz, ama özellikle Trabzonlular ve Rizeliler geliyor akıllara. Rize’nin bâzı ilçeleri, evet, Laz; ama daha çok Laz olmayan ilçeleri akla geliyor diyelim. “Laz müteahhit” diye bir şey var. Benim tanıdığım akrabalarım içerisinde müteahhit olan insan sayısı çok azdı. Var tabii ki; ama Laz müteahhit dendiği zaman esas kastedilenlerin, daha çok Trabzonlu ve Rizeliler olduğunu biliyorum. Böyle bir karışıklık var… Bu bir rahatsızlık yaratıyor. Bir de fıkralar var tabii ki. Bunlar rahatsızlık yarattı; ama bunlara karşı böyle toplu hâlde ya da ortak, kolektif bir karşı duruş filan olmadı. Daha çok oluruna bırakıldı; ama işin rengi 80’li yıllardan sonra değişti Türkiye’de. Daha Sovyetler Birliği dağılmadan önce, Lazlar’ın içerisinde –belki de Kürt hareketinin Türkiye’de yarattığı atmosferle ilgilidir– bir arayış başladı. Kültüre, dile sâhip çıkma başladı. Meselâ Ogni çıktı, Lazlar’ın bir dergisi olarak. Birtakım müzik grupları çıktı vs. ve yavaş yavaş bir şeyler başladı ve bu başlayan şeylerin içerisinde de, hepsi olmasa bile önemli bir yerinde, en azından ilk başlatanların bir kısmı, 70’li yıllarda sol hareketin, sosyalist solun içerisinde yer almış bâzı kişilerdi. Yani bir tür sosyalist solun, 12 Eylül sonrası yaşadığı büyük yıkım ve yenilginin ardından bir savrulma yaşandı ve bu savrulmanın içerisinde bâzı Laz sosyalistler diyelim, sosyalist kimliklerini bırakmadan, ama Lazlık meselesini öne çıkararak birtakım faaliyetlere girdiler. Tıpkı Alevîlerde de Alevî hareketinin sonrası Türkiye’de yükselişe geçmesinde de meselâ benzer bir olay oldu. Bunun taşıyıcılarının büyük bir kısmı 70’li yıllarda sol hareketlerde yer almış, kimisi yurtdışına kaçmak zorunda kalmış, kimisi hapis yatmış, işkence görmüş çok sayıda insan var. Böyle bir atmosferde tabii ki diğer hareketler gibi, bir Kürt hareketi ya da Alevî hareketiyle kıyaslanacak kadar bir gücü yoktu Laz hareketinin –ki böyle bir hareket yok aslında, şimdi kolaylık olsun diye söylüyorum–; küçük küçük birtakım çalışmalar, dernekler, vakıflar başladı. Adım adım gitti ve öteki taraftan, yani Gürcistandan gelenlerle birlikte işin rengi iyice değişti.
Benim bu olaylarla kişisel olarak ilk yüzleşmem, Lazlar’ın Târihi diye bir kitap buldum, piyasada satılıyordu. Şimdi yazarlarını filan hatırlamıyorum (Muhammed Vanilisi, Ali Tandilava, Ant Yayınları, , İstanbul). Büyük bir heyecanla okudum. Çok etkilendim ve onun üzerine bir yazı yazdım ve bu yazıyı da Cumhuriyet Kitap Eki’nde –Şahin Alpay yönetiyordu o sırada– yayınladılar. Bayağı uzun bir yazı yazmıştım. Ama olayın o kadar dışındaydım ki, o kitap aslında Türkiye’de Laz hareketini oluşturmaya çalışan insanların hoşlanmadığı bir kitapmış. Daha çok Gürcü tezlerinin öne çıktığı bir kitapmış vs.. Ben bunları bilmeden, tam saftirik bir şekilde kapıldım. Ama yine de hâlâ çok etkisi vardır; yani benim için çok önemli bir şey olmuştu. Onun ardından, ben o yazıyı yazınca, birtakım insanlar benim Laz olduğumu da öğrenip benimle bunu konuşmaya başladılar — özellikle Lazlar tabii ki. O arada insanlarla konuştum ettim; ama diğer işlerim çok daha önemli olduğu için, baskın olduğu için, çok fazla bu konuyla ilgilenemedim. En önemli sorunlardan birisi de dil meselesi. Dil bende yoktu. Yani birkaç kelimeden ibâret bir şeydi. Yıllar sonra öğrenmeye çalıştım. Laz Kültür Derneği’nin başı Memedali Beşli – ki birkaç yayına da çıktı bizde, aslen avukattır. Ben o sırada Vatan gazetesinde çalışıyordum. Küçük bir odam vardı. Çağlayan’da, Çağlayan Âbide-i Hürriyet’in orada bir yerimiz vardı. Memedali geliyordu, bana özel ders veriyordu; ama yürütemedim. Onun da işleri vardı; ama esas benim işlerim çok karışıktı, İstanbul dışına çok sık çıkıyordum ve de öğrenme niyetim vardı; ama öğrenebilecek durumda değildim maalesef. Ama hâlâ o defteri saklarım — kırmızı kaplı güzel bir defter, bir yerden, bir şirketten hediye gelmişti. Birtakım kelimeler, alfabe vs. filan, ona yazıyordum. O içimde bir ukdedir.
Hiçbir zaman dili öğrenemedim, artık öğrenebileceğim yok. Zâten bunu da söyleyip duruyorum. Ama Laz olduğumu alenen söylemeye ve bir anlamda da birilerinin gözüne sokmaya başladım. Özellikle ne zamandır yapmıyorum; ama kitaplarımda, kitaplarımın biyografik kısmını, daha sonra kişisel web sayfamda ve biyografim olan her yerde işte; Hopa doğumlu – nokta – Laz – nokta – diye gittim ve gidiyorum. Bunu ilk böyle yaptığım zaman, hiç unutmuyorum Amerikada bir profesör –değişik birisidir, adını vermeyeyim– bana çok kızdı; “Ne alâkası var? Nereden çıktı bu Lazlık?” filan. “Öyleyim yani” dedim. “Niye söylüyorsun?” diye şey yaptı. Çok şaşırmıştım. Ama orada da gördüm ki insanlar rahatsız oluyor ve orada dedim ki: “Rahatsız oluyorlarsa iyi bir şey yapıyorum.” Yani benim bunu yazmam aslında çok da fazla bilerek yapılan bir şey değil. Bu bir milliyetçilik falan hiç değil. Yani normal şartlarda yurtdışına filan gittiğim zaman, şurada burada rahatlıkla kendimden Türk gazeteci olarak bahsediyorum, bundan yüksünmüyorum. Ama Türkiye’de Lazların varlığına –sayıca az olabiliriz; ama varız ve hep bu topraklarda yaşamış bir topluluğuz– kendimce bir katkıda bulunmak istiyorum. Bu konuda çok daha ciddî çalışanlar, okullarda seçmeli ders olarak Lazca’nın seçilmesi için uğraşanlar, dersler verenler, özel kurs açanlar, yerel olarak, özellikle memlekette, yani işte bizim Doğu Karadeniz’in, Lazlar’ın yaşadığı bölgelerinde radyo kanalları açanlar, dergiler çıkartanlar, Lazca müzik yapanlar var. Onların çabası çok daha güçlü. Çok da takdir ediyorum, imreniyorum. Elimden geldiğince katkıda da bulunmaya çalışıyorum. Örneğin Medyascope’u daha ilk başlattığımız, Periscope yayınlarıyla başladığımız dönemlerde, Habertürk’teki odamda benim ilk yaptığım yayınlardan birisi Laz kültürü üzerineydi ve konuğum bu konuda araştırma yapan bir arkadaştı. Onunla yaptık. Daha sonra Medyascope’ta da yaptık ve ben bir dönem –bilenler olacaktır– daha Medyascope yokken, gazete yazılarımı yabancı dillere çevirtmeye başladım ve onları da kişisel web sayfama koymaya başladım. İngilizce, Almanca, Fransızca çeviriler yapıldı. Kürtçe çeviriler yapıldı, onları da koydum. İçerisine Lazca da yaptım ve bunu çevirecek birisini buldum — tabii bunları belli bir ücret karşılığı yaptırıyordum. Hattâ, yaptırdığım çeviriler çok alâkasız. Yani Kürt sorunu üzerine, İslâmcılık üzerine vs. Vatan gazetesinde yazdığım köşe yazılarım. Bâzılarını çevirttim, kendi sayfama koydum. Hattâ o benim Lazcaya çevrilmiş yazılarımı, Lazca çıkan bir dergi de benden izin alarak yayınladı. Böyle bir şeyle, buna sâhip çıkmaya, elimden geldiğince katkıda bulunmaya çalıştım. Ama yapabildiklerimin, kapasitemin altında olduğunun farkındayım. Kapasitem derken; benim doğrudan Laz kültürüme âşinâlığım ya da hâkim olmam söz konusu değil; ama bu konuya kendini veren birçok insana göre daha geniş imkânlarım, ilişkilerim vs. var. Bunu hep aklımın bir yerinde tutuyorum ve elimden geldiğince bu konuda katkıda bulunmaya çalışıyorum.
Buradaki mesele şu: Şimdi Türkiye’de Kürt meselesinin bu kadar yükselişiyle, gündemde yer almasıyla birlikte, kimlik politikalarının öne çıkmasıyla birlikte işler iyice karıştı. Çok kaotik bir hal aldı. Aslında bu bir yere kadar iyi de bir şey. Çünkü halının altına süpürülen bir yığın şey gün yüzüne çıktı. Bu herkes için geçerli; sâdece devletle alâkalı bir şey değil. Meselâ ben Galatasaray Lisesi’ne gittim ilkokuldan sonra. İlkokuldayken Çağlayan’ın ilk kısmındaydık, yani Çağlayan’ın girişindeydik. Orada esas olarak Karadenizliler ve Doğu Karadenizliler yaşardı. Bir kısmı da Laz’dı. Biz bir küçük Karadeniz ortamında yaşadık ve benim ilkokuldayken şivem vs. filan hep vardı. Daha sonra yatılı olarak Galatasaray Lisesi’ne gittiğim zaman, orada ilginç bir şekilde, tam Amerikalıların “melting pot” dedikleri bir şeyin içerisinde hepimiz kaynaştık. Zengini, fakiri, Alevîsi, Sünnîsi, Lazı, Kürdü, Ermenisi, Yahudisi… Ermeni, Yahudi olanlar daha bir belli oluyordu adlarından vs., ama onlar da Ermeni ve Yahudi oldukları için özel olarak bir ayrımcılığa filan tâbî olmuyorlardı — özellikle yatılı okuyanlar için söylüyorum bunu. Çok acayip bir şekilde her şey iç içe geçmişti. Yıllar sonra kimin ne olduğunu öğrenmeye başladık. Yani bu yıllar sonra dediğim, meselâ mezunlar bir araya geldiği zaman, Pilav’da vs.. Meselâ bizim bir arkadaşımızın ikinci adı Cem’di. O Cem isminin, Alevî olduğu için babası tarafından kendisine özel olarak verildiğini ben gerçekten 30 yaşıma geldiğimde öğrendim — en yakın arkadaşlarımdan birisi olmasına rağmen. Daha sonra, Galatasaray’da ortaokulda okurken, sol hareketin içerisine, devrimci hareketin içerisine girdim, girdik. Orada da bu tür kimlik meseleleri hiç konuşulmadı. Arada bir Kürt meselesinin lâfı geçiyordu; ama içimize çok fazla Kürt de yoktu. Meselâ Alevî olanları az buçuk biliyorduk; ama böyle kimlik politikaları hiç yoktu. Kimlik meselesi hiç yoktu. Kimileri bunun çok iyi bir şey olduğunu söylüyor. Ben buna hâlâ çok emin değilim. Kafamın net olduğunu da söyleyemem. Ama insanların bu kadar kendi kimliklerinden habersiz olmaları –hani o kutsal dâvâlar adına– ne kadar iyi, açıkçası çok emin değilim. Nitekim demin de söylediğim gibi; o büyük yenilginin ardından, herkes ilk başta o kimliklerine sarıldı. Herkes olmasa bile, önemli bir kısmı kimliklerine sarıldı. Benim bu anlamda özel olarak sarıldığım çok fazla bir kimlik olmadı, belli bir süre. Mesleğim gazeteciliğe, bir ölçüde Galatasaraylılığa –işte benim kimliklerim, çok ilginç– yani Laz olmak, en son haberimin olduğu, yani sâhiplendiğim diyelim. Solculuk: Hayâtım boyunca, kendimi 14 yaşından beri hissettiğim ve hiçbir zaman bırakmayı asla düşünmediğim bir kimliğim diyeyim, en baskını. Galatasaraylılık –ki onu daha önce de anlattığımı sanıyorum: Ben lisedeyken Fenerbahçeli’ydim ve okulda okurken de sol hareket içerisindeyken, “Galatasaraylılık” denen şeye bir tür savaş açmıştım, cephe almıştım. Ama daha sonra, önce Galatasaraylı oldum, sonra da Galatasaraylılık denen şeyin aslında o kadar da kötü olmayabileceğini –kötü yönleri tabii ki var– ama kötü olmayabileceğini keşfettim ve şu hâliyle bakıldığı zaman sol ve Galatasaray, gazetecilik — bu artık bir kimlik oldu bende kaçınılmaz olarak. Bütün eleştirilerime, pişmanlıklarıma rağmen sevdiğimi düşünüyorum ve benimsedim artık, istesem de kurtulamam. Aslında ilk olanı en geç kattım ve onda hâlâ çok eksiklerim var. Tamamlayamadan öleceğim herhalde, onun farkındayım. Ama en azından bu kimliğimi deklare etmeyi tercih ediyorum, deklare etmekten hiçbir şekilde yüksünmüyorum. Birilerinin rahatsız olması da beni çok da fazla –nasıl diyeyim?– rahatsız etmiyor. Yani birileri rahatsız oluyorsa, aslında çok da yanlış bir şey olmadığını düşünüyorum.
Şimdi düşünüyorum. Hayâtımda değişik yerlerde tanıdığım bâzı insanların Laz olduğunu öğrendiğimde: Meselâ Mehmet Bekâroğlu’yla ilk Trabzon’da bir kitapçıda karşılaştık, tanıştık. Trabzon’da çok ilginç bir İslâmcı dergi çıkartıyorlardı. Orada bayağı bir, hemen birbirimize kanımız ısındı ve bir öğrendim ki Mehmet Bekâroğlu, Trabzon’da Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde hoca; ama aslen Fındıklılı. Aslında bizim Lazca deyimle “Viçeli” ve hattâ belli bir yerden sonra biz baş başa olduğumuzda, o bana şey demişti: “Ya, sen solculuğu bırak. Ben İslâmcılığı bırakayım. Şu Laz meselesi için bir şeyler yapalım” diye böyle bir şaka yapmıştı. Yıllar sonra “Gomaşinen”in adını düşünürken ilk başvurduğum kişilerden birisi de Bekâroğlu’dur. “ ‘Hatırlıyorum’ nasıl denir?” dediğimde, hemen bana “Gomaşinen”i söyleyenlerden. Birkaç kişiye birden sordum, aynı anda cevap geldi. Birisi Bekâroğlu’ydu. Yaşar Yakış’la olan hikâyemi anlatmıştım. O Kahire Büyükelçisi’yken, Lazca bilmediğim için benim Laz olamayacağını söyleyip, benimle dalga geçmişti. O da Lazca’ya özellikle çok hâkim birisidir. Onun dışında birtakım sporcular, futbolcular filan duyuyorum, Laz olan. Ama benim için en anlamlı kişi –kamuoyu bunu pek bilmiyor ama– bu meşhur aşıyı bulan ekipten Özlem Türeci. Onun da Bekaroğlu’nun hemşehrisi olduğunu ve Viçeli bir Laz olduğunu öğrendiğimde ayrıca sevindim. Zâten karı koca ikisini de takdir eden birisiydim. Ona ayrıca sevindim. Buna ayrıca seviniyor olmakla insan milliyetçi olmaz. Ben milliyetçi olduğumu hiçbir zaman düşünmüyorum. Ne Türk milliyetçisi, ne Laz milliyetçisi. Kendimi bildim bileli daha bir milliyetler-üstü, enternasyonalist bir çizgide olmaya çalıştım. Başarıp başaramadığımı bilmiyorum; ama enternasyonalist de olmak isteseniz —beynelmilelci değil mi o? Sırrı Süreyya’nın mıydı? Filmi vardı–, onu olmak isterseniz de öncelikle kendi kimliğinizden haberdar olmanız gerekiyor diye düşünüyorum.
Evet en azından şunu söyleyebilirim; kamuoyunda yalan yanlış yaratılan bütün o şeylere rağmen, Laz olmak öyle komik ya da kötü filan bir şey değil. Herkes gibi o da bir etnik grup, bir topluluk ve öteden beri bu coğrafyada yaşayan bir topluluk. Ulus-devletlerin çıkmasıyla berâber aralarında kopukluklar vs. olmuş. Dînî farklılıklar oluşmuş vs.; ama bir şekilde yoluna devam ediyor. Umarım tüm kültürel zenginlikler gibi, Lazlar’ın da kültürel varlıkları kaybolmaz ve zenginleşerek devam eder, gelecek nesillere kalır. Şahsen bu konuda çok fazla bir katkım olmadığını biliyorum ve bu da beni gerçekten mahçup ediyor; ama yapabileceğim bu kadar — daha doğrusu yapabileceğim şeyler olabilir, ama yapamadım. Şimdiden bu konuda herkesten özür diliyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Bugün İsmail Avcı ile başlıyoruz. seafoodplus.info’un kurucusu. Lazca-Türkçe sözcüğün yaratıcısı. İşine tutkuyla bağlı biri. Bugünlerde Chivi Yayınları’ndan piyasaya çıkan 25 bin kelimelik sözlüğü oluşturabilmek için, 17 yıldır saha çalışması yapıyor. Köy köy, dağ dağ, mahalle mahalle geziyor. Şahane bir adam. Ondan öğrendiklerimi sizinle paylaşıyorum
Lazlar neden farklıdır?
- Çünkü genetikleri farklı.
Genetikleri neden farklı?
- Yağışlı iklim, hırçın deniz ve aşırı engebeli coğrafya yüzünden. Bunlar ruh hallerimizi, becerilerimizi ve zekámızı fazlasıyla biçimlendiriyor. Zaten bu coğrafyada; pratik zekáya, çevikliğe ve çabuk karar alma becerisine sahip olmayan birinin neslini devam ettirmesi pek mümkün değil.
Burnu kemerli olmayan Laz yok mudur?
- Vardır elbette. Mesela, yeni doğan Laz bebekler! İşin esprisi bir yana, karikatürleştirilmiş Laz burnu, gerçeği yansıtmıyor. Bütün Lazların burnu kemerli değil. Çünkü Lazların tamamı tek bir etnik kökene sahip değil.
Peki bütün Lazlar, açık tenli ve mavi gözlü müdür?
- Evet. Kafkas halklarının belirgin fiziksel özelliklerini taşıyoruz, çoğunlukla açık tenli, açık renk gözlü, uzun boylu ve ince yapılıyız.
Karadeniz’in tamamı Laz mıdır?
- Yok hayır. Ama özellikle Doğu Karadeniz yerli halkının kökenini Lazlarla ilişkilendirmek tarihsel bir hata olmaz. Bir tarihçi der ki, "Doğu Karadeniz’in tarihi Bizans döneminde Hıristiyanlıkla birlikte Rumlaşmış, Osmanlı döneminde Müslümanlaşıp Türkleşmiş Lazların tarihidir."
Lazca bir lisan mıdır, lehçe midir, nedir?
- Lazca İngilizce, Fransızca gibi kendi başına bir dildir. Ne başka bir dilin lehçesi ne de birçok dilin karışımıdır. Dilbilimciler, Lazca’nın kökenini binlerce yıl geriye götürüyor. Alfabesi, sözlüğü, grameri, masalı, edebiyatı olan bir dil. Ama ne yazık ki, Lazca’nın apayrı bir dil olduğunu bilmeyen pek çok insan var Türkiye’de.
"Celdum, cittum, cezdum" bunlar Lazca değil mi yani?
- Değil. Bu, Türkçe’nin Karadeniz şivesindeki konuşma biçimi. Bir Laz, Lazca konuşurken ’celdum, cittum’ demez. Çünkü Lazca’da gel, ’moxti’ demek. Geldim, ’komopti’ demek. Gittim, ’mendapti’, gezdim ise ’kogopti.’ Gördüğünüz gibi, alakası yok
Türkiye’de yaşayan Lazların her birinin Lazca adı, soyadı var mı?
- Var. Ama kimliklerinde yazılı değil. Müslüman olduktan sonra isimleri değiştiği için, artık bu soyadlar pek bilinmiyor, duyulmuyor. Ama yer isimlerinde, Lazca isim çok var. Fakat bu isimleri Lazca’nın fonetiği farklı olduğundan, Türkçe alfabeyle yazmak problemli. Bu yüzden pek çok Laz, son zamanlarda Türkçe alfabeyle yazılabilen kendi ürettikleri Lazca isimleri çocuklarına vermeye başladılar. Mesela ben ve eşim oğlumuza "bir ışık" anlamına gelen "Arte" adını verdik. Bir sürü güzel Laz ismi var: Şana (mutluluk tanrıçası, aynı zamanda alyans), Tanura (gün doğumu), Loya (tatlı), İrden (büyüyor), Tenda (ışığın kız kardeşi), Tutaste (ay ışığı), Gubaz (bir Laz kral adı), Evro (sıcak rüzgar) Teona (ışıklı yer) gibi
Olağanüstü güzel isimler bunlar. Lazca’nın şu andaki durumu nedir?
- Ne yazık ki, yok olma tehlikesi altında. Son yıllarda Laz anne babalar "Türkçesi bozulmasın, okul yaşamlarında, iş hayatlarında sıkıntı çekmesin" düşüncesiyle, çocuklarına anadillerini öğretmiyorlar. Bu Lazlar arasında gönüllü, sistemli ve yaygın bir tutum. Asimilasyonun içselleştirilmesi de diyebilirsiniz.
Türkiye’de kaç kişi kaldı Lazca konuşabilen?
- bin kişi. Pazar, Ardeşen, Çamlıhemşin, Fındıklı, Arhavi, Hopa ve Borçka’da yaşayanlar. Sadece 5 ilçe. Bir de Marmara Bölgesi’nde yaşayan 93 Harbi muhacirleri var.
Bir de Gürcistan’ın batısında yaşayan Hıristiyan Lazlar. Oradakilere Megrel deniliyor. Eğer anne babalar çocuklarına bu dili öğretmezse, birkaç nesil sonra dil ölümü kaçınılmaz olacak.
Lazların en belirgin özellikleri neler?
- Dik başlı, gururlu, pratik zekalı, yaratıcı ve çalışkandırlar. Yönetilmekten ve emir almaktan hoşlanmazlar.
Peki kompleksli bir millet midir?
- Tam tersine, hareketli, konuşkan, esprili ve çabuk düşünebilen hazırcevap insanlardır. Farklılığa çabuk adapte olurlar. Özgüvenleri yüksektir ve kendileriyle dalga geçerler
Bu yüzden mi,başkaları hakkında değil de, hep Lazlar hakkında fıkralar üretiliyor?
- Bence öyle. Laz’a sormuşlar, "Laz olmasaydın ne olurdun?" diye. Düşünmüş, düşünmüş, "Vallahi, çok mahcup olurdum!" demiş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Giriş Yap
Lazlar Kimdir?
« önceki 8910 sonraki »
ANA SAYFA -> HABERLER ve SOHBET
cevap yaz
sayfa 9 | ||
Serdar OKAN 14 yıl önce - Pts 01 Arl , Arkadaşlar Lazlar kimdir sorusuna bu kadar uzun uzadıya cevap aramaya gerek yok. Lazlar Kimdir? Espirili, cana yakın, dost canlısı, insanlar ile çok kısa süre de sıcak ilişkiler kurabilen, tatlı sohbetli kişiler. Bir Malatya'lı olarak özellikle Trabzon halkını çok severiz mesajı beğendiniz mi?: +1 | ||
hekimoğlu 14 yıl önce - Pts 01 Arl , mesajı beğendiniz mi?: +1 | ||
Ömer 14 yıl önce - Pts 01 Arl , Lazları her yönüyle anlatan belgesel bence merak edenler kaçırmasınlar mesajı beğendiniz mi? | ||
Murat Yigit 14 yıl önce - Pts 01 Arl , Belki Faydalı olur
mesajı beğendiniz mi? | ||
emrekonuksever 14 yıl önce - Pts 01 Arl , mesajı beğendiniz mi? | ||
Ekrem 14 yıl önce - Pts 08 Arl ,
Sandigin kadar kücük degil aslinda. Dogu karadenizde en az Laz yasiyor. Marmara bölgesine göc eden, hatta hatta Istanbulda bugün kac yüzbin Laz yasiyor bilinmiyor. Ama göc edenlerin sayisi, Dogu karadenizde yasayanlardan kat kat fazla oldugu kesindir. Ayrica Lazlar, Gürcistanda da yasiyorlar, birileri Sarp ve Batumun güneyinde, digerleri Gürcistanin Samegrelo böylesinde yasayan Mengrellerdir. Mengrel ve Lazlarin eski adi: Çano'dur. Son olarak Egrisi Kraliginda beraberce yasadik. Gürcistanda 1 milyona yakin Mengrel yasiyor, ben bir Laz olarak, Mengrelceyi baya anliyorum. Mengrellerle bugün bir büyük farkimiz var artik, o da dinimiz, Mengreller hristyan ortodoksdur, biz Lazlarda Müslümaniz. mesajı beğendiniz mi?: +1 | ||
Mus-ti 14 yıl önce - Pts 08 Arl , mesajı beğendiniz mi? | ||
Mustafa_ÜNLÜ 14 yıl önce - Pts 08 Arl , mesajı beğendiniz mi?: +1 | ||
Mus-ti 14 yıl önce - Pts 08 Arl , mesajı beğendiniz mi? | ||
leyli 14 yıl önce - Pts 08 Arl ,
Trabzonlu olarak lazlar hakkındaki açıklamaya katılıyorum lazlar ile bizim aramızda çeşitli farkılıklar vardır gerek yaşam biçimi gerekse dil bilmeleri (lazca) hasebiyle bir bütünün parçası gibi görünsek de farklıyız mesajı beğendiniz mi? | ||
sayfa 9 |
cevap yaz
« önceki 8910 sonraki »
ANA SAYFA -> HABERLER ve SOHBET