laz müteahhit / Mimarifacialar on Instagram: "Laz Müteahhit eseri / Rize"

Laz Müteahhit

laz müteahhit

Laz müteahhit dönemi bitti (Şimdi, “marka” olan konut yapımcıları var)

İstanbul’un dağına taşına bina diken Ali Ağaoğlu ile ilk defa karşılaştım. Bir masada oturuyoruz. Bir yanımda Ağaoğlu İnşaat’ın patronu. Öbür yanımda Ant Yapı’nın patronu Mehmet Okay.
“Koca koca binalar yapıyorsunuz. Tabii ki, Türk mimarlarımız da uluslararası çizgide Ama neden yaptırdığınız binalardan birini dünyada isim yapmış bir yabancı mimara çizdirmiyorsunuz? Günümüzde başka ülkelerin büyük şehrinde mimarlarının ismiyle ünlenen binalar yükseliyor” diyecek oldum.
Ali Ağaoğlu, “Bizim imar mevzuatımız o kadar karışık ki Yabancı bir mimarın tasarlayacağı projeyi yetkili makamlara onaylatmak imkânsız gibi. Binanın orasını aşağıya çek, burasını, kaldır diyerek proje kuşa döndürülür” dedi.
Bu konuşmalar geçen perşembe günü konut yapımcısı 50’yi aşkın firmanın patronlarının katıldığı Milliyet’in öğle yemeği davetinde oldu.
Konut yapımcısı firmaların patronları, yemek boyu sektördeki gelişmeleri anlattı, sorunlarını dile getirdi.

Müteahhitler “marka” oldu
Ali Ağaoğlu konuşurken, toplantının moderatörlüğünü yapan Fatih Türkmenoğlu. Eskiden uydur gitsin, yapsatçılara “Laz müteahhit” denirdi. Söyleyin bakalım, artık Türkiye’de Laz müteahhit dönemi sona erdi mi?”
Bu soruyu ben cevapladım “Konut yapımcısı firmaların projelerindeki ve inşaatların kalitesindeki gelişmeler Türkiye’de konut standardının iyileşmesine yol açıyor. Bırakınız yeni yapılan binaları görmeyi, gezmeyi, gazetelerde yayımlanan konut ilanlarındaki fotoğraflar “Laz müteahhit” döneminin sona erdiğini gösteriyor” dedim.
İmkânları sınırlı olanlar bile artık “iyi bir konut”un ne demek olduğunu, gördü, öğrendi, biliyor. Bunun için müteahhitten beklentilerini yükseltti. Laz müteahhit diye adlandırılan “Yuttur gitsin iş yapanlar” kendilerine çekidüzen verdi.
Bütün bunlar ülkede insanların yaşam standardının, kalitesinin göreceli de olsa, sınırlı da olsa yükselmesine imkân veren gelişmeler.

Başını sokacak “dam arayanlar”
Tabii ki olan biteni abartmamak gerekir. Türkiye’de “başımı bir dam altına sokayım da, ne şartlarda olursa olsun” diyerek barınacak yer arayan yaklaşık 3 milyon aile var. Bir o kadar aile gecekondularda yaşıyor. İstanbul’daki ve diğer büyük şehirlerdeki orta ve ortanın üzerindeki gelir grubuna yönelik konut üretimine bakarak ülkenin geneli için değerlendirme yapmak imkânsız. Her ne kadar TOKİ, Anadolu’da az da olsa sosyal konut üretimini sürdürüyor ise de konut sorunu bütünüyle Türkiye’nin temel sorunlarından biri olmaya devam ediyor, edecek.
Tekrarda yarar var, büyük şehirlerdeki konut talebini, üretimini, kalitesini genellemeye imkân yok ama, ülkede konut yapımcısı firmalar son yılarda büyük gelişme gösterdi. (1) Markalaştı. Kurumsallaştı. (2) Markalaşan ve kurumsallaşan konut yapımcısı firmalar kayıt içi üretim gerçekleştirir oldu. İnşaat sektörü kayıt içine girdi. (3) Markalaşma kalitede ve fiyatta rekabet getirdi.
Konut satışlarıyla ilgili güncel bilgilere ulaşmak güç. Bulabildiğim rakamlara göre yılında tamamlanmış ve iskânı alınmış konut sayısı bin. yılında tamamlanmış veya yapım aşamasındaki bin konutun satıldığı belirtiliyor. Bunların bini İstanbul’da satılan evler. İstanbul’da stokta (satış bekleyen) inşaatı tamamlanmış ve yapım aşamasında 53 bin konut olduğu tahmin ediliyor.
Bana verilen bilgiler doğru ise son yıllarda Türkiye’de yapılan konutların yüzde 70’i İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya ve Bursa’da yapılmış. İstanbul’un toplam konut yapımındaki payı yüzde 40 dolayında imiş.

Okan Selvi

Türkiye

İBRAHİM EKİNCİ

Türkiye’nin son 40 – 50 yılında, köyden kente göç dalgasının en hareketli zamanında bir “karakter” çıktı sahneye. Bu göç dalgasının yarattığı acil, yakıcı konut talebini muazzam bir fırsata çevirdiler. Onlara halk arasında “Laz Müteahhit” dediler. Epeyce bir kısmı belki Karadenizliydi ama aslında her bölgedendiler.

Bir coğrafyayı değil bir zihniyeti temsil ettiler. Şimdi Porsche, Ferrari, Mustang biniyor Louis Vuitton, Versace giyiyorlar ama o zamanlar pantolonlarının aka ceplerinde yuvarlak ayna, tarak taşıyan biriydi bu. Dökümlü, bol elbiseler giyerlerdi. Besili yanaklar, fıldır gözler, yatık kadı laflar, kolay yeminler, her yerde bitmeler, kafa çıkarmalar, bayrak göstermeler, devamlı baştan kaynak adamlardı. 40 – 50 yıllık icraatlarında, koca bir ülke onları seyretti. Gözü karaydılar, kamu kurumlarında aynı kafada ortaklar buldular, yasayı yönetmeliği dolandılar, aştılar. Her yerde “adamları” oldu.

Dilbazdılar, özgüvenli, fırsatçı, plancı, kurnaz, göz boyamacı, sahte evrakçı, rüşvetçi, cahil ve cüretkardılar. Para kazandıkça cüretleri daha da arttı. Yasalara saygılı olanları, vicdanı olanları, çevre diyenleri, mimari diyenleri, mühendislik diyenleri, deprem diyenleri fena küçümsediler. Uzaylı gibi baktılar onlara. Bu okumuş şehirli tipler imar yönetmeliği derken, tartıp biçerken, kurum bankolarında resmi evrak, imza beklerken, onlar “ne iş olsa yaparım”cı kalfalarla, damperli kamyonlarla temel başlarına yanaşıp dayadılar deniz kumlu betonu. İçinde demir eser miktardaydı. Hesap kitap, mimar, mühendis uğramamış binalar yaptılar. Yapıp yapıp sattılar. “Yap – Satçı” da dediler onlara. Altı dar üstü geniş, (çıkma balkon değil), çıkma katlı özel bir mimari ürettiler. Yerde zabıtayı mutlu edip gökten çaldılar. Yukarı doğru arsa bedavaydı.

Hızla zenginleştiler. Zenginleştikçe güçleri arttı. Kenar semtlerden merkeze yürüdüler. Kuşattılar İstanbul’u. Tepeden tırnağa tarih, üç imparatorluk başkentine kuleler, siteler saplamaya başladılar. Yeşil alanlara, Boğaz’a göz diktiler. İstila öylesine yayıldı ki deprem olursa kaçıp canımızı kurtarmak için sığınıp bekleyeceğimiz toplanma alanlarını bile istila ettiler. 3 kat için izin aldılar, 13 kat yaptılar, 5 kat izin aldılar 15 kat yaptılar. Dur diyen olmadı.

Korkusuz davranmakta haklı ve karlı da çıktılar. Hiçbir şey olmadı. Başlarına hiçbir şey gelmedi. Yürü ya kulum kulvarında koştular, koştular… Daha kötü bir şey oldu o ara. Bu kafa siyasete, bürokrasiye sirayet etti. Bunların “siyasete girenleri” memleketi ona verseler birkaç yılda dünyanın en zengin memleketi yapacağını söyler oldu. Siyaset katına nüfuz edince önleri iyice açıldı. Sinerji oldu çünkü.

Müteahhidimiz ‘yap-satçı’lıktan büyük müteahhitliğe terfi etti, cam kaplama, gıcır ofislere çekildiler. Yüksek kamu görevlilerinden randevu koparmakta, istedikleri izni almakta hiç zorluk yaşamadılar. Memlekete yayıldılar. Rol model oldular. Kaçınılmazdı. Cahil cüreti kazandırdıkça camia adam kazandı. Mantar gibi türediler, yüzbinlerce müteahhit çıktı ortaya. “Herkese belge vermeyin, yeterliliğine, niteliğine, sermayesine bakın, başımıza iş açılır” diyenleri dinlemedi kafadarları. Yaptıkları binalar depremlerde milletin başına çöktü, yine durmadılar. Açın mevzuatına bakın İlgili evrakın giriş cümlesi şöyledir: “Yapı Müteahhitliği için herhangi bir yazılı belge verilmemekte olup başvuru üzerine sistem üzerinden yetki belge numarası tanımlanarak müteahhitlik sınıfı belirlenmektedir.” Kimlik, belge bedeli yatırıldığına ilişkin dekont gibi birkaç belge ile alınabiliyor. Yıllardır gündemde. Yıllardır meslek kurumları çağrı yapıyor: Herkese müteahhitlik belgesi vermeyin!

Verdiler. Rant iştahının önünde kimse duramadı.

ekran-resmipng

85 milyon nüfuslu Türkiye'de yaklaşık bin müteahhit bulunuyor. Sadece İstanbul Ticaret Odası'na kayıtlı 60 bin müteahhit var. Aynı nüfusa sahip Almanya'da müteahhit sayısı kaç dersiniz? Sadece 3 bin !

Türkiye'de, Avrupa ülkelerinin toplamından 10 katından fazla müteahhit var. Başka bazı verilere göre “geçici müteahhitlik” belgesi olanlarla birlikte toplam müteahhit sayısı bini geçiyor. Saygın mimar Doğan Hasol da duruma dikkat çekenlerden… Sosyal medyadaki isyanı sayfada.

Bu hırs işte İstanbul’un siluetine kule saplayan Yaşilköy sahilini işgal eden, deniz manzarasına, sahile el koyan, vatandaşı sahile sokmayan bu hırs Dipsiz Göl’ü kurutan da. Uzun Göl’ü havuza çeviren, Ayder’i betona gömen bu işte. Basın Ekspres yolunda 40 kişiyi boğan bu aynı hırs. Bu hırs işte şimdi Trakya’yı boydan boya yarmaya teşebbüs ediyor. Az daha azıtsa Samsun’dan Ceyhan’a yaracak!

AKP, 6 kez imar affı çıkardı. Şu sıralarda bir yenisi gündemde.

Hele birisi vardı, saçını başını yolarsın.

Yasalarımızda orman arazisi işgali yasak ama işgal edilmiş, bina yapılmış.

Devlet döndü; “Burası orman vasfını kaybetmiştir, ormanı işgalcisine satıyorum” dedi. Sattılar. Şu ünlü 2B işi, hatırlardadır.

Şimdi bir depremle sarsılmış durumda memleketimiz. Bakıp bakıp kahroluyoruz. Adam rezidans yapmış. Her bir dairesini milyona satmış. Daha birkaç yıllık bir bina, yıkılmış! Halimizin fotoğrafıdır. Müteahhitten başla, hatta alan vatandaştan başla geriye doğru git. Her aşamada sorumluluk var. Sistemin hiçbir kademesi doğru çalışmamış.

Havalimanı yapılmış Amik Ovası’na… Sulak alan, kurumuş göl üstüne!

O limanın pistindeki çatlak, bizim sistemimizin çatlağıdır aslında.

TV’de hocalar konuşuyor; “yapılırken, buraya yapmayın dedik, dinlemediler…”

Uyarmışlar. Girin arayın internette var.

Mesela Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Şükrü Ersoy, “Hatay’da en büyük depremleri üreten faylar var ve bugün aktifler. Havaalanı, bu depremleri üreten Ölüdeniz ve Karasu fay zonları üzerinde yer alıyor” demiş 11 Aralık ’de. Mesela Doç. Dr. Emre Özşahin, “Alanın coğrafi konumunun ortaya çıkardığı bu durum, deprem riskini arttırmaktadır. Bu nedenle havaalanı birinci dereceden deprem riski olan bir bölgede yer almaktadır” demiş.

Orman Yüksek Mühendisi Özer Özgüç, “Adana Bölge Mahkemesi, ’te yürütmeyi durdurma kararı aldı. Çevre ve Orman Bakanlığı, sivil toplumun uyarılarına rağmen yeni bir ÇED raporuyla inşaatın devamına imkân tanıdı. Havaalanı hem teknik, hem bilimsel açıdan yanlış yerde, bile bile yapıldı” diye anlatmış. ’de Mehveş Evin’e açıklamalarında.

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan anlatıyor, deprem sonrası. “Havalimanı yapılmadan önce defalarca uyardık ‘fay hattı burası burada havalimanı yapmayın’ dedik. Fakat uyarılarımız dikkate alınmadı. Şimdi pistin fotoğrafları geldi, pist paramparça olmuş” (Birgün)

Sistem çalışmıyor. Yanlış işleri engellemiyor, laz müteahhit kafası her yerde.

Durduramadık.

Her tarafı istila ettiler, yaktılar, yıktılar, mahvettiler

Depremle boğuşuyoruz. Böyle hallerde eğitimli, hazır, zinde, tatbikatlı, makine gibi çalışacak bir sistem gerekir. Yok!

Sorumluluklarını hatırlatanları, eksiklikleri gösterenleri düşman, provokatör ilan ediyorlar. Her yere siyaset sokuyorlar. O müteahhit siyasetçi olarak dikiliyor karşımıza. Başka belediyelerin, kurumların yardımını teşvik etmek, organize etmek yerine, arabalara, kolilere el koyup üstüne kendi isimini yazıyor. Başkalarının yardımı, gayreti görünmesin, bir tek AKP çalışıyor görünsün istiyorlar. Başkasının emeğine konmaktan hiç çekinmiyorlar. O müteahhit.

Tek işleri, tek dikkatleri algı… Algı yaratmak.

Elazığ depreminde bakanın kulağına eğilip “algı çok iyi algı çok iyi” diyen kamu görevlisi görmüştük. Dertleri algı!

Sözü alan tensipten, Cumhurbaşkanı’nın liderliğinden bahsediyor.

Çok çalışkan, hizmet etmeye istekli kişiler olabilirler ama uzmanlık? Uzmanlık, liyakat nerede? Az önce okudum:

“Afetlere Müdahale Genel Müdürü İsmail Palakoğlu ilahiyatçı! Barınma ve Yapım İşleri Genel Müdürü Nehar Poçan da Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un eniştesi, İçişleri Bakanı Soylu’nun eski müşaviri ve eski EGM İnşaat ve Emlak Dairesi Başkanı (vekâleten)”

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir

© 2024 Toko Cleax. Seluruh hak cipta.