suret olan eve melek girmez hadisi / Sûret (resim) bulunan eve melek girmez mi? · Fetva Meclisi

Suret Olan Eve Melek Girmez Hadisi

suret olan eve melek girmez hadisi

Köpek Giren Eve Melek Girmez mi?

Evde köpek besleme konusuna girmeden önce bilmemiz gereken en önemli konu İslam'ın tüm mahlukata karşı ilk emri merhamet ve şefkattir. Onları gözetmek, korumak ve beslemek her Müslüman için önemli ve mükafatı olan bir vazifedir.

İSLAM'IN EVDE KÖPEK BESLEME İLE İLGİLİ HÜKMÜ KÖPEĞE KÖTÜ MUAMELEYİ GEREKTİRMEZ

İslâm’ın evde köpek beslenme konusunda ki hükmü ona karşı menfî bir tavır takınmayı da gerektirmez. Yâni köpeklerin beslenmemesi veya onlara kötü muâmele edilmesi söz konusu olamaz. Bilakis İslâm, merhameti bütün mahlûkâta şâmil bir sûrette telkin ettiği için, köpeklerin de hayatlarının korunmasını, diğer mahlûkât gibi onlara da şefkat ve merhametle muâmele edilmesini emretmiştir.

Nitekim bir hadîs-i şerîfte, susuzluktan ölmek üzere olan bir köpeğe su veren günahkâr bir kadının cennetlik olduğu müjdelenmektedir.

Târihimizde de mahlûkâta merhamet duygusunun müesseseleşerek çeşitli vakıflar kurulduğu ve bu vakıfların şefkat elinin, himâyeye muhtaç hayvânâta kadar uzandığı, mâlum ve meşhurdur.

Dolayısıyla mühim olan, köpek besleme husûsunda da İslâm’ın belirlemiş olduğu meşrûiyet sınırlarına riâyet etmektir.

KÖPEK GİREN EVE MELEK GİRMEZ Mİ?

Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyururlar:

“İçinde köpek ve canlı resmi bulunan eve melekler girmez!” (Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 7)

Hz. Âişe (r.a) şöyle anlatır:

Cebrail (a.s), Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e belli bir saatte geleceğini vaad etmişti. Vakit gelmiş, fakat Cebrail (a.s) gelmemişti. Allah Rasûlü (s.a.v) elinde bulunan sopayı yere attılar ve:

“Allah da rasûlleri de vaadlerinden caymazlar!” buyurdular.

Sonra etrâfa bakınmaya başladılar. Bir de ne görsünler; sedirin altında bir köpek yavrusu! Bunun üzerine:

“−Ey Âişe! Bu yavru buraya ne zaman girdi?” diye seslendiler.

Ben de:

“−Allah’a yemin ederim ki bilmiyorum.” dedim.

Emir verdiler, köpek yavrusu evden çıkarıldı. Cebrail (a.s) da hemen geldi.

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v):

“–Bana söz verdin, ben de bekledim ama gelmedin.” dediler.

Cebrail (a.s):

“–Gelmemi, evinizdeki köpek engelledi. Biz melekler, içinde köpek ve sûret bulunan eve girmeyiz.” cevabını verdi. (Müslim, Libâs 81, Ayrıca bkz. Buhârî, Bed’ü’l-halk 7, Libâs 94; İbn-i Mâce, Libâs 44)

YANLARINDA KÖPEK VE ÇAN BULUNAN BİR TOPLULUĞA MELEKLER ARKADAŞLIK ETMEZ

Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Yanlarında köpek ve çan bulunan bir topluluğa melekler arkadaşlık etmez."

Müslim, Libâs Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 46, Libâs 40; Tirmizî, Cihâd 25; Nesâî, Zînet 54

Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 "Çan, şeytan çalgılarındandır."

Ebû Dâvûd, Cihâd 46, Hâtem 6. Ayrıca bk. Müslim, Libâs

Bu iki hadisten birincisi, yolculuk esnasında yanında köpek ve çan bulundurmanın, rahmet meleklerinin o yolculara eşlik etmesine mani olduğunu bildirmektedir. İkincisi de çanın şeytan çalgılarından olduğunu bildirmek suretiyle bir anlamda birinci hadisteki hükmün gerekçesini açıklamaktadır.

Topluluk halinde yolculuğa çıkmış olan insanların yanlarında av ve bekçi köpeği dışında köpeklerin bulunması, rahmet meleklerinin kendileriyle arkadaşlık etmesine manidir. Nitekim içinde köpek ve sûret bulunan evlere rahmet meleklerinin girmediğine dair hadisleri görmüştük (bk numaralı hadisler). Aynı durum, grup halinde yolculuk yapan cemaatlar için de geçerlidir. Bu durum, öncelikle çölde, sahrada kervanlarla yolculuk yapanlar veya sefere giden cemaatler için böyle olunca, günümüzde hiç bir ihtiyaç söz konusu olmamasına rağmen arabalarda süs köpeği taşıyarak yolculuğa çıkanlar için öncelikle geçerlidir. İmam Nevevî buradaki kerâhetin, haramdan çok helâle yakın bir kerâhet (tenzîhî) olduğunu bildirmektedir. Ancak günümüzdeki durum dikkate alınınca genel veya özel vasıtalarda köpek bulundurmanın kerâheti daha da ağır olsa gerektir.

Ceres ya da çan, hayvanların boğazına takılan büyük zildir. Deve, sığır gibi büyükbaş hayvanların boyunlarına takılanlara çan, kuzu ve oğlak gibi hayvanlara takılanlara da zil denilir. Çan, hayvan yürüdükçe ses çıkarır. Bu da sürekli gürültü demektir. Bu gürültüler o kafiledeki insanları, düşünmekten, Allah'ı zikretmekten alıkoyabilir. Bu sebeple rahmet melekleri herhangi ciddî bir ihtiyaç yokken çan sesleriyle yürüyen topluluğa yoldaşlık etmezler. Ancak hayvancılıkla meşgul olanlar sürünün sevk ve idaresinde yardımcı olması için bazı hayvanlarına çan takarlar. Gece karanlığında sürünün nereye gittiğini tesbit için bundan yararlanırlar. Çan sesi, aslında bir açıdan belki emniyet için gerekli ise de bir açıdan da sürünün veya kervanın yerini uzaktaki düşmanlara haber vereceğinden tehlikelidir de. Zaten kervanlar veya sürü sahipleri yasak veya tehlikeli bölgelerden geçerken hayvanların boynundaki çanlara ot tıkarlar. Böylece onların ses çıkarmasına mani olurlar.

İkinci hadisteki "şeytan çalgılarındandır" tesbiti, herhalde çanın, boynuna bağlı olduğu hayvanın hareketine göre sürekli ötmesi ve böylece insanları zikir-fikir gibi daha ciddî işlerden alıkoyması yönünden bir değerlendirme olsa gerektir. Bu hadis, günümüzdeki gürültüden yakınma olaylarını hatırlatmaktadır. Bir, iki çandan ne çıkar dememek gerekir. Bugün büyük şehirlerde gürültünün meydana getirdiği gerginlik ve sıkıntıya ülkeler çare aramakta, arabaların klakson sesine mani olmaya çalışmaktadırlar. Bütün bunlar birlikte düşünüldüğü zaman, çan sesine karşı hadisimizin uyarısının ne kadar güncel olduğu kabul edilecektir. Gürültüye hayır kampanyaları, bu hadislerden destek almak zorundadır.

Ayrıca sefer ve yolculuk halindeki toplulukların sessizce yol almaları emniyet açısından da önemlidir. Günümüzde sese duyarlı âletlerin geliştirilmiş olduğunu dikkate aldığımız zaman özellikle askerî harekâtlarda sessizliğin ne kadar önem arzettiği ortaya çıkar.

Hadislerdeki tesbit ve uyarıların her dönem için giderek artan bir ağırlık kazandığını söylemek mümkün gözükmektedir. Tabiatıyla çan kullanmanın kerâheti de tenzihî (helâle yakın bir kerâhet) dir. Bu sebeple bazı âlimler büyük çanların kullanımının mekruh olduğunu, küçüklerinin ise mekruh bile olmadığını söylemişlerdir.

EVDE KÖPEK BESLEMEK NEDEN DOĞRU DEĞİL?

Bu rivayetlerden evin içinde köpek beslemenin doğru olmadığı anlaşılıyor. Zira köpeğin nefesi ve salyası necistir. Nitekim köpeklerin salyalarından, tüylerinden ve hatta nefeslerinden çeşitli bulaşıcı hastalıkların husûle geldiği, artık günümüzde şüphe götürmez bir ilmî gerçektir. Üstelik bunlar, ilmin bugünkü ulaştığı noktada tespit edebildiği gerçeklerdir. İslâm’ın bu husustaki ölçülerinin henüz bilinmeyen kim bilir daha nice hikmetleri bulunmaktadır.

Hadis-i şerifte buyrulduğu gibi eve tesâdüfen girmiş olan bir köpek yavrusu sebebiyle Cebrail (a.s), Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in yanına gelmemiştir. Bir de hiçbir sebep yokken irâdî olarak içinde köpek beslenen evlerin hâlini düşünmek gerekir! Zira Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in, Hz. Âişe’ye:

“–Bu köpek yavrusu buraya ne zaman girdi?” diye sorması ve onun da:

“–Vallahi bilmiyorum.” diye yemin ederek cevap vermesi de gösteriyor ki, bir Müslümanın evinde bile bile köpek bulundurması söz konusu olamaz. Bu hâdise de, sebepsiz değil, mü’minler için bir hükmün zâhir olması hikmetine binâen vukû bulmuştur.

Ancak avcılık, çobanlık ve bağ-bahçe bekçiliği gibi vazifeler için -evin dışında olmak kaydıyla- köpek beslenmesine müsâade edilmiştir. Zira bu, bir ihtiyâcı karşılamaktadır.

Köpeğin eve alınmaması, ona karşı menfî (olumsuz) bir tavır takınmayı da gerektirmez. Yani köpeklerin aç bırakılması veya onlara kötü muamele edilmesi söz konusu olamaz. Bilakis İslâm, merhameti bütün mahlûkâta şâmil bir sûrette telkin ettiği için, köpeklerin de hayatlarının korunmasını, diğer mahlûkât gibi onlara da şefkat ve merhametle muamele edilmesini emretmiştir.

Nitekim bir hadis-i şerifte, susuzluktan ölmek üzere olan bir köpeğe su veren günahkâr bir kadının Cennetlik olduğu haber verilmiştir. (Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Selâm )

Târihimizde de mahlûkâta merhamet duygusunun müesseseleşerek çeşitli vakıflar kurulduğu ve bu vakıfların şefkat elinin, himâyeye muhtaç hayvânâta kadar uzandığı, mâlum ve meşhurdur.

Dolayısıyla mühim olan, köpek besleme hususunda da İslâm’ın belirlemiş olduğu meşrûiyet sınırlarına riâyet etmektir.

Kedi ise evcil bir hayvandır; onun evde bulunmasında mahzur yoktur. (Bkz. Osman Nûri Topbaş, Nebiler Silsilesi, İstanbul , III, )

EV ORTAMI KÖPEĞİN FITRATINA UYGUN MU?

Üstelik evde köpek beslenmesi, köpek için de bir himâye şekli değil, bilakis bir bakıma yaratılışına zıt şartlar altında yaşamak mecbûriyetinde bırakılmasıdır.

Çağların önünde giden İslâm’ın, köpek beslemeyi ancak evin dışında ve zarûretler dâhilinde tecvîz etmesine karşılık, bilhassa Batılıların bu tavırları ne korkunç bir dalâlet ve âile yıkımıdır. Maalesef son zamanlarda bizim toplumumuzda da müşâhede edilmekte olan evde köpek besleme âdeti, körü körüne batı taklitçiliğinin menfî tezâhürlerinden sâdece biridir.

İslâm’ın evde köpek beslenmemesi hususundaki yasağı, ona karşı menfî bir tavır takınmayı da gerektirmez. Yâni köpeklerin beslenmemesi veya onlara kötü muâmele edilmesi söz konusu olamaz. Bilakis İslâm, merhameti bütün mahlûkâta şâmil bir sûrette telkin ettiği için, köpeklerin de hayatlarının korunmasını, diğer mahlûkât gibi onlara da şefkat ve merhametle muâmele edilmesini emretmiştir.

Nitekim bir hadîs-i şerîfte, susuzluktan ölmek üzere olan bir köpeğe su veren günahkâr bir kadının cennetlik olduğu müjdelenmektedir.

Târihimizde de mahlûkâta merhamet duygusunun müesseseleşerek çeşitli vakıflar kurulduğu ve bu vakıfların şefkat elinin, himâyeye muhtaç hayvânâta kadar uzandığı, mâlum ve meşhurdur.

Dolayısıyla mühim olan, köpek besleme husûsunda da İslâm’ın belirlemiş olduğu meşrûiyet sınırlarına riâyet etmektir.

AV VEYA ÇOBAN KÖPEĞİ DIŞINDA HER KİM KÖPEK EDİNİRSE

İbni Ömer radıyallahu anhümâ, "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken dinledim" dedi:

"Av veya çoban köpeği dışında her kim köpek edinirse her gün o kimsenin ecir ve sevabından iki kırat eksilir."

Buhârî, Hars 3, Bedü'l-halk 17, Zebâih 6; Müslim, Müsâkât , 57, Ayrıca bk. Tirmizî, Sayd 17; Nesâî, Sayd 12, 13, 14; İbni Mâce, Sayd 2

Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim köpek edinirse, her gün o kimsenin amelinin sevabından bir kırat eksilir. Ancak ziraat veya koyun köpeği olursa o başka.."

Buhârî, Hars 3, Bedü'l-halk 17; Müslim, Müsâkât Ayrıca bk. Tirmizî, Sayd 17; Nesâî, Sayd 13

Müslim'in bir rivayetine göre (Müsâkât 57); "Av, koyun ve ziraat köpeği hariç, kim köpek edinirse, gerçekten onun ecir ve sevabından her gün iki kırat eksilir" buyurdu.

Önceki bahiste herhangi ciddî bir ihtiyaç bulunmadığı halde evlerde köpek beslemenin ve bulundurmanın meleklerin o evlere girmesine engel teşkil ettiği bilvesile açıklanmıştı. Burada av, çoban ve ziraat köpeği dışında sırf eğlence ve süs olsun diye evde köpek bulundurmanın, yapılan iyiliklerin sevabından belli ölçüde mahrum kalmaya da vesile teşkil ettiğini öğrenmekteyiz.

Bu iki hadiste ve konuya ait diğer hadislerde geçen kırat kelimesi önem arzetmektedir. Bu kelime, yöreden yöreye değişebilen ve miktar bildiren bir kelimedir. Bu hadislerde, Allah katında mâlum bir miktarı ifade eder.

Yukarıdaki hadislerden birinde, köpek besleyenlerin sevaplarından "iki kırat", diğerinde "bir kırat" eksileceği beyân edilmektedir. Bu farklı durum değişik şekillerde yorumlanmıştır. Edinilen köpeğin öteki insanlara verdiği rahatsızlığa göre bir veya iki kırat sevap eksiltilir, diyenlerin yanında, kasaba ve şehirlerde yaşayan köpek sahiplerinden iki kırat, kır ve çöllerde yaşayanlardan da bir kırat eksiltilir diyenler de vardır. Sevap kaybının bir - iki kırat arasında değiştiği ya da bu kaybın alt - üst sınırını gösterdiği de düşünülebilir.

Bu eksiltmenin sebebi de farklı şekillerde izah edilmiştir. Köpeğin yoldan geçenleri korkutması, misafirlere havlaması, pis şeyleri yemesi, pis kokması, kendisinin ve salyasının necis olması, rahmet meleklerinin gelmesine mâni olması gibi sebepler bu sevap kaybı cezasının gerekçeleri olarak gösterilmiştir.

Meleklerin gelmeme sebebi ve sevap kaybı miktarı ne olursa olsun, ortada bir gerçek vardır. O da hiç gereği yokken köpek edinip evlerde köpek beslemeye kalkışan kimsenin, işlediği suça daha doğrusu çiğnediği yasağa karşılık her gün belli bir miktar sevap kaybına uğradığıdır. Artık zamanla bu kaybın ne kadar büyüyeceğini iyi hesap etmelidir.

Konuyla ilgili rivayetlerin bütünü bir arada değerlendirilince üç tür köpeğin bulundurulmasının mübah olduğu anlaşılmaktadır: Koyun (veya çoban) köpeği, ziraat köpeği ve av köpeği. Koyuncular, çiftçiler ve avcılar dışında kalan insanların köpek edinmeleri bu hadislerle nehyedilmiş olmaktadır.

Köpek parası ile ilgili durum, "Falcılara ve Kâhinlere İnanma Yasağı" konusunda numaralı hadisin açıklamasında geçtiğinden burada tekrara gerek görülmemiştir.

Hadislerden Neler Öğrendik?

  • Çoban, ziraat ve av köpeği dışında köpek edinmek ve evlerde köpek beslemek yasaklanmıştır.
  • Gereksiz yere köpek besleyen kimselerin her gün belli bir miktar (bir veya iki kırat) sevapları eksilir. Zevk için köpek besleyenler sürekli bir zarar içindedirler.
  • KÖPEĞİN SU İÇTİĞİ KAP KAÇ DEFA YIKANMALIDIR?

Ebû Hüreyre (r.a) şöyle buyurmuştur: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdular:

“İçinizden birinin kabından köpek (ağzını sokup bir şey) içerse o kabı yedi kere yıkasın!” (Buhârî, Vudû’, 33)

Şerh:

Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz diğer hadislerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Köpek birinizin kabından diliyle su içerse, onu döksün ve kabı yedi defa yıkasın!” (Müslim, Tahâre, 89)

“Köpek dilini sokarak bir şey yiyip içtiği zaman, sizden herhangi birinizin kabının temizliği, birincisi toprak ile olmak üzere, o kabı yedi defa yıkamasıdır.” (Müslim, Tahâre, 91)

Toprak temizleyicidir. Mikrop öldürücü ilâçların çoğu da toprak mikroplarından elde edilir. Öyle anlaşılıyor ki bu hadis-i şerif de Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’in mûcizevî beyanlarından biridir.

Bu hadis-i şerifler, Şâfiîler’in delillerindendir. Hanefilere göre ise bu hüküm, üç defa yıkama emriyle neshedilmiş, kaldırılmıştır. İslam ve İhsan

Resim ve fotoğraf konusunda detaylı bilgi verir misiniz?

Değerli kardeşimiz,

İslâm dini semavî bir din olup, insanın dünya ve âhiretini imâr etmek için nazil olmuştur. Getirdiği hükümlerin herkesin akıl ve zevkine uyması da mümkün değildir. Çünkü simalar birbirine uymadığı gibi akıl ve huylar da birbirine uymazlar. Akıl ve mantığı veren Allah Teâlâ, insan için hangi hüküm daha uygun, hangi nizam daha güzel ise onu biliyor ve onu indiriyor. Bunun için emir, nehiy, haram ve helâl ile ilgili olan ilâhî kanun ve nizamların bazılarına aklımız ermezse de tümüne inanıp hikmetini araştırmamız gerekir. Araştırma yapmadan inkâr etmek kişiyi küfre götürebilir. Bunun için "şu veya bu niye haram olsun, aklıma yatmıyor" demek büyük bir vebaldir.

Birçok kimse heykel ve resmin haram oluşundan söz edildiği zaman hoşlanmıyor, "Heykel bir sanattır. Neden haram olsun?'' deyip İslâm'ın hükmünü tereddütsüz reddediyor. Müzelerde bulunan heykeller üzerine araştırma yapıldığı zaman câhiliyet devrinde, Roma ve Bizans devletlerinin hüküm sürdükleri zamanlarda insanların birçokları heykel ve resimlere büyük itinâ göstererek tapındıkları, putperestlik girdabına girdikleri görülecektir.

İnsanı yeryüzüne Hâlife olarak tâyin eden Allah Teâlâ, taştan ve ağaçtan kendi eliyle yaptığı heykel ve resimlere yaptığı ibadetten onu kurtarıp, lâyık olduğu makama çıkarmak için canlı mahlûkların her türlü heykel ve resimlerini yasakladı.

Hz. Âişe (monash.pwâ) anlatıyor:

Resûlullah (s.a.v.) bir seferden dönmüştü. (O yokken) ben, yüklüğün önüne, üzerinde resimler bulunan bir bez (perde) çekmiştim. Resûlullah perdeyi görünce, çekip attı, (öfkeden) yüzü de renklenmişti.

"Ey Âişe!" buyurdular, "Bil ki, kıyamet günü insanların en çok azap görecek olanı Allah'ın yarattıklarını taklit edenlerdir." Hz. Âişe (r.â) devamla:

"Biz o bezi kestik, bir veya iki minder yaptık." demiştir. (Buhârî, Libâs 91,).

Bu hadîs-i şerîf, duvara asılı olduğu takdirde haram olan resmin minder yüzü yapılarak yere atılması halinde kullanılabileceğini ifade etmektedir.

İbn Hacer bu  konuyu şöyle özetler: Âlimler, bu hadisi delil getirerek şu hükme varmışlardır:

"Gölgesi olmayan tasvirler edinmek câizdir, ancak bunun hürmet ifade etmeyecek şekilde kullanılması gerekir. Yastık, minder yüzü gibi yere atılan, üzerine basılan eşya üzerinde olması gerekir."

Nevevî, bu hükmün cumhûrun görüşü olduğunu, sahâbe ve tâbiînin ekseriyetinin bu kanaate vardıklarını, Süfyân-ı Sevrî, İmam Mâlik, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe, İmam Şâfiî gibi müçtehit imamların da bu görüşü benimsediklerini belirtir.

Ancak duvar üzerine asılmaları, elbisede veya sarıkta yer almaları halinde gölgeli, gölgesiz olması arasında fark gözetilmeden haram denmiştir. Çünkü bu hâllerde o tasvirlere (resimlere) hürmet manası hakimdir.

İmam Nevevî bu hususta şöyle demiştir: 

"Bu hadis canlıların resminin haram olduğunu, ancak ağaç ve benzeri ruhu olmayan şeylerin resmini yapmanın ve bu yoldan kazanç temin etmenin haram olmadığına delildir."

Tahâvî konumuzla ilgili olarak şunları söyler:

"Peygamberimiz (asm)'in İslâmiyet'in ilk yıllarında her türlü put, sûret ve resimleri menetmesinin sebebi; putperestlik üzerinden uzun bir süre geçmemiş olmasıdır. Put ve benzeri şeylere bir daha dönülüp ibadet edilmesin diye put ve ona yol açan her sûret ve resim yasaklanmıştı. Sonra İslâmiyet yayılıp, esasları iyice yerleşip anlaşıldıktan sonra putlar ve benzeri şeyler hakkındaki yasak devam etti; ama bez ve kağıt ya da benzeri şeyler üzerine yapılan resimlere dokunulmadı, bir bakıma serbest bırakıldı. Çünkü artık bu gibi resimlere saygı gösterenler olmazdı."

Günümüzdeki özel aletlerle çekilen resimlere gelince, bunlar ne Peygamber Efendimiz (asm) devrinde, ne de müçtehit imamlar zamanında vardı. Bu bakımdan hükümler daha çok üç boyutlu olan resim ve heykellerle ilgilidir.

Ancak günümüzdeki resimleri de kıyas yoluyla bir hükme bağlamışlardır: Tapmak için ve tazim etmek için hazırlanan resimlerle, müstehcen sayılanları kesinlikle haramdır.

Bu açıklamaya göre ahlaki ve dini yönüyle İslamiyete aykırı olmayan çizimlerin de yasak kapsamına girmediği söylenebilir. Bunun gibi bilgisayar veya başka teknik metodlarla çizilenlerin de aynı şekilde değerlendirilebileceğini düşünüyoruz. Resimle ilgili yasağın üç boyutlu, kabartmalı veya İslama aykırı olanlarla ilgili olduğunu söylemek mümkündür.

Resim Bulunan Odada Namaz Kılmak

Fotoğrafı ikiye ayırmak gerek; canlıya âit fotoğraflar, cansıza âit fotoğraflar. Canlıya âit fotoğraflar, ya yaşayacak şekilde boy resmi olur, yahut da yaşamayacak şekilde yarım resim olur. 

Cansıza âit resimlerin,yani manzaraların câiz olduğu kesindir. Çiçek, göl ve orman manzaraları gibi görüntüler çekilebilir, evlerin belli yerlerine asılıp ilâhî kudret takdirle seyredilebilir.

Canlıya âit boy resimlerini, insan, hayvan ve diğer canlı varlıklar gibi odanın duvarına asıp, bakınca tümüyle görünür hâlde bırakmak, bu odada namaz kılmayı mekruh hâle getirmek demektir. Bu itibarla, duvarlarında canlılara âit boy resimleri bulunan odada kılınan namaz mekruh olabilir.

Resimler kıble cihetinde ise mekruhluk şiddetlenir, yanda ise azalır, arkada ise daha da azalmış sayılır. Böyle resimler ya indirilmeli, yahut da üzeri örtülerek namaza durulmalıdır. Boy resimlerini kapalı bir yerde tutmak, ancak gerektiğinde görülecek hÂlde muhafaza etmekte bir sakınca yoktur.

Kâğıt paralarla nüfus cüzdanlarındaki vesikalık resimler de câizdir. Bunlar canlandığı farzedildiğinde yaşamayacak derecede küçük ve yarım olan resimlerdir.

Ayrıca bazı müseccel şahısları tanımak için çekilen zaruri boy resimleri için de ruhsat vardır. Bunlar ihtiyaç resimleridir. Hırsızlar, diğer suçlular ancak bunlarla kolayca adaletin pençesine teslim edilebilmektedir. Bugünkü resimlerin mühtehcen olmayanları tapılmak için çekilmediğinden, tapılmak için yapılan resimler cümlesinden sayılmayabilirler.

Müstehcen resimlerin her türlüsü ise ahlâka, insanlığa ve İslâm’a aykırıdır.

Konuyla ilgili Diyanet İşleri Başkanlığının hazırladığı ilmihalde şu değerlendirmeler vardır:

Dinimizde tapınılmak veya tazim gösterilmek amacıyla fotoğraf, resim ve heykel yapılması haramdır. İslam bilgin ve müctehidleri İslam ahlakına ve adabına aykırı olmayan, manzara, ağaç, taş ve hatıra resimleri gibi cansız şeylerin resimlerinin yapılmasını ve bu sanatla iştigal edilmesini caiz görmüşlerdir. İslam alimleri aynı zamanda tapınma ve tazim amacı güdülmeyen ve umumî adaba aykırı olmayan canlı varlıkların resimlerinin yapılmasını da caiz görmüşlerdir.

Klasik literatürde, resim ve heykel konusunda getirilen hükümler, büyük çoğunlukla “sûret” ve aynı kökten türeyen “tasvir” tabirleri etrafında cereyan ettiği için biz resim ve heykel konusunu “sûret” kavramı üzerinde yapacağımız çözümlemeyle açıklamak istiyoruz.

Sûret, Arapça’da daha çok “şekil, biçim, görünüş ve resim” anlamında kullanılmaktadır. Timsâl kelimesi de anlam bakımından sûrete yakındır. Sûret ile timsal kelimelerini eş anlamlı görenler bulunduğu gibi, bazı hadislerde sûret kelimesi yer yer timsal kelimesinin eş anlamlısı olarak kullanılmıştır. Bununla birlikte genelde dilciler, sûreti iki kısımda değerlendirerek, birincisinin gölgeli sûretler (timsal=heykel), ikincisinin ise resmedilen, çizimlenen diğer şeyler olduğunu belirtmişlerdir. Meselâ “Sizi yarattık, sonra tasvir ettik.”(A‘râf, 7/11) âyeti için getirilen yorumlardan birisi “Önce ruhlarınızı yarattık, sonra bedenlerinizi şekillendirdik.” tarzındadır.

Bazı hadislerde de sûret kelimesi, insanın dış görünüşü ve şekli anlamında kullanılmıştır (Sûret kelimesinin bu anlamda kullanıldığı diğer hadisler için bk. İbn Mâce, “Rü’yâ”, 2; Müsned, II, ). Sûret tabirinin, ruh sahibi veya ruhsuz bütün şeyleri içine aldığı, timsalin ise yalnızca ruh sahibi şeylere mahsus olduğu da ifade edilmektedir. Buna göre sûret kelimesini kendisine bir şekil verilmiş ve biçimlendirilmiş şey (resim ve heykel) anlamında anlamak daha doğru olacaktır. Bazı âyetlerde (Âl-i İmrân 3/6; el-A‘râf 7/11; el-Mü’min 40/64; et-Tegabün 64/3), tasvîr (savvere) kelimesi “şekil ve biçim vermek”, bazı yorumlara göre, biçimin dışında başka “mânevî özelliklerle bezemek” anlamında kullanılmıştır. Bu bakımdan, sûret kelimesinin fiil masdarı olan tasvir kelimesini sırf bugün anlaşıldığı mânada “resmetme” ya da “çizim” olarak anlamak doğru olmayıp, hem çizim (resim) ve hem de bir maddeye şekil ve biçim verme anlamlarını içine alacak bir genişlikle anlamak daha uygundur. Aynı şekilde, aynı kökten türemiş olan tesâvîr kelimesi genelde “resim” mânasında kullanılmakla birlikte “heykel” anlamına da gelmektedir. Allah’ın, Kur’an’da kendisini “biçim veren” (musavvir) (el-Haşr, 59/24) olarak vasıflaması ve bu ifadenin müfessirler tarafından “yaratıcı” mânasında yorumlanmış olması da yukarıda verilen anlamı desteklemektedir.

Sûret kelimesi Kur’an’da, biri tekil ikisi çoğul olmak üzere üç yerde geçmekte ve genelde insanın biçim ve şekli olarak yorumlanmaktadır. Kur’an’da “timsâl” (çoğulu temâsîl) kelimesi de iki yerde ve çoğul olarak “temâsîl” şeklinde geçmektedir. Bu âyetlerden birinin anlamı şöyledir:

“İbrâhim, babasına ve kavmine ‘Nedir bu tapındığınız heykeller (temâsîl)!’ demişti”(Enbiyâ 21/52).

Diğer âyette ise Süleyman’a timsaller yapıldığından bahsedilir (Sebe’ 34/13). Bu ikinci âyette geçen timsallerin anlamı konusunda getirilen yorumlardan biri, bunların, meleklerin, peygamberlerin ve sâlih kişilerin heykelleri (ya da resimleri; suver) diğeri de Süleyman’ın tahtının ve basamaklarının üzerinde bulunan tavus ve doğan gibi kuşların sûretleri olduğu şeklindedir.

Birçok âyette “yarattı” anlamında yorumlanan “savvere” fiili geçmekte olup, bu hususla resim yapma arasında doğrudan bir ilişki kurmak pek mümkün gözükmemektedir. Bununla beraber bazı hadislerde, insan görünümünün resmini çizenler Allah’ın taklitçisi (tanrılık özentisi içinde olanlar) olarak telakki edilip bu yüzden cezaya mâruz kalacakları ifade edildiğinden, İslâm’daki resim yasağının Kur’ân-ı Kerîm’den kaynaklandığını düşünenler olmuştur. Fakat bu husus aslında, resim yasağını Kur’an’a dayandırmak için pek yeterli görünmemektedir. Zira bu anlayış hadisin vârit olduğu dönemin şartlarından soyutlanarak genelleştirilmeye çalışılırsa, bugün teknolojide kullanılmaya başlayan ve teknik köle diyebileceğimiz robotların yapılmasının ve kullanılmasının da yasak ve haram olduğunu söylemek gerekecektir. Bu itibarla resim yasağının daha ziyade sünnetle konulduğunu kabul etmek ve yasaklanma sebebini başka gerekçelerle izaha çalışmak daha doğru görünmektedir.

Sûret yasağının dayandırıldığı belli başlı rivayetler şöyle sıralanabilir:

a) Hz. Âişe’nin naklettiğine göre Hz. Peygamber (asm), evinde, üzerinde salîb [Îsâ’nın çarmıha geriliş sahnesini tasvir eden resim) bulunan her şeyi kırmıştır (Buhârî, “Libâs”, 90)].

b) “Kıyamet gününde en şiddetli azaba mâruz kalacak olanlar musavvirlerdir.”(Buhârî, “Libâs”, 89).

c) “Bu sûretleri yapanlara kıyamet gününde ‘Yarattıklarınıza can verin.’ denilerek azap edilecektir.”(Buhârî, “Libâs”, 89).

d) Hz. Âişe’den rivayet edildiğine göre, Âişe bir defasında üzerinde (hayvan) resimleri bulunan bir minder almıştı. Hz. Peygamber (asm) bunu görünce kapının önünde bekledi ve içeri girmedi. Hz. Âişe, Resûl-i Ekrem’in yüzünde hoşnutsuzluk işaretlerini görünce, “Yâ Resûlallah! Allah’tan ve Allah’ın Resulü’nden bağışlanma dilerim. Bir kusur mu işledim?” dedi. Hz. Peygamber, üzerinde resim bulunan minderi göstererek “Şu minderin burada işi ne?” buyurdu. Âişe “Yâ Resûlallah! Onu, kâh oturasın, kâh yaslanasın diye senin için satın almıştım.” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Bu resimleri yapanlara kıyamet gününde azap edilir ve onlara ‘Hadi bakalım, yaptığınız şu sûretlere bir de can verin.’ denilir. İçinde resimler bulunan eve melekler girmez.”(Buhârî, “Libâs”, 95; hadisin şerhi için bk. İbn Hacer, Fethu’l-bârî, V, ; Kâmil Miras, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, VI, ).

e) “Melekler, içerisinde köpek ve tesâvîr bulunan eve girmezler.”(Buhârî, “Libâs”, 88).

f) “Melekler, içerisinde sûret bulunan eve girmezler; kumaş üzerindeki desen ve nakış müstesna.” (Buhârî, “Libâs”, 92).

g) Hz. Âişe kendi oturduğu evin sofasına, üzerinde timsaller bulunan bir perde çekmişti. Hz. Peygamber (asm) seferden döndüğünde bunu görünce “Kıyamet gününde en şiddetli azaba çarptırılacak olanlar, Allah’ın yaratmasına benzemeye çalışanlardır.” buyurdu. Âişe, sonra bu perdeden bir veya iki yastık yaptıklarını söylemiştir (Buhârî, “Libâs”, 91).

h) Hz. Âişe’nin, üzerinde tasvirler bulunan bir perdesi vardı ve bunu odasının bir tarafına çekmişti. Hz. Peygamber (asm) bunu görünce, Hz. Âişe’ye “Şu perdeyi karşımdan kaldır; üzerindeki tasvirler namazda iken hep bana görünüp duruyor.” demiştir (Buhârî, “Libâs”, 93).

Gerek Buhârî’deki metinde gerekse Nesâî’nin rivayetinde, Hz. Peygamber (asm)’in söz konusu tasvirler yüzünden namazı yeniden kıldığına dair bir kayıt bulunmadığı için, evde sûret bulunmasının yalnızca mekruh olduğu, namazın sıhhatine bir zarar vermediği söylenmiştir. Bu hadisten ilk bakışta anlaşılan husus, üzerinde resim bulunan perdenin sırf namazdaki huşûu bozduğu için hoş karşılanmadığıdır.

ı) Hz. Âişe’nin, üzerinde kuş resmi (timsal) bulunan bir perdesi vardı ve eve girenin ilk önce göreceği bir yere asılmıştı. Hz. Peygamber (asm) bunu görünce, “Âişe, şu perdenin yerini değiştir. Eve girip hemen onu görünce dünyayı hatırlıyorum.” demiştir (Müslim, “Libâs”, 88).

j) Hz. Âişe’nin bebek ve kanatlı at şekillerinde oyuncaklarının bulunduğu, Hz. Peygamber (asm)’in bunları gördüğü ve tebessümle karşıladığı rivayet edilir (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 62).

k) Rivayet edildiğine göre, İbn Abbas’a bir tasvirci müracaat ederek, “Ben, şu gördüğün tasvirleri yaparak (resim çizerek) geçinirim. Bu hususta bana fetva ver!” dedi. İbn Abbas, adamın kendine iyice yaklaşmasını istedikten sonra, elini adamın başı üzerine koyarak “Bak, ben şimdi sana Resûlullah’tan duyduğum bir hadisi haber vereceğim. Hz. Peygamber, “Her resim yapan (musavvir) cehennemdedir ve Allah, yaptığı resime ruh üfleyinceye kadar bu adama azap eder. Ruh üflemesi de zaten mümkün değildir.” buyurdu. Adam bu sözler üzerine dehşete kapılınca İbn Abbas devamla, “Eğer sen sanatına devam etmek mecburiyetinde isen, ağacı ve ruh taşımayan şeyleri resimle.”(Buhârî, “Büyû‘“, ; Müslim, “Libâs”, 99).

İbn Abbas’ın bu fetvasının delili olarak Ebû Hüreyre’nin şu rivayeti gösterilmektedir: Bir keresinde Cibrîl Hz. Peygamber (asm)’in yanına girmek için ondan izin istemişti. Resûlullah izin verdiği halde Cibrîl içeri girmemiş ve şöyle demiştir:

“İçerisinde birtakım at ve insan timsallerinin bulunduğu perde asılı olan bir eve ben nasıl girerim? Bu resimlerin ya başlarını koparmalı veya bu perdeyi yere sermelisiniz. Biz melekler içinde timsal olan eve girmeyiz.” (Tahâvî, Me‘âni’l-âsâr, IV, ).

Büyük bir muhaddis ve Hanefî fakihlerinin ileri gelenlerinden olan Tahâvî, bu hadisi naklettikten sonra şu yorumu yapmıştır:

"Bu hadisin zâhirinden, başı koparılmış ruh sahibi canlının timsalinin mubah olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre, bu hadis ruh sahibi olmayan şeylerin tasvirinin mubah olduğuna ve görünüm itibariyle ruh taşıması mümkün olmayan canlıların yasak kapsamından çıktığına delâlet etmektedir." (Tahâvî, Me‘âni’l-âsâr, IV, ).

Mâlikî fakihlerden İbnü’l-Arabî, sûret yasağı ile ilgili bütün rivayetlerden hareketle, bu konudaki hükmü şöyle özetlemektedir: Eğer yapılan sûretler heykel türünde (ecsâd) ise bunun haram olduğunda icmâ vardır. Ancak, kumaşta bir desen ve nakış şeklinde (rakm) ise bu hususta dört görüş bulunmaktadır. Bu görüşlerden birincisine göre, hadiste geçen “kumaş üzerindeki nakış müstesna” kaydından hareketle kumaş üzerindeki resim, desen ve nakış câizdir. İkinci görüş ilgili diğer hadislerin genel muhtevasından hareketle yasaktır. Resime bir kayıt getiren üçüncü görüşe göre ise, eğer resim, şekil ve görünüm itibariyle kesintisiz ve kendi başına durabilecek biçimde ise yasaktır. Şayet, bu resmin bütünlüğü bozulursa câizdir. Diğer görüşe göre ise resim, duvara veya yüksek bir yere asılırsa yasak, yere sermede olduğu gibi, önem verilmeksizin kullanılacak eşya üzerinde bulunuyorsa câizdir (İbnü’l-Arabî, Ârizatü’l-ahvezî, VII, ).

Şâfiî fakihlerden Nevevî ise, tasvir işinin hükmüne ilişkin olarak, hadislerde söz konusu edilen ağır tehditlerden ve Allah’ın yaratmasına benzemeye çalışma anlamı taşıdığından hareketle, ne ile yapıldığına ve ne üzerinde olduğuna (kumaş, yaygı, para, kap, duvar vb.) bakılmaksızın, canlı (insan ve hayvan) sûretini tasvir etmenin haram ve büyük günahlardan olduğunu söylemiş; ağaç, dağ, deve semeri gibi şeyleri tasvir etmenin ise haram olmadığını belirtmiştir.

Üzerinde canlı sûretleri bulunan şeyleri kullanmanın hükmünün ise, bu eşyanın nerede ve nasıl kullanılacağına bağlı olduğunu ifade etmiş ve bu sûretlerin, -duvara asılması ve giyilen bir elbisede olması gibi- önemsenmemiş sayılamayacak bir konumda kullanılmasının haram olduğunu; yere serilip çiğnenen bir yaygı veya minder üzerinde bulunmasının ise, -rahmet meleklerinin içeri girmesine engel teşkil edip etmeyeceği tartışılmakla birlikte- haram olmadığını söylemiştir. Nevevî devamla zikredilen bu hükmün hem gölgeli hem de gölgesiz sûretler için geçerli olduğunu söylemiştir. Nevevî’nin zikrettiğine göre, bazı Selef bilginleri hadislerde söz konusu edilen yasağın yalnızca gölgeli sûretler için geçerli olduğunu, gölgesiz sûretleri yapmada bir sakınca bulunmadığını ileri sürmüşlerdir (Nevevî, Şerhu Sahîhi Müslim, XIV, ).

Bilginler, insan ve hayvan gibi canlılar dışındaki varlıkların resimlerinin yapılmasının, bundan kazanç elde edilmesinin câiz olduğunu söylerken, birçok hadiste kıyamet günü musavvirlere söyleneceği belirtilen “Hadi bakalım, yarattıklarınıza bir de can verin” ifadesinden ve İbn Abbas’ın yukarıda zikredilen fetvasından hareket etmişlerdir. Şu kadar var ki, bu konudaki deliller dikkatle incelendiğinde, hadislerde geçen şiddetli tehditlerin, tapınmak için veya yaratma hususunda Allah ile boy ölçüşme kastıyla resim ya da heykel yapanlara ilişkin olduğu sonucuna ulaşmak mümkündür. Zira bu amaçla yapılmayan mâsum resimler için bu tehditler oldukça ağırdır. Nitekim, konuya ilişkin hadislerin kronolojisi de tehditlerin gitgide azaldığını göstermektedir.

Bilginlerin çoğunluğu, çocuk oyuncaklarının yasak kapsamı dışında kaldığını ifade etmişlerdir.

Öte yandan âlimler, Hz. Süleyman (as)’ın dininde, timsal (heykel veya resim) yapımının serbest olmasıyla, İslâm’da sûretin yasaklanmış olması arasını telif için Süleyman’ın dininde bunun yasaklanmadığına, hatta buna izin verildiğine işaret etmişlerdir. Meselâ Zemahşerî, sûret ve timsal yapımının zulüm ve zina gibi aklen çirkin olmadığını ve hükmünün şeriatlara göre değişebileceğini belirtmiştir.

İslâm’da sûretin yasaklanmasının gerekçesi olarak, Hz. Peygamber (asm)’in,

“Allah, sûret yapanlara, yaptıkları sûretlere ruh üfleyinceye kadar azap edecektir. Ruh üflemeleri de zaten mümkün değildir.” ve

“Kıyamet gününde en şiddetli azaba çarptırılacak olanlar Allah’ın yaratmasına -yarattıklarına- benzemeye çalışanlardır.”

gibi hadislerden hareketle, "yaratma hususunda Allah’a benzemeye çalışma" hususu gösterilmiştir. Bu gerekçelendirme yanlış olmamakla birlikte öyle görünüyor ki, sûret yasağının asıl illeti, İbnü’l-Arabî’nin de isabetle belirttiği gibi şudur: Câhiliye Arapları’nın putlara tapma âdetleri vardı ve bu putları kendi elleriyle tasvir edip sonra bunlara tapıyorlardı. İslâmiyet, puta tapmaya vesile olan şeyleri kaldırmak suretiyle tevhid sisteminin korunmasında titizlik göstermiştir (İbnü’l-Arabî, Ahkâmü’l-Kur’ân, IV, ). Buna o dönemde haçın Hristiyanların hayatındaki konumunu da eklemek gerekir. Bu itibarla, resim ve timsal hakkında vârit olan yasaklamanın ana sebebinin, bunlara tapınma endişesi olduğu söylenebilir.

İslâm dini, tevhid dinidir. Araplar, kendi elleriyle çizdikleri ve şekillendirdikleri resimlere ve putlara tapıyorlardı. Hz. Peygamber (asm), Araplar yeniden eski alışkanlıklarına döner endişesiyle, bu alışkanlıkları hatırlatan resimleri ve sûretleri de yasaklamayı uygun bulmuştur. Nitekim, benzer bir uygulamaya, şarabın kesinlikle yasaklanmasından sonra rastlanır. Resûlullah normalde kullanılmalarında bir sakınca olmadığı halde, şarap yasağından sonra Araplar’ın içerisine şarap koydukları dübbâ ve nakîr gibi özel isimlerle anılan şarap kaplarının kullanılmasını da yasaklamıştı. Hz. Peygamber bu metotla Araplar’a eski alışkanlıklarını hatırlatacak şeyleri de sedd-i zerîa kabilinden olmak üzere yasaklamıştır. Resim ve timsal yasağının da bu çerçevede değerlendirilmesi ve bu yolla tevhid inancını her ne suretle olursa olsun şirk bulaşığından arındırma amacı güdüldüğünün söylenmesi mümkündür.

Bazı bilginlerin, resim hakkında şiddetli tehdit içeren yasaklamaların İslâm’ın ilk dönemlerinde olduğu, sonra bu tehdidin gitgide hafiflediği şeklindeki açıklamaları da, yasak sebebinin biraz önce bahsedilen endişe olduğu hususunu desteklemektedir.

Sonuç olarak söylemek gerekirse, bilginler ağaç, dağ, taş gibi manzara resimlerinin çizilmesinin ve kullanılmasının, aynı şekilde insan bedenini tam olarak yansıtmayan sûretin mubah olduğunu ifade etmişlerdir. Nevevî gibi bir kısım âlimlerin, üzerinde canlı resmi bulunan kumaşların, yaygı, sofra bezi gibi amaçlarla kullanılabileceği, Tîbî gibi diğer bazılarının ise, bunların mutlak surette mubah olduğu şeklindeki açıklamaları göz önüne alınınca; artık günümüzde resim yapmanın ve resimli eşya kullanmanın, tevhid inancına aykırı bir sonuca götürme durumu veya endişesi olmadığı sürece, ilk dönemler hakkındaki yasağın kapsamına girmediğinin ve dolayısıyla haram olmadığının ifade edilmesiyle yeni bir şey söylenilmiş olmayacaktır.

Üzerinde Resim ve Sûret Bulunan Eşyayı Kullanmak.

Hanefîler, üzerinde insan veya hayvan resmi bulunan yaygı üzerinde namaz kılmada bir sakınca olmadığını belirtmişlerdir. Çünkü, resimli yaygının ayaklar altına alınması, resimlere değer vermeme anlamındadır. Ancak, resime ibadet etmeye benzeyeceği için yaygıdaki resimler üzerine secde edilmemesi tavsiye edilmiştir. Yine bu resimler (sûret veya tesâvîr), baş hizasından daha yukarıda, kişinin hizasında ve önünde asılı olarak bulunurken namaz kılmanın mekruh olduğu söylenmiştir. Resimler, kişinin arkasında veya ayakları altında ise, namaz mekruh olmayıp, resimlerin evde bulundurulmuş olması mekruhtur. Evde resim bulundurmanın mekruh olmasının gerekçesi ise, Cebrâil’in, “Ben içerisinde köpek veya sûret bulunan eve girmem” sözüdür.

Resimli elbise giymek mekruh görülmekle birlikte, bu elbise içinde kılınan namaz sahihtir. Fakat ihtiyaten yeniden kılınması uygundur (Merginânî, el-Hidâye, I, ). Hanbelîler de üzerinde canlı resimleri bulunan elbise giymenin haram olmayıp mekruh olduğunu belirtmişlerdir (İbn Kudâme, el-Mugnî, I, ).

İlk bakışta dikkati çekmeyecek derecede küçük olan resimlerin bulundurulmasında ve kullanılmasında da bir sakınca yoktur. Nitekim, Ebû Mûsâ’nın üzerinde iki sivrisinek resmi bulunan bir yüzüğü olduğu, İbn Abbas’ın da küçük resimlerle donatılmış bir kanunu (ocak benzeri bir şey) olduğu nakledilmektedir.

Abdürrezzâk, İbn Abbas’ın, içerisinde sûret bulunan kilisede namaz kılmayı kerih gördüğünü, Hz. Ömer Şam’a gittiğinde hıristiyanların ileri gelenlerinden birinin Ömer için yemek hazırlatıp davet ettiğini, Ömer’in de, “Biz sizin kiliselerinize girmeyiz; çünkü oralarda sûretler vardır.” diyerek bu daveti geri çevirdiğini nakletmektedir. Râvi, Hz. Ömer’in “sûret” sözüyle timsali kastettiğini belirtmiştir (Buhârî, “Salât”, 54).

Resimli Eşyanın Alım Satımı.

Bilginlerin çoğunluğu, Hz. Âişe’nin satın aldığı resimli minderi Hz. Peygamber (asm)’in iade ettirmeyerek, şeklini ve konumunu değiştirmek suretiyle başka bir amaçla kullanılmasına izin vermesinden hareketle, resimli eşyanın satımının câiz olduğunu söylemişlerdir.

Zâhirî mezhebinin ünlü fakihi İbn Hazm, çocuk oyuncakları dışında bütün sûretlerin satımının haram olduğunu ifade etmektedir (İbn Hazm, el-Muhallâ, IX, 25). Ancak İbn Hazm’ın resimli kumaşın satımını câiz gördüğü hatırlanırsa, burada sûretten maksadın heykel türü şeyler olduğu söylenebilir.

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, İslâm öncesi dönem Araplar’ı da tek yaratıcı olan Allah’a inanmakla birlikte O’na, araya vasıtalar koyarak ulaşabileceklerini düşünüyor, bunun için de çoğu insan sûretindeki çeşitli resim ve heykelleri (put) aracı-tanrı kabul ediyorlardı. Başlangıçta insanın estetik duygusunun, yaratıcı düşünce ve hayal gücünün eseri gibi gözüken bu sûret ve heykeller soyut tanrı kavramına ulaşmakta zorlanan kişiler için giderek basit görünüm ve yapısından çıkıp madde ötesi güçleri temsil etmeye, hatta insanın tapınma ihtiyacını karşılayacak ölçüde kutsallık taşımaya başlamıştır. İslâm bu beşerî yanılgının çok yoğun olduğu bir dönem ve toplulukta ortaya çıktığı ve Allah’tan başka hiçbir yaratıcının ve mutlak güç sahibinin olmadığı (tevhid) fikrini tebliğinin odak noktası yaptığı için, haliyle insanları tevhid akîdesinden uzaklaştıracak, şirke bulaştıracak her türlü tehlike karşısında da çok temkinli davranmış, titizlik göstermiştir. Hz. Peygamber (asm)’in sûret ve timsal konusunda gösterdiği hassasiyet de bu yüzdendir. Ancak, naslardaki tasvir ile ilgili yasaklayıcı ve tehditkâr ifadelerde İslâm tebliğinin ileri dönemlerine doğru azalma görüldüğü gibi, müslümanların bu ilkel yanılgıdan iyice uzaklaşması ve bu yönüyle şirke bulaşma tehlikesinin azalmasına paralel olarak İslâm âlimlerinin de resim ve sûretler konusunda daha müsamahakâr davranmaya başladıkları görülmektedir.

Heykel konusunda daha katı davranılması da yine bu anlayışın sonucudur. Böyle olunca, burada yasaklanan şey, resim ve sûretin bizzat kendisi olmayıp, bunların kişileri şirke götürmesi, kutsallık ve tapınma aracı yapılması durumudur. Zaten dinde haram ve helâle konu olan şeyin eşya (a‘yân) değil de fiiller (ef‘âl) olduğu söylenirken de bu ifade edilmek istenir. O halde anılan endişe ve tehlikenin mevcudiyeti oranınca yasak oluş hükmünün varlığını koruyacağı, bunun bulunmayıp daha çok bir ihtiyacın, estetik duygunun ifadesi olduğu durumlarda ise bu tür faaliyetleri aslî hükmü olan “mubah” çerçevesinde değerlendirmenin uygun olacağı söylenebilir.

Öte yandan, resim çizme ve heykel yapma bazı İslâm bilginlerince bir bakıma Allah’ın yaratıcılığına özenme, fikrî planda da olsa O’nun tek yaratıcılığını gölgeleme olarak değerlendirilmiş ve bu gerekçe ile doğru görülmemiştir. Gerçekten de şekillendirme yeteneğine, keşif ve sanat gücüne sahip kimselerin bu gücü kendilerinden bilip kibir ve gurura kapılmaları ne kadar yanlış ise, bu kabiliyeti Allah’ın lutfu olarak görmek de o kadar isabetli ve gerçek olacaktır.

Yukarıda zikredilen yasaklama gerekçesi böyle bir açıklamaya tâbi tutulduğunda, günümüzdeki fotoğrafın, kamera, video ve diğer teknik araçlarla ekrana, sahneye yansıtılan görüntülerin klasik literatürdeki “tasvir” kapsamında düşünülmemesi gerekir. Çünkü bunlar olmayan bir varlığın hayal gücüne dayanarak şekillendirilmesi olmayıp aksine, mevcut varlıkların teknik cihazlarla kaydedilip tekrar görüntüye gelmesidir. Bunlar belki de insan ve diğer varlıkların görüntülerinin suya, aynaya yansıması grubunda mütalaa edilebilir.

Böyle olunca,fotoğraf ve filimlerde yer alan tema ve görüntünün, dinin inanç ve ahlâk esaslarını ihlâl etmemesi, cinsî tahrike, bozgunculuk ve fitneye yol açmaması gibi şartlar üzerinde öncelikle durulması gerekir. Haliyle bu şartlar da fotoğraf ve filmin kendisinin meşrûluğundan çok, kullanım tarz ve amacıyla ilgili olarak getirilebilecek sınırlamalardır.

Selam ve dua ile
Sorularla İslamiyet

Suret Veya Resim Bulunan Eve Melek Girmez mi?

[quote bcolor=&#;#eeee22&#;]Soru: Selamın aleyküm öncelikle. Suret bulunan eve meleklerin girmediğini bir hadisi şerifte okumuştum. Hemen hemen bütün herşeyi kaldırdım evimden ama çekmecemde resimlerim var ya da cebimizdeki para da resim var. Ya da eve bir gazete girdiği zaman muhakkak resim oluyor. Bunlarda suret kapsamına giriyor mu?[/quote]

[quote bcolor=&#;#81d&#;]

Cevap: Günümüzde, fotoğraf makineleriyle veya diğer elektronik aletlerle çekilen fotoğraflar ile, elle çizilen resimler arasında fark olup olmadığı alimler arasında tartışılmaktadır. Bazıları aynen çizme resim gibi olduğundan hareketle caiz olmadığını söylemiştir. Bazıları da, Günümüzdeki fotoğrafların, kameraların, videoların ve diğer teknik araçlarla ekrana/sahneye yansıtılan görüntülerin, klasik literatürdeki &#;tasvir&#; kapsamında düşünülmemesi gerekir. Çünkü bunlar, &#;olmayan bir varlığı hayal gücüne dayanarak şekillendirmek&#; kapsamında olmayıp, aksine; mevcut varlıkların teknik cihazlarla kaydedilip tekrar görüntüye gelmesidir. Bunlar belki de insan ve diğer varlıkların görüntülerinin, suya aynaya yansıması grubunda mütalaa edilebilir&#; demişlerdir. Buna göre; bir kimsenin, elinde bulunan fotoğrafları yırtıp atmak zorundadır diyemeyiz. Ancak bilinmesi gerekir ki; ihtilaflı olan bu tür konularda ihtiyat, uzak durmayı gerektirir. Bu tür resimlerin de duvara asılması caiz değildir. Sorunuza gelecek olursak;

1- Çekmecede bulunan resimler, çekmecede bulunduğu müddetçe eve meleklerin girmesine mani değildir.

2- Parada bulunan resim zaruri olduğundan, bunlar da eve meleklerin girmesine mani değildir.

3- Gazete ise, zaruri bir ihtiyaç değil keyfi bir eşya olduğundan, gazetede bulunan resimler eve meleklerin girmesine manidir.

Selam ve dua ile..

[/quote]

İkra İslam İlimleri Araştırma Merkezi Fetva Kurulu

İlginizi Çekebilir : Yalan Söylemek İnsanı Dinden Çıkarır Mı?

عن أبي طلحة رضي الله عنه : أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال: «لا تدخل الملائكة بَيْتَا فيه كلب ولا صُورة». عن ابن عمر رضي الله عنهما ، قال: وعد رسول الله صلى الله عليه وسلم جبريل أن يَأتِيَهُ، فَرَاثَ عليه حتى اشْتَدَّ على رسول الله صلى الله عليه وسلم فخرج فَلَقِيَهُ جبريل فَشَكَا إليه، فقال: إنا لا نَدْخُل بَيْتَا فيه كلب ولا صُورة. عن عائشة رضي الله عنها ، قالت: واعد رسول الله صلى الله عليه وسلم جبريل عليه السلام، في ساعة أن يأتيه، فجاءت تلك الساعة ولم يَأتِهِ! قالت: وكان بِيَدِه عصا، فَطَرَحَها من يَدِهِ وهو يقول:«ما يُخْلِفُ الله وَعْدَهُ ولا رُسُلُهُ» ثم التَفَتَ، فإذا جَرْوُ كلب تحت سريره. فقال:«متى دخل هذا الكلب؟» فقلت: والله ما دَرَيْتُ به، فأمر به فأخرج، فجاءه جبريل -عليه السلام- فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم :«وعَدْتَنِي، فَجَلَسْتُ لك ولم تَأتِني» فقال: مَنَعَنِي الكلب الذي كان في بيتك، إنا لا نَدْخُل بَيْتَا فيه كلب ولا صورة.
[صحيح] - [حديث أبي طلحة متفق عليه. حديث ابن عمر رواه البخاري. حديث عائشة رواه مسلم]
المزيــد

Ebu Talha -radıyallahu anh-'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:«İçinde köpek ve sûret bulunan eve melekler girmez.» İbn Ömer -radıyallahu anhumâ- şöyle dedi: Cebrâil –aleyhisselâm-, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e geleceğini söylemişti. Gecikti. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- çok üzüldü ve dışarı çıkınca Cebrâil ile karşılaştı ve gecikmesinden şikayetçi oldu. Bunun üzerine Cebrâil –aleyhisselâm-: "Biz melekler, içinde köpek ve sûret bulunan eve girmeyiz", cevabını verdi. Âişe -radıyallahu anhâ- şöyle dedi: Cebrâil –aleyhisselâm-, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e belli bir saatte geleceğini vadetmişti. Vakit gelmiş ama Cebrâil gelmemişti. Rasûlullah elinde bulunan sopayı yere attı ve:«Allah da Rasûlleri de vaadinden caymaz!» dedi. Sonra etrafa bakınmaya başladı. Bir de ne görsün, sedirinin altında bir köpek eniği. Bunun üzerine:«Ey Aişe! Bu enik buraya ne zaman girdi?» diye seslendi. Ben: Allah'a yemin ederim ki, bilmiyorum, dedim. Emir verdi, köpek yavrusu evden çıkarıldı. Cebrâil –aleyhisselâm- da hemen geldi. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-: «Bana söz verdin, ben de bekledim, ama gelmedin.» dedi. Cebrâil:"Gelmemi, evindeki köpek engelledi. Biz melekler, içinde köpek ve sûret bulunan eve girmeyiz." cevabını verdi.
[Sahih Hadis] - [Buhârî rivayet etmiştir - Müslim rivayet etmiştir - Muttefekun Aleyh]

Şerh

Hadisin Manası: Şüphesiz ki melekler şerefli ve temiz olan mahlûkattır. Saf ve değerli kullardır. İçinde köpek olan eve ya da insan veya hayvan sureti olan -bakması haram olan köpek ya da suret/resim bulunan- eve girmeye imtina ederler. Ancak av köpeği, bekçi ve çoban köpeği gibi edinilmesi haram olmayan, halı, yastık kılıfı veya benzeri amaçlar için kullanılan suretler gibi şeylerden dolayı, melekler içeri girmekten imtina etmezler. Şeyh İbn Useymin -rahimehullah-: Eğer suret/resim; halı, yastık gibi değer verilmeyen işlerde kullanılıyor ise, ilim ehlinin büyük çoğunluğu caiz olduğu görüşündedir. Melekler bu tarz mekânlara girmekten imtina etmezler. Fethu'l- Bari(10/), Tuhfetu'l-Ahvezi(8/72), Lika Babu'l-Meftuh (85)

Tercüme:İngilizceFransızcaİspanyolcaUrducaEndonezceBoşnakçaRuscaBengalceÇinceFarsçaTagalogHintliSinhalaUygurKürtPortekizce

Tercümeleri Görüntüle

Daha Fazla
  • Hadis: Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in vefatı yaklaşınca bir elbisesini yüzünün üzerine örtmeye başladı.Bunaldı mı onu yüzünün üzerinden açardı.O bu halde iken:''Allah'ın laneti Yahudilerle Hristiyanlara olsun çünkü onlar peygamberlerinin kabirlerini mescit edindiler.''-Buyurarak onların yaptıklarının aynısını yapmaktan sakındırıyordu.''Âişe:Eğer bu olmasaydı onun kabri açıkta bulundurulacaktı.Şu kadar var ki kabrinin mescit edinilmesinden korkuldu,demiştir.
  • Hadis: «Ben şirk konusunda kendisine ortak koşulanların şirkten en uzak olanıyım. Her kim bir amel işler de benimle birlikte başkasını ona ortak ederse onu ve işlemiş olduğu şirkini bırakırım.’ buyurdu.»
  • Hadis: «Aranızdan bir dostumun olmasından Allah’a sığınırım. Çünkü yüce Allah nasıl İbrahim’i dost edindiyse beni de dost edinmiştir. Eğer ümmetim arasından birini dost edinecek olsaydım elbette ki Ebu Bekir’i dost edinirdim.»
  • Hadis: «Hristiyanların Meryem oğlu İsa'yı yücelttikleri (ve aşırı derecede övdükleri) gibi siz de beni yüceltimeyiniz (ve övmek de aşırı gitmeyiniz). Ben ancak Allah'ın kuluyum. (Benim için) Allah'ın kulu ve elçisi deyiniz.»
  • Hadis: Senin şefaatinle insanların en mutlusu kimdir?’’ Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem-: «Kalbinde ihlâs ile "La İlâhe illallah" diyen kimsedir.» buyurdu.
  • Hadis: «Kim Allah’tan başka hakkıyla ibadete layık hiçbir ilâh olmadığına, Allah’ın bir olduğuna ve O'nun bir ortağı olmadığına, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in O'nun kulu ve rasûlu (elçisi) olduğuna, aynı şekilde İsâ -aleyhisselam-’ın da Allah’ın kulu ve elçisi olup Meryem'e ulaştırdığı kelimesi ve kendisinden bir ruh olduğuna, aynı şekilde Cennet ve Cehennem'in hak olduğuna şehâdet ederse, her ne amel üzere olursa olsun Allah, onu Cennet'ine koyacaktır.»
  • Hadis: ''Her kim, Allah'ın dışında birisine yalvarıp yakararak O'na eş koşar bir halde ölürse, cehenneme girer.''

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır