ilk vahyin gelişi / Son peygambere ilk vahyin geldiği mağara: Hira

Ilk Vahyin Gelişi

ilk vahyin gelişi

İlk vahyin gelişi ve risaletin başlangıcı

Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın, 'Rahmeten li'l-Alemin Hz. Muhammed (s.a.v)' eserinde risaletin başlangıcı hususunda şu bilgilere yer veriliyor:

"Habibullah (s.a.v.), otuz sekiz yaşına girmişlerdi. Bir sene boyunca gâibden sesler duyup, bazı nurlar gördüler. Daha sonra Allah'ın Sevgilisi, altı ay kadar süren sâdık rüyalar görmeye başladılar. Gördükleri rüyalar, apaçık ortaya çıkıyordu. Hz. Muhammed(s.a) yaşadığı bu hâller üzerine, yalnızlık hâlini aramaya başladılar. Toplumun zulmetinden sıkılıyor; yalnız kalmayı arzuluyorlardı. Bu hâli, hemen hemen bütün peygamberler, ilk vahyi almadan önce yaşamışlardır. 

İlk vahiyden önce Hz. Musa, Tûr Dağı'nda, Hz. İsa da, ıssız bir ormanda 40 gün kadar halvette kalmışlardır. Resûlullah, halvet yeri olarak, Mekke'den 5 km. kadar uzakta bulunan Hira Mağarası'nı tercih etmişlerdi. Dedesi Abdülmuttalib de, Ramazan aylarında bu mağarada inzivaya çekilirdi. Allah Resulü sık sık bu mağaraya çekilip, ceddi Hz. İbrahim'in dini üzere ibadet ve dua ediyor; insan ve kâinatın yaratılış sebep ve hikmetleri üzerinde derin düşüncelere dalıyordu. 

senesi, Ramazan ayının gecesiydi. 40 yaşına gelmiş olan Hz. Muhammed (s.a.v.), o senenin Ramazan ayını da bu mağarada geçiriyordu. Seher vaktine doğru, vahiy meleği Cebrail (a.s.), Allah'ın Habibi'ne insan sûretinde görünerek hitap etti ve Kur'an'ın ilk ayetlerini kendisine okudu. Resulûllah, olayı şöyle anlatıyor: "Bana, kendisinin Cebrail isimli melek olduğunu ve Allah'ın Beni peygamber olarak seçtiğini bildirmek için geldiğini söyledi. Bana abdest almayı ve istincâyı öğretti. Temiz olarak dönünce; 'Oku!' diye emretti. 'Ben okumayı bilmiyorum' diye cevap verdim. Beni, kollarının arasına alıp sıktı. Sonra yere bırakarak; 'Oku!' diye emretti. Ben yine, okuma bilmediğimi söyledim. Beni tekrar ve daha kuvvetli bir şekilde sıktı. Tekrar 'Oku!' dedi. Ben, okuma bilmediğimi tekrarladım. Bu sefer beni üçüncü defa sıkarak bıraktıktan sonra dedi ki: 'Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından (embriyo) yarattı. Oku! Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. Kalemle yazmayı öğreten O'dur. İnsana bilmediğini O öğretti.' (Alak, ).

Allah Resulü de, Alak Sûresi'nin bu ilk ayetlerini tekrar etti. İnen ayetler, Resûlullah'ın hem diline, hem de kalbine yerleşmişti. Hemen ardından, melek kayboluverdi. Heyecan ve şaşkınlık içerisinde Hz. Resul, mağaradan çıkarak evine doğru yola koyuldu. Yolda, hayreti bir kat daha arttı. Zira, dağlar, taşlar, ağaç ve çiçekler; "Esselamü aleyke ya Resûlallah!" diyerek Kendisini selamlıyorlardı. Titreyerek eve dönen Allah Resulü, hanımına; "Beni örtünüz! Beni örtünüz!" diyerek yatağa girdiler. Uyandıklarında biraz sakinleşmişlerdi. 

Olanları Hz. Hatice'ye anlatarak, tedirginliklerini arz ettiler. Hz. Hatice, ancak bir peygamber hanımına yaraşır bir itimad ve metanetle Hz. Resûlü şöyle teskin ettiler: "Müjdeler olsun, sebat et. Ey amcamoğlu! Vallahi ben, Senin bu ümmetin peygamberi olacağını ümit ederim. Allah, Seni asla utandırmaz. Zira, Sen, sıla-yı rahim edersin, doğru söz söylersin, meşakkate sabredersin, misafire ikram eder, felakete uğrayanların yardımına koşarsın. Allah böyle bir kulunu bırakmaz." Bu hadiseyle beraber, Resulûllah'ın özel hayatı kapanıyor ve hayatının ikinci safhası olan peygamberliği başlıyordu.

İlk inen ayetlerdeki hikmetlerişöyle sıralayabiliriz:

Ayetlerin mânâlarından da anlaşılacağı üzere, insanın yaradılışının sebebi; Allah'ı bilmek, bulmak ve tanımaktır. Nitekim ilk ayette, "Seni yaratan Rabbinin adıyla oku" (Alak, 1) buyurulmaktadır. 'Rab' kelimesi, "terbiye eden" demek olduğuna göre, görmek, işitmek, koklamak ve hissetmeyi sağlayan organların bu vazifeyi kusursuz yapmalarının hikmeti Allah'ın onlara verdiği terbiyedendir. Aklın, beynin ve kalbin çalışmalarının noksansız ve kusursuz olmaları da, Allah'ın koyduğu esasa kesinlikle itaatlerini ifade etmektedir. Böylece, insanın maddî ve manevî bünyesine bu kabiliyeti verenin, yani 'Rabbin' adıyla denmesinin hikmeti, Allah'ın sanatını düşünerek bizi kendi Zâtını tanımaya davet etmesidir.

Ve yine, diğer ayetlerde insanın yaradılışından bahsetmesi, Allah'ın niçin ve nasıl yarattığını beyan etmesi de, sanatını ve gücünü beyan etmek ve Zâtını tanıtmak içindir. 

Kısaca; Allah, özellikle insanı zikretmekle beraber, her eşyada Kendini tanıtmayı murad etmiştir. Bir ayet-i kerimede; "Ben insanları ve cinleri ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım" deniyor. Buradaki kulluktan maksat, Allah'ı bilmek demektir. Nitekim, bir kudsî hadiste Rabbimiz; "Ben, gizli bir hazine idim. Bilinmek istedim ve mahlukatı halkettim" buyuruyor. Hz. Ali (r.a.) de, "Ben, görmediğim Allah'a inanmam" buyurur. Bütün bunlardan anlaşılan; her türlü eşyadan bir yol bulup kulun Allah'a gitmesi gereğidir.

Cenab-ı Hakk'ın kerem sıfatından bahisle, insanın bir lutuf eseri olarak dünyaya geldiği zikredilir. İkram ve lutuf; hak sahibi olma hakkına mâlik olmadığı hâlde, hak sahibi olmaktır. Yani; insan, dünyaya gelme hakkına sahip olmadığı hâlde, Allah'ın değişik ikramlarına muhatap olmuştur. Allah, herkese dilediği kadar lutfetmiştir. Akıl, mal, mülk, evlat, rütbe nev'inden az veya çok oluşu, O'nun ikramıdır. İkram ve lutufta eşitlik aranamaz. Yani hiç kimse; 'niçin bana filancı kadar vermedin?' diyemez. Zira, O'nun verdiği, kereminin sonucudur. Zaten insanın var olma hakkı yoktu ki, mülkiyetinin fazlasını talep hakkı olsun. Bu noktada şunu da belirtmek lazım; bütün bunlara rağmen Allah (c.c.) âdil olduğu için, herkesi kendi şartları ve mâlik olduğu imkânlarıyla imtihan eder. Az verdiğinden çok, çok verdiğinden az miktar hesap istemez. Bir verdiğinden on'un, on verdiğinden bir'in hesabını istemez.

Hz. Muhammed (s.a.v.)'in, ilk vahiyden çok önceleri, sık sık Hira Mağarası'nda uzlete çekildiğini biliyoruz. O, dünya ve insanlardan uzakta, Rabbiyle başbaşa feyz-i İlahînin zevkine varıyor, Kendini adeta İlahî görevine hazırlıyordu. Bazılarının iddia ettiği gibi uzlet, sadece insanlardan kaçıp karanlık köşelerde zaman geçirmek değildir. İnsanın, kendi derûnundaki İlahî gerçekle râbıtasıdır. Mânâsı çok derindir. Bizzat Resul-i Ekrem (s.a.v.) bunu yaşamış, bu konuda bize örnek olmuştur.

Kitabullah'ın ilk ayetinin "oku" olması çok düşündürücüdür. Bu, Allah'ın kullarına ilk ve en büyük emridir. Resûlullah'ın ümmi oluşu, meseleye bir başka boyut getirmektedir. Şöyle ki; gerçek âlim Allah'ı bilen, Allah'ın adıyla okuyan insandır. İlim, insanı Allah'a götürüyorsa gerçek ilimdir. Öbür türlüsü ise, insanı gaflete boğan, çıkmaza sokan bir felakettir. Resul-i Ekrem; "Faydasız ilimden Allah'a sığınırım" buyuruyor. Bu noktada Cenab-ı Hak, kullarına ilmin, okumanın niteliğini belirtiyor. "Yaradan Rabbinin adıyla oku" diyerek âlimin sıfatını bildiriyor. Gerçek aydın, öğrendiği ilimle Allah'a giden, O'nu bulan insandır. İlminin, kendi gözünü kör ettiği ve isyana, inkâra sürüklediği insan değil."

kaynağı değiştir]

Suudi Arabistan'ın Mekke şehrinde bulunur. Merkez'den 5 kilometre uzaklıktadır. Taksi ile ulaşım mümkündür. Mağaraya çıkış merdivenler aracılığıyla sağlanır.

Ayrıca bakınız[değiştir kaynağı değiştir]

  1. ^Suruç, Salih (). Peygamberimizin Hayatı. İstanbul: Nesil Yayınları. ISBN c. 1 s&#;

Peygamberimize (s.a.v.) ilk vahyin gelişini ve peygamberlik verilişini kısaca anlatınız.

4. Sınıf Din Kültürü Kitabı Peygamberimize (s.a.v.) ilk vahyin gelişini ve peygamberlik verilişini kısaca anlatınız. konusunu kısaca ele alacağız. 


&#;Peygamberimize (s.a.v.) ilk vahyin gelişini ve peygamberlik verilişini kısaca anlatınız.&#; ile ilgili kısa cevabı ;


Cevap:

Peygamberimize (s.a.v.) ilk vahyin gelişi milâdi yılda ve Peygamberimiz 40 yaşındayken gelmeye başlamıştır. Peygamber Efendimiz uzlete çekildiği bir sırada Hira Dağı&#; nda kendine gelmektedir. Bu şekilde Peygamberimize &#;peygamberlik&#; verilmiş oldu.


&#;Peygamberimize (s.a.v.) ilk vahyin gelişini ve peygamberlik verilişini kısaca anlatınız.&#; ile ilgili uzun cevabı ;


Cevap:

Peygamber Efendimiz&#; e ilk vahyin gelişi şu şekilde olmuştur;

Cebrâîl (a.s.) geldi ve Hazret-i Peygamber’e:

“–Oku!” dedi. Peygamber Efendimiz:

“–Ben okuma bilmem!” karşılığını verdi. Bunun üzerine melek, Hazret-i Peygamber’i tâkati kesi­linceye kadar sıktı. Sonra yine:

“–Oku!” dedi. Efendimiz yine:

“–Ben okuma bilmem!” cevâbını verdi. Cebrâîl (a.s.) ikinci kez O’nu tâkati kesilinceye kadar sıktı. Sonra tekrar:

“–Oku!” dedi. Hazret-i Peygamber yine:

“–Ben okuma bilmem! (Ne okuyayım?)” dedi. Cebrâîl (a.s.) Hazret-i Peygamber’i üçüncü defâ da sıkıp bıraktı. Ardından vahy-i ilâhîyi kendisine şöyle bildirdi:

“Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir aleka’dan yarattı. Oku, Rabbin nihâyetsiz kerem sâhibidir. O, kalemle yazmayı öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti.” (el-Alak, )



 

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır