hümanistik yaklaşım pdf / (PDF) Hümanist Sosyal Hizmet Uygulaması | Hazal Ünal - seafoodplus.info

Hümanistik Yaklaşım Pdf

hümanistik yaklaşım pdf

ÖZ

Bu makalede, kültürel kimlik kazanmada tarih bilincinin önemi vurgulanmış, daha sonra sanat tarihinin, uygarlık tarihi içindeki yol gösterici yeri belirtilirken, ülkemiz kültür ve tarihinin anlatımında sanat eğitimi içinde, sanat tarihi öğretiminin ne denli önemli olduğu hümanizmin sınırları çerçevesinde belirtilmiştir. Çünkü insanın ortaya koyduğu her yapıtta kendinden bir değer dolayısıyla hümanist bir tavır vardıseafoodplus.info tavrın özgürce anlatımına olanak sağlayan sanat eğitiminde, sanat tarihi öğretimi ise günümüzde pek çok sorunu da beraberinde getirmektedir. Sanat tarihi öğretiminin doğru biçimde gerçekleşebilmesi amacıyla bu konular, makalemizde pek çok yönü ile irdelenmiştir. Sonuç olarak, günümüz koşullarındaki sanat tarihi öğretiminde, eğitici sürekli kendini yenileme, çağı yakalama ve uygun öğretim ortamlarını hazırlamak zorunluluğunda olduğu gibi, bu koşulların sağlıklı biçimde oluşturulabilmesi için hümanist bir eğitim anlayışını da benimsemelidir.

ANAHTAR KELİMELER

Sanat eğitimi, sanat tarihi öğretimi, kültür, hümanizm

TAM METİN: PDF

Hümanistik (İnsancıl) Psikoloji (Üçüncü Güç)

’ların ilk yıllarında Amerika&#;da Hümanistik Psikoloji veya üçüncü güç olarak bilinen bir hareket gelişmeye başlamıştır. Hümanistik Psikoloji, yeni davranışçılar veya yeni Freudcular örneklerinde olduğu gibi herhangi bir mevcut ekolün yeniden düzenlenmiş veya uyarlanmış bir şekli olmak niyetinde değildi.Hümanistik psikolojinin istediği üçüncü güç teriminin de ima ettiği gibi , psikolojideki iki temel güç olan davranışçılık ve psikanalizin yerine geçmekti.

Hümanistik Psikoloji olarak adlandırılan psikoloji akımı, insan davranışlarını yöneten etmenleri açıklarken, insanın gelişim gücü yüksek bir varlık olduğu görüşünü temel bir ilke olarak kabul eder. İnsanda varolduğu varsayılan bu güç “kendini gerçekleştirme” güdüsüdür. Özü gerçekleştirme, benliği gerçekleştirme, insanın gizil güçlerini kullanması ve geliştirmesi anlamına gelir. İnsanın gizilgüçlerinin donanımı “ne” olmaya, neyi gerçekleştirmeye elverişli ise, süreç içinde “o” olması demektir. Bu anlamıyla her kişinin gizilgüçleri birbirinden ayrıdır, kendine özgüdür ve bu yüzden gelişme yönünün de başka bir özellikte ve kendine özgü olması gerekir. Elverişli ortamlar ortaya çıktığında, bu psikolojik gizil güç, organizmanın “kendini gerçekleştirmesine” doğru bir süreç izleyecektir (Topses, , s)

yüzyılın ortalarında psikolojide insanlığa dönük iki farklı bakış açısı bulunmaktaydı. Bunlardan biri Freud’cu görüştür. Bu görüşe göre hepimiz sürekli olarak bilinçdışından davranışımızı yönlendiren cinsel ve saldırgan içgüdülerin etkisi altındayızdır. Diğer bir görüş ise, insanı ileri düzeyde gelişmiş büyük bir fareden pek farklı görmeyen davranışçı yaklaşımdır. Farenin laboratuar uyarıcısına tepki göstermeye koşullandırılması gibi, insanların da üzerinde denetim kuramadıkları çevresel uyarıcılara tepki gösterdiğini öne sürmüşlerdir. Davranışın, kişisel seçimlerden çok, alt benlik dürtülerinin ya da öğrenme öykülerinin etkisi altında olduğu söyleniyordu. Hümanistik yaklaşımı bunlardan ayıran temel nokta, kişilerin kendi eylemlerinden büyük oranda sorumlu olduğunu varsaymasıdır. ’lardaki bireysellik ve kişisel ifadeye yapılan vurgu hümanistik psikolojinin büyümesi için uygun bir ortam yaratmıştır (Burger, , s).
Hümanistik psikolojinin kökleri temel olarak iki alanda yatar: Avrupa kaynaklı varoluşçu felsefe ve Carl Rogers ile Abraham Maslow gibi bazı Amerikalı psikologların çalışmaları. Varoluşçu felsefe, varlığımızın anlamı özgür iradenin rolü, her insanın biricikliği üzerine pek çok soruyu ele alır. Varoluşçu felsefe görüşü psikologlar arasında tartışmalarda yer almaya başladığında, iki Amerikalı psikolog da geleneksel psikoloji kuramlarından hümanistik yaklaşıma geçtiklerini ilan eden yazılar yazıyordu (Burger, , s). Bu yaklaşımların her ikisinin de insanı insan yapan en önemli bazı özellikleri dışladığını düşünüyorlardı -örneğin, seçim, değerler, sevgi, yaratıcılık, öz farkındalık, insan potansiyeli gibi. ’lerde resmi olarak “hümanistik psikoloji” adını verdikleri yeni bir ideolojik okul kurdular. Bazen Psikolojide “üçüncü güç” olarak adı geçen hümanistik psikoloji artan üye kayıtları ve binlerce akıl sağlığı uzmanının katıldığı yıllık toplantılarıyla güçlü bir organizasyon haline geldi. yılında Amerikan Hümanistik Psikoloji Derneği (American Association of Humanistic Psychology) yazı kurulunda Carl Rogers, Rollo May, Lewis Mumford, Kurt Goldstein, Charlotte Buhler, Abraham Maslow, Aldous Huxley ve James Bugental gibi ünlü isimlerin yer aldığı Hümanistik Psikoloji Dergisi’ni (Journal of Humanistic Psychology) kurdu (Yalom, , s).
Hümanist psikologlar varoluşçuluk felsefe görüşü ve ilkelerini geniş ölçüde benimsemişlerdir, onlara göre (Baymur, , s):
1. Her insan, duyuş, algılayış ve davranış biçimleri ile kendine özgü bir varlıktır.
2. İnsanın canlı kalmaktan öteye giden amaçları vardır. İnsan, özgürlüğünü korumak, potansiyellerini gerçekleştirme sorumluluğunu duyup kendi öz doğasına göre davranmak ve gelişmek isteyen bir varlıktır.
3. İnsan kendinden, edimlerinden kendisi sorumludur. Hayatını kendisi için anlamlı hale getirmek üzere seçim ve tercihlerde bulunma yetisine sahiptir.
4. İnsan ölümsüz değildir, dünyadaki varlığı sürelidir ve hiçbir yaşantısı tekrar etmeyecektir.
5. Geçmiş ya da gelecek değil, yaşanılan an önemlidir. İçinde yaşanılan zaman geçmişi kapsadığı gibi, geleceği de bir ihtimal olarak içerir.
Hümanist psikologlar metodoloji bakımından fenomenolojiyi benimsemişlerdir. Buna göre insanlar içinde bulundukları durumları kendilerine göre algılamakta ve bu durumlarda kendi algılamalarına göre davranmaktadırlar. Bireyin içinde bulunduğu fenomenal alan –herhangi bir anda, kendisini, çevresini, kendine özgü bir biçimde algılaması- gerçeğin tam kendisidir, her an değişir, yeniden örgütlenir ve yeni anlamlar kazanır (Baymur, , s).
Hümanist psikoloji felsefeden tamamen kopma eğilimini gösteren psikolojinin yeniden felsefeye yaklaşmasını temsil eder (Baymur, , s).
Hümanistik psikolojinin ana temaları şunlardır:
1. Bilinç deneyimleri üzerinde durmak
2. İnsan doğasının bütünlüğüne inanmak
3. Özgür irade, spontanlık ve bireyin yaratıcı gücü üzerinde odaklanmak
4. İnsan koşullarına ilişkin tüm faktörlerin araştırılması

Hümanistik Psikoloji Üzerine İlk Etkiler

Diğer hareketlerde olduğu gibi , Hümanistik psikolojinin ilk işaretleride psikologlardan gelmiştir.

Wundt’ un muhalifi ve Gestalt psikolojisinin ilk işaretçisi Fransız Breantono psikolojiye mekanik, indirgemeci, doğa bilimleri yaklaşımlarını eleştirmiş ve bilincin molekülleri değil, molar nitelikli çalışmalarının taraftarı olmuştur.
Oswald Küple tüm bilinç yaşantılarının temel formlara indirgenemeyeceğini veya uyarıcıya verilen tepki ile açıklanamayacağını göstermişti.
Carl Rogers danışan-merkezli terapi olarak bilinen bir psikoterapi yaklaşımıyla ün kazanmıştır. Terapisinde elde ettiği veriler ile bir kişilik teorisi geliştirmiştir.
Rogers’ın teorisi Maslow’un kendini gerçekleştirme kavramına benzer şekilde tek bir motive edici faktör üzerine yoğunlaşmıştır.
Fakat Maslow’dan farklı olarak Rogers’ın düşünceleri duygusal olarak sağlıklı olan insanlarla yaptığı çalışmalarla değil üniversitenin danışma merkezlerine tedavi için gelen bireylere uygulanan danışan merkezli terapilerle olmuştur.
Terapisinin ismi Rogers’ın insan kişiliğine ait düşüncelerini belli eder. Terapi sürecinin sonunda hedeflenen değişim sürecinde sorumluluğu terapist üzerine değil kişinin kendisine yani danışana verilir.
Rogers insanın kendi düşünce ve davranışlarını istenmeyenden istenene doğru bilinçli ve makul bir şekilde değiştirebileceğini düşünmüştür. Bizim daima bilinç altı güçlerinin ve çocukluk yaşantılarının etkisinde olacağımıza inanmamıştır. Kişilik şu yaşanan anda ve bizim onu nasıl algıladığımızla şekillenir. (Schultz&Schultz, s)
Rogers’ın Hayatı
Carl Rogers Chicago’nun bir banliyösü Oark Park’ta dünyaya seafoodplus.infonlerin katı dini görüşleri vardı ve bunlar Rogers’ın tüm çocukluk ve ergenlik sürecini etkilemişti. Her türlü duygu göstergesinin bastırılması dahil olmak üzere anne babasının inançları doğrultusunda Rogers’ın kurallarına göre değil onların kurallarına göre yaşamaya zorluyordu.
Sürekli okuyan yalnız bir çocuktu bu yalnız ve yalıtılmış hali Rogers’ın kendi deneyimlerine güvenmesine sebep olmuştu. Rogers’ın doğaya karşı büyük bir ilgisi vardı.

Entelektüel hayatı bir noktaya odaklanmış olduğu halde duygusal hayatı kargaşa içindeydi. Yaşadığı o dönem için “Bu dönemdeki hayallerim kesinlikle çok tuhaftı ve belki de bir doktor tarafından şizoid olarak sınıflandırılabilirim. Ancak hiçbir zaman bir psikologla bağlantım olmadı.” demiştir.

Yirmi iki yaşında Çin’de bir öğrenci konferansına katılığında kendisine ebeveyninin köktenci inançlarından kurtardı ve daha liberal bir hayat felsefesi oluşturdu.
İnsanların kendilerini geliştirmek ve ilerletmek için aktif ve bilinçli bir şekilde çalışabileceklerine ikna olmuştur.

yılında Colombia Üniversitesinin Öğretmenler Fakültesinde klinik ve eğitim psikoloji alanlarında doktora derecesi aldı. 9 yıl sorunlu ve dezavantajlı çocuklarla çalıştı.
yılında Ohio State, Chicago ve Wisconsin Üniversitelerinde öğretmenlik göreviyle akademik kariyerine başladı. Teorisi ve kendine özgü psikoterapi yaklaşımını da bu yıllarda geliştirdi.
yılında APA’ya başkan seçilmiş ve Seçkin Bilimsel Katkı Ödülü ile Seçkin Mesleki Katkı Ödülü almıştır. (Schultz&Schultz, s)

Kendini Gerçekleştirme

Rogers kişiliği en önemli motive edici gücün kendi gerçekleştirme dürtüsü olduğunu belirtmiştir. Kendini gerçekleştirmeye yönelik bu istek doğuştandır, ancak çocukluk yaşantıları ve öğrenme yoluyla desteklenebilir veya engellenebilir.
Çocuğun benlik duygusunun gelişiminde anne çocuk ilişkisinin önemi üzerinde durmuştur. Eğer anne çocuğun sevgi ihtiyacını karşılamışsa ki Rogers buna koşulsuz sevgi demiştir, bebek sağlıklı bir ilişki geliştirme yoluna girecektir.
Eğer anne çocuğuna sevgisini yapacağı uygun davranışlarla karşılık verirse buna koşullu sevgi denir. Çocuk annesinin bu tutumunu içselleştirir ve buna uygun değer koşulları geliştirir.

Sonuç olarak çocuğun benliği bir bütün olarak gelişemez, çocuk bir kısmının reddedileceği korkusuyla benliğinin tüm yönlerini açığa vuramaz.
Kendini geliştirme psikolojik sağlık halinin en üst seviyesidir. Rogers’ın kavramı Maslow’un kendini gerçekleştirme haline ilke olarak çok benzemektedir.

Bu iki teori psikolojik olarak sağlıklı insanın özellikleri açısından bir parça farklılık gösterir. Rogers a göre psikolojik olarak sağlıklı veya kendini tam olarak ortaya koyan insanın özellikleri şöyledir:
1. Tüm yaşantılara açıklık,
2. Her anı dolu dolu yaşama eğilimi,
3. Kişinin başkalarının düşünceleri veya mantığı yerine kendi iç güdüleri ile davranabilmesi yeteneği,
4. Düşünce ve davranışta özgürlü duygusu,
5. Yüksek düzeyde yaratıcılık
Rogers kendisini tam olarak ortaya koyan kişiyi kendini gerçekleştirmiş olarak değil, kendini gerçekleştirmekte olan kişi olarak tanımlamıştır. Yani benliğin gelişimi daima bir ilerleme ve devam etme halindedir. (Schultz&Schultz, s)

Abraham Maslow

’de NewYork Brooklyn’de doğdu. Yedi kardeşin en büyüğü idi (Boeree, , s.3). Cana yakın ve dışa dönük bir insan olmasına rağmen oldukça soğuk ve yalnız bir çocukluk dönemi geçirmiştir. Rus göçmeni anne babasının iknasıyla hukuk okumaya başladı ancak bir yıl sonra bıraktı. Davranışçılığa, Watson’un çalışmalarına ilgi duydu ve psikolojiye yöneldi (Burger, , s). yılında Wisconsin Üniversitesi psikoloji bölümünden mezun oldu. Aynı üniversitede yılında yüksek lisansını, yılında doktorasını tamamladı. Mezuniyetinden bir yıl sonra Colombia Üniversitesi’nde Thorndike ile birlikte çalışmaya başladı (Boeree, ,s.3). Ancak ilk çocuğunun doğumu ile bir değişim yaşadı ve insan davranışını anlamada davranışçılığın yeterli olmadığını fark etti. Colombia’dan sonra Maslow 14 yıl boyunca Brooklyn Koleji’nde ders verdi. Burada Karen Horney, Erich Fromm, Alfred Adler, Max Wertheimer ve Ruth Benedict ile tanıştı. Tanıdığım en etkileyici insanlar olarak tanımladığı Wertheimer ve Benedict’i daha iyi anlama isteği onu kendini gerçekleştirmiş insanları keşfetmeye yöneltmiştir (Burger, , s). Maslow üzerinde etkili olan diğerleri Margaret Mead, Gardner Murphy, Rollo May, Kurt Goldstein, Gordon Alport idi. 2.Dünya savaşı onun da yaşamını değiştirdi, “ barış masası için insan psikolojisi” konusunu derinlemesine araştırmaya başladı. Maslow üzerinde etki bırakan bir diğer konu da Kanada’da Blackfoot Kızılderili Kabilesi ile bir yaz boyunca geçirdiği deneyimler oldu Saldırganlığın doğuştan gelen bir özellik değil, kültürün ürünü olduğu konusunda ikna oldu (Gün, , s.8). Maslow yılında Brandeis Üniversitesi’ne geçti ve ’deki ölümünden kısa bir süre öncesine kadar burada kaldı (Burger, , s).
Maslow, hümanistik psikolojinin herkesten daha fazla babası sayılmalı, düşüncelerinin bütün zenginliğinin özümlenebilmesi için birkaç kez yeniden keşfedilmesi gerekmektedir (Yalom, , s).

Maslow ve Psikolojik Açıdan Sağlıklı İnsanların İncelenmesi

Abraham Maslow meslek yaşamının büyük bölümünü insan kişiliğini anlamaya çalışan diğer yaklaşımların eksiklerini tamamlamaya çalışmakla geçirmiştir. Maslow, psikolojinin kişiliğin mutlu ve sağlıklı boyutuna nasıl katkıda bulunabileceğini düşünmüştür. Bilinçdışı dürtülerin varlığını kabul etmiştir, ancak dikkatini kişiliğin bilinçli boyutlarına yoğunlaştırmıştır (Burger, , s). İnsan doğasının asla düşünüldüğü kadar kötü olmadığını, insanın doğal eğilimleri hakkında bilgi edindikçe, nasıl daha iyi, mutlu, üretken olacağını, yeteneklerini nasıl en iyi şekilde kullanabileceğini söyleyebileceğimizi ifade eder. (Maslow, , s.9,10). ‘Birey sağlığını geliştirmek daha iyi bir dünya yaratmanın yollarından biridir, Freud bize psikolojinin hastalıklı yönünü gösterdi, artık sağlıklı yanının da açığa çıkarmamız gerekiyor” (Maslow, , s).
Maslow kişilik sorunlarını çoğu zaman insanın aldığı psikolojik yaralara, gerçek içsel doğasının uğradığı saldırılara bir başkaldırı olarak tanımlar ve hastalıklı olanın böylesi saldırılara başkaldırmamak olduğunu, dolayısıyla gelişim ve kendini gerçekleştirmenin acı, üzüntü, kargaşa ve keder olmadan olamayamayağını, ancak acı ve çatışma ile sağlabileceğini anlatır (Maslow, , s). İnsanın özünde olan ve yokluğunda, insan olarak tanımlanamayacağı özellikleri araştırır (Maslow, , s). Kendini gerçekleştirebilmiş insanları incelemenin, yanlışlarımızı, eksiklerimizi ve ne yöne doğru geliştiğimizi görme olanağı vereceğini düşünür (Maslow, , s).
Sağlıklı insanların güvenlik, ait olma, sevgi, saygı ve özsaygı ihtiyaçlarını giderdikleri ve öncelikli olarak kendini gerçekleştirmeye yani, gizilgüçlerin, kapasite ve yeteneklerin sürekli olarak ortaya çıkartılmasına, görevlerin – ya da çağrıların, yazgının, alınyazısının- yerine getirilmesine, kişinin kendi içsel doğasını daha iyi tanıması ve benimsemesine, kişinin içinde birlik, bütünlük ve sinerjiye yönelik sürekli bir eğilime güdülendikleri görülür. (Maslow, , s).

Nevrozun özünde ve başlangıcında bir eksiklik rahatsızlığı olarak ortaya çıktığı görüşünü benimseyen Maslow, birçok nevrozda diğer karmaşık belirleyicilerin yanı sıra güvenliğe, ait olmaya, özdeşleşmeye, yoğun sevgi ilişkilerine, saygınlık ve itibara duyulan doyurulmamış bir özlem yatmakta olduğunu belirler. Verileri, psikoterapi üzerine yürüttüğü oniki yıllık çalışma ve araştırmalardan ve yirmi yıl boyunca yürüttüğü klinik çalışmalardan elde eder (Maslow, , s). Temel ya da içgüdüsel bir ihtiyacın uzun vadeli eksiklik özelliklerini şöyle sıralar (Maslow, , s):

1. yokluğu hastalığa neden olur
2. varlığı hastalığı engeller
3. yerine konması hastalığı iyileştirir
4. belirli özgür seçim durumlarında yoksun kalan kişi tarafından diğer doyumlara tercih edilir
5. sağlıklı kişide edilgen, geri çekilmiş ya da işlevsel olarak etkisizdir.

Maslow, güdülenmenin davranışçılar dışında tüm insanlar tarafından kullanılan gerçek ölçütünün öznel olduğunu, arzu, istek ya da özlem duyduğumuz ya da eksiklik hissettiğimiz zaman güdülendiğimizi söyler. Bu öznel söyleme uygun bir karşılık olabilecek nesnel gözlemlenebilir bir koşulun henüz bulunamadığını, doğal olarak öznel durumların nesnel karşılıklarını ve belirtilerini aramayı sürdürmemiz gerektiğini ama elimizdeki öznel verileri de yok sayamayacağımızı ifade eder (Maslow, , s). Gerçek bir pozitivist her tür “içsel” deneyimi bilimsel olmayan olarak niteler ve reddeder. Bu bir tür somuta, görülebilene, duyulabilene elle tutulur olana ve davranışa indirgemektir (Maslow, , s). Ortodoks Freud’cu psikanaliz psikopatolojinin bir sistemi olarak karşımıza çıkmakta, insanın kendisine doğru gelişebileceği, oluşabileceği bir psikoloji sunmamaktadır (Maslow, , s).

Maslow, insan türünün sağlıklı örneklerinin nesnel bir şekilde betimlenebilir ve ölçülebilir karakteristiklerini aşağıdaki şekilde sıralar: (Maslow, , s)
1. Gerçekliğin daha açık ve etkili algılanması
2. Deneyime daha açık olma
3. Kişinin daha yüksek bir bütünsellik, tamlık ve birlik içinde olması
4. Kendiliğindenlik, kendini ortaya koyabilme, işlevlerini tam anlamıyla kullanabilme, yaşam dolu olmada artış
5. Gerçek bir benlik, sağlam bir kimlik, özerklik, özgünlük
6. Nesnellik, bağımsızlık, benliğin aşkınlığında artış
7. Yaratıcığın yenilenmesi
8. Soyut ve somutu bir potada eritebilme
9. Demokratik karakter yapısı
Sevme yeteneği

İhtiyaçlar Hiyerarşisi

Maslow iki tür güdü belirlemiştir. Biri, gerek duyulan bir nesnenin yetersizliğinden duyulan eksiklik güdüsüdür. Açlık ve susuzluk gibi temel ihtiyaçlar bu sınıfa girer. Gerek duyulan nesne elde edildiğinde eksiklik güdüleri doyuma ulaşır. Diğeri ise, karşılık beklemeden sevmek ve kişinin kendini gerçekleştirmesi gibi ihtiyaçlardır. Bunları da gelişim ihtiyaçları olarak tanımlamıştır. Bunlar gerek duyulan nesne bulunduğunda tatmin olmaz. Doyum duygusu güdüyü dışa vurmakla yaşanır (Burger, , s).
Maslow eksiklik ve gelişim ihtiyaçlarını beş ana sınıfa ayırmıştır, böylece yaygın olarak bilinen ihtiyaçlar hiyerarşisi ortaya çıkmıştır. Maslow bu ihtiyaçları öncelik sırasına koymuştur. İstisnalar olsa da yüksek düzeydeki ihtiyaçlarla ilgilenmeden önce düşük düzeydeki ihtiyaçların karşılanması gerekir. Yaşamımız boyunca çoğumuz kendini gerçekleştirme ihtiyacı baskın hale gelene dek, bu hiyerarşide ilerleriz. Maslow’a göre insanların çok küçük bir yüzdesi kendini gerçekleştirme noktasına ulaşabilir (Burger, , s). İnsan davranışlarına temel olan bu ihtiyaçlar insanın varlığının gelişmesi için vazgeçilmez ihtiyaçlardır (Topses, , s). Bu ihtiyaçlar ve sıralaması şu başlıklar altında özetlenebilir (Burger, , s; Topses, , s; Arık, , s):
1. Fizyolojik İhtiyaçlar: Açlık, susuzluk, uyku gibi hayatın devamlılığı için zorunlu olan fizyolojik ihtiyaçlardır
2. Güvenlik İhtiyacı: Barınma, emniyet, istikrar, korunma gibi güvenli, dengeli, korunaklı yaşama ihtiyaçlarıdır
3. Ait Olma ve Sevgi İhtiyacı: Arkadaşlık ve sevgi ihtiyacı, bir grupta ya da bir ailede yer edinme ihtiyacı
4. Saygı İhtiyacı: Maslow bunu ikiye ayırmıştır; kendini yeterli ve başarılı algılama ihtiyacı, beğenilme ve saygı duyulma ihtiyacı
5. Bilme ve Anlama İhtiyacı: Bilme, tanıma, anlama, öğrenme, araştırma ihtiyacı
6. Estetik İhtiyaçlar: Güzel ve güzel olana eğilimin geliştirilmesi, yüceltilmesi, düzeyinin arttırılması ihtiyacı
7. Kendini Gerçekleştirme İhtiyacı: İnsanın hayattan istediklerini, hayatını nereye doğru yönlendireceğini, neyi başarmak istediğini, potansiyellerini tam olarak gerçekleştirme isteği
Genel olarak bir ihtiyacın ortaya çıkması bunun altındaki ihtiyacın tatmin edilmesine bağlıdır. Bir alt sıradaki ihtiyaç belirli bir oranda tatmin edilmedikçe bunun üstündeki ihtiyaçlar kendilerini hissettirmez, insan organizmasını güdülendirmezler (Arık, , s). Ancak bu sıralamanın değişmez bir sıra takip ettiği sanılmamalıdır. Bu durumun bazı istisnaları vardır: (Arık, , s) Özsaygı ihtiyacı sevgi ihtiyacından önemli olanlar, yaratma dürtüsü bütün dürtüsel belirleyicilerden daha üstün olanlar, başarma güdüleri sürekli olarak düşük olanlarda sıralamanın değişebileceği gibi, bir ihtiyacın uzun zaman tatmin edilmiş olması da ihtiyacın değerini dolayısıyla sıralamasını değiştirebilir (Arık, , s). İçinde büyüdüğü aile ortamı ve kültürün değerleri, hangi düzeydeki güdülerin baskın bir rol oynayacağını belirleyebilir (Cüceloğlu, , s). Maslow, ihtiyaç hiyerarşisinin evrensel olduğunu söylemiş olsa da belirli bir ihtiyacı karşılama aracının kültüre göre değişiklik göstereceğini de kabul etmiştir (Burger, , s).

Gelişme ve Kendini Gerçekleştirme

Maslow, insanın gelişimindeki şartlar gelişme yerine güvenlik arayışı içine girmesine neden olacak kadar kötü olmadıkça (gelişme güdüsü yerine eksiklik güdüsünü benimseme zorunda kalmadıkça) kendilerini doğal olarak gerçekleştirdiklerine inanır (Yalom, , s). “İçsel doğamız kötü değil, tersine iyi ya da nötr olduğundan açığa çıkarılmasının desteklenmesi en iyi yoldur. Bu reddedildiği ya da baskı altına alındığı zaman, insan sağlığı görülür şekilde ya da gizliden gizliye bozulacaktır. Bu doğa (öz) kendini gerçekleştirmek üzere içten içe direnir. Özümüzden her ayrılış, doğamıza aykırı işlenen her suç bilinçdışımızda bir iz bırakır ve kendimizi küçük görmemize neden olur” (Maslow, , s).

Bir sonraki basamak, tanıdığımız ve hatta sıkıldığımız bir öncekinden öznel olarak daha haz ve mutluluk verici, içsel olarak daha doyurucu bulunuyorsa gelişim söz konusudur (Maslow, , s). İhtiyaçin giderilmesi gelişim isteğini köreltmez, keskinleştirir. Gelişimin ödülü ve heyecanı kendi içindedir (Maslow, , s).

Gelişmeye güdülenenle eksiklikle güdülenen bireylerin farklı kişilerarası ilişki şekilleri vardır. Gelişmeye güdülenen birey daha az bağımlıdır, diğerlerine daha az borçludur, diğerlerinin övgü ve şefkatine daha az muhtaçtır, onur, prestij ve ödül için daha az kaygılıdır. Sürekli kişilerarası ihtiyaç tatminini istemez ve aslında, bazen diğerleri tarafından engellendiğini düşünür ve bazı mahremiyet dönemlerini tercih eder. Gelişmeyle güdülenen diğerleriyle bazı şeyler sağlayan bir kaynak olarak ilişki kurmaz, onları karmaşık, eşsiz, bütün varlıklar olarak görür. Diğer taraftan, eksiklikle güdülenenler faydalılık bakış açısından ilişki kurar (Yalom, , s).
Her insanın içinde iki tür güç bulunur. Gücün bir türü onu korkuya karşı savunmada kalmaya ve güvenceye yönelmeye zorlar. Risk almaktan, elinde olanı bırakmaktan, bağımsızlıktan korkmasına, geçmişe bağlı kalmasına neden olur. Diğer bir tür güç onu benliğin bütünlüğüne ve özgünlüğüne, kapasitesinin bütünüyle kullanılmasına, derin, gerçek ve bilinçdışı benliğini kabullenirken dış dünyaya güvenle açılmasına yönlendirir. Savunma ve gelişim arasındaki bu çatışma varoluşsaldır, insanın derin doğasında saklıdır ve sonsuza dek taşınır. Bu nedenle sağlıklı gelişim sürecini, kişinin tüm yaşamı boyunca yaşadığı sonsuz özgür seçim koşulları olarak düşünebiliriz (Maslow, , s).

Kendini gerçekleştirmek, insanın gençlikte yaşanan eksiklik duygusu sorunlarından ve yaşamın nevrotik (ya da çocukça, düşsel, gereksiz, gerçekdışı) sorunlarından bağımsızlaşması ve bu yolla yaşamın gerçek (insanın iç ve nihai sorunları, kusursuz bir çözümün olmadığı “varoluşsal”) sorunları ile yüzleşmesi, bunlara katlanması ve boğuşması bağlamında tanımlanabilir. Yani kendini gerçekleştirmek sorun olmaması anlamına değil, gerçekdışı sorunlardan gerçek sorunlara eğilmek anlamına gelir (Maslow, , s). Daha tam bir insan olmak hala sorunlar ve acılar yaşıyor olmakla birlikte, bu sorun ve acıların niceliksel olarak az, hazların ise niteliksel ve niceliksel olarak daha çok olması anlamına gelir (Maslow, , s).

Maslow kendini gerçekleştirmiş insanların özelliklerini belirlemek, onları buraya nelerin taşıdığını anlamak üzere sağlıklı insanlar üzerinde çalışmıştır. Maslow bu çalışmasına kendini gerçekleştirme konusunda önemli ilerlemeler göstermiş insanları seçerek başlamıştır. Bilgi toplamak için listesindeki isimlerden hayatta olanlarla görüşmeler yapmış, hayatta olmayanlarla ilgili de tarihi belgeleri incelemiştir. İstatiksiksel ve nicel yöntemleri değil, “bütünleyici analiz” yöntemini kullanmıştır (Burger, , s). Maslow’un “deneklerinin” bir kısmını oluşturan meşhur tarihsel kişilerden bazıları Abraham Lincoln, Elenor Roosvelt, William James, Spinoza, Goethe, Benjamin Franklin’dir (Arık, , s. ).

Kendini Gerçekleştiren İnsanın Özellikleri (Arık, , s. ):
1. Gerçeği daha doğru, daha isabetli bir şekilde algılarlar ve gerçekle olan ilişkileri daha uyumlu, daha dengelidir. Kendilerinin ve ait oldukları kültürün beklentileri, istekleri, korkuları, kaygıları yerine gerçekte ne olduğunu algılama yetenekleri diğer insanlara göre çok daha fazladır.
2. Kendilerini, diğer insanları ve doğayı iyi ve kötü yanlarıyla olduğu gibi kabul ederler. Gerçeği daha net bir şekilde görmek, insan doğasının kendi tercihlerine göre değil de, nasılsa öyle görmek demektir. Islak olduğu için sudan şikayet etmediğimiz bunu doğal özellik olarak kabul etmemiz gibi.
3. Davranışları kendiliğinden, sade ve doğaldır. Davranışları yapaylıktan uzaktır, etki yaratmak için zoraki, sahte davranışlar göstermezler.
4. Problem merkezlidirler -ben merkezli olmak yerine-. Dünyaya çok geniş bir açıdan bakarlar, yapması gereken hizmetleri, tamamlaması gereken ödevleri ile ilgilidirler ve enerjilerini bunları yerine getirmek için harcarlar.
5. Dış dünyayla fiziksel teması kesme eğilimindedirler. Yalnız kalma ihtiyacı ve bundan hoşlanma ortalama insanın duyduğu ihtiyaçtan daha fazladıseafoodplus.info özelliklerinden dolayı herkesten daha fazla objektiftirler. Ortalama insanın anladığı anlamda –sık sık birbirini görme, arkadaşlığın getirdiği sahiplenme, kontrol, sınırlandırma vb.- arkadaşlığa ihtiyaçları yoktur. Kendi kendine kalma özelliği kendi başına karar verme, kendi kendini idare etme, aktif olma, sorumluluk duyma ve alma, öz disiplin gibi özellikleri de içermektedir.
6. Kültür ve çevreden bağımsız kalabilme, güçlü bir iradeye sahip olma özellikleri vardır. Hareketlerinin ardındaki asıl güdü “iç gelişme”dir, dolayısıyla temel ihtiyaçları için çevreye, diğer insanlara, kendi kültür gruplarına daha az bağımlıdır.
7. Her an hayatın kıymetini yeniden takdir ederler. Kendini gerçekleştiren insan için olağan, alışılmış, sıradan yaşantılar yeni, ilginç, güzel ve değerlidir, karşılaştıkları bininci bebek, hayatlarında ilk kez gördükleri bir bebek kadar mucizevidir.
8. Doruk deneyimleri “tatma” şansları vardır. Böyle anlarda kişi kendisini hem güçlü, kudretli, hem acizlik içinde hisseder, ancak bu duygulara aynı anda coşma, hayranlık, hayret, kendinden geçme, zaman ve mekanı kaybetme gibi hisler eşlik eder. Bu yaşantıların etkileri normal hayatlarına da aktarılır ve onları güçlendirir.
9. İnsanlarla, toplumla ortaklık duyguları çok derindir. İnsan ırkına içten bir yardım etme arzusuna sahiptirler. İnsanlara karşı derin bir özdeşleşme –onlardan biri olma, onun gibi olma-, sevgi, şefkat kaynaşma hisleriyle doludurlar.
Kişilerarası ilişkilerinde çok içtendirler, ancak yakın arkadaş çevresi söz konusuysa çok seçicidirler. Kendini gerçekleştiren ya da gerçekleştirmeye yakın kişilerle daha sağlıklı yakın ilişkiler kurarlar. Ancak, gerekli durumlarda gerçekçi ve serttirler, sözlerini sakınmazlar.
Demokrat bir özyapıları vardır. Her insana insan oldukları için belirli bir saygı gösterirler. Her insandan öğrenebilecekleri bir şey olduğuna inanır ve bu öğrenme sırasında mevkilerini, ünlerini, hayat tecrübelerini hissettirmez, bir tarafa bırakırlar. İyi ve kötüyü ayırt etmeleri güçlü olduğundan “kötü” karşısında normal insanlar gibi çelişkiye kapılmaz, irade zayıflığı göstermez ve gereken cevabı verirler.
Araçla sonucu, iyiyle kötüyü birbirinden ayırmaları alışılandan farklıdır. Çok kararlı ve tutatlı bir ahlaklılığı vardır, doğru olanı yaparlar, yanlışa sapmazlar. Herhangi bir hedefe varmak kadar o hedefe gitmek de yararlı, öğretici, iyi güzel ve zevklidir. Sınavda başarılı olmak kadar, sınava çalışmak da güzeldir.
Saldırgan olmayan, felsefi bir mizah duyguları vardır. İnsanları inciten, küçük düşüren, iğneleyici şakalar yapmazlar, bunları güldürücü bulmazlar. Duruma uygun, hemen o anda akla gelmiş, felsefi-fikri şakalar yaparlar. Şakalarında daima bir amaç, eğitme-öğretme işlevi vardır.
Yaratıcıdırlar. Kendini gerçekleştirmiş insandaki yaratıcılık aslında bütün insanlarda bulunan bir dürtünün, bir yeteneğin gelişmiş halidir. Bu tür yaratıcılığın kitap yazma, beste yapma vb. ile ilgisi yoktur. Bu tip yaratıcık sağlıklı kişilik yapılarının bir belirtisi, bir uzantısı olarak sanki kişinin içinde yaşadığı dünyanın üzerine aksetmiş ya da uğraştıklarının içine girmiştir.
Kültürün kendisini etkisi altına almasına direnirler, hangisi olursa olsun belirli bir kültürün kalıplarını aşmışlardır. İçinde yaşadıkları kültürle geçinebilirler ancak kültürün bütün unsurlarıyla kendini kabul ettirmesine, onları yoğurup biçimlendirmesine, onları içinde eritmesine, robot haline getirmesine direnirler.

Kendini gerçekleştiren insanlar genellikle karşısındakini bir araç olarak görme eğiliminde olmadıklarından, değer biçmeyen, yargılamayan, müdahaleci ve kınayıcı olmayan bir tutum sergilerler. Tutkusuz, seçimsiz bir farkındalık içindedirler. Bu da daha açık bir algıya ve karşısındakinin daha iyi anlaşılmasına olanak verir. Algılama esnek ve duyarlı olmalı rahatsız edici, talepkar olmamalıdır. Su çatlaklara nasıl sızarsa algılama da karşısındakinin doğasına edilgen bir şekilde uyum göstermelidir (Maslow, , s).
Kendini gerçekleştiren insan için “A” ve “A olmayan ”birbirinin içinde erimiş ve bir olmuştur. Bir insan aynı zamanda hem iyi hem de kötüdür, hem erkek, hem dişi, hem yetişkin, hem de çocuktur (Maslow, , s).
Kendini gerçekleştirmek tüm insani sorunları aşmak anlamına gelmez (Maslow, , s). Onların her zaman hatasız, kusursuz, eksiksiz olduğu düşünülmemelidir. Diğer bütün insanların yaptığı yanlışları, davranışları yapabilirler, rahatsız edici, sert, acımasız olabilirler. Onlar insanüstü yaratık değillerdir, onlar da birer insandır. Yalnız, kendini gerçekleştiren insanların insana özgü bu zayıflıklarının ardında normal insanların bakış açılarının, alışkanlıklarının, kalıplaşmış algılarının da bulunabileceği unutulmamalıdır (Arık, , s)

Doruk (Zirve) Deneyimler

Maslow’un “kişisel cennete ziyaret” olarak tanımladığı (Burger, , s) doruk deneyimler ancak psikolojik bakımdan olgunlaşmış, kendinden beklediklerini ve toplumun onlardan beklediklerini gerçekleştirmiş, ilgi, sevgi, başarı ve emniyet gibi temel ihtiyaçlarını tatmin etmiş, herhangi bir eksiklik duygusu taşımayan bireyler tarafından yaşanılan bir haldir. Bu da bir ihtiyaçtır. Ancak biyolojik, sosyal ve psikolojik ihtiyaçları tatmin olmuş bir bireyde doruk yaşantı ihtiyacı doğar (Arık, , s). Bu deneyimi yaşayanlarda algı normal durumdan çok farklı bir şekilde yaşanmaktadır. Algılanan nesnenin adeta içine dalma, onunla bütünleşme söz konusudur. Kelimelerle ifade edilmesi güç bu bütünleşme, gerçeğe kavuşma, tam bir yeterlilik ve eksiksizlik, doğruya, iyiliğe, güzelliğe varma duyguları içine gömülmüştür (Arık, , s). Evrenin içinde yeraldığı, onun bir parçasını oluşturduğu bu tür bir açık algıya sahip olmak kişide derin ve sarsıcı bir etki yaratır ve bu yaşantılar sonucu ortaya çıkan değerler yavaş yavaş kişinin yaşamına girmeye ve yaşama biçimini değiştirmeye başlar (Maslow, , s; Arık, , s). Maslow, “Özdeğerler” ya da “Öz’ün temel ve gerçek değerleri” olarak adlandırdığı bu değerleri şöyle sıralar (Maslow, , s; ):

1. Doğruluk
2. İyilik
3. Güzellik
4. Bütünlük -bir olmaya eğilim-
5. Kutuplaşmayı aşmışlık -kabullenme; karşıtların üstünde olma-
6. Canlılık -süreç; dinamik, akıcı-
7. Özgünlük -kendilik ve benzersizlik-
8. Mükemmellik -uygunluk, yerindelik-
9. Gerekirlik -kaçınılmazlık, olması gerektiği gibi olmak-
Tamamlanmışlık -Gestaltın daha fazla değişmemesi, doyum-
Adalet
Yalınlık -sadece gerekli olanlar-
Zenginlik -bütünlük, kapsayıcılık-
Çabasızlık -zorlamanın yoksunluğu-
Neşelilik
Kendine Yeterlik –kendin olmak-

Yorum

Rogers’ın danışan-merkezli psikoterapi yaklaşımı psikoloji üzerinde çok önemli etkiler bırakmıştır. Kişilik teorisi özellikle benliğin önemi üzerinde durması oldukça olumlu karşılanmıştır.

Eleştiriler Rogers’ın kendini gerçekleştirmeye yönelik doğuştan gelen potansiyelimiz ve bilinç altı güçlerin dışta tutularak öznel bilinç yaşantılarımız üzerine yaptığı vurgu hakkında açık olmayışına yöneltilmiştir.

Hem teoriyi hem de terapiyi destekleyen çok sayıda araştırma yapılmıştır. Bugün teori ve terapinin klinik ortamlarda yaygın bir kullanımı vardır.

Hümanistik Terapiler

Hümanistik psikoloji psikanalizden farklı olarak duygusal yönden rahatsız insanlar yerine psikolojik olarak sağlıklı insanlar üzerine odaklığında terapi yaklaşımı oldukça farklıdır.
Hümanistik veya gelişim terapileri larda hızla çoğaldı ve lerde milyonlarca insan etkileşim gruplarına duyarlılık oturumlarına ve okul,iş yeri, kilise, klinik ve hatta cezaevlerindeki insan potansiyeli kurslarına üye oldu.
Hümanistik terapiler Gestalt psikologlarından Kurt Lewin’in çalışmasından türetilerek, normal veya ortalama ruh sağlığına sahip insanlarla onların bilinç seviyelerini yükseltmek kendi kendileriyle daha iyi ilişkiler kurabilmelerine yardım etmek ve kendini geliştirme veya yaratıcılığa ait gizli potansiyellerini ortaya çıkarmak amacıyla uygulanmıştır
İnsan potansiyeli hareketi iyi niyetli ancak bu amaç doğrultusunda eğitim almamış niteliksiz doktorlar kendi stilleri olan gurular ve iyi bir şey yapmaktan çok zarar gören öğretmenler tarafından uygulanmaya çalışılmıştır.
Hümanistik Psikolojinin Kaderi
Hümanistik psikoloji hareketi yılında Hümanistik psikoloji dergisinin, yılında Hümanistik Psikoloji Derneği’nin ve yılında APA’nın Hümanistik Psikoloji Bölümünün kurulması ile resmi hale geldi.
Hümanistik psikologlar alandaki diğer iki baskın güçten farklı olan kendi psikoloji tanımını yaptılar ve kendi çalışma konularını, metotlarını ve terminolojilerini tanıttılar.
Düşünce ekollerinin bu niteliklerine rağmen, Hümanistik psikoloji gerçekte bir ekol olmamıştı. Bu yargı Hümanistik psikologların bizzat kendileri tarafından teki yani hareketin başlamasından 30 yıl sonraki bir toplantıda ifade edilmişti.
Hümanistik psikoloji büyük bir deneyimdi, ancak başarısız olmuş bir deneme:Çünkü bilim felsefeleri olarak tanımlanacak bir teori olmadığından psikolojide Hümanistik düşünce ekolü yoktu.
Carl Rogers’ta aynı fikirdeydi. “Hümanistik psikolojinin, psikolojinin ana akımları üzerinde büyük bir etkisi olmamıştır. Biz göreli olarak daha az önemli algılandık.”
Kitaplarda 25 yıl önce psikolojiyi niteleyen başlıkların aynısını göreceklerdi, insanı bir bütün olarak araştıran çalışmalarda çok az bahsedildiğini şahit olacaklardı.
Hümanistik psikolojinin Akıbeti
1. Hümanistik psikologlar üniversitelerden çok özel kliniklerde uygulamalar üzerine çalışıyorlardı. Akademik psikologlardan farklı olarak araştırmalar yürütmüyor veya makaleler yazmıyor veya kendi geleneklerini sürdürmeleri için lisans öğrencilerine eğitim vermiyorlardı.
2. Hümanistik psikologların protestolarını zamanlamasıyla ilgiliydi. Hümanistik psikoloji larda ve lerin başlangıcında zirvedeyken artık psikolojide etkisi kalmamış düşünceleri eleştiriyorlardı
Freudcu psikanaliz ve Skinnercı davranışçılık kendi içlerinde bölümlere ayrılarak zaten zayıflamıştı ve her ikisi de Hümanistik psikologların sevk ettiği yöne doğru değişmeye başlamışlardı.
Hümanistik psikoloji, alanı bir bütün olarak değiştirememiş olmasına rağmen çağdaş psikologlar arasına insanların kendi hayatlarını bilinçli ve özgürce şekillendirebilecekleri düşüncesinin güçlenmesine sebep oldu.
Akademik deneysel psikolojideki bilinçli çalışmalarının yenilenmesini yardım etti. Sonuç olarak diyebiliriz ki Hümanistik psikoloji, alanda yer almakta olan değişikliklerin onaylanmasına yardım etti ve sadece bu noktadaki misyonu sebebiyle bile başarılı sayılabilir. (Schultz&Schultz, s)

Kaynaklar
Arık, İ. Alev. (). Motivasyon ve Heyecana Giriş. İstanbul: Çantay Kitabevi
Baymur, Feriha. (). Genel Psikoloji. İstanbul: İnkilap ve Aka Kitabevleri
Boeree, C. George. (). “Personaliyt Theories; Abraham Maslow”, Shippensburg
University, seafoodplus.info
Burger, Jerry M.. (). Kişilik. İstanbul: Kaknüs Yayınları
Cüceloğlu, Doğan. (). İnsan ve Davranışı. İstanbul: Remzi Kitabevi
Schultz& Schultz, Duane P. & Sydney Ellen. (). Modern Psikoloji Tarihi. İstanbul: Kaknüs Yayınevi
Gün, Nil. (Maslow, Abraham. (). Dinler, Değerler, Doruk Deneyimler

SAYFA 23 • SOSYAL HİZMET MAGAZİN • GÜNCEL • NİSAN HÜMANİST SOSYAL HİZMET UYGULAMASI BÜŞRA HAZAL ÜNAL “Düşüncenin dünyası bize iki türlü görünmektedir; bir yandan duvarları, düşüncenin etiği olduğu iddiasını taşıyan evrensel bir mantığın kuralları tarafından inşa edilen bir yılında Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Sosyal Hizmet bölümden lisans derecesini, Fen labirent gibi, öte yandan ise Edebiyat Fakültesi Psikoloji bölümünden yan dal derecesini alarak mezun oldu. Aynı yıl Hacettepe Üniversitesi Sosyal bu labirentin planına Bilimler Enstitüsü Sosyal Hizmet Ana Bilim Dalı'nda yüksek tepeden bakan ve hatta onu lisans öğrenimine başladı. Halen yüksek lisans eğitimine devam etmektedir. İlgilendiği temel alanlar; sosyal hizmet ezen ve ilke olarak sonsuza araştırması, eleştirel sosyal hizmet, feminist sosyal hizmet ve sosyal hizmette afet ve krize müdahale çalışmalarıdır. kadar uzanan bilgi duvarı, [email protected] oluşmuş bilimin dikey bir Özellikle, bahsettiğimiz bu iki özellik hümanist perspektifin, duvarı gibi…” çoğu zaman uygulamanın bütününe yayılmış ve eklektik bir şekilde kullanılmasını sağlar. Literatürü incelediğimizde Abraham Moles, Belirsizin karşılaştığımız, sosyal hizmetin bireyle çalışma odağında geliştirmiş olduğu uygulama çerçevesi ve Mary Richmond’ın Bilimleri öncülük ettiği uygulamada bilimsel yöntemin etkili bir şekilde kullanılması girişiminin hümanist sosyal hizmet uygulamasına Hümanist sosyal hizmet uygulamasının, sosyal hizmet dair çeşitli düşüncelerin de ortaya çıkmasında etkili olmasıdır. müdahale kuramları çerçevesinde uzun yıllardır kullanıldığı Bahsi geçen bağlamda özellikle bilimsel yöntem ve bilinir. Birçok kuramsal yaklaşımla kullanılabilen hümanist yaklaşımların çerçevelediği sosyal hizmet uygulaması, belli sosyal hizmet uygulaması, pek çok noktada diğer noktalar üzerinden eleştirilmiştir. Bu eleştiri sürecinde pozitivist, uygulama perspektiflerinden ayrılmakta ve uygulamaya belirlenimci ve daha sosyoloji kökenli yaklaşımların ortaya dair genel bir teknikler seti ortaya koymamaktadır. koyduğu ön kabullerin doğrudan benimsenmesi durumunda, uygulama bağlamında eksik bırakılan noktalar olabileceğine işaret edilmiştir. seafoodplus.info • [email protected] SAYFA 24 • SOSYAL HİZMET MAGAZİN • GÜNCEL • NİSAN • BÜŞRA HAZAL ÜNAL Öyle ki sosyal hizmette vaka çalışmalarının etkililiğini Pozitivizm üzerinden tartışılan bir diğer mesele ise, uygulamada sorgulayan kimi sosyal çalışmacılar, pozitivist ön kabullerin belli bir değer sisteminden doğru hareket edilmesidir. Hümanist sosyal hizmet uygulamasında giderek daha baskın sosyal hizmet uygulaması, uygulama sürecinde değere önem olmasının, uygulamada teoriyle pratik arasında etkili bir verir. Çünkü değerin her zaman sosyal hizmet sürecinde etkili ilişki kurulamamasına yol açabileceği yönünde eleştirilerde olduğunu dair bir düşünce söz konusudur. Ancak burada önemli bulunmuşlardır. Dolayısıyla ortaya çıkan durumda bilgi ve olan ve kaçınılması gereken şeyin, pozitivizmin etkisiyle eylem arasında ilişki kurmayı sağlayacak bir yaklaşıma tamamen değerden arınık olmaktan ziyade sosyal çalışmacıların gereksinim duyulması söz konusu olmuştur. Nitekim kendi kişisel değerlerinin farkında olarak, bunu danışana böylesi bir girişimin nihai sonucu olarak, geleneksel sosyal dayatmaktan kaçınmasıdır. Bunun ötesinde uygulamada hizmetin sunduğu ve sosyal çalışmacıların sıklıkla danışanın yaşantısının, duygularının kabul edilmesi ve kullandığı rutinleşmiş teknikler yerine yaratıcılığın ön plana uygulamanın bu eksende yürütülmesi söz konusudur. çıkarıldığı hümanist sosyal hizmet uygulaması, alternatif Aslında genel bir değerlendirme yaptığımızda, hümanist sosyal bir uygulama modeli olarak kendini göstermiştir. Bununla hizmet uygulaması, pozitivizmin bireyleri kategorize eden, birlikte insan davranışının öngörülebilir ve ölçülebilir olduğu soyutlayan ve genelleştiren yapısına yöneltilen eleştiriler savına karşı, insanın karmaşık bir doğaya sahip olduğu ve karşısında alternatif bir uygulama modeli olarak, ilişkisellik, bu nedenle de uygulamanın kişi odaklı bir perspektifle uygulamada değere verilen önem, yaşamın anlamı, danışanın yürütülmesi gerektiği hümanist sosyal hizmet yaşantısı ve tüm bunlara ilişkin duygular üzerinde durur. Üstelik uygulamasının ortaya çıkışında etkili olmuş görünür. Ancak sınırlı ve sabit bir çerçeveye sahip olmayan hümanist sosyal bu noktada özellikle belirtmemiz gerekir ki, hümanist hizmet uygulaması, danışanların gereksinimleri doğrultusunda sosyal hizmet uygulaması, sosyal hizmet kuram ve uygulama çerçevesinin esnetilmesini sağlar. Günümüzde gerek uygulamasında pozitivist yaklaşımların etkilerine ve toplumsal gerek ekonomik gerekse kültürel koşullar, birçok sağladığı kavramsal çerçeveye karşı değildir. Şüphesiz anlamda kişilerin yaşamlarının anlamını sorgulamasına neden pozitivist yaklaşımlar, birey, grup, aile, toplum veya olmaktadır. Hümanist sosyal hizmet uygulaması tam da bu örgütlerle çalışırken kullanılacak müdahale çerçevesinin noktada, kısa süreli uygulama modellerinin aksine insanın belirlenmesinde büyük öneme sahiptir. Öte yandan burada anlam arayışı ve yaşamda amaç oluşturma fikri üzerine bahsedilen esas şey, uygulamada pozitivizmin katkılarıyla odaklanması nedeniyle ötekilerle etkileşime dayalı bir ilişkinin beraber, alternatif düşünce ve modellerin de kurulmasını sağlamada oldukça değerli görünmektedir. kullanılabilmesine kapı aralamaktır. Yani vaka çalışması sürecinde, hem kişisel, sezgisel/görüsel (intuition) hem de bilimsel ve genelleştirici unsurların bir arada kullanılmasına ilişkin bir düşünce söz konusudur. seafoodplus.info • [email protected]

HÜMANİZM Muhsin KADIOĞLU (*) Hümanizm, insandaki temel özelliklerin geliştirilmesini amaç edinen zihnî ve felsefi bir akım olarak son yüzyılda ortaya atılmış bir fikirdir. Bu fikrin, felsefi edebî ve tarihî olaylara bakış açısının bilinmesinde sayısız faydalar mevcuttur. A - Hümanizmin anlamı Edebiyat ve tarih disiplinlerinde, yöntem ve felsefesini özellikle yüzyıl Avru- pası'nda gelişen Eskiçağ metinlerinin incelenmesinden alan hümanizm, felsefi yönden de insandaki temel niteliklerin geliştirilmesini amaç edinen zihnî ve felsefi akımların tümü (1) olarak bilinir. Yunan ve latin dillerine dayanan öğretim metodu da hümanizm adını alır (2). Ayrıca, Ortaçağ'dan modern zamanlara, Rönesans dönemine geçiş olarak adlandı­ rılmaktadır (3). Türkiye'deki araştırmacılar arasında hümanizmin taşıdığı mânâ konusunda fikir birliği bulunduğunu söyleyebilmek oldukça zordur. Emel Esin, hümanizmi en umumî mânâda insanı kainatın merkezi ve tercümanı addeden ve kâinatı insan vasıtasıyla tefsir eden bir düşünce sistemi (4) olarak anlatmakta ve "insan, kendisini ve kendisi ile kâinat arasındaki münasebetleri anlamak istediği anda, hümanizm doğar" demektedir. Sadi Ir- mak'a göre ise hümanizm "eski Yunanlıların belki daha kadim medeniyetlere dayanarak yarattıkları bir mefhumdur. Bu mefhum Yunanlılarda insanın ruh, fikir ve bedence denk- leşmiş olması manasına gelmektedir." (5). Sinanoğlu'na göre hümanizm "Yeni zihinsel ve ahlaksal biçimlenim yolu ile insan iç evreni ile dış yaşamın gerçekleri arasında sataş­ manın son bulduğunu göstermek isteyen" (6) bir fikirdir. İngiliz Hümanistleri Derneği eski Başkanı Mrs. Simms'a göre ise hümanizm bireyin gelişmesine ve yetkinleşmesine önem veren bir akımdır. (7). {*) Tuzla Denizcilik Yüksek Okulu Öğretim Görevlisi. 1- Meydan Larousse, Hümanizm Maddesi, 7. cilt., sh. 2- A.g.e. 3- Hümanizm maddesi, The Encyelopedia Britannica, VXI, London , sh. 4- Emel Esin, 'Yeni bir Hümanizm Görüşü" Türk Yurdu, Sayı , Ağustos 5- Sadi İrmak, Hümanist Mevtana, Türk Yurdu, Sayı, Temmuz 6- Suat Sinanoğlu, Türk Hümanizmi, istanbul 7- KJİarris (Çev. Vedat Günyol), Hümanizm üzerine konuşmalar, istanbul B- Hümanizmin Ortaya Çıkması ve Gelişmesi Batı Avrupa'da D i l ve Edebiyattaki kök arayışları uzun yılların mahsulüdür. Batı Avrupa'da bu arayışla birlikte Latin dil ve edebiyatının incelenmesine başlanmıştı. Özel­ likle manastırlarda büyük Latin yazarlarının din dışı eserlerini kopyaya ve onlardan i l ­ ham alarak latince yazmağa devam edildi. "Alenin'in yardımıyla Charlemagne, latin kül­ türünü devam ettirdi. Ortaçağda Çiçero, Oridius, Horatius, Vergilius, Terentius din adamları tarafından okunuyor ve taklit ediliyordu. Aristotales'in ününün yayılması da ts- kolastik döneme rastlar; ne var ki gerek onun gerekse Eflatunun eserleri latince tercüme­ lerinden okunabiliyordu." "Yunan-Bizans kültürünün italya'nın güneyinde kısmen devam ettiğinden dolayı italyan aydınlan Ortaçağda kendilerini Eskiçağ Romasmın mirasçısı olarak görülüyorlar­ dı. Ortaçağ italyan Aydınlarından Dante, latin kültürü ve mitleriyle beslenerek hıristiyan mistitizmine yönelmişti. Petrarca, Ortaçağın iskolastik düşüncesi ve edebî eserlerinde f i ­ kir ve ahlâk zenginliğiyle dolu bir haz aradı. Başlıca latin ve yunan yazarlarının eserleri­ ni toplayarak bunları aslından okuyabilmek için Yunanca öğrendi." (8) Bocaccolo da ay­ nı yolu takip ederek Yunancayı öğrendi ve bir mitoloji kitabı hazırladı. yüzyılda İtalyan bilginleri Bizans'a giderek buradan el yazmaların topluyorlar, Bizans bilginleri de italya'ya gidiyorlardı, istanbul'un Fethi, İtalya'da hümanizmin daha da güçlenmesine yardım etti. Fetihten sonra bazı Bizans bilginleri italya'ya gitmişler böylece Yunan eserlerinin latinceye tercüme edilmesine katkıda bulunmuşlardı. Medi- ci'ler Yunan ve Latin elyazılanndan çok başarılı kopyalar yaptırarak bir Eflatun Akade­ misi kurdular. Ficine; Eflatunu İtalyanca'ya tercüme edip, yorumladı böylece Eflatuncu­ luğun Orta ve Batı Avrupa'ya yayılmasını sağladı. Filolojinin ve arkeolojinin gelişmesiy­ le birlikte Vergilius başarılı eserler verdi. Bu devrede, Yunanca ve Latince oldukça popüler hale geldi, italya'da hümanizm adına yoğun çalışmalar yapıldı. Hümanizm, Batı'da daha geç yayılma fırsatı buldu. Batı­ daki hümanizm, başlangıçta hiristiyanlıktan besleniyordu. En ünlü hümanistler ortaçağ iskolastiğini reddederek antik kaynaklara döndüler. Kutsal metinleri hiristiyanlık öncesi­ nin eserleri ile birlikte yaydılar (9). Hiristiyan hümanistler arasında Th. Morus, Letevre d. Etaples, Bude ve Erasmus en ünlü isimlerdir. Erasmus'a göre Sokrates bir aziz merte- besindeyken o, aynı zamanda "isa'nın felsefesi"ni yaymakla kendisini görevli sayıyordu. Erasmus, Kilise babalarını ve Yeni Ahit'i yorumlarken Hiristiyanlık öncesi ahlakçıların eserlerinden de feyz alıyordu. Lefevre d. Etaples, Eflatunun eserlerinin yeni baskılarını yapmasının yanında incil'e Ortaçağda katılmış bulunan fikirleri reddederek incil'i böyle­ ce kabul etti ve Fransızca'ya tercüme etti. Bude de, çağının en koyu Fransız helenistiydi (10). Yine Bude, "Helenizm'den Hiristiyanlığa Geçiş" adlı eserinde ruhun gelişmesini hi- ristiyanlığın prensiblerine bağladı. 8¬ BeCül Çotukseven, "Ortaçağ ve Rönesans üzerine kimi Temel Bilgiler" Gergedan Dergisi, Sayı, 9. 9¬ Yeni Hayat Ansiklopedisi, Hümanizm Maddesi, 2. cilt. Meydan Larousse, Hümanizm Maddesi, 7. cilt. Hümanistler insanın aslında iyilik olduğuna inanıyorlar, insandaki iyiliğin hiristi- yanlık prensiplerine uymakla ortaya çıktığı ve geliştiği şeklindeki düşüncelere karşı çıkı­ yorlardı. Bu sebeble hiristiyanlık öncesi ahlak felsefesi olan Stoa ve Epikurus felsefesi­ ni yaymağa başladılar. Luther ve Calvin'in suçlamalarına rağmen Pilinius'un, Çiçero'nun, Aristoteles'in eserleri, hümanistleri Tann'nın inayet ve takdirine, mucizelere ve ruhun öl­ mezliğine olan inancı yıkmaya kadar götürdü. Bu hümanistlerin çabaları sonunda, akılcı bir felsefe ve laik bir ahlâk anlayışı ortaya çıktı. Fransız hümanizmi, uzun süre gelişme gösteremedi. Ancak Francois I ve Henri I I devirlerinde tam bir gelişme zemini buldu. Fransa'da bu dönemde açılan şiir okulu saye­ sinde dilde büyük gelişmeler oldu. Esüenne'nin filoloji alanındaki eserleri yaşadığı devri aşmıştır. Hümanizmin Yunanlılardaki Kadim insan ülküsü ile beslenip "Hürriyet" kavramı­ nı Romalılardan alarak gelişmesi ve yayılması o devirde hümanizmin en büyük i k i eseri­ ni ortaya çıkarmıştı: Bokaçyo'nun "Decameron"u ve Dante'nin "Cehennem"i (11) Ancak bu gelişme Din Savaşları ile kesintiye uğradı. Hümanizme olan inanç sarsıldı. Diğer ta­ raftan, millî edebiyatların gelişmesi, eski şairlerin taklit edilmesini zarurî olmaktan çıka­ rıyordu (12). Hümanist heyecan can çekişmeye başladı. Hümanizmin yediği bir diğer darbe de bilimdeki gelişmelerle oldu. Latin ve Yunan bilginlerinin aşılması onların fikir­ lerine olan ilgiyi azalttı. Bu dönemde bilginler filoloji ve arkeoloji alanında yine başarılı çalımalar yapmakla birlikte bu çalışmaları hümanizm yerine bilim adına yapmayı tercih ettiler. Hümanizm, yalnız din anlayışından doğarak gelişmemiş, edebiyat ve felsefeye de girmiştir. Hümanizmin yeni çağdaki temsilcisi Goethe'dir. asırda hümanizm fikrine yeni unsurlar eklenmiştir (13). Hümanizmin yeni unsurlar kazanmasıyla evvela sosyaliz­ mi ve onun ekstrem şekli olarak komünizmi yarattığı şeklindeki düşüncelere Mrs. Simms şöyle cevap verir. "Hümanistler bireyin gelişmesini isterler. Komünizm ise halkın esenli­ ğinden sözeder, bireyinkinden sözetmez pek. Hümanistler değerler basamağında bireyin gelişmesine ve yetkinleşmesine önem verirler." (14). Hümanizm, 2. Dünya harbinde kesintiye uğramıştır. Bu harbten sonra Briant Stre- zeman gibi hümanistler yetişmiş; bu yeni hümanist nesil Avrupa birliğini ve buna temel olmak üzere Alman-Fransız anlaşmasını gerçekleştirmeye çalışmışlardır (15). Harb son­ rası devrede bu yeni hümanist nesilin çok başarılı oldukları bir gerçektir. C - İLKÇAĞ TERBİYESİ Hümanizm, başlangıçta hıristiyanlıktan beslenen bir alcım olarak ortaya çıkmasına rağmen daha sonra bu hüviyetini kaybederek insanî değerlerin kaynağını Yunan ve Ro- // - Sadi Irmak "Hümanist Mevlana'\ Türk Yurdu, Sayı Ağustos Nejat Boıkurt, William James'in Progmatism ve Hümanizm Anlayışı, İstanbul, Sadi İrmak, A.g.m. KMarris, A.g.e. Sadi Irmak, A.g.m. ma medeniyetinde arama yoluna girmiştir. Hümanistlere göre bu iki medeniyetin dayan­ dığı ahlâk değerleri, başta hıristiyanlık olmak üzere diğer dinlerin ahlâkî anlayışlarından daha üstündür. Bu sebeple ilkçağ terbiyesinin vasıflarını bilmek zarurî olmaktadır. Atina'da yurttaş, devlet tarafından cebren terbiye edilirdi (Ebhebie). Hür bir yurt­ taş olabilmek için Efeblik devresini geçirmiş bulunmak lazımdır. Bu medeni çıraklık devre göre bir veya iki sene sürer ve onsekiz yaşında başlar. Daha evvel Atinalı çocuğa gayet liberal bir terbiye verilir. Asra göre değişen fakat, daima devletin nezareti altında bulunan bu terbiye sistemi, mûsikînin, kıraatin, imlânın millî şiir ve şarkıların tedrisini ihtiva etmekteydi (16). Atina'da mükemmel vatandaş; bedende mükemmeliyet, büyük zihnî faaliyet ve kültür, kusursuz bir zevk sahibi olmakla mümkündü. Beden, zihin ve zevk olmak üzere üç cephe taşıyan Atina terbiyesi, zihnî talim olarak okumak, yazmak, hesap öğrenmek, millî edebiyat ile ünsiyet kazandırılmasını amaçlıyordu. Her genç musikî kulağım ve zevkini geliştirmek ve bir musikî aletini çalmak, şarkı söylemek zorundaydı. Atina'da zevk ve muhayyile, musikî ve sanat mekteplerinde beslenirdi. Fakat, t i ­ yatro, akropolis, mabedler, umumi abideler ve her festival, dinî maksadı danslar bu mek­ teplerden daha fazla ve herkes üzerinde etkiliydiler." (17). Helenistik terbiyede karakter terbiyesi de çok önemli görülmekle birlikte bu terbi­ ye bütün ülke yerine yalnızca sitede uygulanabiliyordu. Roma'da ise "bir delikanlı ruhen ve bedenen kuvvetli ve sıhhatli olarak büyümüş, ilahlara, anne-babasına, memleketin kanun ve müesseselerine hürmet etmiş, ziraate ait ananevi metodlara vakıfolmuş, sulh zamanlarında umumi işleri görmek ve harp zamanın­ da sahada hizmet etmek için lazım gelen bilgileri almışsa icab ettiği gibi yetişmiş sayılır­ dı. Bir kız da annesinden ev hayatına ait işlerde maharetli, çalışkan, mütevazi ve faziletli olmayı öğrenmiş idi ise o da lâzım gelen vasıflan kazanmış addolunurdu." (18). Bu ga­ yeye ulaşmada kullanılan metodlan devlet belirlemezdi. Roma; Yunandan aldığı bu terbiyeyi çok geniş bir alana yaydı. Bu terbiyeyi "insa­ na ve insaniyete" yöneltti. Genel olarak söylemek gerekirse; "klasik terbiyede güzelliğe, san'atlara, açık ha­ vaya, bedenî hayatın zevk ve hazlanna önem vermek aynca yaşama zevki" (19) önem ta­ şımaktadır. D - T Ü R K L E R D E İDEAL İNSAN Bilindiği gibi her devirde ayn bir insan tipi makbuldür. İslâm öncesinde yaşayan Türklerde ideal insan tipi Alp'ti. Alplik doğuştan gelen bir özellik olmadığı gibi babadan Sabri Ander, "İlkçağ terbiyesinin vasıflan" Yeni TUrk , Sayı 38, Şubat , SK Tezer Tashnar, "Eski Yunanlılarda ve Roma'da Vatandaşlık Terbiyesi", Çığır Dergisi, Sayı , Temmuz Tezer Taşkıran, A.g.m Tezer Taskıran, seafoodplus.info oğula da geçmezdi. Alp adım alabilmek için iyiliğe hizmet eden bir kahramanlık yapmak gerekirdi. Eski Türkler, "Gök Tanrı'nın kendilerini dünyayı yönetmek üzere gönderdiği­ ne" inandıklarından savaşlarda gösterilen kahramanlıklar aynı zamanda insanlığın da hayrına olmuştur. Türk-Müslüman toplumlarında ve ülkelerinde ideal insan tipi Alperen olmuştur. Alplik yiğitliği, erenlik ise derin bir İslam inancına sahip olmayı gerektiriyordu. Alpe- rende ise bu i k i özellik birden bulunurdu. Bu ideal insan tipi Tanzimatla birlikte yeni bir şekil almıştır (Modern bir Herkül). (20). Kaplan, Türklerde yeni ideal insanı ararken Gökalp'in insanı küçülttüğü iddiasıyla insanın kendi şuuruna insanlığı bilerek ulaşabileceğini söyler (21). Türklerin Uzak Şark, İran, Roma, Yunan ve büyük dünya medeniyetleri ile tanışmasının tekamül halinde oldu­ ğunu anlayabilmesinin hümanizme bağlı olduğunu savunanlar Türk kültürünün gelişme düzeyinden ve şaheserlerinden habersiz görünmektedirler. Dilimizdeki "elini vicdanına koymak" deyimi, insanın kendi yargılaması olup, hümanist bir düşünce olarak değerlen­ dirilemez. Bu deyim Islâmın değerleriyle insanın kendini ve davranışını gözönünde bu­ lundurması anlamını taşır. Ayrıca, Islâmâ göre, hayatı zevk ü sefa alemi olarak görmek yerine "imtihan" salonu olarak düşünmek esastır. Türk-lslam terbiyesi ile Mevlâna gibi insanı ve insanlığı seven, Yunus gibi insanı tanıyan, tanımaya azmeden şahsiyetleri Türk milleti yetiştirmiştir. Batı dünyasının bu günkü haliyle Yunan ve Roma'da insana verilen değeri yakalayamaması, yüzyıllardır süregelen kendini beğenmişliklerinin ve çifte stan­ dartçı düşüncelerinin tabiî bir tezahürüdür. İslâm dini, insanın kendini geliştirmesinin karşısında değildir. Kur'an-ı Kerimde­ ki pek çok ayette "hiç düşünmediniz mi?", "görmediniz mi?" şeklindeki uyanlar bunun ispatıdır. E - HÜMANİZM VE M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K Emel Esin'e göre "kainata sığmayan Allah, inanan ve pâk olan adamın kalbine sı­ ğar" diyen Hz. Muhammed bile hümanisttir. Şeyh Galib'i, Yunus'u, Pir Sultan Abdal'ı, Fuzulî'yi, Yahya Kemal'i ve Mevlâna'yı hümanist sayan zihniyet sahipleri hümanizmin taşıdığı mânâyı anlayamamış demektir. Bu şahsiyetler, insan ve insanlık sevgisiyle do­ luydular ama hümanist değildiler. Çünkü hümanizmde insan ve insanlık sevgisinin men- baı Yunan ve Roma medeniyeti olurken Türk büyüklerinin tükenmez insan sevgileri Türk kültürü şuuru ile İslam ahlâk ve fazüetinden besleniyordu. Meselâ, Mevlâna'nın gö­ rüşlerini İslâm'ın dışında yorumlamak İslâm'ı kavrayamamanın bir sonucudur ve kültürel bir yabancılaşmayı gösterir. Bir yabancının Mevlâna'da hümanizm araması yadırganmaz çünkü, kendi tarihinde önemli bir boşluk onunla doldurulmuştur. Bizde ise bu kültürü­ müzün bir parçası olan dinî hayatta vardır. Kâzım Nami'nin anladığı mânâda hümanizm bizlere elbette faydalı olacaktır.: "Klasik eserlerde bizim mitolojimizi, tarihimizi aydınlatacak birçok şeylerin bulunduğu- Mehmet Kaptan, "Mitti Uyanış ve insanlık İdeali", Çığır, Sayı , Mayıs Mehmet Kaplan, A.g.m. na kâniyiz" (22). Ancak unutmamalıdır k i , milliyetçilik, beynelmilliyetçiliğe müsaade et­ mez. Milliyetçiliği buna zorlamak da söz konusu değildir. "Türkiye'de yanlış atılan bu adım (hümanizm) üstelik lüzumsuz gayretkeşlikler dolayısı ile, dünya şaheserlerini tanı­ malarında büyük faydalar beklenen ilim ve fikir adamlarımızın yüksek kadrosunu aşarak halk kütlelerine sirayet etmek istidadını göstermiştir. Müfredat programına sokularak okullarımızı da istila eden yabancı cereyanın bozucu tesiri edebiyatımızda, tiyatromuzda, müziğimizde ve güzel sanatların diğer dallarında; Türk tarihinde, Türk dilinde, Türk ahlâkında müşahede edilmektedir" (23). Kültürde hümanizma taraftarları Batılılaşma sü­ recini İslamcı, Batıcı ve Türkçü akımlardan farklı düşünüyor, Batıyı anlamanın yolunu Greko-Romen kültürüne inmek olarak kabul ediyorlar. Onlara göre Batılılaşma ancak hümanizm sayesinde gerçekleşebilir. Bunun için Batıyı "kavramak" gerekmektedir (24). Bu görüşün sahipleri tarihimizi gözden geçirirken ve geleceğe yönelirken Yunan-Latin köklerine inerek insanî değerlerin elde edilmesi gerektiğini savunacak, tarihimizdeki pek çok şefkat, merhamet ve büyüklük ifade eden sahifeleri hatırlamayacak kadar millî kül­ tür fukarasıdırlar. Bu inanışa kısmen de olsa Hilmi Ziya Ülken katılır. Ülken'e göre hü­ manizm bir "ihtiyaç"tır (25). Aynı şekilde Azra Erhat'ta Horatius'un: "Bırakma elinden Yunan eserlerini, karıştır onları gece gündüz" şeklindeki şiirinden aldığı ilhamla (26) ko­ yu bir hümanist, yani Yunan-Latin milliyetçisi kesilir. Bu sömürge aydını zihniyeti ken­ dini daha açıkça belli eder: "Vergilius Homeros'u taklit ederken o zamanın ilerisinde yü­ rüyorsa, Dante de Ortaçağ karanlıklarını delerek Rönesansa yol açıyordu Biz de aynı şekilde köklü, yaygın ve ilerisi için ışık tutan bu kültüre yönelmeliyiz" (27). Halbuki, "herbiri inci zerafetindeki ata yadigarı eserlerimiz kolayca bir yana itilir­ ken, bir Yunan veya Roma duvarından kopmuş, yeryüzünde binlercesi mevcut, bir taş parçasının bile ihtimamla korunması, yurdumuzun her yanında bir hıristiyan azizinin do­ ğum yerinin veya hıristiyan tapınağının veya mukaddes mahalinin keşfedilmesi, bunlar etrafında turizm maksaüannı çoktan aşan bir propagandaya girişilmesi; dilimizde Rum ve Batı menşeli hiç bir kelimeye dokunulmazken, millî kültürümüzü yaşatan türkçe veya türkçeleşmiş kelimelere ve tabirlere hücum edilmesi, resmî ve hususî kuruluşlarımıza, Yunanca dahil, Avrupa dillerinden adlar takılması hep bu hedefe yönelmiş gayretlerin belirtileridir." (28). Bütün bunlara ilaveten hümanistler Türkiye'yi materyalist bir topluluk haline ge­ tirmek istemekte ve dini "doğru olmayan şeyler" (29) olarak göstermek çabasındadır. Kültürümüzün kaynağını ahlâkımızın menbaını, Yunan ve Latin eserlerinde ara­ mağa kalkışmak; medeniyetin başlangıç noktasını orada görmek, zifiri karanlıkta körebe oynamak gibidir, kendi kültür kaynaklarına inememektir. Kazım Nami, "Hümanisma'', Ülkü Dergisi, Temmuz Abdulkadir Donuk, "Kafesoğlu'nun gözüyle Hümanizm ve Milliyetçilik" Türk Yurdu, Sayı , Ağustos Burhan Belge, Ulus Gazetesi, "İnsan ve Kültür", Aralık, Sayı Orhan Türkdoğan -Değisme-Kültür-Sosyal Çözülme, İstanbul , Sh. Orhan Türkdoğan, A.g.e., Sh. Orhan Türkdoğan, A.g.e., Sh. Abdulkadir Donuk, A.g.m. KBarris, A.g.e. F - H Ü M A N İ Z M VE K O M Ü N İ Z M Marksistlere göre, hümanizm, ideallerin gelişmesinde yüksek bir aşamadır. Mark­ sist anlayışa göre "hümanizmin yaşamsal simgesi sosyalizmdir." Bu sebeple hümanizm; toplumsal ilişkiler, sosyalist ve komünist insan ilişkileri yaratmak zorundadır. Gerek sosyalisüerin, gerekse komünistlerin hümanizm yorumu kendilerine daima çizdikleri çerçevenin dışına çıkamamıştır. Bu anlamda sosyalist hümanizmin ana nokta­ lan şu şekilde özeüenebilir: "1 - Hümanizm işlevi, bilimsel işlevden, diyalektik materyalist dünya görüşünden ayrılmaz, 2 - Sosyalist hümanizm yanlı olup, sınıfsal bir nitelik taşır. Sosyalist hümanizm, proleterya hümanizmidir, 3 - Sosyalist hümanizm, kişiyi somut tarihsel sınıfsal konumda ele alarak değer­ lendirir, 4 - Sosyalist hümanizm etkinlik demektir, savaşım demektir, kavga veren, sava­ şım sürdüren ve zafer kazanan hümanizm demektir, 5 - Sosyalist hümanizm kollektif nitelik taşır." (30). En geniş manada insancılık olarak tanımlanan hümanizm, sosyalist yorumunda proleteryanın düşmanlık duygulannı bilediği kaynaklardan biri durumuna gelmiştir. Bu manada hümanizm yalnızca proleterya için olup değer verilmesi gereken insanlar ise yal­ nızca proleterlerdir. İnsancılığın proleterist yorumunu Vlademir I. Lenin, öldükçe büyümek, gelişmek, güçlenmek, erkekleşmek, birleşmek, öğrenmek ve çelikleşmek olarak yapar. İnşam sevmek ve insancılık adına insanları bölerek birbirine düşman etmek Pla­ tonik bir insan sevgisi, sadistçe bir duygu. Marksistlerin insan sevgisi kafatasından kan içerken olgunluğa erişiyor. Hümanizm ve komünizm, temelde pek çok ortak noktaya sahiptir. Her iki düşün­ cenin de "dünya insanı" yaratma özlemi göze çarpan en önemli özelliktir. Bunun yanında hümanistlerin "gereksiz şeyler" olarak tanımladığı din; Lenin tarafından benzeri şekilde yorumlanır: "Din bir afyondur." (31). Komünizm milliyetçiliğe olan tarihi düşmanlığı hümanizmde aksini "gerici bir düşünce" olarak bulur. Komünizm, millî seciye ve karak­ teri reddeder. Hümanizm düşüncesi de aynı yolda kozmopolit bir cemiyet yaratma peşin­ dedir. Hümanizm ve komünizm arasındaki ortak noktalar daha da artınlabilinir. Günü­ müz Türkiyesinde hümanizm, komünizmin akıncısı durumundadır. "Denilebilir ki hüma­ nizm, millî kültürü kuvveüi cemiyeüerde komünizmin kapısını açan anahtar gibidir. Tür­ kiye'de hümanizm, komünizmin karşısındaki en büyük mukavemet unsuru olan millî VJLenin, istanbul VjLenin, Yeni Dünya Görüşleri, Sh. kültür kalesini yıkmış ve komünizme gerekli zemini hazırlayan başlıca âmil olmuştur," (32). Bu sebeple hümanizm, değerlendirilirken onu komünizmden ayrı düşünmemek ge­ rekmektedir. G - İNSANLIK DİNİ O L A R A K HÜMANİZM Felsefi düşüncenin gelişmesinde akılcılık (yani metafizik düşünce çığın) dinî izah tarzından ilmî izah tarzına geçişte ara adımı temsil eder. Comte, olaylara ait izahları üç safhaya ayırır. Birinci safha olan teolojik izahta aklın rolü yoktur. Felsefî izah devresinde akıl hakimdir. Bu safha pozitivist safha ile tamamlanır. Böylece hayatta karşımıza yal­ nızca düşünce ve hareketin çıktığını savunur (33). Manevî saha ise, bunlar arasında bir bağ kurması gereken fakat, aynı zamanda hu­ dut teşkil eden unsurdur. Maneviyatın bağlayıcı rolü sayesinde ilmî izah devresinde akıl, dinden ve maneviyattan ilham alan kalp'in emrine körü körüne tâbi olmaktan kurtulur. Böylece zihin ve vicdanlardaki boşluğu insanlık dini olan pozitivizm dolduracaktır (34). Comte'un insan düşüncesini kalıplar içerisine sokarak, kafaları bir önceki düşünce tarzından arınıp yeni fikirlerle dolmuş farzetmesi tenkidlere sebep olmuştur. Ayrıca Comte'un insan düşüncesinin ilk safhalarını dinamik, son safhasını ise durağan kabul et­ mesi, yani bu safhadan sonra insan düşüncesinin gelişmesini mümkün görmemesinin se­ bebi anlaşılabilmiş değildir. İnsanın doğuştan yaşadığı özellikler, insanlık dini olarak hü­ manizmin kabul edilmesini güç bir hale sokmaktadır. (32) Aodulkadir Donuk, "Milli Kültürümüze Karsı Hümanist Kültür Akını", Yeni orkun, sayı Mart , sh. (33) Amiran K. Bilgiseven, Sosyal İlimler Metodolojisi, İstanbul (34) Mehmet Eröı, İktisat Sosyolojisine Başlangıç, 3. Baskı, İstanbul FAYDALANILAN KAYNAKLAR 1- FINDIKOĞLU, Z. Fahri; "Cmanizm", İş ve Düşünce, Sayı 2- DONUK, Abdulkadir, "Kafesoğlu'nun Gözüyle Hümanizm ve Milliyetçilik" Türk Yurdu, Sayı , Ağustos 3- DONUK, Abdulkadir; "Millî Kültürümüze Karşı Hümanist Kültür Akını" Yeni Orkun, Sayı 13, Mart 4- The Encyelopedia Britannica, seafoodplus.info, London, 5- Meydan Larousse, Hümanizm Maddesi, 7. cilt 6- Yeni Hayat Ansiklopedisi, Hümanizm Maddesi 7- ESİN, Emel; Yeni Bir Hümanizm Görüşü, Türk Yurdu, Sayı , Temmuz 8- TÜRKDOĞAN, Orhan; Değişme-Kültür-Sosyal Çözülme, İstanbul 9- KURTKAN, A. Sosyal İlimler Metodolojisi, istanbul ER ÖZ, Mehmet; iktisat Sosyolojisine Başlangıç, 3. Baskı, istanbul ERGÎN, Muharrem; Türkiye'nin Bugünkü Meseleleri, Ankara TAŞKIRAN, Tezer, Eski Yunanlılarda ve Roma'da Vatandaşlık Terbiyesi, Çığır Dergisi, Sayı 87¬ 88 Temmuz NAMt, Kazım; Hümanisma, Ülkü Dergisi, Temmuz ANDER, Sabri; İlkçağ Tersibiyesinin Vasıflan, Yeni Türk Dergisi, Sayı 38, Şubat BOZKURT, Nejat; William James'in Pragmatism ve Hümanism Anlayışı, istanbul SlNANOĞLU, Suat; Türk Hümanizmi, istanbul HARRIS, K. (Çev. Günyol, Vedat) Hümanizm Üstüne Konuşmalar, istanbul KAPLAN, Mehmet; Millî Uyanış ve İnsanlık İdeali, Çığır Dergisi, Sayı , Mayıs ÇOTUKSEVEN, Betül; Ortaçağ ve Rönesans Üzerine Kimi Tele Bilgiler, Gergedan, Sayı 9. IRMAK, Sadi; Hümanist Mevlana, Türk Yurdu, Sayı , Temmuz BELGE, Burhan; insan ve Kültür, Ulus Gazetesi, Sayı LENtN, V.Î., Yeni Dünya Görüşleri, istanbul

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir