ergenekon davası nedir / Ergenekon davası nedir?

Ergenekon Davası Nedir

ergenekon davası nedir

FAİLİ BELLİ

yılında Trabzon İl Jandarma Komutanlığı’na yapılan bir ihbarın, önce İstanbul İl Jandarma Komutanlığı’na sonra da İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne intikal etmesi sonucu İstanbul/Ümraniye’de bir evde 27 adet yabancı menşeli el bombası ele geçirildi. Evde ikamet eden şahıs tarafından bu el bombalarının Emekli Astsubay Oktay Yıldırım’a ait olduğu ileri sürüldü ve Oktay Yıldırım’a ait bilgisayarda daha sonra Ergenekon Terör Örgütü olarak adlandırılan yapılanmaya ait olduğu ileri sürülen dokümanlar ele geçirildi. Emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin’in basına Oktay Yıldırımı savunan beyanlarda bulunması üzerine sorgulanması sonucu işyerinde yapılan aramalarda Oktay Yıldırım’dan elde edilen dokümanlardan bazılarının dijital kopyaları ile ‘Genelkurmay Başkanlığı bilgisayarlarında hazırlandığı anlaşılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı öncesi Kuvvet Komutanlarının kendi aralarında yapmış oldukları gizli toplantılara ait yazılar’  ele geçirildi. Daha sonra Ümraniye’de bulunan el bombalarının yılında Cumhuriyet Gazetesi’ne düzenlenen bombalı saldırılarda kullanılan el bombalarıyla aynı menşeli ve benzer seri numaralarına sahip oldukları ve Muzaffer Tekin’in Danıştay saldırısını düzenleyen Alparslan Arslan ile bağlantısı olduğu tespit edildi.

Genişletilen soruşturmadan elde edilen bilgi ve belgeler çerçevesinde; ‘Ergenekon Silahlı Terör Örgütü yöneticisi veya üyesi olmak, cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek, halkı Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine karşı silahlı isyana tahrik etmek, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek, terör örgütüne ait silahları depolamak, genel güvenliği kasten tehlikeye sokacak şekilde patlayıcı madde kullanmak, nitelikli kasten öldürmeye azmettirmek, yasaklanan bilgileri temin etmek, kişisel verileri kaydetmek’ ve bunlara bağlı pek çok suçu işlemekten şüpheli 86 kişi hakkında tarih / sor/ esas ve / sayılı iddianame düzenlendi. İddianamenin kabulü ile İstanbul   Ağır Ceza Mahkemesinin (TCK’nın (mülga) Maddesiyle Görevli ve Yetkili) / esas numarasına kayıtlı kamu davası açıldı.

Kamuoyunda birinci Ergenekon Davası olarak anılan bu davada sanıklar arasında Emekli Tuğgeneral ve JİTEM adlı istihbarat ve infaz biriminin kurucusu olarak bilinen Veli Küçük, Emekli Yüzbaşılar Muzaffer Tekin, Gazi Güder, Mehmet Zekeriya Öztürk ve Rafet Aslan, Eskişehir’de annesine ait bir evde çok sayıda patlayıcı madde ve silah ele geçirilen Emekli Binbaşı Fikret Emek, Emekli Polis Aydın Yüksek, Ergenekon Terör Örgütünün yasal uzantısı olduğu ileri sürülen Kuvayi Milliye Derneği Genel Başkanı Bekir Öztürk, Susurluk Davası hükümlüsü Sami Hoştan, Organize suç örgütü lideri Sedat Peker, İstanbul Üniversitesi eski Rektörü Kemal Alemdaroğlu, İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek, Avukat ve Büyük Hukukçular Birliği isimli Derneğin başkanı Kemal Kerinçsiz, Gazeteciler Güler Kömürcü ve Vedat Yenerer, Ulusal Kanal Genel Yayın Yönetmeni Ferid İlsever, Türk Ortodoks Patrikhanesi sözcüsü Sevgi Erenol gibi isimler yer aldı. Ayrıca iddianamede yer alan şüphelilerden işadamı Kuddusi Okkır tutuklu olarak yargılaması devam ederken, Cumhuriyet Gazetesi imtiyaz sahibi ve gazeteci yazar İlhan Selçuk da tutuksuz olarak yargılaması sürerken yaşamlarını yitirdiler.

Birinci Ergenekon davasının iddianamesinde telefon dinleme kayıtlarının ve gizli ve gizli olmayan tanık ifadelerinin yanı sıra şüphelilerden ele geçirilen dijital ve dijital olmayan belgeler de suçlamalar için önemli birer delil olarak yer aldı. Bu belgelere örnek olarak gösterilebilecek dijital dokümanlar aşağıdaki gibidir;

-Sanıklar Oktay Yıldırım, Mehmet Zekeriya Öztürk, Muzaffer Tekin, Sevgi Erenol ve Tuncay Güney’den elde edilen ve ‘…Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde faaliyet gösteren Ergenekon’a bağlı sivil unsurların örgütlenmesi zorunluluğu’ olduğundan ve bunun yöntemlerinden bahseden 25 sayfalık LOBİ/Aralık İstanbul isimli doküman,

-Sanıklar (soruşturma sırasında yaşamını yitiren) Kuddusi Okkır, Muzaffer Tekin, Mehmet Zekeriya Öztürk’ten ele geçirilen ve Ergenekon Terör Örgütü için  “…Planlama ve Yürütme Kurulunu oluşturmak, başlangıç sermayesini oluşturmak, çalışma mekânları oluşturmak, uzman kadrolar oluşturmak, birimler arası sağlıklı iletişim sistemleri kurmak, gizlilik mekanizmasını tesis etmek, kontrol ve takip sistemlerini kurmak, örtülü ödenek sistemini kurmak…” şeklinde 15 maddenin sıralandığı, “Sızma ve denetim süreci” başlığı altında; “…Mevcut devlet işleyişinin analizini yapmak, Mevcut kadrolara alternatif adaylar belirlemek ve eğitmek, Sızma stratejileri geliştirmek (Yargı, Emniyet, Eğitim, Sağlık, İstihbarat, Ordu, Sivil yer altı örgütleri (mafya), sivil toplum örgütleri ve meslek odaları, kooperatifler ve birlikler, medya, camiler ve tarikatlar), Denetleme mekanizmaları oluşturmak…” tan bahsedilen Devletin Yeniden Yapılanması İçin Öneriler (Mastır plan ön çalışması)  isimli doküman,

-Sanıklar Veli Küçük, Doğu Perinçek ve Tuncay Güney’den ve ayrıca İşçi Partisi İstanbul İl Örgütü Binası’nda gerçekleştirilen aramadan elde edilen ve ‘1-Ergenekon Başkanlığı 2-İstihbarat Dairesi Komutanlığı 3-İstihbarat Analiz ve Değerlendirme Dairesi Komutanlığı 4-Operasyon Dairesi Komutanlığı 5-Finansman Daire Başkanlığı (Sivil) 6-Örgüt İçi Araştırma Dairesi Komutanlığı 7-Teori Tasarım ve Planlama Dairesi Başkanlığı (sivil) “Kontrol dairesi”’ başlıkları altında Ergenekon Terör Örgütü’nün yapılanmasına dair bir çerçevenin ‘Strateji Grubu’ imzasıyla bir üst makama gönderilmek üzere hazırlandığı  Ergenekon, Analiz Yeni Yapılanma Yönetim ve Geliştirme Projesi / İstanbul–29 Ekim isimli doküman,

-Sanıklar Veli Küçük, Ümit Oğuztan ve Mehmet Zekeriya Öztürk’ten ele geçirilen ve Ergenekon Terör Örgütü ile Pkk/Kongra-Gel Terör Örgütünün bağlantısının anlatıldığı Octobus (State Organized Crime) Mafia (La Cosa Nostra) / İstanbul, Eylül isimli doküman. Yine aynı bağlantıyı açığa çıkardığı ileri sürülen ve sanıklar Veli Küçük ve Ümit Oğuztan’dan elde edilen Panzehir, Etnik/Bölücü Operasyonların Tasfiyesi, Kürt Hareketi ve Türk-Kürt Kardeşliği / İstanbul 27 Mart isimli doküman.

Ayrıca dijital dokümanların yanı sıra gizli tanıklar Ahmet ve Dilovası’nın ifadelerinin de (inter alia) Ergenekon Terör Örgütü ile DHKP-C ve Hizbullah Terör Örgütlerinin bağlantıları konusunda delil teşkil ettiği de birinci Ergenekon iddianamesinde ayrıntılarıyla belirtilmiş, medyanın, devlet kurumlarının ve sivil toplumun ele geçirilmesi üzerine hazırlanan plan ve çalışmalara ait benzer dokümanlar ve pek çok gizli tanık ifadesi deliller arasında yer almıştır. Bunlara ek olarak suikast planlarına ilişkin krokiler (örneğin Yargıtay binasının şeması) de sanıklardan ele geçirilen deliller arasındadır.

 İkinci ve Üçüncü Ergenekon İddianameleri

Aynı soruşturmanın devamı niteliğinde olan diğer bir soruşturma sonucu 56 Şüpheli hakkında tarih ve /51 sor- / esas ve / sayılı iddianame ile İstanbul   Ağır Ceza Mahkemesinin / 85 esas sayılı dosyasına kayıtlı 2. Ergenekon Davası olarak adlandırılan kamu davası 25 Mart ’da açıldı. Devamında 52 şüpheli hakkında / sor- / esas ve / sayılı iddianame ile yine İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin / esas sayılı dosyası ile üçüncü bir kamu davası açıldı. İkinci ve üçüncü iddianamelerle açılan kamu davaları (/85 esas ve / esas) 7 Ağustos tarihinde / esas numaralı dosyada birleştirildi. / esas sayılı ilk açılan davanın da / esas numaralı dosyada birleştirilmesine 27 Nisan tarihinde karar verildi. Mahkeme, ‘iddianamelerinin birleştirme istemli olarak açılmış olması her iki dosyada ele geçtiği iddia olunan belgeler, telefon konuşma kayıtları ve sair belgeler ile bu dosya sanıklarına isnat edilen eylemler arasında paralellik ve bağlantı […] ve her iki dosyadaki eylemlerin iddia olunan Ergenekon Terör Örgütünün faaliyetleri kapsamında değerlendirildiği yönündeki iddiaların varlığı karşısında Yargıtay 9. Ceza Dairesinin, aynı örgütün kuruluşu ve terör örgütü olarak tespiti aşamasında görülmekte olan farklı dosyalar üzerinde yürütülen davaların bir arada yargılamaların yapılması gerektiği yönündeki yerleşik içtihatları da göz önünde bulundurularak’ birleştirme kararı verdiğini açıkladı.

/ sayılı ikinci Ergenekon iddianamesinde, Emekli Orgeneral ve eski Jandarma Genel Komutanı Mehmet Şener Eruygur, Emekli Orgeneral ve eski 1. Ordu Komutanı Ahmet Hurşit Tolon, Emekli Tuğgeneral ve eski Jandarma İstihbarat Daire Başkanı Levent Ersöz, Emekli Albay ve eski İstihbarat Jandarma Teknik İstihbarat Daire Başkanı Atilla Uğur, Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi ve Cumhuriyet Halk Partisi İzmir Milletvekili Mustafa Balbay, Anakara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün, Yeni Parti Genel Başkanı, gazeteci ve televizyoncu Tuncay Özkan, gözaltında işkence yaptığı iddiasıyla meslekten ihraç edilen eski İstanbul Organize Suçlar Şubesi Müdürü Adil Serdar Saçan, JİTEM’in kurucularından emekli Albay Arif Doğan, eski Ülkü Ocakları Başkanı Levent Temiz, Kadıköy Atatürkçü Düşünce Derneği eski başkanı Birol Başaran, Kuvayi Milliye Derneği yöneticisi İbrahim Özcan ve yazar Erol Mütercimler gibi isimler yer alıyor.

İkinci Ergenekon iddianamesinde, Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde ‘dönemin Jandarma Genel Komutanı Mehmet Şener Eruygur ve Levent Ersöz tarafından, görev yaptıkları birimde, devletin kendilerine tahsis ettiği imkânları ve yetkileri kullanarak tamamen Ergenekon terör örgütünün amaç ve hedefleri doğrultusunda’ Cumhuriyet Çalışma Grubu isimli yasadışı bir yapılanma oluşturulduğu belirtiliyor. Bu yasadışı grubun yıllarında askeri darbeye zemin oluşturma çalışmaları yaptığı, bu çerçevede Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven isimli darbe planlarının hazırlandığı ileri sürülüyor. İddianamede, Cumhuriyet Çalışma Grubunun Mehmet Şener Eruygur’un Jandarma Genel Komutanı olduğu dönemde bulunduğu mevkiin imkânlarını kullanarak İstihbarat Yönetim Şube Müdürlüğü isimli birim vasıtasıyla yılında faaliyete geçirildiği ve Ergenekon terör örgütünün amaçlarına ulaşmak için kullanıldığı iddiasına, Mehmet Şener Eruygur’un emekli olduktan sonra başkanlığını yaptığı Atatürkçü Düşünce Derneği’ndeki odasından ve Hurşit Tolon’dan ele geçirilen CD’lerde yer alan sunumlar ve slâytlar delil olarak gösteriliyor. Bahsi geçen dört ayrı darbe planına ise dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’e ait olduğu tespit edilen ( yılında Nokta dergisinde yayınlanan) günlüklerde ve Mustafa Balbay’a ait olduğu tespit edilen (ve Özden Örnek’e ait günlüklerdeki bilgileri doğrulayan) notlarda yer alan bilgiler delil olarak gösteriliyor.

Dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına, Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek ve Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’ın 5 Aralık tarihinde Ergenekon soruşturması kapsamında şüpheli sıfatıyla ifadeleri alındı. Görev yaptıkları dönemde Ergenekon terör örgütü yöneticileri ile birlikte iştirak ettikleri eylemler ile ilgili evrak, Ergenekon terör örgütü ile irtibatları tespit edilemediğinden ayrıldı. Daha sonra yılında Taraf gazetesinde yayınlanan Balyoz Darbe Planı hakkında / esas numarasıyla açılan davada, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (TCK’nın (mülga) Maddesiyle görevli ve yetkili) / sayılı gerekçeli kararıyla, eski 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan, eski Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına ve eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek hakkında, ‘Türkiye Cumhuriyeti icra vekilleri heyetini, cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmek’ suçlamasıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdi ve cezalar eksik teşebbüs hükümlerine göre 20 yıla indirildi. Karar şu anda temyiz aşamasında ve savunmanın temel dayanağını darbe planına delil oluşturan dijital dokümanların sahteliği iddiası oluşturuyor. Bu iddialar hakkında Yargıtay tarafından yapılacak değerlendirmeler kuşkusuz, aynı iddiaların ileri sürüldüğü Ergenekon Davası yargılaması için de emsal oluşturacak. Zira Balyoz davası sanıklarının AİHM’e yaptıkları başvurularda mahkemenin verdiği kararlar da bazı Ergenekon sanıklarının yaptıkları başvurular sonucunda AİHM’nin verdiği kararlarla paralellik gösteriyor.

İkinci Ergenekon iddianamesinde, Ergenekon terör örgütünün özellikle yönetici kadrolarının Türk Silahlı Kuvvetleri ve çeşitli devlet kurumlarında önemli mevkilerde görev alan kişilerden oluştuğu, emekliliklerine müteakip eylem ve faaliyetlerine devam ettikleri, amaçlarını gerçekleştirmek için devlet kurumlarında ve TSK’da gerekli desteğe ve bu sayede teşebbüs ettikleri faaliyetleri gerçekleştirecek silah ve mühimmata sahip oldukları belirtiliyor. Bu tespitler doğrultusunda şüphelilerin, silahlı örgüt kurmak ve yönetmek (TCK /1), cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs etmek (TCK /1), cebir ve şiddet kullanarak yürütme organını ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek (TCK /1), halkı Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine karşı silahlı bir isyana tahrik etmek (TCK /1), kişilerin siyasi felsefi veya dini görüşlerine, ırki kökenlerine; hukuka aykırı olarak ahlaki eğilimlerine, cinsel yaşamlarına veya sendikal bağlantılarına ilişkin bilgileri kişisel veri olarak kaydetmek (TCK /2, 43, /1-a), devletin güvenliğine veya iç veya dış siyasal yararlarına ilişkin belge veya vesikaları, geçici de olsa, bunları tahsis olundukları yerden başka bir yerde kullanmak amacıyla hileyle almak (TCK /1, /1), adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs (TCK ) vb. suçlamalarla ayrı ayrı cezalandırılmaları talep ediliyor.

/ sayılı üçüncü Ergenekon iddianamesinde, soruşturmanın gelinen aşamasında Ergenekon terör örgütünün darbe zemini oluşturmak amacıyla Cumhuriyet Gazetesi’ne bomba atılması ve Danıştay saldırısı eylemlerini toplumda infial oluşturmak amacıyla gerçekleştirdiğinin sabit olduğu belirtiliyor. Ayrıca yine aynı amaç doğrultusunda örgütün planladığı tespit edilen eylemler, ele geçirilen deliller ışığında şu şekilde sıralanıyor:

-Yargıtay mensuplarına suikast hazırlığı (İşçi Partisi Ankara Genel Merkez binasında ele geçirilen CD içerisindeki ‘YARGITAY’ isimli PDF dosyasında yer alan krokiler delil olarak gösteriliyor),

-NATO tesislerine saldırı hazırlığı (İşçi Partisi Genel Merkezinden ele geçirilen birçok örgütsel içerikli dijital bulgunun yanı sıra, Genelkurmay Başkanlığı ve değişik askeri şahıslar ile MİT Müsteşarlığına ait çok sayıda gizlilik dereceli dokümanlar ve Ulusal Kanal Muhabiri şüpheli Hayati Özcan’ın ev ve işyerindeki aramalarda ele geçirilen ve NATO Karargâhına ait GİZLİ içerikli çok sayıda dijital doküman delil olarak gösteriliyor),

yılında Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt’a yönelik suikast hazırlığı (İşçi Partisi genel merkezinden ele geçirilen ve Yaşar Büyükanıt’ın çeşitli ziyaretleri sırasında izlenecek koruma planlarının yer aldığı dijital dokümanlar delil olarak gösteriliyor),

yılı içerisinde gazeteci yazar Fehmi Koru ve yazar Orhan Pamuk’a yönelik silahlı saldırı hazırlığı (şüpheli Kuvayi Milliye Derneği Başkanı Mehmet Fikri Karadağ ve etrafındakiler hakkında soruşturma sırasında yapılan teknik takip çalışmaları sırasında bahsi geçen yazarlara silahlı saldırı hazırlığıyla ilgili şüphelinin diğer şüpheliler Veli Küçük ve Sevgi Erenol ile bu konuda toplantılara katıldığının tespit edildiği ileri sürülüyor ve bu teknik takip kayıtları delil olarak gösteriliyor),

&#; yılı içerisinde Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’e, DTP Milletvekilleri Sebahat Tuncel’e ve Ahmet Türk’e yönelik silahlı saldırı hazırlığı (yine Mehmet Fikri Karadağ’a soruşturma sırasında yapılan teknik takip sonucu şüphelinin diğer şüphelilerden Veli Küçük ile bu konuda görüştüğünün ve Selim Akkurt isimli tetikçi ile bu saldırıları gerçekleştirmesi için bağlantı kurduğunun tespit edildiği belirtiliyor ve bu kayıtlar delil olarak gösteriliyor),

-Kamuoyunda Susurluk Davası olarak bilinen dava ile ilgili olarak; Yargıtay 8. Ceza Dairesinin gün ve / Esas / sayılı kararıyla uygun bulunarak onaylanan İstanbul 6. DGM&#;nin gün ve esas- 36 sayılı kararıyla, sayılı TCK’nın maddesi gereğince &#;Cürüm işlemek için oluşturulan silahlı teşekkülün yöneticiliğini yapma&#; suçundan hapis cezasına mahkum edilen ve hayatının sonuna dek kamu hizmetlerinden yasaklanmasına hükmedilen, şüpheli eski Özel Harekat Dairesi başkanı İbrahim Şahin’in evinde yapılan aramalardan ve hakkındaki teknik takipten elde edilen çok sayıda eylem planı, kroki ve fotoğrafların delil olarak gösterildiği;

-Ermeni asıllı Minas Durmaz Güler’e yönelik suikast hazırlığı,

-Ermeni Patriği Mesrob Mutafyan’a yönelik suikast hazırlığı,

-Alevi-Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Ali Balkız’a yönelik suikast hazırlığı,

-Alevi-Bektaşi Federasyonu Genel Sekreteri Kazım Genç’e yönelik suikast hazırlığı,

-Ankara’daki Optimum Alışveriş Merkezine yönelik bombalı saldırı planı

Şüpheli İbrahim Şahin’den ele geçirilen S-I isimli dokümanda pek çok suikast ve tedhiş planının yer aldığı, hâlihazırda pek çok Silahlı Kuvvetler mensubuyla ve Emniyet mensubuyla görüşme halinde olduğunun tespit edildiği belirtiliyor. Elde edilen belgelerde yer alan adreslerden Ankara Gölbaşında, aralarında uçaksavar mermisi ve gaz bombalarının da yer aldığı çok sayıda silah ve bombanın yer aldığı bir mühimmat deposu ortaya çıkarıldı. İbrahim Şahin savunmasında kendisinin yasal bir görevi icra ettiğini ve çok yakında devlet tarafından kurulacak olan Terörle Mücadele müsteşarlığının başına getirileceğini ileri sürdü.

-Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik suikast planı (şüpheli Mustafa Dönmez’in evinde yapılan aramada ele geçirilen ve Başbakan’ın evinin bulunduğu sokağın krokilerinin ve uydu fotoğraflarının yer aldığı dokümanlar delil olarak gösterilmiştir).

Ayrıca şüpheli Mehmet Dönmez’in ikametinde aralarında uzun menzilli silahların da yer aldığı çok sayıda silah ve mühimmat ele geçirildi.

Üçüncü Ergenekon iddianamesinde, aralarında yazar Yalçın Küçük, Başkent Üniversitesi Rektörü, Doktor ve Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekili Mehmet Haberal, Cumhuriyet Gazetesi yazarı Erol Manisa, İnönü Üniversitesi eski Rektörü Fatih Hilmioğlu, Ondokuzmayıs Üniversitesi eski rektörü Ferit Bernay, Uludağ Üniversitesi eski rektörü Mustafa Yurtkuran, Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) eski Başkanı Kemal Gürüz, Milli Güvenlik Kurulu eski Genel Sekreteri emekli Orgeneral Tuncer Kılınç, Türk Metal Sendikası eski Başkanı Mustafa Özbek, Özel Harekât Dairesi eski başkanı İbrahim Şahin’in ve çok sayıda polis memuru ve Jandarma astsubayın bulunduğu şüpheliler, silahlı terör örgütü kurmak, yönetmek, üyesi olmak vb. suçlamaların yanı sıra yine, Türkiye Büyük Millet Meclisini ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebir ve şiddet kullanarak ortadan kaldırmaya teşebbüs etmekle suçlanıyor.

Soruşturma Kapsamındaki Diğer Davalar

Birleştirilen bu üç ana davayla daha önce birleştirilen diğer davalar da göz önünde bulundurulduğunda tek dosya üzerinden derdest durumda olan / esas numaralı Ergenekon Terör Örgütü davasında 22 farklı iddianame ile suçlanan 66’sı tutuklu sanık yargılanıyor. İlk iddianame ile birleştirilen davalar arasında Danıştay Saldırısı Davası (Ankara Ağır Ceza Mahkemesi /5 esas), Cumhuriyet Gazetesine Saldırı Davası (İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi /31 esas) ve Fener Rum Patriğine Suikast Girişimi Davası (İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi / esas) bulunuyor. İkinci İddianamenin de birleştirildiği üçüncü iddianame sonucu açılan kamu davasıyla birleştirilen davalar arasındaysa; ‘İrtica ile Mücadele Eylem Planı’ adlı belgeye ilişkin dava (İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi / esas), Şile Kazıları Davası (İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi /53 esas), İnternet Andıcı Davası (İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi / esas) ve İnternet Andıcı soruşturması kapsamında ek iddianame ile eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ hakkında açılan dava (İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi /4 esas) bulunuyor.

Ayrıca Kafes Eylem Planı Davası (İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi / esas) ile birleştirilen ve Poyrazköy Davası olarak anılan dava da Ergenekon soruşturması kapsamında düzenlenen iddianameler sonucu açıldı (İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi /34 esas). Halen (/34 esas numarası ile) derdest durumda bulunan ve ilgili diğer davalarla da birleştirilen bu davada, Deniz Kuvvetleri içerisinde yasadışı darbe planları yapan bir grubun ve Ergenekon Terör Örgütünün amaçlarını gerçekleştirmek için faaliyet gösteren ve mühimmat depolayan hücre yapılanmalarının içerisinde yer aldığı iddia edilen 85 asker şahıs yargılanıyor. Bunun yanı sıra Zirve Yayınevi Davası (Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi / esas) olarak bilinen ve Malatya’da bir yayınevinde çalışan üç Hıristiyan şahsın katledilmesiyle ilgili davanın da Ergenekon soruşturması kapsamına alındığı ( tarih / sor- / esas ve /98 sayılı) bir ek iddianame düzenlendi. Bu iddianamede Zirve Yayınevi Cinayetinin, Ergenekon Terör Örgütü’nün Malatya’daki hücre yapılanmasının faaliyeti olduğu ileri sürülüyordu ve açılan dava (Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi / esas) halen Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden (/ esas) Zirve Yayınevi Davası ile birleştirildi. Rahip Santoro ve Hrant Dink cinayetlerinin de Ergenekon Terör Örgütünün farklı hücre yapılanmalarının faaliyeti olduğu ve askeri darbeye zemin hazırlamak için gerçekleştirildiği ileri sürülen iddianame sonucu açılan davada dönemin Malatya İl Jandarma Alay Komutanı emekli Albay Mehmet Ülger ve emekli Orgeneral Hurşit Tolon sanıklar arasında yer alıyor.

Ergenekon Davasının Kovuşturma Aşaması

Ergenekon davası ilk duruşmasından itibaren, yapımı yılında tamamlanan Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü içerisinde yer alan duruşma salonlarında görülüyor. Yer itibariyle bu kurum şehir dışında bulunuyor ve kuruma girişte sıkı güvenlik tedbirleri uygulanıyor. yılı başında davaya bakan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin açıklamış olduğu istatistiklere göre; Haftanın 4 günü duruşma yapıldı. 57’si sanık ve müdafilerin talepleriyle olmak üzere celse boyunca toplam tanık dinlendi. Dinlenilmesini kendilerinin talep ettikleri tanıkların dinlenilmesi sırasında sanıklar yazılı ve sözlü sorularıyla, sanık müdafileri ise sesli ve görüntülü kayıt altına alınan şifahi sorularıyla huzurdaki tanıklara çok sayıda soru sordu. Duruşmaların başladığı 20 Ekim yılından beri birleşen dosyalar da dâhil olmak üzere toplam duruşma gerçekleştirildi. Duruşma tutanaklarının sayfa sayısı 39 binden, dosyadaki delillerin yer aldığı klasör sayısı ’den, mahkemenin verdiği ara kararların sayfa sayısı ise 7 bin ’den fazla. Sanıkların kullandıkları cep telefonlarının baz istasyonlarını gösteren HTS kayıtları, çeşitli konularda ’den fazla naip hakimin inceleme raporu, sanıklardan elde edilen dijital delillerin tamamı dosyadaki bu klasörlerde yer alıyor. Davada ayrıca 30’un üzerinde gizli tanık yer alıyor.

Davanın görüldüğü duruşma salonuna cep telefonuyla girilmesi ve sesli ya da görüntülü kayıt alınması yasak. Duruşma salonunun pek çok yerinde tavandan sarkıtılan mikrofonlar yer alıyor. Sanık ve müdafilerine savunma için 15’er dakika süre veriliyor. Süre aşıldığı takdirde mikrofon kapatılıyor. Tutuklu sanıklar Silivri Ceza İnfaz Kurumunun yüksek güvenlikli bölümünde tutuluyor. Dava başladığından beri hastalanan ve hayatını kaybeden pek çok sanık bulunuyor. Davanın pek çok duruşmasında sanıklar ve/veya avukatları tarafından mahkemenin tarafsızlığı ve yargılamanın adilliği konusunda sert çıkışlar yapıldı ve mahkeme başkanı tarafından bazı sanık ve avukatlar mahkemeyi aşağılayan sözleri sebebiyle duruşmalardan men edildi. Aynı sebeple bazı avukatlar hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Sanıklar, haklarındaki suçlamaları bilmedikleri, delillerin sahte olduğu, gizli tanıkların ifadelerinin savcılık ve emniyet yetkilileri tarafından hazırlandığı, davada soruşturmayı yürüten savcıların, emniyet yetkililerinin ve mahkeme üyelerinin Fethullah Gülen’e ait cemaatin üyesi oldukları ve bu cemaatin çıkarları doğrultusunda davayı yürüttükleri gibi pek çok iddiada bulundular.

Hukukçular Derneği, Demokratik Toplum Partisi, İnsan Hakları Derneği, Çağdaş Hukukçular Derneği ve Diyarbakır Barosu gibi suçtan zarar gören sıfatıyla davaya müdahil olmak isteyen kurumların müdahillik talepleri mahkeme tarafından reddedildi. Bunun yanı sıra sanıklardan bazıları tarafından kişisel bilgileri ve telefon görüşmeleri kaydedilen adli tıp uzmanı ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın, Cumhuriyet Gazetesinin, Danıştay Başkanlığının müdahillik talepleri ise kabul edildi. Davanın 18 Mart tarihli duruşmasında savcılar esasa ilişkin sayfalık mütalaalarını açıkladılar. Sanıkların pek çoğu avukatları aracılığıyla yaptıkları açıklamalarda bu mütalaanın savcılara geri iade edilmesi gerektiği hukuksuz ve yok hükmünde olduğu iddiasında bulundular. Sanıklar hakkında ağır cezalar talep edilen mütalaanın açıklanmasının ardından davanın 8 Nisan tarihinde yapılacak olan duruşması, Cumhuriyet Halk Partisi, İşçi Partisi, Türkiye Gençlik Birliği, Atatürkçü Düşünce Derneği gibi siyasi parti ve sivil toplum kuruluşlarının çağrısı ile otobüslerle pek çok farklı ilden gelen ve sanıkların serbest bırakılmasını talep eden binlerce kişinin Silivri Ceza İnfaz Kurumu önünde protesto amacıyla toplanması ve güvenlik güçlerinin kurmuş olduğu barikatların protestocularca aşılmak istenmesi sonucu çıkan olaylar nedeniyle 11 Nisan ’e ertelendi. Güvenlik güçleri protestocu gruba biber gazı ve tazyikli suyla sert bir şekilde müdahale etti ve daha sonra katılan kurumların yöneticileri ve CHP milletvekilleri hakkında soruşturma başlatıldı.

11 Nisan tarihinde davanın duruşması gerçekleştirildi ve sanıkların usule ilişkin talepleri dinlendi. İddianamede yer almayan suçlamalar sebebiyle mütalaada cezalandırılmalarının istendiği, suç tarihi ve sevk maddesi gibi konularda çelişkiler bulunduğu, haklarında soruşturma kararı henüz alınmamışken telefon görüşmelerinin dinlendiği ve kayıt altına alındığı, talep ettikleri tanıkların dinlenmediği ve soruşturma için kendilerine ve avukatlarına yeterli süre verilmediği gibi iddialar sanıkların iddiaları arasında yer alıyor. Ayrıca duruşma salonu içerisinde bariyerlerin ve tavandan sarkıtılan mikrofonların bulunması sebebiyle sanıkların avukatları ve dinleyicilerle hiçbir temas kuramadıkları ve basına rahat çalışması için ortam sağlanmadığından aleniyet ilkesinin ihlal edildiği de sanık avukatları tarafından ileri sürülen iddialardan bazıları.

15 Nisan ’te yapılan bir sonraki duruşmada sanıkların esas hakkındaki mütalaaya ilişkin savunmalarının alınmasına başlandı. Mahkeme savunma için örgüt yöneticiliği ile suçlanan sanıklara ve avukatlarına 2 saat, örgüt üyeliği ile suçlanan sanık ve avukatlarına ise 1 saat süre verildiğini açıkladı. Açıklanan süreler sanıklar ve avukatlarınca yetersiz bulundu ve tepkiyle karşılandı. Bunun üzerine mahkeme başkanı; tanınan sürelere uyulduğu takdirde bile savunmaların alınmasının 80 duruşma yani 5 aylık bir süre gerektireceğini, sanıkların savunmalarını yazılı olarak da sunabileceklerini, kişinin yargılandığı davada 4 yılı aşkın bir süredir davanın kesintisiz bir biçimde devam ettiğini, bu süre zarfında celse boyunca sanıkların ve avukatlarının bazen 1 veya 2 gün savunma yaptıklarını hatta bazen savunmalarıyla ilgili olmayan konularda konuştuklarını, bu konuları defalarca gündeme getirdiklerini, savunma amacının dışına çıktıkları halde yüzyüze yargılama ilkesinden beklenen maslahatın mahkemece fazlasıyla gerçekleştirildiğini, yargılamanın makul sürede bitirilmesinin kendileri için bir görev sanıklar içinse bir hak olduğunu belirterek bu sürelerin yeterli olduğunu bildirdi. Duruşmada hazır bulunan pek çok sanık savunmalarının hazır olmadığını belirtti. Mahkeme sanıkların bir dahaki celsede de savunma yapmamaları halinde susma haklarını kullandıklarının kabul edileceğini sanıklara bildirdi. Dava 22 Nisan ’e ertelendi.

Savcılığın Esasa Dair Mütalaası

Savcılar Mehmet Ali Pekgüzel, Nihat Taşkın ve Murat Dalkuş’un hazırladıkları esasa ilişkin mütalaada 64 sanık için ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isteniyor, 67 tutuklu sanığın 6’sı için tahliye talep edilirken, tutuksuz sanıklardan 20’si içinse yakalama kararı çıkarılması talep ediliyor. Mahkeme ara kararında tahliye ve yakalama taleplerini reddetti, tutuklu sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar verdi. Mütalaanın ilk bölümünde Soruşturma Safhası başlığı altında soruşturmaya esas teşkil eden olaylar özetleniyor ve dava sanıklarının soruşturmaya dahil edilme sebepleri ve sanıklar arasındaki bağlantılar telefon dinleme kayıtlarına ve elde edilen delillere de atıf yapılarak belirtiliyor. İkinci bölümdeyse iddianameler ve birleştirilen davalar sıralanıyor. Mütalaanın üçüncü bölümünde Ergenekon Terör Örgütü hakkında daha önce sonuçlanan bir yargılama bulunmadığından, sanıkların kendilerine yüklenen suçlar karşısında hukuki durumlarının tayin edilebilmesi için öncelikle Ergenekon Terör Örgütünün varlığının ya da yokluğunun, var kabul edildiği takdirde niteliğinin açıklığa kavuşturulması gerektiği belirtiliyor. Ergenekon Terör Örgütünün Varlığı Tartışması başlığı altında sayfalık bir bölümde örgütün varlığını kanıtlayan deliller açıklanarak sıralanıyor ve ele geçirilen örgüte ait belgeler ayrıntılı olarak ele alınıyor. Bu deliller sıralanırken yılında başka bir suçtan tutuklandığı sırada İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’nde sorgulanan Tuncay Güney’in beyanları ile başlatılan örgüt hakkındaki proje çalışmasının yine örgüt tarafından engellendiğinin tespit edildiği belirtiliyor. Kendisine işkence yapıldığının gönderilen mülakat kaydından anlaşıldığı beyanlarının tek başına delil teşkil etmediği ancak ‘suç ihbarı’ sayıldığı belirtiliyor. Örgütün varlığını kanıtlayan delillerin ve örgüte ait belgelerin sanıkların savunmaları da dikkate alınarak tek tek tartışılmasının ardından, farklı zaman ve yerlerden ele geçirilen ve birbirlerini büyük oranda teyit eden kanuni delillere göre “Ergenekon isimli bir terör örgütünün sabit olduğu’ nun mütalaa edildiği belirtiliyor.

Örgütün niteliği konusundaysa ilk Ergenekon iddianamesinden bu yana savcılığın tespitlerinin netleştiğini ve ‘değiştiğini’ görüyoruz. Zira ilk iddianamenin Ergenekon Terör Örgütü başlıklı II. Bölümünün, Devlet içinde Ergenekon türü bir yapılanma olabilir mi? sorusuna cevap aranan 2. kısmının Devletin Resmi Kurumlarından Alınan Cevaplara Göre Değerlendirme başlıklı D bendinde özetle; “Ergenekon isimli oluşumun Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hiçbir kurumuyla alakasının olmadığı, devlet içinde resmen böyle bir yapının bulunmadığı […] örgütün devlet içinde yapılanmaya çalışan illegal bir örgüt olduğu sonucuna ulaşılmıştır” deniyor ve akabinde; “Derin devlet tanımının aksine olarak ERGENEKON terör örgütünün soruşturma kapsamında elde edilen deliller ve belgelerinden devletin çıkar ve menfaatlerinden çok kendi ideolojik görüşlerinin hakim olması ve devleti demokratik olmayan yollardan baskı, sindirme, terör yöntemleri kullanarak yönetmeyi amaçlamaktadır. Ayrıca örgüt bu yoldan etkin olabilmek ve gizli hakim güç konumunu sürdürebilmek için Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Türk Milletinin gözbebeği olan Türk Silahlı Kuvvetleri, MİT, Yargı, İstihbarat Birimleri, Emniyet Teşkilatından başka siyasi partilere kadar sızmayı amaç edindikleri görülmektedir (vurgu sonradan eklenmiştir)” deniyor. Alıntılanan bu paragraflardan ilk iddianamede savcılar tarafından Ergenekon terör örgütünün derin devlet (state behinde) olarak tabir edilen türde bir yapılanma olmadığı, hatta derin devlet tanımında devletin çıkar ve menfaatlerinin hakim olduğunun düşünüldüğü sonucu çıkıyor. İlk iddianamedeki bu isabetsiz tespit neredeyse 5 yılı bulan yargılama süreci boyunca yaşanan tartışmalar ve yeni bulgular sonucu, esasa ilişkin savcılık mütalaasında değiştiriliyor.  Zira mütalaanın üçüncü bölümünün sonunda Ergenekon yapılanması daha isabetli bir tespitle:  “[…] NATO&#;ya bağlı Avrupa Devletlerinde Kontgerilla denilen gizli örgütlenmelerin varlığı, bu gizli örgütlenmelere her Devletin tarih ve kültürüne göre değişik adlar verildiği, bunlardan en çok bilinenlerinin İtalya&#;daki &#;Gladio&#; Fransa&#;daki &#;Rüzgârgülü&#;, Yunanistan&#;daki &#;Koyun Postu&#; ve Belçika&#;daki &#;Kılıç&#; isimli örgütler olduğu,  Avrupa Devletlerinin on yıllar öncesinde hukuk dışı bu gizli örgütleri ortaya çıkartıp tasfiye ettiği, sorumlularını yargıladığı bugün için genel geçer, aynı zamanda doğru olan bir bilgidir. Ülkemizde adına &#;Derin devlet&#; de denilen Kontrgerilla örgütünün varlığı Başbakan Bülent Ecevit dâhil birçok kişi tarafından kamuoyuna duyurulmuştur. Bu konuda sayısız yayın yapılmıştır. Bunun dışında, Derin devlet, Gladyo veya Kontrgerilla şeklinde adlandırılan kanun dışı yapılanmanın varlığı ve Terör Örgütü niteliğinde olduğu, kamuoyunda belli ve açık bir husus olarak görülmüş, özellikle bu yapılanmanın varlığı konusundaki tespite nerede ise kimse tarafından itiraz edilmemiştir.

Her yönden stratejik bir konumu olan Türkiye &#;den itibaren NATO üyesidir. Tasfiye edilene kadar Avrupa devletlerinde var olan Kontrgerilla örgütü konusunda ülkemizde bugüne kadar bir yargılama olmamıştır. Avrupa&#;nın birçok devletinde, bir tesadüf sonucu Kontgerilla &#;nın izine rastlanılmış ve bu fırsatlar değerlendirilmiştir. Türkiye&#;de Kontgerilla&#;yı tasfiye şansı &#;da Susurluk&#;taki trafik kazası ile yakalanmıştır. Kırmızı bültenle aranan cinayet suçlusu Abdullah Çatlı, Emniyet Müdürü Hüseyin Kocadağ ve Milletvekili Sedat Bucak aynı araçta iken kaza geçirmişlerdir. Bu olaya dair soruşturma ve dava, o dönemde oluşan toplum desteğine karşılık 14 kişi ile sınırlı kalmıştır. Davayı gören İstanbul ö.DGMnin kararında &#;Susurluk civarında meydana gelen kazada silahlı teşekkülün bir bölümü su yüzüne çıkmıştır&#; denilmiştir. Soruşturmalarda ele geçen ve Ergenekon Terör Örgütüne ait olduğu konusunda kuşku bulunmayan örgüt belgeleri başta olmak üzere dosya kapsamındaki diğer delillere göre, Ergenekon un Avrupa&#;da adına Kontgerilla denilen gizli örgütün Türkiye&#;deki adı ve Ergenekon soruşturmasından 11 yıl önceki Susurluk kazası sonrasında ortaya çıkan yapının da aslında Ergenekon Örgütü&#;nün küçük bir hücresi olduğu, bu örgütlü yapıya ülkemizde, Avrupa&#;daki örneklerine uygun şekilde Türk kültürüne ait bir terim olan &#;Ergenekon&#; ismi verildiği anlaşılmaktadır” şeklinde tanımlanıyor ve Ergenekon terör örgütünün NATO’ya bağlı olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti içerisinde yapılandırılan derin devletin adı olduğu kabul edilmiş oluyor.

Dördüncü bölümde Ergenekon Terör Örgütüne isnat edilen eylemler ve eylem planları ayrıntılı bir biçimde ele alınıyor. Örgüte isnat edilen eylemler 7 başlık altında inceleniyor. İlk başlıkta silahlanma, silah sağlama, silah bulundurma eylemleri yer alıyor. Bu eylemler şöyle sıralanıyor: 1)İstanbul Ümraniye Çakmak Mahallesindeki gecekonduda ele geçen el bombaları 2)Bursa Osmangazi ilçesinde Muzaffer Şenocak’ın arkadaşının evinde ele geçirilen bomba yapım malzemeleri 3)Eskişehir Hayriye Mahallesinde Fikret Emek’in annesinin evinde ele geçen el bombası ve diğer patlayıcılar 4)Sivas Gökçebostan Mahallesindeki Erdem Yolalan’ın evindeki aramada ele geçen el bombaları 5)Ankara Gölbaşında açık arazide yapılan aramada bulunan el bombaları ve diğer patlayıcılar 6)Sakarya Sapanca İlçesi Göldibi Mahallesindeki Fatma Dönmez’e ait evde ve Ankara Zir Vadisinde yapılan aramalar sonucu ele geçirilen el bombaları ve patlayıcılar 7)İstanbul Başakşehir İlçesi Şahintepe Mahellesi Muratdere Caddesi Lalezar Sokak No sayılı adresteki Ulaş Özel’in üvey babası Mustafa Nemli’nin ikametinde ve yine aynı semt ve mahalledeki Ali Ekber Sokak No:6 sayılı binanın 3 ve 4 nolu dairelerinde yapılan aramalarda bulunan el bombaları ve patlayıcılar. Bu eylemler hakkında başlatılan soruşturmalar ve açılan davalar da anlatılarak sıralanıyor. Bu davalarda iddianamelerdeki anlatım, yüklenen suç ve uygulanması talep edilen kanun maddeleri, savunmalar ve netice belirtiliyor. Söz konusu silah ve mühimmatın Türk Silahlı kuvvetleri ve Ergenekon terör örgütü ile bağlantıları delilleriyle anlatılıyor. Diğer silahlanma eylemleri başlığı altındaysa aralarında Ahmet Tuncay Özkan ve Arif Doğan’ın da yer aldığı 52 sanığın usulüne uygun aramalarda elde edilen yasadışı silah ve mühimmat bulundurduklarının tespit edildiği belirtiliyor ve ayrıntılar anlatılıyor. Devlet sırlarına karşı eylemler başlığı altında aralarında Ahmet Hurşit Tolon, Mehmet Şener Eruygur, Mustafa Ali Balbay, Ahmet Tuncay Özkan ve Kemal Kerinçsiz’in de bulunduğu 44 sanığın gizli veya çok gizli ibareli resmi dokümanları ele geçirerek kullandıkları belirtiliyor ve bu suçların ayrıntılarına yer veriliyor. Özel hayata ve hayatın gizli alanına karşı eylemler başlığı altında aralarında Ahmet Hurşit Tolon, Ahmet Tuncay Özkan, Ayşe Asuman Özdemir, Doğu Perinçek, Ergun Poyraz, Erol Manisa, Fikret Emek, Halil Kemal Gürüz, Hikmet Çiçek, İbrahim Şahin, Kemal Kerinçsiz, Levent Ersöz, Mehmet Şener Eruygur, Mustafa Ali Balbay, Levent Göktaş, Sevgi Erenol, Sinan Aydın Aygün ve Veli Küçük’ün de bulunduğu 62 sanığın örgüt faaliyeti çerçevesinde birden fazla kişinin siyasi, felsefi veya dini görüşlerine, ırki kökenlerine; hukuka aykırı olarak ahlaki eğilimlerine, cinsel yaşamlarına, sağlık durumlarına veya sendikal bağlantılarına ilişkin bilgileri birden fazla kez kişisel veri olarak kaydetmek ve ele geçirmek suçlarından ayrı ayrı cezalandırılması gerektiği mütalaa ediliyor.

Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar

Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı eylemler başlığı altında önce darbeye teşebbüs suçu tanımlanıyor, ardından Ergenekon Terör Örgütünün bu tanıma uyan eylemleri kronolojik sırayla anlatılıyor. Örgütün bu tanıma uyan ilk eylemi Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara gelmesinden önce Başbakan Bülent Ecevit döneminde merhum Başbakana ve partisine karşı gerçekleştirdiği belirtiliyor. İstanbul (CMK Maddesi ile Yetkili) Cumhuriyet Başsavcılığı&#;nın tarih, / Soruşturma, / esas ve / sayılı iddianamesinde sanık Mehmet Haberal ile ilgili bölümde özetle; yılında Bülent Ecevit’in bazı çevrelerce görevinden uzaklaştırılmak istendiği ve sanık Mehmet Haberal’ın rektörü olduğu Başkent Hastanesi’nde Bülent Ecevit’e iş göremezlik raporu verilecek derecede kötüleşmesini sağlayacak yanlış bir tedavinin uygulandığı, ancak başbakanın son kontrole gitmeyip konutunda gizlice başka bir doktora muayene olması sonucu iş göremez raporu verilmesini engellediği ve iyileştiği iddialarının yer aldığı belirtiliyor. Bülent Ecevit’in koruma amirliğini yapan Recai Birgün’ün ve Başkent Hastanesinde tedaviyi bırakmasının ardından kendisini evinde muayene eden Doktor Mücahit Pehlivan’ın bu iddiaları doğrular nitelikteki beyanları ve tanıklıkları anlatılıyor. İstanbul Adli Tıp Kurumu tarafından hazırlanan tarih ve karar numaralı raporda da Bülent Ecevit’e Başkent Hastanesi’nde uygulanan tedavinin yetersiz olduğu sonucuna varıldığı belirtiliyor. Ayrıca aynı dönemde aynı planın parçası olarak sanıklardan Sinan Aygün’ün Bülent Ecevit’e vasi tayin edilmesi için mahkemeye başvuruda bulunduğu ancak Ankara Sulh Hukuk Mahkemesi’nin böyle bir kararı ancak parlamentonun verebileceğine ve Sinan Aygün’ün yaptığı başvurunun hakkın kötüye kullanımı olduğuna dair karar verdiği belirtiliyor. Medyanın belli bir kesiminin de sürekli Başbakan’ın vazifesini yerine getiremediğine dair küçük düşürücü yayınlar yaptıkları ifade ediliyor. Sonuç olarak sanıklar Mehmet Haberal ve Sinan Aygün’ün Başbakanın dolayısıyla hükümetin görevini yapmasını kısmen veya tamamen engel olmak eylemlerini gerçekleştirdiğine, sanık Tuncer Kılınç’ın Ergenekon Terör Örgütünün siyaset ve siyasetçilere yön verilmesi ve yönlendirilmesi faaliyetleri kapsamında Demokratik Sol Partiyi şekillendirme faaliyetlerini yürüttüğü sonucuna varılıyor.

Örgütün anayasal düzene ve işleyişine karşı suçları kapsamında yıllarında ve sonrasında gerçekleştirdiği eylemler başlığı altında: Ergenekon terör örgütüne yönelik yapılan soruşturma aşamasında sanıklar Mehmet Şener Eruygur, Hasan Atilla Uğur, Mustafa Hüseyin Buzoğlu (Eldiven darbe planı) ve Mustafa Ali Balbay&#;dan ele geçirilen dijital verilerde yıllarında gerçekleştirilmesi planlanan darbe planları, darbe planları çerçevesinde yapılan çalışmalar, (sanık Ahmet Hurşit Tolon&#;da Cumhuriyet Çalışma Grubu sunumları), yine sanıklarda dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek tarafından tutulduğu tespit edilen günlükler ve sanık Mustafa Ali Balbay’ın günlüklerinin ele geçirildiği belirtiliyor. Ele geçirilen deliller değerlendirildiğinde yıllarında ve sonrasında gerçekleştirilen darbe suçları üç bölümde inceleniyor. Askeri müdahaleye zemin oluşturma çalışmaları adı altında, Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde illegal olarak oluşturulan ve yine illegal olarak söz konusu kurumun yetki ve bütçesini kullanan, sivil unsurların da dahil olduğu Cumhuriyet Çalışma Grubunun eylemleri açıklanıyor. Darbe planları adı altında Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven darbe planlarına ve uygulamalarına dair delil ve bulgular değerlendiriliyor. Son olarak askeri müdahaleye zemin hazırlanması planlarının uygulamaya geçirilmesine dair diğer deliller sıralanıyor. Bu deliller arasında demokrat generallerin yazdığı mektup, darbe planı ile ilgili yazılan mektuplar, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e yazılan bilgi notları, şüpheli Özden Örnek ve sanık Mustafa Ali Balbay’ın günlüklerinden darbe planlarına ve uygulamalarına ilişkin notlar, sanık Mustafa Ali Balbay’ın bilgisayarından çıkan darbe çalışmalarına ilişkin notlar, dönemin Genelkurmay başkanı tanık Hilmi Özkök’ün savcılık ve duruşma ifadeleri ve Gölcük Donanma Komutanlığından ele geçirilen belgeler sayılıyor.

Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı eylemler başlığa altında sayılan eylemlerin diğerleri: Cumhuriyet gazetesine 3 kez bomba atılması, Danıştay saldırısı, İrticayla mücadele eylem planı, internet siteleri ve internet andıcı, Hakan Saraylıoğlu’nun öldürülmesi, İşçi Partisi genel merkezinde bazı partililerin ruhsatsız silah bulundurduğu iddiası, cumhuriyet savcısı Zekeriya Öz’ün tehdit edilmesi eylemleri yer alıyor ve bütün bu eylemler hakkında yapılan soruşturma ve kovuşturmalar ile alınan neticeler sanıkların savunmalarına da yer verilerek açıklanıyor. Burada en dikkat çekici belgelerden biri, adı önce Psikolojik Daire Başkanlığı olan daha sonra Bilgi Destek Daire Başkanlığı olarak değiştirilen Genelkurmay Başkanlığı biriminde görevli Albay Dursun Çiçek imzalı İrticayla Mücadele Eylem Planı isimli belge. Bu belge Savcılığa bir ihbar mektubunun ekinde gönderilmişti. Üzerinde yer alan imza sanık Dursun Çiçek tarafından reddedilmiş, dönemin Genelkurmay başkanı ve Ergenekon davası sanığı emekli Orgeneral İlker Başbuğ bu belgenin sadece bir kağıt parçası olduğunu ileri sürmüştü. Ancak mütalaada belgenin üzerindeki imzanın Dursun Çiçek’e ait olduğunun ve ilgili Genelkurmay Başkanlığı birimi için hazırlandığının 4 ayrı resmi raporla kanıtlandığı belirtiliyor.   İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Fizik İhtisas Dairesi Adli Belge İnceleme Şubesinin  ve tarihli iki ayrı inceleme raporu, Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuvarı Dairesi Başkanlığınca ’da hazırlanan rapor ve Genelkurmay Askeri Savcılığınca &#;İrticayla Mücadele Eylem Planı&#; başlıklı belgede yer alan imza ile ilgili olarak Jandarma Kriminal Laboratuvarı &#;na yaptırılan inceleme sonucunda düzenlenen tarih ve / sayılı rapor ile belgede yer alan imzanın sanık Dursun Çiçek&#;in eli mahsulü olduğu ve onun tarafından düzenlendiğinin şüpheye yer vermeyecek şekilde anlaşıldığı belirtiliyor.

Bir diğer önemli belge de yine bir ihbar mektubunun eki olarak gönderilen internet andıcı belgesi. İhbar mektubunda, andıca uygun olarak kamuoyunu yönlendirmek maksadıyla Genelkurmay tarafından işletildiği belirtilen 42 internet sitesi ile ilgili IP adresi incelemesi sonucu ilgili kurumdan sitelerin tamamına yakınının IP bloklarının Milli Savunma Bakanlığına yönlendirildiği cevabı alındığı belirtiliyor. Bu durum hakkında bilgi istenen Milli Savunma Bakanlığından alınan yazıda ise söz konusu internet sitelerine ait IP Bloklarının Genel Kurmay Başkanlığının ihtiyacı için Milli Savunma Bakanlığınca yönlendirildiğinin belirtildiği ifade ediliyor. Ayrıca ihbar mektubunda söz konusu internet sitelerinin alan adlarının Genelkurmayın ilgili birimindeki şube müdürlerinin o dönemde yeni aldıkları kredi kartları ile alındığının iddia edilmesi üzerine BDDK yetkililerince inceleme yapıldığı belirtiliyor. Yapılan incelemede, ihbarda ismi verilen İlker Ziya Göktaş adına yılında Ziraat Bankasından no ile biten bir kredi kartı alındığı, söz konusu karttan; tarihinde monash.pw USD, tarihinde monash.pw USD, tarihinde monash.pw*hosting USD, tarihinde monash.pw*hosting USD harcamalarının yapıldığı tespit ediliyor. Söz konusu harcamalar internet sitesi alan adı satın alınması ve hosting hizmeti sağlanmasına ilişkin olup, ihbarda örnek olarak verilen bilginin doğru olduğunun anlaşıldığı belirtiliyor. Benzer şekilde aynı birimde görevli Sedat Sözüer’in , Dursun Çiçek’inse tarihlerinde aldıkları kredi kartları ile domain/hosting services harcamaları yaptıklarının tespit edildiği de ayrıca belirtiliyor. Böylece söz konusu internet sitelerinin Genelkurmay tarafından kurulduğu ve işletildiği kesinleşmiş oluyor. Bu internet sitelerinde Genelkurmay tarafından işletildiğine dair hiçbir ibare yer almadığı gibi, sitelerin yasal kuruluş amacı olan kuruma dair bilgilere de nadiren rastlandığı, ayrıca Genelkurmay Başkanlığının yılında personeline tavsiye ettiği siteler arasında dava konusu sitelerin bazılarının isminin yer aldığı mütalaada belirtiliyor.

Andıçta ismi yer alan tüm sanık ve tanıkların andıcın ve imzalarının doğruluğunu ifadelerinde kabul ettikleri ve andıcın hukuki olduğunu ileri sürdükleri belirtiliyor. Andıcın üzerinde yer alan ‘Sn. K’a Arz’ ifadesinin Sayın Komutan’a yani Genelkurmay Başkanına arz edileceği anlamına geldiğinin bizzat dönemin Genelkurmay II. Başkanı sanık Hasan Iğsız tarafından ifadesinde dile getirildiği belirtiliyor. Bu sebeple sanık İlker Başbuğ’un andıçtan haberinin olmadığına dair ifadelerinin gerçek dışı olduğu ileri sürülüyor. Sanığın söz konusu internet siteleri ve andıç vasıtasıyla örgütün kara propaganda ve dezenformasyon faaliyetlerini icra ve organize ettiği, ayrıca İrticayla Mücadele Eylem Planı belgesi için ‘kağıt parçası’, Poyrazköy’de ele geçirilen ve Genelkurmaya ait olduğu belirlenen law silahları ile ilgili ‘boş boru’ tanımlaması yaparak, Amirallere suikast davasında iddianamede var olan suçlamaların iddianamede yer almadığı yönünde açıklamalarda bulunarak ve benzer beyanlarıyla devam etmekte olan Ergenekon Terör Örgütü bağlantılı soruşturmaları itibarsızlaştırmaya çalıştığı ve bu yolla örgütün amaçlarına hizmet ettiği ileri sürülüyor.

Dördüncü bölümün sonunda Ergenekon Terör Örgütüne isnat edilen eylem planları sayılıyor ve açıklanıyor. Gayrimüslim din adamlarına karşı İsmet Reçber tarafından suikast yapılmasına ilişkin eylem planı ve Hüseyin Keskin’in eylem planı dışındakiler daha önce üçüncü Ergenekon iddianamesinden bahsedilirken sıralanan eylem planları listesinden oluşuyor. Mütalaanın son bölümündeyse sanık hakkında ayrı ayrı hukuki değerlendirme yapılıyor ve son olarak genel talepler son iki sayfada özetleniyor. Mütalaada 64 sanık hakkında TCK’nın Maddesi uyarınca ‘cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek’ suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesi isteniyor. İddianamelerde cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek suçundan dolayı cezalandırılması istenilen sanıkların, aynı zamanda Ergenekon terör örgütü yöneticisi veya üyesi olmak suçundan da cezalandırılmalarının istendiği belirtiliyor. Ancak, Yargıtay 9. Ceza Dairesi&#;nin tarih / esas, / karar sayılı ilamında da belirtildiği üzere &#; sayılı TCK&#;nın maddesinde tanımlanan suç, devletin güvenliğine toprak bütünlüğüne, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçları işlemek amacıyla kurulan silahlı örgütlerin kurucularını, yöneticilerini ve üyelerini cezalandırmaya yönelik hazırlık hareketlerini suç sayan ve yaptırıma bağlayan özel bir suç tipi olup; amaç suç işlendiğinde fail geçitli suçlardaki özellik nedeniyle, amaç suç ile amaç suça yönelik olarak gerçekleştirilmiş bulunan araç suçlardan ilgili hükümlere göre cezalandırılacak, ancak örgütün kurucusu, yöneticisi ve üyesi olmaktan ceza verilmeyecektir.&#; şeklinde ve benzer şekilde yerleşik kararları göz önünde bulundurularak araç suç olan örgüt yöneticiliğinden ceza verilmesinin istenmediği belirtiliyor. Yani darbeye teşebbüs amaç suç olduğundan bu suça ulaşmak için araç suç niteliğindeki silahlı örgüt kurmak ve yönetmek veya örgüt üyesi olmak suçlarından ceza istenmiyor.

Ayrıca sayılı Terörle Mücadele Kanunu&#;nda yer alan tanıma uygun, hukuk dışı yapılanmaların tüm üyelerinin cebir şiddet içerikli eylemlerinin olması veya tüm terör örgütü mensuplarının silahlı olmasının gerekmediği, örgüt adına yapılan her eylem için de ayrı cebir unsuru aranmadığı sadece cebir ve şiddetin terör örgütü tarafından yöntem olarak belirlenmesinin yeterli olduğu ifade ediliyor. Bu suçları işleyenlerin resmi veya siyasi kimliği ne olursa olsun, suçların terör suçu, işleyenlerin ise terör örgütü yöneticisi veya üyesi olacakları belirtiliyor. TCK Maddesinde yer alan darbeye teşebbüs suçunun da sayılı kanunun 3. Maddesinde sayılan terör suçlarından olduğu ve yine aynı Kanunun 5. Maddesi gereğince hükmolunacak cezaların yarı oranında arttırılacağı hükmünün yer aldığı belirtiliyor. Mütalaada ayrıca 96 sanığın TCK (2) maddesi ve TMK’nın 5. Maddesi uyarınca örgüt üyeliği suçundan 7,5 yıldan 15 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılması talep ediliyor. Yukarıda sayılan bazı sanıkların ise ayrıca devlete ait gizli belgeleri bulundurmak, özel hayatın gizliliğini ihlal, izinsiz silah bulundurma ve vahim nitelikte ateşli silah bulundurma gibi suçlardan cezalandırılmaları talep ediliyor. Sanıklar arasında hakkında kasten adam öldürme, kasten adam öldürmeye teşebbüs, kasten adam öldürmeye azmettirme gibi suçlardan cezalandırılması talep edilenler de bulunuyor.

Davaya Yönelik Kamuoyuna Yansıyan Eleştiriler ve Tespitler

Ergenekon davası siyasi açıdan son derece hassas bir dava ve kamuoyunda davanın en başından hukuksuz ve dayanaksız olduğuna inanan bir kesim bulunuyor. Bu kesimin karşısındaysa davayı koşulsuz destekleyen ve davadaki hukuki hataları görmezden gelen bir başka kesim yer alıyor. Siyasi kutuplaşmanın bu denli keskin yaşandığı bir davada hukuki tespitlerin titizlikle ve tarafsızca yapılması gerekiyor. Öncelikle davanın dayanaktan yoksun ve amiyane tabirle düzmece olduğu iddialarına dair birkaç şey söylemekte yarar var. Bu iddiaları değerlendiren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bir kararıyla başlamak yerinde olacaktır.   Sanık Ahmet Tuncay Özkan, suç işlemiş olduğuna dair ‘inandırıcı nedenler olmaksızın’ yakalandığını ve tutuklandığını, Emniyet Müdürlüğündeki sorgusu sırasında insanlık dışı ve aşağılayıcı muameleye maruz kaldığını, tutukluluk süresinin aşırı olduğunu, adil yarılanma ve etkili bir iç hukuk yoluna başvurma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yılında başvuruda bulundu. Mahkeme, başvurucunun yakalanıp tutuklanması konusunu ‘inandırıcı nedenler’ başlığı altında inceledi ve bu konuda şu karara vardı:

‘Somut olayda, AİHM, başvuranın Ergenekon ismindeki bir suç örgütünün hükümeti şiddet yoluyla devirmek amacıyla faaliyetlere teşebbüs eden aktif üyelerinden biri olduğuna dair hakkında şüphe edilmesi sebebiyle onun özgürlüğünden mahrum bırakıldığını tespit etmektedir. AİHM, İdare’nin ulusal güvenlikten sorumlu bazı servislerinden gelen ve gizli olarak sınıflandırılan birçok belgeyi özellikle yasadışı olarak edinmiş, Ergenekon örgütü tarafından planlanan yayınları yapmak amacıyla bir televizyon kanalı kurmuş ve yönetmiş ve evinde örgüt adına patlayıcılar bulundurmuş olması yönünde başvuran hakkında şüphelenildiğini gözlemlemektedir. AİHM, başvuranın Ceza Kanunu tarafından şiddetle cezalandırılan üzerine atılı suçu işlemiş olacağına dair şüpheler hakkında başvuranın örgüt askerlerinin talimatı üzerine hareket ettiğini gösteren telefon dinlemelerine dair raporlar, başvuranın yakalanmasından önce Savcılık tarafından çeşitli aramaların yapıldığı sırada el konulan belgeler ve malzeme gibi delil unsurlarını dikkate almaktadır. Dolayısıyla, AİHS’nin 5. maddesinin 1. fıkrası bakımından başvuranın bir suç işlemiş olabileceğine dair “hakkında şüphelenilmesi için inandırıcı nedenlere” dayanarak yakalanıp tutuklanabileceği sonucu ortaya çıkmaktadır.’

AİHM aynı kararında başvurucunun sorgusu sırasında insanlık dışı muameleye maruz kaldığına dair iddiasını açıkça dayanaktan yoksun buldu. Mahkeme yargılama süresinin uzunluğu konusunda savcılığın, başvurucunun yakalanmasının ardından altı ay içerisinde iddianameyi hazırlamasını, ilgili ağır ceza mahkemesinin çalışmadan geçirdiği bir sürenin tespit edilememiş olmasını, davanın ve delillerin karmaşıklığını temel alarak yargılama süresinin makul süre dâhilinde olduğunu belirtti. Tutukluluk süresi ve bu süreye itiraz için etkili bir iç hukuk yolunun bulunmadığı iddiası hakkında karar verilmesini yargılamanın tamamlanmasından sonraya ertelemesi gerektiğini belirten mahkeme başvurucunun adil yargılanma hakkına dair diğer iddialarını kabul edilemez buldu.[1] Ayrıca AİHM, Ergenekon davası sanığı Mustafa Levent Göktaş&#;ın &#;Ergenekon&#;a ait silahları sakladığı, insanları örgütsel faaliyet için fişlediği [&#;]&#; gerekçeleriyle ve yine Ergenekon davası sanığı Adil Serdar Saçan&#;ın &#;Ergenekon örgütünün varlığını ortaya koyan pek çok delili ört bas ettiği,  soruşturmayı kasıtlı olarak engellediği [&#;]&#; gerekçeleriyle tutuklanmasının ‘inandırıcı nedenlere’ dayandığına karar verdi.[2]

Ergenekon davası ile benzer itirazların ileri sürüldüğü Balyoz davasının sanıklarından Tuğamiral Cem Aziz Çakmak da tutuklanmasının keyfi olduğu, delillerin inandırıcı olmadığı, tutukluluk süresinin uzunluğu, masumiyet karinesinin ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları ile AİHM’e başvuruda bulundu. Mahkeme, başvurucunun kovuşturulmasının objektif bir gözlemciyi ikna edebilecek bilgilerin yer aldığı ceza dosyasına dayandığına, hakkındaki suçlamaların ciddi emarelere dayanması sebebiyle tutuklanmasının keyfi olmadığına, hakkındaki suçlamaların ağırlığı ve davanın kapsamı göz önüne alındığında tutukluluk süresinin makul olduğuna, masumiyet karinesi ve adil yargılanma hakkının yerel makamlarca ihlal edildiğine dair herhangi bir delil bulunmadığına kanaat getirdi.[3] Daha önce Balyoz davası sanıkları Albay Ali Rıza Sözen ve Orgeneral Çetin Doğan’ın benzer iddialarla yaptıkları başvurularda da AİHM başvurucuların iddiaları hakkında benzer kararlar vermişti.[4]

Bu kararlar ışığında Ergenekon Davasının inandırıcı nedenlere dayanan bir dava olduğu uluslararası bir mahkemece de kabul edildi ve Ergenekon davasının tamamen dayanaktan yoksun olduğunu iddia eden kesimlerin bu iddiaları çürütüldü diyebiliriz. Tıpkı Balyoz davasında olduğu gibi Ergenekon Davasında da yargılamanın hukukiliğini sorgulatıp kafalarda soru işareti oluşturan bir diğer husus da teknik takip ve dinleme kayıtlarının hukuka uygun yollardan elde edilip edilmediği ve dijital belgelerin sahteliği iddiası. Bu iddiaların mahkemece araştırılması ve kamuoyunun zihninde bu konuda hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde bu hususların aydınlatılması gerekiyor. Zira Anayasa Mahkemesi de bu konuda Ergenekon ve Balyoz davalarındaki yasadışı dinleme iddialarını etkileyecek çok kapsamlı gerekçeli bir karar verdi. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi eski Başkanı Hasan Erdoğan, İstanbul Ticaret Odası Başkanı Murat Yalçıntaş ve Bursa Ticaret ve Sanayi Odası Meclis Başkanı İlhan Parseker’in de yargılandıkları kamuoyunda Yargıya Rüşvet Davası olarak bilinen davada Anayasa Mahkemesi Yüce Divan olarak verdiği gerekçeli kararını 24 Nisan tarihinde açıkladı. Özel hayatın gizliliğine ve iletişim özgürlüğüne müdahalenin basit bir usul hatası olmadığının belirtildiği kararda,  “Yetkisiz olarak resen verilen kararların sonradan hâkim tarafından onaylanmış olması, yapılan işlemleri hukuka uygun hâle getirmez. Hukuka aykırı olarak uygulanan iletişimin denetlenmesi ve teknik araçlarla izleme tedbirleri sonucu elde edilen delillerin hükme esas alınması mümkün değildir” denildi. Bu karar ışığında Ergenekon Davasındaki yasadışı delil elde edildiği iddialarının da aydınlatılması gerekiyor. Bunun yanı sıra iddianamede pek çok delil için savunmanın bu taleplerine istinaden “hukuka uygun olarak elde edilen” ifadesinin kullanıldığı da görülüyor. Dijital delillere dair sahtelik iddialarının da bilirkişi incelemesi ile aydınlatılması ve bilgi kirliliğinin önüne geçilerek bu konuda kamuoyunun doğru bir şekilde bilgilendirilmesi gerekiyor. Boğaziçi Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi’nden Bilgisayar Mühendisliği öğretim üyeleri dijital verilerin kullanılmasına dair 15 Nisan ’te ortak bir basın açıklaması yaptılar. Buna göre:

“-Elektronik ortamda oluşturulan dijital belgelerin gerek içerikleri, gerekse de &#;yaratılma ve son kaydedilme tarihleri&#; ile &#;yaratan ve değiştiren kullanıcı ve bilgisayar adları&#; gibi üst veri bilgileri kolayca ve genelde iz bırakmadan istenildiği gibi kurgulanabilir ve tahrif edilebilir.

Bu nedenle, başka kesin bulgularla desteklenmeyen bir dijital belge, tıpkı sıradan bir kağıda basılı imzasız bir metin gibi, içeriği veya üst verisinde adı geçen kişileri bağlayamaz.

-Dijital bir belgenin bir kişiye ait bir veri depolama ortamında bulunduğu, sadece söz konusu belgenin daha sonra denetime olanak sağlayacak teknik önlemler alınarak çıkarılmış güvenilir bir örneğinin el koyma sırasında ilgili kişiye verilmesi halinde kabul edilebilir.

Ancak bu koşulun yerine getirildiği durumlarda el koymadan sonra herhangi bir değişikliğe uğradığından kuşku duyulamayacak, sağlıklı bir delilden söz edilebilir.

-Zararlı yazılımlar, bir bilgisayara kullanıcısının bilgisi olmadan yerleşip çalışmasını aksatmak veya imkânsız kılmak, ya da içindeki bilgileri değiştirmek gibi kimi işlevler gerçekleştirmek üzere hazırlanmış programlardır.

Kimi zararlı yazılımlar özellikle yerleştikleri bilgisayarlara belge ekleyecek şekilde tasarlanmışlardır.

Bu türden bir zararlı yazılımın yerleştirildiği saptanan bir bilgisayarda bulunan belgelerin o bilgisayarın meşru kullanıcıları tarafından oluşturuldukları veya içeriklerinin tahrif edilmediği iddiaları şüphe ile karşılanmalıdır.”

Akademisyenlerin yaptıkları bu açıklamaların dikkate alınması ve deva eden davalarda şüpheye yer bırakmayacak şekilde dijital delillerin usulünce toplanması gerekiyor. Zira bu iddialar Türkiye için tarihi öneme sahip olan Ergenekon davası gibi davaların hukukiliğinin sorgulanmasına yol açıyor.

Ergenekon davasının tamamen dayanaktan yoksun olduğunu savunanlar dışında davanın başlangıcında bu davadan Türkiye’de derin devletin tasfiye edileceğine ve kontrgerilla faaliyetlerinin sona erdirileceğine dair beklentileri olan bir kesim de bulunuyordu. Fakat davanın ilerleyen safhalarında bu kesimin “yeterince derine” inilmeyeceğini ve yargılamanın mevcut siyasi iktidara karşı işlenen darbe suçları ile sınırlı kalacağını tespit ederek davaya mesafeli durdukları görülüyor. ’lı yıllarda yaşanan faili meçhul cinayetler, toplumsal katliamlar, Kürtlere yönelik gerçekleştirilen illegal operasyonlar, sol muhaliflere karşı gerçekleştirilen operasyonlar davada karşılığını bulmadığı için Kürtlerin ve Sosyalistlerin bu davayı takip etmedikleri ve destek vermedikleri görülüyor. Zira iddianamelerde kişisel olarak suçtan zarar gördükleri belirtilen kişilerin bile davadan haberdar edilmediği, davaya müdahil olanların ve vekillerinin sadece kendilerini ilgilendiren oturumlarda çok sınırlı söz hakkına sahip olduğu görülüyor. Yargılamanın, varlığı ve yetkilerinin sınırı tartışmalı olan Özel Yetkili Mahkemelerde üstelik kanunen kaldırıldıktan sonra devam ettiriliyor oluşu, yetkilerin mevcut siyasi iktidara muhalefet eden kesimlere doğru genişletildiği iddiası gündeme getiriliyor. 22 iddianamenin davayı uzatma gayesiyle birleştirildiği hukuken birbirinden farklı bu kadar çok sayıda iddianamenin sağlıklı olarak aynı dosyada yargılanmayacağı ileri sürülüyor. Davaların Ceza İnfaz Kurumu içerisindeki salonlarda görülmesi 12 Eylül sonrası sıkıyönetim yargılamalarında Devrimci Sol ve Devrimci Yol ana davaları için Metris Cezaevi&#;nin 4 kilometre uzağındaki askeri bölge içerisinde yer alan bir spor salonunun duruşma salonuna dönüştürülmesini hatırlatıyor ve davanın fiziki koşulları itibariyle aleniyet ilkesine aykırı olduğu iddia ediliyor.  Gazetecilere Özgürlük Platformu çeşitli açıklamalarında Silivri’deki Ergenekon davasında haber yapma haklarının ve kamunun haber alma hakkının engellendiğini açıklıyor. Öte yandan hükümet yetkilileri ana muhalefet partisi milletvekillerini halkı kışkırtmak ve mahkeme düzenini bozmakla suçluyor ve yargıyı göreve çağırıyor. Eleştirilen hususlardan biri de sanıkların cezaevindeki koşulları ve sağlık durumları.[5] Bir diğer husus da uzun tutukluluk süreleri ve bu konudaki itirazların Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yoluyla bir kez daha gündeme gelmesi bekleniyor. Öte yandan bütün bu ileri sürülen eleştiriler Türkiye’de ceza adaleti sisteminin kronikleşmiş usul sorunlarını oluşturuyor ve Ergenekon davasının “yaratılmış” bir dava olduğuna inanan kesimlerce bu dava vesilesiyle fark edilmiş oluyor.

Fakat ların başında kendi Gladyosunu tasfiye eden ve yüzlerce ordu mensubunu ve devlet görevlisini uzun yıllar süren yargılamaların ardından ağır hapis cezalarıyla cezalandıran İtalya’nın titiz çalışmalarıyla tanınan savcısı Felice Casson’un,  Ergenekon davasının en başında yılında Türkiye’de bir konferansta verdiği tavsiyelere uyulmaması davanın spekülasyonlara açık kalmasına ve yeterince derine inilmemesine sebep oldu. Bu tavsiyeler öncelikle yasalara kusursuz bir şekilde uyulması ve hiç hata yapılmamasıydı. İkinci sırada da savcı ve hakimlerin bağımsızlığı ile parlamentonun desteği ve basının şeffaf ve doğru bir biçimde kamuoyunu bilgilendirmesi yer alıyordu.[6] Ancak gerek iddianamelerde gerekse mütalaada kullanılan yöntem ve dil bize Türkiye’de derin devlet yargılamasının dahi derin devleti yaratan akılla yani “devlet aklıyla” hazırlandığını hatırlatıyor. Hukuk devleti kavramının yerleştiği ulus devletlerde devletin bekası için “rutin” dışına yani “hukuk” dışına çıkılabileceğini kabul eden devlet aklının, “rutin dışına çıkmanın” rutin haline geldiği ve derin devlet yapılanmasının alanının devletin neredeyse tamamını içine alacak kadar genişlediği Türkiye gibi bir ülkede kolayca tasfiye edilemeyecek ama alanı daraltılabilecek bir hal aldığını ve bu yargılamaları dikkatle takip etmekle birlikte her zaman daha geniş kapsamlı soruşturmaların yapılması ve yargılamalarda adil yargılanma ilkelerine sıkıca bağlı kalınması için kamuoyu baskısı oluşturulması gerektiğini unutmamamız gerekiyor.[7]

 


[1] AİHM, Başvuru No: /09, Özkan/Türkiye Kararı 13/12/ [son erişim Mart ] < monash.pw?i=>  Kararın İngilizce ve Türkçe gayrı resmi tercümeleri için bkz. <monash.pw>

[2] AİHM, Başvuru No: /10, Göktaş/Türkiye Kararı, 13/12/, [son erişim Mart ] < monash.pw?i=> AİHM, Başvuru No: /09, Saçan/Türkiye Kararı, 13/12/,[son erişim Mart ] < monash.pw?i=>

[3]AİHM, Başvuru No: /10, Çakmak/Türkiye Kararı 19/02/, [son erişim Mart ] <monash.pw?i=>

[4] AİHM, Başvuru No: /12, Sözen/Türkiye Kararı 12/02/, [son erişim Mart ]  <monash.pw?i=>,  AİHM, Başvuru No: /10, Doğan/Türkiye Kararı [son erişim Mart ] <monash.pw?i=>

[5] Bkz. Kuddusi Okkır ın ailesinin yaptığı başvuru AİHM Başvuru No: /08, Okkır/Türkiye Kararı (Değerlendirme Aşamasında), 1 Kasım , [son erişim Mart ],

< monash.pw?i=>

[6] Bilgi Üniversitesinde düzenlenen konferansın yayınlanan metni için Bkz. <monash.pw> [son erişim Nisan ]

[7] Devlet aklı kavramı için bkz. Mithat Sancar, ‘Devlet Aklı Kıskacında Hukuk Devleti’, İletişim Yayınları, , s.

İlk Duruşma Tarihi

Dava Mahkemesi

İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi

Ek bilgiler

Tüm iddianamelerde genel olarak düzenlenen suçlar; silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmek ile silahlı terör örgütüne üye olmak şeklindedir.

Dokuz soruda Ergenekon davası

Türkiye’nin gündemine yıllardır damgasını vuran Ergenekon davasında, yargılamanın son aşamalarına gelindi.

Artık savcının esasa ilişkin mütalaasını vermesi bekleniyor. Bu, savcının dosyayı ve delilleri yeniden değerlendirerek, dosya hakkında görüşünü belirtmesi anlamına geliyor.

Peki Ergenekon davası neydi? Ne zaman başlamıştı? Kimler yargılandı? Neler iddia edildi?

1. Soruşturma nasıl başladı?

Ergenekon soruşturması, o dönem adı konmamış olsa da, 12 Temmuz 'de Ümraniye'de bir gecekonduda bulunduğu söylenen 27 el bombasıyla başladı. Emekli Astsubay Oktay Yıldırım'ın bu bombaların sahibi olduğu iddia edildi.

27 Temmuz 'de, daha sonra gelen gözaltı ve tutuklama dalgaları nedeniyle birinci dalga olarak adlandırılan bir operasyonla Oktay Yıldırım'ın yanı sıra Türk Ortodoks Kilisesi sözcüsü Sevgi Erenerol, Avukat Kemal Kerinçsiz, gazeteci yazar Güler Kömürcü, Sedat Peker, Taner Ünal, Fuat Turgut, Sami Hoştan ve daha pek çok kişi gözaltına alındı.

Bu dalgalar kısa aralıklarla toplumun pek çok farklı kesimini kapsayacak şekilde genişledi.

2. Ergenekon iddianameleri

Ergenekon davası kapsamında 20 civarında dosya birleştirildi. Ancak ana davaya ait üç iddianame bulunuyor. Bunlar, birinci, ikinci ve üçüncü Ergenekon iddianamesi olarak geçiyor.

İlk iddianame 14 Temmuz 'de, soruşturmanın başlamasından yaklaşık bir yıl sonra Ağır Ceza Mahkemesi'ne sunuldu. 25 Temmuz 'de mahkeme tarafından kabul edildi. İlk duruşma 20 Ekim 'de yapıldı. İlk iddianame yaklaşık sayfaydı.

İkinci iddianame 25 Mart 'da kabul edildi ve Ergenekon ana davasıyla birleştirildi. Ağustos ayında ise birleştirme talepli üçüncü iddianame ana davaya eklendi.

3. İddianameye göre Ergenekon ne?

İlk iddianamede Ergenekon, "terör örgütü" olarak tarif edildi ve "üyeleri ve yöneticileri" darbe teşebbüsüyle suçlandı:

"Ergenekon terör örgütü en başta, 'derin devlet' ifadesi ile anılan, ülkemizde birçok kanlı eylemler gerçekleştiren, gerçekleştirdiği bu eylemlerle ciddi kriz, kargaşa, anarşi, terör ve güvensizlik ortamı oluşmasını amaçlayan ve bunu kısmen de olsa başararak ülkemizin gelişme ve kalkınmasının önünde engel olan bir örgüttür," denildi.

4. İddianameye göre Ergenekon'un amacı ne?

"Ergenekon terör örgütünün, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine karşı halkı silahlı isyana tahrik ettiği gibi, cebir şiddet kullanmak sureti ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebren ortadan kaldırmaya teşebbüste bulunduğu, amaçlarına ulaşmak için kontrolü altında bulunan medya ve sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla ülkede kaos ve iç çatışma ortamı oluşturmaya çalıştıkları, oluşacak gerginlik ortamından faydalanarak, görevde bulunan hükümetleri çalışamaz hale getirip, nihai olarak ordu içerisinde kendilerine destek vereceklerini umdukları askeri şahısların yardımı ile yönetimi değiştirmek amacıyla hükümeti yıkmaya teşebbüs ettikleri ()"

5. Başka hangi iddianameler birleştirildi?

Davada birleştirilen iddianameler sadece üç iddianameyle sınırlı değildi. İrticayla Mücadele Eylem Planı Davası, Şile Kazıları, İnternet Andıcı Davası, İlker Başbuğ Davası, Danıştay Saldırısı Davası, Cumhuriyet Gazetesi Molotof Davası başta olmak üzere 20 civarında iddianame Ergenekon davasıyla birleştirildi.

6. Kimler yargılanıyor?

İlk gözaltıların ardından gelen dalgalar dikkat çekici isimleri bu davaya dahil etti: Emekli Jandarma Genel Komutanı Org. Şener Eruygur, emekli 1. Ordu Komutanı Org. Hurşit Tolon, Cumhuriyet Gazetesi Ankara temsilcisi Mustafa Balbay, Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün, Sedat Peker, Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz, gazeteciler Tuncay Özkan, Hikmet Çiçek, Deniz Yıldırım, İşçi Partisi Genel Başkanı

Doğu Perinçek, İlhan Selçuk, İnönü Üniversitesi eski rektörü Fatih Hilmioğlu yargılanan yüzlerce kişiden bazıları.

7. Dava sürecinde neler oldu?

Toplumun farklı kesimlerinden pek çok isim, hatta daha önce birbirlerini tanımadıklarını söyleyen pek çok isim aynı örgütün üyesi veya yöneticisi olarak aynı davada yargılandı.

Türkiye’yi sarsan faili meçhul cinayetlerle Ergenekon arasında bir bağlantı olup olmadığı sık sık araştırıldı.

Savcılığın ve savunmanın talep ettiği ortak tanıklar bir yana, sadece savunmanın talep ettiği ve mahkeme tarafından tanık olarak dinlenmesine karar verilen tanık sayısı düşük seviyelerde kaldı.

Gizli tanıkların kim oldukları ve “gizli tanık” ifadelerinin davanın seyrini değiştirmesi sıkça eleştirildi. PKK itirafçısı Şemdin Sakık örneğinde olduğu gibi bazı gizli tanıkların kimliği tartışma yarattı. Şemdin Sakık kendi isteğiyle mahkemede kimliğini açıklamıştı.

Uzun tutukluluk süreleri, sağlıksız yaşam koşulları, cezaevindeki olumsuz şartlar kamuoyunda en çok eleştirilen noktalar oldu.

8. Davada neler olmadı?

Türkiye’deki “derin devlet” olarak işaret edilen Ergenekon “terör örgütünün” bir terör olayıyla bağlantısı ortaya çıkmadı. Cumhuriyet gazetesine yönelik saldırı ve Danıştay saldırısı dosyaları bu davayla birleştirildi ancak aralarında Cumhuriyet gazetesi yazarlarının ve yöneticilerinin de bulunduğu Ergenekon davası açısından bu birleştirme kamuoyunda sıkça eleştirildi.

Delil değerlendirme aşaması yargılama sürecinde tamamen atlandı. Savunma makamının “sahte olduğunu veya hiç olmadığını” söylediği delillere ilişkin bir araştırma ve inceleme yapılmadı. Özellikle dijital verilere yönelik güvensizlik bu davalara damgasını vurdu.

Ergenekon’un MİT’te olduğu öne sürülen şemasının varlığı, dönemin MİT müsteşarı tarafından reddedildi. Bu bağlamda dönemin MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un mahkemede tanık olarak dinlenmesi talepleri reddedildi.

Savunma makamına bugüne kadar üç ayrı oturumda 15’er dakika süre verildi. Bazı avukatların birden fazla müvekkili olması durumunda süre değişmedi. 5 müvekkili olan avukatın savunma süresi yine 15 dakika olarak kaldı.

9. Şimdi ne olacak?

Ergenekon davası savcısı Mehmet Ali Pekgüzel esasa ilişkin mütalaasını verecek. Bu aşamada savcı dosyadaki bütün delilleri değerlendirip dosyaya ilişkin görüşünü söyleyecek. Mütalaanın tamamının sanıkların yüzüne okunması gibi bir usul bulunmuyor. Bunun yerine sadece sonuç bölümü okunabilir veya yazılı olarak mahkemeye sunulabilir. Ergenekon davasının dosya boyutları göz önüne alındığında binlerce sayfalık bir mütaala sunulması bekleniyor.

Savcı esasa ilişkin mütalaasında ceza taleplerinde bulunacak. Savcı aynı zamanda tutuksuz yargılanan sanıkların tutuklanmasını talep edebilir.

notlar = }}

İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı’na

Dosya No: /

Konu: Sorgu özeti

I. GİRİŞ[değiştir]

KARANLIK BIRAKILAN TEK NOKTA KALMAYACAK!

Sayın Başkan, Sayın Yargıçlar, İşçi Partisi Genel Başkanı ve yöneticileri hakkında karanlık kalan tek nokta bırakmayacağız. Suçlamalarla ilgili aydınlatılmayan, çürütülmeyen, eksik kalan, bulanık kalan tek bir nokta görürseniz, lütfen sorunuz. İddia kürsüsünde oturanlar da sorsunlar. Ceza Yargılaması Hukuku’na aykırı sorular da sorsunlar. Avukatlarıma rica ediyorum itiraz etmeyecekler. İddia sahipleri, yasadışı kanıtlarını da toplasın getirsinler. Gizli dinlemelerini, sinsi gözlemlerini, gelmiş geçmiş bütün raporlarını getirsinler. Hepsi, onların suçunu kanıtlayacaktır. Zaten tepeden tırnağa yasadışılığa ve suça batmış durumdalar. Halkın önünde her şeyi açıklamaya hazırız. Bu Ergenekon tertibini bütün boyutlarıyla, Türkiyemizi hedef alan bütün derinliğiyle kulağından tutup kamuoyunun önüne çıkaracağız. Tertibin suçlularını yargılayacağız burada! Sorgumun sonunda soruları bekliyorum. Sorun ve bu işi burada bitireceğiz! Ertelenmesi, Türkiye’ye karşı suç olur.

TUNCAY GÜNEY YOKSA ÖRGÜT DE YOK

Bu davanın iskeletini, omurgasını, çekirdeğini Tuncay Güney kurmuştur. Bu davaya ille bir isim takılacaksa, “Tuncay Güney Davası” demek yerinde olurdu.

İddianamenin omurgasını, 1. Tuncay Güney ile yılında yapılan Mülakat, 2. Tuncay Güney’in Mülakatı’na dayanılarak yapılan şema, 3. Tuncay Güney’in polise verdiği belge çuvalı oluşturmaktadır.

Çekin bu omurgayı, İddianame bir et yığını gibi yığılır kalır. Tuncay Güney’i çıkartınız bu dava dosyasından — Örgüt kalmaz! Örgütü kuran, temeli atan, çekirdeğini tayin eden, yöneticilerini atayan, bağlantıları ören, olayları imal eden, özetle senaryoyu kurgulayan, televizyon ekranlarına baktığınız zaman, hep Tuncay Güney. Bu İddianame’de Tuncay Güney’in adı kez geçiyor. Rakipsiz bir numara!

Meczup yok! Oval ofis var! Tuncay Güney, görünüşte “Asrın Örgütü”nü kurmuş. Mülakatı’nı izleyen çok yüksek ve seçkin şahsiyetler, bu adam “meczup” diyor. Söyledikleri “deli saçması” , “kepazelik”, “rezillik”, “hokkabazlık” diye niteleniyor. İşte en büyük yanılgı buradadır. Bir meczup, bir hokkabaz Türkiye’yi parmağında oynatabilir mi? Bir millet, deli saçmalarıyla makaraya sarılabilir mi? Savcılıklar, tutuklama makamları, bir meczubun esiri haline düşer mi? Bir meczubun şemasını MİT resmi belge haline getirip yılından itibaren devlet içindeki darbe ve tertiplerde kullanır mı?

İddianame, Tuncay Güney’in eseri!

Tutuklanmalar, Tuncay Güney’in talimatı!

MİT şeması, Tuncay Güney’in kurgusu!

Bu işler, bir meczubun işleri değil!

— Kasette izlenen “deli saçmaları”nı kim İddianame haline getirmiş? — Savcı Zekeriya Öz ekibi! O zaman kasette izlediğiniz Tuncay Güney, Zekeriya Öz olmuş.

Peki, ’da kim “Ulusalcı dalganın üzerine gidin” fetvasını vermiş?

— Fethullah Hoca!

Bu durumda kasetteki Tuncay Güney, Fethullah Hoca’nın ta kendisi oluyor!

— Kim önüne konan Tuncay Güney Mülakatı’ndan üretilen görüntüleri izledikten sonra, delillendirin, savcıları bulun, onları tutuklayın talimatı vermiş?

— yılı Mayıs ayında Tuncay Güney Abdullah Gül olarak sahneye çıkıyor! Bakınız Tuncay Güney, Abdullah Gül kimliğiyle karşımıza çıktı.

— Kim ben Ergenekon Davasının savcısıyım diye göğsünü gere gere son görevini açıklamış? — BOP Eşbaşkanı Tayyip Erdoğan.

Meğerse BOP Eşbaşkanı, Tuncay Güney’den başkası değilmiş.

— Peki, kim BOP Eşbaşkanı’na bu onurlu görevi vermiş?

— ABD Başkanı Bush, 5 Kasım günü Beyaz Saray Oval Ofisi’nde.

İşte meczup dediğimiz, Tuncay Güney’in kökünü bulduk.

Tuncay Güney, “Ulusa Sesleniş” konuşmasını aslında Oval Ofis’ten yapıyor.

SAVCILARIN İTİBARLI, GÜVENİLİR, SAMİMİ DAYANAĞI TUNCAY GÜNEY

Kimileri Tuncay Güney’i abarttığımızı düşünebilir. Gerçeğe bakalım! Savcı Zekeriya Öz, Genelkurmay Başkanlığı’nın, Jandarma Genel Komutanlığı’nın yolladığı yazılara itibar etmiyor, onları samimi bulmuyor, hatta onları suçlu olarak görüyor. Ama Tuncay Güney’in her söylediğini başının üzerinde tutuyor. İddianame’nin en itibarlı, en güvenilir, en samimi şahsiyeti Tuncay Güney’dir. Tuncay Güney, Savcı Zekeriya Öz’ün itibar kaynağıdır ve itibar şampiyonudur. Yine Danıştay suikastını yapanlardan Osman Yıldırım’a da Savcı Zekeriya Öz sonuna kadar güvenmekte ve itibar etmektedir. Bu davanın savcıları ile Tuncay Güney, birbirlerine çok yakışıyorlar. Çünkü itibar, güven ve samimiyet ölçüleri aynıdır. Savcı Zekeriya Öz ile “Osmanım” diye aşırı muhabbet taşıdığı, Atatürk’e alçakça “İngiliz piçi” diyen Osman Yıldırım da birbirlerine çok yakışıyorlar.

BÜYÜK SUÇLAR VE SUÇLULAR

Demek ki Tuncay Güney meczup değilmiş. Tuncay Güney’in meczup olmadığını aslında ona meczup diyenler de en sonunda anladılar. Bir komutanımız hemen geçmişini gözden geçiriyor. Çelik Harekâtı’nı yapmış, Kardak Operasyonu’nun emrini vermiş. Büyük suç!

Diğer komutanımız, ABD’nin Kuzey Irak seferine karşı dik duruşunu hatırlıyor. Büyük suç!

Eski YÖK Başkanımız kendisini temize çıkarıyor! Ben sapına kadar Amerikancıyım diyor. O, gerçekten suçsuz! Çünkü suçluyu da suçsuzu da Amerika belirliyor; savcılar ve yargıçlar değil. Tuncay Güney, Eski YÖK Başkanı’nın bu beyanatını Oval Ofis’ten mutlaka izlemiştir. Madalyasını yakında yollayacaktır.

İşçi Partisi Genel Başkanı olarak, İddianame’de bana yöneltilen suçlara bakıyorum. Özeti: Kemalist Devrim’i tamamlama kararlılığı! ABD emperyalizmine ve Haçlı İrticaya karşı vatanı savunmak, halkı savunmak!

HEDEFTE TEMİZLER VAR KİRLİLER DEĞİL

Kamuoyunda dolaştırılan en şaşkın söylenti, bu davada sap ile samanın birbirine karıştırıldığı, temiz insanların kirli insanlarla aynı sepete konduğudur. Temiz ne demek? Temiz olmak, - Çelik Harekâtı’nı yapmak, - Kardak Harekâtı’nı yapmak, - ABD’nin Irak’ı ve Türkiye’yi parçalamasına direnmek, - NATO’dan çıkmak, - Türkiye’nin bağımsız olarak Avrasya’daki yerini alması, - Atatürk Devrimi hedefine bağlanmak ise, bu dava, tam hedefine yönelmiştir. Oval Ofis’ten verilen talimat, doğru uygulanmaktadır. Herkes örgüt şemalarına iyi baksın! O şemalarda yöneticiler, Org. Kıvrıkoğlu, Org. Eşref Bitlis, İlhan Selçuk, Kemal Alemdaroğlu, Doğu Perinçek var! Bu davada hedef, Oval Ofis’te tanımlanmış bir suçları bulunmayan 20 yaşlarındaki Vatan Bölükbaş’lar değildir. Herkes uyanmalı ve büyük tertibi görmelidir. Hiç kimse bu davada olmayan bombalarla, uydurma krokilerle suçlanmıyor. Suç, Atatürk Devrimi’ni taammüden savunmak!

NATO’DAN ÇIKALIM GLADYO’NUN KÖKÜ KAZINIR

Tuncay Güney, Türkiye’nin patlayan çıbanıdır; Türkiye’nin irinidir. Türkiye, son 60 yılda Kemalist Devrimi yıka yıka kendi eliyle imal ettiği bu zavallı çocuklarının üstünde tepinerek bu karanlık tertipten kurtulamayacaktır. Artık herkes, Maşallah, Kontrgerilla düşmanı, Gladyo düşmanı, Susurluk düşmanı, çete düşmanı, mafya düşmanı oldu. Türkiye fırsat yakalamış, öyle diyorlar. Başımızda Obama, Fethullah Hoca, Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan elimizde F tipi polis kadroları, Gladyo’yu ve Susurluk’u temizliyoruz! Türkiye, neyin fırsatını yakalamış? Düşman, Kemalist Devrim’in son kalelerini de yıkacak! Ordu’nun direncini kıracak. İşçi Partisi’ni etkisiz hale getirecek. Vatansever güçleri sindirip bir Mafya-Tarikat-Gladyo rejimini kurmanın eşiğine gelmiş, son hamlesini yapıyor. Şaşkınlarımız, saf yüreklilerimiz; ABD’nin Sözleşmeli personelinden Mafya-Tarikat güçlerinden, BOP Eşbaşkanlarından, Deniz Feneri soyguncularından, çocuklarına yüz metrelik gemicikler alıp, eşlerinin parmaklarına 40 milyarlık yüzük takanlardan, Dolmabahçe Sarayı’nın eşyalarına bile göz koyanlardan temiz toplum kurmalarını bekliyor. Gafillerin ve hainlerin tertiplerine, psikolojik savaş yalanlarına kanmak için ne kadar arzulu insanımız var! İkiyüzlülüğe izin veremeyiz! Susurluk’un, Gladyo’nun kökünü kazımak mı istiyoruz, yapılacak tek iş vardır: NATO’dan çıkmak!

NATO’dan çıkalım, Uğur Mumcuları kimse vuramaz!

NATO’dan çıkalım, Eşref Bitlis’in uçağını kimse düşüremez.

NATO’dan çıkalım, 1 Mayıs katliamları son bulur.

NATO’dan çıkalım, Kahramanmaraş’ta canlarımızı artık kimse baltalarla öldüremez!

NATO’dan çıkalım, kimse Atatürk Kültür Merkezi’ni kundaklayamaz!

NATO’dan çıkalım, kimse Madımak Oteli’ndeki o güzel aydınlarımızı cayır cayır yakamaz!

NATO’dan çıkalım, benim canım yerdeşlerim Kemaliye Başbağlar köylülerini kimse kurşuna dizemez!

NATO’dan çıkalım, Hırant Dink’i kimse öldüremez.

NATO’dan çıkalım, PKK terörünü, Hizbullah maskeli terörü kimse besleyemez!

NATO’dan çıkalım, Gazze halkına en büyük yardım budur!

NATO’dan çıkalım, Irak halkına en candan selam budur.

NATO’dan çıkalım!

İkiyüzlülüğü bırakalım!

NATO’DAN ÇIKMAK “YURTTA BARIŞ, CİHANDA BARIŞ”IN BUGÜNKÜ GÖREVİDİR!

Gladyo’yu temizlemek istiyor muyuz, tek çare vardır: Atatürk’ün demir süpürgesi! Atatürk’ün döneminde bu terör belası var mıydı? Hatta ’ları hatırlayınız, şu patlayan bombalar, havalara uçan kollar bacaklar var mıydı? Şu koruma ordularına bakınız, Türkiye Atatürk Devrimi dönemlerinde böyle miydi? Nerde o devrimin, o bağımsızlığın getirdiği barış ve huzur, o kardeşlik, o mahalle ilişkileri, o arkadaşlıklar ve sevdalar? Bu kan revanın ortasında, Türkiye’nin ilerlediğini, kalkındığını hangi mezhep söyleyebilir? Buradan İşçi Partisi Genel Başkanı olarak bütün milletime sesleniyorum: NATO’dan çıkalım Gladyo’nun kökünü kazıyalım! Bütün partiler, örgütlere aynı çağrıyı yapıyorum: NATO’dan çıkalım Gladyo’nun kökünü kazıyalım!

Kim Susurlukçu kim değil, mihenk taşı, bu çağrıya verilen cevaptadır. Kimse milleti aldatmasın! İkiyüzlüler meydana çıksın! Milletimiz kimseye aldanmasın!

“BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ” DİYE İDDİANAME YAZILMAZ!

Ceza yargılaması, fiillerle ilgilenir. Suç olduğu iddia edilen fiilleri tek tek ele alacağız. Fiiller, zamanla belirlenir. Bir iddianamenin hukuki değerinin birinci ölçütü, fiiller, insan somutluğudur; gerçekliğidir; zamanın içindeki yeridir. O nedenle hukukçu, hemen ilk sayfada yazılan “Suç Tarihi”ne bakar. Biz de bakıyoruz. Tarih: 12 Haziran Yani Ümraniye’de bulunduğu söylenen bombaların, yine bulunduğu rivayet edilen tarihi. Ancak İddianame’nin içini açıyoruz. Milattan önce binlerce yıl derinliğine kadar gidiyor. Suç olduğu iddia edilen somut fiiller bulunmadığı için, suç tarihi de saptanamıyor. “Bir varmış bir yokmuş, deve tellal iken, pire berber iken, ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken” diye iddianame yazılmaz. Bu İddianame’de bizleri suçlayan bütün olaylar, “deve tellal iken” gerçekleşmiştir. İddianame’nin en büyük gerçeği budur. Şimdi tek tek ispatlayacağız. Tartışmasız olarak ispatlayacağız. Kesinleşmiş mahkeme karalarıyla ve tartışmasız resmi belgelerle ispatlayacağız!

monash.pwA FİİLLER VE GERÇEKLER[değiştir]

BİRİNCİ UYDURMA:BİLECİK TOPLANTISI[değiştir]

“Ergenekon Yeniden Yapılanma” temel belgesini, Doğu Perinçek, Suphi Karaman, Hasan Yalçın, Deniz Bilge, Erol Bilbilik BİLECİK’te hazırladılar.” (İddianame, s. 56, , , , ve diğer yerlerde) Kanıt: Tuncay Güney ile Mülakat.

Açıyoruz Tuncay Güney ile Mülakat’ın ilgili bölümlerine (s, s. 81–84) bakıyoruz. Bilecik’te hazırladılar diye bir suçlama yok. Soldan sağa okuyoruz, Yok! Sağdan sola yazabilirler diye bir de öyle okuyoruz yine Yok! İddianame’yi yazanlara Tuncay Güney’in kurgulanmış Mülakat’ı dahi yetmemiş. Bir kuruluş eylemi gerekli… Yok! O zaman uydurmuşlar. Uydurma eylemi, Mülakat Özeti’nde başlıyor. F tipi polisler, Mülakat’ı özetlerken uydurmuşlar. Ancak ben, Emniyet sorgusunda uyardım, “Bilecik toplantısı”, “Bilecik’te hazırlama diye bir şey yok” diye anlattım. Savcılar, bu beyanlarım karşısında uydurmadan vazgeçebilirlerdi. Vazgeçmiyorlar. Uydurmada ısrar ediyorlar. Yalanı bile bile iddianameye de yazıyorlar. Kasıt unsuru tamam! İddianameyi imzalayanların birinci suçudur bu!

Fiil uydurmak! Suç uydurmak! Mahkemeyi yanıltma girişimi! Kamuoyunu kandırmak! İftira fabrikasyonu!

Bunların hepsi suçtur!

İKİNCİ UYDURMA:GEN. VELİ KÜÇÜK’ÜN TALİMATI[değiştir]

“Doğu Perinçek ve arkadaşları Ergenekon Yeniden Yapılanma belgesini Veli Küçük’ün talimatıyla yazdılar.” (İddianame, s. 56, , , ve diğer yerlerde) Kanıt: Tuncay Güney ile Mülakat.

İddianame’yi yazanların bu iddiası da uydurma. Mülakat’ta böyle bir yalan yok! İddianame yazarları, Tuncay Güney’in bile söylemediği yalanı uydurmuşlar! Dahası Tuncay Güney, tam tersini söylüyor: “SORGUCU: İşaret eden kim? TUNCAY GÜNEY: Neyi işaret eden? SORGUCU: Siz gidip bu adamlardan faydalandınız. Ergenekon’un Yeniden Yapılanması’nda faydalanın diyen kim? TUNCAY GÜNEY: Veli paşa faydalanın demedi. (…) Kendi söylemedi. Doğu Perinçek, bunlarla [Perinçek’in Genel Başkan Yardımcıları] çalışıyor. SORGUCU: Siz Doğu Perinçek’e gittiniz. Doğu Perinçek, bunlarla kendisi hazırladı. TUNCAY GÜNEY: Evet (…) SORGUCU: Niye buna ihtiyaç duydu? Örgüt, Ergenekon pasif durumda mıydı? TUNCAY GÜNEY: Hayır partilerde bir Anayasa Taslağı vardır.” İddianameyi yazanlar, bir kez daha uydurmuşlardır. İkinci suçları budur!

ÜÇÜNCÜ UYDURMA:PERİNÇEK VE ARKADAŞLARI HAZIRLADI[değiştir]

“Bilecik toplantısı” Mülakat’ta yok. Yalan! Savcılar uydurmuş! “Veli Küçük’ün talimatı” da Mülakat’ta yok. Hatta tam tersi söyleniyor. Bu yalanı da savcılar uydurmuş. Peki, İP Genel Başkanı Doğu Perinçek ve üç Genel Başkan Yardımcısı, Ergenekon temel belgesini hazırlamışlar mı? Bu iddia da uydurma! Mülakatı baştan sona okuyunuz, tekrar tekrar okuyunuz! Tuncay Güney böyle bir yalanı söylemiyor. Bu yalanı da, Tuncay Güney’in Mülakatı’nda olmadığı halde, İddianame’yi yazanlar uyduruyorlar! Uydurmaya mecburlar! Çünkü kendilerine örgüt imal etme görevi verilmiş! Tuncay Güney’in söylediği şu: Doğu Perinçek ve Suphi Karaman, Hasan Yalçın, Erol Bilbilik, Deniz Bilge, partileri için “bir Anayasa Taslağı” hazırladılar. Bu metnin adı: “Devletin Yeniden Yapılanması”. Bu metin, İşçi Partisi başkanlık kurulu kararı! Dava dosyasındaki belgelerde, üzerinde “İP Başkanlık Kurulu Kararı–25 Kasım ” diye açıkça yazıyor! İP Başkanlık Kurulu Kararı olan “Devletin Yeniden Yapılanması” bir bakıma bir anayasa önerisi taslağı! İP Başkanlık Kurulu Kararı ile “Ergenekon Yeniden Yapılanma” arasında en küçük benzerlik bile yok! Her iki metin arasında ortak bir cümle dahi yok! İddianame’yi yazanlar, yine “hünerlerini” gösteriyorlar. Tuncay Güney’in Mülakatı’nda iki ayrı metin olarak geçen “İP Başkanlık Kurulu Kararı” ile “Ergenekon Yeniden Yapılanma” belgesini sürekli olarak birbirine karıştırıyorlar. Kasıtlı yapıyorlar bunu. Çünkü Tuncay Güney’in Mülakatı’nda böyle bir karışıklık yok. İki metin birbirinden ayrı:

“Doğu Perinçek’in Yeniden Yapılanma teorisi var. [İP Başkanlık Kurulu Kararı] Veli Paşa genişleterek tasarı yaptı.” (s) “Doğu Perinçek bize bir tez hazırladı. (…) Partilerde bir Anayasa Taslağı vardır.” (s–83)

Tuncay Güney’in yalanı, İddianame’yi yazanların uydurması yanında küçük kalıyor. Tuncay Güney, özetle şunu söylüyor: İşçi Partisi’nin hazırladığı taslak, Veli Paşa tarafından genişletilerek “Ergenekon Yeniden Yapılanması” tasarısı haline getirildi. Gerçekler, bu yalanı da çürütüyor: “Ergenekon Yeniden Yapılanma” belgesinin tarihi: 29 Ekim İşçi Partisi’nin “Devletin Yeniden Yapılanması” başlıklı Başkanlık Kurulu Kararı’nın tasarı olarak yayınlandığı tarih: 25 Kasım Önce Ergenekon belgesi yazılmış. Dolayısıyla o belgenin İşçi Partisi belgesinden yararlanarak yazılması mümkün değil. İçerik de bunu doğruluyor. İleride inceleyeceğiz, iki belgenin konuları ayrı, felsefeleri zıt, aralarında tek bir cümle benzerlik yok! İddianame’yi yazanların üçüncü suçu da budur.

DÖRDÜNCÜ UYDURMA:“ARZ EDERİM” SAHTECİLİĞİ[değiştir]

İddianame’yi yazanlar, Doğu Perinçek’in Veli Küçük’e “Arz ederim” diye biten bir mektup yolladığını iddia ediyorlar. (İddianame, s. ve diğer yerlerde).

İşte mektup burada! [Perinçek, adli görevli aracılığıyla mektubun örneğini Mahkeme Başkanı’na sunuyor]

Bu mektup, Dava Dosyasında monash.pwılar, mektubu görmüşmonash.pw bakıyoruz, “Arz ederim” sözcüğü yok! [Doğu Perinçek, adli memur aracılığıyla Mahkeme Başkanı’na verdiği mektubun bir örneğinin de İddia Makamı’nda oturanlara verilmesini talep ediyor.]

Hani nerede, “Arz ederim” sözcükleri nerede?İddia Makamı’nda oturanlar İddianamelerine yazdıkları o iki sözcüğü Mahkeme’ye göstersinler!

Gösteremiyorlar!

Yine uydurmuşlar!

Yüzleri kızarmıyor mu, utanmıyorlar mı?Bu kez sahtecilik suçu işlenmiş. Doğu Perinçek’in Sayın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e yolladığı mektubun sonundaki “Arz ederim” sözcüğü oradan kesme-biçme yöntemiyle alınmış, Sayın General Veli Küçük’e yollanan mektubun sonuna yapıştırılmış!

Buna ne demeli?

Dört kâğıtçılık yöntemi mi demeli, beş kâğıtçılık yöntemi mi? Savcılara, tertibi hazırlayanlar, resmi evrakta sahtecilik yapma yetkisi mi vermişler? Savcı sıfatını taşıyanlar, resmi bir evrak olan İddianame’ye, ellerindeki belgeleri bile bile, kasıtlı olarak değiştirerek, yeni sözcükler ekleyerek koyabilirler mi? Bunu yapanlara C. Savcısı denebilir mi? Herkes dese, babası Yargıtay C. Başsavcı Yardımcılığı yapmış olan Doğu Perinçek demez! Denebilir ki, yanlışlıkla yazmışlardır; Cumhurbaşkanı’na yazılan mektup ile General Veli Küçük’e yollanan mektubu karıştırmışlardır! Hayır, altını çiziyorum, bile bile, kasıtlı! Çünkü ben Emniyet ifadesinde, “Arz ederim” sözcüğünün o mektupta olmadığını açıkça söyledim; uyardım onları. Hata olsaydı, düzeltirlerdi. Demek ki, mahcup olmaktan korkmuyorlar. Yüzlerinin kızarması, onlar için bir utanç değildir. Psikolojik savaş görevi uğruna, onurlarını feda edebiliyorlar. Evet, bu davada İddianame’yi yazanların amacı, Mahkeme’yi ikna değildir; kamuoyunu psikolojik savaşla aldatmaktır! İşte uydurmalarla yürütülen psikolojik savaşın ispatı! 28 Mart tarihli Sabah gazetesinin birinci sayfa manşeti! Nal gibi harflerle! “Tuhaf Diyalog Perinçek’ten Küçük’e: Arz ederim” [Perinçek, Sabah gazetesini gösteriyor] Savcıların uydurması, daha İddianame yazılmadan Sabah Gazetesi’ne birinci sayfa manşeti oluyor.

F. Savcılığı ile Amerikancı liboş ve tarikatçı basın arasındaki yalanlarla, fabrikasyonlarla, uydurmalarla yürütülen işbirliğinin yüzlerce örneğinden yalnızca biridir bu “Arz ederim” imalatı! Yazmadığım, tek bir sözcükle Sabah gazetesine manşet oluyorum! Bana verilen öneme bakınız! Ama biz İşçi Partisi olarak, Diyarbakır’da binlerce Kürt kökenli yurttaşımızla ve binlerce Türkiye Bayrağıyla miting yaptığımız zaman, Sabah gazetesinde tek satırla yer alamıyoruz. Çünkü o Türk Bayrakları, binlerce Kürdün elinde, ABD’nin Diyarbakır’ı Kukla Devlete merkez yapma planını bozuyor! Bu iddianame, baştan aşağıya, İddianame’yi yazanların uydurmalarını ve suçlarını ve ABD güdümündeki tertibin zoraki yalanlarını belgelemektedir. İddia sahiplerinin dördüncü suçlarının özeti budur. Peki, General Veli Küçük’e o yedi satırlık mektup neyin nesidir? Bu mektup, Cumhurbaşkanı’na, bütün devlet ve hükümet yöneticilerine, TSK Komutanlarına, siyasal partilere, kitle örgütlerine ve basına yollanan dosyanın sunuş mektubudur. Dosyanın konusu, 4 Haziran günü TBMM’de onaylanan İkiz İhanet Sözleşmeleri’ne ilişkin görüşlerimizdir. Bu görüşleri, Çankaya’da beni kabul eden Sayın Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’e sundum ve sözlü olarak açıkladım. Sayın Cumhurbaşkanı’ndan bu İhanet Sözleşmeleri’ni veto etmesini talep ettim. Ayrıca basın toplantıları yaparak kamuoyuna açıkladım.

E. General Veli Küçük, gazetelerden okumuş. Haziran ayının ilk yarısıydı, telefonla aradı. O sırada İstanbul İl Yönetim Kurulumuz ile toplantı halindeydim. 20’nin üzerinde Kurul üyesinin önünde konuştuk.

E. Gen. Veli Küçük, bir grup general arkadaşıyla bu İkiz Sözleşmeler konusunu görüştüklerini belirtip, sözleşmelerin içeriğiyle ilgili somut sorular sordu. Zaman zaman birlikte görüştükleri general arkadaşlarının da sesleri geliyordu; “Şu konuyu da sorun” diye.

Bir saat içinde dört kez telefon ettiler. Ben, bu kadar ilgilenmelerinden sevinç duydum. Cumhurbaşkanı’na, devlet yöneticilerine ve gazetelere verdiğim dosyanın bir örneğini de kendilerine yollayacağımı, ilgilendikleri bütün konuların bu dosyada ele alındığını belirttim ve dosyayı kendilerine yolladım. Nitekim Gen. Veli Küçük’ten ön yazı ve ekindeki Cumhurbaşkanı’na yollanan dosya içeriği aramada bulunmuş.

Aynı dosya, Cumhurbaşkanlığı Makamına baskın yapılıp arama yapıldığı zaman orada da bulunacaktır. İşçi Partisi’nde yapılan aramada, çeşitli devlet kurumlarına ve basına gönderilen örnekleri bulunmuş ve dava dosyasına konmuştur. Örneğin Cumhurbaşkanı’na, Milli Güvenlik Kurulu üyelerine ve gazetelere…

Bu İkiz Sözleşmeler, Türkiye Cumhuriyeti tarafından 40 yıl imzalanmamış, en sonunda ABD ve AB’nin baskısıyla hükümet tarafından imzalanmış, AKP iktidarı tarafından TBMM’den geçirilmiştir. Bu İkiz Sözleşmeler’de etnik gruplara ayrı devlet kurma hakkı tanınmakta, bölgelere kendi ekonomik kaynaklarına sahip çıkma yetkisi verilmekte ve etnik, mezhepsel, dinsel cemaatlere kendi eğitimlerini düzenleme hakkı tanınmaktadır! Bu İkiz İhanet Sözleşmeleri, PKK tüzük ve programını bile aşan bölücü hükümler taşımaktadır. Etnik bölücülük ve dinsel cemaatler böylece Türk Kanunlarına dayanma olanağını elde etmişlerdir ve taleplerini bu hükümlere dayanarak ileri sürmeye başlamışlardır.

BEŞİNCİ UYDURMA:“TÜRK SUBAYLARI DOĞU PERİNÇEK’İN ORGANİZESİYLE PKK’YA 6 BİN SİLAH VERDİ” HAİNLİĞİ[değiştir]

Savcılar, İddianamelerine TSK subaylarının, Doğu Perinçek’in “organizesi ve referansıyla” Barzani ve Talabani’ye 24 bin silah verdiklerini, bu silahların 6 bininin yine Türk Subayları tarafından PKK’ya teslim edildiğini yazabilmişlerdir (İddianame, s. , vd, ve diğer yerler). Tek kanıtları, Tuncay Güney’in söyledikleridir (Mülakat, s. 39 vd, vd).

Savcılara göre, Mehmetçiği vuran silahları ve kurşunları PKK’ya, Türk Ordusu vermektedir. 24 bin silahın bireysel veya grupsal bir girişimle Barzani, Talabani ve PKK’ya verilemeyeceği açıktır. Tuncay Güney, 24 bin adet silahı iki araba, iki “konteynıra” sığdırabilmiştir. Peki, Savcılar hangi vicdana, hangi mantığa sığdırabilmişlerdir?

Bu konularda uzman olan, İP Genel Başkan Yardımcısı E. General Servet Cömert ile yaptığımız hesaba göre, 24 bin silah, ton ağırlığındadır ve silahların arasındaki hava boşlukları da hesap edildiğinde, bu kadar silah, en az 12 tırla götürülebilmektedir. Tırların büyüklüğüne göre bu konvoy 20 tıra kadar çıkmaktadır. Tırların boyu 13 metre 60 cm’dir. [Tırlarla ilgili bilgiyi Mahkemenize tek sayfa halinde şemalarla sunuyorum]

Trafik kurallarına göre tırlar arasında bırakılması gereken mesafe de dikkate alınırsa, bu konvoyun boyu 1,5–2 km’dir.

Aşağıdaki tabloda en çok kullanılan bazı tırların ölçülerini metre cinsinden bulabilirsiniz:

86 Jumbo TIR 79

83 Treylerli normal TIR (Optima) 87

Treylerli Jumbo TIR

Normal Açık TIR upto 18 - -

Damperlı TIR - - - upto 25

Jumbo Açık TIR upto 18 - -

Lowbed TIR - - - -

Sayın Mahkeme,

Düşünebiliyor musunuz Tuncay Güney, Türk subaylarının marifetiyle, yanında gazeteci Ayşe Önal ve Bengüç Özerdem olmak üzere arkasında 2 km boyunda 20 tırlık bir konvoyla Irak’ın kuzeyine silah götürüyor!!!

Bu haince olduğu kadar, mantıksız ve uydurma suçlamayı, hangi C. Savcısı iddianamesine yazar? Bunu yazabilecek dördüncü bir savcı bulunabilir mi?

Genelkurmay Başkanlığı, Avukatımız Hüseyin Gökçearslan’ın başvurusu üzerine, 20 Mayıs günlü yazısıyla bu haince suçlamanın “tamamen asılsız ve mesnetsiz” olduğunu bildirmiştir. “Genelkurmay Başkanı Namına” imzalanan bu yazı “Ad. Müş. O.Ö. ” sayısını taşımaktadır. Bu Genelkurmay Başkanlığı yazısını Mahkemenize bir kez daha sunuyorum. Evet, bir kez daha!

Çünkü İddianame yazılmadan önce bu resmi yazı Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz’e verilmişti. Dahası Tuncay Güney, Kuzey Irak’a silah konusunda yalan söylediğini televizyonlardan defalarca bangır bangır söyledi. (Saygı Öztürk, Belgelerle Ergenekon, s. 60 vd).

Ancak Zekeriya Öz, “Genelkurmay Başkanı namına” yazılan yazıya iltifat etmemiş, Tuncay Güney’in “yalan söyledim” beyanını da samimi bulmamış, yılındaki alçakça ve haince yalanını İddianamesine inatla ve ısrarla, döne döne yazmıştır. Türk Ordusu’na ve Türk subaylarına karşı, Türkiye tarihinde bu kadar haince bir psikolojik savaş yürütülmemiştir.

Türk Ordusu’na güveni yerle bir etmeyi amaçlayan bu iftiranın ardında savcı sıfatı taşıyanların imzalarının bulunması, Türk Yargısı için yüz karasıdır; silinemeyecek bir lekedir. Peki, Savcılık bu cüreti nereden almaktadır?

Bu çılgınca psikolojik savaş ihanetine, Genelkurmay’ın açıklamasını ve her türlü mantık kuralını hiçe sayarak, en küçük bir araştırma yapmadan, hangi cüretle kalkışabilmektedir? İhanet kavramının içini dolduracak bilgi de ispatlıdır. 16 Şubat günü ABD’nin ünlü New York Times gazetesinde ve 23 Şubat günü Washington Post gazetesinde, CIA bağlantılı ünlü gazeteci Jim Hoagland imzasıyla bir haber yayımlanıyor. CIA bağlantılı Hoagland, Türk Ordusu’nun komutanlarının “Kuzey Irak sınırında kaçakçılık yaptıklarını” yazıyor. Aydınlık dergisi bu haberi görüyor ve hemen kamuoyuna duyuruyor. (Aydınlık, 1 Nisan , s.4–5, sunuyoruz)

Amerikan gazetesinde 23 Şubat günü çıkan Türk Ordusu’na yönelik bu suçlama, 7 gün sonra İstanbul’daki Fethullahçı istihbarat polisleri tarafından Tuncay Güney’in ifadesine yazdırılıyor. CIA’daki hıza bakınız!

Bir hafta içinde elleri kolları İstanbul Emniyeti İstihbarat Şubesine kadar uzanıyor ve Tuncay Güney’in ifadesiyle kayda geçiriliyor. Genelkurmay Başkanlığı o CIA haberlerini hemen yalanlamış, ne önemi var. CIA’nın Türk Ordusu’na karşı psikolojik savaş malları, yedi yıl sonra bu kez de F. Savcıları tarafından Ergenekon İddianamesi’ne yazılıyor!

Hem de Genelkurmay’ın iki ayrı yalanlamasına ve resmi yazısına rağmen! “İhanet” kavramı üzerinde ısrar ediyorum. Çünkü ihanet ispatlı… Bir ispat da, Tuncay Güney’in Mülakatı’nda! Tuncay Güney şöyle diyor: “Tabii biz silahları veriyoruz, CIA veriyor oldu.” (Mülakat, s. ). Türk Ordusu veriyor PKK’ya silahları ve suçu da CIA’nın üzerine atıyor! Hıyanete bakın siz! Bir koyundan iki post çıkarmaya kalkıyor hainler. Türk Ordusu, PKK’ya silah vermekle suçlanıyor. Dünyanın gözü önünde silahları veren CIA aklanıyor. Bu alçakça anlatım, Tuncay Güney’e açıkça dayatılmış. Bu da ispatlı: “Sorgucu: normalde bu silahları CIA göndermedi. Siz gönderdiniz. Tuncay Güney:Tabii canım” (Mülakat, s. ). Sorgucu, Tuncay Güney, Ergenekon Savcıları, bu ihanette buluşmuşlardır. Milliyet, Radikal, Yeni Şafak, Star ve Sabah gazeteleri de bu uydurma psikolojik savaş mallarını, bırakalım vicdanı, mantığın denektaşına bile vurmadan çılgınca yayımlamışlardır. Çünkü görev Türk Silahlı Kuvvetleri’ne vurmaktır! Doğu Perinçek’e ve İşçi Partisi’ne vurmaktır! Buradan Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu’na sesleniyorum! Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu’na sesleniyorum! İstanbul C. Başsavcılığı’na sesleniyorum: Ergenekon İddianamesi’ni yazanlar, Türk Ordusu’na karşı hiçbir vicdan ve mantığa sığmayan bir psikolojik savaşı yürütmüşlerdir. Buna izin veren kurumlar da, kuşkusuz sorumludur. Bu ihanete soruşturma açmayan, bu ihaneti cezalandırmayan bütün yetkili kurumlar, ağır sorumluluk içindedir ve suç işlemektedir.

ALTINCI UYDURMA:“ORG. ÇEVİK BİR, KIRIKKALE MKE’DEKİ SABOTAJI YAPTIRDI” HAİNLİĞİ[değiştir]

(İddianame, s. vd, s. , Tuncay Güney Mülakat, s. vd) Evet, suçlamalar arasında bu da var! Ordu komutanlığı yapmış bir Orgeneral, Kırıkkale Mühimmat Fabrikası’nı havaya uçurtuyor!!! Dahası bu alçakça psikolojik savaş, Tuncay Güney marifetiyle Aydınlık gazetesinin üzerine atılıyor.

İşte Aydınlık’ın haberi!

Ne yazıyor başlıkta:

“Kırıkkale’deki patlama ABD’nin Genelkurmay’a cevabı” (Aydınlık, 6 Temmuz , Ekli sunuyorum). Hani nerede “Org. Çevik Bir Sabotajı yaptırdı” yalanı? Savcılar, Türk Ordusu’na güveni sarsmayı hedefleyen bu Tuncay Güney uydurmalarını nasıl dava dosyasına koyarlar?

Bu sorunun tek bir cevabı vardır: İsterse kuyruklu uydurma olsun, yeter ki Türk Ordusu’na vursun!

===YEDİNCİ UYDURMA: GENELKURMAY BAŞKANLIĞI DOĞU PERİNÇEK ARACILIĞIYLA PKK İLE GÖRÜŞMELER YAPTI===

(İddianame, vd, , ve başka yerlerde) Oysa o tarihlerde Doğu Perinçek Haymana Cezaevi’nde idi. İddianameye göre, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Şubat ’da şu faaliyette bulunmuş: - İstanbul’da Abdullah Öcalan’ın “teslim olmak istiyorum” mesajını General Veli Küçük’e iletmiş! - İstanbul’da Veli Küçük ile görüşmüş! - İstanbul’da Tuncay Güney, Apo’nun Avukatı Doğan Erbaş ve Adnan Akfırat ile Apo’nun teslim şartları konusunda üç ayrı görüşme yapmış! - İstanbul’da sık sık Tuncay Güney’i aramış! - İstanbul’da Tuncay Güney’i “Apo’nun avukatları ile görüşün” diye sıkıştırmış! Bütün bu faaliyetler İddianame’ye göre hangi sırada yürütülüyor? - “Apo, Suriye’yi terk ettikten sonra” - “Apo, İtalya’da iken” - “Apo, dünyanın üzerinde turlarken” - “Apo Kenya’da iken” Yani, Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarıldığı 10 Ekim ’den, Kenya’dan Türkiye’ye getirildiği 15 Şubat arasındaki dönemdir söz konusu olan. Oysa Doğu Perinçek, 24 Eylül günü Ankara’da gözaltına alındı. Bir hafta Ankara Emniyeti’nde gözaltında tutulduktan sonra 30 Eylül günü Haymana Cezaevi’ne kondu ve 8 Ağustos ’a kadar Haymana Cezaevi’ndeydi.

Apo’nun Suriye’yi terk etmesinden Kenya’da yakalanarak Türkiye’ye teslim edilmesine kadar geçen olaylar Ekim Şubat arasında.

Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiği tarihte Doğu Perinçek beş aydır Haymana Cezaevi’nde. Ve o tarihten sonra beş ay daha Haymana Cezaevi’nde kaldı.

İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Haymana Cezaevi’nde bulunduğu Şubat tarihinde, yapıldığı uydurulan “Türk Silahlı Kuvvetleri ile Apo arasında görüşmeler örgütlüyor, toplantılar yapıyor!

Bütün bu uydurmaları, İddianame’yi yazanlar, Tuncay Güney’in “samimi beyanlarına” dayandırıyor. Savcılar, o sırada Doğu Perinçek’in nerede bulunduğunu ve ne yaptığını araştırmadan İddianame’nin içine doldurmuşlardır. Yeni Şafak, Radikal, Sabah gazeteleri 28 Temmuz günlü yayınlarında bu uydurmalara büyük başlıklar atarak yer verdiler. Tuncay Güney’in ipiyle kuyuya inmeye kalkanlar, iftira ve yalan kuyularına gömülüp kalmaya mahkûmdurlar.

SEKİZİNCİ UYDURMA:DOĞU PERİNÇEK PKK KURUCUSU VE PKK’NIN İKİNCİ LİDERİ[değiştir]

İddianame’yi hazırlayanlar, bu iftirayı yazabilecek kadar gerçek düşmanıdırlar ve hukuk düşmanıdırlar (İddianame, s. ). İddianame’ye yazdıkları bu iftiranın hesabını yargı önünde vereceklerdir.

Ellerinde bu iddianın, bir iftira, bir yalan olduğunu hükme bağlamış Mahkeme kararı ve Milli Savunma Bakanlığı yazısı ile Milli Eğitim Bakanlığı yazısı olduğunu bile bile, kendilerini tutamayarak bu suçu işlemişlerdir.

Hem de JİTEM ile ortak ruh hali içinde olduklarını da göstermişlerdir. Bu iftira, öncesinde bir JİTEM ders notunda yer alıyor. Amaç, Doğu Perinçek’e karşı psikolojik savaş.

Bunu saptıyor ve belgeleriyle Milli Savunma Bakanlığı’na başvuruyoruz. Milli Savunma Bakanı Mehmet Gölhan, tarihinde bir yazı yazarak İşçi Partisi’ne karşı hatalı olduklarını kabul etmiştir (Örneğini sunuyorum). Bununla yetinmiyoruz.

Bu ders notunu derhal toplatacaksınız diye başvuruyoruz.

Bu kez Milli Eğitim Bakanı Nevzat Ayaz, günü İşçi Partisi’ne yazı yazarak, Ders Notu’nun toplatıldığını bildirmiştir (Belge ekli olarak sunulmuştur).

Bu yazılar, Dava Dosyası’ndaki Fabrikatör başlıklı metinde bulunmaktadır. Savcılarca görülmüştür. Ama daha önemlisi, bu iftira, Ankara 1 Nolu DGM’de hükme bağlanmıştır (E /, K /, )

İftiracılar da, 1 yıl 8 ay hapse mahkûm olmuştur. İftiracılara teşdit hükmü uygulanmıştır (Ankara 9. As. Ceza Mahkemesi, E /, K /, ) Peki, iftira suçunda ısrar eden savcılara ne uygulanacaktı r? Savcı Zekeriya Öz’ü ne resmi belgeler, ne mahkeme kararları durdurabiliyor.

Savcı Zekeriya Öz’ün Tuncay Güney’e yolladığı soru aynen şöyledir:

“PKK’nın kuruluşuna, Doğu Perinçek’in katkısı nedir?” Mahkeme kararlarını da bir kenara atıyorum. PKK kurulduğu zaman, Tuncay Güney 3 yaşındaydı. Psikolojik savaş görevleri, ancak bu kadar bilgisizlikle ve bu kadar hukuk tanımazlıkla ve bu kadar ölçüsüz uydurmalarla ve vicdan yoksunluğuyla yürütülebilir. – sonrasında Tuncay Güney 3–8 yaşlarındaydı ama o dönemle ilgili gerçekler yaşandı ve biliniyor.

PKK, bu kuruluş döneminde, Doğu bölgemizde birinci hedef olarak Doğu Perinçek’in Genel Başkanı olduğu Türkiye İşçi Köylü Partisi’ne karşı terör yürüttü. Bölgedeki il başkanlarımız ve yöneticilerimizi katletti. Aydınlık dergisini taşıyan GAMEDA kamyonlarını yaktı. Bu PKK cinayetleri ve terörü, sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı. PKK’nın tetikçileri, mahkeme tutanaklarına geçen şu ifadeleri verdiler:

“Ben yasadışı PKK örgütünün sempatizanı ve üyesiyim. Bu örgütün amacı sömürücü kitlelere karşı bağımsız bir Kürdistan devleti kurmaktır. Ve bu yönde engel teşkil eden TİKP cereyanına karşı eyleme geçmemiz gerekiyordu. İnan Özdemir ise bu TİKP’nin ileri gelen bir üyesiydi bunu öldürmeye örgüt mensupları olarak karar verdik.” [İfade tutanağını ekte sunuyorum]

===DOKUZUNCU UYDURMA: PERİNÇEK’E PKK MEKTUPLARI VE DESTEĞİ===

Ergenekon Davası Savcıları, Ankara DGM kararıyla mahkûm edilmiş bir iftirayı on yıl sonra yeniden yargı önüne getirmişlerdir (İddianame, s. , ). yılında Tuncay Güney ve Sami Demirkıran, Gladyo’nun emriyle, sahte mühür yaparak İP Genel Başkanı Doğu Perinçek’e karşı bir tertip düzenliyorlar. İki adet sahte mektup hazırlanıyor. Bu mektuplardan biri, PKK Garzan Eyaleti adına, diğeri PKK’nın yan örgütü ERNK adına yazılmış, imzalanmış ve mühürlenmiş. Tıpkı Ergenekon davasında olduğu gibi, yine Tuncay Güney kullanılarak Doğu Perinçek 24 Eylül günü gözaltına alınıyor ve tutuklanıyor. Yapılan yargılama sonunda, Ankara 1 Nolu DGM, Adli Ekspertiz ve Bilirkişi raporları yanında diğer kanıtlara da dayanarak PKK mektuplarının sahte olduğunu saptıyor ve Doğu Perinçek’in aklanmasına karar veriyor (E /, K /, ). Bunun üzerine sahte mektupları Savcılığa getiren PKK itirafçısı Sami Demirkıran hakkında şikâyette bulunuyoruz. Ankara 9. Asliye Ceza Mahkemesi Sami Demirkıran’ı iftira suçundan teşdiden 1 yıl 8 ay hapse mahkûm ediyor ve hüküm kesinleşiyor. Tuncay Güney’in sahte belgeleri düzenleyen tertibin içinde olduğunu saptıyoruz, fakat o zaman ispatlayamıyoruz. Ama Tuncay Güney’in evinde yapılan aramada bulunan ıstampa ve mürekkep gibi malzemeler, yalnız sahte pasaport ve kimlik düzenlemek için değil, Doğu Perinçek’e sahte PKK mektuplarının hazırlanmasında da kullanıldı. Nitekim Tuncay Güney, kendi düzenlediği o mektupların birer örneğini saklamış. Bu davanın ne kadar dayanaksız olduğunu gösteren çarpıcı bir kanıt da, Doğu Perinçek’i yılında iftirayla hapse attıran, Perinçek’e iftiradan mahkûm olmuş PKK itirafçısı Sami Demirkıran, Tuncay Güney ve İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in aynı terör örgütünde birleştirilmeleridir. Elinizde bulunan henüz açmadığınız şemaya bakınız, orada itirafçılar bölümünde Tuncay Güney’e bağlı olarak Sami Demirkıran’ın adı da var. Doğu Perinçek ile Sami Demirkıran ve Tuncay Güney’i aynı örgütte birleştirebilmek için, iftiracı olmak gerekir. Sami Demirkıran’ın iftira suçu, 10 yıl sonra bu davanın Savcıları tarafından yeniden işlenmiştir; hem de İddianame okunarak Mahkeme huzurunda. Bu sahte PKK mektupları, Ergenekon soruşturmasında, Emniyet sorgusunda bana yeniden soruldu. DGM kararıyla aklandığımı ve iftiracının cezalandırıldığını belirttim (DP Emniyet ifadesi, s. 11–12, ekte sunuyorum). Yani Savcılar DGM’nin kararını ve iftira suçundan mahkûmiyet kararını öğrendiler. Ceza mahkûmiyeti kararını bile bile, aynı iftirayı yeniden yazan savcılar, PKK itirafçısı Sami Demirkıran’ın suçunu on yıl sonra yeniden işlemişlerdir. Bu suçun tartışılacak yanı yoktur. Üstelik azami teşdit nedeni vardır ve suç mahkeme huzurunda işlenmiştir. Tek celsede sonuçlandırılacak bir suç vardır. Kanıt, iddianamedir. Kasıt unsuru tartışmasız vardır. Bu durumda huzurda iftira suçu nedeniyle savcılar Zekeriya Öz, M. Ali Pekgüzel ve Nihat taşkın hakkında suç duyurusunda bulunmak, mahkemeniz için bir hukuki zorunluluktur. Sanıklar hakkında çok tartışmalı açıklamalar nedeniyle çok kolay suç duyurularında bulundunuz. Savcıların suç işleme ayrıcalığı yoktur. Suç duyurusunda bulunmanızı talep ediyorum. Mahkemeniz, vereceği kararla hukuka bağlı olup olmadığını gösterecektir.

ONUNCU UYDURMA: MERSİN MİTİNGİ’NDE PKK İLE İŞBİRLİĞİ

İşçi Partisi’nin 6 Nisan günü gerçekleştirilen Mersin Mitingi’nde PKK ile işbirliği yaptığı, Perinçek’in mitingden iki gün önce PKK militanlarıyla Mersin’de buluştuğu ve mitingde polise saldırı örgütlediği suçlaması yapılıyor. Oysa bu miting Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılama konusu oldu (E /). Suçlamaların hepsinin gerçek dışı olduğu Mahkeme kararıyla saptandı ve iftiracı Sami Demirkıran, Ankara Asliye Ceza Mahkemesi kararıyla Perinçek’e iftira suçundan 1 yıl 8 ay hapse mahkûm oldu. Mersin Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki dosyadan Emniyet Müdür Vekili Ertuğrul Verdi’nin Savcılık soruşturmasındaki tanık ifadesini okuyorum:

“Olay günü Emniyet Müdürlüğü’ne vekâlet ediyordum… Ben de olay yerinde bulunuyordum. Konuşmacı Doğu Perinçek, ‘Biji PKK, biji Apo, Kürdistan faşizme mezar olacak, kahrolsun Türkiye, vur gerilla vur Kürdistan’ı kur, kahrolsun faşizm’ ibareli sloganları atmaları üzerine, ikazda bulundu, ‘bu sloganları atmayın, mitingi gayesinden çıkarmayın’ diye söyleyince, orada bulunan topluluk, Doğu Perinçek’e ‘Kürtçe konuş’ diye söylediler. Doğu Perinçek de, ‘Ben Kürtçe bilmiyorum. Birkaç kelime konuşsam, o da sizi kandırmak olur. Beni dinlemek isteyenler elini kaldırsın, dinlemek istemeyenler belli olsun’ diye bir referanduma girdi. Bundan sonra – kişilik bir grup toplantı alanından koparak Vali Evi’ne doğru yürümeye başladılar.” (Savcılık soruşturmasındaki tanık ifadeleri, s.7)

Mersin Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürü Orhan Savaş ise olayı şöyle anlatıyor: “Olay yerinde bulunuyordum. Konuşmacı Doğu Perinçek konuşmasını yaparken slogan atılmaya başlandı. Doğu Perinçek, sloganın gayesine aykırı olduğunu, atılmamasını söylemesi üzerine mitinge gelen kalabalık grup kendisinden Kürtçe konuşmasını istedi. O da ‘Ben Kürtçe bilmiyorum. Bildiğim Kürtçeyi de konuşsam, sizi aldatmış olurum.’ diyerek, beni dinleyenler ve dinlemeyenler diye referanduma geçti. Ve bu arada kişilik bir grup Vali Evi’ne doğru yürümeye başladılar.” (Savcılık soruşturmasındaki tanık ifadeleri, s.8) Mersin Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şubesi Başkomiseri Haydar Pakkan ile tanık olarak dinlenen diğer 24 polis memurunun ifadeleri de, Emniyet Müdür Vekili ve Güvenlik Şube Müdürü ile aynıdır. Bunlardan bir örnek vereceğiz, diğerleri dosyada bulunmaktadır. Çevik Kuvvetlerde görevli Yunus Kurt: “Miting sırasında Vilayet önünde görevli idim. Mitingin sonuna doğru Doğu Perinçek konuşuyordu. Bir grup ondan Kürtçe konuşmasını istedi. Doğu Perinçek de Kürtçe bilmediğini, sadece birkaç kelime bildiğini söyleyerek konuşmadı. Bu sırada – kişilik grup mitingi kamera ile tespit eden görevli polise karşı saldırdılar. Doğu Perinçek, bunlar bizdendir diyerek saldırıyı önledi. Mitingin bitmesine rağmen bu grup, – kişilik grup dağılmayıp toplu olarak şehir merkezine doğru yürümeye başladılar.” (Savcılık soruşturması, tanık ifadesi) Görüldüğü gibi, bu davada, kimi tertipçilerin bir takım iftiracılar örgütleyerek kurguladığı suç senaryolarından ilkiyle karşılaşmış değilim. İlginç olanı, kurgulanan tetikçilerin ’den bu yana 16 yıl geçmiş olmasına rağmen aynı ekip olmasıdır: Tuncay Güney-Sami Demirkıran ekibi!

ON BİRİNCİ UYDURMA: DOĞU PERİNÇEK’İN ÜÇ KEZ AKLANMIŞ ABDULLAH ÖCALAN RÖPORTAJLARI

İddianame, Doğu Perinçek’in Apo görüşmelerini yayımlayarak PKK propagandası yaptığı suçlamasında bulunuyor (İddianame, s. vd, ). Bir savcı, PKK propagandası olmadığı üç ayrı yargı kararıyla saptanmış bir fiile, kendilerine belirtildiği halde, bile bile, aynı suçlamada bulunur mu? Savcıysa bulunmaz. Ama iftiracıysa bulunur! Aklama ve takipsizlik kararlarının yeniden getirtilerek dava dosyasına konmasını talep ediyorum:

1. İstanbul 2. DGM, , E /, K / 2. İstanbul 2. DGM, , E /, K / 3. İstanbul C. Başsavcılığı, Hz /, K / (Takipsizlik Kararı).

ON İKİNCİ UYDURMA: İP BAŞKANLIK KURULU DEVLETİN YENİDEN YAPILANMASI BELGESİNDE “İHANET EDENLERİN ÖLDÜRÜLECEĞİ”

Hem Ergenekon dokümanı hem de Devletin Yeniden Yapılanması dokümanında, ‘ayrılan ve ihanet eden örgüt üyelerinin öldürüleceği’ hususu bulunmaktadır (İddianame, s. 63).

İşte Devletin Yeniden Yapılanması! Hani nerede? Utanmıyorlar mı, yüzleri kızarmıyor mu bu yalanları İddianame’ye yazmaya? Yazdıkları bir iddianame değil, iftiranamedir! Bu maddi hata da sorgumun sonunda huzurda düzeltilmeli ve tutanağa geçirilmelidir.

ON ÜÇÜNCÜ UYDURMA: DOĞU PERİNÇEK, VELİ KÜÇÜK, SEVGİ ERENEROL, KEMAL KERİNÇSİZ VE SEDAT PEKER YURTDIŞINDA BİRARAYA GELEREK TOPLANTI VE SEMİNERLER YAPTILAR

Bu iddia, diğer suçlamalar gibi yine desteksiz, yine kanıtsızdır. Hayatımın hiçbir döneminde, hiçbir zaman Veli Küçük, Sevgi Erenerol, Kemal Kerinçsiz ve Sedat Peker ile - Ne yurtdışında, ne yurtiçinde, - Ne tek tek, ne de hep birlikte, buluşmadım. Toplantı yapmadım. Ve görüşmüş de değilim. Yurtdışı çıkışları ve tarihleri çıkış kapılarında saptanmaktadır; tarihler bellidir. Bir C. Savcısı böyle bir iddiada bulunabilmek için, adı geçen kimselerin çıkış tarihlerini Emniyet’ten ister ve karşılaştırır. Bunu yapmamış, görüşme ve buluşma uydurmuştur. İşte Ergenekon Soruşturmasının gerçekliği ve hukukiliği konusunda bir örnek… Bütün suçlamalar böyle. Türkiye’de polis koruması altındayım. Bütün gezilerim ve buluşmalarım saptanmaktadır. Yurtiçinde de adı geçen kimselerle bir buluşmam ve görüşmem yoktur. Benim belirttiğim gerçekler ispatlıdır. Giriş çıkış kayıtları ve polis izleme raporlarıyla resmi kayda geçmiştir. Savcılığın iddiası ise tertip ürünüdür; gerçek dışıdır. Savcılık, Emniyet kayıtlarını bile araştırmaya gerek duymadan suçlamada bulunmaktadır. Buna iddianame denmez, iftiraname denir.

ON DÖRDÜNCÜ UYDURMA: DOĞU PERİNÇEK TANITMA FONUNDAN ERMENİ MESELESİ İÇİN – MİLYAR ALDI

(İddianame, s. , ) Kanıt: Tuncay Güney ile Mülakat, s. Yine gerçekliği araştırılmadan, İddianame’ye konan bir Tuncay Güney yalanı! Tuncay Güney’e güvenenlere ancak Tuncay Güney kadar güvenilebilir. Savcılık, Devlet Tanıtma Fonu’na bir yazı yazıp gerçeği araştırmamıştır. Mahkemeden talep ediyorum.

ON BEŞİNCİ UYDURMA: DOĞU PERİNÇEK, SADDAM HÜSEYİN’E ERGENEKON ÖRGÜTÜNÜN MESAJINI GÖTÜRDÜ

(İddianame, s. 85–86) Yine dayanaksız suçlamalar! yılında bir parti heyeti halinde Bağdat’ı ziyaret ettiğimizde, yanımızda bir işadamı heyeti ve başlarında Hürriyet Gazetesi yazarı Yalçın Doğan’ın da bulunduğu 6 kişilik bir basın heyeti de vardı. İşadamları ve gazeteciler, bütün toplantılara, bu arada partiler arasındaki resmi görüşmelere bile katıldılar.

ON ALTINCI UYDURMA: ULUSAL KANAL’I ERGENEKON ÖRGÜTÜ KURDU

(İddianame, s. ) Savcılık, araştırma yapmadan Tuncay Güney’e sonsuz güvenle her suçlamaya yer veriyor. Zahmet edip Ticaret Sicili’ne baksalar veya RTÜK’e sorsalardı, Ulusal Kanal’ın kuruluş tarihinin 15 Aralık olduğunu göreceklerdi. İddianame, Ergenekon’un kuruluş tarihinin 29 Ekim olduğunu ileri sürüyor. Beş yıl fark var! Kaldı ki, yine İddianame’ye göre, Ergenekon örgütü, yılında Ulusal Kanal’ı ele geçirmek için operasyon yapıyor. İddianame de Tuncay Güney gibi tutarsız, mantıksız, ciddiyetsiz.

ON YEDİNCİ UYDURMA:“DOĞU PERİNÇEK ULUSAL TV’YE AVRUPA’DAN MİLYAR GETİRDİ”

(İddianame, s. 55, , ) İddianameyi yazanların Tuncay Güney’in iftiralarından başka malzemeleri yoktur. Malzemesi Tuncay Güney olanlar, Tuncay Güney kadar güvenilirliğe sahiptirler. Ulusal Kanal’ın adını bile bilmeyenler, her şeyi bilme iddiasındalar. Ulusal Kanal’ın bütün hesapları bellidir. Ulusal Kanal, Fethullahçıların şikâyetleri üzerine SPK ve MASAK tarafından denetlenmiştir ve böyle bir iddiayı doğrulayacak tek emareye rastlanmamıştır. Çünkü bu suçlama da yalandır.

ON SEKİZİNCİ UYDURMA:CUMHURİYET’İN ELE GEÇİRİLMESİ

İddianame’de şöyle yazıyor: “Tuncay Güney, Doğu Perinçek’e giderek, Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun emri olduğunu, gazetenin alınması için Kemal Özden’den 3 milyon Dolar alınmasını görüştüklerini” (İddianame, s Tuncay Güney ile Mülakat, s. 55) Org Hüseyin Kıvrıkoğlu, çok değerli bir komutandır; Genelkurmay Başkanı’dır. Kesinlikle böyle kanunsuz işler yapmaz. Ben İşçi Partisi Genel Başkanıyım. Bana Cumhurbaşkanı dâhil kimse emir veremez ve vermemiştir. Herkes bunu bilir. Rahmetli Kemal Özden’in servetinin hepsini de toplasanız, 3 milyon Doları bulmayacağı hemen saptanır. Cumhuriyet gazetesinin bedeli ise yüz milyonlarla ölçülür. Kaldı ki, Ergenekon belgeleri denen yazılarda, Cumhuriyet ve Ulusal Kanal’a karşı operasyonlar düzenlemekten söz edilmekte ve düşmanca ifadeler kullanılmaktadır. Bu konu Belgeler bölümünde geniş olarak ele alınacaktır.

ON DOKUZUNCU UYDURMA:

DOĞU PERİNÇEK AYDIN DOĞAN’DAN VELİ KÜÇÜK ALEYHİNE YAYIN YAPMAMASINI İSTEDİ

(İddianame, s. –) Savcıların mabudu olan Tuncay Güney’in ayetlerinden biri de budur. Uyarıyorum! Tuncay Güney, Abdullah Gül-Tayyip Erdoğan yönetimi tarafından Türkiye’nin Başsavcısı haline getirilmiştir. Tuncay Güney, hiçbir yasayla, vicdanla, ahlakla bağlı olmayan bir Başsavcı olarak, insanları sürekli suçlamaktadır. Kanıt, muhakeme hiçbir şey gerekli değil. Tuncay Güney’in ayetleri tartışılmaz hüküm haline getirilmiştir. Mevcut ABD güdümlü Mafya-Tarikat rejimi, bir iftira merkezi kurmuş, başına kendilerine çok yakışan Tuncay Güney’i oturtmuştur ve onun aracılığıyla sürekli olarak insanlara suçlamalar yöneltmektedir. Ve bu iftira üretiminin hiçbir yaptırımı yoktur. Savcılık, Mahkeme salonunu, psikolojik savaşta kullandıkları bir atış poligonuna, insan onurunun boğazlandığı bir mezbahaya çevirmektedirler.

YİRMİNCİ UYDURMA: PERİNÇEK, ALEMDAROĞLU, İLSEVER GÖZALTINA ALINMASALARDI KAÇACAKLARDI

Hannover şehrinde, Almanya’daki Türk toplumu örgütleri ile Talat Paşa Komitesi önderliğinde Ermeni Soykırımı yalanına karşı bir toplantı yapılacağı aylar öncesinden ilan edilmişti. Çalışmalar yürütülmüştü. Bu toplantıda Denktaş, Perinçek ve Alemdaroğlu’na cesaret ödülü verileceği de yine kamuoyuna duyurulmuştu. Bu konuda program ve bilgileri içeren 16 Mart tarihli Aydınlık’ta çıkan haberi sunuyorum.

YİRMİ BİRİNCİ UYDURMA: DOĞU PERİNÇEK GEÇMİŞTE YAZDIĞI KİTAPLARDA “ERMENİ SOYKIRIMI”NI SAVUNUYORDU

(İddianame, s. ) Savcılar, yalanın altına imza atmışlardır. Bu gerçek, onların imzalarının güvenilirlik derecesini ve değerini gösterir. Bu iddiayı ortaya atanlar, yazdığım kitaplardan kanıt göstermek zorundadırlar.

FİİLLERİN TOPLU DEĞERLENDİRMESİ

1. BİLECİK TOPLANTISI: UYDURMA 2. VELİ KÜÇÜK TALİMATI: UYDURMA 3. PERİNÇEK VE ARKADAŞLARI HAZIRLADI: UYDURMA 4. “ARZ EDERİM” İFADESİ: SAHTECİLİK 5. KUZEY IRAK’A SİLAH: HAİNCE UYDURMA 6. KIRIKKALE SABOTAJI: HAİNCE UYDURMA 7. PERİNÇEK PKK KURUCUSU: İFTİRA SUÇU 8. GENELKURMAY-PKK GÖRÜŞMELERİ: HAİNCE UYDURMA 9. PERİNÇEK’E PKK MEKTUPLARI: İFTİRA SUÇU MERSİN MİTİNGİ’NDE PKK İLE İŞBİRLİĞİ: İFTİRA SUÇU PERİNÇEK’İN ÖCALAN İLE RÖPORTAJI: İFTİRA SUÇU DEVLETİN YENİDEN YAPILANMASI BELGESİNDE “HAİNİ ÖLDÜR” EMRİ: UYDURMA YURTDIŞINDA TOPLANTI: YALAN PERİNÇEK DEVLET TANITMA FONUNDAN – MİLYAR ALDI: YALAN PERİNÇEK SADDAM’A MESAJ GÖTÜRDÜ: YALAN ULUSAL KANAL’I ERGENEKON KURDU: YALAN PERİNÇEK ULUSAL KANAL’A AVRUPA’DAN MİLYAR GETİRDİ: YALAN PERİNÇEK’İN ORG. KIVRIKOĞLU’NUN TALİMATIYLA CUMHURİYET GAZETESİNİ ELE GEÇİRME GİRİŞİMİ: YALAN PERİNÇEK AYDIN DOĞAN’DAN VELİ KÜÇÜK ALEYHİNE YAYIN YAPILMAMASINI İSTEDİ: YALAN PERİNÇEK, ALEMDAROĞLU VE İLSEVER YURTDIŞINA KAÇACAKLARDI: YALAN PERİNÇEK GEÇMİŞTE KİTAPLARINDA “ERMENİ SOYKIRIMI”NI SAVUNUYORDU: YALAN

İşte Tuncay Güney’in “Samimi beyanları” bunlar! Tuncay Güney’i “samimi” bulanlar, Ergenekon Savcıları! Tuncay Güney’in samimiyet anlayışı ile Savcı Zekeriya Öz’ün samimiyet kavramları birbirine uyuyor. Tuncay Güney’in “Samimi beyanları”, İddianame’de Samimi uydurmalara, Samimi iftiralara, Samimi yalanlara dönüşüyor. Samimiyet bir kültürdür. Ortaçağ’ın derebeylik ve şeyhlik kültüründe samimiyet olmaz, ikiyüzlülük, entrika, iftira ve yalan vardır. Son örnek: ABD güdümlü Haçlı İrtica’nın Nâzım Hikmet’in “itibarını iade” riyakârlığıdır. ABD’nin Sözleşmeli Personeli, Fethullahçı takımı, Nâzım Hikmet’in ölüsünü çok seviyor! Ama dirisini hapislere atıyor! Tuncay Güney’in samimiyeti ile onu samimi bulan savcıların samimiyetleri birbirine çok benziyor ve birbirine çok yakışıyor. Tuncay Güney ve İddianameyi yazanlar, aynı tertibin içinde bütün samimiyetleriyle buluşmuşlard

Ergenekon Davası! Her şey bu gecekonduda başladı!

Bombaların sahibi emekli Astsubay Oktay Yıldırım, Türk Ortodoks Kilisesi sözcüsü Sevgi Erenerol, avukat Kemal Kerinçsiz, gazeteci Güler Kömürcü, Sedat Peker, Taner Ünal, Fuat Turgut, Sami Hoştan ve birçok kişi gözaltına alındı. 

Ergenekon Davası Her şey bu gecekonduda başladı

1. İDDİANAME

İlk iddianame 25 Temmuz tarihinde kabul edildi. Emekli Tuğgeneral Veli Küçük, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, eski İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu, Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi ve Başyazarı İlhan Selçuk, Sedat Peker, Sami Hoştan ile bazı emekli askerler ve İşçi Partisi (İP) yöneticilerinin de aralarında bulunduğu 46’sı tutuklu 86 sanık hakkındaki iddianame 2 bin sayfaydı.

İlk duruşma Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi’nde 20 Ekim tarihinde yapıldı.

2. İDDİANAME

Yargılama sürerken genişleyen soruşturma için sayfalık ikinci iddianame İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nce 25 Mart tarihinde kabul edildi.
İddianamede emekli orgeneraller Şener Eruygur, Hurşit Tolon, emekli Tuğgeneral Levent Ersöz, gazeteciler Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, eski Ankara Ticaret Odası Başkanı CHP Milletvekili Sinan Aygün, eski İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Adil Serdar Saçan, eski Esenyurt Belediye Başkanı Gürbüz Çapan, sanık olarak yer aldı. 19’u tutuklu, 36’sı tutuksuz ve firardaki Turan Çömez hakkında dava açıldı.

3. İDDİANAME

37’si tutuklu 52 sanık hakkında hazırlanan 3’üncü Ergenekon iddianamesi de 5 Ağustos tarihinde kabul edildi. Eski Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri emekli Orgeneral Tuncer Kılınç, emekli Orgeneral Kemal Yavuz, eski Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal, eski İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz, eski Özel Harekât Dairesi Başkanvekili İbrahim Şahin ve yazar Yalçın Küçük sanıkları arasındaydı.

Ergenekon soruşturması kapsamında hazırlanan ‘İrtica ile Mücadele Eylem Planı’ iddianamesi 20 Ekim ’de kabul edildi. Planın emekli Albay Dursun Çiçek tarafından hazırlandığı öne sürüldü.

BAŞBUĞ TUTUKLANDI

İnternet Andıcı’na ilişkin 22 sanıklı iddianameyi ‘İrtica ile Mücadele Eylem Planı’ davasıyla birleştiren mahkeme, belgelerde adı geçen eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ hakkında suç duyurusunda bulundu. Başbuğ, 6 Ocak tarihinde tutuklandı.

27 Nisan tarihinde ilk iki Ergenekon davası birleşti. İlerleyen dönemde, Ergenekon ana davasıyla 23 iddianame birleştirildi.

Tutuklu iş insanı Kuddusi Okkır hastalığının son evresindeki sağlık sorunları nedeniyle tahliyesinden sonra, tutuksuz sanık İlhan Selçuk, tutuksuz sanıklarından Engin Aydın ve Murat Özkan da yine savunmalarını yapamadan yaşamlarını kaybetti.

‘Gizli tanılık’ uygulaması ilk kez bu davayla başladı. Davada 31’i gizli tanık olmak üzere tanığın beyanı alındı.

CEZA YAĞDI

Özel yetkili İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 5 Ağustos tarihinde eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ’u müebbet, Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’i ağırlaştırılmış müebbet, emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ü iki kez ağırlaştırılmış müebbet, diğer sanıklar da çeşitli oranlarda hapis cezasına mahkûm etti.
m Bazı sanıklar gerekçeli kararın yazılmasının 7 ay sürmesi nedeniyle Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuruda bulundu. AYM sanıkların haklarının ihlal edildiğine hükmedince bazı tutuklu sanıklar tahliye edildi.

Temyiz duruşmaları 6 Ekim ’te başladı. Yargıtay 16’ncı Ceza Dairesi, 21 Nisan ’da, eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un Yüce Divan’da yargılanması gerektiği yönündeki itirazı haklı buldu.

VARLIĞI İSPAT EDİLEMEDİ

Düşme, ayırma ve beraat kararlarının ardından mahkeme heyetince dava, sanık üzerinden görülmeye başlanmış ve 11 Eylül ’deki duruşmada verilen birleştirme kararlarıyla sanık sayısı ’e çıkmıştı. 30 Kasım tarihinde mütalaasını açıklayan savcılık, ‘Ergenekon silahlı terör örgütünün varlığının, kesin ve inandırıcı delillerle kanıtlanamadığı, bu nedenle de varlığı kanıtlanamayan örgütün liderliği, üyeliği ve örgüt adına suç işlenmesinin de söz konusu edilemeyeceği anlaşılmıştır. Bu haliyle bu dava kapsamında kovuşturmaya konu edilen ‘Ergenekon’ adlı bir terör örgütünün varlığı ispat edilememiştir” denilmişti.

SAVCI VE HÂKİMLERİNE FETÖ DAVASI

‘Ergenekon’ soruşturmasını yürüten ve meslekten ihraç edilen savcılar Zekeriya Öz ve Fikret Seçen, FETÖ soruşturmaları kapsamında firari olarak aranıyor. Bir dönem soruşturmaya bakan firari sanık Cihan Kansız hakkında da FETÖ üyeliğinden dava açıldı.

Dönemin özel yetkili İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde dosyaya bakan hâkimler Hüseyin Özese, Hüsnü Çalmuk ve Sedat Sami Haşıloğlu hakkında FETÖ üyeliği suçundan dava açıldı. Özese ve Çalmuk tutuklu bulunurken, Haşıloğlu hâlâ aranıyor.

Davaya duruşma savcısı olarak giren Mehmet Ali Pekgüzel ve Nihat Taşkın da FETÖ davaları kapsamında tutuklu bulunuyor. (Hürriyet)

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır