aşk ve öbür cinler / Aşk ve Öbür Cinler (Gabriel Garcia Marquez) - Fiyat & Satın Al | D&R

Aşk Ve Öbür Cinler

aşk ve öbür cinler

Ustalık döneminin doruklarında dolaşan Gabriel Garcia Marquez'in, gençliğinde, günlük bir gazetenin muhabiriyken tanık olduğu bir olaydan yola çıkarak yazdığı bu roman, yılında ilk kez yayımlandığında hem dünyada hem Türkiye'de çok ses getirmişti. Çok eski bir manastırın yıkıntıları üzerine, beş yıldızlı bir otel yapılacaktır. Manastırın mahzenindeki mezarlar kazılıp boşaltılırken, bir mezarda bakır rengi canlı bir saç yığını bulunur. Bu gür saçlar çekilip çıkarılmakta, ama bir türlü sonu gelmemektedir; sonunda hâlâ bir kız çocuğunun kafatasına yapışık son saç telleri de dışarı çıkar. O harikulâde saçlar yirmi iki metre, on bir santim uzunluğundadır. Gabriel Garcia Marquez, yıllar önce tanık olduğu bu ilginç olaydan yola çıkarak, çocukluğunda büyükannesinden dinlediği bir köpek ısırması sonucunda kuduzdan ölen küçük bir kızın masalını birleştirerek olağanüstü güzellikteki bu yeni romanını yazmış. İnci Kut'un İspanyolca aslından büyük bir özenle Türkçeye çevirdiği Aşk ve Öbür Cinler, bu ünlü yazarın yarattığı büyülü gerçekçiliğe yeni bir örnek.

Bülent Çallı's Reviews > Aşk ve Öbür Cinler


Aşk ve Öbür Cinler’i bitirdikten sonra aklıma pek çok şey geldi, pek çok şey düşündüm. En çok da keyfin ve doygunluğun büyüğünü neden kitabı okurken değil de okumayı bitirip kitaplıktaki diğer kitapların yanına yerleştirdikten sonra hissettiğimin üzerine kafa yordum.

Bu girizgâhtan, romanın kolay okunmayan, okuyucuyu yoran bir eser olduğu sonucunu çıkartmayalım. Aksine, diğer Marquez eserlerine göre daha basit ve de uzunluk olarak da oldukça kısa bir roman var elimizde. Güzel güzel okunuyor yani, endişeye mahal yok. Sihir başka bir yerde. Kitabın asıl numarası, topu topu sayfa süren ve her hangi bir üçkâğıdı olmayan basit bir hikâyenin içine engizisyonu, din ve inanç algısını, yobazlık illetini, yasaklı kitapları, Afrika’yı ve kölelik kültürünü, Cartegena şehrinin kolonyal dönemdeki sosyal yaşamını ve elbette ki tüm dünyanın başının belası aşkı sığdırabilmesi. Romanın baş kahramanı Sierva Maria’nın içimizi burkan hikâyesini okurken bir yandan da eski gücünde olmasa da o korkunç İspanyol Engizisyonunun burnunun dikine giden karanlığını anlayabiliyoruz.  Böylece, insanlık tarihinin belki de o en kara döneminde nice masum insanın cin, şeytan, cadılık gibi hurafelerle mahkûm edilip, diri diri yakıldıklarını hatırlıyoruz. Neyse ki bu zamanların artık geride kaldığı aklımıza geliyor ve seviniyoruz. Sonra satırların arasında, iktidar sahiplerinin kendilerine farklı gelen, anlayamadıkları ya da en kötüsü uygun görmedikleri kişileri toplumdan tecrit ederlerken, korku ve cehaletle ile besledikleri din kalkanına nasıl yaslandıklarını okuyoruz. Bunların günümüzde dahi din ve inanç adına yapıldığını fark edip bu kez üzülüyoruz.

Romanın hemen başında, alnında beyaz bir lekesi olan kül renkli bir köpek Sierva Maria’yı ısırıyor. Roman boyunca hem biz, hem de romanın diğer karakterleri küçük kızın o dönemin amansız hastalığı olan kuduza yakalanmasını bekliyoruz. Bu bekleyiş sırasında, tanıştığımız karakterlerin cehaletleri ve bilgisizliğe olan teslimiyetleri canımızı sıkıyor. Unutulmaz bir karakter olan Doktor Abrenuncio sayesinde kitapları yasaklamanın eski bir insanlık geleneği olduğunu öğreniyoruz. Doktor bizi biraz olsun rahatlatıyor. O kitapların emin ellerde olması ve hâlâ okunması bize umut veriyor. Derken, Afrika’dan koparılan ve köle yapılan insanların ıstıraplarının Güney Amerika’dan başladığını okuyoruz. Soylular ve onların evlerinde çalışan köleler arasındaki sosyal düzeni, hiyerarşiyi, alışkanlıkları ve gerilimi de öğreniyoruz. Kolombiya’nın Cartegena şehrindeki hayatın, sokaklarda, evlerde ve odalarda bir zamanlar nasıl aktığı hakkında bilgimiz oluyor. Kölelerin kulübelerine dalıyoruz:  Gizemler, dumanlar, Oddua kolyeleri, efsunlar, şeytan çıkarmalar Kongolar, Yorubalar, Mandingalar, yameya mineçiçekleri… Uzaklara, Karayipler’e olan merakımız iyice keskinleşiyor. Gizliden gizliye, bizi oralara çağıran sesleri duyuyoruz. Bu seslere başka sesler de karışıyor: Düşüp giden bir papaz, kaybolmuş gitmiş bir marki, kakao bağımlısı bir eş, güvensiz bir piskopos, karanlıklar içinde tek başına bir doktor, mahkûm bir rahibe… Hepsi de hızlıca okuduğunuz o satırlardan size sesleniyor. Öyle ki bazen an geliyor, hepsinin sesleri birbirine karışıyor ve kimin ne dediğini anlayamıyorsunuz. Tüm bu sesleri bastıran ise romanın sonuna doğru peydahlanan imkânsız ve de beklenmedik bir aşk hikâyesi oluyor. Öyle bir aşk ki bu bir bakmışsınız aslında o çok korkulan kuduzdan daha ölümcül ya da şeytanın bile çarpamadığını, hem de bir yıldırım gibi, dehşetle çarpmış geçmiş. Roman, İspanya’nın en büyük şairlerinden birini, Garcilaso de la Vega’yı da araya sıkıştırıp kucağımıza bırakarak, başladığı gibi apansız bitiveriyor ve siz kitabı kapatıp ne okuduğunuzu düşünmeye başlıyorsunuz. Ve bütün bunlar topu topu sayfa süren ve her hangi bir üçkâğıdı olmayan basit bir hikâyenin içinde oluyor.

Aşk ve Öbür Cinler, yine de Gabriel Garcia Marquez’in en çok tanınan, okunan romanları arasında değil. Buna rağmen, Kolombiya’nın “Afrikalı” topraklarına dikilmiş olan bu ufak ve narin ağacın tohumları, kendisiyle oynaşan rüzgâra kapılıp başka topraklarda da meyve vermekten geri kalmamış. yılında Macar besteci Peter Eötvös, librettosunu yine Macar Kornel Hamvai’nin, Aşk ve Öbür Cinler romanına dayanarak yazdığı bir opera bestelemiş. Onu, ’da Kosta Rikalı yönetmen Hilda Hidalgo’nun yönettiği aynı adlı film takip etmiş. Operanın ’deki ilk gösterisinden sonra akıbeti ne oldu öğrenemedim. Sadece, okuduğum kadarıyla eserde soyluların konuşmaları İngilizce, kilisedeki ayinler Latince, Delaura’nın Sierva Maria’ya hâllendiği anlar ise İspanyolca, kölelerin konuşmaları ise Yoruba dilinde yazılmış. Kitaba büyük bir saygı duruşu olan ama opera geleneği dışında kalan bu çaba eserin sahnelenmesini biraz zora koşmuş olmalı. Film ise Oscar törenlerinde En İyi Yabancı film dalında Kosta Rika’yı temsil etse de finale kalamamış.

Koskocaman bir güneş olan Gabriel Garcia Marquez’e övgüler düzmek kadar beyhude bir çaba olamazdı herhalde. O, şüphesiz ki elindeki lobutları ustalıkla çeviren bir sirk cambazı. Uzaklardan gelen hikâyesi bol bir yolcu gibi, arşınladığı yolların tozunu size de tattırırken, eteğindeki taşları da birer birer yerlerine koyup öyle gidiyor. Belli ki Marquez usta, kendi kendisine tanıdığı bu daracık alanda söylemeyi kafasına koyduğu her lafı söylemiş olmanın rahatlığı ile geceleri mışıl mışıl uyuyor. Bizler ise kısalığına, uzunluğuna, basitliğine, karmaşıklığına, öncesine, sonrasına bakmadan, böyle bir büyük usta, böyle büyük bir eseri yazmış, bizim gibi fakirler de onu okumaya fırsat bulmuş; ne mutluluk, diyoruz ve ayağa kalkıp ceketimizin önünü ilikliyoruz.

26 likes · Like ∙ flag

Mezar yazıtı ilk kazma darbesiyle parça parça yerinden fırlamış, bakır renginde canlı bir saç yığını mezardan dışarı taşmıştı. Ustabaşı, işçilerinin de yardımıyla bunları tümüyle dışarı çıkarmak istedi, ama saçları ne kadar çok çekerlerse o kadar uzun ve gür görünüyorlardı; sonunda hala bir kız çocuğunun kafatasına yapışık son saç telleri de dışarı çıktı Yere yayılan o harikulade saçlar yirmi iki metre on bir santim uzunluğundaydı

Gabriel Garcia Marquez, yıllar önce tanık olduğu bu ürpertici olayın izini sürerek gizemli bir aşk öyküsü çıkarıyor ortaya; bahtsız bir genç kızla bir rahibin olağandışı aşklarının öyküsünü. Büyülü gerçekliğin büyük ustası, Aşk ve Öbür Cin-ler'de, yaşama ve ölüme meydan okumakla kalmayan, aklın ve inancın sınırlarını da zorlayan bir aşk hikayesi sunuyor okurlarına. Gerçekle söylenenin ustalıkla harmanlandığı benzersiz bir oku-ma.

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir