fındık kabuğundan küçük kale kapısından büyük / KAN KIRMIZI SÜT BEYAZ… – YÜZAKI DERGİSİ – YÜZAKI YAYINCILIK

Fındık Kabuğundan Küçük Kale Kapısından Büyük

fındık kabuğundan küçük kale kapısından büyük

KAN KIRMIZI SÜT BEYAZ&#;

M. Ali EŞMELİ [email protected] [email protected]

Masanın üstünde imtihan kâğıdı, kalem ve cevap anahtarı bir aradaydı. Kalem, sorulara baktıkça kan-ter içinde kalıyordu. Öyle zor ve ağır sualler vardı ki değme bilginler bile işin içinden çıkamazdı. Hele hiç duymadığı ve görmediği sualler tam bir ıstıraptı. Dertli dertli of çekti imtihan kâğıdına doğru. İçten içe isyanla doluyordu bu hâle. Düzgün boyu, kederinden dolayı eğrilmeye başlamıştı. Tam bu esnada sual kâğıdı devreye girdi:

–Ey kalem, nedir bu hâlin?

–Bir de soruyor musun? Biliyorsun ki bütün çektiklerim senin yüzünden.

–Kör olma! Sualleri soran ben değilim.

–Ne olursa olsun böyle ağır ve bilinmez sual olur mu?

–Ne diyorsun? Bu suallerin hiçbiri zor değil ki!..

–Nasıl zor değil! Baksana şunların giriftliğine!

–Ey kalem gözünü aç! Kendi körlüğünün kurbanı olma. Görmüyor musun ki bendeki her suâlin cevabı yanımızda. Cevap anahtarına baksana!

–Benimle dalga geçme. Cevapları yanına konulmuş bir imtihan mı olur?

–Olur tabiî ey kalem, imtihan edenin merhameti bu.

–Bana bak ey sual kâğıdı, beni aptal mı zannediyorsun? Ortada bir imtihan varsa cevap kâğıdı onun yanına konur mu? Suâli soran kopya hazırlar mı hiç?

–Anlasana! Bu imtihanın püf noktası burası.

–Allah Allah!

–Evet, tek püf nokta burası. Yani senin zor sandığın en okkalı suallerin bile cevabı işte!

–Gerçekten de öyle&#;

–Eh, o zaman artık mesele tamam. Derde, kedere paydos!

–Doğru, ben de boşuna düşüne düşüne zaman kaybetmişim. Bunlar tık tık iki dakikada yazılır biter yahu. Anlamaya bile gerek yok.

–Aynen öyle.

–O hâlde artık rahat bir nefes alabilirim. Aceleye de gerek yok. Diğer işlerimi de yapabilirim artık.

Bu konuşulanları sessizce dinleyen cevap kâğıdı nihayet söze karıştı:

–Ey kalem kardeş! Sual kâğıdının dedikleri doğru. Senin anladığın da. Ancak bir püf nokta daha var.

–Of şu püf noktalar! Daha ne var ki!

–Bendeki cevapları bir çırpıda yazacağını zannetme. Bu iş, çok kolay, ama ömürlük bir iş. Nasılsa cevaplar belli, rahat olduğum bir gün cevaplarım diye ertelersen, sonradan vaktin yetmez de bile bile boş kâğıtla mahkemeye çıkarsın! Orada da artık ne kadar yansan yakılsan nâfile olur!

–Abartıyorsun; şu hazır cevapları yazmak ne kadar vakit alır ki?

–Ama imtihan saati, nicelerine yetmedi.

–Yahu niye yetmesin?

–Çünkü cevap anahtarı el altında olduğu için imtihanı yapan irade, istediği bir yerde âniden imtihanı kesiyor. Sen daha vakit var derken, bir saniye bile vaktin kalmıyor. Herkesin dakikası ayrı, saniyesi ayrı bir zamanda bitiyor. İşte cevapları fark edip de yazamayanların aldandığı nokta burası&#;

–Doğru ama, yine de belli olur canım, bitiş vakti.

–Sen bilirsin.

–Olur olur, anlarım ben.

–Bir şey daha var.

–Nedir o?

–Hani başka işler dedin ya.

–Evet.

–İşte o da ayrı bir püf nokta. Çünkü başka işlere koştururken bir de bakıyorsun ki cevapları yazacak mürekkebin kalmamış! İşte o zaman da vah başa gelene! Cevaplar karşında, fakat bir satır bile yazamıyorsun!..

Bu hatırlatmalar üzerine kalem, çatlayacak bir hâl içinde damar damar titredi. Biraz da bozulmuştu cevap anahtarına:

–Ey cevap anahtarı! İçime durduk yerde ne diye karamsarlık soktun? Seni fark etmeden önce beni onca terleten sual kâğıdı bile bu kadar yıldırmadı.

–Böyle dersen, senin hâlinden korkulur ey kalem.

–Niyeymiş o?

–Çünkü imtihanda olduğunu unutuyor gibisin. Bitiş zili seni gafil yakalayabilir!

–Merak etme! Ben zil çalarken bile bütün sualleri cevaplamayı yetiştiririm.

–Sen bilirsin.

–Hâlâ iğneleme. Diğer işlerimin ne kadar mühim olduğunu biliyor musun sen? Bilmiyorsun ve anlamıyorsun. Onlar benim hayallerim, heveslerim, dünyadaki geleceğim.

–Sonra?

–Sonrayı da düşünüyorum elbette. Ama önce şu şu işleri yapmalıyım. Karizmam buna bağlı. İstediğim yerlere ulaşmak için başkaları da önüme bir sürü imtihan koyuyor. Onları hele bir aşayım da bunu rahat rahat cevaplarım.

Son sözler üzerine kaleme, başlangıçta güzelce akıl veren ve telâşını gideren sual kâğıdı bu sefer acı bakışlarla masada sıçradı:

–Hey kalem! Hey kalem! Aklını başına al! Kendine yazık ediyorsun. Sen hâlâ bendeki sualleri de anlamamışsın ve cevap anahtarını da görmüyorsun! Ben az evvel dediklerimi seni daha da gevşetmek ve gafletine kapı açmak için mi söyledim zannettin. Yazık çok yazık!

Kalem şaşırdı:

–Bu ne demek şimdi? Seni de görüyor ve anlıyorum, cevap anahtarını da işte. Kendi gerçeklerime göre de güzel, faydalı ve mantıklı bir cevaplama plânı da yaptım. Ne var bunda?

–Ne olduğunu söyledik.

–Söyledikleriniz benim her şeyimi kuşatmıyor. Onun için size de hak vermekle beraber kendi bildiğim gibi yapmak zorundayım. Hem&#;

Kalem daha konuşacaktı ki&#;

Acı bir zil sesi çaldı.

Eyvah!

İmtihan süresi bitmişti.

Kalem, şoklanmış bir telâşla ortadan çatladı.

Eyvah! Her şey bitmişti!

Çırpındı.

Hemen sualleri ve cevapları okuyup da yazmak için hamle yaptı.

Cevap anahtarından sadece bir harf okuyabilmişti. İmtihanı yapan irade masadan hızla çekmişti onu.

Kalem, korku içerisinde; «Hiç cevaplayamamaktansa bari bu harfi yazayım!» diye bir hamle daha yaptı.

Heyhat!

Yazacağı kâğıt da alınmıştı önünden&#;

Derin bir pişmanlık içinde; «Âh ben ne yaptım?» dedi ve olduğu yerde yığıldı kaldı&#;

Temsîlî bir şekilde anlatmaya çalıştığım bu hikâye, aslında insanın hayat macerası. Kısa bir özet hâlinde. İnsan hem görüyor hem de görmüyor bu gerçeği.

Çünkü imtihan cevaplı.

Cevaplı olunca, olması gerekenin dışında da kendinde bir emniyet ve güven hissediyor. Hâlbuki zararlı güven, başa belâ. Cevaplı imtihan, idrak edilmeyince cevapsız kalan imtihana dönüşüyor.

Şöyle bir bilmece var:

“Kan kırmızı, süt beyaz, fındık kabuğuna sığar, kale kapısına sığmaz!”

Sorduklarımın çoğu bilemiyor. Uzun uzun düşünüyor. Cevap yine yok. Arıyor arıyor yine yok. Sonunda cevabı benden istiyor.

Niye?

Çünkü cevabı suâlin dışında arıyor. İçinde arasa, bulacak. Fakat bu ihtimal, aklına gelmiyor.

İlk bakışta gelmemesi de normal görünüyor.

Çünkü herkes, ilk bakışta cevap içindeyse suâle ne gerek, diye düşünür.

Fakat öyle değil işte. Bilâkis bir şeyin sual olması için cevap onun içinde olmalı. En azından verileri onun içinde olmalı. Ya da hiç olmazsa, cevapla irtibat noktaları mutlaka olmalı. Çünkü cevap suâlin içindeyse o zaman sual, doğru bir sual olur. Değilse karmaşadan ve saçmalıktan başka bir şey olmaz.

Dolayısıyla;

Hem bu açıdan hem de kullarına çok merhametli olduğu için Cenâb-ı Hak, bütün imtihanları en doğru cevap anahtarı ile beraber takdir etmiştir. Tâ ki kullar ebediyet hayatını kolayca kazansın, kurtuluşları hüsrana dönüşmesin.

Tabiî;

Bu meseleyi hayli derinden ele alıp idrak etmeli.

Dikkat edin;

Hastalık da böyle.

Merhametli Mevlâ’m, her hastalığı da şifası ile birlikte veriyor. Biz bilelim bilmeyelim, bulalım bulmayalım her derdin devası mutlaka mevcut. O da, tamamıyla derdin içinde veya en azından yanında. Çünkü hastalıktaki murâd-ı ilâhî, kulun eziyet çekmesi değil, idrakinin daha fazla açılıp Hakk’a daha çok yakın olmasını arzu etmek gibi yüce bir rahmet ve şefkat. Böyle olunca hastalık; hem sıhhatin kadrini, hem insanın haddini, hem de Allâh’ın yüceliğini, nimetini, şefkatini ve şâfî/şifâ verici sıfatını tam kavrayabilmek için yegâne vesile.

Fakat bu hikmet anlaşılmayınca;

Kimi idrakler tıkanıklıktan tıkanıklığa, hattâ Allah muhafaza isyana düşmekte.

Yani;

Cevaplı sualleri, o kadar çok bilemeyenler çıkmakta ki&#;

Neticede;

Her noktası ve virgülü cevaplı olan bu dünya imtihanı, gaflet sebebiyle insanların en çok şaşırdığı ve yanıldığı bir imtihan olmakta&#;

Ne garip bir gaflet!

Bir gaflet ki;

Hangi alana dalsa, orada da aynı garâbet karşınıza çıkıyor.

Meselâ insan eğitiminde.

Bugün;

Eğitimde yaşanan problemlerin bütün çözümleri aslında tamamen bizde. Hem de tarihî ispatlarıyla elimizde ve kendimizde. Kendi kültür, inanç, medeniyet ve gerçeğimizde. Fakat bunu bir türlü görmeyip de o çözümleri başkalarının çöplüğe düşmüş prensiplerinde aramak, en tuhaf gaflet! Çünkü bu, sualleri de cevapları da öldüren bir yaklaşımdan başka bir şey değil&#;

Yazık değil mi?

Yazık!

Emeğe de nesle de yazık!

Biraz gerçeğe bakmalı. Ama net bakmalı. Görülecektir ki:

Fındık kabuğuna sığar, kale kapısına sığmaz!

han kapısından sığmaz fındık kabuğuna sığar

  • bir bilmece gibi gözükmekle birlikte, sadece doğru bir durumu dile getiren cümle. denendiğinde gerçekten de han kapısından sığmayacak, fındık ise kabuğuna rahatlıkla girecektir.

  • totolojik bir onermedir.

  • cok pahali bir sigar (bkz: cigar) turu. han kapisindan sigmayacak buyuklukte bir findik alinir, kabugu komprese edilerek sarma kagidi haline getirilr, icine tutun konup durulur, afiyetle icilir.

  • walt disneyin eski çizgifilmlerinde vardır böyle objeler
    örneğin 7 cücelerin evi dışardan bakıldığında anca fındık kabuğuna sığar ama içeride cücelerin 1/4lerini bile dolduramadığı 7 hayvan yatak olan odalar vardır
    e haliyle bunlar değil han kapısından sığmayı hana bile sığmayacaktır
    azıcık anakronist olsaydı disney o evdeki tvler süper olurdu herhalde

  • bir bilmecedir. sanırım doğu karadeniz yöresine özgüdür.
    50 karakter sınırına sığmayan devamı şöyledir:

    kan kırmızı süt beyaz
    fındık kabuğuna girer
    han kapısına sığmaz
    dik durur otlar

    (bkz: yürüyen merdiven otomatik çalışır) ibaresi de olsa olsa bunun eksik kalan bir halkasıdır.

  • bir de şöylesi var:
    karşıdan bir ay doğdu
    işığı ışığını boğdu
    anası beşikte iken
    kızı oğlan doğurdu

  • türkçe'nin yanlış kullanımına örnektir. atalarımızdan gelen hali şu şekildedir: "han kapısına sığmaz, fındık kabuğuna sığar."

  • (bkz: girerken han kapısı çıkarken iğne deliği)

  • nest...

    batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir