peygamber tavuğu / Türkülerde erkeklerin kadınlara bakışı - YILDIRAY ERDENER - www.sanattanyansimalar.com

Peygamber Tavuğu

peygamber tavuğu

Tavuk, Allâh’ın (cc) kullarına sayısız ikramlarından biri. O üremesi, büyütme ve beslemesi kolay bir canlı. Eti ve yumurtasıyla da bir besin ve şifâ kaynağı. Gelen rivâyetlerden, Hz. Peygamber’in (sav) de tavuk ve yumurta yediğini anlıyoruz. Bâzı yerlerde yarım, bâzı yörelerde ise yaklaşık çeyrek asır öncesine dek tavuk endüstriyel üretimi yapılan bir hayvan değildi. Genellikle bağlar ve bahçelerde büyütülürdü. Köylülerin hemen hepsinin evinin önünde kendi hâlinde dolaşarak yetişirlerdi. Bir canlının oluşması için gerekli her türlü besini içeren yumurta hem pratik bir yemek, hem besleyiciliği yüksek bir gıdâ hem de gelir getiren bir kazanç kapısı idi. Elektrik ve buzdolabının olmadığı zamanlarda insanların tâze et ihtiyâcını karşılayan, aynı zamanda beklenmedik bir misâfir geldiğinde sunulabilecek en pratik ve nitelikli ikramdı. İbn-i Mâce’nin ‘mâşiye’ yâni koyun, keçi, sığır ve deve edinme bölümünde son derece ilginç bir nakil yer alıyor. Nakil diyorum çünkü hadis ‘mevzu’ olarak zikredilmekte. Buna rağmen, hem konunun önemi hem de mânâsının bugün tezâhür etmiş olması, rivâyeti bir başka boyuta taşıyor. O nakle göre: Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: Rasûlullâh (sav) zenginlere koyun-keçi edinmelerini emretti ve buyurdu ki: “Zenginlerin tavuk edinmeleri hâlinde, Allah (cc) köylerin helâk olmasına izin verir.” (Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, c.6 s. 356-358) İbn-i Mace’de bu rivâyetle ilgili şu nota yer veriliyor: “Sindî, bu hadîsin açıklamasıyla ilgili olarak: Fakirler tavukçulukla geçinebilir, besledikleri tavukları ve mahsullerini satmakla kazanç sağlarlar. Zenginler tavuk edindikleri takdirde kendi tavuk ihtiyaç­larını kendileri gidermiş olur ve hâliyle fakirlerden satın almalarına ihtiyaç kalmaz. Bu hâl ise fakirlerin geçim yolunu daraltmış olur. Fakirlerin geçim yolunu tıkamak ise, toplumun helâkine sebe­biyet verebilir. Allah (cc) böyle bir toplumun helâkini diler, demiştir.” Hadîsin sahihliği konusu bizim meselemiz değil. Ancak bu rivâyet Hadîs-i Şerif olmasa bile, mânâ olarak günümüzde tecellî etmiştir. Zamânımızda köylüler tavuk yetiştirmeyi bırakmış ve yumurtayı dahi şehirden almakta. Artık tavuk ve yumurta büyük çiftliklerde üretiliyor. Yâni zenginlerin mesleği hâline gelmiş. Ülkemizde tavuk üreten işletme sayısı 20’yi bile bulmuyor. Yumurta üreticisi bin ya var ya yok. Oysa 100 tavuğu olan bir kişi, aylık asgarî ücret kadar gelir elde edebilir. Yâni kimseye muhtaç olmaz. Bu ülkenin bile yüzde ondan fazlası işsiz. Mevzuatımız ise bireylerin tavuk yetiştirmesi ve yumurta satmasına izin vermiyor. Küçükleri boğan, büyükleri zengin eden kapitalist bir sistem yâni. Öyle olmasa bile bugünün ticârî tavukları, genetik yapısına müdahale edilmiş türler. Türkiye’nin civciv ihtiyâcı Amerika ve Fransa şirketlerince sağlanıyor. İthâl etmiyoruz tabii. Onlar gelip genetik yapısına müdahale ettikleri tescilli civcivlerini üretip tavuk çiftlikleri ve yumurta üreticilerine satıyorlar. Yumurta çiftliklerinde ise horoz yok. Döllemeyi sunî dölleme yâni kimyâsallarla çözüyorlar. Anlayacağınız tavuk ve yumurta bile fabrikasyon yâni sentetik. Piyasadan aldığınız bir yumurtayı kuluçkaya yatırıp canlı elde edemezsiniz. Bu şer gelişmeler yüzünden geleneksel tavuk türlerimiz son demlerini yaşıyor. 2005’de ‘kuş gribi’ masalıyla tüm türlerimiz itlâf edildi. Kanatlılar soykırıma tâbi tutuldu. Başkalarına bağımlı hâle geldik. Kuş gribi denilen şey bir oyundu anlayacağınız. O gün konuşanlar hâin ilân edildi. Şimdi ise konuşan kalmadı. Günümüzdeki endüstriyel tavuklar ucuz mu ucuz. Zîrâ helâlliği tartışmalı sentetik kimyâsal yemlerle besleniyor hayvanlar. Artık adına ‘piliç’ denilen canlılar, 40 günde kesime gidiyorlar. Hayvanlar toprak ve güneş görmeden, yeşillik yiyemeden kesime gidiyor. Kilosu yüksek olması için hormonlarla şişiriliyor. Etleri et, tatları tad değil. Yumurtadan horoz çıkmaması için yumurtaya verilen sentetik östrojen hormonu sâyesinde derdimize dert katılıyor. Bolivya Devlet Başkanı Evo Morales şöyle diyor: “Tavuk yemeyin, erkekliğinizi kaybedersiniz. Tavukları kadın hormonuyla dolduruyorlar. Bu nedenle tavuk yiyen erkekler sorunlar yaşıyorlar. Ayrıca saçları dökülüyor ve kel kalıyorlar!” Acı ama doğru söylüyor. Tavuklara verilen yemlerin muhtevâsını düzenleyen yönetmeliğe göre, katkı maddelerinin listesi 50 sayfadan fazla. Kanserojen folmaldehitler bile yem katkısı olarak kullanılıyor(du). Tavukların hastalanmaması için verilen antibiyotikler ise direkt insana geçiyor. Dînen haram olan kanların yem katkı maddesi olması, hayvansal atıkların yeme dönüşmesi, hormonlar, fıtratla savaş olan genetiği değiştirilmiş mısır ve soyaların yem olarak yedirilmesi ise başlı başına büyük bir dert. Bunlardan elde edilen yumurtalar ve piliç etleri sizce insana şifâ olur mu? Yoksa modern zamanlarda içine düştüğümüz dert girdâbını mı artırır? Değil ama farzedelim ki bunlar sağlıklı. Peki Allâh’ın (cc) yaratılışta bu canlılara da verdiği tabiî hakların ellerinden alınması yâni çeşitli zulümlere mâruz kalmaları, on binlercesinin 30-100 cm alanda yaşamaya mahkûm olmaları, 20 saatten fazla ışıkla uyanık tutularak zulümle beslenmeleri, yedikleri şeyin onlara dert olması, hızlı büyüyen yırtıcı kuşlarla melezlenerek genetik yapılarına/fıtratlarına müdahale edilmesini nereye koyacağız? Birilerinin çıkıp ‘bunca insanı nasıl doyuracağız’ diye sorması ve bunların da pek çoğunun kendini ‘Müslüman’ olarak tanımlıyor olması konusunda ne diyeceğiz? Bu kimselere ne oluyor ki Rezzaklığa soyunuyorlar! Gizli Rablik yapmaya kalkıyorlar! Oysa kullardan hiçbiri Rezzâk olamaz. Hiçbir canlıya hiçbir ihtiyâcını veremez, verse de âdil olamaz. Hâlık, Rezzâk ve Âdil olan yalnızca Allah iken, bu zavallı Müslümanlara ne oluyor da mütekebbir ve hadsiz batılılarla aynı dili kullanıyorlar? Hâşâ, Allah (cc) insanın sayısının bu kadar artacağını hesaplamamış mı? Artan insanı beslemek bu zâlim kullara mı düştü? Bu ne cüret? Bu ne hadsizlik? Âhir kelâm… Kim onlara ‘helâl sertifika’ verirse versin biz günümüz piliç/tavuk ve konvansiyonel yumurtalarını yemiyoruz ve kimseye de yiyin diyemiyoruz. Burada zikretmediklerimiz de dâhil bunca şer ve hileyi bildikten sonra insanlara gönül rahatlığı ile yiyin demek hesâbı güç bir vebâldir. Hesap gününün şiddetinden korkarız. Artan kısırlığı da hesâba kattığınızda nasıl bir oyunla karşı karşıya kaldığımızı görüyorsunuz değil mi? Kemal Özer / Aralık 2015

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Otomobil fiyatına Osmanlı tavuğu

Haberin Devamı

Pazar günü yapılacak müzayede ile 600 çeşit cins süs tavuğu 100 lira ile 10 bin lira arasında alıcısını bulacak. Mezatın gözdesi ise 1850 yılında Osmanlı Hanedanı tarafından yetiştirilen ancak daha sonra İngiltere'ye sürgün gönderilen beyaz renkteki Osmanlı Sultan Tavuğu olacak.

Bursa’da kurulan Süs Tavukları ve Bahçe Hayvanları Yetiştirme Derneği, Türkiye’de ilk kez yapılacak olan süs tavukları müzayedesiyle bu işin tutkunlarını bir araya getiriyor. Türkiye’nin çeşitli illerinden toplam 600’ün üzerinde çeşitli cinslerde süs tavukları, 100 lira ile 10 bin lira arası fiyatlarda satışa sunulacak.

Otomobil fiyatına Osmanlı tavuğu


Bursa Süs Tavukları ve Bahçe Hayvanları Yetiştirme Derneği Başkanı Ömer Çakal, süs tavuğu yetiştiriciliğinin bir hobi ile başladığını dile getirerek, “Bu derneği kurmamızın amacı, tüm süs tavuğu sevenleri bir araya getirip kurumsallaşma adına bir adım atmaktır. Kanarya ve güvercin federasyonları olduğu gibi federasyon kuracağız. İstanbul ve Bursa'da örgütlendik. Manisa ve Samsun başta olmak üzere diğer illerde de derneğimizi kuracağız. Peygamber Efendimiz’in ‘Hayvan sevmeyen insan sevemez’ sözüyle yola çıktık. Hayvan sevgimizi ülke insanımıza aşılamayı hedefliyoruz” dedi.

Otomobil fiyatına Osmanlı tavuğu


Bursa Süs Tavukları ve Bahçe Hayvanları Yetiştirme Derneği Başkan Yardımcısı Göksel Bayrak ise, süs tavuğu yetiştirmenin gönül işi olduğunun altını çizerek, “Kısmet olursa süs tavuklarının satışına yönelik Türkiye’de ilk mezat düzenleyeceğiz. Mezatımız 15 Mart Pazar günü Osmangazi ilçesi Çukurca Köyü Kapalı Spor Salonu’nda saat 14.00 ile 22.00 arası yapılacak. Mezatta Türkiye’nin çeşitli illerinden gelen 600 civarında süs tavuğu açık arttırma usulü ile satılacak. Tüm tavukseverleri bekliyoruz” diye konuştu.

BURSALI VATANDAŞ MİLLİ SERVETE SAHİP ÇIKTI, SULTANI OSMANLI’NIN BAŞKENTİNE GETİRDİ

Yapılacak mezatta ilginç süs tavuklarının yer alacağını, bunlardan en önemlisinin ise Osmanlı Sultan Tavuğu olduğuna vurgu yapan Bayrak, “Osmanlı Sultan Tavuğu’na padişahlardan özel izin alınarak bu isim veriliyor. 1800’lü yıllarda İngiltere’ye götürülüyor. Bursalı bir hayvansever tarafından İngiltere’den getirilerek yurda dönüşü sağlanıyor. Bizim için milli servet değerinde bir hayvan. Öz Osmanlı’dan kalma bir miras. Değeri paha biçilemez” ifadelerini kullandı.

Otomobil fiyatına Osmanlı tavuğu


10 BİN LİRALIK TAVUKLAR ŞAŞIRTACAK

Mezatta farklı cins ve renklerde süs tavuklarının getirileceğini dile getiren Bayrak, sözlerini şöyle sürdürdü;

“Düzenlediğimiz mezatta Malezya Serema, Ayam Cemani, Varyete gibi süs tavuklarımız gelecek. Ayam Cemani’nin özelliği, gagası dahil her yeri siyah bir tavuktur. Bir yılda 364 yumurta yaparak Guiness Rekorlar Kitabı’na girmiş bir tavuktur. Altın, gümüş, limon, mavi ve siyah renklerde bir çok farklı desende süs tavuklarımız bulunmaktadır. Malezya Serema’nın özelliği ise, en fazla kilosu 200 gr olan ve değeri 10 bin lirayı geçen bir tavuktur. 20 kiloluk süs tavukları da bulunuyor. Burada fiyat; süsü ve kilosuna göre değişiyor. Mavi, yeşil, kırmızı, koyu kahverengi gibi çeşitli renklerde olan süs tavukları, olduğu renkte yumurta yapmaktadır. Her süs tavuğunun insan vücuduna ayrı bir faydası bulunmaktadır.”

Otomobil fiyatına Osmanlı tavuğu

Türkülerde erkeklerin kadınlara bakışı

Beni çoban yapsınlar kızların sürüsüne”:

Türkülerde erkeklerin kadınlara bakışı

Halk türküleri dilden dile, telden tele aktarılan sözlü ezgilerdir. Türkü güfteleri sözlü tarihçiler için belgesel bir nitelik taşır. Cahit Öztelli 1976 yılında Milliyet yayınlarından çıkan Uyan Padişahım adlı kitabında Padişahlar ile Osmanlı tarihini kaydeden Vak’a Nüvislerin Anadolu halkının savaşlar ve diğer toplumsal sorunlar hakkında fazla bir şey bilmediklerini ileri sürer. Bedri Rahmi Eyüboğlu ise memleketin durumunu türkülerden öğrenilebileceğimizi söyler:

Memleket ahvalini onlardan sor

Kitaplarda değil,

Türkülerde ara Yemen’i

Öleni kalanı, gidip te gelmeyeni.

Kadınların ahvalini de türkülerden öğrenebiliriz. Türküleri kimin yaktığı bilinmez ama türküyü yakan kişinin bir güzelin sevdasına yandığını, alıp kaçmaya karar verdiğini söylemesi onun bir erkek olduğunu belli eder. Yeni bir türkü gerek ezgi ve gerekse sözlerinin temel taşları değiştirilmeden söyleyenlerin ve dinleyenlerin beğenileri doğrultusunda değişir ve beğenilmeyen türküler tamamen unutulup gider.

Peygamber Tavukları”

Unutulmayan türküler ise tarih arşivi gibidir ve geçmişteki insanların toplumsal ve kültürel deneyimlerinden süzülerek günümüze dek gelir. Bir çok türkü erkeklerin kadınlara bakışını açık ve yalın bir dille anlatır. Örneğin; kimi türkülerde kaz sürüsü gibi kız sürüsünden sözedilir: “Armudun iyisine/Göz koydum birisine/Beni çoban yapsınlar/ kızların sürüsüne” ya da “Sürü sürü o kızlar, sürmelidir o gözler.” Hayvanlara “çobanlık” yapılır. Ne yazık ki bu tür söylemlere halk kültüründe sıkça rastlanır. Erkekler hiçbir zaman “Peygamber horozları” olarak dillendirilmezler ama kadınlar “Peygamber tavukları” olarak pencereden bakarlar:

Ben başıma koyamam kadife kavukları

Pencereden bakıyor peygamber tavukları.

Genç kızlar ise tavuk bile olamazlar onlara “ferik” denir: “Bir emmim kızı var taze feriktir”; “Yar ben nasıl ayrıldım senin gibi ferikten?” Eğer kızlar ehil bir kuş değillerse yemek için avlanılması gereken kekliktirler: “Makarada ipliğim/As’ye benim kekliğim”; “Yumak yumak ipliğim/Nerde kaldın kekliğim?”

Keklik doğada yeteri kadar yiyecek bulup yaşamını sürdürebilir ama kümesteki ferik ya da tavuklarınsahipleri tarafındanbeslenmesi gerekir: “Seni bana verseler/Kölen olur beslerim”; “Kahve bulamazsam kenger (deve dikeni) içerim/Elbet ben de bir gülümü beslerim”; “Ana besler el gönenir/Kuşak bele dört dolanır.”

Kümesten”ten çıkmak

Kadınların para kazanıp yaşamlarını özgür bireyler olarak sürdürebilmeleri için herkese açık kamusal alanlara, yani kümesten (evden) dışarı çıkmaları gerekir ama çıkamazlar: “Dama bulgur sererler/Çıkma boyun görerler.” Karacaoğlan yaklaşık üç yüz yıl önce (1606-1679): “Güzel ne güzel olmuşsun/Görülmeyi görülmeyi/ Zülüflerin tel tel olmuş/Örülmeyi örülmeyi” der. Bir zorunluluk yoksa kadınların evden çıkmaması beklenir. Bir Hadis: “Kadınların zaruret dışında sokağa çıkmaktan nasipleri yoktur” der (İbn-i Ömer, www.muminem.net/islamda-ve-dunyada-kadın. Başka bir Hadiste de “Kadınların cihadı evde oturmaktır” hükmü vardır. Kadınların bir “tutsak” gibi dört duvar arasında kalmaları istenir. Bir “zaruret” halinde dışarı çıkarlarsa, dört duvar arasındaki tutsaklık görülmez ama devam eder. Tarihsel süreç içinde ataerkil toplum yapısının kuralları türkülere yansımış ve günümüze dek gelmiştir. Bu nedenle yukarıdaki örnekte olduğu gibi kimi kırsal kesimlerde bugün bile dama bulgur sererken kadının görülmemesi istenir.

Mal” olarak kadının değeri 500 TL civarında

Bazı türkü sözlerinin dili kadını insan değil de sanki başka bir yaratıkmış gibi tanımlar. Bilindiği gibi büyük ya da küçük baş hayvanlara “mal” denir: “İnceliğin unuyum/Ben kapının kuluyum/Eller ne derse desin/Ben bir yiğit malıyım.” Kadınlar “mal” gibi de alınıp satılabilirler. Pazardan bir koyun almak istiyorsanız parayı sayar, koyunu alabilirsiniz. Kimi erkekler de paraları varsa istedikleri kızı alırlar: “Kız ben seni alırım/Liralar saya saya.” Baba evinden koca evine gelince hiçbir gelir kaynağı olmadığı, ailesine işgücü kaybına neden olduğu için “liralar” sayılır ve ek bir işgücü satın alınır; buna “başlık parası” denir: “Sarı gız dediğin ince bir gızdır/Babası bezirgan geydiği bezdir/ Beşyüz lira verdim dediler azdır/Digel digel gadan alam Sarı Gız”; “Al aşağı vur dizi/Baban görmesin bizi/Babanın kesesine sayacağım beşyüzü.” Bu türkülerin yakıldığı günlerde kadının değeri 500 TL civarında görünmektedir.

Başlık parası yürek yarası”

Evlenmek isteyen ama satın alma gücü olmayan erkekler “Başlık parası yürek yarası” diyerek yakınırlar, her ne kadar karakol ve hükümetten korksada sevdiklerini alıp kaçmaya çalışırlar:“Kavli karar ettim alıp kaçmaya”; “Seni alıp kaçarım/ Korkuyom Hökümetten”; “Karakola gidince/Kendim gaçtım der misin?” Bazı durumlarda iki aile arasındaki dostluğu pekiştirmek, toprağın bölünmemesini sağlamak için, ya da ailenin paraya olan ihtiyacı yüzünden henüz evlilik çağına gelmemiş olan kız çocukları kendilerine denk olmayan küçük ya da çok büyük yaştaki erkeklerle evlendirilirler: “Sakallıya (kocamana) varınca Baba mı diyeceğim?”; “Nahi çocuk gebereydin öleydin/Sen öleydin ben dengime varaydım”; “Eleyvana yatak serdim yumuşak/Emmim oğlu yanma geldi bir uşak”; ”Akşam oldu yatak serdim gül gibi/Sabah oldu altına sığmış göl gibi/Sarılıp ta yatam demez el gibi”; “Goynuma guydular miskin bir uşak/Ben isterim sabaha dek oynaşak.”

Ana beni everme

Bir “uşak” ile evlenmek istemeyen küçük kızlar annelerine: “Verme anne verme beni ellere/Yaşım küçük dayanamam dillere” diyeyalvarırlar amafaydası etmez çünkü o anneler de küçük yaşta evlenmişlerdir, gelenek devam etmeli, böyle gelmiş böyle gitmelidir. Bazı türkülerde “ferik” diye tanımlananlar işte bu onüç-ondört yaşındaki kız çocuklarıdır:

Benim yârim girmiş onbeş yaşına

Verin benim cananımı gideyim

Düğün kurup sefalar da edeyim.

Bir başka türküde:

On beşinde yar sevdim

Cümle alam göz kaktı.

Erzurumlu Emrah’tan: “Dedim onbeş nedir dedi yaşımdır” ya da “Ben yeni bir yar sevdim/Onüç-ondört yaşında.” Bir Karcığar Köçekçede de “Güzeller var onüç-ondört yaşında” der.

Onüç-ondört yaşındaki çocukların sağlık durumları sorgulanmaz ama kimi erkekler sevdiklerini sarabilmek için hayvan pazarlarında satılan hayvanlar gibi yaşını ve sağlıklı olup olmadıklarını anlamak için ağızlarına bakmak isterler:

Hey Acem kızı! Buyur efendim

Boyların göreyim alayım seni

Aç ağzın göreyim sarayım seni.

Şarkışla, Karpınar’dan bir türküde ise ağzına bakmaktan daha da onur kırıcı bir söylemle evlenmek istediği kızın “kendini timar” etmesi istenir:

Kaşların hilal eyle

Bir öptüm helal eyle

Ben seni alacağım

Kendini timar eyle.

Erkekler karşısında güçsüz yaratıklar

Kadını insan olarak değil de sanki başka bir uydudan gelen değişik bir yaratıkmış gibi gören türkülerin Anadolu’da ne denli yaygın olduğu ilginç bir araştırma konusu olabilir. Bu türküler kadının erkek karşısında ne denli güçsüz bir yaratık olduğunu gösterir. Kadın ve erkekler arasındaki güç ilişkileri ve toplumda yerleşik erkek egemenliğini gösteren türkülerde erkekler hep daha güçlü, kadınlar ise hep erkeklerin elinden kaçıp kurtulamayacak ceylan ya da keklik gibi zavallı yaratıklardır: “Yarim ceylan ben de şahin/Düşeydim yar ensesine”;Bu dağın ötesine/Mailem yar sesine/Yarim keklikben doğan...

Üç kız bir Osman’ın yerin tutar mı?”

Kimi türküler ise bizlere Bakara Suresini anımsatır: “İçinizden iki erkek şahit tutun. İki erkek bulunmazsa o zaman doğruluklarından emin olduğunuz bir erkek ile iki kadının şahitliğini alın.“ Varın bakın benim han’ım tüter mi?/ Bağımda bahçemde bülbül öter mi?/Üç kız bir Osman’ın yerin tutar mı?” ya da “Oğulsuz evlerde duman tüter mi?/Beş kız bir oğlanın yerin tutar mı?” Sözü edilen bu türkülere göre kadın, erkeğin üçte ya da beşte biri değerindedir ama eğer üretir de anne olursa “Cennet onun ayakları altında” olur, yani üretmek kadınlara kutsal bir görev olarak verilir.

Kadın ve erkeklerin dünyasını birbirine yakınlaştırmakta annelere çok büyük görevler düşer. Bugün doğan erkek bebekler yarın kendilerini kızkardeşlerinden, onları dünyaya getiren anneleri ve diğer kadınlardan daha üstün görmemeli, saygılı davranmalı, kadınlardan daha akıllı ve yetenekli olduğu yanılgısina kapılarak onlara “çobanlık” yapmaya kalkmamalıdır. Cennet, kendi elleriyle yetiştirdiği erkek çocuklarına kadın-erkek eşitliğini küçük yaşlarda anlatan annelerin ayakları altındadır.

Yıldıray Erdener

(Daha önce Bilim Teknik Eki'nde yayımlanmıştır)

Peygamberimiz yumurta ve tavuk yer miydi?

Değerli kardeşimiz,

Evet, Hz. Peygamber (asm) yumurta ve tavuk yemiştir.

Sahabenin bir gün Peygamber Efendimiz (asm) ile birlikte tavuk eti yedikleri rivayet edilmektedir.(1)

Tavuk etini yemekten kaçınan bir kimseye Ebu Musa, Hz. Peygamber'in (asm) tavuk eti yediğini gördüğünü anlatmıştır.(2)

Hz. Peygamber’in (asm) tavuk etini yiyeceği zaman tavuğu birkaç gün beklettikten sonra yediği de rivayetler arasındadır.(3)

Muhammed Hamidullah, Hz. Peygamber’in (asm) bir askerî sefer esnasında deve kuşu yumurtası yediğini nakletmektedir.(4)

Yumurta ile ilgili başka rivayete rastlanılmaması yanında, yenilen deve kuşu yumurtasının da nasıl pişirildiğine dair bir bilgi mevcut değildir. Ancak yağda pişirilmesi veya haşlanması muhtemeldir.

Hz. Peygamber’in (asm) tavuk eti yediğine dair rivayetleri Hz. Peygamber’in tavuk eti yemek istediğinde birkaç gün hapsetmesi(5) olarak bahsedilen rivayetten, o dönemde tavuğun zor bulunmadığı, böylelikle yumurtanın da yenildiği bilgisine ulaşılabilir.(6)

Dipnotlar:

1) Buhari, Zebaih ve Sayd, 26; Tirmizî, Taam, 24.
2) Ahmed b. Hanbel, IV, 401, 406; Dârimî, Et’ime, 22; Buhârî, Zebaih, 26; Müslim, Eyman, 9; Tirmizî, Et’ime, 25.
3) Dımeşkî, Muhammed b. Salih (2004), Peygamber Külliyatı, I-XII, İstanbul. 7/237.
4) Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, 2/1061.
5) Dımeşkî, 7/237.
6) bk. Sevim Demir Akgün, Hz. Peygamber Döneminde Yemek Kültürü, Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans, 2007.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır