betül çotuksöken felsefi söylem nedir / Felsefi Söylem Nedir? - Halkkitabevi

Betül Çotuksöken Felsefi Söylem Nedir

betül çotuksöken felsefi söylem nedir

FELSEFİ SÖYLEM NEDİR ?

FELSEFİ SÖYLEM NEDİR ?, Betül Çotuksöken tarafından kaleme alınmıştır. Kitap yılında Kabalcı tarafından yayınlanmıştır. sayfadır. Sayfa bilgisi olarak belirtilmiştir. FELSEFİ SÖYLEM NEDİR ? adlı eser Türkçe dilindedir.

Kitap, 13 cm genişliğinde 19 cm yüksekliğindedir.

Kitap KARTON KAPAKLI cilt bilgisi ile 3 ay önce eklenmiştir.

FELSEFİ SÖYLEM NEDİR ? adlı eser, Kitap > Sosyal Bilimler > Felsefe > Diğer kategorisinde İkinci El olarak satıştadır.

FELSEFİ SÖYLEM NEDİR ?, açıklamalarda belirtilen özelliklerde gönderilecektir. Gerekli görürseniz Soru Sor butonu ile Başkent Kitap adlı mağazaya ulaşarak kitabın fotoğraflarını isteyebilirsiniz.

Kondisyon: Çok İyi

Ürün kondisyonları ürün açıklamalarında belirtildiği ve/veya ürün fotoğraflarında görüldüğü gibidir. Açıklamada yer alan veya fotoğrafta görülen üründen farklı nitelikte bir ürün gönderilmesi halinde siparişin iadesi/iptali seafoodplus.info güvencesi ile sağlanabilmektedir.

Kargo Ödeme Durumu

Alıcı Öder

Ürün Başkent Kitap tarafından, PTT, Yurtiçi, Aras veya Sendeo Kargoyla gönderilecektir. Kargo ücreti TL dir ve sipariş anında ödenir. Aynı mağazadan veya ortak kargo anlaşmalı mağazalardan bu ürünle birlikte alacağınız diğer ürünler için ek kargo ücreti ödemezsiniz.

Felsefi Söylem Nedir?
seafoodplus.info
Felsefe, her seyi oldugu gibi kendisini de sorguluyor. Felsefe yöneldigi, sorguladigi her bireysel yapida evrensel olani yakalamaya çalisirken, kendisine de bu türden bir kaygiyla yöneliyor. Felsefe bireysel dil - ya da diller-, baska bir deyisle söylem olarak kenidisini olustururken, temelde evrensel nitelikler de tasiyor. Felsefi Söylem Nedir?, iste bu evrensel niteliklere yöneliyor; tek tek söylemlerin ortak paydalarini, arakesitlerini arastiriyor. Felsefi söylemlerin her biri bu nedenle zaman ve mekani asiyor; ortak felsefi kaygilar, düsünenleri bulusturuyor. Felsefi Söylem Nedir?, disdünya-düsünme-dil iliskileri baglaminda “düsünce akrabalari“nin bulustugu, yeni akrabaliklarin kuruldugu bir yapit olarak karsimiza çikiyor. (Arka Kapak'tan)
  • Açıklama
    • Felsefe, her seyi oldugu gibi kendisini de sorguluyor. Felsefe yöneldigi, sorguladigi her bireysel yapida evrensel olani yakalamaya çalisirken, kendisine de bu türden bir kaygiyla yöneliyor. Felsefe bireysel dil - ya da diller-, baska bir deyisle söylem olarak kenidisini olustururken, temelde evrensel nitelikler de tasiyor. Felsefi Söylem Nedir?, iste bu evrensel niteliklere yöneliyor; tek tek söylemlerin ortak paydalarini, arakesitlerini arastiriyor. Felsefi söylemlerin her biri bu nedenle zaman ve mekani asiyor; ortak felsefi kaygilar, düsünenleri bulusturuyor. Felsefi Söylem Nedir?, disdünya-düsünme-dil iliskileri baglaminda “düsünce akrabalari“nin bulustugu, yeni akrabaliklarin kuruldugu bir yapit olarak karsimiza çikiyor. (Arka Kapak'tan)
  • Taksit Seçenekleri
  • Yorumlar
      © seafoodplus.info Tüm hakları saklıdır.
      sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu uyarınca hazırlanmış aydınlatma metnimizi okumak ve sitemizde ilgili mevzuata uygun olarak kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak için lütfen tıklayınız.X

      1 ÇOTUKSÖKEN FELSEFİ SÖYLEM NEDİR? KABALCI BETÜL ÇOTUKSÖKEN FELSEFİ SÖYLEM NEDİR? KABALCI YAYINEVİ

      2 BET Ü L ÇO TUKSÖKEN FELSEFİ SÖYLEM NEDİR? Kabalcı Yayınevi

      3 26 Ağustos yılında İstanbul&#;da doğdu. Orta öğrenimini İstanbul Kız Lisesinde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünü yılında, Prof. Dr. Nermi Uygur&#;un yöneliminde hazırladığı Lucrelius&#;un De Rerum Natura sında Evrenin Ana Maddesi" konulu tezle bitirdi. Bu arada kendi bölümünün dışında, Latin Dili ve Edebiyatı ile Sosyal Antropoloji sertifikalarını aldı. Darüşşalaka Lisesinde başladığı Felsefe öğretmenliği görevini B&#;e kadar sürdürdü yılları arasında, İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi Sınıflandırma Bölümünde çalıştı. Bu arada Prof. Dr. Nermi Uygur yöneliminde Doktora çalışmalarına başladı yılında mezun olduğu Bölümde açılan sınavı kazanarak Sistematik Felsefe ve Mantık Anabilim Dalına Araştırma Görevlisi olarak girdi. Petrus Abelardus&#;un Ahlak Anlayışı" konulu Doktora çalışmasını Ekim &#;te tamamlayarak Felsefe Doktoru oldu yazında Poitiers Ünlversltesi&#;ne (Fransa) bağlı Etudes Supérieures de Civilisation Médiévale&#;in dönem çalışmalarına stajyer olarak katıldı. &#;de Yardımcı Doçent, &#;de de Doçent oldu. &#;de Delphl&#;de (Yunanistan) gerçekleştirilen Balkan Ülkeleri III. Felsefe Sempozyumuna konuşmacı olarak katıldı. Yine aynı yılın yaz aylarında, Belçika&#;da Louvain ve Louvain-la Neuve&#;de bulunan Institut Supérieur de Phllosophle&#;de araştırmalar yaptı yılı Mayıs ayında loannina Üniversitesi Felsefe Bölümü&#;nün davetlisi olarak gittiği Yunanistan&#;da Ortaçağ Felsefesi ile Türkiye&#;deki felsefe çalışmalarının güncel durumu üzerine konferanslar verdi. Türkiye Felsefe Kurumu (en beri Yönetim Kumlu ve İslanbul Komitesi Üyesi) Ile Société Internationale pour l&#;etude de la Philosophie Médiévale (SIEPM)&#;in de üyesi olan Betül Çotuksöken&#;in asıl ilgi alanı Ortaçağ Felsefesidir. Bu dönemin özellikle dil ve mantık filozoflarıyla ilgilenmesinin yanı sıra, felsefi söylemin neliği ile ilgili çalışmalar da yapmaktadır. Bir ara Dil Felsefesi dersleri de vermiştir. Kitap ve çeviri çalışmalarının yanı sıra, bir kısım yazılarını, Gergedan, Argos, Varlık, İnsancıl, Artı, Felsefe Dergisi, Felsefe Tartışmaları, Evrensel Kültür Dergilerinde yayınlamıştır. Çevirileri ve Kitapları: Isagoge, (Aristoteles&#;in Kategorilerime Giriş); Porphyrios&#;un bu kitabının Jean Tricot&#;dan notlarıyla birlikte çevirisi. Remzi Kitabevi, İslanbul Bir Mutsuzluk Öyküsü - Filozof, Yahudi ve Hıristiyan Arasında Diyalog. Petrus Abelardustan açıklayıcı notlarla birlikte çeviri. Remzi Kitabevi, İstanbul, Petrus Abelardus&#;un Ahlak Anlayışı (Doktora Tezi). Prol. Dr. Nermi Uygur&#;un Önsöz&#;ü ile birlikte. Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul, Ortaçağda Felsefe (Doç. Dr. Saffet Babür ile birlikte). Ara Yayıncılık, İstanbul, ; II. baskı, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, Felsefi Söylem Nedir? Ara Yayıncılık, islanbul, II. baskı Kabalcı Yayınevi, Ortaçağ Yazılan, Kabalcı Yayınevi, İslanbul, Felsefeyi Anlamak, Felsefeyle Anlamak. (Kabalcı Yayınevi&#;nde yayımlanacak) Nermi uygur&#;un Felsefe Dünyasından Kesitler. (Yayıma hazır).

      4 BETUL ÇOTUKSOKEN FELSEFİ SÖYLEM NEDİR? kkabalci

      5 KA BALCI YA Y İN E M 15 Felsefe Dizisi 8 FELSEFİ SÖ YLEM N ED İR5 Betül Çoıuksöken Bu kitabın tüm yayın hakları Kabalcı Yayınevi&#;ne aittir. Birinci Basım: Ara Yayıncılık, İkinci Basım: Kabalcı Yayınevi, IS B N Yayın Yönetmeni: Vedat Çorlu Dizgi: Beyhan Ajans Kapak Tasarımı: Vedat Çorlu Baskı: Yaylacık Matbaası Cilt: Temuçin Mücellithanesi KABA LCI YA Y IN EV İ Başmusahip Sokak Talaş Han No. 16/5 Cağaloğlu İSTANBUL Tel: () Fax: ()

      6 SUNUŞ 9 İKİNCİ BASKI İÇİN BİRKAÇ SÖZ 11 GİRİŞ 13 I. BÖLÜM ARAŞTIRMAYI GÜDEN TEMEL SORULAR VE SAVLAR &#;Kavram&#; Kavramı &#;Varolan&#; Kavramı Kendi Başına Varolan ya da Dışdünyada Varolan Düşünmede Varolan Dilde Varolan 51 II. BÖLÜM f e ls e f i s ö y le m 59 II. 1 Felsefe Neyi Konu Edinir? 60 II. 2 Felsefe Konusuna Nasıl Bakar? 82 II. 3 Felsefe Konusuna Bakışını Nasıl Dile Getirir? 89 Notlar 93 Türk Dilinde Üretilen Felsefi Söyleme İki Örnek: Takiyettin Mengüşoglu-Nernıi Uygur Notlar Dizin

      7 Ö ğren cilere

      8

      9 SUNUŞ Felsefe kendini sorgulayan birinci düşünsel etkinlik. Felsefenin kendine yönelişinde belirlenen ilk tutamak noktası, onun bir söylem olarak kuruluşudur, bu kuruluş çeşitli varolma düzlemlerindeki ilişkileri belirlemeye özgülenmiştir. Felsefe söz konusu olduğunda, varolanın sunuluş biçim leri ve ara- lanndaki ilişkiler, bir söylem olarak soru-yanıt bağlamında yeniden kurulur. Felsefe adı verilen bu düşünsel çabada, düşünmeye ilişkin edim ler varolana yönelir ve özgül dilsel yapılar aracılığıyla, üretilenler öteki düşünme edimlerine sunulur; bu noktada felsefe, kendine özgü işleyiş biçim leriyle, düşünme edimlerinin bir tür karşılaşmasıdır; düşünsel ve dilsel boyutta bir diyalogdur. işte bu diyalogun özniteliklerini belirlem e, işbaşındaki felsefe için büyük bir önem taşımaktadır. Felsefi söylemin özniteliklerini saptama, felsefeye ilişkin &#;bilinçten&#; başka bir şey değildir ve söylemin üretilişine hep eşlik etmektedir. Bu eşlik etme kimi zaman daha da açık bir biçimde ortaya çıkar; felsefeye ilişkin bilincin, büyük ölçüde felsefenin gerçekçiliğinden de yola çıkılarak açıklanması büyük bir önem taşır. Felsefi Söylem Nedir? adlı bu yapıt, felsefenin &#;niteliğini&#; açıklamanın ne denli önemli olduğunu "kendince&#; belirlem eyi bir ölçüde de olsa üstleniyor. Yapıt herhangi bir felsefi söylem gibi bu konuda ortaya konmuş bir &#;deneme&#; yalnızca;

      10 özgül ayrımı, onun felsefeyi bir söylem olarak alımlamasi; dolayısıyla bu konudaki örneklerden biri sadece. Yapıt yanıtlamaya çalıştığı soruları yönünden Türk dilinde oluşturulan ilk örnek de değil ve sonuncu da olmayacak hiç kuşkusuz. Bu konuya ilişkin yeni denemelerin ortaya konuluşu, yeni seçeneklerin sunuluşu, bu yapıtla hesaplaşılması, onun amacına ulaşmasının en önemli koşullarından biri olacaktır. Felsefi söylemin neliğine ilişkin bu deneme, bir tartışma ortamı yaratabilirse, özellikle, kendilerine çok çeşitli felsefi görüşlerin zaman zaman &#;felsefe olmayanın da1 sunulduğu &#;felsefe öğrencilerinde&#; yeni çağnşımlar oluşturabilirse, büyük ölçüde amacına ulaşmış olacaktır. Bu arada, kitabın basımını çok kısa bir sürede gerçekleştiren Vedat Çorlu&#;ya en içten teşekkürlerimi sunanm. Kızıltoprak, Ekim Betül Çotuksöken

      11 İKİNCİ BASKI tçln BİRKAÇ SÖZ Birinci baskıda yeralan sunuş yazısında görüldüğü gibi, bu yapıt, felsefeyi özü bakımından (konusu/konulan, konusuna bakışı, konusuna bakışı dile getirişi bakımından) betimlemeyi, felsefe olanla olmayanı ayırt etmeyi kendine görev edinmiştir. Felsefeye ilişkin içeriksel olarak benimsenmese de yöntem olarak bir bakıma gerekli olan böyle bir yaklaşım hem filozof için hem de felsefe tarihçisi için vazgeçilmezdir, işin ilginç yanı, felsefeye ilişkin böyle bir bilinç uyanışında birinci etken yine felsefenin kendisidir. Felsefenin bilinçli olarak gözlemlenmesi böyle bir bilincin uyanmasında en etkili olanıdır kuşkusuz. Benim felsefe serüvenimde ise Ortaçağ felsefesiyle kurduğum doğrudan ilgi en büyük etkeni oluşturmuştur, felsefeyi özü açısından belirleme bakımından. Avrupa Ortaçağı filozoflarında belirgin bir biçimde ortaya çıkan "modi essendi, modi intelligendi, modi signifîcandi" ayrım ı son derece önemli ve zihin açıcıdır. Ortaçağ filozofları varolm a tarzları ve anlam verme tarzlan üzerinde ayn ayrı durarak ve bunların arasından kendilerince en uygun olanını seçerek felsefi söylemlerini b ilin çlice oluşturm uşlardır. İçerik bir yana, böylelikle yöntem konusundaki duyarlı tavırlannı sergilemişlerdir. Ayrıca böyle bir yaklaşım, felsefe gerçeğini hiçbir felsefi söylemi dışanda bırakmaksızın kucaklayacak bir özelliği de

      12 beraberinde getirmektedir. Bu yolla, felsefedeki felsefi söylemlerin toplamında somutlaşan yöntem çokluğunun ortak bileşeni belirginleştirilmiş olmaktadır. Böyle bir doğrultunun felsefeyle ilgi kurmaya çalışan kişilerde üniversitelerin felsefe bölümlerinde okuyan öğrencilerde, üniversite dışında olup da felsefeye merak duyanlarda felsefe olanla felsefe olmayanı anlama, kavrama konusunda bir bilinç uyandıracağı kanısındayım. Felsefenin söylemini ve felsefeyi neliği, özü bakımından kavrama, anlama çabaları da bitmeyecektir, sonu gelmeyecektir, tükenmeyecektir. İnsanlar yaşadıkça, varoldukça, insanın ve tüm insan ürünlerinin de sonunun gelmeyeceği gibi. Geyikli, Mayıs Betül Çotuksökerı

      13 Felsefe, düşünmenin varolanla kurduğu bir tür ilişkidir. Ama ne türden, nasıl bir ilişkidir bu ilişki? Felsefe adı verilen bu etkinlikte düşünme varolanı nasıl kavramaya çalışıyor? Felsefenin ayırt edici nitelikleri nelerdir? Bilim de, sanat da varolanla kurulan bir tür ilişkidir, bütün bu ilişkilerin herbirinin kendilerine göre ayırt edici nitelikleri vardır. Konulan, konularına yaklaşım ları, yaklaşım larını dile getirişleri birbirinden farklıdır bütün bu etkinliklerin. Felsefede durum nedir? Hangi dilsel anlatımlar felsefe diye nitelenebilir? Daha sonra aynntılı bir biçimde ele alınacağı gibi, &#;felsefe neyi konu edinir&#;, &#;konusuna nasıl yaklaşır&#; ve &#;bu yaklaşımını nasıl dile getirir1sorulan ana sorular olarak ortaya çıkar. Bu soruları tek bir soruya indirgemek de olanaklıdır: Bu soru &#;felsefi söylem nedir?* sorusudur. Felsefi söylemin neliğini incelemek, felsefenin görevi olacaktır. Felsefenin dışında hiçbir düşünsel, bilgisel etkinlik kendi kendisini konu edinemez, kendi kendisini sorgulayamaz. Böyle bir nitelik sadece felsefeye özgüdür. Felsefenin neliğini ortaya koyma, onun özgül ayrım larını belirleme gerekli mi? Henüz felsefe olan ile olmayanın birbirine kanştınldığı bir düşünce ortamında, felsefenin neliğinin belirgin çizgilerle ortaya çıkanlm ası gerekmektedir. Ancak bu yolla, felsefi söylemin tümü daha sağlıklı bir biçimde değer-

      14 lendirilecektir ve yeni söylemler ortaya konabilecektir. Temelde her filozof, örtük ya da açık bir biçimde felsefeden neyi anladığını dile getirmiştir; getirmektedir; bu dile getiriş &#;felsefe bilincinden&#;, felsefeye ilişkin bilinçten başka bir şey değildir. Antikçağdan günümüze değin, birçok filozofun söylemlerinin bir bölümünü felsefenin neliğine özgüledikleri bilinen bir durumdur. Platon, Aristoteles, Boethius, Thomas Aquinas, F. Bacon, R. Descartes, I. Kant, E. Husserl, L. Wittgenstein, B. Russell, H. Reichenbach hemen ilk anda akla gelen ad lard ır.(l) Felsefe her yönüyle felsefi bir tavrın konusu olabilir; hana olm alıdır da. Felsefenin gerçekliği, büyük ölçüde salt felsefenin içinde kalınarak söylemin hangi dışsal koşullardan üretildiği paranteze alınarak ortaya konabilir. Felsefenin, özgül yanlan diğer söylemlerle bilim, sanat, din ve felsefenin zamanın geçmiş boyutundaki kendisiyle artsiirem lilik ve eşsürem lilik çerçevesi içinde ilgili kılınarak belirlenebilir. Böyle bir çabayı güden sorular da şunlar olabilir: Felsefi söylem kendi kendine yeter mi? Her felsefi söylem kendi başına mı ele alınmalıdır; yoksa, belli bir tarihsel çizgide mi ele alınmalıdır? Felsefe diğer bilgisel etkinliklerden yararlanır mı? Filozof, söylem ini kurarken konusunu seçerken, konusuna bakarken, dile getirirken hangi kaynaklardan beslenir? Şimdinin felsefesi, zamanın geçmiş boyutundaki felsefeden etkilenmek zorunda mıdır, etkilenirse bunun ölçüsü nedir? Daha önceki zaman boyutunda oluşturulmuş felsefi söylemden herhangi bir etkilenme söz konusu değilse, salt kendine mi dayanacaktır felsefi söylem? Bu bağlamda, felsefe, filozofun kendi kendisiyle bir hesaplaşması mıdır; yoksa başka filozoflarla kurduğu bir diyalog mudur? Durum böyleyse felsefe tümüyle bir diyalog mudur? Bu sorulara, birbirinden çok farklı nitelikte, birbirinin karşıtı olabilecek türde yanıtlar verilebilir. Felsefenin gerçekliğinde, bir varolan olarak beliren felsefede, aynı soruya, karşıt konumlara yerleştirilebilecek cevaplar bulunabilir.

      15 Kaışıl tutumları destekleyebilecek her türlü ayrıntıya karşın. &#;her felsefi söylemde varolması zorunlu olan nitelikler nelerdir&#; sorusu: &#;felsefeyi felsefe yapan nedir, nelerdir&#; sorusu, gündemdeki yerini korumaktadır. Her felsefi söylem, ilkin varolanı hangi düzlemde olursa olsun işte o yapanın ne olduğunu belirlemeye ilişkindir. Ayrıca her felsefi söylem, varolan, düşünme ve dil arasındaki ilişkilerin belirlenişine ilişkindir. Daha sonra da açıklanacağı gibi varolanı işte o yapanın ne olduğu, düşüneni &#;anlam&#; konusuna götürecektir. Burada bir varolan olarak felsefi söylem ele alınacak; felsefeyi felsefe yapanın ne olduğu, başka deyişle onun anlamı üzerinde durulacaktır. "Felsefe, bir yandan çeşitli düzlemlerde varolanlann neliğini belirginleştirm eye çalışırken bir yandan da, yine bu çeşitli düzlemlerdeki varolanlar arasındaki ilişkileri konu olarak ele alıyor. Bu ilişkiler hemçn her filozofta farklı biçimlerde kuruluyor; her filozof varolana farklı boyutta bakabiliyor. Ancak bu, alabildiğine çok çeşitliliğe karşın, düşünüş biçim lerindeki kimi ortak yönleri saptayabilmek de olanaklıdır. Filozof bu üç alanın ilişkilerini kendince çözümlemeye çalışırken, kendine çıkış noktası olarak ya dışdünyadaki varolanı alacaktır ve herhangi bir doğabilimi haline gelmeyen felsefi bir söylem oluşturacaktır; ya düşünmeden yola çıkacak, felsefenin temelini düşünme ve düşünmede varolanlar oluşturacak ve bunu gerçekleştirirken çalışması bir ruhbilim haline gelmeyecektir; ya da bir üçüncü temel yol olarak, dilden hareket etmeyi felsefenin asıl yolu olarak görecektir; bunu da felsefeyi bir dilbilim haline getirmeden yapacaktır."(2) Filozof, söylemini oluştururken çeşitli kaynaklardan beslenebilir. Her türlü bilgisel ya da insansal etkinlik felsefesini oluşturmada filozofa yardım cı olabilir; ama felsefi söylem ne bilimsel, ne sanatsal, ne de dinsel bir söylemdir. Çünkü adı geçen bütün bu etkinliklerde kaygılar, sorular, sorunlar biri»i-

      16 ıinden çok farklı boyuttadır. Tekil bağlamda ele alındığında açıkça görüldüğü gibi, her &#;tek felsefi söylem&#; bir diğerinden, varolanlar arasındaki ilişkileri başka bir göıüngeden (perspektif) konulaştırmakla ayrılmaktadır. Bu nedenle de felsefenin gerçekliğini oluşturan tüm artsüremli ve eşsüremli söylemler, büyük bir zenginlik içinde belirirler. Felsefenin asıl konusu gereği durum budur; çünkü çeşitli düzlemlerde kendini gösteren varolanlar arasında dışdünyada, düşünmede, dilde sonsuzca farklı ilişki kurulabilir ve bu ilişkilerin neliğini içeren tek etkinlik felsefedir. Felsefi söyleme özgülenen böyle bir niteleme daha baştan onu, tümüyle &#;nesnel&#; nitelikli olmaktan uzaklaştırır. Her bir söylem, nesnelliğini kendi içinde taşır ve her bir söylemin en temel kaygısı da nesnel oluşun koşullarını dile getirmekte somutlaşır. Sonuçta filozof, hem nesnel olduğuna ilişkin, hem de nesnel oluşun nasıl gerçekleşebileceğine ilişkin örnek nitelikte düşünceler ürettiği savını ileri sürer. Felsefenin gerçekliğini gözlemlemek, tüm felsefi söylemde ne denli çok nesnellik arayışlannın yaşandığını anlamak için yeterlidir. Her filozof varolanlar arasındaki ilişkileri en iyi kendisinin kurduğu ve oluşturduğu ve üstelik bilgilerinin &#;gerçekten&#; nesnel bilgiler olduğu inancını taşır. Bu bağlamda da artık filozof, anlama yönelik, anlama ilişkin her türlü soruya verilmesi gereken yanıtın kendisi tarafından olması gereken en iyi biçimde verildiği savındadır. Oysa, verilen yanıtlar hep &#;kendince&#; verilen yanıtlardır, nesnel olma kaygısıyla üretilmiş &#;öznel&#; yanıtlardır. Felsefi söylemin bir başka özelliği de burada kendini göstermektedir. Felsefe bir varolan olarak düşünme ve dildedir, üstelik felsefe bir söylemdir. Felsefe bağlamında dil, söylem farkını iyice belirginleştirmek bu yapıtın üstlendiği ödevlerden biridir. &#;Düşünme&#;, &#;düşünce&#; farkını belirgince ortaya koymak da yine büyük önem kazanmaktadır. Bilgi-aktlan (edim leri) konusuna

      17 Felsefeye Giriş adlı yapıtında önemli bir yer ayıran seafoodplus.infoüşoğlıı düşünme-düşünce ayrımım anasavları doğıııltusımda açıkça ortaya koymuştur. Gerçekten de. düşünme öznenin bir etkinliğidir ve bu etkinlik sonucunda oluşan yapı düşüncedir: "düşünce, düşünmenin objektifleşm iş ürünüdür"(3). Gerek günlük konuşma düzleminde, gerek bilimsel ya da felsefi düzlemde. düşünme ile düşüncenin farklı oluşu sık sık gözden kaçırılır. Oysa her ikisi arasında çok önemli bir fark vardır. Felsefi söylemin neliğini araştırmayı amaçlayan bu yapıtta ileri sürülenler, felsefenin gerçekliğinin gözlenmesinin bir sonucudur. Hem felsefi söylem oluşturmada, hem de felsefi söylemi ya da tek tek felsefi söylemleri ortak neliği bakımından incelemede gözlemin ne denli önemli olduğu ortadadır. "Çoğun. felsefenin soyut yapıda olduğu ileri sürülür. Oysa, daha incelikli bir bakış, hemen hemen tüm bilgisel etkinliklerde olduğu gibi, felsefede de gözlem yapabilme gücünün ne denli önemli olduğunu faıkedebilir. Gözlemleme ediminde insanın düşünme gücünün, gözlemi gözlem yapan en önemli etken olduğu genellikle gözden kaçırılır ve düşünme gücünün bu bağlamda edilgin olduğu kanısı yaygınlık taşır. () Gözlem yapabilme giderek anlamaya yönelir: bağlantılı düşünebilme, olup bilenler arasında bağlantılar kurma yoluyla olup bitenler kavranabilir, anlaşılabilir. Varolana felsefe açısından bakışın temel niteliği de budur."(4) Felsefi söylemin oluşumundaki özgül aynının gözler önüne serilmesi filozofun, felsefe araştırmacısının, felsefe tarihçisinin felsefenin gerçekliğine ilişkin gözlemlerini değerlendirmesinde çok işine yarayacaktır. Felsefi söylemlerin oıtak bileşen/ bileşenlerini kavramak, belirgin kılmak filozofun konusunu /konulannı ele almadaki bilincini pekiştirecektir; felsefe tarihçisi ve araştırmacısı ise, söylemleri sınıflandırmada, ortak yanlanın belirlemede, kimi düşünceler üzerine yeni düşünceler üretmede daha sağlıklı bir tutum içine girmiş olacakür.

      18

      19 I. BÖLÜM

      20

      21 Daha önce de dile getirildiği gibi bu çalışm anın amacı &#;kendince&#; bir gerçekliği olan felsefeyi araştırmaktır. Burada, çok çeşitli görünümler altında ortaya çıkan felsefe olgusunu, öznitelikleriyle ortaya koymak, felsefeyi felsefe yapanın neler olduğunu açıkça sergilemek, felsefeyi betimlemek asıl amacı oluşturmaktadır, incelenecek olan felsefenin kendisidir; yoksa tek tek filozofların ya da dönemlerin düşünme biçim leri ya da içerikleri değildir. Ancak felsefe de filozofların söylemlerinin toplamından başka bir şey olmadığına göre, yer yer kimi akılyürütmelere tanıklık etmek üzere bu söylemlerden yararlanılacak, kimi örnekler sergilenecektir. Ama genellikle &#;felsefe&#; diye nitelenen bir metnin, söylemin &#;işte o&#; oluşunu sağlayanın ne olduğu üzerinde dumlacaktır. Ancak burada ilginç bir durum ortaya çıkıyor: Felsefeyi bütün kuşatımı içinde, başka deyişle tüm varoluşuyla ele alırken, her şeyden önce felsefe kavrayışına ilişkin bir &#;bilinci&#; daha baştan edinmek gerekiyor. Bakış açısının &#;konuyaı&#; varedeceği ilkesi gereğince bu öyle bir &#;bilinç&#; olacak ki, felsefenin gerçekleşm iş tüm yapısını içerebilecek ve hatta daha sonra oluşabileek söylemleri de kavrayabilme olanağını içinde taşıyacak. Öyleyse daha baştan yazann. felsefeden neyi anladığını ortaya koyması, felsefe anlayışının temel taşıyıcılarını gerekçele-

      22 ıiyle birlikte göstermesi bir zorunluluktur. Yazann felsefe kavramı. felsefe tasarımı nedir? Felsefe bir varolan olarak beliriyor: Düşünmede ve dilde varolan bir yapıdır felsefe. Fakat böyle bir belirleyiş, bu bağlamda, bir adım dalıa geriye giderek, &#;varolan dan &#;varolan&#; kavramından neyin anlaşıldığının ortaya konmasını gerektiriyor. Gelinen bu noktada asıl sorulması gereken sona &#;varolan nedir?&#; sorusudur. Daha baştan bir ipucu olmak üzere şu denebilir: &#;Varolan&#; kavrayışı geniş tutulmalı ki, bir varolan olarak beliren felsefe de burada kendine bir yer bulabilsin; buna bağlı olarak varolanı &#;işte o yapan&#; bakımından incelediği öne sürülen felsefenin geniş bir işlerlik alanı olduğu bir belirginlik kazansın. Öyleyse herşeyden öne, &#;varolan nedir?&#; sorusu, yanıt verilmesi gereken bir soru olarak belirmektedir. Bunun ardından, ilkin felsefenin bir varolan olarak özgül nitelikleri ya da öznitelikleri ortaya konmalı, daha sonra da, felsefenin tekrar varolana ama bu kez nasıl yöneldiği, varolanlar arasındaki ilişkileri, ilişki ağlarını içerecek bir alan olarak kendini nasıl gösterdiği üzerinde durulm alıdır. Bu iki yanın belirlenmesinin varolanın ve ayrıca varolan olarak felsefenin ne denli birbirine bağlı olduğu daha şimdiden kendisini apaçık göstermektedir. Öyleyse ilkin varolan kavramına ve buna bağlı olarak felsefe kavramına açıklık getirilecektir. Daha sonra ise bu temel yapıya bağlı olarak felsefi söylemin neliğine ilişkin anasavlara geçilecektir. Bu anasavlar kısaca şunlardır: "Felsefe (insanın bilgi konusu haline getirdiği) herşeyi kendine konu edinebilir. Bu, aynı zamanda felsefe bilgi verir demektir. Felsefe, bilgi vermek üzere kendine özgü bir bilgidir bu yöneldiği şeydeki nesnedeki neliği kendine konu edinir. Felsefe konu edindiğine insan (bilinç) açısından bakar. İnsan açısından bakılan konular, çok çeşitli biçimlerde dile getirilebilirler: Mantıksal çözümleyici yolla olduğu gibi,

      23 deneme biçiminde de, betimleyici bir yöntemle de dile getirilebilirler: başka deyişle felsefe, söylem ini biçimsel açıdan bakıldığında tek bir biçim e bağlı olarak kurmaz, oluşturm az.(5) Felsefenin varolan olarak neliğini ortaya koymak amacıyla belirlenen bu savlar daha baştan felsefenin gerçekliğini, onun geniş kuşatımlı oluşunu en iyi biçimde gözler önüne sermektedir. Bu araştırmada güdücü durumda olan iki soru vardır. Biraz sonra eklenecek &#;kavram nedir?&#; sorusuyla sorular üçe ulaşacaktır. Diğer iki soru da biraz önce belirlendiği gibi, &#;varolan nedir?&#; ve &#;varolan olarak felsefe nedir?1sorularıdır. Anasavlar ise biraz öne belirlenen, felsefenin konusu, konuya bakışı ve bu bakışı dile getirişi ile ilgilidir. Felsefe hem her türlü varolanı konu ediniyor, hem de varolanlar arasındaki ilişkileri, diğer bilgisel etkinliklerin oluşumunu da açıklayabilecek biçim de ele alıyor. Bu bağlamda felsefe artık alanlararası oluyor. Biraz önce bu araştırmada güdücü durumda olan sorulann üç tane olduğu dile getirilmişti. Gerçekten de varolan ve felsefe kavramlarının ne olduğunu ortaya koyabilmek için daha baştan &#;kavram&#;ın ne olduğuna ilişkin bir çalışmanın yapılması bir gereklilik olarak belirmektedir. Ö yleyse sorulacak ve yanıtı aranacak ilk soru &#;kavram nedir?&#; sorusudur. Varolan kavramını, felsefe kavramını belirlem eden önce, &#;kavram&#; kavramını belirlemede yarar vardır. Üstelik kavramın kendisi de düşünmede varolanı bir yapı olarak ortaya çıkmaktadır. I. 1. &#;Kavram&#;Kavramı-, Burada ortaya konulan düşünceler daha önce "Kavram Kavram ı&#;&#;(6) adını taşıyan yazıda biraz daha aynntılı biçim de ele alınmıştır. Temel sorun kavramı kavram yapanın ne (neler) olduğu sorunudur. Bu sonın bağlamında birçok soru gün-

      24 deme gelmekledir: Bir varolan olarak kavram nedir? Kavramın öleki liirden varolanlarla ilişkisi nedir? Kavram nerededir? Kavram oluşma bakımından nerededir? Kavramın ilelilebilm e bakımından nerede yer alma ya da yer alabilme olanağı vardır? Kavram dışdünyada varolanlardan önce midir; yoksa sonra mıdır? Kısaca kavram kavramının anlamını belirleyen dununlar nelerdir? Görüldüğü gibi bütün bu somlar kavram kavramını çeşitli yönlerden aydınlatmayı amaçlamaktadır. Bu sorulara ilişkin yanıt denemelerinin temelleri şu önermelerle dile getirilebilir: Kavramlar varolanın anlamına ilişkin çerçevelerdir. Kavramlar genellikle varolanı bilmenin temelidir. Kavramlar insansal bağlamda yaratma edimine dayalı olarak varolanların ve dışdünyada doğrudan karşılığı olmayan varlıkların varolmasının temelidir. Kavramlar düşünme alanındadır ve varolandan sonradır. Yine kavramlar düşünme alanındadır; ancak kültür nesneleri, insanın yaratma gücünün ürünleri olan varolanlar bakımından da kavramlar varolandan dalıa öncedir. Kavramlar terim olarak da dildedir. Bu bağlamda kavramlar, her türlü iletişim olanağının temelidir. Ö yleyse kavramlar, varolanı bilm eye, anlam landırm aya ilişkin olarak oluşturulan ve düşünme alanında yer alan çerçevelerdir. Bu temel önermeleri, aralarındaki geçişleri de gözönünde bulundurarak açıklamak büyük önem taşımaktadır. Kavram: dışdünyada, düşünmede ya da dilde varolana ilişkin olarak oluşturulan düşünsel bir çerçevedir. Kavramı kavram yapan en belirgin öznilelik, onun lıer türlü varolanın kimi zaman oluşabilmesine ama çoğun da bilinebilm esine ilişkin bir çerçeve olmasında kendini göstermektedir. Varolanın sınırlarını belirleyen bir çerçeve olması, kavramın en temel işlevi olmaktadır. Örneğin, kavram olarak &#;kalem&#;. kalem adı verilen tekil bir varlığa ilişkin bir çerçevedir, lmlemlerin bizzat gözönünde olmadığı, sadece dilsel deyişlerin söz konusu olduğu iletişim ortamlarında, iletişimin onsuz

      25 olunmaz koşulu verilen örnekte &#;kalem&#; kavramıdır ya da kalem adı verilebilirle imkânı olan tek tek varlıklara ilişkin olarak çizilmiş çerçevedir: kalemle şu ya da bu biçimde ilişkisi olan herkesin böyle bir çerçevesi, başka deyişle kavramı vardır ve gerçeklen de bu çerçeve somut imlemi olan varolanlara ilişkin olduğunda ortaktır. Aristoteles&#;in Peri Hermeneias&#;ta (16a) sözünü ettiği "ruh durumlan" varolanın çerçeveleri yani kavramlar başka deyişle, çerçeveler olsa gerek. Belirlenen kimi çerçevelerin doğrudan bağlantılı olduğu tekil varolanların yanında, sadece varolanlararası ilişkilerden doğan, diğer deyişle doğrudan tekil varolanlarla bağlantısı olmayan çevreler vardır. Aynca bir de varolanların sadece ve sadece bilinebilm esini sağlayan çerçeveler vardır ki bunlar da genel kavramlar, başka deyişle tümellerdir. Aristoteles&#;in yapmış olduğu birinci töz, ikinci töz ayrımı bir bakıma varolanlara ilişkin olarak farklı düzlemlerde oluşturulmuş kavrayış çerçeveleridir. Sokrates birinci tözdür ve bizde bir Sokrates kavramı vardır; ancak Sokrates&#;in bir insan olmasından dolayı insanlık kavramıyla ilişkisi vardır ve işte bu insanlık sözcüğü ile dile gelen bu kavram, genel kavram yani tümeldir. Bunlar, tek tek varolanlann bilinebilmesi olanağını sağlamaları bakımından son derece önemlidirler. Tek tek varolanların bilinebilmesini sağlamaları bakımından tekil varolanlarla hemen hemen birebir ilişkisi olan kavramlara oranla (Poıphyrios&#;un belirlem esiyle cins, tür, ayrım, özellik, ilinek) tümeller çok daha genel çerçevelerdir. Ancak kimi filozoflara göre tek tek varolanların varolabilm esinin de olanağını sağlar tümeller; Plaıon&#;un idealan bu anlamda tümeldir. Şu ya da bu biçimde elde edilm iş olan çerçeveler, başka deyişle kavramlar, varolabilmenin değil bilinebilm enin, bilinmenin dolayısıyla bilmenin olanağını sağlarlar. Kavramlar her türlü varolanın bilinmesini, anlamlandırılmasını sağlayan çerçevelerdir. Bilm e, genel kavramlarla ancak sağlanabilir. İşte

      26 ancak bu noktada Aristoteles&#;in &#;asıl bilgi, tümelin sağladığı bilgidir&#; deyişinin bir anlamı olabilir. Kavram adı verilen çerçeve ile somut varlık başka deyişle varolan ilişkisini varlıkbilim sel değil de sadece bilgibilim sel düzlemde ortaya koymak, felsefi kurgulamaların (spekülasyon) da önüne geçebilir. Ama burada hemen şu noktayı gözönünde bulundumıak gerekiyor: Kavramın, tekil varlıkla, varolanla hiç mi varlıkbilim sel bir ilişkisi yoktur? Bizzat insanın tasanmladığı tekil varlıklar, varolanlar için varlıkbilim sel boyutta yeralan bir ilişki söz konusu olabilir. Tasanmlama ediminin sonucu olarak düşünmede oluşan kavram, her türlü kültür nesnesinin yaratıcı temeli olur. Ö yleyse kültür nesnelerinin varolmasının temeli kavramlardır. Örneğin, kalem insanın dışındadır bir kez varolduktan sonra; ama kalemi ilkin düşünmesinde yaratan insandır, öyleyse bu tür varolanlarda kavram varolandan önce gelir. Dil açısından bakıldığında da kimi terimler, örneğin devlet, demokrasi, laiklik, insan haklan terimleri ve bunların taşıyıcısı durumunda olan kavramlar, ağırlıklı olarak insanlaıarası somut ilişkiler gözönünde bulundurularak oluşturulm uşlardır. Bu terimlere ilişkin olan ve üstelik onları anlam lı kılan kavramlar insanlar arasında oluşan kimi ilişkilerin ürünüdür. Bu kavramların dışdünyada doğrudan doğruya bir imlemi yoktur; bu imlem olsa olsa, her defasında farklı bir biçimde ortaya çıkan insansal ilişkiler ağıdır. İşte bu nedenle de bu durumlara ilişkin kavramların ortak olduğunu söylemek çok zordur hatta olanaksızdır. Dışdünyada somut bir imlemi olmayan yapılara, durumlara ilişkin olarak oluşturulacak kavramlarda özellikle birtakım ayırımlar yapma bir gereklilik olarak ortaya çıkabilecektir. Ancak bu tür belirlemelerle, çeşitli ayırım noktalannı onaya koymakla doğnıdan imlemi olmayan durumlara ilişkin bir çerçeve ci zebilme olanağı elde edilebilir. "İlk öğrenebileceğim iz şey,

      27 ayırımlar yapmak gerekliliğidir: kavramsal ayırımlar yapma gerekliliği" (7) dir diyor Ioanna Kuçuradi. Yazar bu anasavını yapılında "Özgürlük ve Kavram ları" "Ahlak ve Kavram ları", "Kültür ve Kavram ları" başlıkları altında topladığı yazılarında belirgin bir biçimde ortaya koyuyor. Kavram burada herhangi bir durumu, yapıyı, varolanı bilebilm enin olanağını veren bir çerçeve olarak belirlenmiş oluyor. Kültür nesneleri süz konusu olduğunda varolanların varolmasını, ancak çoğun varolanların bilinmesini sağlayan kavramlar, bilmeye ilişkin çerçeveler, insanla birliktedir; insan dü- şünmesindedir (varolan kavramı incelenirken bu konu yeniden ele alınacaktır.) Düşünmenin hep bir şeyin düşünmesi olduğu fılozoflarca sık sık yenilenir; işte bir şeye ilişkin düşünme hep bir kavramdır; düşünülene ilişkin olarak çizilen çerçevedir; bilim, felsefe, sanat ve din de bu sayede vardır: Çeşitli düzlem ve bağlamlardaki ilişkiler ağında oluşturulan kavramlar sayesinde. Kavram lar iletilebilme olanağını da en gelişmiş göstergeler, im ler dizgesi olan dil aracılığıyla elde ederler. Kavram yine bu bakımdan da, her türlü iletişim in olanağını sağlayan, anlamı taşıyan temel yapı kimliğini kazanır. Dile geçmeyen, dilselleşmeyen kavramlar, çerçeveler özneldir; hatta bulanıktır. F. de Saussure de dilsel göstergenin anlıksal oluşunu, onun gösterilen yanına verdiği başka deyişle kavrama ilişkin yanına verdiği ağırlıkla somutlaştınr; çünkü dilsel göstergenin birbirinden bir kâğıdın iki yüzü gibi ayrılmayan iki yanı vardır: gösterilen ve gösteren olmak üzere. Gösterilen kavram, gösteren ise bir işitim imgesidir. Bu anlayışta, düşünme ve dil ilişkisi gösterilen ve gösterenden oluşan gösterge aracılığıyla yeniden kurulmuş ya da betimlenmiştir. (8) Dile geçmeyen, dilselleşm eyen kavramlar, çerçeveler özneldir; hatta bulanıktır. Bu öznellikten, giderek bu bulanıklıktan sıyrılma dil dizgesiyle olanaklıdır. Öyleyse kavram iletile-

      28 bilıne bakımından da dildedir. Kavramın neliğini belirlemeye yönelik bu lemel düşüseafoodplus.info, kavram: "Nesnelerin ya da olayların ortak özelliklerini kaplayan ve bir ortak ad altında toplayan genel tasarım: tek bir nesnenin (bireysel kavram) ya da bir nesneler sınıfının (genel kavram) özünü belirleyen, biri lirleriyle bağlantılı niteliklerin ya da özel belirtilerin (ö zelliklerin ) bir sözcükte düşünülmüş olan biçimi" (9 ) diye de tanımlanabilir. Kavram varolma bakımından düşünmede, iletilebilirle bakımından da dildedir: kavramlar varolanı bilgibilimsel bakımdan belirleyici çerçevelerdir. Kimi varolanların özelliklerinden ötürü de kavram, varlıkbilimsel bakımdan belirleyici bir çerçeve olmaktadır. Kim i zaman kavram denen çerçeveleri oluşturan, kimi zaman da başkalarınca oluşturulmuş çerçeveleri aydınlatm aya çalışan kişiler de filozoflardır. Bu saptama, aynı zamanda bu yapıtın ana konusu olan felsefenin neliğini belirlem eye ilişkin olan yönlerden birini de dile getirmektedir. Öznitelikleri böylece belirlenen kavramları aydınlatan, çözümleyen. anlam larını belirlem eye çalışan felsefedir; dolayısıyla kavramın kendisini, kavram kavramını çözümleyecek, inceleyecek olan da felsefenin kendisi olacaktır: "kavramları çözümlemek, kavramlardaki örtük-açık ayrımları belirtmek, kavramların yer aldığı çok değişik söz bağlamlarının işleyişinden kavramlann anlamını (ya da anlam larını) gözönüne semıek, bunu elden geldiğince yan tutmadan gerçekleştirmek" (10) bir &#;deneıne&#;den başka bir şey olmayan felsefi temellendirmenin en başta gelen ödevidir. I. 2. &#;Varolan&#;Kavramı: Kavram herhangi bir biçimde kendini gösteren her türlü yapıya ilişkin bir çerçeve olduğuna göre, varolana ilişkin ola-

      29 rak oluşturulan düşünsel çerçeve ne gibi nitelikler taşımaktadır? Tüm varolanı kuşatıcı düşünsel bir çerçeve, başka bir deyişle kavram nasıl bir yapı göstermektedir? Bu sorular &#;varolan nedir?&#;, &#;varolan kavramı nedir?&#; sorularıyla aynı anlamı taşıyan somlardır. Varolan kendini nasıl sunar? Varolan üç alanda üç varolma alanında kendini sunar: Dışdünyada, düşünmede, dilde. Düşünmede ve dilde varolan, doğrudan insan dünyasına ilişkindir. Bu iki tür varolan, insandan dolayı ancak söz konusudur. insanla birlikte derken burada şu anlatılmak istenmektedir: Düşünme ve dil insanla birlikte varlık kazanmaktadır; düşünmede varolanlar (kavramlar, tasanmlar, ideler, imgeler) dile döküldüğü, dile getirildikleri takdirde, başka insanları etkileyen etkileyebilirle niteliğini içinde taşıyan bir varolan olarak artık kendi başınaymış gibi belirirler. Tümüyle günlük yaşam, her türlü eylem planı, dilsel nitelikli varolanların etkisiyle hemen hemen gerçekleşmektedir. &#;D ilin gücü1(11) işte buradadır, burada saklıdır. Ama tümüyle insanlar dünyası ya da &#;insanlık1tümeli söz konusu olduğunda, düşünmede ve dilde varolanlar, tek insanın taşıyıcılığının ötesinde bir varolma boyutuna ve ayrıca bir anlam boyutuna da sahip değillerdir. Düşünmede ve dilde varolanın yapı olarak dayanağı, doğrudan &#;insan&#; adı verilen varlıktır Kendi Başına Varolan ya da Dışdünyada Varolan: İnsan (düşünme bilinç d il) dışındaki oluşumların, yapılatın hepsini kendi başına varolan diye belli bir sınıfa ayırmak olanaklıdır. Ancak bunları da varolma düzleminde insanın hiçbir katkısı olmadan meydana gelenler, doğal varolanlar diye: bir de insanın düşünme ve düşündüğünü nesneleştirme

      30 yoluyla ve başkalarına iletebilm e yeteneğiyle dille oluşturduğu varolanlar diye ayırmak olanaklıdır. &#;Kendi başına varolan&#; düşünen varlıktan bağımsız olarak var. Ama bu bağlamda o, sadece bir varlık olarak var; bir nesne olarak var değil; bir düşünmenin (bilincin, öznenin) konusu olarak var değil. Kendi başına varolanın bilgisel varlık (bilgiye konu olabilecek varlık) diğer deyişle nesne ya da konu olabilmesi için ne türden olursa olsun bir düşünme edim iyle karşılaşması gerekli. Onun bir nesne olarak varolm ası düşünmeyle karşılaşmasına bağlı; &#;nesne durumu&#;, &#;konu oluş&#; bir düşünme edimiyle karşılaşan varolan için söz konusudur. Öyleyse, varolanlar kendi başına var ama, düşünmenin konusu yani nesne oluşlarıyla onlann &#;salt kendi başına oluşlan da&#; ortadan kalkıyor; işte bu bağlamda bilgisel etkinliğin konusu olabilm e durumundaki hiçbir şey de salt kendi başına varolan bir şey değildir artık. Salt kendi başına varolma, bulanık, belirsiz bir varoluştur; düşünmeyle karşılaştığı an her türlü varolan artık salt kendi başına varoluşunu yitiriyor; bulanıklığı oıtadan kalkıyor; belirginleşiyor. Düşünmenin, dilin dışında varolan ve başka varolanlarla ilişkileri çerçevesinde bulanıklığı giderilen varolanlar biraz önce de dile getirildiği gibi ya kendiliğinden varolduğu ileri sürülenlerdir ya da belli bir yaratma edimi sonucunda düşünmenin nesneleşmesi ve nesnelleşmesi sonucu ortaya çıkan, belli bir yer ve zamanda varolanlardır. Bu ikinci öbeğe girenler insan düşünmesinin tasarlama, tasarımlama etkinliğinin sonucudur; artık bunlar bir kez varolduktan sonra düşünenden bağımsız hale gelmişler demektir. Bir kez varolduktan sonra, yeri geldiğinde yeniden &#;ben&#;in, öznenin düşünme ediminin nesnesi, konusu olabilirler; hatta düşünmeyi, tümüyle &#;ben&#;i yönlendirebilirler. Bütün bunlann ötesinde, herşeyden önce bir bilgi nesnesi olmaya aday olarak öznenin karşısında dururlar. Her türlü gereksinime yanıt veren, bir bakıma yaşamı kolay

      31 laştıran/zorlaştıran tüm nesneler ve ayrıca sanat yapıtlarının hepsi buraya girer. Sanat yapıtlarının, sanatsal nesnelerin hiç kuşkusuz bir varolan olarak özgül ayrımı, doğaıdan bir gereksinime yanıt veriyor olmamalarıdır. Dışdünyada varolanın özniteliği başka deyişle onu &#;işte o1 yapan, onun düşünenden bağımsız olarak varoluşudur; ama bu bağımsız varoluş ya da bağımsız varolma çok soyuttur. Düşünmeye konu olduğu an bu bağımsız varoluş ya da varolma. ortadan kalkıyor; dışdünyada varolan artık düşünmenin çok çeşitli edimleri (algılama, duyumsama, tasanmlama, hayal etme, anım sama) aracılığıyla, düşünen varlığın, öznenin, &#;ben&#;in bir konusu, nesnesi haline geliyor. Bu noktada artık dışdünyada varolan herhangi bir şey, zihinsel bir varolan haline gelmiştir. La Philosophie au Moyen Age adı yapıtında L. M. de Rijk bilinçli bir felsefe tarihçisi olarak, heışeyden önce varolandan neyi anladığının hesabını veriyor. Rijk, dışdünyadaki varolanlarla ya da fizik varlıklarla maddesel şeyleri anlıyor; zihinsel varolanlardan ise zihnin ürünü olan herşeyi anlıyor. Verdiği örneğe göre Abelardus ile Heloissa geçmişte yaşayan fiziksel varolanlardır. "Abelardus" ve "Heloissa" kavranılan ise zihinsel varolanlardır; aynca ona göre Abelardus ve Heloissa arasındaki ilişkilerle ilgili tüm düşünceler ve tasanmlar da bu türdendir; yani onlar da herhangi bir zihnin ürünü olarak zihinsel türde varolanlardır. Yine bu bağlamda Abelardus&#;un özyaşam öyküsünü içeren elyazması (Historia Calamitatum) fiziksel bir varolan, öykünün kendisi, içeriği ise zihinsel bir varolandır. (12) Temel yapı olarak birçok şey fiziksel bir varolan durumundadır demektir. Ancak bu haliyle varolan, zihinsel türden varolmaya aracılık eder. H iç kuşkusuz kendi başına vardır ama bu varoluş belirsizdir, bulanıktır; ancak herhangi bir düşünme edim ine konu olduğu an, asıl varoluşunu kazanır. Herhangi

      32 bir düşünme edimiyle karşılaştığı an, bu fiziksel varolan zihinsel varolan durumuna gelecektir ve bu yolla, fiziksel olduğu ileri sürülen varolan ancak bir düşünmeye, özneye konu olduğunda varoluşu belirginlik kazanacaktır: varoluşu bir bilinç kazanmış olacaktır. Bundan böyle artık bu varolan bilgi nesnesidir, bilgi konusudur. Öyleyse dışdünyada varolanın kendi başına varolması bulanık bir varoluştur; bu türden varolana ilişkin tasarımların ve kavramların oluşmasıyla ancak, dışdünyada varolan asıl varoluşunu hiç kuşkusuz bilgisel düzlemde gerçekleştirir. Ama dışdünyada varolanın kendi başına varolduğu hiçbir zaman gözardı edilemez. Dışdünyada varolanlar, düşüneni, özneyi, &#;beni&#; saran, çevreleyen, kuşatan dünyada ya düşünmenin çeşitli türden edimleri, &#;ben&#;in yaratma edim i aracılığıyla ya da daha baştan kendi başına bir varolan olarak vardır. Dışdünyada özneden bağımsız bir biçimde varolanlar kendilerine ilişkin olarak düşünende oluşan kavramlar, tasarımlar aracılığıyla, ilkin zihinsel, giderek bilgisel varlık durumuna gelirler ve bu durum artık onlar için &#;gerçekten&#; varolma durumudur. Felsefede gerçekçilik (realizm ) (13) ve idealizm (14) arasındaki tartışmaların tam da bu noktada başladığı ileri sürülebilir. Ancak her iki bakış açısı da birer aşın uç olmaktan öteye gidemezler. Düşüncelerin, idelerin, tasarımlann, imgelerin, kavramların, tüm düşünsel içeriklerin her zaman kesin bir biçimde olmasa da, dışdünyada varolan kimi şeylere ilişkin olduğu, onlarsız. bütün bu düşünme içeriklerinden bir ya da birkaçının olamayacağı söz konusudur. Dışdünyada kendi başına varolma olanağı olmayan herhangi bir şeyi, örneğin anka kuşunu düşleyen biri kaçınılmaz olarak, ona ilişkin tasarımını dışdünyada varolan kuşlara ait özelliklerle oluşturacaktır; malzemesi dışdünyada olan varolanlardan alınmış ama bu malzemenin örgütlenişi hiç de dışdünyadakine benzer bir biçimde olmamıştır. Mitoloji, bilimkurgu, düşünmenin bu türden işleyi

      33 şinin ürünüdür; halta buraya hemen tüm sanat yapıtları da girebilir. İşte bu bağlamda ancak düşünülm eyen de yoktur önermesi bir anlam kazanabilir. Sonsuz yeni bileşimler oluşturma olanağım kendinde taşıyan düşünsel içerikler gerçeküstücülüğün (sürrealizmin) ürünleri hemen burada akla gelebilir olmadan da varolanın artık bilinebilir olması mümkün değildir. Özellikle sadece varolma boyutu değil de, buna ek olarak bilgisel boyaıt söz konusu olduğunda her iki yaklaşım da gerçekçilik, idealizm birbirini gereksinir; öyleyse artık bir &#;akım&#; olma bir &#;-izni&#; olma söz konusu değildir. Düşünen ile düşünülen, varolan ile varolanı konu edinen özne arasındaki ilişkilerin neliğinin çözümlenişinde üç yol belirebilir: sorunun çözümünde payı, ağırlıklı olarak düşünene veren; düşünülene veren ve bir de üçüncü yol olarak her ikisine de birbirini tam anlam ıyla gereksinecek şekilde ağırlıklar veren çözüm biçimi. İçlerinde en verim li ve ileriye götürücü olan bu üçüncü yoldur denebilir. Bu yol. dışdünyada varolmayı, dışdünyada varolanı düşünsel yapıların temeli olarak gören, ancak onların bilinebilirliğini düşünsel yapılara bırakan yoldur. Fakat çoğun, filozoflar sadece ilk iki yoldan birini seçmenin zorunlu olduğu kanısını benimsemişlerdir; oysa bu iki yol da aşın yaklaşımlarıyla ilerletici, ufuk açıcı olamazlar; birçok &#;açık soruyu&#; içeren yollardır. Kendi başına varolan düşünmeye konu olmadığı sürece, bulanık bir varoluşa sahiptir: ancak düşünmenin konusu olduktan sonra bu bulanıklıktan sıyrılır ve artık bundan böyle de genellikle bilgiye açık bir varolan olarak varoluşunu sürdürür. Yapılacak ilk iş, belirlenecek ilk ayırım, varolma düzlemi ile bilgi düzlemini ayınnaya ilişkin olacaktır. Bu iki düzlemin ayırım ına özgü bilinç henüz sorunlan çözmez ama, hiç olmazsa olası çözümlerin yolunu açabilir. İdealizm ve gerçekçiliğin sınırlarının çok ötesine taşmasının nedenlerinden biri bu olsa gerek.

      34 Tutarlılığını sonuna kadar sürdürebilecek bir idealizm ve bir gerçekçilik düşünülemez. Tümüyle felsefi söylem, bu görüşü haklı çıkaracak görüşlerle doludur. Felsefenin gerçekliğinde -tüm felsefi söylemde hep ufuk açıcı özelliğiyle kendini gösteren Aristoteles ve Aristotelesçi tutum, bunun en belirgin örneğidir. Genellikle idealist nitelemesi yakıştınlan filozoflar da (Platon&#;dan başlamak üzere) dışdünyada varolanın bilgiye konu olabilmesi için bir düşünsel ilkeye hatta asıl varolan ilkeye, Platon için büyük ölçüde varolandan bağımsız İdea&#;ya gereksinimi olduğunu bir bakıma haklı olarak ileri sürmüşlerdir; fakat giderek varolm ayı tümüyle düşünsel varlığa vermekle aşırılığa gitmişlerdir denebilir. Oysa üzerinde özenle durulması gereken nokta şudur: ilke, bilişsel yapıya ilişkin olarak konmalıdır yoksa varoluşsal yapıya ilişkin olarak değil. Platon&#;da ilke olarak tdea hem varoluşsal hem bilişsel temeli hem de dilsel temeli oluşturmaktadır. (15) Aristoteles bu açıdan çok daha farklı düşünebilmektedir; herşeyden önce &#;form&#;u, &#;madde&#;nin içine yerleştirm ekle, asıl sorunun varolmanın, varolabilm enin ilkesinden çok, bilinebilmenin, bilişselliğin ilkesini saptama doğrultusunda olduğunu göstermiştir. "() Aristoteles&#;in yöntemi şudur: İnsan; düşünme, bilme etkinliğinin içinde yeraldığı ruhu ile varolana, nesneye yönelir; ancak ruhtaki (psykhes) çeşitli bölümler aracılı-, ğıyla ya da başka deyişle, etkinlikler aracılığıyla nesnede tam da kendi türünden olanı kavrar. Ruhun özü olan akıl (nous) sayesinde bu gerçekleşir ve ruhun özü olan bu akıl kendi türünden olanı, varolanın özünü oluşturan, onun formunu (eidos) kavrar. Nasıl ki madde ve ruhtan oluşan bir bütün olan insanda algılayan, anlayan, bilen yön ruh ise bu ruhun asıl taşıyıcısı da akılsa, ruhun yöneldiği varolanda da akıl kendine benzer olanı kavrar: ruh (psykhes) akıl (nous) adını alan bölümünün bir etkinliği olan düşünme etkinliği (noesis) ile varolandaki formu (eidos) kendine en yakın, en benzer olanı.

      35 tıpkı kendisi gibi etkin olanı kavrar." (16) Aristoteles için düşünme edim iyle varolandaki işte onu o yapan yön (eidos, form) karşılaştığında bilgi oluşur; dolayısıyla bu bağlamda, "bilgi, tümelin bilgisidir" deyişi de bir anlam kazanabilir. idealizm, gerçekçilik karşıtlığından büyük ölçüde sıyrılma; düşünme ile düşünmenin nesnesi arasındaki ilişkilere değgin sorunların/soruların çözümlenmesinin ve çözümünün varlıkbilimsel bağlamdan, bilgibilimsel bağlama geçişle sağlanabileceği gerçeği, Ortaçağdaki adcı (nom inalist) (17) düşünme gelenekleriyle, Yeniçağdaki yeni bilgikuramsal geleneklerin başta empirizm olmak üzere başarısıdır. Varlıkbilim in içereceği sorular bağlamında tekil varlığı sadece ölçü alarak işe başlamak ve ardından bilgibilim sel sorun odaklarına elatmakta adcılığın ne denli etkin olduğu bilinmektedir. Adcılık tekil varolanların varlığından başka her türlü oluşumu düşünsel olarak ve insan zihninin çalışmasının bir ürünü olarak kabul eder. Bundan dolayı adcılar için varoluşsal ilkeler değil, bilişsel ilkeler ve yapılar büyük önem taşır. Ö zellikle Locke ile birlikte insan düşünmesinin ideler (kavram lar, tasanmlar) üreten gücü üzerinde büyük ölçüde durulur ve hemen hemen bu çağın tüm filozofları için düşünmenin edimsel bir varolan olarak incelenmesi birincil çalışma alanı haline gelir, &#;insan zihni&#;, &#;insan anlığı&#;, &#;insanın anlayış gücü&#; ile ilgili yapıtlar peş peşe sıralanmaya başlar. Locke&#;un bu konudaki Denem e&#;sini (18) Leibniz&#;in Yeni Denem eler&#;i (19) izler. Kant&#;ın tıansendental felsefesi ise bu konuda oluşturulmuş en köktenci çalışmalardan biridir. (20) Düşünmenin dışında kendi başına bir varolanın olmadığını ileri sürmek, varlıksal olan ile bilgisel olanı karıştırmaktan başka bir şey değildir. Bilginin onsuz olunmaz bir önkoşulu olarak kendi başına varolanı baştan kabul etmek, düşünenin önüne gerçeğe dayalı bir bilme etkinliğinin yolunu açar. Bilgi

      36 sel içeriklerin neligi açısından konuya bakınca hiç kuşkusuz, dış dünyada varolanlar, başka deyişle gerçekliğin tümü ya da gerçek olan. (»ilginin temel malzemesini oluşturur. Bilgisel içeriklerin bir bölümü dışdünyada kendi başına varolanlardan başka bir şey değildir. Ancak bilginin oluşması için bu yapılar gerekli ama yetersiz koşulu oluştururlar. Bilgiyi bilgi kılan bu malzemenin işlenme sürecidir. Bu da düşünmede ve dilde varolanı ele almayı gerektirir. I Düşünmede Varolan Varolanın ikinci türü düşünmede yerini alır. Düşünmede varolanlar, düşünsel, anlıksak zihinsel, ussal yapılardır: kavramlar. tasarımlar, imgeler, düşünceler; düşünce için dile bürünmüş düşünme de denebilir. Düşünmenin kendisi de insanla birlikte ancak varolan bir alandır. Fakat burada, geleneksel felsefede olduğu gibi, düşünmenin &#;tözselliği&#; söz konusu değildir; artık söz konusu olan &#;işlevselliktir.&#; Tözsellik-işlevsellik ayırım ının felsefi söylemdeki önemini belirlemek gerekiyor. Geleneksel yapısından çok çeşitli biçimlerde uzaklaşma yolunda olan felsefe (21) günümüzde artık töz ve tözsellik düşüncesinden de kaçınmaktadır. Tözsellikişlevsellik ayırım ı konusunda E. Cassiıer&#;in (22) yaptığı çözümleme çok ilginçtir ve üstelik kendisinin de tem silciliğini yaptığı bir tür modem felsefenin işleyiş biçim ini kavramada da ipucu niteliğindedir. Nasıl ki Cassirer için "insanın göze çarpan ayırtkanı (karakteristiği), ayırıcı göstergesi, metafiziksel doğası olm ayıp yaptığı iş" (23) ise ve tözsel olana ilişkin her türlü bağı (vinculum Substantiale) bir yana bırakıp aıtık işlevsel bağa (vinculum Functionale) göre insanı değerlendirm ek gerekiyorsa, düşünme de artık bir töz olarak değil, bir işlev, bir edim olarak ele alınmalıdır.

      37 Düşünme insanın canlılığıyla birlikte beliren ve canlılık süresince varolan bir etkinliktir: düşünme bir töz olarak değil, bir işlev olarak vardır. Düşünme hep bir şeyin düşünmesi olarak bıı düşünme ne türlü olursa olsun: ister dışdünyada varolan nesnelere ve ilişkilerine ilişkin olarak kendini gösterir: düşünme işbaşında, işlevsel olduğunda ancak vardır. Düşünme edim iyle birlikte oluşan yapılar nelerdir diye soaılabilir: diğer deyişle düşünme alanında varolanlar nelerdir? İlk akla gelen düşünmenin nesneleşmiş bazan da nesnelleşmiş ürünü olan düşüncelerdir. Düşünce, düşünmenin dilselleşmiş biçim idir. Düşünceler başkalannın düşünmelerinin nesnesi olabilirler: başka düşünmeleri yönlendirebilirler. Düşünme dile döküldüğünde, dil alanına geçtiğinde düşünce adını alır. Düşüncelerin oluşumundaki ilk adım düşünmenin tasanmlama ediminde, tasarlama gücünde kendini belli eder. Her düşünce özneldir; ama başkalarının düşünmesinin konusu, nesnesi olabilm e olanağından ötürü de her düşünce aynı zamanda nesneleşebilir; kimi zaman da nesnel nitelik kazanır başkalarınca benimsenen öznel düşünceler artık nesnel hale gelir. Düşünmenin ürünü olan düşünceler, içeriksel yanları bakımından ya dışdünyada varolanlann dolaylı yansısı olarak oluşurlar dışdünya ile düşünceler (dile dökülmüş düşünmeler) arasındaki ilişkiler, kavramlar, tasarımlar aracılığıyla kurulduğu için, bu yansının dolaylı olduğu daha baştan dile getirilmelidir ya da dışdünyadaki kimi varolanların kültür nesnelerinin bir nedeni olarak oluşurlar. Bu bağlamda onlar yaratma sürecinin başlama noktası olarak vardır. Çok çeşitli türde etkinlikleri olan düşünmenin imgeleme biçiminde kendini gösterişi ve bunun sonucu olarak onaya çıkanlar. düşünmenin kendisinden, özneden koptuktan sonra, dışdünyada belli bir yer ve zamanda bulunan bir nesne olarak bir kültür nesnesi olarak ya da sadece dilde varlıkla-

      38 nnı sürdürebilirler. Tasarımcının, ilkin düşünme alanında yaratacağı nesneyi (aracı) tasarlaması ve ardından bunu oluşturması. gerçekleştirmesi böyle bir etkinliğin örneği olarak verilebilir; temelde böyle bir düşünme etkinliği her eylemin, her yapıp etmenin onsuz olunmaz koşuludur; ister bu etkinlik sonucu sadece bir eylem gerçekleştirilsin ister nesnel bir ürün ortaya konmuş olsun, hepsinin ardında tözsel olmayıp işlevsel olan düşünme vardır. Daha önce de dile getirildiği gibi, düşünme tözsel değildir, işlevseldir. Oysa ruh-beden ikiliğine dayalı tüm düşünce dizgeleri, ruhun dolayısıyla düşünmenin tözselliği üzerinde çokça durm uşlardır; hatta onların felsefi söylem lerinin taşıyıcı temeli, düşünmenin tözselliği olmuştur. Descartes bu tür düşünme biçim inin en iyi temsilcisidir. (24) H iç kuşkusuz, tözsellik düşüncesinin önemini yitirmesinde başta Locke olmak üzere özellikle Hume&#;un katkısı büyüktür. Düşünmenin bir türü olarak tasarımlama, imgeleme sonuçlarını salt dilde de gösterebilir; buraya, dilsel ürünlerin, özellikle dile dayalı, dilde varolan sanatsal yaratılann hepsi girer; tüm sözel yapılar böyle bir etkinliğin ürünüdür. Bu ürünler, düşünme konusu yapıldıklarında, bir varolan olarak dilde varolan algılandıklannda, yeni düşünme edimlerinin boşandıncısı olarak ortaya çıkarlar aynı zamanda. Düşünme alanındaki imgeler, varolana dışdünyada varolana tam olarak ya da sadece öğeleri açısından dayalı olsun (çünkü düşünme alanında imgesel türde varolanların öğeleri de yine dışdünyada varolanlara benzer bir biçimde kurulmuştur. Bu konuya daha önce de değinildi. Bu anlamda, varolmayan düşünülemez de; düşünülen her şey herhangi bir biçimde varolandır da; ancak her öge, düşünmenin özgür işleyişi aracılığıyla çok farklı bileşimler haline getirilebilir. Anselmus (25) ve W ittgenstein (26) benzer düşüncelerin savunucularıdır. Düşünülen her şey parça ya da bütün olarak dışdünyada

      39 varolanlara dayalıdır.) tüm tasarımlar düşünme alanında varolmaya birer örnek olarak belirirler. Bunların belli bir mantığı, belli bir tutarlılık işkisi var mıdır? imgeler için bu söz konusu değildir; ama düşünme alanında yer aldıklan için, salt bu yeralışlanndan ötürü onlara yine de mantıksaldır demek olanaklıdır; bu anlamda, düşünülebilir olan herşey mantıksaldır denebilir. Ancak öyle bazı düşünülür olan şeyler, varolan şeyler vardır ki matematik nesneler, salt mantık alanının nesneleri: mantık ilkeleri bunlar arasında, çok çeşitliliklerine karşın, kesin, tutarlı ilişkiler söz konusudur. Kim i filozoflar bunlara &#;ideal varlıklar&#; der. (27) Sayılar ve özellikle onlar arasındaki ilişkiler buna bir örnektir. Sayılar arasındaki ilişkiler kesin bir biçimde kurulur ve doğruluk, onlann doğruluğu, hakikati, bu kuruluşta ancak kendini gösterebilir, işte bu ilişkiler bağlamında, tüm insan düşünmesi bir nesnellik oluşturur; artık burada ortak işlemler, ortak düşünüş söz konusudur; öznellik söz konusu değildir. Düşünmenin &#;tutarlı&#; diye nitelenebilecek yönü, mantık ve matematikte kendini en iyi biçim de b elli eder ve düşünme salt kendi içinde kalarak tutarlılığını sürdürür. Düşünmenin dışdünyada varolana ilişkin olarak edim selleşmesi sonucu ortaya çıkma olanağı olan bilim sel düşünüş biçiminde ise, düşünme kendi içine kapalı değildir; fakat belli çerçevelerde nesnellik sağlanabilmektedir. Düşünmenin işleyiş özellikleri doğrultusunda dışdünyaya uzanması ve o çerçeve içinde dışdünyayı daha doğrusu dışdünyada varolanları anlamlandırması söz konusudur bu bağlamda; işte bilim, düşünmenin bu tür işleyişinin ürünüdür. Nesnellik, tam anlamıyla salt düşünme alanında mantık ve matematik alanında kendini gösterirken (tam anlam ıyla) öznellik de salt düşünme alanında kendini gösterir nesnellik bilimde ancak bir ölçüde gerçekleşir; ama bunların dışında hiçbir şekilde nesnellik söz konusu değildir.

      40 Düşünmenin irdelenmesi sırasında nesnelliğe ilişkin arayışlar büyük yer iıılım ışlur: ama mantık ve matematiğin dışında ve kimi bilimsel sonuçların dışında bir nesnellik ve tutarlılık söz konusu değildir. Üstelik beliren nesnellik de &#;özneleıarası&#; olmaktan öte bir nesnellik değildir. Bilen varlığın daima sınırlı kalmaya mahkûm olan bilgisi, nesnelliği de yetkin kılacak bir niteliğe ulaştırmanın yolunu ortadan kaldırmıştır. Mutlak, yetkin nesnellik, bilgisi tam varlığı, mutlak bir özneyi gerektirir, Descartes&#;ın aldatmayan Tanıı&#;sı gibi. Daha önce de üzerinde durulduğu gibi, imgeler varolana, dışdünyada varolana bütün ya da parça olarak dayalıdır ve tüm tasarımlar düşünmede yerini alır. Bu türden düşünmeler, düşünenin düşünmesinde, salt düşünme alanında kalabilir: gerçekten de çoğun bu tür bir dunım içindedir düşünen varlık olarak insan. Düşünme ediminde insan büyük ölçüde kendi kendinedir, oluşan tasanmlar çoğu zaman düşünen kişi tarafından bilinir sadece. Düşünmeler, düşünülenler, başka bir kişinin bilme ve anlama edimine, çabasına açık olmayabilir. Bunlar insanın sadece ve sadece &#;kendisiyle kaldığı&#; alanı oluşturabilir. Bu düşünceler, başkalarına iletilm eyip, sadece &#;düşünülen&#; ve &#;düşünme edim inin&#; sınırları içinde kalan, nesneleşmemiş ve ayııca da nesnelleşme olanağı bulunmayan düşünme ürünleridir; içkonuşmadır bunlar: sessiz içkonuşmalaıdıf&#;; tamamen özneldirler. Özne bunları kendine saklar; bu tür düşünme ürünleri çoğun bir resim, bir imge olarak gerçekleşirler. Bunkınn üretiliş sürecinde düşünen varlık, insan mutlak özgürlüğünü yaşar; insansal anlamda mutlak özgürlük sadece bu alana özgüdür. İnsan belki de sadece burada kendisidir. Burada yaşanan süreçler, bir bakıma tam bir bilinçle farkına varılsın ya da hiç farkına varılmasın düşünmenin tam da kendisidir. Burada, düşünülenin anlamı salt kendi içindedir; kendine ilişkindir; düşünme tam bir özgürlükle kendini gerçekleşlimıektedir, başka bir deyişle tam bir

      41 özgürlükle düşünme, düşünülen varolan öğeleri birleştirmektedir. Çünkü düşünme böyle bir süreçte kendi üzerine kapanmıştır. Düşünme bu tür edimselliğinde kendi basınadır; kendisidir. Artık onun dışdiinyadaki varolanla bir bağının olup olmaması İliç de önemli değildir; kendini gerçekleştirmesi yeterlidir. Düşünmenin işleyişi çoğun, dış etkiler aracılığıyla gerçekleşir; düşünme edimi dışdünyada varolan şeyler ve şeyleıarası ilişkiler bağlamında kendini gösterir. Düşünmenin bu biçimde gerçekleşmesinin asıl güdücüsü, dışdünyada gerçekten varolan bir olay, bir olay ağı ya da olgu durumu olabilir. Düşünme kimi zaman da salt düşüncelere yönelik olarak kendini gerçekleştirir. Ancak burada büyük bir sonın belirmektedir: dışdünyada varolan nesne ve nesne ilişkilerinin olayların, olguların üzerinde doğrudan düşünüş mü söz konusudur yoksa, olaylara ilişkin bir tasarım, bir düşünce, bir kavrayış elde edilmekte ve sadece bunlar üzerinde mi düşünülmektedir? Başka bir deyişle dışdünyanın gerçekliği olduğu gibi düşünmenin konusu mu olmaktadır; yoksa, kavramlar, tasarımlar aracılığıyla mı dışdünyada varolan yeniden düşünenin zihninde kurulmaktadır? (Kavram lar aracılığıyla düşünme ediminin giderek de bilm enin mümkün olabileceğine ilişkin düşünceler, büyük ölçüde bütün türleriyle adcılığın, bir ölçüde de deneyciliğin başansıdır.) Düşünmeden bağımsız dışdünya gerçeklik düşünme alanında, düşünmede her seferinde düşünme. dışdünya bağıntısı ne türlü olursa olsun yeniden kurulmaktadır. Yalın bir bakış açısı için düşünme de, dil de son derece saydam görülebilir. Yeniçağa kadar düşünme alanı, hemen hemen yüzyılım ıza kadar da dil alanı filozoflara büyük ölçüde saydam görünmüştür. Yeniçağ filozoflarının zihne ilişkin çözümlemeleri, büyük ölçüde yüzyılım ızın filozoflarının dile ilişkin çözümlemeleri felsefenin gerçekliğine yeni boyutlar katmış, dolayısıyla felsefe kavramını, tasarımını

      42 genişletm iştir; böylece felsefi söylem, olanakları yönünden zenginleşmiştir. Gerçekten de gerek düşünmenin gerekse dilin, dışdünyada varolanla ilişkilerini aydınlığa kavuşturmanın hiç de yalın olmayan soruları içerdiği bir kez söz konusu edilince, bu yalınlık artık ortadan kalkar. Düşünmenin dışdünyada varolanla ya da öteki türden varolanlarla bizzat bir edim olarak düşünmenin kendisiyle ve dil düzlemiyle ne türden, nasıl ilişkiler kurduğu; nasıl olup da yine de varolanı yansıtabildiği hiç de saydam olmayan sorun ağlarını, sorun kümelerini sürekli olarak içerir. Felsefeden başka hiçbir etkinlik de bunları söz konusu edemez; böyle bir sorun ancak felsefenin sorunu olabilir. Dışdünyayı sorgulayan bir bilim adamı, düşünme edim i nin, dışdünyayı kavrayıp kavrayamadığı sorununu gündemine aldığı anda, asıl yapması gerekenden çok uzaklaşmış demektir; hatta temelde, böyle bir sorunu yoktur onun; onun temel inancı ve bu temel inancına dayalı davranış doğrultusu, düşünmenin ister doğrudan ister tasarım ve kavramlar aracılığıyla hatta bu konuda bir bilinci, belirgin bir değerlendirişi de olm ayabilir dışdünyayı yansıtabileceğidir. Rahatsızlıklar, üç alan arasındaki ilişkilerin nasıl olup da herşeye karşın gerçekleşebiliyor olmasında kendini gösteriyor; felsefe işte bu ilişkiler ağında ortaya çıkıyor. Düşünme ile dışdünyada varolan arasındaki ilişkilerin açığa çıkarılmasında, bir başka deyişle açıklığa kavuşturulmasında iki yol izlenebilir gibi görünmektedir. Birinci yol bir sorun çıkarmaz; düşünme, dışdünyayı doğrudan yansıtır. Ancak ikinci yol sorunlarla doludur; çünkü burada anasav, dışdünyanın düşünme tarafından ancak kavramlar aracılığıyla yansıtılabileceğine ilişkindir; kısaca düşünme dışdünyada varolanı onun varoluşuna parça ya da bütün olarak uygun olsun ya da olmasın yeniden kurar, işte bu yeniden kurmada dış-

      43 dünyanın gerçekliğine ne kadar sadık kalınabilir; ne kadar bağlı kalınabilir? Sorular işte tam da burada ortaya çıkıyor. Bu soaın ardından, bir başka sorunu da getiriyor: eğer düşünme dışdünyada varolanı kavramlar, eski yaklaşımlardaki adıyla i- deler aracılığıyla kavrıyorsa ya da onlar aracılığıyla yansıtıyorsa, bu kavramların ya da idelerin kuruluşu nasıl gerçekleşmektedir? Kısaca kavram nedir ve nasıl oluşur, kurulur sorula- n, düşünenin önünde duran en önemli sorular durumundadır. [Daha önce bu konu üzerinde durulmuştur. (I, l.)j Varolan kavramını irdeleme, düşüneni, düşünmeyi incelemeye ve ardından da bu alanda yeralan kavramı bir varolan olarak yeniden ele almaya götürür. Başka deyişle, bir yandan, varolanı anlamak için kavramı açık kılmaya, öte yandan da kavramı anlamak için, ona daha açık seçik bir tasanm kazandırabilmek için onu, düşünme alanında varolan bir yapı olarak ele almaya gerek vardır. Varolana ilişkin olarak her düşünenin bir kavramı vardır ve kavram da bir tür varolandır. İster dışdünyada, ister düşünmede, ister dilde olsun, kavram, varolanı kavrama, anlama bakım ından düşünmenin sahip olduğu en önemli araçtır. Daha önce de görüldüğü gibi, kavram oluşma bakımından düşünmede yerini alır, ancak ile- tilebilm esi dille mümkün olur; dile büründüğü anda da yer yer düşünce çoğun da terim olarak değerlendirilir. Kavramın düşünsel, zihinsel olduğu gerçeği artık tüm düşünenlerin benimsediği bir gerçektir. Ancak, oluşturulduğu alanın düşünme olması onun salt bireysellik, öznellik çizgisinde kaldığı, hatta kalması gerektiği anlamına gelmez; bu yönüyle imgeden ayrılır ama imgelerin başkalarına geçirilmesinin, aktarılmasının da kurucu öğesi olur. Kavram, olası her türlü anlama ve anlaşmanın, anlatmanın, anlaşılmanın vazgeçilmez öğesi durumundadır; anlaşma, anlatma, anlaşılm a düzlem leri neye ilişkin olursa olsun, bu böyledir. Çünkü bu düzlemler, iletişim kurulması amaçlanan kişide imgeler yaratma aracılığıyla ama y i

      44 ne de yaratılm ası amaçlanan imgeler, vaktiyle oluşiuıulm uş kavramlarla anlamlı olabilir olabileceği gibi, nesnel bir bilgiyi. bir düşünceyi, dile dökülm üş bir düşünmeyi aktarına aracılığıyla da olabilir. Anlatılan: bir düş. bir tasarı, bir bilimsel bilgi de olabilir, bir deney, bir gözlem sonucu da olabilir. Bütün bunları anlamlı kılm anın, anlatmanın, anlaşılma şansını nıhbilimsel bir öge olarak da olsa elde etmenin ve anlaşmanın onsuz olunmaz koşulu, bütün bu düzlemlerde oluşturulan kavramlardır, yani düşünsel bir varolan olarak, düşünmede yer alan bir varolan olarak kavramdır: her türlü varolana ilişkin çerçevedir ve bu çerçeve de düşünme alanındadır. Düşünme alanı bir kavram deposu gibidir. Dil alanına geçmeyen, dilde dile getirilm eyen kavramlar, çerçeveler özneldir; hatta bulanıktır. Öznellikten, bulanıklıktan sıyrılma dil dizgesiyle olanaklıdır. Kavram başkalarına iletilebilm e durumunda dilsel olmak zorundadır; her kavramın bir adı vardır. Kavram lann zihinde nasıl oluştukları bir bakıma ruhbilimin konusudur. Düşüneni felsefece ilgilendiren yön. kavramların dışdiinyadaki varolanla olduğu gibi dilsel olanla da iletilebilm e bakımından bağlantılı olduğu ve yine dilde kendini nesnelleştiren, özneleıarası duruma gelen tanımlar, açıklamalar aracılığıyla tam varlığını kazandığıdır. Kavram tanımları, açıklamaları dilde yer alır: ama bu dilsel yapının anlamsal kökenleri doğıudan düşünmeye, dolaylı olarak da dışdünvadaki varolana bağlıdır. Düşünme, kavram aracılığıyla her türlü varolanı (dışdünyada. düşünmede, dilde) yeniden kurar. Burada edilgin bir yansıtma ya da saydamlık, geçirgenlik söz konusu değildir. Dışdünya, düşünmede etkin bir biçimde yeniden kurulur. Her filozof işte bu kuruluşun ne türden olduğunu arama çabasındadır. Kavram, salt düşünmenin alanı içinde kaldığı sürece lam anlamıyla özneldir: dilde anlatımını bulduğunda ancak nesneleşebilir ve nesnelleşme olanağını elde edebilir. Kavram sade

      45 ce dilde olmaz; kavramın asıl oluştuğu ortam düşünme ortamıdır; ama dışdünya ve dil bu oluşuma yardım eder ve aynca oluşumun özneleraıası lıale gelmesini de yine dil sağlar. Yoksa. kavram ne dışdünyadadır doğrudan ne de salt dildedir. Felsefede yüzyıllar boyu süren bir tartışma açılm ıştır bu bağlamda: Tümeller tartışması. (Klasik dile getirilişiyle, tümel (genel kavram) nesneden önce mi. nesnede mi, nesneden sonra mı?) (28) Ama tartışmanın yeni boyutu şu sorulardadır: Kavramlar düşünmenin dışında mı. düşünmede mi yoksa dilde mi? Kavram görüldüğü gibi, hep etkin olan zihnin alanı içinde oluşan bir yapı: ama bu oluşumda malzemeyi dışdünya, nesneler dünyası hatta, dile dökülm ekle aruk nesneleşmiş düşünmeler yani düşünceler de verebilir. Başkalannın düşünceleri, düşünmede yeni yeni kavramların oluşmasına yol açabilir. Kavram ların zenginleşmesi böylece sağlanabilir büyük ölçüde. Düşünmede, düşünme alanında varolan her türlü yapı, önünde sonunda birtakım kavramlara götürülebilir. Ö yle ki başkalannın nesneleşmiş imgeleri de yine başka bir öznedeki düşünendeki, zihindeki kavramsal oluşumlar aracılığıyla anlaşılabilir. Buradan hemen bilgibilimsel bir yapıya uzanmak gerektiği ortaya çıkabilir: Bilm e, varolanı (ne türlü olursa olsun) bilme nasıl gerçekleşiyor? Kavramlar aracılığıyla gerçekleşiyor. Tüm duyu organlarına sunulan yapıların kavranmasının, anlaşılm asının, anlaşılır kılınm asının ilk koşulu, bütün bunları anlamlı kılacak çerçevelerin daha baştan düşünende bulunmasına bağlıdır, kimi filozoflann, kimi bilimsel başarıların ve sanatsal etkinliklerin hâlâ kimi kültür çevrelerince anlaşılıyor olamamasının temel nedeni budur. Ö yleyse bu anlamda kavramların zihinde olduğu savı bir kez daha kendine haklı bir açıklama biçimi bulmaktadır. Yalın bir anlatımla, görülen, kendisinin varlığından şu ya da bu şekilde haberdar olunan heışeyin anlam lı kılınabilm esi için bir çerçeveye bir

      46 önbelirlem e aracına gereksinim vardır; işte bu çerçeve de kavramdan başka bir şey değildir. Her nasılsa, şöyle ya da böyle elde edilm iş olan bu çerçeveler, her türlü yapıyı, düşünmeye, ziline, hiçbir felsefi yükü gözönünde şim dilik tutulmadan denecek olursa, anlayış yetisinin yöneldiği her türlü varolanı anlamlı kılmanın ön koşulu, biricik koşulu, işte bu kavramsal yapılardır. Bütün filozoflar da temelde bu yapıya ağırlık vermişlerdir. Çünkü, zihnin bir tabula rasa olduğu savı nereye kadar götii- rülebilir? Aynca burada şu ince aynma dikkat etmek gerekir: "Zihin bir tabula rasadır" değil, "Zihin bir tabula rasa gibidir" denmektedir aslında. Bu iki dile getiriş arasında özce çok büyük fark vardır. Öyleyse bu sav, ilk haliyle sonuna dek tutarlı bir biçim de savunulamaz. Öte yandan, doğuştan ideler anlayışı da sonuna dek tutarlı bir biçimde savunulamaz. Birinci, katı bir tutum olarak belirlendiğinde, yeni bilgi elde etme olanağını ortadan kaldırır; İkincisi ise belli birtakım bilgilerin dışında yeni bilgi elde etme olanaklarını ortadan kaldırabilir ; ya da tam bir bilgi olmasa bile, bilgi elde etmeye yol açan yeni çerçevelerin oluşumunu engeller. Çünkü bir kez bu çerçeveler kurulmuştur; artık başka yeni çerçeveye gerek yoktur, kurulmasına olanak da yoktur; çıkış yolu mutlak bir özneyi benimsemek olacaktır; ancak onun isteğiyle insan yeni bilgiler elde edebilme olanağına sahip olacaktır. Birinci durumda, düşünme, zihin tam anlam ıyla edilgindir; ikinci duıumda ise zihin yetkin öznenin egemenliği alündadır. Zihnin işleyişine ilişkin bütün çözümlemeler, ileri sürülen çözüm denem eleri, şu ya da bu biçimde ortaya konmasına karşın, zihin yine kendi doğrultusunda ilerliyor. Düşünmenin kendi kendisini çözümleme çabasında, düşünen kişinin yapması gereken başka iş, hatta en yolaçıcı olanı, her türlü düşünme etkinliğini kuşatıcı yönleri ele alması olacaktır.

      47 Nasıl oluyor da dışdiinyayı bilebiliyoruz: "bunun, bu b ilmenin koşulları nelerdir?" sorusu düşüneni hep uğraştıracak ve sonsuzcasına çözüm denemesi oluşacaktır bu konuya ilişkin olarak ya da çözüm denemelerinde düşünenden, düşünme. zihin boy-utuna özellikle ağırlık vermesi istenmektedir. Burada artık dışdünyadaki varolan boyutu ile dil yine onsuz olunamaz yardım cı öğeler durumundadır. Dışdünyanın en yalın varlıksal öğeleri kavramlanmızı kurmada yer yer özneye yardım cı olurken, dil de onları nesneleştirmek ve nes- nelleştirmekte ona yardımcı olmaktadır. Biraz önce, düşünme alanındaki asıl, temel yapının kavramsal yapı olduğu ileri sürülmüştü. Kavramların dışındaki çeşitli imgelerin, düşgücünün ürünlerinin de kavramların dışında ama onlann katkısıyla varolduğu ileri sürülebilir. Düşgücünün ürünü olan yapılar son derece özneldir. Ama biraz daha dikkatli düşünülürse, tüm kavramların da yine öznel olduğu sonucuna varılabilir. Düşgücünün, im gelem in ürünleri de başkalarına şu ya da bu şekilde aktarıhıbildiği sürece, anlaşılma olanağını elde edebilirler; ama mutlaka anlaşılırlar demek değildir bu kesinlikle. D il sanatlarıyla iş gören biri dille; teknik tasarımcı çeşitli malzemeyle, bir mimar ilkin planıyla, ardından da çok çeşitli malzemelerle oluşturduğu mimari yapıtıyla, bir ressam renk ve çizgilerle ve son yıllarda denendiği gibi çok çeşitli malzemeyle başkalarının düşünme gücünün önüne, kendi düşgücünün ürünlerini serebilir. Başkalarının düşüncelerini kavramanın, anlamanın yolu da ortak kavramlara sahip olmaktan geçer. Bir düşünceyi anlayamamanın, anlamama ya da anlaşamamanın temeli ortak kavramları olmamadır. Hiç kuşkusuz bu sürecin gerçekleşmesinde dilin, çok ayrıntılı araştırmaları içerecek rolü üzerinde durmak gerekmektedir. Platon (diğerleri yanında özellikle Kratylos ve Sofist), Aristoteles (Organon), kimi Ortaçağ filozofian, Abelardus (Dialéctica), W illiam Ockham (Summa Logl-

      48 cae) bıı konudaki sorunları çözümlemeyi amaçlamış Locke öncesi filo/ollardır. Herhangi bir düşünme edimi [aralından oluşturulmuş bir kavram, bir süre sonra öğretme yoluyla başkalarına iletilebilir. İnsan öğrenen bir vgrlık olarak, iletişim kurulabilen bir varlık olarak, bu yeni işgöıücii çerçeveleri başka insanlardan edinebilir. Günlük yaşamdan başlayarak, bilimde, felsefede, sanatta. politikada bunlar da günlük yaşamla içiçedir birçok bakım dan işleyişin bu türden olduğu saptanabilir. Öyleyse çokça dendiği gibi, ileri sürüldüğü gibi, kavramsal işleyiş, kavramlara duyulan gereksinim sadece bilime ve felsefeye özgü değildir; yaşamın tüm yörelerinin vazgeçilmez bir temeli durumundadır kavrama çerçeveleri yani kavramlar. Düşünme dünyası yaratılan kavramlarla kurulur, yaratılan kavramlarla bilim, felsefe, sanat, mitoloji, din kurulur; bütün bunlar da insan dünyasının özniteliklerini oluştururlar. Bilim lerde sürekli olarak oluşturulan kavrayış modelleri, günümüzde çok yaygın olan bir deyişle paradigm alar, yeni kavrama çerçevelerinden, kavramlardan başka bir şey değildir. Felsefe, anlam ın asıl taşıyıcısı olarak kavramları inceler: söylemin özgül niteliğine göre de kimi kavramlar daha da öncelik kazanır. Platon&#;un &#;Idea&#; terim ve kavramına bu denli önem verişi rastlantı değildir. Thomas Aquinas, Duns Scolus &#;varlık&#; terim ve kavramı üzerinde boşuna dunnuş değildir J. P. Sartre için &#;varoluş&#;, &#;varlık&#; (kendinde varlık, kendisi için, başkalan için varlık) terim ve kavramlan sıradan bir nitelik taşımaz. Kavramlarla filozofun kurduğu ilişki, kimi kavramları başkalaıma yeğlemesi, o kavramların filozofun felsefi söyle minin özniteliğini oluştıırmasından/oluşturmalanndaıi d o la n dır. Genel bir bakış açısıyla, felsefede kimi zaman &#;varlık&#; ve &#;varlık&#;a akraba kavramlar, kimi zaman &#;düşünme&#; ve yakın kavramları kimi zaman da &#;dil&#; ve yakın kavramları ağıılıseafoodplus.info duyumsatmalardır.

      49 Kavram lar, başkalarına iletilm e olanağını dilde bulurlar: kavramlar dilde nesneleşebilirler. Ancak kavramların nesnelleşme süreci çoğun gerçekleşmez; nesnelleşme tam anlamıyla olmasa bile, büyük ölçüde bilim de söz konusudur: felsefede ve özellikle sanatta nesnelleşme hemen hemen olanaksız gibidir. Tem eli bilme değil de inanma edim ine dayalı olduğu için dinde büyük ölçüde, kavramlar&#; anlaşılm aları bakımından, nesnelleşebilm eleri bakım ından daha iyi konumdadırlar. Ancak, din düşünme edimine konu olduğunda, sorgulama edim lerine konu olduğunda durum değişir; artık ortak anlama, kavrama çerçeveleri ortadan kalkar. (Ortaçağdaki tannbilim sel felsefenin düştüğü açmaz tam da bu noktada haklı bir açıklam a biçim i kazanır. Dinde sorgulama, ortak kavrayış çerçevelerinin büyük ölçüde kınlması, yıkılması demektir. işte bu temel nedenden ötürüdür ki çoğun, din alanında gerçekleştirilmeye çalışılan ussal sorgulamalar başansız- lıkla sonuçlanır; dinle olan ilişkilerinde köktenci tutumu benimseyenler zaten böyle bir çabayı hiçbir zaman hoş görmezler.) Kavramlar, anlamı taşıyan bilişsel çerçeveler olarak nesne- leşme ve kimi zaman nesnelleşme olanağını dilde bulduklan- na göre, bilişsel her türlü etkinlik dildedir denebilir. Dil, büyük ölçüde kavramları dile getiren bir yapı olduğuna göre, &#;söylem 1haline gelmiş olan dil iletişim aracı da olduğundan düşünmedeki, bir başka düşünendeki öznedeki kavramları boşandırır, harekete geçirtir. Dışdünyadaki nesneler de düşünme alanındaki kavramı kavram ları bilinç alanına geçirir. Aristoteles&#;teki ve felsefî söylemini büyük ölçüde Aristoteles&#;in söylemine bağlı olarak kuran Thomas Aquinas&#;taki intellectus possibilis (29), intellectus agens (30) kavrayışı bunu en iyi biçim de dile getirir, intellectus possibilis, bir kavram deposu gibidir; intellectus agens aracılığıyla bu depoya bir işlerlik kazandırılmaktadır.

      50 Tanıma denilen aılıbilim sel ve bilişsel olgu, her türlü düzlem deki dışdünyadaki, düşünmedeki, dildeki varolana ilişkin kavramın, kavrama çerçevesinin harekete geçirilm esidir. Özne, düşünen varlık (31) sadece görerek, doğrudan nesneyle ilgili bir tanımayı gerçekleştirseydi; sadece gösterme edimine dayalı olarak varolana ilişkin bir tanımayı başarabilirdi; sadece gösterilebilenlere ilişkin bilgileri olurdu düşünenin. Oysa çoğun durum böyle değildir, doğrudan görülmeyenlere ilişkin olarak da bilgisel bir etkinlik içine girildiğine, girilebildiğine göre, büyük ölçüde dilsel düzlem aracılığıyla doğrudan somut nesnenin kendisine değil, nesneye ilişkin kavrama yönelme ve onun imlenişi söz konusudur. En doğal tavırla, somut bir nesnenin tanınması bile, nesneye ilişkin kavram aracılığıyla gerçekleşmektedir. Dışdünyadaki varolanlar, hatta her türlü varolan, kendilerine ilişkin kavramların oluşturduklan sonsuz çeşitteki biraraya gelmeler, birleşm eler aracılığıyla kavranabilirler. Her türlü yeni oluşum, kavramlararası ilişkilerde kendini belli eder. Tıpkı Locke&#;un karmaşık ideleri (32) gibi. Nesneler, diğer nesnelerle bağlantı içinde kendilerini düşünene sunarlar; her türlü ilişkiden sıynlmış, kopartılmış, bağımsız nesne yoktur W ittgenstein&#;ın ileri sürdüğü gibi; (33) nesne, diğer nesnelerle bağlantı içinde &#;vardır&#;; onlara ilişkin bilgiler ise ancak yine onlara ilişkin kavramlar aracılığıyla elde edilir. Öyleyse, nesneler ve her türlü varolan kendilerine ilişkin kavramlarla &#;bilinirler.&#; Kavram ile dışdünyadaki nesneler, olgular arasındaki ilişkide, gerçekten de kimi kavramlann dışdünyada geri gittiği, başvurduğu, imlediği bir nesnesi olmayan kavramlar, salt zihinsel varolanlar, hayalgücünün ürünleri nasıl anlamlı kılınacaklardır? Bütün bu yapılar ne ifade edeceklerdir? Başka deyişle, kavram yani salt zihinsel, düşünsel boyutla, anlam ve nesne ilişkilerinde durum ne olacaktır? Bir dilsel yapının anlamı, mutlaka onun nesnesi mi olacaktır? Başka bir çözüm de

      51 nemesi daha olabilecek midir? Dilsel ifadenin, örneğin adın anlam ı ile nesnesi ayrışacak mıdır? Yoksa adın anlamı yok mudur? Anlam farklılıklarının, başka bir deyişle farklı anlamlan oluşturmanın dayanağı kavramsal yön mü olacaktır? Kavramın anlamı doğrudan dışdünyaya mı dayandınlacaktır? Dikkat edilirse, bu soruların hepsi düşüneni şu temel soruya götürecektir: Anlamlar nesnede midir, zihinde midir; dilde midir sorusu. Şim dilik şu kadarını söylemekte yarar vardır: Anlam söz konusu olduğunda, varolan tasanmını genişletmek, düşünenin önünde çok geniş bir alan açacaktır; anlamın yerine göre dilde, yerine göre düşünmede, yerine göre de dışdünyada varolacağı ileri sürülebilecektir. Ama burada izlenecek yol, anlamın düşünme alanında odaklandığına ilişkindir; bu anlayışa göre, dil ve nesne alanı anlamı oluşturmada sadece ve sadece aracı ortamlardır; asıl söz konusu olan bu aracı ortamlann düşünme edimiyle şu ya da bu biçimde değerlendirilişidir. Daha sonra da görüleceği gibi, birşeyi işte o yapan onun anlamıdır. / Dilde Varolan G üçlüklerin ağırlıklı bir biçim de duyumsandığı alan dil alanıdır; dilde varolanları üç öbekte ele almak olanaklıdır: Dilde varolanlann birinci öbeğini oluşturanlar, imlemini, kavram aracılığıyla dışdünyada bulan yapılardır; ikinci öbeği oluşturanların imlemi salt düşünmede yer alır; üçüncü öbeği ise salt dilin kuruluşunda yeralan yapılar oluşturur. Bu sonuncu öğeler, dilsel anlatım ların bağlam larını belirginleştirirler. Örneğin "kalem" terimi imlemini dışdünyada bulur; ancak "bu kalem" dendiğinde de &#;şimdi ve burada1bulunan, öznenin algıladığı bir kalem söz konusudur; ama "bu" nerededir? "Bu"

      52 sadece dilde var: onun dışdünyada bir imlemi söz konusu değildir. Gramer-mantık yapısını kuran bütün terimler, eskilerin deyişiyle sinkategoremetik (34) terimler sadece dilde vardır: dile biçim ini veren bunlardır. Hangi sinkategoıematik terimin dışdünyada dolaylı olarak imlediği bir nesnesi vardır? "Eğer", "tüm", "ise", "ve". "veya"m n dışdünyada imlediği bir nesnesi var mıdır? Dilbilgisi terimleri, dildeki mantıksal kuruluşların oluşmasını sağlar; dil aracılığıyla ve özellikle dildeki bu öğeler aracılığıyla, iletişim sağlanabilir. Dil salt kategoremalik terimlerden oluşsaydı, iletişim olgusu çok genel çizgilerle ancak belirebilirdi. Sinkategorematik terimler, imlemini dışdünyada ya da düşünmede bulan kavramların dile getirilişi olan terimler kategorematik terimler (34) arasında bağlantı kurarlar. Bu tür terimlerin bağlı olduğu herhangi bir dış gerçeklik yoktur. Bunlar dilbilgisel kavrayışlara, dilin mantıksal-dilbilgisel yapılanışına ilişkin kavramlara bağlı olarak dilin fiziksel niteliğinden (ses) yararlanarak kendilerini gösterirler; kimi zaman da sadece yazıya ilişkin birer im olarak da işlevlerini yerine getirirler. Nokta, virgül ve diğer noktalama imleri için durum İkiyledir. Son derece önemli işlevleri yerine getiren bu yapıların hiçbir şekilde bağlı olduğu bir dış gerçeklik yoktur; tıpkı matematiğin kurucu nesneleri gibidir bunlar; tümüyle işlevsel ve biçim seldirler. Düşünen varlık söylem ini kurmak üzere dili, dilsel gerçekliği her nasılsa öğrenirken bunların kullanımına, işlevlerine ilişkin kavrayışları da zamanla elde eder. Sinkategorem atik terimler dışdünyada varolanlara ilişkin kavramların ya da salt zihinde varolanlara ilişkin tasarımların dile bürünmelerinde, anlamlı olarak biraraya gelmelerini sağlamada kullanılırlar; dilin bileşik, karmaşık bir yapı kazanmasını sağlarlar. Dilin biçimsel olarak tam bir kuruluşu, bu türden öğeler arasındaki ilişkilerin belirlenişiyle ilgilidir. Ayrıca simgesel, matematiksel mantık da bu türden terimler sayesin

      53 de kurulur. Sinkategorematik terimler olmadığı takdirde, dil. kavramların yalın, sıradan bir yansıması olarak kalacaktır; anlam katları olmayacak, iletişim kunılaıııayacaktır. Bu terimler olmadığında, anlamsal zenginlikler gerçekleşemeyecektir; aynca dil bir biçim olarak ortaya çıkamayacaktır; hatta dil olmayacaktır. D ilin zenginliği, dilde varolanlann, düşünmede ve dışdünyada varolanlar arasında yoğun ilişki ağlan kurmasıyla ancak mümkündür. D ilin zenginliği, kurulabilm e olanağı olan her türlü biçimsel ilişkiyi içermesidir; tüm biçimsel gizilgücü dil, içinde taşır; ancak söylem ya da söylemler bunlann bir bölümünü gerçekleştirir. D ilin tüm biçim sel olanaklannı bir tek söylem gerçekleştiremez. Her söylemin yaratıcısı, yapıcısı düşünen tek bir öznedir. Ama tümüyle dili karşılayan bir öznenin varlığı mümkün değildir. Tek bir özne, varolan, dil, düşünme arasındaki ilişkiyi, ilişkileri kendince kurar ve bunu ancak söyleminde dile getirir, somutlaştınr. Dil, dışdünyada varolanları dolaylı, zihinde varolanları doğrudan yansıtır. Aslında dışdünyada varolanlara ilişkin olarak her nasılsa elde edilmiş olan kavramlar, dilde yerini bulur. Bu bağlamda imgelemin ürünleri dilde son derece öznel bir biçimde yer alırlar; dil artık burada söylem olarak kendini sunar. İmgelemin ürünleri olan yapılar, dışdünyadaki varolanla birebir ilişki içinde değildirler; bunların imlemleri dışdünyanın gerçeği ile birebir ilişki içinde değildir. Bu bağlamda onlar büyük ölçüde dilsel olarak &#;varolurlar&#;. Roman, şiir dilde vardır ve şiire doğaı gidildikçe dilsellik oranı daha çok artar. Romanın, şiirin söylem ini bireysel d ilin i doğrulayabilecek herhangi bir imlemi dışdünyada bulmak mümkün değildir. Dışdünyanın öğeleri romanın belki de şiirin çok temel, henüz işlenmemiş, ham malzemesini oluşturabilirler. Romanın, şiirin bireysel dilinin söyleminin doğrulanmaya gereksinimi de yoktur bu, tarihsel roman için bile böyledir. Roman kendini

      54 kurarken, dışdünyanın öğelerini yalın bir biçimde aracı ortam olarak alır; onları malzeme olarak kullanır sadece. Romanda ve şiirde dil, son derece bireysel, özgül söylemlerin ortaya çıkışını sağlayabilir. Söylem bir bakıma, dışdünyada, düşünmede ve dilde varolanlar arasındaki ilişkilerden oluşur ve bu bağlamda da salt dilde varolanlar herhangi bir söylemin oluşmasının yeterli koşulu değildir. D ilin biçim sel olarak bireye sunduğu sonsuz olanaklardan anlamlı bir söylem oluşturabilmeyi asıl sağlayan yön zihinsel yön, kavramsal temel yapıdır. Herhangi bir sesi duyan kişi, bu sese bir anlam yükler; başka deyişle bu ses, sesi duyanın zihnindeki herhangi bir kavramı boşandınr, harekete geçirir. Dolayısıyla, biraraya gelmiş olan seslere, dinleyenin verdiği anlamın kökeni ne doğrudan dil alanıdır ne de dışdünyada varolanların oluşturduğu alandır. Bu alan yani anlam alanı, doğrudan zihinle ilgilidir. İşitilen ses, zihindeki herhangi bir kavrayışa, kavrama bağlanmıyorsa, sıradan bir ses olmaktan öteye gidemez; hiçbir anlam taşımaz; dilsel bir gösterge olamaz. Çünkü F. de Saussure&#;ün diliyle denecek olursa, bir işitme imgesi ile bir kavram birbirine bağlanmamıştır. Bir inleyenle (gösterenle), imlenen (gösterilen) biraraya gelmemiştir. (35) Dil, dışdünyadaki varolanla dolaylı, zihindeki varolanla doğrudan ilişki kurar ve düşünenin tasanmlannı, tasarlayış biçim lerini söylem olarak yansıtmasında, yeniden kurmasında aracılık eder. Dışdünyadaki varolan, düşünmede ve dilde varolan, bir biçim olarak ve dilin kendisi söylemin aracı ortamıdır; söylem bunlaıın dolayımında kurulur, oluşturulur. Dilsel varolan kendini her zaman bir tümce kalıbında ortaya koyar; temel kuruluş birimi tümcedir. Tümce kimi zaman bir önerme (36) olarak kendini gösterir. Tek bir sözcüklük deyişlerin arkasında bile hep bir tümce vardır. İnsanlar, salt yalın yapılarla, deyişlerle, dilbilgisi ilişkilerinden soyutlanmış

      55 yapılarla konuşmazlar. Konuşan, söylem üreten bir varlık olarak insan, tam, belirgin bir biçimde dile dökmese bile, hatta birine seslenişinde bile temelde bir tümce kurar ve dilbilgisine ilişkin öğeleri kurduğu bu yapıya katar. Bu öğeler her söylemin olanağını içinde banndıran ortak dilin vazgeçilmez öğeleridir. Bu öğeler çoğun örtük biçimde de olsa aslında her konuşan bir tümce kurmaktadır. Daha önce de belirtildiği gibi dil, herşeyden önce, düşünenin zihinsel tasarımlarını yansıtan, dile getiren bir varolan alanıdır. İletişim i sağlamada en önemli aracı ortamlardan biridir dilsel varolan alanı. Ancak dil gerekli koşuldur ama, yeterli midir? İletişimin oluşması için dilsel göstergelerin ortak kavramsal alanlarla bağ kurucu bir nitelikte belirmesi gerekmektedir. Asıl iletişim, temelde, zihinsel planda kurulmaktadır. İletişim dil alanına geçirilir, geçirilebilir; ama aslında iletişim düşünme alanında, kavramlann oluşturulduğu alanda kurulur. Gösterimsel olarak da iletişim dilde, dil alanında kurulur. İletişimde dil dolayımı, iletişim olgusunun gerekli ama yeterli olmayan koşuludur; iletişim in yeterli koşulu ise zihinsel düzlemde kendini gösterir. Ancak iletişim olgusunun gerçekleşmesinde düşünme ve dil düşünce birlikteliği asıl bağlamı oluştu nar ve düşünme ile dilde varolanlar birbirinden ayrılmaz bir birliktelik kurarlar. Dil ve düşünme alanında varolanların bütünlüğü, birlikteliği birbirini yansıtıyor oluşu iletişimin gerçekleştiği temel, aynı zamanda ortak bir zemindir. İletişim in yeterli koşulu ortak kavramlar ve tasanmlardır; gerekli koşulu ise dil dolayım ıdır. Felsefi söylemde tam bir iletişim daha önce de dile getirildiği gibi, iletişimse! nitelikte bir nesnelik söz konusu değildir. Felsefe ancak çeşitli boyutlardaki ve türlerdeki nesnelliklerin iletişim ortam larının koşullannı araştınr; kendisinde böyle bir yapı mevcut değildir. Felsefe dışında hiçbir bilgi dalı, nesnel oluşum, iletişim kur

      56 manın koşullarının neler olduğunu soru konusu yapmaz: nesnelliğin neliğini, koşullarını araştıran, soru konusu edinen ise sadece felsefedir. Aslında felsefe II. Bölüm &#;de de aynntılı olarak gösterilmeye çalışılacağı gibi, hiçbir varolan alanını doğrudan incelemez: onlar arasındaki ilişkileri ve onlan o yapanı anlam bağlamında söz konusu edinir. Varolana ilişkin tasarım, varolan kavramı üç boyutta dışdünya, düşünme, dil boyutunda ele alındıktan sonra bir varolan olarak felsefi söylemin neliği konusunda geçilebilir. Bu yaklaşımdan da hemen anlaşılacağı gibi, bir varolan olarak felsefi söylem söylem olarak varolan felsefenin ve onun öznitelikleri burada ele alınacaktır.

      57 BÖLÜM

      58

      59 Felsefe de birçok düşünsel ve bilgisel etkinlik gibi kendini dilde sunar; bilim de, sanat da büyük ölçüde dilde sunulur. Burada dil denince doğal dil anlaşılmalıdır. (37) Ancak felsefe dilde bir söylem olarak beliriyor; çok çeşitlilik içinde kendini gösteriyor. Ama tüm bu çokçeşitliliğe karşın, felsefe özce yine de bir birlik gösteriyor; işte onun bir söylem olarak neliği, öznitelikleri, onu o yapanlar &#;konusu&#;, &#;konusuna bakışı&#;, &#;konusunu dile getiri&#;şinde kendini gösteriyor. Herşeyi konu edinebilen felsefe, aynca kendini de konu edinebiliyor. Felsefe, bilime de, sanata da niteliklerini onaya koyabilme amacıyla sorular yöneltebiliyor. Ama, ne bilim ne de sanat böyle bir işlevi üstleniyor; bilim de sanat da kendini sorgulama etkinliğini gerçekleştiremiyor. Felsefe ise, kendini sorguluyor ama sorguladıklarının yanında ve dilden de öte bir söylem olarak, birçok ayncalıklı yönleriyle ortaya çıkıyor. "Söylem " nedir? "&#;Söylem &#; sözcüğü, oldukça geniş bir kavramsal içeriğe sahip: burada söz konusu olan, felsefenin kendisi, her şeyiyle felsefe; konusuyla, benimsediği yöntem ya da yöntemlerle; bakış açısıyla ve somut olarak dile getirilişiyle, daha önceki zaman boyutunda yer alan kendisiyle, herşeyiyle felsefenin kendisi. Söylem, felsefenin sadece dilsel yanı değil. Felsefe, konusuyla, konusuna yaklaşım ıyla, bu yaklaşımı dile getirişiyle bir bütün." (38) Öyleyse felsefe kendini bir söylem

      60 olarak sunuyor; bu da her felsefenin tekil oluşunu, öteki tekil söylemlerden ayrı oluşunu dalıa baştan belirgin bir biçim de gösteriyor. Her felsefenin bir söylem olarak belirmesine karşın, konu bakımından birtakım ortaklıkların kurulabilmesine, saptanabilmesine de olanak sağlayıcı kimi özelliklerin olduğu gözden kaçmıyor. Ayrıca yer yer üzerinde durulacağı gibi, felsefe beslendiği kaynaklar yönünden de kimi benzer özellikler taşıyabiliyor. Bu konuda hemen şu denebilir: Felsefenin beslendiği kaynakların kimisi bilimsel niteliktedir; kimisi de değildir. Felsefenin de bu çerçevede başka bir seçeneğinin olmadığı ortadadır. Bu bölümde ağırlıklı olarak, felsefeyi diğer düşünsel ve bilgisel etkinliklerden, söylemlerden ayrı kılan üç yön ele alınacaktır. Bu yönleri ortaya koymada b elirleyici üç sorudan yola çıkılacaktır. II. 1. Felsefe Neyi Konu Edinir? Felsefe; öncelikle varolan, düşünme ve dil arasındaki ilişkileri ve dolaylı olarak da. bu alanlann herbirini &#;kendince&#; inceleyen bir etkinliktir. Filozofların ortaya koyduğu düşünceler herşeyden önce, varolan, düşünme, dil arasındaki ilişkilerin incelenişine ilişkindir. Bu ilişkilerin incelenişi, çözümlenişi, hemen her filozofta bir özgünlük içinde, bir farklılıkla ortaya çıkar. Filozoflar bu ilişkileri çözümlerler ve bu çözümleme sürecinde, bu alanlar arasında varolduğunu ileri sürdükleri ilişkileri/ilişkisizlikleri, ikizli ya da üçüzlü yapılar içinde göstermeye çalışırlar: Kim i zaman bu alanlardan her birine farklı ağırlıklar verirler ya da bir alanı tümüyle diğerine/diğerlerine bağlamaya çalışırlar. İşte felsefenin söylemi, bu her üç alan arasındaki ilişkileri içerdiğine göre, daha baştan büyük bir zenginlikle ortaya çıkar.

      61 Daha önceki bölümde de dile getirildiği gibi, felsefece bakıldığında &#;varolan&#; son derece geniş kuşaiım lı olarak belirir. Bu nedenle de felsefe sadece &#;şunu&#; ya da &#;bunu&#; konu edinir denilemez. Felsefe her şeyi konu edinir; her varolan hangi bağlamda ve boyutta olursa olsun, felsefenin konusu olabilir. Ancak, varolan her şeyi konu edinebilmesi, felsefeyi öteki düşünsel etkinliklerden ayn bir yere koymayı yeterince sağlamaz. Her varolanın felsefesi yapılabilir; ama yine de sormaktan geri kalınamaz; felsefe varolanın hangi yönüne bakar? Felsefe varolanda neyi konu edinir? Felsefe varolanda neliği, varolanı varolan yapanı konu edinir. Bu &#;nelik&#; ya da &#;m ahiyet&#; adı verilen; başka bir deyişle bir şeyi &#;işte o&#; yapan nasıl yorumlanmıştır; nasıl değerlendirilmiştir felsefede? Felsefe, bütün dikkatini varolanı &#;işte o&#; yapan üzerinde yoğunlaştırır. Bu edimi, etkinliği gerçekleştiren de düşünenin, öznenin kendisinden başka biri örneğin mutlak ben, özne değildir; sonsuz söylem in olmasının nedeni de bir bakıma bu noktadır. Özne, düşünen başka herhangi bir öznenin mutlak öznenin güdümünde değildir. Her söylemin özgürlüğü dolayısıyla özgünlüğü yine burada temellenir. Bu bakımdan, felsefede neredeyse Filozof sayısı kadar farklı açıklama ortaya konmuştur; tümüyle felsefi söylem de bu tekil nitelikli söylemlerin toplamından başka bir şey değildir. Genel felsefi söylem aynı zamanda felsefenin tarihidir de; gerek tekil söylemlere, gerek genel felsefi söyleme ilişkin olarak yapılan değerlendirmeler de giderek, tümüyle felsefi söylemin öğelerini oluştururlar. Filozoflan büyük ölçüde birbirinden ayıran çoğun, &#; felsefede devrim &#; adı verilen kimi zaman kesitlerinde, felsefenin neliğine ilişkin olarak ileri sürdükleri görüşlerdir. Ama bu görüşler ne denli farklı bir biçimde ortaya çıkarsa çıksın, yine de bütün etkinliklerin ortak paydası, varolan, düşünme ve dil arasındaki ilişkilerin çözüm denemesi gibi görünmektedir.

      62 Felsefe dikkatini nerede yoğunlaştırır? Felsefe neye ilişkindir? Felsefedeki devrimlerin yaratıcısı, oluşturucusu durumunda olan filozoflar dışında pek azı bu sorunun doğrudan yanıtını verm eye girişmiştir. Varolan, düşünme, dil ilişkisinde varolandan yola çıkılması gerçeği üzerinde duran filozofların yanında ve zamanca bu filozoflardan sonra, (genel çizgileriyle büyük ölçüde Antikçağda ve yine bir ölçüde Ortaçağda) düşünmenin, öznenin, bilenin bizzat önemi üzerinde duran ve felsefeye bu yönlere ilişkin çözümlemelerle girmeye çabalayan fılozoflann öne çıkışı (Yeniçağda) felsefede devrim den başka bir şey değildir. Yine koşut olarak, özellikle yüzyılım ı zın başından itibaren, dilin önem kazanmasıyla, felsefe etkinliğinde dile ağırlık verilmesi, dil aracılığıyla, felsefenin kapısının aralanması yeni bir devrimsel dönüşümdür. İşte bu dönüşümlerde etkin rol oynayan filozofların (ilk akla gelen adlar sırasıyla, Platon, Aristoteles, Plotinos, Aquinas, Ockham, Bacon, Descartes, Locke, Kant, Husserl, W ittgenstein, Frege, Carnap, Reichenbaclı) dışındaki filozoflar, felsefi söylemin neliği üzerinde pek de doğrudan doğruya durmuş değillerdir; dolayısıyla istisnasız her filozofun felsefenin neliği konusunda kendince bir hesap verme eylem ine giriştiği söylenemez, ileri sürülemez; ancak bu hesap vermenin örtük bir biçimde varoluşu da onu yok saymaya neden olm am alıdır. Her filozof temelde örtük ya da açık bir biçimde bu konudaki düşüncelerini ortaya koyar. Üstelik burada şu noktayı da bir kez daha belirgince sergilemek gerekiyor: felsefi söylem onu oluşturanından soyutlanamaz; filozofun dilden biçimsel ortamdan öte bir söylem oluşturması bunun en açık kanıtıdır. Felsefe her dile getirilişinde bir özneye (filozofa) bağlı bir söylem olarak ortaya çıkar; dolayısıyla felsefe onu dile getireninden, bir söylem olarak üreteninden soyutlanamaz. Duyulur, algılanır dünyadaki varolanlar (görünüşler alanı, dışdünya, görünürdeki gerçeklik, gerçeklik, dünya, olgular

      63 alanı, fenomenler dünyası vb. terimler, hep duyulur, algılanır dünyadaki, özneyi kuşatan, öznenin dışındaki her türlü yapıyı imlemektedir; dolayısıyla bütün bu terimlerin/kavramların im- Iemi bir ve aynı yapıdır) üzerinde doğrudan konuşmak ve onları yine doğrudan olduğu kanısıyla belirlemeye çalışmak birçok filozof için yeterli olabilir mi? Genel felsefi söylem bir bakıma felsefe tarihi, birçok filozofun bununla yetinm ediğini göstermektedir. Bu türden varolanlan, duyulara kendini sunan tekil varlıkları, &#;işte o&#; yapanın, o tekil varlığın çoğun dışında ve kendini salt düşünmeye açan, ancak düşünme ile görülenen, kavranan bir şey olduğuna, tekil varlığı &#;işte o&#; yapanın bir öz olduğuna ilişkin birçok söylem beliriyor ve bu noktada, görünüş asıl gerçeklik karşıtlığını içeren düşünme biçimleri doğuyor. Bu türden görüşler en belirgin ilk temsilcisini Platon&#;un söyleminde buluyor. Ona göre bu onun söylemine göre bir şeyi, bir varolanı &#;işte o&#; yapan öyle bir yapıdır ki duyulur varlığı, tekil varlığı, tek tek varolanlan, duyulur nesneyi &#;işte o&#; yapandır. Bu, aynca o şeyin bilinmesini de sağlayan ilkedir: duyulur olan ancak onun aracılığıyla bilinebilir. Düşünülür olan, duyulur olanın hem &#;işte o&#; oluşunu sağlar, hem de bilinmesini sağlar. Bu noktada bilenle bilinen, bilenin bilmeye ilişkin yetisi gücü ile bilinenin bilinm esini sağlayan yan artık özdeşleşir. Öyleyse böyle bir söylem daha baştan, varlıksal kaygılar yanında, kişisel kaygılan da gündeme getirir: Bir şeyi &#;işte o&#; yapan şey bilindiği takdirde bir şey olarak, bir varolan olarak bilinmiş olur. Hiç kuşkusuz biliniyor olmasından önce, bu öz ilke, temel sayesinde varolmuş olur. Bir şeyi &#;işte o&#; yapanı bilenin, bilmesini sağlayan da yine onu &#;işte o&#; yapandır; ilkedir. Düşünme, bilm e ise, kendisi dışındaki tek tek varlıklan &#;işte o&#; yapanı anlama, kavrama gücüdür. Bilendeki ruh ve onun düşünen yanı akıllı yanı bilinendeki, bilinm eyi sağlayan yan ile özdeşleşir; özdeş olur. Akıl (nous), mhun bir bölümü olarak kendi tüıün

      64 den olanla eiclos. idea birleşir; düşünen ile düşünülen bütünleşir benzer açıklam alara Aristoteles&#;te de rastlamak olanaklıdır. Artık burada varlıkbilim sel sorunlarla, bilgibilim sel sorunlar içiçe girer; böylelikle bilgi sorunu Platon&#;da açık seçik bir biçimde önplana çıkar. Çünkü bir şeyi &#;işte o&#; yapan şey üzerinde durmak onu bilm eye çabalamaktan başka bir şey değildir. Bütün felsefi söyleminde insan ve dünyası ile ilgili her somya el atan Platon için bilinmeyene ilişkin bilinç ayrıca büyük bir önem taşır: "Hiç bilinmeyen bir şeyi araştırmak için, onu ne şekilde tasarlayacaksın? Diyelim ki bahtın oldu da iyi bir nokta buldun, bu noktanın o nesneye ait olduğunu nereden anlayacaksın."(39) İşte bu som Platon için son derece önemlidir. Düşünmenin, nesneler üzerine düşünmenin bu inceliği kazanabilmesi için sadece duyulara bel bağlamak ona göre hiç de yeterli değildir; benimsenecek bir tutum değildir. Çünkü duyular bize bilgi vermez.; duyular ancak sanılara vardırır. Düşünmenin duyularla yetinmemesi gerekir: "Nesnelere gözlerimle baksaydıııı onları duyularımdan biriyle kavramaya çalışsaydım. ruhumun bütün bütüne kör olmasından korkardım o zaman, fikirlere sığınmanın ve fikirlerin içinde nesnelerin hakikatini görmeye çalışmanın gerektiğine inanırdım."(40) diyen Sokrates gerçekten de nesnelerin hakikatini, ilkelerini, onları o yapanı incelemeye adar tüm felsefesini; felsefi söylemi salt bu adayışın serüvenidir. Platon, varolanı özü bakımından belirlem enin son derece zor olduğunu belirtir Soflst&#;le ( a). Öyle bazı kişiler vardır ki bunlar, görünür olanla yetinirler; kendilerini görünür olana ilişkin düşünceleri dile getirmekle yükümlü görürler: işle Sofistler bu tür düşüncelerin yandaşıdır Platon&#;a göre; dolayısıyla Sofist ile Filozof, tam da karşıt bakış açılarının temsilcileridir. Sofistler varolanın özünü araştırmaktansa, görünüşle yetinmeyi ve bilgilerini salt görünüşe dayandırmayı ilke edinmektedirler ve oluşturduklannı &#;dilin gücü&#; aracılığıyla insan-

      65 lan kandırmak üzere nesneleştinnektedirler ve ayrıca nesnelleştirmeye çalışmaktadırlar. Oysa filozof ve felsefe hiçbir zaman ve hiçbir biçimde, görünüşle yetinmez; varolanın özünü, onu o yapanı araştırmaya çalışır; hakikat olan bilgiye ulaşmak isler; amacı kesin bilgidir başka bir deyişle felsefenin amacı nesnelliktir Platon&#;a göre. Yine bu anlayışa göre felsefe, kişiden kişiye değişmeyen bilgi sunar. Filozof kesin bilgiye, tam anlam ıyla nesnel bilgiye ruh aracılığıyla ulaşır; sadece duyulur olanla kesinlikle yetinmez; çünkü salt duyulur olan varolanın özünü vermez. Varolanın özünü verecek olan, onun ancak akılla kavranır olan yanıdır. Akıl ancak kendi gibi olanı, akılla kavranabilir olanı kavrar; başka deyişle özü kavrar; işte düşünenle düşünülür olanın birlikteliği, özdeşliği de biraz önce bu anlamda kullanılm ıştır. Ruh, düşünmekle, akıllı olan yanı ile kendi gibi olan özü, varolanın akıllı yanını, varolanı varolan kılan yanı kavrayabilir ancak: "Ruh gerçekler hakkında bir bilgi edindiği vakit bunu düşünmekle elde etm iyor mu? Fakat ruh, kendisini, ne işitme, ne görme duyusu, ne acı, ne haz, hiçbir şey bulundurmadığı zaman daha iyi düşünür; böylece kendi içine çekilerek teni uzaklaştırır ve onunla her türlü ilişkiyi elden geldiği kadar keserek gerçeği kavramaya çalışır" (41). Daha önce de belirtildiği gibi varolanı bilmede salt duyulur olana, cisimsel olana bel bağlayanlarla, düşünülür olana bel bağlayanlar arasındaki savaşın dile getirildiği Soflst&#;te Platon. varolanı özü bakımından belirlemenin son derece zor olduğunu söylemektedir (Sofist, a). Kim ileri sadece görünür olan şeylerle yetinirler; bunlar için herhangi bir şeyin dokunulur ve görülür olması, varolması için yeterlidir, hatta bilinir olması için de. Oysa Platon&#;a göre durum hiç de böyle değildir. "() biz. bedenimiz sayesinde algı aracılığıyla oluş&#;la ortaklık içindeyiz; ruh sayesinde de düşünme aracılığıyla gerçek varolanla. Bu gerçek varolan sizin savınıza göre, her ha

      66 kımdan kendi kendisiyle aynıdır ve oluş&#;un sürekli değişimi sırasında o. daima aynı tarzda bulunur" (42). Filozofun ilgisi işte bu aynı tarzda kalana yöneliktir: "Sofist varolmayanın karanlığına sıvışır, orada oyalanmayı sever. Bu yerin karanlığıdır onu güç bilinir kılan (). Buna karşılık, varolan&#;ın idesini durmaksızın düşünme işine kendini kaptıran filozofta ise durum tam tersidir." (43) Yapılacak iş bundan böyle, varolanı işte o yapan ve üstelik onun dışında yer alan eidos&#;un kavranması, ardından da ifade edilmesi olacaktır. Burada artık salt akılla ilgili bir işlem söz konusudur: A kıl kendisi gibi olanı kavrayacak, kavramsal yapı, tümele ilişkin olan yapı dile getirilecek ve asıl bilgi de bundan başka bir şey olmayacaktır. Ancak Platon bir sonuca, sonsözü söylemiş olmanın rahatlığına ulaşmış gibi görünmüyor. Hep araştırılacak bir yan, belki de öz kalıyor ona göre. Kesin bilgi idealine ulaşmaktan hiç vazgeçmeyen, hatta elde ettiği bilginin başkalarınca da anlaşılmasını, başka akıllarca da kavranmasını isteyen Platon için bu ideale ulaşmanın ilk ve en önemli adımı, bir şeyi işte o yapanı yani onun eidos&#;unu kavramak olmaktadır. "() doğmamış ve yok olmayacak, içine hiçbir yabancı nesne kabul etmeyen, kendi de başka hiçbir şeyin içine girmeyen, gözle görülmeyen, bütün duygularla duyulmayan, yalnız kavram tarafından görülebilen değişmez bir şekli kabul etmek lazımdır." (44) Varolanı kavramak için "kendinden ve kendiliğinden güzel, iyi ve büyük ve bu gibi şeylerin varolduğunu kabul ederek bu noktadan hareket" edeceğini bildirir Sokıates Phaidon&#;da (45). Ayrıca da "() kendinde güzellik dışında bir güzel varsa, bu şey ancak bu kendinden güzelden bir şeyler aldığı için güzeldir" (46). Tüm felsefi söyleminde Platon, tekil varolan ile idea ilişkisini açıklamaya, anlaşılır kılmaya çalışmasına karşın, anlaşıla

      67 mayan birçok nokta olduğu da bilinmektedir ve yer yer Platon da bunları yapıtında dile getirmektedir: "Olanlann ideaları, kendinde varolanlar diye alındıkta ve her bir idea kendi başına bulunan bir şey olarak belirlendikte, bunlar ve bunların yanında pek çok başka güçlüklerin ortaya çıkması zorunlu1demiş Parmenides, &#;öyle ki bunları dinleyen biri çıkmaza girecek, idealaıın varolmadığını, varolsalar bile, onlann insan doğasınca bilinemez olmalarının büyük bir zorunluluk olduğunu ileri sürecek (). Elbette her şeyin bir cinsi, bir de kendisi, kendinde bir varlığı olduğunu anlamak iyice yetkin birinin işidir, ama bütün bunlan yeterince temellendirdikten sonra, bir başkasına öğretebilecek kişi daha da hayran olunacak biri olacak" (47). Burada Platon, kavramsal bilginin önemi üzerinde durmakla, bilginin öznelerarası olması gerektiği konusundaki isteğini de açıkça dile getirmektedir. Bir şeyin varolması ve üstelik bilinmesi de yetmiyor, bilinenlerin, bilgilerin başkalarına aktarılması da, başkalarına iletilebilm esi de son derece önemlidir. Platon bütün yapıtlarında hep yeni baştan sorunlara bakar gibidir; yazdıklannı bir türlü inandıncı bulamama kaygısını, sıkıntısını taşıyor gibidir: "Varolanı varolan yapan nedir?", "Varolanı varolan yapan nasıl bilinebilir?", "Bu bilindiği takdirde başkalanna nasıl aktarılabilir?", "Nesnellik nasıl sağlanabilir?" türünden sorularla Platon&#;un temel kaygılannı dile getirmek olanaklı gibi görünüyor. Başka bir deyişle Platon, öznel bilginin sınırlannın ötesine geçmek istiyor ve öznel bilgi ancak varolanın, tek tek varlıklann. nesnelerin &#;işte o olmalannı sağlayan bir temel, bir ilke, biçim, idea, eidos bulunduğunda, ona ulaşılıp dile getirildiğinde nesnelliğe kavuşabilecektir. Tekil varlığın temeli öylesine etkin bir şeydir ki o, tekil şeyin dışındadır, dışında olmalıdır; sanki içinde olursa bir ilke, bir biçim, bir neden olması mümkün olamayacak ve yine duyulur olanla kanşıyor gibi görünecektir; oysa o, salt düşünülür olandır;

      68 saf, katışıksız bir biçimde varolanın dışında, ama onu asıl varedendir: "Aynı adı verdiğimiz değişik nesneleri hep birden içine alan bir idea. bir kalıp alıyoaız () dünyada birçok sedir ve masa var () sedir ve masaların hepsi iki ideanın içine girer: Sedir ideası ve masa ideası" (48). Platon&#;un felsefi söylemi bir bakıma, felsefenin neliğine ilişkin bir söylemdir: Onun tüm felsefi yapıtı, felsefenin ona göre her şeyi, konu edinebilir oluşunun bir göstergesidir: konu edindiklerinde felsefe, konuyu ya da konuları işte o yapanın üzerinde durur: bu temel de. bu ilke de idea&#;dan eidos&#;tan başka bir şey değildir. Ona göre varolanın anlamının asıl taşıyıcısı da idea olmaktadır. İdea tekil varolanın nesnel bilgisinden başka bir şey olm ayan tanımın da asıl dayandığı ölçüttür: Platon tıpkı hocası Sokrates gibi düşünmeyi tanımlar üzerinde yoğunlaştırmaktadır. Aristoteles&#;e göre de düşünmeyi tanımlar üzerinde yoğunlaştıran ilk kişi Sokrates olmuştur. "Platon onun öğretisini kabul etti. Ancak ilk eğitimi, onu, bu tümelin duyusal şeylerden ayn bir düzene ait gerçeklikler içinde bulunması gerektiği düşüncesine götürdü. Bu nedenden dolayı, o, ortak tanımın herhangi bir duyusal şeyin tanımı olamayacağını savundu. Çünkü duyusal şeyler sürekli olarak değişmekteydi. Böylece o, bu diğer türden şeylere İdealar adını verdi. Duyusal şeylerin ayrı olduklarını ve adlarını onlardan aldıklarını söyledi. Çünkü şeyler kendileriyle aynı adı taşıyan ldealardan pay almak suretiyle varolmaktaydı" (49). Aristoteles&#;e göre "() diğer şeylerin ldealardan, bu &#;dan&#; deyim inin alışılagelen anlamlarından hiçbiri bakımından çıkması mümkün değildir, ldeaların modeller olduğunu ve diğer şeylerin onlardan pay aldığını söylemek de boş sözler sarfetmek ve şiirsel benzetmeler yapmaktan başka bir şey değildir" (50). Aristoteles&#;e göre bir şeyi işte o şey yapan, o şeyin içindedir, bu onun neliğidir ve tanımda dile gelendir, özüdür: "() bir varlığın mahiyeti, onun bireysel

      69 ve belirli özüdür () beyanları bir tanını olan şeylerin mahiyetleri vardır." (51). O rganon&#;da. Ruh Ü ze rin e &#;d e ve özellikle M etafîzik&#;te, varolanın asıl o oluşunu sağlayan yön üzerinde durulur ve dolayısıyla bilgiye büyük önem verildiğinden, o şeyi o şey yapanın kavranışı da büyük önem taşır. Bunu kavrayacak olan ruhtur, ruhun akıl yönüdür; zaten aıhu nah yapan da akıl yönüdür. bölümüdür. Aristoteles&#;e göre "her varlığın mahiyeti, onun özü, doğası gereği olduğu şeydir. Çünkü sen olman müzisyen olman değildir; çünkü sen doğan gereği müzisyen değilsin. O halde senin kendi doğan gereği olduğun şey senin mahiyetindir" (52). Aristoteles&#;e göre bir şeyi o şey yapan, o tekil varlıkta yer alan form&#;dur, eidos&#;tur, mahiyettir (neliktir). Tanımda dile gelen formdur, eidos&#;tur; dolayısıyla ancak tümelin tanımı vardır. "() yalnızca formun kısımları, beyanın (tanımın seafoodplus.info) kısımlarıdır ve ancak tümelin tanımı vardır. Çünkü dairenin mahiyeti ile ruh, bir ve aynı şeylerdir. O halde somut varlıklar, örneğin şu daire, yani ister duyusal, isterse akılsal (&#;akılsal daireler1 derken, örneğin matematiksel daireleri, &#;duyusal daireler&#; derken, örneğin tunç ve tahtadan daireleri kastediyorum) bireysel dairelerden biri söz konusu olduğu durumda, tanım yoktur. Onlar, sırasıyla sezgisel düşünce ve algı yardımıyla bilinirler." (53). Asıl bilgi olarak tekilin değil, genelin, tümelin bilgisini önplana alan Aristoteles&#;e göre, prote philosophia doğrudan, varolanı varolan kılana yönelmiştir; onun özüne, formuna yönelm iştir. Felsefenin konusu, varolanı varolan yapan şeydir. İlk Bilim &#;in konusu, maddeden bağımsız ve hareketsiz olan varlıklardır. (54) Tekil varlıkların nedeni olan varlığı inceleyen ilk felsefe öyleyse evrensel nitelikte olacakın "Çünkü ilk felsefenin evrensel mi olduğunu, yoksa bir cinsi, yani belli bir varlık türünü mü ele aldığını kendi kendimize sorabiliriz. Gerçekten matematik bilimler bile bu açıdan birbirlerine ben

      70 zer değildir: Geometri ve astronomi belli bir varlık türünü ele alıp incelediği halde, genel matematik, genel olarak bütün nicelikleri inceler. Bu soruya şöyle cevap verebiliriz: Eğer doğa tarafından meydana getirilen tözlerden başka bir töz varolmasaydı, Fizik ilk bilim olurdu. Ama eğer hareketsiz bir töz varsa bu tözün biliminin önce gelmesi ve bu bilimin İlk Felsefe olması ve onun bu tarzda, yani ilk olduğundan dolayı, evrensel olması gerekir. Varlığı varlık olmak bakımından ele almak, yani aynı zamanda onun özünü ve varlık olmak bakımından özüne ait olan niteliklerini incelemek bu bilime ait olacaktır." (55) Bu bilim aynı zamanda bilgeliktir de; ilk nedenlerin bilgisini inceleyen bilim bilgelikten başka bir şey değildir; böyle bir bilimle uğraşan kişi de bilgedir. Dışdünyada varolan ile düşünme ve dil arasındaki ilişkide kendini vareden felsefe, varolandaki öze yönelir; onu konu edinir demek, varolanları hep bilgisel bir kaygıya dayandırmak demektir; iletişimi, nesnelliği sağlama istekleri de sorunun daha sonraki aşamasıdır. Varolan, düşünme, dil arasındaki yer yer ikizli ya da üçüzlü ilişkilerde, o şeye, varolana anlam verme, her şeyden önce varolanın kendisine yönelmekle özdeştir. Bu anlayışta, anlam varolanda, varlıkta temellendirilmektedir; anlam varlığa yapışıktır. Zihin bu bağlamda ne olursa olsun edilgindir. Zihin sadece varolanda kendi türünden, kendisi gibi olanı görmek zorundadır. Bu öyle bir durumdur ki, artık burada doğrudan varolanın kendisi, dolaylı olarak da zihin, anlamanın, kavramanın, anlam verm enin temeli olur. Böyle bir yaklaşımda nesneye, nesnenin kendisine dayalı bir anlam verme söz konusudur. Tekilden yola çıkıp, tümeli oluştururken zihnin ne denli etkin olduğu ileri sürülürse sürülsün, zihin yine de edilgindir. Anlam verme bu bağlamda tümüyle nesne temellidir. Felsefe ne türlü olursa olsun her şeyi konu edindiğine ve varolana bir anlam verme çabası olduğuna göre, anlamın te-

      71 nıelinin hangi düzlem olduğu büyük bir tartışma konusudur ve her filozofun bu konudaki tavrı da farklıdır. Daha önce de ele alındığı gibi, anlam bağlamında birçok soru ortaya çıkıyor. Anlam nerede varlık kazanıyor? Anlam nerede tem elleniyor? Anlam varolanda mı (varlıksal boyut) düşünmede mi (zihinsel boyut), dilde mi (dilsel boyut)? Anlam ın dayanağı bunlardan hangisi? Anlam felsefesi tıpkı bilgi felsefesi gibi, varolan, düşünme ve dil ilişkilerinin tam da kesişme noktasında bir bakıma yer alıyor ve yine bir bakıma her üç boyutu da ilgilendiriyor. Ama çözüm denemelerinde bu boyutlardan birine çoğun ağırlık verildiği de genel felsefi söylemin sergilediği bir durumdur. Felsefenin asıl gündemini, varolanın mantığının kavranması oluşturuyor denebilir. Varlık, ama hemen ardından mantığa verilen önem bunu büyük ölçüde gösteriyor. Varolanın işleyişinin nasıl bir yapıda olduğu, filozofların üzerinde durdukları en önemli konudur. Bu bağlamda dile getirilen tümeller tartışması ve Poıphyrios&#;un bu konudaki katkıları dikkate alınmalıdır. Bu işleyiş gerçekten varolanın kendisinde mi yoksa onu konu edinen zihinde mi? İşte felsefesinin varoluş nedenlerinden biri de bu konunun irdelenişidir. Porphyrios&#;un Isagoge adlı yapıtı varolanın mantığının kavranmasına ilişkin ilginç bir örnektir. Oluşturulan kavramsal yapının birebir karşılığı, dış- dünyada varolanın kendisinde yer alır mı? Türler ve cinsler gerçeklik dünyasında mı değil mi? Yoksa türler ve cinsler zihnin bir ürünü mü sadece? Bunlar, dışdünyada doğrudan, birebir ilişki içinde birer imlemi olmayan salt zihinsel ve dilsel olan bir yapı mı sunmaktalar? Aslında bu sonuncusunu Porphyrios (56) henüz soru konusu yapmamıştır. Porphyrios ayırt edici olarak varolanın anlamını, varolanın mantıkça kavranmasında görüyordu. Henüz neliği pek anlaşılırlık kazanmamış olan tümeller (cins, tür. aynm, özellik, ilinek) varolanda, o varolanı işte o kılan şey olarak gösteriliyordu; başka

      72 deyişle bir şeyi anlamlı kılmak demek, onun bu beş tümelce kavranması demektir. B ir şeyi o yapan ise bu anlayışa göre ayrımdır. (57) Ayrıma ilişkin beliıleyişler sürekli olarak varolanın kendisine başvurularak gerçekleştirilir. Zihin burada edilgindir: zihnin sınırlı bir etkinliği vardır; onun herhangi bir şeydeki onu o yapanı bulup ortaya çıkarmaktan başka bir etkinliği yoktur. Varolan, kendisini &#;işte o&#; yapanı belirlemekle anlaşılabilecektir. Belirlenen tümellerle iş görmek bu mantıksal yapıyı, işte o varolana, onu bilmek, anlamak amacıyla uygulamaktan başka bir şey değildir, bundan başka bir şey yapmamaktır. Varolan-zihin (düşünme) ilişkisinde artık bu bağlamda ne varolanın varlığından ne de zihnin varlığından kuşku duyulur; varolana yönelen zihin onu olduğu gibi, üstelik onu işte o yapan açısından kavrar. B ir şeyin anlamını vermek, onu anlamak, böyle bir mantıksal işlemi açık seçik ortaya koymaktan geçer bu bağlamda artık. Varlıktaki her yön en genelden en özele değin, mantıksal bir kuruluşta karşılığını bulur. Bunun tersi de mümkündür; ama hâlâ bu tartışma canlılığını korumaktadır: mantıksal form lann önceliği mi acaba burada söz konusudur? Platon ve Aristoteles anlamı, varolanın varolmasını sağlayanda farklı yerlere yerleştirdikleri ideada görmektedirler, ancak yukarıda yer alan alıntılardan da anlaşıldığı gibi her ikisinin de tutumları özde aynı olmasa da yine de büyük bir benzerliği içermektedir. Her ikisinin de belirgin amacı bir nesnellik sağlamaktır: İncelenenlerin ne olduğuna ilişkin bilgide uzlaşmak: bu uzlaşma öyleyse onların doğrudan varlıksal yapısına ilişkin olmayacaktır; uzlaşma varolana ilişkin bilgide, varolan hakkındaki bilgide uzlaşmaktır; bu uzlaşım en sonunda zorunlu olarak dilde kendini gösterecektir. Çünkü bilgi, varolan, düşünme ve dilin tam da kesişim noktasında yer al

      73 maktadır; bilgi temel dayanak olarak varolanın bilgisi, oluşum olarak zihne, düşünmeye dayalıdır ve yine oluşum bakımından üstelik başkalarına iletilebilme. aktanlabilme bakımından, da dille zorunlu bağlantı içindedir. Öyleyse bilgi, bu üç alanın tam da kesiştiği noktada yerini almaktadır. Felsefenin her şeyi konu edinebilir oluşunun, düşüneni dönüp dolaşıp, varolanı varolan kılanın ne olduğuna getirdiğini bu az sayıdaki örnek de göstermektedir. Bu bağlamda felsefe varolanı, varolan, düşünme, dil ilişkileri içersinde anlama, ona anlam verme çabasıdır denebilir. Felsefenin işleyişi gözönüne getirilecek olursa, en önemli insani etkinlik olan anlam vermenin salt varolanın sınırları içinde kalarak temellendirilebilmesi mümkün olabilir mi? Anlam verme etkinliğinde varolanın kendisi gerekli ama yetersiz koşuldur gibi görünüyor. Zihinsel boyut ve dilsel alan yeterliliği sağlayabilecek etm enlerdir. D olayısıyla anlam verm e çabasında filozofun kaygısı sadece varolanda yoğunlaşamaz, bilimde, bilimsel tutumlarda bu böyledir sadece; günlük yaşamda, sanat ve felsefede işler değişir. Filozofun kaygısı, varolan, düşünme, dil arasındaki ilişkide yoğunlaşır. Bu üç alan arasında nasıl bir ilişki ağı vardır? Buradan da anlaşılacağı gibi, filozofun kaygısı ne salt varolan olarak varolanda, ne salt düşünme olarak düşünmede ne de salt dil olarak dildedir. Ancak felsefede kimi zamanlar bu yön gözden kaçırılm ış ve felsefe, psikolojiye, mantığa indirgenmek istenmiştir. Nicolai Hartm ann&#;ın Almanya&#;da Yeni Ontoloji adlı yazısında gösterdiği gibi "felsefi temel (bir) disiplinin kurulmasına çalışıldı ve böylece bir sıra denem elere başvuruldu." (58) Hartmann&#;ın belirlem elerine göre, mantık, bilgi kuramı, psikoloji, fenomenoloji, tarih ve sosyoloji, tarih felsefesi, yaşama felsefesi, pragmacılık, antropoloji kimi filozoflarca, felsefeye temel yapılm aya çalışılmıştır. Filozofun varolana bakışına göre, felsefeye temel olarak almaya çalıştığı bu disiplinler de değiş

      74 inektedir. Yapılan seçimde değişik tercihler söz konusu olmakta. felsefe tümüyle bu disiplinlerden birine geri götürülmeye çalışılmaktadır. Camap bunun en belirgin örneğini sunar. (59) G enellikle bü durum şundan kaynaklanmaktadır: Felsefenin doğrudan doğruya varolanı (tıpkı bir bilim gib i) konu edindiği sanılmaktadır. Felsefe gerçekten de varolanı konu edinir ama, hangi bakımdan? Felsefe varolanı, onu &#;işte o&#; yapan bakımından, anlamı bakımından konu edinir, ikinci olarak da felsefe, varolan, düşünme, dil arasındaki ilişkileri, ilişkiler ağını konu edinir. Birinci konusal yaklaşım ile bu İkincisi birbiriyle çok yakından ilgilidir. Çünkü bunlar da bu ilişkiler ağında oıtaya çıkmaktadır. Felsefe; varolanı, düşünme ve dili doğrudan incelemez; incelem eye kalkıştığında da. genellikle herhangi bir doğabilim i. ruhbilim ya da dilbilim olmaktan kurtulamaz. (60) Bu üç alanın her biri kendilerine özgü bilimlerce incelendiği gibi, kimi zaman felsefe genellikle bunların öntemellerine ilişkin bildirimlerde bulunabilir; bir doğa felsefesi konumu kazanabilecek olan bir varlık felsefesi (yer yer fizik felsefesi) bir zihin felsefesi, bir dil felsefesi ortaya konabilir. Ama burada da artık ne salt varlık ne salt düşünme ne de salt dil alanında kalınmıştır. Kimi zaman Filozof bunun üzerinde açık seçik olarak durmasa da onun yapıp ettiği temelde bu üç alanın ilişkilerinin doğasına, yapısına, neliğine ilişkindir; doğrudan doğruya nesneye, düşünmeye ve dile ilişkin değildir. Ancak daha önce de dile getirildiği gibi bu üç alandan birini çıkış noktası yaparak, bu ilişkilere bu çıkış noktasından bakabilir filozof; ve bu çerçevede her üç alanın da birbiriyle ilişkili olarak işleyişini ele alır. Varlıksak düşünsel, dilsel düzeyde ilişkilerin mantıksal işleyişini kavramaya çalışır filozof. Burada mantık sözcüğü ile anlatılmak istenen varolanın yapısının, zihin tarafından nasıl ele alındığıdır, yoksa belli birtakım kuralları içeren bir mantık söz konusu değildir burada.

      75 Aslında, "mantık" deyişi, içerik yönünden filozoftan filozofa büyük bir farklılık gösterir. Burada mantık, filozofun bu üç alan arasındaki işleyiş biçim lerini, ilişki biçim lerini göstermek üzere kullanılm ış olan bir deyiştir ve bu deyişin arkasındaki &#;mantık&#; kavrayışı, kavramı, sadece bu çerçevede ele alınmaktadır. Felsefe yapmada birçok başka disiplinden, bilgi dalından elde edilen bilgilerden yararlanılabilir; ama felsefe bunlardan hiçbirine tam anlamıyla indirgenmemelidir; felsefe bağımsızlığını korumalıdır. Bu, birçok bakımdan önem taşımaktadır. Mantıktan da yararlanabilir felsefe ama bir mantık haline gelmemelidir. Bu çerçevede tümeller tartışması düşünen için çok iyi bir örneği oluşturabilir: Tümeller tartışmasında, şu ya da bu yanıtın verilm esinden çok, izlenen yol büyük önem taşımaktadır: Gerçek bir felsefe yapma yolu olarak bu tartışma kendini sunmaktadır: Çeşitli düzlemlerdeki varolanlar arasındaki ilişkiler ağı ve birçok soruna çözüm arama çabasında çıkış noktası olarak, bu yollardan birini, dışdünyada varolanı, düşünmede varolanı ya da dilde varolanı seçme tutumu. Bu tartışmada özellikle adcı tutumları sergileyenler bu genel mantıksal çerçeveyi elden geldiğince varlıksal olandan antmaya çabalayarak, herşeyden önce asıl insana özgü olanı, mantığın işleyişini ve bu işleyişe ilişkin bilgileri edindikten sonra, tek tek varolana ilişkin yapıları kavramanın daha kolay olacağını anlatmaya ya da kimi durumlarda sezdirmeye çalışmışlardır. Mantığı bütün metafizik nitelikli varlıkbilim lerden (ontolojilerden) ve bu tür söylemlere ilişkin kalıntılardan ayırma, temele alma bu düşünürlerin asıl kaygısı olmuştur büyük ölçüde. Burada yapılan artık mantıktan (düşünmeden) yola çıkmaktır; doğrudan doğruya varolanın kendisinden değil. Ancak şu soru hemen akla gelebilir: bu mantık salt kendini mi araştıracaktır? Bu da arük mantığın felsefesi olmayacak m ı dır? Ne olursa olsun filozof önünde sonunda varolandan söz

      76 etmek zoaındadır: ama onun bu söz edişini felsefe haline getiren mantığa, düşünsel boyuta ve varlıkla bu düşünsel boyut arasındaki ilişkiye verdiği önemdir. Bunun en belirgin örneğini, mantığı varlıksal olandan temizleme çabalarını Ortaçağda Abelardus&#;ta (6 l) ve William Ockham &#;da (62) görmek olanaklıdır. Böyle farklı bir bakış açısının ortaya çıkması, çıkabilmesi, fizik dünyanın anlamı tem ellendirm ede tek ve en son ölçüt olam ayacağının da bir kanıtı gibi görünmektedir. Herşeye karşın nesnel boyuttan, varlıksal olandan yola çıkılır ama, düşünmenin oluşturduğu mantıksal yön, mantık, nesneyi kavramada yeni bir ölçüt olmaya başlar. Bu konuya belki de en çok dikkati çeken filozof Boethius olmuştur. Ona göre ister fizik dünya ile ister ahlakla ilgili problemler alanında olsun, kanıtlam aları sağlayan mantıktır. El nasıl ki insan vücudunun hem aracı, hem de bir bölümüyse, mantık da hem felsefenin aracı hem de onun bir bölümüdür. Oysa Aristoteles bu konuda farklı düşünüyordu. Onun için mantık sadece bir araçtır; diğer bilgileri edinmenin, oluşturmanın bir aracı durumundadır. Mantık olmadan diğer bilgiler belli bir form kazanamazlar; hatta oluşamazlar da; bu bağlamda biçim sel bakımdan mantığa büyük gereksinim vardır. Varolanın varolan olarak değil, mantıkça kavranmasına ilişkin çözümlem eler ve mantıkça anlam verilm esine ilişkin yaklaşım lar Antikçağ kökenli Ortaçağın başarısıdır. Bu anlayışta. bu yaklaşımda, artık salt dışdünyada varolandan değil, varolanın işleyişine, kendini ortaya koyuşuna ilişkin olduğu ileri sürülen mantıktan yola çıkılır. Anlam bundan böyle salt varolanda değil, varolana ilişkin mantıksal, düşünsel kim ilerince de zaman zaman, dilsel yapılarda yerini bulur. Felsefe, her şeyi konu edinir; felsefe varolan, düşünme ve dil arasındaki ilişkileri özellikle irdeler. Herşeyi konu edinen

      77 felsefe, zihinsel, düşünsel bir etkinlik olarak her türlü varolana ilişkin kavramın anlamını oıtaya koymaya çalışır. Felsefenin gerçekliği tümüyle gözönüne getirildiğinde, bu değerlendirme daha da anlam kazanacaktır. Antikçağ felsefesi çoğun dışdiinyadaki varolandan yola çıkarak, varolan, düşünme,dil ilişkilerini inceler. Bu bağlamda görünüşler alanından hareket edilir; ancak orada kalınmaz; görünüşler alanının açıklayıcı, bilişsel ilkelerine ulaşmaya çalışılır. İlk akla gelen örnekler Platon, Aristoteles ve Plotinos&#;un söylemleridir. Helenistik felsefeyi de içermek üzere Antikçağ felsefesi temkini elden bırakmamak üzere genellikle varlıktan, varolandan yola çıkan bir felsefedir; varlıkbilim sel, varlıksal(ontolojik) nitelikli bir felsefedir. Ortaçağ felsefesi ise, Anselmus, Thomas Aquinas örnekleri ile varlıkbilimsel felsefe niteliğini sunarken, Abelardus ve W illiam Ockham ile mantığın, dilsel yaklaşımlann ağır bastığı felsefe niteliğini kazanır. Yeniçağda ise Francis Bacon daha önceki felsefi söyleme ilişkin olarak oluşturduğu eleştirilerle yeni bir söylemin yolunu açar; ona göre asıl incelenmesi gereken insan zihnidir. Ö zellikle görünene, deneylenebilene bel bağlayan, büyük önem veren düşünme doğrultuları insan zihnini en büyük araştırına konusu yapar. Yeni dönemin söylemi daha doğrusu bu yeni söylem, yeni dönemi oluşturur zaman zaman &#;anlama yetisi&#;, &#;anlık&#;, &#;anlayış yetisi&#;, kısaca &#;anlayış&#; ve aynca &#;zihin&#; terimini kavramını araştırmaya ve buna bağlı olarak özellikle bilgiyi araştırmaya yönelir. Felsefe &#;varlık&#;ın doğasını araştırmaktan, &#;bilgi&#;nin doğasını araştırmaya; &#;varlık&#;a ilişkin bilgiyi araştırmaktan, &#;düşünme&#;ye, &#;özne&#;ye ilişkin bilgiyi araştırmaya yönelir. Locke. Descartes (63). Hume. Kant (64), Berkeley. Leibniz, bilgiküramsal bir felsefi söylem kurarlar ve varılan sonuçlar, herşeyi konu edinen felsefenin, konulaştırdığı her alana uygulanır; her alanı

      78 sanatı, dav ranışlar alanını, toplumu v.d. anlamanın, açıklamanın ilkesi olur. Bilim lerin gelişmesiyle, bilimsel bilginin her türlü bilgisel etkinliğe örneklik edici bir üstünlükle ortaya çıkışıyla, felsefe de bilim sel olması savıyla yeniden kurulma sürecine girer. Felsefenin söylemi bilim sel olm alıdır savı, daha önceki tüm felsefi söylemleri bir yana iter. Bu konuda en köktenci tavrı benimseyenlerden biri de Reichenbach&#;tır. Bilimsel Felsefenin Doğuşu (65) adlı yapıtında Reichenbach, felsefenin yeniden yapılanışının en köktenci örneğini verir. Hemen tüm mantıkçı em piristlerin (m antıksal empirizm, m antıkçı potizivizm, Yeni pozitivizm ) (66) felsefi söylemi yeniden yapılandırma savlarında esin kaynağı büyük ölçüde Wittgenstein&#;ın Tractatus&#;u (67) olmuştur. Filozof, Felsefe Soruşturmalan&#;nda da (68) yer yer felsefenin neliği konusuna değinmiş ve daha geniş bir görünge (perspektif) sergilemiştir. Mantıkçı empiristlerin etkisiyle dil olgusu felsefenin gündemine iyiden iyiye girmeye başlar. Leibniz&#;den beri bir bakıma gündemde olan evrensel bir dil oluşturma (lingua académ ica) savı, yeni yaklaşım larla, yeni soru ve sorun odaklarıyla iyice zenginleşerek yeniden belirir. Mantıkçı empirizmin asıl amacı, felsefeyi metafiziğin söyleminden arındırma olarak belirtilebilir. H iç kuşkusuz bunda, böyle bir amacın edinilm esinde m antıkçı em piristlerin atası olan Hume&#;un rolü büyüktür. Ona göre tüm bilgi deneyimden gelir. Deneyim sel herhangi bir şeyi içerm eyen herhangi bir akılyürütme hiçbir şey ifade etmez. Bu tür akılyürütm eler &#;so- fizm&#;den başka bir şey değildir. İşte mezafiziğin içerdiği bütün yapılar her türlü deneyim den uzak, anlamdan yoksun, bilgisel içeriği olmayan yapılardır ve dolayısıyla bunların, doğrulanması ya da yanlışlanması olanak dışıdır. Metafizik kurgulamalardan kurtulmanın temel yolu da hem bilginin gerçekten, so

      79 mut olarak varolana dayandırılm asından hem de dilce yeniden yeni ilkeler ışığında kurulmasından geçiyordu. Ö y leyse ideal bir dil gerekliydi. Felsefenin yeni söylemi, mantıksal bir sözdizimi kazandırılmış olan bir dil olmalıdır. Camap. The Logical Syntax of Language&#;de (Dilin Mantıksal Sözdizimi) dilbilgisel sözdizimine ek olarak mantıksal bir sözdizimi dizgesi oluşturmaya çabalıyordu; ona göre doğal dille böyle bir amaca ulaşılamazdı; ortak ideal dile gereksinim vardı. Jerrold J. Katz&#;a göre Camap&#;ın ideal dilin yapısını inceleyen bir &#;metateori&#; ortaya koymasında matematikçi David Hilbert&#;in &#;metamatematik&#; kavrayışı büyük etken olmuştur; Carnap, kuracağı mantıksal sözdiziminin metateorisi için Hilbert&#;in metamatematiğini model olarak almıştır. (69) Carnap&#;a göre bilim in mantığı bilim in dilinin sözdiziminden başka bir şey değildir. (70) Kim i mantıkçı empiristlerin düşünme biçim iyle, ideal dile ulaşma çabaları doruğuna ulaşır. Felsefe böyle bir dilin oluşum koşullannı inceleyecek ve kendi söylemi de bizzat böyle bir kuruluşu içerecekti. Mantıkçı empiristlerin ideal dil tasarımına karşı, kimi filozoflar da felsefede böyle ideal nitelikli bir dile gereksinim olmadığını ileri sürmeye başladılar. Felsefenin dili, günlük, alışılm ış dilin öğelerinden kurulabilirdi; felsefi söylem özel, ideal bir dil içermemeliydi. Bu konudaki en büyük katkı Wittgenstein&#;in katkısıdır. Tractatus&#;ta yapma, ideal bir dilin savunmasını yapan Wittgenstein, yapma, ideal dil yaklaşımının aşırı derecede &#;bilim sel&#; olduğunu ve bu nedenle de başansızlığa uğradığını düşünerek, tek bir işlevi olan bilimsel terimlere karşılık, günlük dilin terimlerinin son derece zengin kullanım çeşitliliğinden dolayı, bu dilin felsefenin doğasına daha uygun olduğu kanısına vardı. Wittgenste- in&#;a göre, mantıkçı empiristler kesinliğin, kesin, belirgin tanımların peşindeydiler ve bilimsel etkinlikleri taklit ediyorlar

      80 dı. Ancak felsefenin doğasına aykırı olan bir tulumdu bu; felsefi çözümleme sözcüklerin ve deyişlerin, günlük kullanımlarının. alışılagelmiş kullanımların betimlenişine ilişkin olm alıdır. Wittgenstein Philosophical Investigations&#;da sözcüklerin metafizik kullanım ından, günlük kullanım ına dönmeyi amaçlar. Böylece yüzyılımızın felsefesi, felsefi söylemi, daha çok dile ilişkin duyarlı bir tavır takınarak çoğun dilbilimsel bir felsefe niteliği kazandı. H iç kuşkusuz felsefenin dile ilişkin duyarlılığında, dilbilim in (71) başlı başına bir bilim olmasının, hatta göstergebilimle (72) işbirliği içersinde, her türlü insani yapıyı anlamanın, kavramanın bir yöntemi olduğu yolundaki savlarının da büyük etkisi olmuştur. Dilsel göstergenin çözümlenişine ilişkin tasanmlar, bir konuda özellikle F. de Saussure&#;ün ve diğer dilbilim cilerin, ardından yapısalcıların ufuk açıcı açıklamaları, dili ve dile ilişkin sorunları birçok sorunun çözümlenişinde ve çözümünde odağa yerleştirdi. XX. yy.&#;ın felsefesi de dilbilimdeki gelişmelere sırtını çevirmedi ve dile ilişkin duyarlılık felsefeyi dilde yeniden kurma bu kurma işi çok çeşitli biçim lerde gerçekleştirilm eye çalışıldı felsefenin kendine ilişkin bilincinin yeni anlatım ve dışavurum yolu oldu. Felsefede bundan böyle dile ilişkin yaklaşımlar. dile ağırlık verme, felsefeyi dilde bir söylem olarak görme, M. Foucault&#;nun Les Mots et les Choses&#;da (73) dediği gibi d ili hiç de saydam bir yapı olarak görmeme oysa önceki dönemlerde dil, filozoflar için saydamdı felsefeyi yeniden yapılandırm aya çalışanların her zaman tek temel ilke olmasa bile ana ilkelerinden biri oldu. Öyleyse artık felsefe, büyük ölçüde dilbilimsel felsefedir. Bu bağlamda şu ayrım büyük önem taşımaktadır: Her filozof, her türlü varolana ilişkin bir söylem oluşturabilir: Varlık felsefesi, bilgi felsefesi, dil felsefesi, tarih felsefesi, sanat felse

      81 fesi vd. gibi. Ancak, filozof her türlü varolana ilişkin felsefesini kurarken, ya dışdünyada varolandan yola çıkar, ya düşünmeden kavram alanından ya da dilden yola çıkar. Bu nedenle varlık felsefesi ile, varlıkbilimsel felsefe, ruhbilim felsefesi (zihin felsefesi) ile ruhbilimsel felsefe, dil felsefesi ile dilbilim sel felsefe arasında büyük farklar vardır. Her filozofun kesinlikle varolana, düşünmeye, dile ilişkin bir tasarımı, kavrayışı vardır ama bunun yanında onun bir de söylemini kurarken ağırlık verdiği bir yön vardır. Bu yönlerin de sayısı sınırlıdır; ya dışdünyada varolanlardır, ya düşünme ve düşünmede varolanlardır ya da dildir. Tüm felsefi söylemin iyice gözlen- mesiyle varılan şu sonuç pek de yanıltıcı değildir: H er dönemde eşsüremlilik, artsüremlilik bağlamında kurulan tekil felsefi söylemlerde filozoflar bu yollardan birini benimsemişlerdir; ama kimi zaman yollardan biri daha baskın çıkmıştır. Antikçağ ve çoğun Ortaçağ felsefesi varlıkbilim sel nitelikli, Yeniçağ felsefesi ruhbilimsel nitelikli, çağdaş felsefe de dilbilimsel niteliklidir. Ama bu konuda hemen karşısav da ileri sürülebilir: Kim i Antikçağ filozoflarında her üç çıkış yolunun da varlığını haklı çıkaracak öğeler yok mudur? Örneğin, Aristoteles özellikle Metafizik&#;iyle Organon&#;uyla ve Ruh Üzerine adlı yapıtıyla hem varlıkbilimsel hem ruhbilimsel hem de dilbilimsel felsefenin temellerini atmamış mıdır? Bu tür değerlendirmelerde çok yönlü düşünmenin ne denli önemli olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor. Ancak, ana tema ilkin varlık, sonra düşünme ve daha sonra da dil oluyor felsefi söylem, art- süremli olarak ele alınacak olursa bu gerçek daha iyi saptanabiliyor. Böylece, herşeyi konu edinen felsefenin konusuna nasıl baktığı, hangi açıdan, açılardan baktığı sorununa da gelinmiş oldu ve hatta biraz önce bu sorunun da yanıtı bir ölçüde verilmiş oldu. Ama bu konuda biraz daha aynntıya inmekte yarar vardır.

      82

      nest...

      batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir