fiten melahim / MELÂHİM | Sorularla İslamiyet

Fiten Melahim

fiten melahim

34 - FİTEN VE MELAHİM KİTABI. 3

1. Fitneler Ve Belirtileri. 3

Ehlâs Fitnesi:. 5

Serra (Nimet) Fitnesi:. 5

Karanlık Fitne. 6

seafoodplus.infoe Koşmaktan Nehy. 17

3. Dili (Kötü Sözden) Korumak. 22

4. Fitne Esnasında Çöle Çekilmeye Ruhsat. 23

5. Fitne Esnasında Savaşmaktan Nehy. 24

6. Mü'mini Öldürmek Çok Büyük Günahtır

7. Katlde Umulan Mağfiret. 28


Fiten: kelimesinin tekili (müfredı) olan fitne: Meşakkat, sıkıntı, rezlet ve azap mânâlarındadır.

Fitnenin aslında, imtihan mânâsına olduğu daha sonra meşakkat ve im­tihanın götürdüğü kötülük mânâsında kullanıldığı söylenmektedir. Bila­hare bu kelime, küfür, günah, rüsvayhk ve fisk-ü fücurdan her türlü kötü­lük için kullanılmaya başlanmıştır.

Ayrıca insanlar arasında vuku bulan ihtilâf, düşmanlık ve kavga mânâ­sında da kullanılmaktadır. Şu âyet-i kerimede, fitne bu son mânâda kulla­nılmaktadır.

"Öyle bir fitneden sakınınız ki, o hiç de sizden sadece zulmedenle­re dokunmakla kalmaz"

Bu âyetteki fitneden maksat, ümmetin birlik ve beraberliğini bozan ve zararı suçlu suçsuz herkese dokunacak olan ihtilâf ve tefrikadır.

Zübeyr b. el-Avvem (r.a) Cemel Vak'ası meydana geldiğinde, "Hiç şüphem yok ki bu âyet, bu gün şu vaziyette bulunan müslümanlar hakkın­da nazil olmuştur." demiştir.

Melâhim; Melhame kelimesinin çoğuludur. Melhame, savaş meydanı demektir. Savaş meydanına bu ismin verilmesine sebep ya bu meydanda "lahm " etin bol bulunması, yada elbisenin " "(lühme)ve sedasının (argaç ve direzisinin) biri birine girdiği gibi, insanların savaşta birbirine girmesidir. Ama birinci mânânın daha münâsip olduğu söylen­mektedir.

Kamûs'ta melhamenin büyük vak'a olduğu kaydedilir.

1. Fitneler Ve Belirtileri

Huzeyfe seafoodplus.info-Yeman) (r.a) şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a) aramızda ayağa kalktı ve o zamandan kıyamete kadar ne olacaksa hiç bir şey bırakmadan hepsini haber verdi.

Onun Öğrenen öğrendi, unutan unuttu. Onları Rasûlullah'm şu sâhâbî-leri bilir. Bir adam birinden ayrılıp da sonra tekrar gördüğünde onu tanı­yıp yüzünü hatırladığı gibi ben de RasülullalVın bu söylediklerinden bir-şey meydana geldi mi hemen hatırlıyorum.

Açıklama

Hadîsin, Buharı ve Müslim'deki rivayetlerinde Huzeyfe (r.a) Rasûlullah'in söylediklerinden unut­muş olduğu bir şeyi gördüğü zaman, bir adamın kendisinden uzağa giden birini gördüğünde hatırladığı gibi hatırladığını söylemişseafoodplus.infoû Davud'un rivayetinde ise, Huzayfe'nin olan hadisleri hatırladığı söylenmekte, fakat onları unutmuş olduğundan bahsedilmemektedir.

Hâdis-i şerifte görüldüğü üzere Hz. Peygamber (s.a) birgün ashabı içe­risinde ayağa kalkmış ve o andan itibaren kıyamete kadar meydana gele­cek ne kadar fitne varsa hepsini haber vermiştir. Sahâbîlerden bir kısmı, Rasûlullah'ın söylediklerini öğrenip zapt etmiş bir kısmı ise unutmuştur. Huzeyfe (r.a) de efendimiz'in söylediklerinin bazısını unutmuştur, ama hadiseler vuku buldukça hemen onları hatırlamaktadır.

Sahîh-i Müslim'deki başka bir rivayette Huzeyfe (r.a) Rasûlullah'ın başkasına söylemediği bazı şeyleri kendisine söylediğini ve kendisinin kı­yamete kadar olacak hadiseleri herkesten daha iyi bildiğini söylemiştir.

Yine Müslim'in, Ebû Zeyd'den yaptığı başka bir rivayette Efendimiz, bu hitabesi için sabah namazından sonra minbere çıkıp Öğlene kadar ko­nuşmuş, "öğle namazı için, inmiş, namazdan sonra yine çıkıp ikindiye ka­dar tekrar konuşmuş, ikindiden sonra tekrar minbere çıkıp güneş balınca-ya kadar konuşmasına devam etmiştir.

Hâdis-i şerif, Rasûlullah (s.a)'in ilminin kemâline, Huzeyfe (r.a)'in Efendimiz'in ilmine gösterdiği ihtimama ve fitnelerden kaçındığına delâ­let etmektedir.

Bazı sapık mezhep sâlikleri bu hadisi delil alarak Hz. Peygamber (s.a)'in gaybı bildiğini iddia etmişlerdir, ama bu doğru değildir. Çünkü gaybı Allah'tan başka hiç kimse bilemez. Peygamberler, ancak Allah'tan aldıkları vahiyle bu bilgileri haber verirler.

Allah teâlanın kendisim "(aİimü'î ğayb)"gaybı bilen" diye vasıflandırması buna delildir. Nitekim bir âyet-i kerimemde Cenâb-ı Allah şöyle buyurmaktadır:

"Gaybi bilen Allah, gayba kimseyi müttalî kılmaz. Ancak peygamber­lerden bildirmek istediği bunun dışındadır."

Gaybı Allah'tan başka hiçbir kimsenin bilemeyeceğini isbat sadedinde Aliyyü'l Kâri El - Fıkhu'l-Ekber Şerhi'nde şunları söylemektedir.:

"Peygamberler, Allah'ın zaman zaman kendilerine bildirdiklerinin dı­şında gaybdan birşey bilmezler, Hanefîler, Rasûlullah'ın gaybı bildiği inancında olanın kafir sayılacağını açıkça söylemişlerdir. Çünkü bu inanç "Deki Göklerde ve Yerde gaybı Allah'tan başka bilen yoktur"

Ayet-i kerime'sine zıttır. Ulemâdan birisi, gaybı bilmenin Allah'a has bir bilgi oluşunun zarûrati dinnîyeden olduğunu söyler. Bu husustaki nasslar çoktur. Bunlardan bazıları şu ayet-i kerimelerdir.

"Gaybın anahtarları O'nun katındadir, onları ancak O bilir. Ka­rada ve denizde olanı bilir.

"Kıyamef'vaktini bilmek ancak Allah'a mahsustur, yağmuru o in­dirir,

Bu âyetler Allah'tan başka hiç bir kimsenin gaybı bilemeyeceğini gös­terir. Onun için, Allah'tan başka birisinin gaybı bildiğini söylemek caiz değildir. Nitekim Rasûlullah (s.a) yanında söylenen bir şiirde "Aramızda yarın ne olacağını bilen Nebî var.." denilince bunu söyleyeni kınamış ve "Bunu bırak, başka şey söyle." buyurmuştur.

Netice şudur; Allah'tan başka kimse gaybı bilemez. Ancak vahiy ve il­ham yoluyla Allah'ın bildirmeyi dilediği kişiler bilebilirler. Ama bu Al­lah'ın bildirmesi iledir.

Aliyyü'l Kârî'nin bu istidlal ve sözleri Allah'dan başka hiç kimsenin gaybı bilemeyeceğini açıkça göstermektedir.

Hattâ Peygamberler bile bu hükmün dışında değildirler. Durum böyle olunca fala ve falcıların söylediklerine inanmak asla caiz değildir.

Bu inanç, kişinin küfrüne sebep olup Allah'ın varlığını, Hz. Peygam­ber'in haberlerini, ahireti akıllarına aldıramayan, gördüğünden başka bir şeye inanmadığını söyleyen örümcekli kafaların, fala inanması, gazeteler­deki falları takip etmesi son derece hayret verici bir şeydir,

Hanefî fukuhasından İbn. Nüceym'in Bahru'r-Raîk adındaki fıkıh kita­bındaki şu sözleri de Aliyyü'l Kârî'nin söyledikleri ile aynı istikamettedir.

"Bir kimse Allah'ı ve Rasûlü'riû şahit tutarak evlense nikâh sahîh ol­maz ve bunu yapan kâfir olur. Çünkü bu Rasûlullah'ın gaybi bildiğine inanmaktır."

Bazı Hükümler

1. Gaybı Allah'tan başka kimse bilmez. Ancak Allah (c c) bilinmesini istediği şeyleri Peygamberlerine vahy yoluyla bildirir.

2. Yetkili kişinin fark ettiği tehlikeleri teb'âsına haber vermesi meşru­dur.

Abdullah (b. Mes'ud) (r.a)'den; Rasûlullah'ın (s.a)'in şöyle bu­yurduğu rivayet edilmiştir:

Bu ümmtte dört tane fitne meydana gelecektir. Onların sonunda yokluk vardır.

Tahric: Sadece Ebu Davûd rivayet etmiştir.

Açıklama

Hâdis-i Şerifi, İbn Mes'ud'dan rivayet eden sahabî'nin ismi mechûl'dür. Bu hal hadisin sıhhati açı­sından bir kusurdur.

Hadis-i şerifte Rasûlullah'ın (s.a), bu ümmetin dört tane fitne ile karşı karşıya geleceği bunlardan sonuncusunda yokluk olacağı belirtilmektedir. Sarihlerin bildirdiğine göre "Fitne"den maksat büyük olaylardır. Sonun-cusundaki yokluktan maksat da dünyanın veya ümmetin yok olmasıdır.

Yani dördüncü büyük olaydan sonra, dünyada müslümanm kalmama­sı yahutta kıyametin kopmasıdır

Kenzü'l-Ummal'de bu hadisin ihtiva ettiği mânâ aynısıyla Hüzey-fe'den rivayet edilmişseafoodplus.info aynı eserde İmrân b. Husayn (r.a) kanalıy­la, Rasûlullah'ın (s.a)'in şöyle buyurduğu haber verilmiştir. "Dört tane fitne zuhur edecektir. Birincisinde kan; ikincisinde kan ve mal; üçün­cüsünde kan, mal ve helâl olacak, dördüncüsünde de Deccâl çıkacak­tır."

Kenzü'l Ümmal'daki bu hadisi Taberanî'de rivayet etmiştir. Bu son ri­vayet göz önüne alındığında, Deccâl'in çıkmasıyla meydana gelecek bü­yük hadisenin sonunun müslümanların veya dünyanın sonu olacağını söy­lememiz mümkündür.

Abdullah b. Ömer (r.a); şöyle demiştir;

Biz Rasûlullah'm (s.a)'in yanında oturuyorduk. Efendimiz, uzun uzadıya fitneleri (meydana gelecek büyük hadisleri) aniattı Ehlâs fitnesini zikretti.

Birisi:

Ehlâs fitnesi nedir, Yâ Rasûlullah'm ? dedi.

Efendimiz:

O, insanların birbirinden kaçması ve haksız yere malların alınma­sıdır. Sonra Serrâ (nimet) fitnesi vardır. Bu fitne, benim ailemden, ben­den olduğunu zanneden ama aslında benden olmayan bir adamın ayak­ları altından, yayılacaktır. Benim dostlarım ancak muttaki olanlardır. Sonra insanlar, kaburga üzerindeki oturak gibi (devam etmeyecek olan), bir adamla anlaşacaklar; daha sonra karanlık fitne çıkacak, bu ümmetten dokunmadığı kimse kalmayacak. Bitti, denildiğinde, devam edecek. O fitnede (esnasında) kişi, mümin olarak sabahlayacak akşama kâfir olarak çıkacak. İnsanlar iki çadırda (gurupta) olacaklar. Bunlar, içinde asla nifakın olmadığı iman çadırı ve imanın olmadığı nifak çadı­rıdır. Siz o güne ulaştığınızda o gün veya yarın Deccâli bekleyiniz.

Açıklama

Hadis-i şeriften anladığımıza göre Hz. Peygamber (s.a) ashabına, ahir zamanda meydana gelecek birçok önemli hadiseleri yani fitneleri anlatmıştır. Râvî, Efendimiz’in anlat­tığı bu fitnelerden bazılarını ismen aktarmıştır. Şimdi biz bunlar hakkın­da sarihlerin söylediklerine bir göz atalım.

Ehlâs Fitnesi:

Ehlas "Hıls” kelimesinin çoğuludur. Hıls, yere veya Hayvanın sırtına serilen çuldur. Anılan fitne­nin bu isime izafe ediliş sebebi iki şekilde açıklanmıştır. Bunlar:

a) Bu çul, kaldırılmadıkça serildiği yerde kalır. Yani orada devamlıdır. Rasûlullah (s.a) fitnenin devamlılığına işaret etmek için fitneyi bu kelime ile ifade etmiştir.

b) Bu çul siyah renktedir. Fitnelerin karışıklığı ve karanlığından dola­yı Hz. Peygamber bu tabiri kullanmıştır.

Rasûlullah'ı dinleyen sâhâbîlerden birisi kendisine, ehlâs fitnesinin ne olduğunu sormuş, Efendimiz de onun, "" herab veharab olduğunu söylemiştir. Avnü'l Ma'bûd'da bu kelimeler şöyle izah edil­miştir.

Herab: Kişilerin aralarındaki düşmanlık ve savaştan dolayı birbirle­rinden kaçmalarıdır.

Harab: Bir insanın malını elinden almak ve onu eh boş bırakmaktır.

Hattabî, harab'ı mal ve ailenin yok olması diye açıklamıştır. Terceme - Avnü'l Ma'bud'daki izah gözönüne alınarak yapılmıştır.

Bezlü'l-Mechûd sahibi, bu fitnenin Hz. Osman'ın vefatıyla ortaya çı­kıp, Muâviye'nin hilâfetine kadar devam eden karışıklık olduğunu zan­nettiğini söyler.

Serra (Nimet) Fitnesi:

AHyyü'l Kâri bu fitneyi şöyle izah et­mektedir:

Serra dan maksat; sıhhat, rahatlık, bolluk, hastalık ve belâlardan uzak kalma gibi insanı sevindiren nimetlerdir. Kişi elindeki bol nimetler sebebiyle ahireti unutup Allah'a isyana dalacağı için fitne bu ke­limeye izafe edilmiştir.

Aliyyü'l Kârî'nin bu İzah'ı aynen Avnii'l Ma'bud'da ve Bezlü'l Mechûd'da nakledilmiştir.

Hz. Peygamber (s.a) bu fitnenin, kendi sülâlesinden ama kendi yolun­da olmayan bir adamın ayağının altından yayılacağını söylemiştir. Bu mâ­nâyı da "Benim ailemden, benden (benim yolumdan) olduğunu zanne­den ama aslında benden (benim yolumdan) olmayan" diye ifade bu­yurmuş daha sonra da kendi dostlarının muttâkiler olduğunu söylemiştir.

Fitne'nin kendi ailesinden bir adamın ayağının altında çıkmasından maksat o şahsın bu fitneyi yayacağı, böyle bir fitnenin yayılması için onun gayret göstereceğidir. Hadiste bu mânâ(Dehan)kelimesi ile ifâdelendirilmiştir. Bu kelime, duman mânâsındaki dühan kelimesi ile aynı köktendir. Duman ateşin yandığı yerden çıkıp koyu bir renkle yayıl­dığı için, fitne bu kelime ile ifâdelendirilmiştir.

Hz. Peygamber (s.a) fitnenin zuhuruna sebep olacak şahsın, neseben kendi soyundan olmasına rağmen, gerçekte kendisinden olmadığını ifade etmiştir. Bunun bir benzeri şu âyet-i kerimedir.

"Ey Nuh! o senin ailen sayılmaz, çünkü o kötü bir iş yaptı dedi."

Sonra insanlar kaburga üzerindeki bir oturak gibi,

Bu tâbir bir darb'ı meseldir. Maksat adamın saltanımn sürekli ve düz­gün olmayacağının ifadesidir. Oturak ağır, kaburga kemiği dayanıksız ol­duğu için, oturağın kemik üzerinde uzun süre kalması o kemiğin ağırlığa tahammül etmesi mümkün değildir. İşte insanın, idaresi uzun sürmeyecek ve düzenli olmayacak birisini başlarına getirmelerini Efendimiz bu sözle­riyle ifade buyurmuştur.

Bezlü'l Mechûd müellifi Seharenfûrî, Rasûlullah'ın (s.a)'in haber ver­diği bu halin hicri (m. ) yılında Hicazda meydana geldiğini söy­ler. Seharenfûrî'niıı bahsettiği bu hadise'nin özeti şudur.

Osmanlı idaresi altındaki Mekke emiri Şerif Hüseyin, İngilizlerle giz­lice anlaşıp, Osmanlılar'a başkaldırır. Mekke'deki Türk askerlerini öldü­rüp, ailelerini esir eder. Sonra kendisini Hicaz meliki olarak ilân eder. An­cak saltanatı düzensiz ve kısa ömürlü olur.

Şüphesiz bu bir şahsın görüşüdür. Hadiste anlatılan mânâyı belirli bir hadiseye nisbet etmek uygun değildir. Söylediklerinin doğru olması da yanlış olması da muhtemeldir.

Karanlık Fitne

Hz. Peygamber (s.a) daha sonra insanların karanlık fit­nelere düşeceğini, bu fitnenin dokunmadık kimse bırakmayacağını söyle­miştir. Fitnenin insanlara dokunmasını da, Türkçe karşılığı tokat vurmak olan bir kelime ile ifadelendirmiştir. Efendimiz'in haberine göre, bu fit­neyi insanlar, onun bittiğini zannettikleri bir zamanda, tekrar görecekler­dir. O dönemde bazı insanlar, sabahları müslüman oldukları halde, akşam kafir olacaktır. Sarihlerin bildirdiğine göre buna sebep, kişilerin sabahla­rı diğer müsümanlann kanlarını mallarını ve ırzlarını haram kabul ettikle­ri halde, akşam olunca onları helâl saymalarıdır.

Yine Rasûlullah'ın haberine göre, insanlar iki kampa ayrılacaklardır. Efendimiz, bu kampları çadır mânâsına gelen "Fûstât" kelimesi ile ifâde etmiştir. Bazı alimler, fustat kelimesinin, burada, şehir mânâsında olduğu­nu söylerler. Biz tercemeyi kelimenin hakiki mânâsına göre yaptık ve maksada izah bölümünde işaret etmeyi uygun bulduk.

Bu kelimeyi ister çadır, ister şehir mânâsına alalım, maksat bu mahal­lerin kendisi değil, içindekilerdir. Yani, Mahal zikredilmemiş içinde olan­lar kasdedilmiştir. Buna göre, insanların bir kısmı gerçek mânâ'da mü'min olacak, içlerinde en ufak bir nifak bulunmayacak bazıları da tam manâsıyla münafık olacak, içlerinde hiç bir iman kırıntısı olmayacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta, Hz. Peygamber'in imansızları kâfir diye değil, münafık diye ifâde etmesidir. Bundan anlıyoruz ki, anı­lan fitne geldiğinde kimi insanlar gerçekte mümin olmadıkları halde ken­dilerini mümin olarak göstereceklerdir. İşte bu halin zuhuru, Deccal'in başka bir ifadeyle kıyametin habercisidir. Çünkü, Deccâl kıyametin bü­yük âlâmetlerindendir.

Bazı Hükümler

1- Hz. Peygamber (s.a) Cenâb-ı Alah'in iz geleceJc bir takım hadiselerden haberdar olur.

2- Müslümanlar zaman içerisinde bir takım fitne ve olaylarla karşıla­şacaklardır. Bu fitnelerden bazılarına metinde işaret edilmiştir.

Hüzeyfe b. el-Yemân (r.a) şöyle demiştir: Vallahi, arkadaşla­rım unuttular mı, yoksa unutmuş mu göründüler; bilmiyorum; Vallahi. Rasûlullah (s.a) Dünyâ'nm sonu gelinceye kadar çıkacak; olan tâbîlerinin sayısı üçyüze ve daha fazlaya varan fitne liderlerinin hiçbirini bırakma­dan; hepsini, bize, adı baba adı ve kabilesinin admı anarak haber verdi.

Açıklama

Anlaşıldığına göre, Hüzeyfe (r.a), Sâhâbîlerin Rasûlullah (s.a)'in haber verdiği fitneler konusunda konuşmayıp susmalarından yakınmakta ve onların bu suskunluklarına se­bebin Rasûlullah'dan duyduklarını unutmaları mı, yoksa bir maslahata bi­naen unutmuş görünmeleri mi olduğunu, bilmediğini, söylemektedir. Bila­hare Hüzeyfe, kıyamete kadar çıkacak olan ve peşinden gelecekler üçyüz ve daha fazla kişi olacak olan tüm fitne çıkarıcıları, Hz. Peygamber'in şüp­heye mahal bırakmayacak şekilde açıkça haber verdiğini bildirmektedir.

Avnü'l Ma'bûd müellifi Kârî'den naklen "Fitne lideri"nden maksadın insanları sapıklığa çağıran, bid'ate sevk eden İslâm düşmanları olan ve müslümanlarla savaş edenler olduğunu söyler. El Ezhâr'da da fitne lider­lerinin, fitne çıkaran ve insanları ona davet eden liderler olduğu ifade edil­mektedir.

Allame el Erdebilî, Hüzeyfe'nin bu hadisi ile ilgili olarak Hz. Peygamber'in; tabileri üçyüz ve daha fazla olacak olan fitne liderlerini haber ver­diğini, ama tâbîleri daha az olanları anmadığını söyler. Aynı zat, bu hadi­sin Hz, Peygamber (s.a)'in ümmetine olan şefkat ve merhametine, onun ilmine delâlet ettiğini ve bunun bir mucize olduğunu ilâve eder.

Sübey b. Hâlid şöyle demiştir:

Tüster feth edildiği zaman Küfe'ye gelmiştim. Oradan katır getiri-yordum. Mescide girdim, bir de ne göreyim: İnsanlardan bir topluluk ve aralarında bir adam oturuyor. Onu gördüğümde Hicazlılar'dan birisi oldu­ğun hemen anladım.

"Bu (zat) kim?" dedim. Oradakiler bana asık bir suratla dik dik baktı­lar ve,

"Sen bunu bilmiyor musun? Bu Rasûlullah'ın (s.a)'in arkadaşı Huzeyfe b. El Yamân'dır" dediler.

Hüzeyfe (r.a): "İnsanlar Rasûlullah'ın (s.a)'j (Ümmeti için) hayırlı olan şeyleri sorarlardı. Ben ise şer olanını sorardım." dedi. Halk ona göz­lerini dikti. (Dikkatle dinlemeye başladı.)

Hüzeyfe devamla şöyle dedi: Ben size hoşlanmayacağınız şeyler haber vereceğim, Ben Rasûlullah (s.a)'e

"Yâ Rasûlullah, Allah'ın bize verdiği bu hayırdan sonra yine eskisi gi­bi şer olacak mı? Bana haber ver" dedim.

Evet, karşılığını verdi,

Ondan korunma(nın yolu) nedir?

Kılınç (Savaş),

Peki sonra ne olacak Yâ Rasûlullah?

Eğer yeryüzünde Allah'ın bir halifesi olursa, sırtına (haksız yere) vursa malını alsa bile ona itaat et, ama eğer Allah'ın halifesi bulun­mazsa, o zaman ağaç kökü kemirerek (Issız bir yerde öl).

Sonra Ne olacak, (Yâ Rasûlullah)?

Sonra Deccâl çıkacak. Onunla birlikte bir nehir ve bir ateş bulu­nacak. Onun ateşine düşene Ecri (sevabı) verilecek, günahı silinecek, nehrine düşene ise günahı verilecek ve sevabı silinecek

Daha sonra ne var?

Daha sonra kıyamet kopacak.

Açıklama

Hâdis-i şerifte geçen bazı tâbirlerin açıklanmasına ihtiyaç var.

Önce bunlara bir göz atalım. Daha sonra da hadis konusunda ileri sü­rülen görüşlere geçelim:

"insanlardanbir topluluk"Bucümleninkarşılığı olan "ifâdesini, başka türlü anlayanlar da vardır.

Bu anlayış farkları, kelimenin okunuşundan da seafoodplus.info tercememiz Kamûs'taki (Sadi1)okunuşuna göre yapılmıştır.

Mecmâ'da; dâl harfi sakin okunarak "(Sad')" şeklinde "iki kişi arasında bir adam" diye îzah edilmiştir. Yine aynı eserde dâl'm hareke­si ile "Mutedil genç" mânâsına da işaret edilmiştir.

Hattabî, Mecmâ'dan nakledilen mânâlardan ikincisine, İbnü'l Esir'de birincisine işaret etmişlerdir.

Bu rivayetleri birleştirerek 'İnsanlardan bir gurup içerisinde mutedil bir genç" demek mümkündür.

"Bana asık bir suratla baktılar" Bu tâbir, Hüzeyfe (r.a) tanımadığı için oradakileri Sübey'a olan hoş­nutsuzluklarını ifâde için kullanılmıştır. Nihâye'de bu cümlenin karşılığı olan "(fe tecehhemenî) " kelimesi, "beni katı ve kerih bir yüzle karşıladılar" diye izah edilmiştir.

"Ağaç kökü kemirerek öl" sözünden maksat, Sindî'ye göre müslümanların başında Allah adına hüküm veren bir halife bulunmadığında, halktan ayrılıp uzlete çekil" demektir.

Beydâvî ise bu konuda şöyle demektedir: "Yer yüzünde halife olmadı­ğı zaman, insanlardan ayrıl ve zamanın sıkıntılarına tahammül et. Ağaç kökünü kemirmek, sıkıntıya katlanmaktan kinayedir. Bu, acıdan, taşı ısır­dı, demeye benzer. Yada maksat, ona sarılmaktır. Başka bir hadisteki, onu azı dişlerinizle ısırınız, sözüne benzer"

Onunla birlikte bir nehir ve bir ateş bulunacak"

Bu cümle Deccâl'le birlikte iki hendek bulunacağını, bunlardan birin­de su, öbüründe ateş olacağını bildirmektedir. Bu sözlerin hakikî mânâya kullanılmış olması muhtemel olduğu gibi, bunun bir sihir ve hayâle işaret olması da muhtemeldir. Yani bir hendeğin su ile, öbürünün de ateş ile do­lu imiş gibi gösterileceği ve Decca'lin insanları suya davet edeceğinin an­latılmış olması muhtemel olabilir.

Bu kelimelerden; su, dünya zevk ve eğlencelerinden, ateş de taâtlerden ve meşru olmayan zevkleri terkten kinaye olabilir.

Kanaatimizce Efedimiz'in maksadı budur. Rasûlullah, bu sözleri ile Deccal çıktığı zaman; ümmetini, ona uymamaya, onun sevimli gösterdiği şeyin zıddını almaya teşvik etmektedir. Bu mânâya da Deccal'in teşvik ettiği nehre girenin günah işlemiş olacağı ve eski sevaplarının silineceği­ni, Deccal'in kötü gösterdiği ateş'e girenin ise sevap kazanacağı ve eski günahlarının silineceğini söyleyerek işaret etmiştir.

Hüzeyfe (r.a)'ın, Rasûlullah'a fitnelerle ilgili olarak sorduklarının ilki, "Allah'ın bize verdiği bu hayırdan sonra, yine eskisi gibi şer olacak mı?" sorusudur. Buradaki hayırdan maksat İslâm Dini, şer'den maksat şirktir. Yani maksat, İslâmdan sonra insanların bir daha küfre dönüp dönmeye­ceklerini anlamaktır.

Hz. Peygamber (s.a) Hüzeyfe'nin bu sorusuna "Evet" cevabını vermiş ve o fitneye silâhla karşı çıkılmasını emretmiştir. Katâde; Hüzeyfe'nin, Rasûlullah'tan naklen haber verdiği bu fitnenin Rasûlullah'ın vefatından sonraki riddet (dinden dönme) olayları olduğunu söyler. Bu olaylar Hz. Ebu Bekir'in hilâfeti esnasında olmuştur.

Hadis'in izahını Hafızın şu sözleriyle bitirelim:

"Hadiste, Allahm kullar hakkında hikmetlerine işaret edilmiştir: Şaha-bilerden çoğuna, tatbik etmeleri ve başkalarına tebliğ etmeleri için hayır yollarını sormayı sevdirmiştir.Hüzeyfe'ye ise kaçınması ve Allah'ın kur­tulmasını dilediği kullarını korumaya sebep olması için, şer olan şeyleri sormayı sevdirmiştir. Ayrıca bu hadiste, Rasûlullah'm gönlünün genişli­ğine ve onun tüm hikmet yönlerini bildiğine işaret vardır. Efendimiz, her soru sorana, uygun bir şekilde cevap verirdi. Bunlardan her birini seven kişi, o konuda başkalarından daha üstündür. Bu yüzden Huzeyfe Rasûlul­lah'm sırlarına vakıf idi. O başkalarının bilmediklerini bildirdi. İleride olacak birçok hadiseleri ve Münafıkların isimlerini sadece Huzeyfe bilir­di."

Bazı Hükümler

1- Dini konuları konuşmak için,câmide toplanıp oturmak caizdir.

2- Gayr-i meşru olmamak kaydı ile herkesin ayrı konulara ilgi duyma­sı normaldir.

3- Hz. Peygamber (s.a)'in vefatından sonra bir takım kargaşaların çı-kacağj daha öncedenHz. Peygamber tarafından haber verilmiştir.

4- Yeryüzünde Allah'ın hâlifesi bulunmadığı, ahkâmının uygulanma­dığı zamanlarda uzlete çekilmek caizdir.

5- Müslümanlar, dünyanın cazip görünen zevklerine dalmamak, zor da görünse Allah'ın rızasına uygun filleri işlemelidir.

Bize Muhammed b. Yahya b. Farîs haber verdi. Bize Ma'mer-den naklen Abdurrezzak haber verdi. Ma'mer, Katâde; Katade, Nasr, b. Asım'dan; o da, Halid b. Halid el - Yeşkürî'den bu (önceki) hadisi haber verdi. (Bu rivayette) Huzeyfe dedi ki:

(Rasûlullah'a) Kılıçtan sonra (ne olacak)? dedim,

"(Kalplerde) fesat kalıntısı ve duman üzerinde bir sulh" buyurdu.

(Ma'mer) Hadisin kalanını söyledi, ve şöyle dedi:

"Katâde bunu, Hz. Ebu Bekir zamanındaki riddet (dinden çıkma) olay­larına hamlederdi. Yine katâde (metindeki) ala akzâın (kelimesi)nin(kazaen) kir hüdnetün (kelimesi)nin de. "Kinler üzerine yapılan sulh " olduğunu söyler.

Açıklama

Bu rivayet önceki hadisin değişik bir şseafoodplus.info, öbür rivayette olmayan bazı kelimeler vardır. Bu kelimeler, "(Kalplerde) fesat kalıntısı" ve "duman içerisinde bir sulh" şeklinde terceme ettiğimiz tâbirlerdir. Rivayetin sonunda Ma'mer, bu ke­limelerin ne mânâya geldiklerini Kata'deden nakletmiştir. Ama yine de daha izaha ihtiyaç vardır.

"Fesat Kalıntısı" diye terceme ettiğimiz " terkibini Avnü'l Ma'bûd müellifi şu şekilde tefsir etmiştir: Yâni insanlar kalplerindeki fesat üzere kalacaklar. "kelimesi ""(kazâûn) kelimesinin çoğuludur. O da göz ve su üzerindeki toz ve kir tabakasıdır. Fesâd bu kire benzetilmiştir.

"Duman üzerinde bir sulh" Duman kelimesi ile ifade edilmek istenen, hile nifak ve ihanettir. Yani kılıçla hâili gereken bu fitneden sonra, görü­nüşte sulh, ama aslında kalpte hiyânet, hile ve nifak olan bir hâdise ola­caktır.

Bundan sonra gelecek olan rivayete göre. bu tabiri, bizzat Rasûluliah (s.a) Efendimiz '"Milletlerin kalpleri eskiden olduğu hâle dönmez" di­ye tefsir etmiştir. Yâni aralarında sulh bile olsa, daha Önceki dostluk ve samimiyet kalmaz.

Hattabî bunu, "kin kalıntıları üzerinde sulh" diye izah eder.

Aliyyü'l Kâri, bizim şeyh AbdülhamıcTın tâlikına tebaen "duman" di­ye terceme ettiğimiz" "dehan" kelimesinin aslında bulanıklık, si­yaha çalan renk mânâsında olduğunu bunun da içerisinde fesat karışık olan sulhu hissettirdiğini söyler.

Yukarıya aktardığımız izahlar eski âlimlerin söyledikleridir. Bezlü 1 Mechûd müellifi ise üstâd Muhammed Yahya'nın hocasının ders takririn­den şunları yazdığını söylemektedir. dan maksat, bir miktar hayrın kalması ama bunun önceki hayır gibi temiz olmayıp, içerisinde biraz kötülük ve bulanıklığın bulunmasıdır.

Bu izah, hayırdan sonra gelecek ve kılıçla defedilecek olan şerrin, Hz. Ebû Bekir dönemindeki riddet olduğu tarzındaki anlayışa uygun değildir. Çünkü, riddet hadisesi bastırıldıktan sonra herhangi bir karışıklık kalmamış­tır. Aksine karışıklıklar, Hz. Osman'ın vefatından sonra baş göstermiştir.

Bezi müellifi Sehârânfûrî, bu izahları göz önüne alarak hadisteki "kı­lıçla" sözünü, Hz. Osman'ın katli sebebiyle ortaya çıkan savaşlara ham­letmenin daha uygun olacağını söyler. Buradaki silâha doğrudan sarılma­nın da fitne çıkarmak olmayacağını, çünkü fitnenin doğru ile yanlışın ay­rılmadığı yerde olacağını hata belli olunca doğruya yardımın şart olduğu­nu ekler.

Kanaatimizce, bu tür hadisleri belirli olaylara tahsis etmek uygun de­ğildir. Çünkü Rasûlulla'm muradının ne olduğunu kesin olarak bilmek mümkün değildir.

Nasr. b. Asım el-Leysî şöyle demiştir:

Benû Leys'ten bir heyet içerisinde el Yeşkürî'ye geldik.

El-Yeşkûrî:

"(Bu) heyet kim"? dedi.

"(Biz) Benû Leys'(iz)- Sana Hüzeyfe hadisini sormaya geldik" dedik.

El Yeşkûrî hadisi şöyle aktardı:

Hüzeyfe:

" YaRasûlullah bu hayırdan sonra şer var mı?" dedi.

Rasûlullah: "Fitne ve şer"

Hüzeyfe:

"Yâ Rasûlullah, bu serden sonra hayır var mı?" dedi.

Rasûlullah üç defa:

"Yâ Hüzeyfe, Allah'ın Kitab'ını öğren ve içindekilere uy (bu so­ruyu bırak)"

Hüzeyfe:

"Yâ Rasûlullah, bu serden sonra hayır var mı?"

Hz. Peygamber:

"Duman üzerinde bir suh ve içerisinde fitneler olan bir toplum."

Hüzeyfe:

"Yâ Rasûlullah duman üzerindeki Sulh nedir?"

Hz. Peygamber:

"Milletlerin kalpleri eskiden olduğu hale dönmez (Eski sevgi kal­maz)."

Hüzeyfe:

"Ya Rasûlullah, bu hayırdan sonra şer var mı?"

Rasûlullah:

"Kör ve sağır fitne cehennemin kapılarında fitneye çağıran da-vetçilef olacak. "Yâ Hüzeyfe, senin bir kök ısırarak (yiyerek) ölmen o fitnecilerden birisine uymandan daha hayırlıdır."

Açıklama

Hadisin İbn Mâce'deki rivayetinde, buradaki rivâyetin sa(jece son tarafı vardır. İbn Mâce'nin hadisi şu şekildedir. "Fitneler olacak, onların kapılarında, cehennem ateşine çağıran davetçiler bulunacak, Senin bir ağacın kökünü ısırarak öl men onlardan birisine uymandan daha hayırlıdır."

Hadîsin Sahîh-i Müslim'de de buradakinden hayli farklı bir rivayeti vardır.

Hâdis-i şeriften anladığımıza göre; Hüzeyfe b. El-Yemân, Hz. Pey­gamber (s.a)'e içerisinde bulundukları hayırlı durumdan sonra tekrar es­kisi gibi kötülüklerin gelip gelmeyeceğini sormuş, Hz. Peygamber (s.a) de bir takım fitnelerin çıkacağını haber vermiştir. Hüzeyfe, çıkacak fitne­lerin bastırılıp tekrar iyi ve hayırlı günlerin gelip gelmeyeceğini sormuş, Efendimiz sanki bu tür soruları lüzumsuz görmüş ve "Yâ Hüzeyfe, sen (bu gibi sorularla uğraşma) Allahın Kitab'ını öğren ve içindekilere uy" buyurmuştur. Ancak Hüzeyfe soru sormaktan vazgeçmemiştir.

Hüzeyfe'nin sorduğu soru ve aldığı cevaplardan anlıyoruz ki, Müslü­manlar arasında çıkan fitneler, yatıştırılacak ve tekrar sulh ve sükûn do­ğacak; ama bu sulh, samimiyetten uzak, kin ve düşmanlıklar gizli; her an hortlayacak tipte olacak, birlik içerisinde olanları birleştiren de onların imanı ve dinlerinden ziyâde bir takım kötülükler ve günahlar olacaktır

Hz. Peygamber (s.a) in bildirdiğine göre en sonunda kör ve sağır bir fitne olacak ve fitne çıktığında insanları kötülüğe ve cehenneme ağıran ki­şiler bulunacaktır. O zaman halk içinde yaşamaktansa, ıssız yerlerde aç kalarak; gerekirse ağaç kökü yiyerek, yaşamak, bu fitneye karışmaktan çok daha iyi olacaktır.

"Kör fitne" den maksat, insanların gözünü köreltip hakkı görmelerine mâni olan fitnedir. "Sağır fitne" den inaksalda, o fitnenin, insanların kulaklarını, hakkı ve nasihati duymayacakları şeklide sağır etmesidir.

Kâdî îyâz, fitnenin kör ve sağır oluşunu şöyle izah etmektedir: "Fitne­nin hiç bir çıkış yolu görülmeyecek ve yardım etmek isteyenlerin sesi du­yulmayacak bir şekilde olmasıdır. İnsanlar, o fitne içerisinde basiretlerini yitirecekler, hak olan sözleri duyup düşünmek ve kendilerine edilen nasihâtları dinlemekten kaçınacaklardır."

Aliyyü'l Kârî'de bunun o fitnenin karanlığı ve içerisinde hakkın mey­dana çıkmamasından, şiddetten ve fitnecilerin sertliğinden kinaye olduğu­nu söyler, Şüphesiz bunlar, birer anlayış şeklidir. Kesin olan, insanla­rın basiretini kapatıp, Hakkı duymalarını engelleyecek büyük bir fitnenin gelecek olmasıdır. İnsanların hakikati görmesini ve hakkı duymasını en­gelleyen şeyin, medeniyetin getirdiği şaşalar, nefislere ve şehvetlere hitabeden ve gözleri kamaştıran, başka birşey görüp düşünmelerine mâni olan, yazılı ve sözlv faaliyetlerin olması mümkündür. Bunlara gerçeklerin, hak ve hakikatin anlatılıp öğretilmesini otorite yoluyla engellemek de eklenebilir.

Bu fitne içerisinde cehennem ateşine çağıran davetçilerin de insanları, dinden ve Allah inancından uzaklaştırmaya çalışan dinsizlerin, insanların basiretini kapatmaya çalışan şehvet, zevk, eğlence ve fuhuş delâletlerinin olması muhtemeldir.

Hadisin sonunda, Hz. Peygamber (s.a) Huzeyfe'ye, o cehennem davet-çisi fitnecilere uymaktansa, uzlete çekilmenin, tenhalara kaçmanın daha hayırlı olacağını söylemişlerdir. Dikkat edilirse, Efendimiz "Sen onlara uymadan" buyurmuştur. Yani, fitnecilere uymayıp kendisini onlara kap­tırmayanların, toplum içinden çekilip meydanı tümüyle fitnecilere bırak­masını tavsiye etmiyor. O halde müsiüman sadece kendisini düşünüp kaç­mamalı, hicretin caiz olduğu gibi cihâdın farz olduğunu düşünmelidir. Fitnecilerin davetine uymamalı. bununla da kalmayıp onlarla mücadele etmeli, tuzaklarına başkalarının düşmesini engellememelidir. Ama fitne­cilere kapılacağından eminse veya bundan fevkalade endişe duyuyorsa, kenara çekilip yalnız kalması daha iyidir.

Sûbey b. Halid bu (önceki) hadisi Hüzeyfe (r.a)"den o da Ra­sûlullah (s.a)'den rivayet etti.

(Bu rivayete göre) Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu:

"O gün bir halife bulamazsan, ölünceye kadar kaç. Sen (ağaç kö­kü) ısırarak ölürsen, (bu) daha hayırlıdır."

Râvî, hadisinin sonunda şöyle dedi:

Ebu Hüzeyfe dedi ki:

"Bundan sonra ne olacak?" dedim.

Rasûlullah (s.a) Şayet bir adanı kısrağın doğurmasını istese, o do­ğurmadan kıyamet kopacaktır."

Açıklama

Avnü'l Mabûd sahibinin, Mişkat'tan nakline görehadisin bir rivayeti de şu şekildedir. "Sonra tay doğacak ama kişi kıyamet kopuncaya kadar, ona binemeyecek" Bu rivayete göre meydana gelecek son fitne, kıyamete çok ya­kın olacaktır. Bezlü'l Mechûd'da, anılan bu fitnenin, önceki hadiste ifâde edilen "Kör ve sağır fitne" olduğu bildirilmektedir. Bu fitne, kıyamete o kadar yakın olacak ki, meselâ bir kişi kısrağının yavrulamasını isteyecek ve bunun için gerekli tedbirleri alacak, ama buna imkân bulamayacaktır. Yahut dünyaya gelen bir tayın büyüyüp kişinin ona binmesine fırsatı ol­mayacaktır.

Bundan maksadın Hz .İsa zamanı olduğu da söylenmektedir. Çünkü, o zaman, insanlar birbirleri ile savaş için taya binme ihtiyacı duymayacak­lardır. Bir başka görüşe göre, bundan maksat DeccaTin zamanıdır. Dec-cal çıktıktan sonra kıyamete fazla zaman kalmayacaktır.

Abdullah b. Amr (r.a)'den; Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurdu­ğu rivayet edilmiştir:

"Bir imama biat edip de ona elinin safkasımve kalbinin seme­resini veren (samimi olarak biat eden) kişi, gücü yettiğince ona itaat etsin. Eğer bir başkası çıkıp o imamla nizalaşırsa boynunu vurunuz"

(Abdurrahman b. Abdi Rabbi'l Kabe der ki:) (İbn Amr'e) "Bunu, sen, bizzat Rasûlullah'tan mı işittin?" dedim. "Onu kulaklarım duydu ve kalbim hıfzetti" dedi. "Senin şu amcan oğlu Muâviye bize (birşeyler) yapmamızı emrediyor,biz de yapıyoruz" dedim.

"Allah'a itaat konusunda ona itaat et, ama Alla'a isyanda karşı açık" dedi.

Açıklama

Hâdis-i şerifin, Müslim ve İbn Mâce'deki Rivâyetleri buradakinden hayli uzundur. Meseleyi daha iyi tasavvur edebilmek bakımından Müslim'in rivayetini aynen buraya Abdurrahman b. Abdî Rabbî'l Ka'be şöyle dedi:

Mescid-i Haram'a girdim, baktım ki Abdullah b. Amr b. As Kabe'nin gölgesinde oturuyor. İnsanlar başına toplanmışlar. Ben de vardım ve ya­nına oturdum Abdullah şunları söyledi:

Bir seferde Rasûlullah (s.a)'le birlikte idik. Bir yerde konakladık. Ki­mimiz çadırını düzenliyor, kimimiz ok atıyor, kimimiz de mer'adaki hay­vanların başında duruyorduk Derken Hz. Peygamber'in müezzini, nama­za toplanın, diye seslendi. Biz de Rasûlullah'ın yanında toplandık. Efen­dimiz şöyle dedi:

Benden önceki her peygambere, ümmeti için hayır bildiği şeyleri onlara öğretmesi, şer bildiği şeylerden de sakmırması bir hak ve gö­rev oldu. Şüphesiz, sizin şu ümmetinizin afiyeti öncekilerine verilmiş­tir. Sonrakilerine ise belâ ve hoşlanmıyacakları bir takım şeyler gele­cektir. Bir fitne gelecek, birbirini aratacak. Öyle bir fitne gelecek ki mü'min, işte bu benim helâkımdır, diyecek. Sonra o açılacak yine bir fitne gelecek, Mümin, işte bu (benim helakim) diyecek. Artık kim ce­hennemden uzaklaştırılıp, cennete sokulmak isterse, oun ölümü Al­lah'a ve ahiret gününe inanır olduğu halde gelsin. O, insanlara ken­disine yapılmasını istediği şekilde muamele etsin. Bir kimse bir ima­ma bîat etmiş, ona elini vermiş ve samimiyetle bağlanmış ise, eğer gü­cü yeterse, itaat etsin. Başka biri gelir de o imamla nizaa tutuşursa, sonrakinin boynunun vurunuz.

Abdurrahman der ki: Ben Abdullah'a yaklaşarak "Allah aşkına söyle, bunu Rasûlullah'tan bizzat mı işittin?" dedim. Elleri ile kulakları ve kal­bini işaret ederek, onu iki kulağım işitti, kalbim de öğrendi, dedi.

Ben kendisine:

Şu amcan oğlu Muâviye var ya, bize aramızda mallarımızı, haksız ye­re yememizi ve kendi kendimizi öldürmemizi emrediyor. Halbuki Allah (cc)

"Ey İnananlar, kendi kendi aranızda mallarını haksızlıkla yeme­yin, ama sizin karşılıklı rızanızla bir ticaret olursa müstesna, kendi kendinizi de öldürmeyin. Şüphesiz ki Allah size merhametlidir." buyuruyor, dedim.

Sen ona Allah'a itaat hususunda itaat et, Allah'a isyan konusunda da karşı çık, dedi."'

Görüldüğü gibi Müslim'in rivayeti Ebû Davud'un kinden oldukça uzun.

Hadisin Sahîhî Müslim ve Sünen-i İbn Mâce'dcki rivayetleri de göz önüne alındığında şunu anlıyoruz:

Hz. Peygambcr'in vefatından sonra müslümanların başına bir takım belâ ve musibetler gelecektir. Bunlar öyle olacak ki nerede ise gelen gi­deni aratacak ve mümin her bir fitne gelişinde "bu beni mahvedecek" di­yecektir. İşte bu ortam içerisinde, Allah'a ve ahirete inanmış bir vaziyet­te ölenler cennete gireceklerdir. Mümin o şekilde ölebilmeye çalışmalıdır. Ayrıca mü'min kendisine yapılmasını istemediği bir muameleyi başkala­rına yapmamalı, kendisine nasıl davramlmasını istiyorsa başkasına da öy­le davranmalıdır.

Hadisin Sünen-i Ebû Davûd'daki kısmı ise İmamlık, yani devlet baş­kanlığı ile ilgilidir. Hz. Peygamber bu konuda bir devlet başkanına biat eden kişinin, artık ona itaat etmesi, kendisine isyan edenlere karşı onu ko­ruması gerektiğini ifâde buyurmuştur.

Hadisin sonunda belirtildiği üzere râvî Abdurrahman; Abdullah b. Amr'a, Muaviye'nin kendilerine bir şeyler yapmalarını emrettiğini; onla­rın da yaptıklarını söylüyor. Bundan maksat, Hz. Muaviye'nin, esas hali­fe Hz. Ali olduğu halde, kendilerine Ali (r.a) ile mücadele etmelerini cm-retmesidir. Çünkü, bu soru, Abdullah'ın Hz. Peygamber (s.a)'in bir hali­feye biat edildikten sonra artık ona itaatin gerekli olduğunu söylediğini haber vermesi üzerine gelmiştir. Abdurrahman ona, sen böyle diyorsun, ama amcanın oğlu Muaviye bize hâlife olan Ali'ye karşı çıkmamızı isti­yor, biz de denileni yapmak zorunda kalıyoruz, diyor. Abdullah'da "Al­lah'a isyan konusunda" onun emrine itaat etmemesini, Allah'a taâtte ise itaatin gerekliliğini söylüyor. Abdullah'ın bu sözünü hem, Muaviye'nin Allah'a isyanı emrettiğini ihsasa hem de aksine ihtimali vardır.

Bilindiği gibi Hz. Ali ile Hz. Muâviye arasındaki hilafet kavgası, müslümanlar arasında büyük ayrılıkların çıkmasına, bir çok müslüman kanının dö­külmesine ve tesiri zamanımıza kadar uzanan büyük fitnelerin çıkmasına sebep olmuştur. Müslümanlar, bu kavgada genelde, Hz. Ali'nin haklı ol­duğunu; esas hilâfetin onda olduğunu, Hz. Muaviye'nin ise bir ietihad ha­tası işleyerek Hz. Ali'ye karşı çıktığını söylerler. Hz. Muaviye,sahâbî'den birisi olduğu ve Rasûlullah (s.a) ashabını övdüğü için, onu günah­karlığa iiisbet etmezler ve halifeye isyan eden bir âsi olarak değerlendir­mezler. Tabiki, bu konuda hassasiyet gösterenler ehl-i sünnet alimleridir. Müslümanların başına büyük gaileler açan bu kavgaların unutulmayıp, canlı tutulması ve bu sebeple müslümanlar arasına tefrikalar sokup birbirlerine düşürülmesi, şüphesiz, ya gayri müslimlerin ya da gafil müslü­manların işidir. Biz bu konuyu kendi kaynaklarına terk ederek hadisteki "Allah'a taat konusunda ona itaat et" sözü ile ilgili olarak Bezltri-Mechûd'daki bir değerlendirmeyi özetlemek istiyoruz.

Râvi'riin sorusuna karşılık, Abdullah b. Amr'm verdiği cevap pek uy­gun düşmemektedir. Çünkü, hz. Ali'ye daha önce biat etmişlerdir ve o, hi­lâfete daha müstehaktır. Hz. Muaviye'nin Hz. Ali'ye karşı ilk savaşı hak­sızdır. İçtihadında hatâ etmiştir. Buna sebep kendisine gelen, tevatür de­recesindeki haberlerin ona Osman'ın katlinin Hz. Ali'nin işareti ile inti­baı vermesidir. Hz. Hasan'la Hz. Hüseyin'in kapıda bulunuşları da buna bir delil ve fesatçı muannitlere bir hüccet olmuştur. Sâhâbrlerden Yezîd'e biat edenler ve biat etmiyenler için de aynısını söyleriz. Şüphesiz Hz. Peygamber'in "Ötekinin boynunu vurunuz" emri mutlak değildir. Nasıl böyle olsun ki? Çünkü eğer bu emir, hiç bir kayda bağlı kalmadan mut­lak olsaydı teklifi mâlâyütak olurdu. Nasıl böyle olsun ki? Bu emir ancak, asiyi öldürme imkânına sahip olana yöneliktir; gücü yetmeyene değil! Böy­le olunca; çaresiz kalınca, isyankar lidere boyun eğmenin caiz olduğu anla­şılır. Aksi halde boşu boşuna nefsi tehlikeye atmak söz konusudur.

Hz. Ali'nin vefatından sonra tüm sahâbîler, Hz. Muaviye'nin hilâfe­tinde ittifak etmişlerdir. Yezid'in hilafetî konusunda ise çeşitli guruplara ayrılmışlardır. Kimisi, zalim hükümdarlara da itaatin gerekliliği konusun­daki emirlerin zahirini esas alarak onun halifeliğini caiz görmüşler, kimi­leri de onun halifeliğini kabul etmeyerek başka bir halifenin seçilmesini gerekli görmüşlerdir Abdullah b. Zübeyr (r.a) bu ikinci gruptadır. O ken­disini hilâfete lâyık görmüş ve biat almıştır. Herhalde onun biat alışı, ya Yezid'den önce ya da onunla birlikte olmuştur. Her iki halde de O, Yezid'e isyan etmiş sayılamaz. Çünkü, Yezîd halife olmamıştı ki, kendisine çıkanlar âsi olsun. Abdullah b. Ömer'in ona biat etmesi de onun güç üs­tünlüğünü görmesinden ve fitne çıkacağından korkmasından ötürüdür. İbn Zübeyr ise, Yezîd'e karşı koyma gücünü kendisinde görmüş onun için biat etmemiştir.

Burada akla bir soru gelebilir: Hz. Hüseyin, her ikisine de biat etmemiştir. O halde, O, en azından birisine karşı âsi sayılmaz mı? Bu soruya şöyle cevap verilebilir. Hz. Hüseyin, Yezîd'e biat etmedi, çünkü onu bu işe layık görmüyordu Üstelik Ehlü'1-hâl ve'l-akd henüz onun hilâfetinde ittifak etmemişlerdi. İbn Zübeyr'e biat etmeyiş sebebi de onun halifeliği haberi kendisine ulaşmamasından olabilir. Yahut ulaşsa bile, Medine'ye varınca ona biat etmek istediği halde meydana gelen olaylar yüzünden bu­na imkan bulamamış olabilir. İkinci bir ihtimal olarak, İbn Zübeyr'de Ye­zîd'e karşı koyacak güç göremediği için özelikle gecikmiş olması müm­kündür.

Bu zatların hiçbirisini âsi saymak mümkün değildir.

Bazı Hükümler

1- Müslümanlar kendilerine lider olarak seçtikleri kişiyi başka liderlik iddiasında bulunanlara karşı korumakla yükümlüdürler.

2- Liderin Allah'a tâat konusundaki veya Allah'ın emrine muhalif ol­mayan emirlerine uymak lazımdır.

3- Allah'a isyan konusundaki emri, emri veren devlet başkanı bile ol­sa uymak caiz değildir.

4- Silâh yoluyla İdareyi ele geçirenin, Allah'a isyan mâhiyetinde olma­yan emirlerine uymak caizdir.

Ebû Hureyre (r.a)'den; Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğu ri­vayet edilmiştir:

"Yaklaşan serden (dalıy) Vay arapların haline, Elini (savaştan) çe­ken kurtuldu."

Açıklama

Hadisin Buhari, Müslim ve İbn Mâce'deki rivayeti Zeynep binti Cahş (r.a)'dandır. Buralardaki riva­yetler arasında, ufak bazı farklar olmakla beraber, birbirlerine olan ben­zerlikleri Ebû Davud'un bu rivayetine olan benzerliklerinden daha yakın­dır. Buharî'nin Kitabü'l Fiten'deki rivayeti şu şekildedir. Zeynep binti Cahş (r.a) şöyle demiştir.

Rasûlullah (s.a) yüzü kızarmış bir vaziyette uyandı. Şöyle diyordu: "Lâilâhe illallah, yaklaşan serden (dolayı) vây Arapların haline !Bugün Yecüc ve Mecüc Şeddinden şu akar -Süfyan; doksan veya yüzü işaret etti.-

Rasûlullah (s.a)'e, Aramızda sâlihler varken biz helak olacak mıyız? denildi. "Fısku fücur çoğaldığında evet" buyurdu."

Hadisten anladığımıza göre, Rasûlullah (s.a) yakında bir fitnenin çıka­cağını ve bu yüzden, müslümanlarm sıkıntıya düşüp rahatsız olacaklarını haber vermiştir. Hadiste Özellikle Araplar anılarak "Vay Arapların hali­ne" denilmesine sebep, o zaman Müslümanların büyük çoğunluğunun Araplardan oluşudur. Yoksa, maksat arap olmayanların gelecek olan bu fitneden rahatsız olmayacaklarını ihsas değildir. Sindî'nin ifâdesine göre ise, bu tahsise sebep Arapların ilk müslüman olanlar olmalarıdır.

Hadîsi terceme ederken "Vây haline" diye terceme ettiğimiz (veylün) kelimesi bir kaç mânâda kullanılmaktadır. Bunlar: Bir şerrin gel­mesi, azap için kullanılan bir kelime ve cehennemde bir vadinin adıdır.

Sarihler, Rasûlullah'm yaklaştığım haber verdiği şer, yani fitneden maksadın, müslümanlarm ilk asırda yaşadıkları kargaşalar olduğunu söy­lerler. Bunlar, Hz. Osman (r.a)'m öldürülmesi ve Hz. Ali ile Hz. Muâviye arasında cereyan eden savaştır. Başka bir görüşe göre de mak'sat, Yezîd ile Hz. Hüseyin Efendimiz arasındaki acı hâdisedir. Avnü'l Ma-'bûd ve Bezlü'l Mechûd müellifleri, sonraki ihtimali daha uygun bulmuşlardır. Bunun Arap olanlar ve olmayanlar arasında açık bir şer olduğunu söyle­mişlerdir.

Rasûlullah (s.a), o fitnede, savaşa iştirak etmeyip kenarda kalanların kurtulacaklarını ifade buyurmuştur.

Hadisin diğer kitaplardaki, Zeynep Binti Cahş'tan yapılan rivayetinde, o gün Ye'cüc ve Me'cüc şeddinde bir deliğin açıldığı ifade edilmiştir. Yecüc ve Me'cüc denilen milletler kıyamete yakın bir zamanda ortaya çıkıp fitne çıkartacaklardır. Kur'an-ı Kerim'de (Kehf 83, 96 ve Enbiya 96,97) Yecüc ve Mecüc'den bahsedilmektedir. Bunların hangi milletler olduğu konusun­da çeşitli görüşler vardır. Kimi alimler Moğollar ve Hunlarin olduğunu söy­lerler. Bazıları'da Rusların Ye'cüc, İngilizler'in ve Almanlar'ın da Me'cüc sülâlesinden olduklarını. Hiç birisi kesin bir delile dayanmaz.

Ye'cüc ve Me'cüc Şeddinin nerede olduğu konusunda da farklı görüşler vardır. Bu görüşler, Ye'cüc ve Me'cüc Şeddinin: "Çin Şeddi, Ye-men'deki Me'rib Şeddi, Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki demir ka­pı, Buhara'nm Kokya dağı bitişiğindeki sed şeklindedir. Ye'cüc ve Me'-cüc'un hangi Millet olduğu konusundaki görüşler gibi, şeddin de neresi olduğu konusundaki görüşler de sağlam dayanaktan yoksun birer mütalaadır.

Yine hadîsin Buharı, Müslim ve İbn Mâce'deki rivayetlerinde toplum içerisinde sâlih kullar olduğu halde gelecek azabın umumi olacağı, fisk-u fücurun, yani fuhşun çoğaldığı dönemde tüm insanların helak olacakları ifâde edilmektedir. Bazı âlimler ise fısk-u fücuru mutlak kabul etmişler ve tüm günahlara şâmil olduğunu söylemişlerdir.

Enfâl Sûresi'ndeki şu âyet, Rasûlullah'ın; fitnenin umumi olacağı tar­zındaki haberlerini teyid etmektedir:

Öv/e hır fitneden sakınınız ki o, hiç de sizden sadece zulmedenlere dokun­mak fa kalmaz"

Ebû Davûd dedi ki:

Bana İbn. Vehb'den haber verildi; dedi ki: Bize Çerir b. Hâzim, Ubeydullah b. Ömer'den haber verdi. O NâfTden, Nâfî'de îbn Ömer'den, Ra-sûlullah (s.a)'in şöyle buyurduğunu rivayet etti.

"Yakın bir zamanda Müslümanlar Medine'de muhasara edilecek­ler, öyle ki en uzak sınır karakolları, selâh olacak"

Açıklama

Avnü'l Ma'bud'da, hadiste mechûl bir şahsın bulundugu, çünkü Ebû Davud'a hadîsi haber veren şahsın belirtilmediği ifâde edilmektedir.

Bezlü'l Mechûd'da bu sözler müstakil bir hadîs olarak ele alınmamış:, bir önceki hadîs içerisinde verilmiştir.

Hadîsten anladığımıza göre, Müslümanlar, bir gün düşman tarafından sıkıştırılacak ve Medine-i Münevvere ile selâh denilen yer arasında muhasara edileceklerdir.

Hadis-i şerifte, işaret edilen günde Medine'ye en uzaktaki sınır kara­kolunun Selah olacağı ifade buyurulmuştur. Sınır karakolu diye terceme ettiğimiz "Mesâlih "kelimesi, " Mesleha" kelimesinin çoğuludur. Bu kelime aslında silâh deposu mânâsındadır. Ancak, sınır ka-rakollarmdaki insanlar düşmanın ani bir hücumuna karşı pür silâh olduk­ları için bu isimle tabir edilmiştir.

İbnü'l Esîr, en-Nihâye adındaki eserinde, bu kelimeyi "Sınırları düş­mandan koruyan topluluktur. Onlar, silahlı oldukları veya silâh deposun­da eğleştikleri için Mesleha denilmiştir. O, gözetlenen karakol gibidir. Orada düşmanın ani hücumunu gözetleyen insanlar vardır." diye açıkla­mıştır.

Selah:

Hayber yakınından bir yerin adıdır, Hayber ile Medine arası­na düşer. Bu kelimeyi Sülah şeklinde okuyanlar da vardır.

Aliyyü'l Kârî, Müslümanların son karakol noktasının, Medine'ye ya­kın bir mesafede olan Selah'ta oluşu, kâfirlerin sıkıştırmasının şiddetine ve müslümanları kuşatmalarının fazlalığına delâlet ettiğini söyler.

Zührî şöyle demiştir: Selah, Hayber'in yakınındadır.

Açıklama

Bu haber yukarıdaki hadiste geçen Selah denilen Mevkinin, Zührî tarafından yapılan bir izahıdır, Görüldüğü gibi, o Hayber yakınında bir yerdir.

Sevban (r.a)'den rivayet edildi ki; Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu:

"Allah (c.c) benim için yer yüzünü dürüp topladı -Yahut "Rabbim benim için yeryüzünü dürüp topladı." dedi. doğusunu ve batısını gördüm. Şüphesiz benim ümmetimin hükümranlığı, dünya'dan be­nim için dürülüp toparlanan yere ulaşacak. Ayrıca bana kırmızı (al­tın) ve beyaz (gümüş) olan iki hazine verdi.

Ben, Rabbim'den ümmetim için, onları genel bir kıtlıkla helak et­memesini, onlara kendilerinden başka bir düşman musallat edip de köklerini kazımamasını istedim.

Rabbim, bana şöyle dedi:

"Yâ Muhammed, (s.a) Şüpesiz ben bir şeyi takdir ettiğim zaman, artık o geri çevrilmez. Ben, onları genel bir kıtlıkla helak etmeyece­ğim. Onlar aleyhine dünyanın dört bucağından toplansalar bile, kök­lerini kazısın diye, başlarına kendilerinden başka bir düşmanı musal­lat etmem. Ta ki, birbirlerini helak etsinler ve birbirlerini esir etsin­ler."

Ben Ümmetim için ancak sapıtıcı (yoldan çıkartıp bid'atları emre­den) liderlerden korkarım. Benim ümmetimin arasına kılıç girdi mi

(iç kavgalar çıkınca), artık kıyamet gününe kadar bir daha çıkmaz. Ümmetimden bazı kabileler, müşriklere iltihak etmedikçe ve yine ümmetimden bazı kabileler putlara tapmadıkça kıyamet kopmaz. Şüpesiz, ümmetim içerisinden otuz tane yalancı çıkacak. Onların her biri kendisini peygamber sanacak. Halbuki, ben, Peygamberlerin sonuncusuyum. Benden sonra Peygamber yoktur. Benim ümmetimden bir grup da Allah'ın emri gelinceye kadar hak üzerine -İbn İsa, "Üs­tün olarak" dedi. - devam edecek. -Sonra, iki râvî ittifak ettiler - Onla­ra muhalefet edenler kendilerine zarar vermeyecektir.

Açıklama

Hâdîs-i şerif, Rasûlullah'ın peygamberliğine şahit eden mucizeler kabilindendir. Çünkü Hz. Pey­gamber (s.a), ileriye matuf bir takım haberler vermiş ve bu haberler aynı ile tahakkuk etmiştir. Gerçekten İslâmiyet tüm dünyaya yayılmış ve bu yayılma genelde doğu batı istikametinde olmuştur. Müslümanlar zengin­leşmişler, ganimetler elde etmişlerdir. Irak Kîsrası'nın gümüşleri müslümanların eline geçmiştir. Zaman zaman mevzii kıtlıklar olmakla beraber İslâm Alemi'nin tümünü kaplayan ve onları helak eden bir genel kıtlık yaşanmamıştır. Asırlardan beri tüm küfür alemi çeşitli isimler altında Müslümanlar'i yok etmek, yeryüzünden İslam'ın izini silmek için çalış­malarına rağmen buna muvaffak olamamışlardır, ve inşallah olamıyacak-lardır da.. Buna mukabil Hicret'in ilk asırlarından beri Müslümanlar ara­sında tefrika girmiş, müslümanlar birbirlerini boğazlamışlar, birbirlerini esir etmişlerdir. Bu hâl zamanımıza kadar aynı şekilde devam etmiş ve hâlâ'da sürüp gitmektedir.

Rasûlullah Efendimiz'in buyurduğu gibi, gayri müslîmler onları alt edemediler ve İslâm'ı yok edemediler, ama içlerinden çıkan liderler, on­ları sapıttılar, yönlerini değiştirdiler. Değişik fikirler ve akımlar ortaya atarak, halkı, o akımların içine soktular. Dinlerinin ve inançlarının içine bir takım hurafe ve bid'atlar soktular Ruhlarını alıp, onları kabukla oya­ladılar. Müslümanları gayri müslimlerin birer uydusu hâline getirdiler, iç­leri ve dışlarıyla onlara benzettiler. Müslümanlığı isimlerinde bıraktılar. Kendilerinin uydurdukları ve gayri müslimlerden aldıkları birtakım ni­zamları, İslâm'ın yerine ikâme ettiler.

Bazı müslüman topluluklar, gerçekten müşriklere iltihak etti. Bazıları, çeşitli isimler altındaki putlara tapınırlar hale geldiler. Bu durum Hz. Peygamber'in vefatından iibaren yalancı peygamberlerin çıkması ile başladı. Yalancı peygamberlerin arkası kesilmedi de.. Efendimiz, bunların otuz kadar olacağını söyler. İbn Mâce'deki rivayette bu yalancılar Deccal diye adlandırılmıştır.

İbn Hacer, Buharı şerhinde bu deccallardan bazılarının isimlerini ve özelliklerini anlatmaktadır. Tabiki bu bir tahmindir.

Hadîsin sonunda Müslümanlar'dan bir taifenin Allah'ın emri gelene kadar hak üzere devam edeceği ve muhaliflerin onlara zarar veremiyecek-leri beyan buyurulmaktadır. Fethü'l - Vedûd müellifi, buradaki Allah'ın emrinden maksadın, tüm müslümanların ruhu kabzedileceğinde esecek olan rüzgar olduğunu söyler. Hakim'in Müstedrik'indeki rivayette ise, "Ümmetimden bir taife, kıyamete kadar hak üzere galip olarak de­vam edecek" şeklindedir. Bu rivayetten, Allah'ın emrinden muradın kı­yamet olduğu anlaşılmaktadır.

Münavî ise "Kıyamet yaklaşıncaya kadar zira yeryüzünde Allah di­yen kalmayıncaya kadar kıyamet kopmaz" der.

Hâdîs-in İbn Mâce'deki rivayetinde, Hz. Peygamber Efendimiz, ken­disinin Allah (c.c)'den üç şey istediğini söylemiş peşinden ise ikisini say­mıştır. Bunlar 1- Ümmetin tümünü kaplayıp onları helak edecek bir kıtlık vermemesi, 2- Düşmanların Müslümanlar aleyhinde birleşmemeleridir.

Bu durum, iki şekilde izah edilebilir. Ya hadisteki "üç" Efendimiz'in isteklerinin üç kere tekrarlandığı şekilde anlaşılmalıdır. Ya da Hz. Pey­gamber istediği üçüncü şeyi söylememiştir.

Ebû Malîk - Yanı el-Eş'arî- (r.a)'dcn rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur.

Allah (c.c) sizi (şu) üç şeyden himaye etmiştir.

1- Peygamberinizin size beddua edip de, sizin toptan helâk olma­nızdan,

2- Bâtıl üzere olanların hak üzere olanlara galabe çalmasından,

3- Dalâlet (sapıklık) üzere birleşmenizden.

Açıklama

Bu hadîsi Muhammed b. Avf iki ayrı târikten rivâyet etmiştir. Bunlardan birisi, Muhammed b. îsmâîl, babası İsmail ve Damdam ve Şûreyh isnadıdır.

Bu isnad "bize haber verdi" tarzındadır. Diğer isnâd ise 'İsmail'in kitabından okudum, o da Damdam kanalıya Şüreyh'ten" tarzındadır. Bu isnad daha âlîdir. Yani râvî sayısı daha azdır.

Hafız, seafoodplus.info bu hadisin isnadında inkıta olduğunu, bunun, birden fazla yolla rivayet edildiğini, ama hepsinin tenkide maruz kaldığım söyler. Hafız, başka bir yerde ise, bu hadisin senedinin hasen olduğunu söylemiş­tir:

Münzirî, Muhammedin babası İsmail hakkında lâf edildiğini; Ebû Ha­tim ise, Muhammed'in, babasından hadis duymadığını söylemişlerdir.

Hadis-i şeriften Allah tealâ Hazretleri'nin, biz Ümmet-i Muhammed'ı üç felâketten koruduğunu görüyoruz. Metinde de müşahade edildiği gibi; bunlardan birisi, Peygamberimiz'in bedduasına maruz kalmayışımızdır. Halbuki Önceki ümmetlerden, peygamberlerinin bedduasını alıp da helâk olanlar vardır. Meselâ Hz. Nuh, kavmine beddua etmiş, onlar da helak ol­muştur. Bizim Peygamberimiz ise, kavmi için beddua etmek şöyle dursun devamlı hidayet istemiş, en sıkıntılı zamanlarında dahi ümmetini hatırın­dan çıkarmamış ümmeti için hayır dua etmiştir.

Cenâb-ı Hakk'ın bize bahşettiği ikinci ayrıcalık, bâtılın asla hakka ga­lip gelemeyeceğidir. Zaman zaman zahirde ehl-i bâtıl güçlü görülebilir. Ama bunlar, geçici ve izafîdir. Aslında ehl-i hakk galiptir. Üçüncü husus da Müslümanların tümü ile sapıklık üzere birleşmeyecekleridir, yani eğer müslümanlar bir konuda görüş birliği halinde iseler o haktır. Bu sebepten dolayı icma, kitap ve sünnetten sonra üçüncü şef i delil olmuştur.

Abdullah b. Mesud (r.a) rivayet edildiğine göre,

Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:

"İslâm'ın değirmeni otuzbeş, otuzaltı yada otuzyedi yıl dönecektir. Eğer (bundan sonra) helak olurlarsa, ihtilâfa düşüp din işlerini ihmal ederlerse, yolları kendilerinden önceki ümmetlerden helak olanların yoludur. Eğer dinleri (tahrife ve tağyire uğramadan) kalırsa, yetmiş se­ne devam eder."

İbn Mes'ud derki:

"Yetmiş yıl, otuzbeş, otuz altı veya otuz yedi yıldan kalan (sonra) dan mı, yoksa baştan mı başlar?" dedim.

Rasûlullah (s.a), "Baştan başlar" buyurdu.

Ebû Davûd der ki: (İsnadtaki Râbî b. Hiraş'ı ha'yı noktalı olarak) " diyen hatâ etmiştir.)

Açıklama

Bu hâdisîn anlaşılmasında ulema arasında hayli ihtilâf edililmiştir. Bu ihtilâflar genelde metinde kulla­nılan cümlelerin ifâde ettiği mânâları anlama konusunda olmuştur. Bu farklı anlayışları özetlemek istiyoruz:

"İslam'ın değirmeni: dönecektir." Bu cümlenin ifâde ettiği mâ­nâda iki görüş vardır.

1- Dinin işlerinin düzgün olarak ve Rasûlullah devrinde olduğu hâl üzere devam etmesidir. Allah'ın ahkâmının uygulanması, hadlerin tatbi­ki, hilâfet ve velayetin düzgün bir biçimde devamıdır.

Ulema'nm çoğunluğu, anılan cümleyi bu şekilde anlamışlardır. Onlar bu anlayışa götüren amil, belirli bir hızla dönmekte olan değirmenin eski halinden bir değişikliğin olmayışı eski hali ile sonraki halinin aynı oluşudur.

2- Bundan maksat, savaşların çıkması, müslümanlarm birbirlerini Öl­dürmeleridir. Bu görüş Hattabî ve Begavî'ye aittir.

Değirmenin dönmesi ile savaş arasındaki ilgi şudur: Değirmen dön­dükçe, taşlar arasındaki taneleri ufalar, öğütür un ufak eder. Savaş da, sa­vaşa katılanların canlarını öğütür; onları yok eder. Ayrıca Arap edebiya­tında savaşın, "Değirmen taşının dönmesi" ile ifâde edildiğini söylerler ve bunun için şahitler getirirler. Meselâ bir şair savaşı vasf ederken "

“Bizim değirmenimiz ve onların değirmeni döndü" demiştir. Ayrıca Ferezdak'in dedesi Sa'saa:"Elini Ce-mel değirmeninden (yani Cemel Savaş 'ında) kaldırdığı zaman Ali b. Ebî Talip (r.a)'a geldim" demiştir.

Avnü'l Ma'bud müellifi, Arap edebiyatındaki bu isti 'mallar j gösterile­rek; ikinci, yani Hattabî ve Begavî'nin anlayışlarının sahih olmasının ge­rekliliği tarzında varid olacak itiraza şöyle cevap vermektedir.

"Şüpesiz Araplar, harpten kinaye olarak değirmenin dönmesini kulla­nırlar. Ancak bu, sözde açıkça veya işaretle harp kelimesi zikredildiği tak­tirdedir. Hadiste ise, harp kelimesi geçmemektedir. Türbeştî şöyle der.: Araplar, harpten kinaye olarak değirmenin dönmesini kullanırlar ve har­bin değirmeni döndü derler. Onların harp kelimesini anmadan, değirme­nin dönmesini savaştan kinaye olarak söylediklerini bulamazsın. Bu ha­diste harp kelimesi anılmamış, İslâm'ın değirmeni denilmiştir. Uygun olan, bu sözden maksadın İslâm'ı anılan müddet zarfında işinin; düzgün bir şekilde, eskiden olduğu gibi devam etmesidir. Değirmenin dönmesi­nin, kişinin işlerinin düzgün bir şekilde yürümesi mânâsında müstear ol­duğu vakidir"

Avnü'l Ma'bud müellifi bundan sonra, İbnü'l Esîr'den de önceki mâ­nâyı destekleyen nâkiller yapmaktadır:

"Otuzbeş veya otuzaltı, ya da otuz yedi yıl." Alimler bu sözden mak­sadın, Anılan müddet zarfında mı yoksa, anılan müddetlere kadar rm ol­duğunda ihtilaf etmişlerdir. Başka bir ifâde ile anılan rakamların başında­ki "lam" harfinin vakit manasında mı, yoksa gaye için olan "-İlâ" mânâsında mı olduğunda ihtilâf etmişlerdir. Tercih edilen görüş "lâm"m vakit mânâsında oluşudur. Bu cümledeki rakamlar arasındaki " =veya" kelimesinin hangi mânâda kullanıldığı da tartışılmalıdır. Bazı âlimler bunun tenvî için yada " = bilâkis" manâsında olduğunu söylerlerken, İzâletü'I - Hafâ adındaki eserde, bunun râvîlerden birisi­ne ait bir şek olduğu söylenmektedir.

Rasûlullah'ın haber verdiği bu otuzbeş, otuzaltı, veya otuzyedi senelik müddetin başlangıç zamanı hadisde zikredilmemiştir. Bu müddetin baş­langıcının Hicret olması muhtemel olduğu gibi, hadisin varid olduğu, ya­ni Hz. Peygamber'in bu sözü söylediği zaman olması da muhtemeldir. Bu Hadis Hz. Peygamber'in vefatından beş ya da altı yıl evvel varid olmuş­tur.

Eğer başlangıç müddeti olarak Hicret esas alınırsa, İslâm'ın işlerinin müstakim bir şekilde devam edeceği, otuzbeş yada otuzaltı yıllık müdde­tin sonu, Hz. Osman'a karşı yapılan ayaklanma olmuş olur, Hz. Ali döne­minin bu müddetten hariç tutulması, onun döneminde İslâm âleminin tü­münde tek hükümranlığın olmayışıdır. Ama başlangıç zamanı olarak, ha­disin varid olduğu an esas alınırsa, otuzbeş yılın bitimi Hz. Ali'de dahil Hülefa-i Râşidîn devrinin sonudur. Cemel Savaşı otuzaltı yılının sonu, Sıffîn savaşı da otuz yedi yılının sonunda olmuştur.

"Eğer (bundan sonra) helak olurlarsa (ihtilafa düşüp din işlerini ihmâl ederlerse, yolları helak olanların yoludur."

Alimler, bu cümlenin anlaşılmasında da ihtilâf etmişlerdir. Çoğunluk, bizim terceme ederken parantezle işaret ettiğimiz şekilde anlamışlardır. Yani helake sebep olan şeyler, helak olarak adlandırılmışlardır. Yani mâ­nâ" eğer onlar durumlarını değiştirir dinlerini tahrif eder, liderlerine kar­şı çıkar, Allah'a isyan edip zulme dalar ve Allah'ın hududunu terkederlerse" demektir.

Hattabî'ye göre ise bu söz, "Şayet savaş ve cihadı terk etmek suretiy­le helak olurlarsa onların yolu önceki milletlerden helak olanların yolu­dur." şeklinde anlaşılmalıdır.

"Eğer, dinleri (tahrife uğramadan) kalırsa"

Bizim tercememiz, Avnü'l Ma'bud müellifinin anlayışına göre yapıl­mıştır. Hattabî ise, bu cümledeki "din" kelimesinin melik manasında ol­duğunu söyler ve şöyle der: "Bununla, Ben-i Ümeyye'nin saltanatı ve sal­tanatın onlardan, Abbasîler'e geçişi kastedilmiştir. Hükümranlığm tam olarak Emevîler'e geçişi ile, Horasan'da Abbasî Devletinin doğuşu ve Emeviler'in zayıflmaya başlayışı arasında yetmiş sene kadar geçmiştir."

Avnü'l Ma'bud müellifi, Hattabî'nin bu sözünün son derece zayıf, hat­tâ bâtıl olduğunu ve İbn-ül Esir'in şu sözlerini nakleder. "Gördüğün gibi bu tevil doğru değildir. Çünkü onun işaret ettiği müddet yetmiş sene defe gridir. Ve o müddet zarfında din kaim değildi."

Erdebilî ulemâ'nm, Hattabî'nin sözünü zayıf bulduklarına işaretle şöy­le der. "Ümeyye oğulları dönemi bin aydır. Bin ay, seksen üç sene ve dört ay eder"

Türbeştî'de, Hattabî'nin yukarıya aktardığımız sözünü naklettikten sonra şunları söylemektedir: "Allah, Ebû Süleyman'a yani Hattabî'ye rahmet etsin. Şayet o, hadîsi iyice düşünse ve tevilini hadîsin siyakı üze­rine kursa idi, Rasûlullah'ın bu sözleri ile Emeviler'in saltanatını kastet­mediğini bilirdi. Aksine onun maksadı, Ümmetin işinin baştakilerc itaat-la, hadleri yerine getirmekte düzenli gitmesidir."

Hadisin sonunda İbnü'l Mes'ud, Hz. Peygamber (s.a) bu yetmiş senelik müddetin, daha önce geçen otuz küsur senenin bitiminden itibaren mi yok­sa, o müddetin başından itibaren mi başladığını sormuş Rasûlullah'da ba­şından başladığını söylemiştir. Yani onların dinlerine ait işler, Hicret'ten (veya o sözü söylediği andan) itibaren yetmiş sene devam edecektir.

Ebû Hûreyre (r.a)'den rivayet edildi ki; Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:

"Zaman yaklaşıp (kısalacak), ilim (ehli) azalacak, fitneler ortaya çıkacak, (insanların içine) cimrilik atılacak ve here çoğalacak" Rasulullaha:

" Herç" nedir Ya Rasûlullah? denildi. -Kati, Kati buyurdu.

Açıklama

Hadîsin, Buharî'nin Fiten'deki rivayeti buradaki ile aymdır. Müslim'in Fitendeki rivayeti ise kısa­dır. Sadece sonundaki katl'in çoğalacağını bildiren bölüm vardır.

Hadisteki "Zaman yaklaşacak" cümlesinden muradın ne olduğu konusunda hayli farklı ihtimâller üzerinde durulmuştur. Bu konuda ortaya atılan ihtimâller şunlardır.

1- Kıyametin yaklaşmasıdır.

2- İnsanların şer ve fitnede birbirlerine yaklaşmalarıdır.

3- İnsanların ömürlerinin kısalığıdır.

4- Günlerin ve gecelerin kisalmasıdır. Öyle ki, sene, ay gibi; ay, hafta gibi; hafta gün gibi; gün saat gibi, saat da alevin parlaması gibi olacaktır.

5- Bereketin azalmasıdır.

6- Devletlerin son bulmaya ve asırların yok olmaya koşuşmalarıdır.

7- İnsanların dini hayatlanndaki gevşeklikten dolayı hallerinin birbiri­ne yaklaşmasıdır. Öyle ki, içlerinde iyiliği emredip, kötülükten men eden kimse kalmayacaktır. Çünkü fısk artacak, fasıklar çoğalacaktır.

Bu ihtimallerin bir kısmı değişik alimler tarafından ileri sürülmüştür. Biz hepsini icmal ederek verdik.

Hadîsin devamında Rasûlü Ekrem Efendimiz, işaret edilen zamanda il­min azalacağını haber vermiştir. Bu, ulemanın ölmesi ve yerlerini doldu­rulacak kişilerin yetişmemesidir. Zira, Cenab-ı Allah, ilmi insanların için­den söküp almaz. Alimlerin ruhlarını kabzetmek suretiyle alır.

Bundan sonra Hz. Peygamber (s.a) insanların kalplerine cimriliğin atı­lacağını söylemektedir. Sarihler, buradaki cimriliği malla ilgili olana tah­sis etmemişler, her halin kendine göre bir cimriliğinin olduğunu söyle­mişlerdir. Meselâ, alim, ilmini yaymaktan; sanatkâr, sanatını öğretmek­ten; zengin, fakire yardımdan imtin ederse, bunların her biri cimriliktir.

Hadisin sonunda da Hz. Peygamber "herec"in çoğalacağını söylemiş, bunun ne olduğunu soranlara da "kati kati" cevabını vermiştir.

seafoodplus.infoe Koşmaktan Nehy

Ebû Bekre (r.a)'dan rivayet edildi ki;

Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:

"Yakında bir fitne çıkacaktır. O fitne zamanında (ona karışmayıp) uzanıp yatan, oturandan; oturan (ona karışmak üzere) ayakta duran­dan; ayakta duran, yürüyenden; yürüyend de (fitneye) koşandan da­ha hayırlı olacaktır."

Ebu Bekre:

Yâ Rasûlullah, (Ozaman) benim ne yapmamı emredersin? dedi.

Rasûlullah (s.a) :

"Devesi olan devesinin, koyunu olan koyunun, arazisi olan da arazisinin yanına gitsin" buyurdu.

Ebu Bekre:

Bunlardan hiç bir şeyi bulunmayan ne yapsın?

Rasûlullah :

Kılıcına dayansın, onun ağzını taşa vursun, gücünün yettiği kadar o fitneden korunsun.

Açıklama

Bu hadisin baş tarafına benzer ifâdeler, Buharı’ deEbu Hureyre (r.a)'dan rivayet edilmiştir. Müslim'in, Ebû Bekre'den rivayeti de, Ebû Davud'un rivayetinden hayli farklıdır. Müslim'in rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a) hadisi so­nunda üç kere "Allah'ım tebliğ ettim mi?" demiştir. Sonra da bir ada­mın, "Ya Rasûlullah, Mecbur edilir de iki saftan veya iki gruptan birisine götürülürsem ve bana birisi kılıcını vurur veya bir ok gelip beni öldürür­se ne buyurursun?" dedi. Hz. Peygamber'de "Hem kendi günahını hem de senin günahını yüklenir ve Cehennemliklerden olur." buyurdu.

Rasûlullah Efendimiz çok yakında müslümanlar arasında bir fitnenin zuhur edeceğini, o fitneden uzak duranların uzaklık ölçülerine göre başka­larından daha hayırlı olduğunu söylemiştir. Alimler, Efendimizin haber verdiği bu fitnenin, Cemel ve Sıffın savaşları, Hz. Osman ve Hz. Hüse­yin'in öldürülmeleri olduğuna dair görüşler beyan etmişlerdir. Böyle fitne­ler, zuhur ettiğinde yatan uyuyandan daha hayırlı olacaktır. Çünkü otur­makta olan, uzanmakta olanın göremediklerini görür, duymadıklarını du­yar. Dolayısıyla oturan, uzanana nisbetle bu fitnenin azabına daha yakındır. Oturan, ayakta durandan daha hayırlıdır. Çünkü ayakta duran da otu­ranın göremediklerini görür, duyamadıklarını duyar. Buradaki oturandan, maksadın yerinden ayrılmayan; ayakta olandan maksadın, savaşa iştirak için kalkan kişi olması muhtemeldir. Yürüyenden maksat, fitneye yürüye­rek iştirak eden; koşandan maksat'da fitneye koşandır. Peygamber Efen­dimiz, fitne anında deve, koyun ve arazi gibf malları olan kişilerin, halk­tan ayrılıp mallarının başına geçmelerini tavsiye etmiştir.

Kılıca dayanıp ağzını taşa vurmaktan maksat, bazı alimlere göre haki­ki mânâsıdır. Bazılarına göre, harbi bırakmak mânâsına mecazdır.

İmam Nevevî'nin bildirdiğine göre ulema, fitne zamanında harbe ka­tılmanın hükmünde ihtilâf etmişlerdir. Bir kısım alimler, bunu asla caiz görmemişlerdir. Bu gruba göre fitneciler; birisinin evine girip onu öldür­mek isteseler kendisini müdafaa etmesi caiz değildir.

Bu görüş Sahîh-i Müslim'deki rivayete uygundur. Hadisin râvîsi Ebu Bekre'de bu görüştedir. îbn Ömer ve İmran b. Husayn'a göre, kişinin fit­neye iştiraki caiz olmamakla beraber, kendisini öldürmek isteyene karşı nefsini müdafaa etmesi caizdir.

Ashâb, Tabiîn ve sonraki müslümanlarm çoğuna göre; Müslüman, fit­ne esnasında hak sahibine yardım etmeli, onun yanında savaşa katılmalı­dır. Nitekim Cenab-ı Hakk bagîlere karşı savaşmayı emretmiştir. Bu ha­disteki fitneye karışmama emri, haklı olan tarafın belli olmaması ya da her iki grubun da zalim olmaları hâli ile tevil edilir. Çünkü eğer kişi, hak­lıya yardım etmez ise yeryüzünü fesat kaplar.

Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a), Rasûlullah (s.a) 'den bu (önceki) ha­disi rivayet edip şöyle dedi:

"Yâ Rasûlullah, evime girip beni öldürmek için elini kaldınrsa {ne ya­payım) ne dersin?” dedim.

Rasûlullah (s.a) :

“Adem'in iki oğlu gibi ol" seafoodplus.infoîd:

Eğer beni öldürmek için elini bana uzatırsan; ben, seni öldürmek için elimi uzatmam" ayetini okudu.

Açıklama

İzâletü'l-Hafâ'daki rivayete göre Sa'd b. Ebi Vakkas(r.a) bu hadisi Hz. Osman'ı öldürmek için fitne çıktığı zaman rivayet etmiştir. Rivayetin baş tarafı, bir önceki Ebu Bekre hadisi gibidir. Yani fitne çıktığı zaman yatmakta olanın oturandan; otura­nın, ayakta durandan; ayakta duranın, yürüyenden; yürüyeninde koşan­dan daha hayırlı olduğu bildirilmiştir.

Bu rivayette Sa'ad b. Ebî Vakkas, Hz. Peygamber'e birisi evine girip onu öldürmek üzere elini kaldınrsa ne yapması gerektiğini sormuş, Efen­dimiz de, "Adem'in iki oğlu gibi ol" cevabını vermiştir. Dipnotta işaret ettiğimiz gibi bu cümle, bazı nüshalarda "Adem'in oğlu gibi ol" diğer nüshalarda ise "Ademin oğullarından hayırlı olanı gibi ol" şeklindedir. Efendimiz'in bu sözden maksadı, Hz. Adem'in oğlu Kabil'dir. Yani Ra­sûlullah , Adem'in katil olan oğlu Kabil gibi değil, öldürülen oğlu Hâbil gibi ol demek istemiştir. Bilindiği gibi Hz. Adem'in oğullan Hâbil ile Ka­bil arasında kavga çıkmış, Kabil, Habil'i öldürmek istemişti. Hâbil ise kardeşini öldürmektense, onun tarafından öldürülmeyi tercih etmiş ve "Eğer beni öldürmek için elini uzatırsan, ben seni öldürmek için eli­mi uzatmam" demiştir.

Zaten Râvî Yezîd'in okuduğu âyet de Hâbil'le Kabil hakkındadır.

İbn Mes'ud (r.a) şöyle demiştir; Rasûlullah (s.a)'ı şunları söylerken işittim:

İbn Mes'ud, (yukarıda geçen) Ebû Bekre hâdisi'nin bir kısmını zikre­dip şöyle dedi:

"Fitnede öldürülenlerin tümü cehennemdedir."

Vâbisa, der ki; İbn Mes'ud'a:

"Bu ne zaman olacak yâ ibn Mes'ud?" dedim.

"İnsanın birlikte oturduğu kişiden emin olmadığı, kati günlerinde" de­di.

" O zaman'a yetişirsem bana ne yapmamı emredersin"?

"Elini ve dilini fitneden uzak tutarsın. Evinin sergilerinden bir sergi (gibi devamlı evinde) olursun"

Osman (r.a) öldürülünce, gönlüm bir tarafa gitmek istedi. Bir hayvana binip Dimeşk (Şam)'a geldim. Huraym b. Fatik'e vardım. Olanı ona an­lattım. Huraym b. Fatik, İbn Mes'ud'un bana anlattıkları gibi Rasûlul-lah'tan kendisinin de duyduğuna, kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemin etti.

Açıklama

Metnin siyakından anlaşıldığı üzere bu hadis de öncekilerle aynı mânâyı ifâde ile fitneye kanşılmaması-nı tavsiye etmektedir. Ancak bu hadiste öncekilerden farklı olarak fitne esnasında, yani iç savaş da her iki taraftan ölenlerinde cehenneme gide­cekleri beyan edilmektedir.

Bezlü'l Mec'hud'da ifâde edildiğine göre buradaki söz konusu olan fit­ne; kimin haklı, kimin haksız olduğu bilinmeyen fitnedir. Böyle bir savaş­ta her iki taraftakilerin de maksadı hakkı ortaya çıkarmak olmadığı için cehennemi haketmislerdir. Ama haklıya yardım ederken öldüren veya başka birini öldürmek istemediği halde zulmen öldürülen kişi bu hadîste söz konusu edilen fitne maktullerinden değildir.

Kâdî İyâz da böyle fitne günlerinde öldürülenlerin cehennemlik oluşlarının sebebini şöyle anlatır. "Çünkü onlar, bu savaşla dinin yücelmesi­ni, zalimin zulmünü defetmeyi veya haklıya yardımı kastetmemektedirler. Aksine onların maksadı mal ve mülk arzusu ile giriştikleri bir müca­deledir.

Râvîlerden Vâbisa İbn Mes'ud'a fitne günlerine ulaştığı takdirde ken­disine ne tavsiye ettiğini sormuş, İbn Mes'ud da elini ve dilini fitneden korumasını tavsiye etmiştir. Şüpesiz İbn Mesud'un bu tavsiyesi, Rasûlul­lah'tan aldığı bir bilgiye dayanır.

Kişinin dilini fitneden korumasından maksat, fitne ile ilgili konuları konuşmaktan uzak kalması; elini korumatan maksat da, kimseyi öldürme-mesidir. "Evinin çullarından bir çul olması" evinden dışarı çıkmamasın­dan, devamlı evinde kalıp fitneye karışmamasından kinayedir. Evin sergi­si nasıl devamlı evde durur, sanki oraya yapışır kalırsa, sende aynı şekil­de evinde kal oradan ayrılma, demektir.

Hadîsin sonuna doğru Vâbisa "Hz. Osman öldürülünce gönlüm bir yerlere gitmek istedi." demiştir. Bundan murad, Hz. Osman'ın öldürüldü­ğü fitnenin çıktığı yeri terketmek istediğini ifade eder. Bu mânâya gelencümlesinin kelime kelime karşılığı "Kal­bim konacağı yere uçtu" demektir. Bu cümleden murad edilen mânânın "kalbim hareketlendi, üzüldü", olması da muhtemeldir.

Ebû Mûsel-Eş'arî (r.a)'den; Rasûlullah (s.a)'in şöyle buyurdu­ğu rivayet edilmiştir:

Şûphesiz kıyametin hemen önünde karanlık gecenin parçalan gibi büyük fitneler çıkacaktır. O fitnelerde, kişi, mümin olarak sabahla­yıp kafir olarak akşamlayacak; mü'min olarak akşamlayıp, kafir ola­rak sabahlayacaktır. O fitnelerde; oturan, ayakta durandan; yürü­yen, koşandan daha hayırlıdır. (O zaman) siz yaylarınızı kırınız, kiriş­lerinizi (yay iplerinizi) parçalayınız, kılıçlarınızı taşa vurunuz. Eğer sizden birinizi (öldürmek için) evine girilse, o Adem'in iki oğlundan hayırlısı gibi olsun.

Açıklama

Hadis-i şerifte kıyamet kopmadan, hemen önce korkunç fitneler olacağı, bu fitnelerin karanlık ge­cenin bölümlerine benzeyeceği bildirilmektedir. Bu benzetme ile anlatıl­mak istenen, fitnelerin korkunçluğu, şiddeti, mahiyetinin bilinmemesi iç yüzünün insanlara karşı kapalı olması, sürekliliği ve yaygınlığıdır. O dö­nemde insanların mü'min olarak sabahlayıp, kafir olarak akşamlamaları veya aksi durumda olmaları, onların inanç ve düşüncelerindeki değişken­liğe işarettir. Yani onların, bir anının başka bir anı tutmayacağının ifade­sidir. Yoksa, sadece bu iki vakitteki iman ve fikir farklılığına işaret değil­dir. Meselâ, o an gelince insanlar, müslüman kanının akıtmanın haram ol­duğunu söylerken, hemen fikirleri değişecek ve müslüman kanının helâl olduğunu söyleyecek, böylece küfre düşeceklerdir. Böylece kısa zaman­da içerisinde mü'minken kafir olacaklardır.

Hadisteki oturanın ayakta durandan; yürüyenin, koşandan hayırlı ol­masından murad, fitneye ve fitnecilere uzak kalmanın; hayırda olmanın ölçüsünü ifade eder.

Hadîsin son kısmında, evinde saldırıya uğrayıp öldürülmek istenen ki­şinin Hz. Adem'in oğullarından Hâbil'in, Kabil'e yaptığı gibi yapması, karşısındaki müslümam öldürmektense kendisinin ölmeyi tercih etmesi­nin uygun olacağı belirtilmektedir.

Ancak bu anılan fitnelerle ilgilidir, ve fitneye karışmamak içindir. Yoksa insan canını ve malını korumak için mücadele eder. Nefsi koruma İslâm'ın kabul ettiği bir davranıştır. Mesele yanlış anlaşılmamalıdır.

Abdurrahman (yani İbn Semûre) şöyle demiştir:

Medine sokaklarından birinde İbn Ömer'le el ele tutuşmuş vaziyette (yürüyor) idik. Birden asılmış bir (insan) başın(m) yanma geldik. İbn Ömer "Bunu öldüren şakîdir." dedi. İleri geçince "bunun (maktulün) da şakı olduğunu zannediyorum. Rasûlullah (s.a)'i "Ümmetimden birini öl­dürmek için yürüyen kimseye (öldürülmek istenen) şöyle yapsın (boy­nunu uzatsın). Öldüren cehennemlik, öldürülen de cennetliktir, buyu­rurken işittim." seafoodplus.infoû Davûd der ki:

Bu hadisi Sevrî, Avn'den; Avn, Abdurrahman b. Semîr veya Abdur­rahman b. Semire'den rivayet etti. Ayrıca onu Leys b. Ebu Süleym Avn kanalıyla Abdurrahman b. Semire'den rivayet etti.

Yine Ebû Davûd şöyle demiştir:

Hasen b. Ali bana şöyle dedi:

Bu hadîsi bize, Ebû Avene'den Ebûl-Velıd haber verdi ve " O benim kitabımda İbn Sebure'dir." dedi. (Onun için) "Semure" dediler. "Sümeyrâ" dediler. Bu, Ebû Velid'in sözüdür.

Açıklama

Fiten ve Melahim Kelimeleri Ne Anlama Gelmektedir?

Fiten, sözlükte "değerli madenleri saf olup olmadıklarını tesbit etmek amacıyla ateşte eritmek" anlamındaki fetn (fütûn) kökünden türeyen fitne kelimesinin çoğuludur. Fitne masdar olarak "sınamak, nimet veya sıkıntı ile denemek", isim olarak "tutkunluk, sapıklık, kargaşa" mânalarında kullanılır. Kur'an'da genellikle "insanın isyan veya sabrını ölçmeye yönelik her tür ilâhî imtihan" anlamına gelen fitne kelimesinin "günah, fısk ve fücûr, inkârcılık, savaş, yangın, zelzele, kargaşa" şeklindeki mânaları zamanla daha çok yaygınlık kazanmış; özellikle hadis literatüründe bu kelime, İslâm toplumunda çeşitli dinî ve siyasî sebeplerle ortaya çıkan sosyal kargaşa, anarşi ve iç savaş gibi ümmet bütünlüğünü bozan her türlü yıkıcı faaliyeti ifade etmek için kullanılmıştır. Melâhim, sözlükte "bir işi sağlam yapmak, eti kemiğinden ayırmak, birine et yedirmek" anlamındaki lahm kökünden türeyen melhame kelimesinin çoğuludur. Melhame daha çok "ağır zayiat ve bozgunla neticelenen savaş ve fitne anında çıkan büyük karışıklık; bu olayların gerçekleştiği yer" mânalarına gelmektedir (Lisânü'l-ʿArab, "lḥm" md.; İbnü'l-Esîr, en-Nihâye, "laḥm" md.; Fîrûzâbâdî, el-Ḳāmûsü'l-muḥîṭ, "lḥm" md.). İbn Fâris ve İbnü'l-Esîr, melhamenin "şiddetli çatışma" şeklindeki anlamının savaşta çarpışan insanların birbirine girmesi, ölenlere ait cesetlerin savaş alanında bir et yığını oluşturması gibi hususlarla ilgili olduğunu kaydederler (Meḳāyîsü'l-luġa, "lḥm" md.; en-Nihâye, "lḥm" md.). Macdonald ve G. van Vloten gibi müsteşrikler ise bu kelimenin İbrânîce'de "gıda, ekmek ve savaş" anlamlarına gelen lehem veya mılkhama kökleriyle ilişkili olduğunu düşünmektedirler (İA, VII, ; Vloten, s. 68; krş. Y. Kucman, Ḳāmûsü ʿİbrî-ʿArabî, "ftn", "lḥm" seafoodplus.info). Ayrıca sözlükte "karıştırma, atın koşması ve bulunduğu yeri eşeleyip karıştırması" mânasındaki Habeşçe asıllı herc kelimesinin de (Lisânü'l-ʿArab, "hrc" md.; Kāmus Tercümesi, "hrc" md.) bilhassa hadis literatüründe fiten ve melâhim mânasında, özellikle de "müslümanların birbirini öldürmesi" anlamında kullanıldığı görülmektedir (meselâ bk. İbn Mâce, "Fiten", 10). Kıyametten önce yaşanacağı belirtilen "herc günleri" hakkında hadis kaynaklarında oldukça ayrıntılı bilgi bulunmaktadır. Herc kelimesi bu anlamda bazı tabakat kitaplarında da kullanılmıştır (meselâ bk. İbn Sa'd, V, ).

Kur'ân-ı Kerîm'de melâhim ve herc kelimeleri geçmemekte, ancak başka lafızlar kullanılarak gelecekte vuku bulacak olumlu veya olumsuz bazı hadiselere işaret eden (meselâ bk. Âl-i İmrân 3/; er-Rûm 30/; el-Feth 48/16, 27), kıyamet ve âhiret ahvali gibi konularda ayrıntılı bilgi veren (meselâ bk. el-A'râf 7/; el-Hac 22/; el-Müzzemmil 73/17) pek çok âyet bulunmaktadır.Çeşitli kaynaklarda fiten ve melâhimle ilgili olarak yer alan rivayetlerle bazı eser adları konunun İslâm öncesine dayandığını göstermektedir. Birçok müellife göre bu haberlerin büyük bir kısmı Kâ'b el-Ahbâr, Temîm ed-Dârî ve Vehb b. Münebbih gibi yahudi veya hıristiyan iken müslüman olan kişilere dayanmaktadır (bu rivayetler ve eser adları için bk. İbn Kuteybe, s. ; Taberî, Târîḫ, V, ; VI, ; Nuaym b. Hammâd, s. ; Makdisî, II, ; Kurtubî, s. ; Makrîzî, V, ; İbn Hacer, Lisânü'l-mîzân, I, 13; Sezgin, VII, , 64, , ). Günümüzde de Batılı yazarlar dikkatleri bu noktaya çekmekte, bu tür haberlerin bir kısmının çeşitli sosyal ve psikolojik faktörlerin etkisiyle ortaya çıkmış olabileceğini vurgulamaktadır (meselâ bk. İA, VI, ). Fiten ve melâhimle ilgili bazı haberlerde zamanın devamlı olarak kötüye gideceği (Buhârî, "Fiten", 5; Tirmizî, "Fiten", 25), ortaya çıkan her yeni fitnenin bir öncekini unutturacak kadar kötü olacağı (Buhârî, "Fiten", 6), karışıklık çıktıktan sonra bir daha sulh ve sükûnetin avdet etmeyeceği (Tirmizî, "Fiten", 32) şeklinde karamsar tablolar çizen rivayetler yukarıdaki görüşleri belirli ölçüde doğrulamaktadır. Ayrıca ümmetin istikbali konusunda ümit kırıcı ifadeler içeren bu tür haberlerin hem sosyal vâkıalarla, hem de geleceğe dair pek çok iyimser rivayetle uyuşmadığı görülmektedir (meselâ bk. Müsned, IV, ; Buhârî, "Fiten", 25).

Fiten ve melâhim haberlerinin bir kısmının kıyamete yakın vuku bulacağı bildirilen hususlarla ilgili olduğu bilinmektedir. Kıyamet alâmetleri (eşrât-ı sâat) olarak anılan bu olaylar henüz gerçekleşmediğinden bunlara dair haberlerin metin yönünden değil isnad açısından ele alınması gerekmektedir. Bu arada uzak geleceğe ait haberlerin büyük bir kısmının, ilk fitne döneminde meydana gelen olayların müminler üzerinde uyandırdığı ümitsizlik duygularını yansıttığı da görülmektedir. Bu tür rivayetlerde kötülüklerin toplumda giderek yaygınlaşması hususu kaderin bir sonucu olarak gösterilmekte, müslümanlar için çok karamsar bir istikbal öngörülmektedir. Halbuki bu anlayış, İslâm'ın geleceğin parlak olacağını haber veren nasları ile çeliştiği gibi tarihî realiteye de uymamaktadır (Çelebi, s. ).

Fiten ve melâhime dair bütün haberlerin icmâlî nitelikte olmadığı bilinmektedir. Bu haberlerin arasında belli kişi ve olaylarla ilgili tafsîlî bilgi verenler de bulunmaktadır. Bunlar öncelikle isnad sıhhati ve vahiy ürünü olup olmama açılarından ele alınıp incelenmeli, ardından da Kur'an, mütevâtir sünnet ve tarihî olaylara uyup uymadıkları kontrol edilmelidir (Tecrid Tercemesi, Mukaddime, I, ). Kısaca ifade etmek gerekirse, Hz. Peygamber'e nisbet edilerek onun kendisinden sonra meydana gelecek bazı hadiseler hakkında tafsîlî bilgiler verdiğini bildiren bütün rivayetler ihtiyatla karşılanmalıdır. Nitekim ashabın bu tür olayların vukuundan önce herhangi bir tedbire başvurmaması da onların bu hadiseler hakkında bir ön bilgiye sahip bulunmadıklarını göstermektedir. Nuaym b. Hammâd'ın konuyla ilgili olarak kaydettiği bazı rivayetlerden ashabın bu tür konuları kendi aralarında dahi konuşmadıkları anlaşılmaktadır (Kitâbü'l-Fiten, s. 19).

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

Hadis

HADİS: "Ey Ebu Sa`lebe," dedim, "şu ayet hakkında ne dersin?" (Mealen): "Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda oldukça sapıtmış olanlar size zarar vermez.." (Maide )." Bana şu cevabı verdi: "Gerçekten bunu, iyi bilen birine sordun. Zira ben aynı şeyi Resulullah (sav)`a sormuştum: Demişti ki: "Ma`rufa sarılın, münkerden de kaçının! Ne zaman uyulan bir cimrilik, takip edilen bir heva, (dine, ahirete) tercih edilen dünyalık görür, rey sahiplerinin (selefi dinlemeden) kendi reylerini beğendiklerini müşahede edersen, o zaman kendine bak. İnsanlarla uğraşmayı bırak. Zira (bu safhaya gelince) arkanızda sabır günleri var demektir. O günler avuçta ateş tutmak gibi (sıkıntılı)dır. O günlerde, sizin kadar amel yapabilen bir kimseye elli kişinin ecri verilecektir."

FASIL: FİTNELER HEVALAR VE İHTİLAFLAR BÖLÜMÜ

KONU: Fitne Patlak Verince Yapılacak Tavsiye

RAVİ: Ebu Ümeyye eş-Şa`bani

KAYNAK: Ebu Davud, Melahim 17, (); Tirmizi, Tefsir, Maide, (); İbnu Mace, Fiten 21, ()

HADİS: Vakid İbnu Muhammed babasından, o da Abdullah İbnu Amr İbnil-As (ra)`dan anlattığına göre demişti ki: "Resulullah (sav), (bir gün) parmaklarını kenetledi ve dedi ki: "Ey Abdullah İbnu Amr! Ahidleri bozulup şöyle karmakarışık hale gelen bir kısım ayak takımı (hezele) kimselerle başbaşa kalırsan ne yaparsın?" "Ne yapmamı tavsiye edersiniz, Ey Allah`ın Resulü!" dedim. Buyurdular ki: "Güzel bulduğun şeyi yaparsın, kötü bulduğun şeyi de terkedersin. Kendi yakınlarının (hallerini düzeltmeye) yönelirsin. O hezele takımı (ile de), onların cemaatı ile de (uğraşmayı) terkedersin."

FASIL: FİTNELER HEVALAR VE İHTİLAFLAR BÖLÜMÜ

KONU: Fitne Patlak Verince Yapılacak Tavsiye

RAVİ: Vakid İbnu Muhammed

KAYNAK: Buhari, Salat 88, Fiten 13; Ebu Davud, Melahim 17, (); İbnu Mace, Fiten 10, ()

HADİS: Resulullah (sav) seslendiler: "Ey Ebu Zerr!" "Buyurun, Ey Allah`ın Resulü, emrinizdeyim!" dedim. "İnsanlara (kitle halinde) ölüm isabet edip, kabirlerin (ücretli) hizmetçiler tarafından kazılacağı zaman ne yapacaksın?" buyurdular. "Benim için Allah ve Resulü neyi ihtiyar buyurursa onu yaparım!" dedim. "Sabrı tavsiye ederim!" buyurdular -veya, sabredersin! dediler- ve sonra bana tekrar seslendiler: "Ey Ebu Zerr!" "Buyurun ey Allah`ın Resulü, sizi dinliyorum!" dedim. "Zeyt mıntıkasının taşları kanda boğulduğunu gördüğün zaman ne yapacaksın?" "Allah ve Resulü benim için neyi ihtiyar buyurursa onu!" dedim. "Sana kendilerinden olduğun yakınlarını tavsiye ederim!" dedi. Ben sordum: "Ey Allah`ın Resulü! (O zaman) kılıcımı alıp omuzuma koymayayım mı?" "Böyle yaparsan (fitneci) kavme ortak olursun!" buyurdular. "Bana ne emredersiniz!" dedim. "Evine çekil!" buyurdular. "Evime girilirse?" dedim. "Eğer kılıcın parıltısının seni şaşırtacağından korkarsan, elbiseni yüzüne ört. Gelen hem senin günahınla, hem de kendi günahıyla dönsün!" buyurdular.

FASIL: FİTNELER HEVALAR VE İHTİLAFLAR BÖLÜMÜ

KONU: Fitne Patlak Verince Yapılacak Tavsiye

RAVİ: Ebu Zerr el-Gıffari

KAYNAK: Ebu Davud, Fiten 2, (); İbnu Mace, Fiten 10, ()

HADİS: Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kıyametten hemen önce karanlık gecenin parçaları gibi fitneler var. Kişi o fitnelerde mü`min olarak sabaha erer, aksama kafir olur; mü`min olarak aksama erer, sabaha kafir çıkar. O fitnede oturan, ayakta durandan hayırlıdır. Yürüyen koşandan hayırlıdır. Öyleyse yaylarınızı kırın, kirişlerinizi parçalayın, kılıçlarınızı da tasa vurun. Sizden birinin evine girerlerse Hz. Adem`in iki oğlundan hayırlısı olsun (ölen ölsün, öldüren değil)". [Ebu Davud, "koşandan" kelimesinden sonra şu ziyadeyi kaydetmiştir: "Yanındakiler, "Bize ne emredersiniz (ey Allah`ın Resulü)?" dediler. "Evinizin demirbaşları olun!" buyurdu."]

FASIL: FİTNELER HEVALAR VE İHTİLAFLAR BÖLÜMÜ

KONU: Fitne Patlak Verince Yapılacak Tavsiye

RAVİ: Ebu Musa

KAYNAK: Ebu Davud, Fiten 2, (, ); Tirmizi, Fiten 33, ()

HADİS: Resulullah (sav) buyurdular ki; "Kişinin en hayırlı malının peşine takılıp dağ geçitlerini ve yağmur düşen yerleri takip edeceği koyunu olacağı zaman yakındır. Böylece dinini fitnelerden kaçırmış olur."

FASIL: FİTNELER HEVALAR VE İHTİLAFLAR BÖLÜMÜ

KONU: Fitne Patlak Verince Yapılacak Tavsiye

RAVİ: Ebu Said

KAYNAK: Buhari, İman 12, Bed`ü`l-Halk 14, Menakıb 25, Rikak 34, Fiten 14; Muvatta, İsti`zan 16, (2, ); Ebu Davud, Fiten 4, (); Nesai, İman 30, (8, , )

keyboard_arrow_up

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir