Urfa’da bir çocuk öldü. 12 yaşındaydı. Adı Abdülbaki Dakak’tı.
\n13 Haziran’da onun hakkında \"kayboldu\" dendi. Bir gün sonra cansız bedeni bulundu. Menzil tarikatı mensuplarının kurduğu Semerkant Vakfı’na ait olduğu söylenen bir medresenin yanındaki ahırda asılıymış.
\n\"İntihar\" demişler. Birileri olayı kapatmaya, diğerleri aydınlatmaya çalışıyor.
\nUrfa Ceylanpınar’da yaşayan ailesi, Abdülbaki’yi, oradan km uzaktaki medreseye göndermiş. Çocuk daha önce medreseden iki kez kaçmış ama ailesi onu zorla geri göndermiş.
\nBu tür kaçak Kuran kurslarına gönderilen çocukların sayısı yüz binlerle ölçülüyor.
\nAbdülbaki’nin başına gelenler ortaya çıkarılır mı? Söylemesi zor.
\nİsteseler çıkarılır. Korkmasalar konuşurlar. Korkmazsalar konuştururlar.
\nKorkan insanların çoğuna baksanız dürüst ve namuslu dersiniz. Kendilerine sorsanız hepsi vicdanlıdır.
\nAma korkunun olduğu yerde vicdan yaşayabilir mi, orası kuşkulu…
\nCeylanpınar dedim de aklıma bir kez daha Ceylan geldi, Kürt kızı Ceylan Önkol.28 Eylül yılında Diyarbakır’ın Lice ilçesindeki Şenlik Köyü'nde koyun otlatırken havan mermisinin patlaması sonucu paramparça olmuştu. Annesinin panik içinde kızının parçalarını topladığı yolunda haberler çıkmıştı. Olağan şüphe devlet tarafına işaret ettiği için, orada da korku duygusu vicdanların sesin bastırmıştı.
\nYaklaşık 12 yıl sonra İçişleri Bakanlığı \"yüzde 90 suçlu\" bulunarak Ceylan’ın ailesine bin TL tazminat ödemesine karar verilmişti (çocuğun \"yüzde 10’luk suçu\" neydi acaba?).
\nYa onun ölümünden 6 yıl sonra Şırnak’ın Cizre ilçesinde, sokağa çıkma yasağında vurulan ve cesedi kokmasın diye annesi tarafından iki gün buzdolabında saklanan 10 yaşındaki Cemile Cizir Çağırga'nın davası ne oldu?
\nBöyle listeler uzar da gider bu topraklarda…
\nGerçekleri söylemek cesaret ister. Güçlü otoritelere karşı çıkmak tehlikelidir. Onun için insanlar çoğu kez vicdanın değil korkunun sesini dinler.
\nYıllar önce Sovyetler’de Gorbaçov’un ilan ettiği \"perestroyka\" döneminde geçmişin devlet suçları ortaya çıkarılmaya başlanmıştı. \"Rehabilitasyon emri\" devletin tepesinden gelince korkanların sayısı azalmıştı tabii.
\nAma yine de özellikle yaşlılar arasında \"gün olur devran döner\" denerek bu konuya temkinli yanaşanlar ve ölenlerin hukuki haklarının teslim edilmesi çabasına katılmayanlar çoktu.
\nBir keresinde iki ihtiyar komünistin tartışmasına kulak misafiri olmuştum. Biri \"KGB değişse de hâlâ varlığını koruyor, ne olur ne olmaz, karışmayalım böyle işlere\" diyordu. Öteki ise gerçek anlamda ahlaklı ve vicdanlı birinin artık korkmaması ve susmaması gerektiğini haykırıyordu:
\n\"Bıktık hayatımız boyunca korkmaktan. Yeter artık! Bütün korkularımızdan arınma zamanı geldi!\"
\nDiğerinin ona verdiği cevabı not almıştım:
\n\"Korku sandığın kadar kötü değildir. İnsanın kötü isteklerini sınırlar. Devletten, Tanrı’dan, karından, işini ve sağlığını kaybetmekten korkmasan kim bilir ne hatalar yapardın. Ahlakını büyük ölçüde korkularına borçlusun\"
\n80’li yılların ikinci yarısıydı. Leningrad’da, Gazetecilik Fakültesi’nde okuyorduk.
\nSınıf arkadaşım Vera’nın kocası Anton bir türlü bir baltaya sap olamamıştı. İçkiye ve maceraya bayılır, sık sık kavga ederdi. Kızcağız evi geçindirmek için okuldan sonra çalışır, iki çocuğunun dışında bir de kocasına bakardı.
\nBir gün şaşırtıcı bir haber aldık: Anton nihayet bir iş bulmuştu. Milis (polis) olmuştu.
\nUfak bir kutlama düzenlediler. Anton’un yine kafayı bulması sonucu kutlama kısa sürede çığırından çıktı.
\n\"Komunalka\" denilen ve farklı aileleri aynı mutfağa, aynı banyoya ve aynı tuvalete mahkûm eden üçüncü sınıf otel tipindeki Sovyet evlerinden birindeydik. (Hâlâ bu tür evlerde yaşayan birçok Rus var.)
\nYine bizim sınıftaki Nadya, aynı zamanda karı kocanın komşusuydu. Bir ara Anton’u uyarmak istedi. Tartıştılar.
\nAnton çekmeceden çıkardığı çiçeği burnunda tabancasıyla \"şakacıktan\" ateş etti. Nadya’nın çok sevdiği bir tablosu delindi. Kızlar ağlamaya başladı.
\nBu durumun Anton’u keyiflendirdiğini fark ettim. Keyfini daha da arttıran, erkeklerin kendine saygı ile korku karışımı bir tavırla yaklaşarak silahı bırakması için yalvarmalarıydı.
\nO an onun tam anlamıyla sarhoş olmadığı, yalnızca alkolün bastırılmış istekleri ortaya serecek kıvama ulaştığı kanısına vardım.
\nAz sonra mutfakta baş başa kaldık. O artık sarhoş bir ambalaj içine yerleştirdiği açık sözlülüğünün tadını çıkarıyordu. Şöyle diyordu:
\n\"İnsanlar kokuyla yaşıyor, korkuyla eğitiliyor. İçimizdeki en eski ve en derin duygu bu. Yıllarca pek çok insandan korktum. Şimdi benden korkacaklar! Üstelik belimdeki silah yasal! Onunla iktidarı elime aldığımı, sizin gibi nice okumuş gevezeden daha üstün olduğumu hissediyorum.\"
\nRoman Polanski’nin yönettiği, Franz Schubert’in Ölüm ve Kız (Death and the Maiden) eserinin müzikal fonunu oluşturduğu aynı adı taşıyan filmde, aslında pek de kötü bir insan sayılmayan DoktorRoberto Miranda, birdenbire nasıl korkunç suçlar işlediğini anlatır.
\nBir Güney Amerika ülkesinde diktatörlük sonrası dönemde, eski bir yeraltı savaşçısı olan Avukat Gerardo Eskobar, daha polis korkusunu yenemeden devlet başkanı tarafından insan hakları komisyonunun başına getirilmişti. Karısı Paulina Lorca, bir zamanlar Gerardo’yu ele vermemek için iki ay süreyle işkencelere dayanmıştır.
\nBu sıralarda Paulina’nın gözleri bağlıyken ona 14 kez tecavüz eden doktor, yıllar sonra bir gün tesadüfen evlerine gelir.
\nKadın, doktoru sesinden, konuşma tarzından ve kokusundan tanır. Silahını çekerek hemen oracıkta, kocasının yeni kariyerini ve tüm hayatlarını tehlikeye sokma pahasına bir mahkeme kurar.
\nÖnceleri inkâr eden doktor, filmin sonunda şu sözlerle gerçeği itiraf eder.
\n\"Gizli poliste çalışan kardeşimin ısrarlı önerisiyle, gözaltına alınanların ölmemesi için göreve başladım. Ve pek çok kişinin hayatını kurtardım.
\nSizler apaydınlık bir odada, gözleriniz bağlı ve çırılçıplak, bir masada işkence görürdünüz.Zamanla bu işten haz duymaya başladığımı fark ettim. İnsanların hoşuna gitmek amacıyla çaba sarf etmem, iyi ve kibar davranmam gerekmiyordu. İster acı verirdim, ister onlara sahip olurdum. O odada iktidar bendeydi.
\nElektrik verilmiş bir kadının bacaklarının arası hep kuru mu kalır, acaba orgazm olabilir mi, diye merak ederek size tecavüz ettim. Sonradan bu işten keyif duymaya başladım.
\nDoğrusu şimdi o günlerin geçmiş olmasına üzülüyorum.\"
\nAbdülbaki Dakak, Ceylan Önkol, Cemile Cizir Çağırga ve daha yüzlercesi…
\nHepsinin ailesi, akrabaları, arkadaşları vardı. Davalarıyla ilgilenen hukukçular, insan hakları savunucuları, onurlu devlet ve yargı mensupları… Bir de korkutan yüzlerce, binlerce kara vicdanlı var.
\nKorku çok güçlü bir duygu. Tarih boyunca birçok ülke bu duygu yardımıyla yönetilmiş. Bu duygu yüzünden ahlaktan ve vicdandan uzaklaşmış.
\nHesap çok basit: Vicdanlı ve cesur olup da can güvenliği ile özgürlüğünü savunamayanlar, kendi içlerinde kurdukları terazinin diğer kefesini seçiyorlar: Korku ve vicdansızlık ile ama birilerinin kendilerine ilişmeyeceği bir hayatın uzak bir köşesinde sessizce yaşayıp gitmeyi…
\nKimisi bu tercihinden dolayı acı çekiyor… Kimisi de durumu kabulleniyor.
\nHatta bu şerden hayır çıkarmaya deniyor.Yıllar öncesinden ihtiyar bir ses hâlâ kulağımda yankılanıyor:
\n\"Devletten, Tanrı’dan, karından, işini ve sağlığını kaybetmekten korkmasan kim bilir ne hatalar yapardın.\"
\n\nHakan Aksay kimdir?\nHakan Aksay, 'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı. \nDoğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı. \nBu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu. \n'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve \"Puşkin madalyası\" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı. \n | \n
- tarihleri arasında Küçük Ek Tesis Çalışması nedeni ile
- tarihleri arasında Şebeke Bakımı nedeni ile
- tarihleri arasında Küçük Ek Tesis Çalışması nedeni ile
- tarihleri arasında Bakım Çalışması nedeni ile
- tarihleri arasında Küçük Ek Tesis Çalışması nedeni ile
- tarihleri arasında Küçük Ek Tesis Çalışması nedeni ile
- tarihleri arasında Bakım Çalışması nedeni ile
- tarihleri arasında Küçük Ek Tesis Çalışması nedeni ile
- tarihleri arasında Şebeke Bakımı nedeni ile
- tarihleri arasında Küçük Ek Tesis Çalışması nedeni ile
- tarihleri arasında Küçük Ek Tesis Çalışması nedeni ile
- tarihleri arasında Küçük Ek Tesis Çalışması nedeni ile
- tarihleri arasında Bakım Çalışması nedeni ile
- tarihleri arasında Bakım Çalışması nedeni ile
- tarihleri arasında Şebeke Bakımı nedeni ile
- tarihleri arasında Küçük Ek Tesis Çalışması nedeni ile
- tarihleri arasında Bakım Çalışması nedeni ile
- tarihleri arasında Bakım Çalışması nedeni ile
- tarihleri arasında Küçük Ek Tesis Çalışması nedeni ile
- tarihleri arasında Özel Elektrikçi Mühendis Çalışması nedeni ile
- tarihleri arasında Özel Elektrikçi Mühendis Çalışması nedeni ile