iki kameri ay ne demek / NESÎ - TDV İslâm Ansiklopedisi

Iki Kameri Ay Ne Demek

iki kameri ay ne demek

kaynağı değiştir]

  1. ^Alptekin, Turan (). Prof. Irène Mélikoff'un ardından: inceleme-son yazıları-mektuplar. Demos Yayınları. s.&#; ISBN&#; 2 Ekim tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 2 Ekim &#;
  2. ^Cengiz, İsmail (). Çin'de İslâmiyet ve Türkler. Kent Basımevi. s.&#; 2 Ekim tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 2 Ekim &#;
  3. ^"Hicri Takvim Nedir?". 13 Eylül tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 1 Eylül &#;
  4. ^Nesi uygulaması 9 Ekim tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.(İngilizce)
  5. ^w:The Encyclopedia of Islam, 2nd edition, Index, p. (İngilizce)
  6. ^"Hicri takvime göre Ramazan ayı başlama tarihi, her yıl on gün önce midir? Ay takvimi kaç gündür?". 1 Haziran tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 14 Nisan &#;
  7. ^F.C. De Blois, TAʾRĪKH: Iiv. "Pre-Islamic and agricultural calendars of the Arabian peninsula", The Encyclopaedia of Islam, 2nd edition, X (İngilizce)
  8. ^"Ramazan, Kuran ve İnsan". 3 Şubat tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 1 Şubat &#;

HİCRÎ KAMERÎ AYLAR,  RÜ’YET-İ HİLÂL İLE BAŞLAR

 

Süâl: Hicrî Kamerî ay başı ile takvîmlerde bildirilen Hicrî Kamerî ay başları arasındaki münâsebeti doğru olarak nasıl anlamalıdır? Yani, takvîmlerde bildirilen Hicrî Kamerî ay başları, gerçek Hicrî Kamerî ay başları mıdır?

Oruc, Hac ve Kurban İbâdetlerinin kabûl olması için, doğru zamanlarında yapılması şart olduğundan, dinimizin bu ibâdetler için bildirdiği doğru zamanlarını öğrenmek maksadıyla, bu süâli soruyoruz. Bu husûslarda takvîmlere güvenilir mi?

Cevâb: Bu husûsda hiçbir takvîme güvenilemez. Açıklaması aşağıdadır.

seafoodplus.info Malûmat

Bu konuda öncelikle bilinmesi gereken  iki husûs vardır.

Birincisi, “Yeni ayın hilâlinin doğması”, ikincisi “Yeni ayın hilâlin görülmesi (yâ’ni Rü’yet-i Hilâl)” kavramlarıdır.

Kamer (Ay) dünyâ etrafındaki her devrinde, bir kerre, ay ile güneş, yer küresinin aynı tarafında olarak, üçü bir doğrultuda bulunuyorlar. Bu hâle (İctimâ’ı neyyireyn=Conjunction) denir. Bu hâlde iken, kamerin [ayın] bize karşı olan yüzü karanlık oluyor. Ayı göremiyoruz. Bu zemâna (Muhak) denir. Muhak zemânı sâbit değildir. Yirmisekiz sâat ile yetmişiki sâat arasında değişmekdedir. İctimâ’ vakti, Muhak zemânının tam ortası olup, ilmî takvîmlerde her ay için yazılıdır.

Takıyyuddîn Muhammed ibni Dakîk diyor ki, (İctimâ’ı neyyireyn)den gün geçmeden, hilâl hiç görülemez.

2. Ramezân’ın başı ve Bayram ile âlâkalı açıklamalar

Takvîmler, hilâlin görülmesini değil, doğmasını bildirdikleri için, Ramezân ayının başlaması, takvîmle anlaşılamaz.

Hilâlin doğması, görmekle değil, hesâbla anlaşılır. Hesâbın bildirdiği kesin doğru olur. Fekat, hilâl doğduğu gece görülebileceği gibi, o gece görülemeyip, ikinci gecesi de görülebilir. Bu hesâblar, kamerî ayın başladığı vakti bulmak için değildir. Hilâlin görülebileceği geceyi anlamak içindir. Daha geniş ma’lûmât için (YENİ) Rü'yet-i Hilâl linkine tıklayınız.

Hicrî Kamerî sene içinde, Hicrî Kamerî aylara ait hilâlin doğacağı vaktleri hesâb etmek, kat’î olarak mümkün olduğu halde, hilâlin çıplak gözle ve Erd sathından (yerden) görülmesi, ancak rasad ile mümkündür. Hicrî kamerî ay başları, yeni ayın hilâlinin, çıplak gözle rasad yapılarak görülmesi ile kesinleşir.  Takvîmler önceden hâzırlandığı için, takvîmlerde bildirilen hicrî ay başları hesâbla bulunur. İbâdetler için, rü’yet-i hilâl ile kesinleşen hicrî kamerî ay başları esâs alınır.
Hicrî Kamerî Yeni Ayın hilâlinin gözle görülme olayına,  Rü’yet-i Hilâl denilmektedir.  Binlerce sene geriye doğru yapılan araştırmalar neticesinde, yeni ayın hilâlinin görüleceği vaktin, ya’ni rü’yet-i hilâl ile hicrî kamerî ay başlarının tesbiti hesâb ile mümkün olamamışdır. Rü’yet-i Hilâlin,  hem geçmişe ve hem de geleceğe dönük olarak,  vaktinin hesâbını yapmak mümkün değildir. Onun için  takvimlere güvenilmez, mutlaka rü’yet-i hilâl şartdır. Bu da Peygamber Efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” (Hilâli görünce oruca başlayınız!)  hadîs-i şerîfindeki  mu’cizesidir.

Hicrî takvîmlerde bazı aylar 29, bazı aylar ise, 30 gün çekerler. Ancak bu aylarda düzenli ve dönüşümlü bir sıralanma yoktur. Arka arkaya 29 veya 30 gün süren aylar olduğu gibi, bir sene 29 gün süren bir hicrî ay, ertesi sene 30 gün sürebilmektedir. Semâda, Ramezân-ı şerîf hilâlini aramak, bir ibâdetdir. Görülüyor ki, Ramezân-ı şerîf başlangıcını önceden haber vermek, islâmiyyeti bilmemek alâmetidir.  Bunun içindir ki, Hicrî-Kamerî takvîmin hesâblara bağlı olarak tesbiti, İslâm âlimlerince câiz olmadığı bildirilmişdir. Bunun için de oruc, hac ve kurban ibâdetlerinin edâsında takvîmlere güvenilmez.

Târîh araştırıcılarının doğru târîhleme yapabilmeleri için, geçmişe dönük olmak ve takvîmler arası târîh çevirme cedvellerinin düzenlenmesinde kullanılmak üzere, ay sonlarında artan müddetleri günden fazla ise, tam gün alınarak o ay’ın 30 gün olduğunun kabulü kaidesiyle takvîmler hâzırlanmakdadır.

(İbni Âbidîn), birinci cild, ikiyüzseksendokuzuncu sahîfede, kıble ta’yînini bildirirken, diyor ki: (Ramezân-ı şerîfin birinci gününü anlamakda takvîmlere güvenilmemelidir. Çünki oruc, gökde yeni ayı görmekle farz olur. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Hilâli görünce oruca başlayınız!) buyurdu. Hâlbuki hilâlin doğması, görmekle değil, hesâbladır ve hesâb sahîh olup, hilâl, hesâbın bildirdiği gecede doğar. Fekat, o gece görülmeyip, bir gece sonra görülebilir ve oruca, hilâlin doğduğu gece değil, görüldüğü gece başlamak lâzımdır. Çünki, islâmiyyet böyle emr buyurmuşdur).

Takvîmlerde bildirilen geceden önceki gecede (Hilâli gördük) demek yanlışdır. İslâm âlimlerinden imâm-ı Sübkî “rahime-hüllahü teâlâ”, (Şa’bânın otuzuncu gecesi hilâli gördüğünü söyliyen olsa, hesâb ile, hilâlin bir gece sonra doğacağı bildirilse, burada hesâba inanılır. Çünki, hesâbla anlaşılan kat’îdir. Doğmadan bir gece evvel görülmesi imkânsızdır) diyor. [Hilâli görmekle Ramezânın başlaması, hesâbla anlaşılandan bir gün sonra olabilir. Fekat bir gün önce olamaz.] Bu hesâblar, kamerî ayın başladığı vakti bulmak için değildir. Hilâlin görülebileceği geceyi anlamak içindir. İmâm-ı Sübkî de böyle buyurdu. İmâmın sözünü tersine çevirenlere aldanmamalıdır.

Her asrda, her yerde, Ramezân ayı, hilâli görmekle başlardı. Şimdi, Ramezân ayı, hilâlin doğma zemânını hesâb etmekle başlatılıyor. Ramezânın başlaması, ahkâm-ı islâmiyyeye uygun olmuyor.

Ramezâna ve bayrama takvîm ile, hesâb ile başlamak câiz olmadığı (Fetâvâ-ı Hindiyye)de de yazılıdır.

Bir yerde Ramezân başlayınca, dünyânın her yerinde oruca başlamak lâzım olur.

 3. Zil-hicce ayının başı ile âlâkalı malûmat

 Kurban bayramının birinci günü, Zil-hicce ayının hilâlini görmekle anlaşılır. Zil-hicce ayının dokuzuncu Arefe günü, hesâbla, takvîmle anlaşılan gün veyâ bundan bir gün sonra olur. Bundan bir gün önce Arafâta çıkanların hacları sahîh olmuyor. Hiçbiri hâcı olamıyor.

Haccın üç farzından biri Arafâtda arefe günü vakfeye durmaktır. Arafâtda vakfeye durmanın evvelki vakti, Zil-hiccenin dokuzuncu günü zevâl vaktinden, ertesi günü, sabâh oluncıya dekdir. [Bir gün önce veyâ bir gün sonra Arafâtda vakfeye durunca, hac bâtıl olur. Vaktinde vakfeye durmıyanların hacları sahîh olmuyor.]

Ramezân ve bayram aylarının şâhidlerle meşrû’ olarak anlaşılmadığı yerlerde,  Zil-hicce ayının birinci günü ve buradan da onuncu günü, ya’nî kurban bayramının birinci günü hesâb edilir. Bayramın birinci günü, bu hesâb ile bulunan gündür. Yâhud, bir gün sonradır. Bir gün evvel olamaz. Çünki, gökde, ay, doğmadan önce görülemez.

Bir yerde Ramezân başlayınca, dünyânın her yerinde oruca başlamak lâzım olur. Hackurban ve nemâz vaktleri böyle değildir. Bunlar vaktlerinin bir yerde ma’lûm olması ile, başka yerlerde de böyle olmaları lâzım gelmez.)) [Ya'nî bu üçü mahallîdir.]

İslâm âlimlerinin yukarıdaki buyurduklarına uymıyan yazılar, beyânlar yanlıştır, kıymetsizdir ve hiç muteber değildir.

 

TÜRKİYE TAKVİMİ

VAKİT HESÂBLAMA HEY'ETİ BAŞKANLIĞI

E-posta adresimiz: [email protected]

 

Kameri aylar ne demek ve hangileridir? o aylarda ilişki neden yasaklanmıştır ?

Kameri aylar ne demek ve hangileridir? o aylarda ilişki neden yasaklanmıştır ?

Kayıtsız Üye
kameri aylar ne demek o aylarda ilişki neden yasaklanmıştır


Cevap: kameri aylar ne demek ve hangileridir? o aylarda ilişki neden yasaklanmıştır ?

DZALBAY
Senenin bütün ayları kameri aydır&#;Neye göre?Kameri takvime göre&#;Yani Ay takvimine göre.

Bu nasıl bir soru böyle?Canı sıkılan soru mu üretiyor bu memlekette?

Yılın ayları ya güneş,ya da ay takvimine göre seafoodplus.info takvimi kullanan ülkelerde de insanlar üreyebildiğine göre,bu soruda bir tuhaflık olduğu kesinleşti&#;

KAMERÎ AYLAR:Hicrî takvimde kullanılan on iki ay. Arabî aylar da denir. (Bkz. Hicrî Sene)

Kamerî ayın hesaplanmasında, gökteki ayın dünyâmızın çevresindeki döndüğü zaman esas alınmıştır. Kamerî aylar bâzan 29, bâzan da 30 gün çeker. İslâm dîninde ibâdetlerin bu aylara göre yapılması emredilmiştir. Bunun sebeblerinden biri, Ramazan ayıdır. Zîrâ Ramazan ayı hicrî kamerî aylardandır. Mîlâdî seneye göre her yıl gün evvel başlamaktadır. Onun için 33 senede tam bir devir yaparak senenin bütün günlerinde oruç tutulmuş olmaktadır. Hicrî takvimde kullanılan arabî ayların adları sırasıyla şunlardır: 1) Muharrem, 2) Safer, 3) Rebî&#;ül-evvel, 4) Rebî&#;ül-âhir, 5) Cemâziyel evvel, 6) Cemâziyel âhir, 7) Receb, 8) Şâban, 9) Ramazan, 10) Şevval, 11) Zilka&#;de, 12) Zilhicce.


kameri aylar, kamerî ay nedir, kameri aylar nedir

Bu kategoride yer alan Samed ismi tek başına kullanılabilir mi başlıklı yazımızı da okumanızı tavsiye ederiz.

Kur'an-ı Kerim - Diyanet İşleri Başkanlığı

Kamer Suresi - 1 . Ayet Tefsiri

Ayet


  • اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانْشَقَّ الْقَمَرُ

    ﴿١﴾

Meal (Kur'an Yolu)


﴾1﴿

Vakit yaklaştı ve ay yarıldı.

Tefsir (Kur'an Yolu)


İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre ayın yarıldığını belirten cümle Mekkeliler’in kendisinden bir mûcize istemeleri üzerine Hz. Peygam­ber’in eliyle işaret edip ayı ikiye bölmesini ve sonra tekrar işaret edip birleştirmesini ifade etmektedir. Bu mûcize İslâmî literatürde inşikaku’l-kamer veya şakku’l-kamer (ayın yarılması) diye meşhur olmuştur. Bu âyetin yorumunda âlimler arasında geniş tartışmalar cereyan etmiş, hatta bu konuda özel risâleler yazılmıştır. Ayın yarılmasıyla ilgili ifadenin Resûlullah döneminde gerçekleşmiş bir olayı anlattığını savunanlar, âyetteki fiilin geçmiş zaman kalıbında olmasını (bunun fiilen vuku bulmuş bir durumu gösterdiğini) ve bu olayı açık biçimde tasvir eden rivayetler bulunmasını delil gösterirler; ayrıca 2. âyetteki açıklamanın da bu anlayışı desteklediğini belirtirler. İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğunca bu görüş benimsenmiştir (rivayetler için bk. Buhârî, “Menâkıb”, 27; “Tefsîr”, 54/1; “Menâkıbü’l-ensâr”, 36; Müslim, “Sıfâtü’l-münâfik^n”, ; Tirmizî, “Tefsîr”, 54/; Müsned, IV, 82; Taberî, XXVII, ).

Bu ifadenin kıyamete yakın bir zamanda ortaya çıkacak kozmik bir değişikliği haber verdiğini savunanlar ise özetle şu delilleri ileri sürerler: a) Geçmiş zaman kalıbındaki bu fiille gelecek zamanın kastedilmesi mümkündür. Nitekim birçok âyette bunun örnekleri mevcuttur; özellikle gelecekteki bir olayın mutlaka gerçekleşeceğini ifade etmek üzere gelecek zaman yerine geçmiş zaman fiilinin kullanımı yaygındır. Tâbiîn âlimlerinden Hasan-ı Basrî ve Atâ b. Ebû Rebâh’ın da âyeti bu şekilde yorumladıkları rivayet edilmiştir. b) Ayın ikiye ayrıldığına ilişkin rivayetlerde haberi aktaran bazı sahâbîlerin olayın vukuu sırasında küçük yaşta bulunmaları, bazı rivayetlerin güvenilirlik durumunun tartışılması, ayrıca konuyla ilgili hiçbir rivayetin mütevâtir haber derecesine ulaşmaması bu olayın geçmişte vuku bulduğu iddiasının kesin bir kanıta dayanmadığını gösterir. c) Enes b. Mâlik yoluyla gelen rivayetlerde “ayın iki parçaya ayrıldığı” değil, müşriklerin bir mûcize göstermesini istemeleri üzerine Hz. Peygamber’in de, “ayın iki parçaya ayrıldığını gösterdiği” ifade edilmektedir. d) Böyle bir olay herkesin dikkatini çekmesi gerekirken böyle olmamış, dünyanın başka yerlerinde görüldüğü kaydedilmemiş, tarih ve astronomi literatürüne intikal etmemiştir. e) Kur’an-ı Kerîm’de, daha önceki peygamberlerin toplumlarından örnekler verilip kendilerine gösterilen hissî mûcizeleri inkâr edenlerin helâk edildiklerine dikkat çekilmiş ve müşriklerce Hz. Muhammed’den istenen mûcize taleplerinin bu sebeple yerine getirilmediği belirtilmiştir (İsrâ 17/59, ). Bazı âyetlerde de Mekke müşriklerinin inkârcılıktaki ısrarları tasvir edilirken peygamber kendilerine harikulâde şeyler gösterse de yine inanmayacakları ifade edilmiştir (En‘âm 6/; Ra‘d 13/31; Müddessir 74/).

“Ay yarıldı” ifadesinin, “Kıyamete yakın bir zamanda yarılacak” şeklinde yorumlanması karşı görüş sahiplerince eleştirilmiş ve yukarıda belirtilen gerekçeler özetle şöyle çürütülmeye çalışılmıştır: Kur’an’ın haber verdiği bir husus en güçlü delille sâbit olmuş demektir, dolayısıyla başka bir mütevâtir haber aramaya ihtiyaç yoktur. Hz. Peygamber’le müşrikler arasında meydan okuma konusu olan şey Kur’an’ın bir benzerini getirip getirememeleridir. Onlar bunda başarılı olamamışlardır ve Kur’an kıyamete kadar başka mûcizeye tutunmaya gerek bırakmayacak bir mûcize olarak durmaktadır. Bu olay bir meydan okuma konusu olmadığı için âlimler onu tevâtür düzeyine çıkacak biçimde nakletmemişlerdir. Öte yandan, bu mûcize önceden bütün insanlığa duyurulmuş olmayıp o esnada görenler görmüş ve Resûlullah’ın çevresinde bulunanlar buna tanıklık etmişlerdir. Şu halde bu olayın tarih ve astronomi kitaplarına geçmeyişi, ufukların bölgeden bölgeye farklı olması, bazı yerlerde ayın bulutlarla kaplı bulunması, gece vakti çoğu insanların meskenlerinde bulunmaları ve herkesin gözlemle meşgul olmaması, genelde insanların bunu ay tutulması olarak düşünmeleri yahut o devirde yaygın telakkilerin etkisiyle bunu büyücü, cin veya şeytanlara atfetmeleri gibi sebeplerle açıklanabilir. Bu olayın gelecekte vuku bulacağı şeklinde yorum yapmak uzak ihtimale dayalı bir te’vil olup herkesin kabul etmesini sağlama uğruna böyle bir yola girmeye gerek yoktur. Esasen bunu kabul etmeyecek olan rasyonalist ve pozitivist kişi, olayın geçmişte meydana geldiğini reddettiği gibi ileride meydana geleceğini de reddeder; kabul eden için ise te’vile ihtiyaç yoktur. Müşriklerin mûcize taleplerinin reddiyle ilgili âyetler onların inkârcılıktaki taassuplarını tasvir etmektedir. Buhârî’nin naklettiği rivayette açıklandığı üzere Kur’an’da geçen beş olay bu dünyada gerçekleşmiştir (bilgi için bk. Râzî, XXIX, 28; İsmail Fennî, s. ; Elmalılı, VII, , ; İlyas Çelebi, İtikadî Açıdan Uzak ve Yakın Gelecekle İlgili Haberler, s; seafoodplus.info, “İnşikāku’l-kamer”, DİA, XXII, ; beş olay için bk. Duhân 44/).

“Ay yarıldı” diye tercüme edilen cümleye, “Ayın yarılması, ay doğduğu sırada karanlığın yarılması anlamına gelir, çünkü Araplar bir konunun açıklık kazanması durumunda kamer (ay) kelimesine dayalı deyimler kullanırlar; şu halde burada da artık durumun açıklık kazandığı anlatılmaktadır” tarzında mecazi anlamlar verenler olmuşsa da müfessir Ebû Hayyân gibi âlimler bunları mesnetsiz bulup eleştirmişlerdir (Elmalılı, VII, ).

Son dönem müelliflerinden Ömer Rıza Doğrul’a göre konuya ilişkin rivayetler sağlamdır ve Hz. Peygamber devrinde bu olayın meydana geldiğine itiraz edilmemelidir, mahiyetini de bir çeşit ay tutulması olarak düşünmek mümkündür; fakat bu tabii olayın asıl mahiyeti ne olursa olsun onun ifade ettiği şu mâna çok derindi: Kamer Arap müşriklerinin timsali sayılırdı. Resûl-i Ekrem’in bu semavî hadiseye işaret eden ve kamerin bölündüğünü gösteren parmakları Arap şirk cephesinin yarıldığını ve yokluğa mahkûm olduğunu gösteriyordu (Tanrı Buyruğu, s. ). Muhammed Esed’e göre de konuya ilişkin rivayetlerin sübjektif gerçekliğinden kuşkulanmak için bir sebep yoktur; gerçekte meydana gelen şeyin ise, alışılmamış optik bir yanılsamaya yol açan, yine aynı ölçüde alışılmamış bir tür kısmî ay tutulması olması muhtemeldir. Fakat olayın mahiyeti ne olursa olsun âyetin ona değil, gelecekteki bir olaya, yani “son saat” (kıyamet) yaklaşırken meydana geleceklere ilişkin olduğu kesin gibidir. Şu var ki yazarın “Râgıb, ‘inşakka’l-kamer’ (ay yarıldı) ifadesinin, kıyamet gününden önce vuku bulacak kozmik felâketi –dünyanın sonu olarak bildiğimiz vâkıayı– gösterdiği şeklinde yorumlanmasını haklı görmüştür” (III, ) ifadesi gerçeğe uymamaktadır. Zira Râgıb el-İsfahânî belirtilen yerde, bu görüşü bir değerlendirme yapmaksızın, “Şöyle de denmiştir ” ifadesiyle nakletmektedir (el-Müfredât, “şkk” maddesi).

Elmalılı âyetin, ayın hem Resûlullah döneminde yarıldığına hem de kıyamet yaklaştığında büsbütün yarılıp kıyametin kopacağına delâlet ettiğini savunur. Onun izahına göre ilk dönem âlimlerinden Hasan-ı Basrî ve Atâ b. Ebû Rebâh’a atfedilen ayın kıyamet vaktinde yarılacağı yorumu yanlış anlaşılmış, onların geçmişte böyle bir olayın meydana geldiğini inkâr ettikleri var sayılmıştır. Halbuki onların verdiği mâna –zannedildiği gibi– “yarıldı” fiilinin geniş zaman olarak düşünülmesi tarzında mecaz yoluyla te’vil değil, geçmiş zamandaki yarılmanın gelecekteki yarılmaya bir delâleti ve aynı zamanda “Vakit yaklaştı” cümlesinin bir mazmunudur. Bu şöyle demek oluyor: Ayın yarılması vuku bulmuş bir olaydır; geçmişte meydana gelen bu yarılma, ayın ve onun gibi gök cisimlerinin dahi yarılıp parçalanabileceğini, bu suretle âlemdeki her şey hakkında peygamberin haber verdiği kıyametin akla yakın olduğunu göstermiştir. Bu sebeple müşriklere Hz. Peygamber’in zaferinin de uzak değil yaklaşmakta olduğu ihtar edilmiş olmaktadır (VII, ; İbn Âşûr da bu mûcizeyle, yeryüzünün düzenini yakından ilgilendiren bir gök cismi olan ayın düzenindeki bozulmaya bir örnek gösterilip bu âlemin de sonlu olduğu üzerinde düşünme imkânı verildiği yorumunu yapar, XXVII, ). Elmalılı, İsmail Fenni Ertuğrul’dan naklettiği ve takdirle karşıladığı şu ifadelerle kendi kanaatini de özetlemiş olmaktadır: Âlimlerin ve müfessirlerin büyük çoğunluğu, ashâb-ı kirâmın rivayetlerine ve 2. âyetin açık delâletine de dayanarak Resûlullah döneminde bir mûcize olarak ayın yarılması olayının meydana geldiğini kabul etmişlerdir. Biz artık bunun gerçekten vuku bulmuş olduğunu kabul ve tasdik hususunda asla tereddüt etmeyiz ve “Bunun nasıl meydana geldiğini ancak Allah ve resulü bilir” deriz (VII, ; son dönem müfessirlerinden Şevkânî’nin değerlendirmesi de bu yöndedir, bk. V, ).

Bu konuda kapsamlı ve özlü bir inceleme gerçekleştirmiş olan İlyas Çelebi, Gazzâlî, Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve Şah Veliyyullah ed-Dehlevî gibi sûfîlerin, ayın gerçekten yarılmış olmayıp bakanların gözüne yarılmış gibi göründüğü kanaatinde olduklarını kaydetmekte, “Görüldüğü üzere mutasavvife inşikak-ı kamer mûcizesini akla yaklaştırmak ve kabulünü kolaylaştırmak için farklı bir yoruma başvurmuştur. Kanaatimizce bunun yerine Hasan-ı Basrî ve Atâ b. Ebû Rebâh’a nisbet edilen, onun kıyamete yakın yarılacağı görüşünü savunsalardı, hem kabulünü daha kolaylaştırmış hem de Elmalılı’nın dile getirdiği itirazlara muhatap olmamış olurlardı” diyerek bu yaklaşımı eleştirmektedir (a.g.e., s. , ; a.g.m., XXII, ). Fakat yazarın son asırda kaleme alınmış iki esere dayanarak Gazzâlî ve Şah Veliyyullah ed-Dehlevî’ye nisbet ettiği bu görüşün onların kendi ifadeleriyle bağdaşmadığı görülmektedir. Şöyle ki, yazarın kendisinin de belirttiği üzere Gazzâlî hem İhyâu ulûmi’d-dîn hem el-Mustasfâ isimli eserlerinde “inşikak-ı kameri Hz. Peygamber devrinde meydana gelmiş bir mûcize olarak” takdim etmektedir. Hatta böyle bir olayın niçin sınırlı sayıdaki rivayetlerde yer aldığını izah ederken, bu durumun normal karşılanması gerektiğini ispat için birçok aklî delile yer vermektedir (bk. el-Mustasfâ, I, ). Şah Veliyyullah’ın bu konudaki bir ifadesi ise şöyledir: “Ayın yarılmasına gelince, bize göre bu bir mûcize olmayıp Allah Teâlâ’nın Kamer sûresinin ilk âyetinde buyurduğu üzere kıyamet alâmetlerindendir; fakat bu, Hz. Peygamber’in meydana gelmeden önce onun olacağını haber vermiş olması açısından bir mûcizedir” (et-Tefhîmâtü’l-ilâhiyye, s); Kāsımî’nin aynı sayfanın 4 nolu dipnotunda, müellifin Te’vîlü’l-ehâdîs isimli eserinden kısmen aktardığı bir ifadesi de Elmalılı’nın yukarıdaki izahına paralel görünmektedir. Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin görüşüyle ilgili bazı izahlar için bk. Elmalılı, VII, ; İsmail Fenni, a.g.e., s. ; İlyas Çelebi, a.g.e., s. ).

Kanaatimize göre İlyas Çelebi’nin şu ifadesi konuya ışık tutacak bir unsur içermektedir: “Görüldüğü üzere kelâmcılar bir mûcize olması dolayısı ile inşikak-ı kamerin mümkün olup olmadığını tartışmadan kabul etmekle beraber bunun vâki olup olmadığı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Çoğunluğun kanaati onun vâki olduğu yönündedir” (a.g.e., s). Burada söz konusu edilen bir “mûcize” olduğuna göre bunun aklî bir izaha ihtiyacı yoktur; zaten İslâm âlimleri de mümkün olup olmadığını tartışmamışlardır. Vukuu meselesine gelince, mûcizenin bilgi kaynağı Kur’an ise, ona bizzat şahit olmayanların meydana gelmiş olduğunu kabul etmeleri için başka delillerle ispat edilmesi gerekmez. Nitekim bir mümin, Sâlih peygambere mûcizevî özellikler taşıyan bir deve verilip kavminin bununla sınandığı veya Mûsâ peygamberin eline, koynundan çıkarıp gösterdiğinde bakanları şaşırtan mûcizevî bir parlaklık özelliği verildiği konularında, bunların gerçekten olup olmadığını araştırma ihtiyacı duymaz. Ancak inşikak-ı kamer konusundaki âyetin ifadesi diğer örneklerdekine nazaran ihtimalli gibi durduğu ve konuya ilişkin haberlerin mütevâtirliği tartışmalı olduğu için bunun yalnızca bir ihtimalini, kesin bir iman konusu olarak ele almamak gerekir. Esasen konuya ilişkin haberler üzerinde tartışma açılmasının sebebi de –hâşâ– Kur’an-ı Kerîm’e, onun mütevâtirliğine itimatsızlık değil, anlatımın farklı yorumlamaya açık durmasıdır.


Kaynak :Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa:

Kur'an-ı Kerim Portalı

Diyanet İşleri Başkanlığı Kur'an-ı Kerim Portalında Kur'an hakkında istediğiniz biligilere ulaşabileceksiniz

Bağlantılar

  • Windows
  • Windows Store
  • IOS
  • Android
  • Mac

Uygulamalar

  • Windows
  • Windows Store
  • IOS
  • Android
  • Mac

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir