kpss çağdaş türk ve dünya tarihi pdf / ÇAĞDAŞ TÜRK VE DÜNYA TARİHİ ÖZET NOTLARI

Kpss Çağdaş Türk Ve Dünya Tarihi Pdf

kpss çağdaş türk ve dünya tarihi pdf

Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi Ders Notları için tıklayınız.

Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi Ders Notları pdfiçin tıklayınız.


ÇAĞDAŞ TÜRK VE DÜNYA TARİHİ

1.ÜNİTE: XX. YÜZYIL BAŞLARINDA DÜNYA

1. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ()

Sebepleri:

a-Almanya’nın siyasi birliğini tamamlayarak, sömürgecilikte İngiltere’ye rakip olması 

b -Fransa ve Almanya arasındaki Alsas-Loren bölgesi meselesi(Fransa’nın Sedan Savaşı’nda kaybettiği bu bölgeyi geri almak istemesi)

c-Balkanlarda Avusturya-Macaristan Rusya rekabeti

d-İtalya’nın Akdeniz’de hakimiyet kurma isteği e-Çıkar çatışmalarının bloklaşmaya (Üçlü İtilaf ,Üçlü İttifak )ve silahlanmaya yol açması f-Osmanlı Devleti’ni paylaşma isteği

g-Avusturya-Macaristan veliahdının bir Sırplı tarafından öldürülmesi

SAVAŞIN BAŞLAMASI

28 Haziran ’te Saraybosna’ da Avusturya-Macaristan veliahdının bir Sırplı tarafından öldürülmesiüzerine Avusturya Sırbistan’a savaş ilanı etti. Rusya’nın da Sırbistan’ın yanında yer alması ile karşılıklı savaş ilanları I. Dünya Savaşı’nı başlattı.

Savaş başladıktan sonra tarafsız-lığını ilan eden İtalya yılında İtilaf Devletleri’ne katıldı. Uzak Doğuda Japonya Alman sömürgelerini ele geçirdi. Komünist ihtilali sebebiyle Rusya savaştan çekilmek zorunda kaldı ().

Aynı yıl Alman denizaltılarının A.B.D ticaret ve yolcu gemilerine saldırmaları dolayısıyla A.B.D savaşa İtilaf Devletleri’nin yanında dahil oldu.

Bu olaydan sonra savaş İtilaf Devletleri’nin lehine dönmüştür. Almanların Batı cephesi çöktü. Diğer cephelerde de alınan başarısızlıklarla İttifak Devletleri birer birer savaşı terk etmek zorunda kaldılar.

MONROE DOKTRİNİ
     ABD başkanı Mon­roe, kongrede yaptığı konuşmada dev­letin dış politikasını şu esaslara dayan­dırıyordu ():

ABD, Avrupa devletlerinin Ameri­ka kıtasında yeniden sömürgecilik ha­reketlerine girişmelerine ve kendi sis­temlerini kıtanın herhangi bir yerinde uygulamak için yapacakları girişimlere izin veremez.

ABD, Avrupalı güçlerin arasında bunları ilgilendiren soruna, savaşlara ve politikalara karışmamayı esas alır.

Bu esaslarla aBd, Avrupa'nın kendi kıtasına karışmamasını, buna karşılık kendisinin de Avrupa sorunları ve diplomasisinden uzak durmasını yani kıtasına kapanarak yalnızlık (infirat) politikasına dönmesini sağlamış oldu.

2. Paris Barış Konferansı

Paris Konferansından galip devletlerin beklentileri:

ABD

Milletler Cemiyetinin kurulmasını sağlayarak yalnızlık politikasına dönmek.

Fransa

Çıkarlarını en iyi şekilde gerçekleştirmek,  Almanya'nın bir daha Avrupa dengesini bozmasını önlemek.

İtalya

Avusturya ve Anadolu’dan bazı toprakları almak.

Sırbistan

Akdeniz'e çıkmak,

Japonya

Çin'den topraklar almak.

İngiltere

Barış düzeninde kendi menfaatlerini en iyi şekilde gerçekleştirmek, Almanya'nın denizlerdeki gücünü azaltıp sömürgelerini ele geçirerek Almanya'yı etkisiz hâle getirmek.

Konferansın çalışmaya başlamasından sonra ABD'nin iste­ğine uygun olarak Milletler Cemiyetinin statüsünün belirlenme­sine öncelik verildi. İstediğini elde eden ABD yalnızlık politikasına geri döndü. İngiltere ve Fransa bundan yararlanarak Wilson Prensiplerini dikkate almadan kendi çıkarları doğrultusunda barış şartlarını belirlemeye çalıştı. İlk antlaşma Almanya ile yapıldı.

3. Birinci Dünya Savaşı Sonunda Yapılan Antlaşmalar

Dünya Savaşı Sonunda Yapılan Antlaşmalar 3 Mart 'de Sovyet Rusya ve Almanya arasında Brest Litovsk Antlaşması imzalanırken Avusturya-Macaristan, Osmanlı Devleti ve Bulgaristan da görüşmelere katıldı. Buna göre Sovyetler; Polonya, Litvanya, Estonya, Letonya, Ukrayna, Finlandiya'dan çekilecek ve buraların geleceğini İttifak Devletleri belirleyecekti. Ayrıca Rusya; Kars, Ardahan ve Batum'u Osmanlı Devletine geri verecek ve Doğu Anadolu'dan çekilecekti.

İtilaf devletleriyle Almanya arasında Versailles (Versay); Avusturya ile Saint Germain (Sen-Jermen); Macaristan'la Trianon (Triyanon); Bulgaristan'la Neuilly (Nöyyi); Osmanlı Devleti ile Sevr antlaşması imzalandı.

İtilaf devletlerinin yenilen devletlerle imzaladıkları antlaşmaların ortak özellikleri; yenilen devletlerin topraklarını küçültmek, bazılarını işgal etmek veya yeni devletler kurmak; askerî sınırlamalar ve yasaklamalar getirmek; ağır savaş tazminatları ödetmek ve ekonomik yükümlülükler getirmek şeklinde sıralanabilir. Anlaşmaların ağır şartları II. Dünya Savaşı'na da zemin hazırlamıştır.

monash.pwi Dünya Savaşı’nın Sonuçları

I. Dünya Savaşı, Viyana Kongresi ile kurulan ancak bazı değişikliklere uğrayarak 'e kadar gelen Avrupa siyasi haritasının değişmesine ve güçler dengesinin yıkılmasına sebep oldu. Rusya, Osmanlı Devleti, Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorlukları yıkılarak yerlerine yeni devletler kuruldu. Avrupa'da İtilaf Devletleri lehine yeni bir siyasi harita ve güçler dengesi oluştu. Yıkılan imparatorluklardan doğan siyasi boşluğu, başta İngiltere olmak üzere Fransa, İtalya ve Japonya gibi devletler doldurmaya çalıştı.

I. Dünya Savaşı sonunda dünyanın bir daha böyle büyük felaketlerle karşılaşmaması için Milletler Cemiyeti kuruldu. Sömürgecilik, isim değiştirerek "manda yönetimi" adıyla daha da yaygınlaştı. Sömürge rekabeti Uzak Doğu'dan Orta Doğu'ya kaydı. Dünyada "milliyetçilik" düşüncesi güç kazandı, yeni millî devletler, yeni rejimler ortaya çıktı. Savaş sonrasında sınırların çiziminde etnik yapıya dikkat edilmemesi azınlıklar sorununu ortaya çıkardı. Savaşa katılan yaklaşık 65 milyon civarındaki askerin 9,2 milyonu öldü.

Özet

XIX. yüzyılın en önemli siyasal olayı hiç kuşkusuz İtalya ve Almanya’nın birliğini sağlamasıdır.Özellikle de, güçlü bir Almanya’nın ortaya çıkması ’den beri sürdürülen “AvrupaUyumu” nu bozmuş ve sonrasında Avrupa güç dengesini temelinden değiştirmiştir.Fransa ve Avusturya-Macaristan’ın Prusya’ya yenilmeleri bu iki devletin Avrupa’daki etkinliğiniazaltmış, Avrupa devletlerinin kendi aralarında kurdukları sömürgeci düzeni tehditetmeye başlamıştır.Almanya’nın Alsace-Lorraine bölgesini ele geçirmesi, Fransa ve Almanya arasında olduğukadar; Avrupa barışı için de devamlı bir tehlike oluşturan bir sorun yaratmıştır. Bu sorun vesömürgecilik çatışması bloklaşma hareketini doğurmuştur. “Üçlü İttifak” ve “Üçlü İtilâf”bloklarının kurulması ve silahlanma yarışının başlaması ise, uluslararası güvensizliği arttırmış,   yılları arasındaki dönemde çıkan her bölgesel bunalım İttifaklar arasındagenel bir çatışma tehlikesi yaratmıştır. İngiltere ve Almanya’nın önderliğini yaptığı bloklar,bu iki ülkenin çıkar çatışmaları yüzünden savaşa sürüklenmiştir.

B-SOVYET SOSYALİST CUMHURİYETLER BİRLİĞİ (SSCB), ORTA ASYA'DAKİ TÜRK DEVLET VE TOPLULUKLARI

1. Çarlık Rusyası'nın Yıkılışı ve Bolşevik İhtilali

Martında I. Dünya Savaşı'nın olumsuz etkileri çarlık yönetimi üzerinde kendisini gösterdi. Hayat şartlarının daha da ağırlaşması, yolsuzluk ve vurgunlar toplumun her kesiminden insanları çarlık yönetimini devirmeye yöneltti. Petersburg'da kadın işçilerin başlattığı grev kısa sürede yayıldı. Bu hareketi dağıtmakla görevli askerlerin de katılmasıyla bir devrime dönüştü. Zor durumda kalan Çar II. Nikola tahttan çekildiğini açıkladı. Duma (meclis) üyeleri tarafından kurulan geçici hükümet yetkiyi devraldı.

Önceleri geçici hükümeti destekleyen Bolşevikler, sürgündeki İlyiç Vilademir Lenin'in Petersburg'a dönmesiyle geçici hükümeti devirmeye karar verdiler. Geçici hükümet ciddi bir muhalefetle karşı karşıya kaldı. Savaş devam ederken toplumun barış arzusu yaygınlaşmış, ordudan kaçanların sayısı artmıştı. "Barış, toprak ve ekmek" vaat eden Bolşeviklere olan destek gittikçe arttı. Bu gelişmeler sonunda geçici hükümet devrilerek Bolşevikler yönetimi ele geçirdi (Ekim ).

Almanların büyük toprak talepleri karşısında çoğunluk savaşa devam etmeyi önerirken Lenin zaman kazanmak amacıyla 3 Mart 'de Brest-Litovsk antlaşmasını imzaladı. Dış güçlerin desteklediği Çar yanlısı Beyaz Ordu yeni yönetime karşı saldırıya geçti. Üç yıl süren bu iç savaş Bolşeviklerin zaferi ile sonuçlandı.

Yönetimde de eski Rus İmparatorluğu federasyona dönüştürüldü ve devlet 1 Ocak 'te Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) adını aldı.

'te Lenin'in ölümü ile iktidar mücadelesini kazanan Joseph Stalin, birinci beş yıllık kalkınma planını uygulamaya koyarak() Rusya'nın kendi öz kaynaklarıyla kalkınmasını sağlamayı amaçladı.

Tarım devrimini gerçekleştirmek için köylülerin küçük topraklarını makinelerle donatılmış büyük çiftlikler şeklinde birleştirerek "kolek­tifleştirme" politikası izledi. Tarımsal alandaki bu uygulamalar köylü tarafından büyük tepki ile karşılandı. Zorunlu kollektifleştirme sırasında izlenen sert politikalar dört milyon civarında köylünün ölümüne ve tarımsal üretimde düşüşe neden oldu.

Stalin döneminde toplum üstünde büyük bir baskı kuruldu, muhalifler tasfiye edildi. Eşitlik ilkesine dayanan resmî ideolojiye rağmen toplumda ve gelir dağılımında büyük bir eşitsizlik vardı. İşçilerin hayat standardına karşılık köylüler sefalet içindeydi. Aydınlar (yazar, sanatçı vb.) ile komünist parti yöneticileri birçok hizmetten parasız faydalanabiliyordu. 'dan itibaren toplumun tüm kesimleri için eğitim mecburi oldu. Bilim ve teknoloji alanında büyük ilerleme kaydedildi. Bu alandaki gelişmeler orduya da yansıdı. SSCB ordusu dönemin güçlü ordularından biri hâline geldi.

2-Rusların Orta Asya'yı İstilası

Altın Orda Devleti'nin yıkılmasıyla Kazan, Kırım, Ejderhan, Kasım ve Sibir gibi hanlıklar kurulmuştu. Bu hanlıklar önceleri Rus knezlerini zor durumda bırakmıştı. Aralarında birlik sağlayan Ruslar, Batı'nın askerî tekniğinden ve Türk hanlıklarının kendi iç müca­delelerinden faydalanmasını bildiler.

XX. yüzyılın hemen başında Çarlık yönetiminin baskıcı idaresi Türklerden başka Rus olmayan diğer milletleri de harekete geçirmiş ve İhtilali çıkmıştır. İhtilalden sonra Türkler millî kültürlerini geliştirme imkânı buldular. Bu sırada Yusuf Akçura ve İsmail Gaspıralı'nın çalışmalarının da etkisiyle 15 Ağustos 'te "Rusya Müslümanları I. Kongresi" gayrı resmî olarak toplandı. Türkler 'da Millî İstiklal Ayaklanması'nı başlattılar.

Çarlık yönetiminden sonra kurulan geçici hükümet, tüm halkların kanun önünde eşit olduğunu ilan etti. Türkler, politik ve kültürel alandaki çalışmalarını hızlandırdı. Mayıs tarihleri arasında "Bütün Rusya Müslü­manlarının I. Kurultayı" toplandı. Bir süre sonra başlayan Sovyet istilasına karşı Türk toplumları ayrı ayrı mücadele vermek zorunda kaldı.

3-SSCB Yönetimindeki Türk Topluluklarının Durumu

Geçici hükümeti deviren Bolşevik yönetimi, Orta Doğu, Güney Kafkasya, İran yöresinde etkili güç olan İngilizlerin desteklediği Türklerin ve diğer milletlerin giriştiği bağımsızlık hareketlerine engel olmak için onlara kendi kaderlerini tayin etme hakkı tanıdı. Bu karar Sovyet Rusya'nın o günkü şartlarda zaman kazanmak için uyguladığı bir oyalama politikasıydı. İlk olarak Tatar Türkleri, Ufa şehrinde 29 Kasım 'de "İdil-Ural Devleti"ni; Kazaklar, 13 Aralıkta "Alaş Orda Özerk Cumhuriyeti"ni yine aynı tarihlerde Hokand'da toplanan "IV. Müslümanlar Kongresi"nde de "Özerk Türkistan Cumhuriyeti"ni kurdular.

Sovyetler Birliği'nin kurulduğu dönemdeki karışıklıktan yararlanan Türkler, bulundukları bölgelerde bağımsız devletler kurmaya başladı. Başkurdistan Sovyet Cumhuriyeti, Harezm Halk Cumhuriyeti, Türkistan ve Kırgız muhtar cumhuriyetleri bunlara örnek verilebilir. Bu gelişmelerden rahatsız olan Sovyet yönetimi, yılının sonlarına doğru Türk devletleri üzerinde doğrudan hâkimiyet kurmaya yöneldi.

Çarlık Rusyası döneminde işgal edilen Türk; topraklarında asimilasyon (Ruslaştırma) politikası başlatıldı. İlk olarak Türkler Hristiyanlaştırılarak asimile edilmeye çalışıldı. Bu bölgede Rus okulları açılarak Türklerin kültür ve dillerinin değiştirilmesi hedeflendi. Türk ailelerinin Rus okullarına rağbet etmemesi asimilasyon politikasını etkisiz hâle getirdi.

SSCB döneminde Türk illeri ele geçirildikten sonra Rus harita ve kitaplarında "Türkistan" isminin kullanımı yasaklandı. Ardından Türkistan beş ayrı cumhuriyete bölündü. Türkler arasındaki birlik ve beraberliğin bozulması amacıyla farklı lehçelerin kullanılması yaygınlaştırıldı. Özbek, Kazak, Kırgız ve Türkmenlerin zorla Türkleştirildikleri ileri sürüldü.

Buna bağlı olarak da bu milletlerin dillerinden, kendilerine has tarihlerinden ve edebiyatlarından! sistemli bir şekilde bahsedildi. Böylece Türkistan'daki Türk toplulukları içerisinde Özbekçilik, Kazakçılık, Türkmencilik, Kırgızcılık gibi boy/asabiye duyguları ortaya çıkarılarak birlik! bozulmaya çalışıldı.

Sovyetler, 10 ciltlik bir "Sovyet Birliği Tarihi" yazdırma kararı aldı. Eserde Rus olmayan milletlerin özel tarihî gelişimini açıklayan bölümlerine yer verilmedi. Edebiyatta millî ruhu konu alan eserler yasak edildi.

Sovyetler, bu Türk illerinde sistematik bir şekilde önce camii ve i mescitleri tahrip edip bunlara ait vakıfların mal ve mülklerini devletleştirdi. Din adamı yetiştiren okul ve medreseleri kapatıp ileri gelen Müslüman din adamlarını hapis ve sürgün ettiler. Geri kalan az sayıdaki camii ise açık olmakla birlikte ibadete kapalıydı.

Ekonomik kalkınmayı sağlamak iddiasıyla, yüz binlerce Türk, işçi sıfatıyla Azerbaycan ve Türkistan'dan alınıp Sovyetlerin diğer bölgelerine yerleştirilirken buralara Rus ve Rus olmayan başka milletleri yerleştirdiler. Senelerce devam ettirilen bu göç hareketinin maksadı Rus olmayan milletleri bir potada kaynaştırmak ve onların millî duygularını yok etmekti.

Ruslar, Türkiye ile Türkistan'ın kültürel bağlarını da koparmak! istediler. Bunun için 'te Arap alfabesinden Latin alfabesine geçerken 'de Türkiye'nin Latin alfabesini kabul etmesi üzerine Türkler için "Rus Kiril" harfleriyle karışık bir Latin harf sistemine geçiş yaptılar.

Basmacı Hareketi

Baskın yapan, hücum eden" manasına gelen basmacı tabiri, Çarlık döneminde Ruslar tarafından Türkmenistan, Başkurdistan ve Kırım'da faaliyet gösteren kuvvetler için kullanılmıştı yılı başında Millî Hokand hükümetinin Ruslar tarafından dağıtılması üzerine Basmacı Hareketi bir halk hareketine dönüştü.

Hokand şehrinde başlayan bu hareket, kısa zamanda Fergana vadisine ve diğer bölgelere yayıldı. Basmacı Hareketlerinin tek gayesi, Türkistan'ı Ruslardan kurtararak istiklaline kavuşturmaktı. Eylül 'da tekrar Türkistan (Fergana) hükümeti kuruldu. Bu bölgede Ruslarla birlikte hareket eden Ermeniler, Türk köyünü ateşe verdi. Bütün Türkistan'ı işgal etmek isteyen Sovyet Rusya ve Basmacılar arasında çok çetin mücadeleler yaşandı.

Enver Paşa'nın 8 Kasım 'de Türkistan'a gelip Basmacılara katılmasıyla mücadeleler daha da şiddetlendi. 'de Sovyet Rusya'nın genel bir saldırıya geçmesi üzerine "Basmacı liderleri" birbirlerinden ayrılmak zorunda kaldılar. Enver Paşa'nın Ağustos 'de şehit olmasıyla Basmacı Hareketleri devam etmesine rağmen istenilen sonuca ulaşılamadı. Bu mücadeleler 'e kadar sürdü ve bu tarihten sonra Ruslar, Basmacı Hareketi'ne kesin olarak son verdiler. 5 Aralık 'da Batı Türkistan'da SSCB'ye bağlı Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Türkmenistan cumhuriyetleri kuruldu. Bu cumhuriyetlerin millî bir askerî güce sahip olma hakları kaldırıldı.

II. Dünya Savaşı'ndan sonra Sovyet yöneticileri, savaş sıra­sında değişik Türk ve Müslüman topluluklarını, düşmanla işbirliği yapmakla suçladılar. Bunun sonucunda Kırım Türklerini ve Kafkasya'da yaşayan Karaçay, Balkar, Ahıska (Meshet), Çeçen ve İnguş Türklerini, Orta Asya ve Sibirya'ya sürgün ettiler

C. ORTADOĞU’DA MANDA YÖNETİMLERİNİN KURULMASI

Coğrafi konumu, yer altı ve yer üstü zenginlikleriyle önem arz eden Orta Doğu, I. Dünya Savaşı’na kadar, İran hariç olmak üzere Osmanlı Devleti’nin egemenliği altındaydı. Fakat XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin iyice zayıflaması, içte ve dışta birçok meseleyle uğraşmak zorunda kalmasıyla bu bölge, başta İngiltere, Fransa ve Rusya, sonra da Almanya ve İtalya’nın etkin olmak için uğraştıkları bir alan haline geldi. I. Dünya Savaşı devam ederken İngiltere, Fransa ve Rusya aralarında yaptıkları gizli antlaşmalarla Orta Doğu’yu paylaştılar.  Rusya, savaştan çekilirken gizli antlaşmaları açıkladı.

    Bu arada Wilson ilkeleri de İngiltere ve Fransa’nın Orta Doğu planlarını bozacak nitelikte maddeler içermekteydi. Buna karşı manda yönetimini buldular. ABD’nin savaş sonrası yalnızlık politikasına dönmesi, İngiltere ve Fransa’nın Orta Doğu’da serbestçe hareket etmesine fırsat verdi.

SAN REMO KONFERANSI

I. Dünya Savaşı'ndan sonra Nisan 'de Osmanlı topraklarının paylaşılması ve Osmanlı ile yapılacak olan Sevr Barış Antlaşması'nın şartlarını hazırlamak için İtalya’nın San Remo şehrinde toplanan milletler arası konferans idi. İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan ve Belçika temsilcilerinin katıldığı konferansta Osmanlı'yı tasfiye ve petrol meselelerini çözümlemek amacıyla toplanmışlardır.

San Remo Konferansı'nda Osmanlı Devleti'nin Asya ve Kuzey Afrika'da bulunan Arap toprakları üzerindeki bütün haklarından vazgeçmesi bağımsız bir Ermenistan'la özerk bir Kürdistan'ın kurulması kararlaştırıldı. Osmanlı'nın eski Suriye topraklarında Suriye (Şam merkezli) ve Lübnan Fransa'ya Filistin ise İngiltere’ye bırakılacaktır. Irak ise İngiltere’nin mandasına girecekti. San Remo Konferansı, 10 Ağustos 'de Osmanlı Hükümeti’ne imzalatılan Sevr Antlaşması'nın da özünü oluşturmuştur.

1. Orta Doğu’da Büyük Devletlerin Durumu Politikaları

a- İngiltere ve Orta Doğu

İngiltere’nin Uzak Doğu’daki sömürgelerine ulaşmada en kısa yol Orta Doğu, ’da Süveyş Kanalı’nın açılması ve XIX. yüzyılın sonlarında bölgede önemli petrol rezervlerinin bulunmasıyla daha da önem kazandı.

Almanya’nın Osmanlı Devleti’yle yakın ilişkiler kurarak Hicaz Demiryolları projesiyle de bölgede üstünlük sağlaması İngiltere’yi tedirgin etti.  II. Abdülhamit döneminde İstanbul’da denetim altında tutulan Şerif Hüseyin’in serbest bırakılması da İngiltere’ye aradığı fırsatı vermiştir. I. Dünya Savaşı’ndan sonra daha da güçlenen İngiltere, Orta Doğu’dan aldığı en büyük payla bölgenin hakim gücü oldu.

Arabistan Yarımadası

Birinci Dünya Savaşı sonrasında Arap Yarımadası’ndaki en önemli gelişme Vahabi Devleti'nin Suudi Arabistan'da kurulmasıdır. Müslümanlığın fanatik kolunu temsil eden Vahabiler Necd bölgesine hakimdiler. Vahabiler XIX. yy'da Osmanlı Devleti'ne karşı ayaklanmış ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından kontrol altına alınmışlardı. Birinci Dünya Savaşı sırasında yanında yer alan yerel liderlere İngiltere'nin bağımsızlık vaadi üzerine Hicaz Emiri Şerif Hüseyin kendini "Arap Ülkeleri Kralı" ilan etti. Ancak İtilaf devletleri onu sadece Hicaz Kralı olarak tanıdı. Şerif Hüseyin, oğullarını Irak ve Ürdün'e kral tayin etti ve 5 Mart 'te halifeliğini ilan ederek bölgedeki konumunu güçlendirdi. Başlangıçtan beri bölge liderliği konusunda rekabet eden Necd Emiri Abdülaziz İbni Suud, Şerif Hüseyin'e savaş açtı. Galip gelen İbni Suud kendini Hicaz ve Necd Kralı ilan etti. İngiltere'nin 'de tanıdığı bu krallık 'de "Suudi Arabistan Krallığı" adını aldı. Suudi Krallığı'nın 'da Amerikan şirketi Aramco'ya petrol ayrıcalığı vermesiyle ABD bölgeye girmiş oldu.

İngiltere, yılında Yemen’in bağımsızlığını tanıdı. Ancak bölgede İngiltere’nin Yemen ve onu destekleyen İtalya ile olan mücadelesi devam etti.

Irak

San Remo Konferansı ile Irak'ın manda idaresi de İngiltere'nin eline teslim edilmiştir. Bu mandaya Musul da dahildi. Yalnız Musul petrollerinin bir kısmı Fransa'ya verilecekti. Bu arada Suriye'de Fransızlar tarafından tahttan indirilen Kral Faysal Irak halkının isteği üzerine İngiltere tarafından 'de Irak krallığına getirildi.

İngiltere Irak'daki aşiret reislerini para yardımı ve vergi muafiyetiyle kendine bağlayarak ülkede egemen olmak istedi. İngiltere'nin politikası her zaman ki gibi sömürge yollarını kontrol altında tutmak ve petrol gibi değerli madenlere sahip olmak istiyordu. Ancak Irak halkının milliyetçilik fikirleriyle İngiltere’ye karşı başlatmış olduğu mücadeleler sonucunda İngiltere manda ve himaye fikrinden vazgeçerek 'da yapılan antlaşmayla Irak'ın bağımsızlığını tanımıştır.

Ürdün

Ürdün, Kral Faysal'ın Büyük Suriye krallığına dahil bir bölgeydi. Ancak Faysal Fransızlar tarafından Suriye'den çıkarılınca 'de Milletler Cemiyeti'nin kararıyla ayrı bir Ürdün Devleti kuruldu. Bu devlet İngiltere'nin mandasına verildi Ürdün'ün ekonomik kaynaklardan yoksun olması İngiltere’ye bağlılığını arttırmıştı. Başına Hicaz Kralı Şerif Hüseyin'in oğlu Abdullah'ın getirildiği manda yönetimi doğrudan Filistin'deki İngiliz komiserine bağlıydı. Ürdün, bağımsızlığına 'da kavuştu.

Filistin

İngiltere dış işleri bakanı Balfour 'de Siyonist Federasyonu başkanına gönderdiği bir mektupta İngiltere'nin Filistin'de bir Yahudi anavatanının kurulmasını kabul ettiğini resmen bildirmiştir. Bunun sonucunda, Balfour Deklarasyonu () adını alan belge Yahudilerin anavatan davasında bir dönüm noktası olmuştur. Bu bildirge yılı içinde sırasıyla Fransa, İtalya ve ABD tarafından da kabul edilmiş ve desteklenmiştir. Bundan sonra Yahudilerin Filistin'e göç etmelerine göz yumulmuş ve bölgede Yahudi çoğunluğunu sağlamak için her türlü faaliyete başvurmuşlardır. Ancak bir Yahudi devletinin kurulması II. Dünya Savaşı'nın sonunda gerçekleşebilecektir.

San Remo Konferansı'nda Filistin Suriye'den ayrılarak İngiltere'nin mandasına verilmişti. İngiltere Yahudilerin sempatisini kazanmak için bölgede bir Yahudi devleti kurmayı kararlaştırmıştı. İngiltere'nin Filistin'de "Yahudi yurdu" kurma çalışmaları, Wilson Prensipleri'ne uygun olarak ABD tarafından desteklendi. Araplar için bir hayal kırıklığı olan bu mesele Siyonizm hareketlerinin de sonucuyla Avrupa ve Amerika'daki nüfuzlu ve zengin Yahudiler büyük devletler nezdinde teşebbüslerde bulunarak Filistin'de bir Yahudi devleti kurmak için çalıştılar.    

Mısır

'de Mısır'ı işgal eden İngiltere, Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesiyle de 'te topraklarına kattığını açıklamıştı. Mısır milliyetçilerinin çıkardığı ayaklanmalar sonunda İngiltere, 'de Mısır'ın bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı. Ancak İngiltere, Süveyş Kanalı ve Mısır'daki yabancıların haklarını korumayı üzerine aldı.

İtalya'nın Habeşistan'ı () işgal ederek Nil'in kaynaklarına egemen olması ve İtalya'nın Almanya ile Orta Doğu'da bağımsızlık isteyen milletleri kışkırtarak yardım etmesi İngiltere'nin Mısır politikasında değişikliğe gitmesine sebep oldu. Bu gelişmeler İngiltere'yi Mısır ile anlaşma ve ittifak yapmaya zorladı. Buna göre: İngiltere, Mısır'dan çekilirken sömürge yolu üzerindeki Süveyş Kanalı'nda sürekli asker bulundurma hakkı elde etti. Ayrıca İngiltere, saldırı hâlinde Mısır'ı koruyacaktı. Böylece İngiltere, Mısır'daki nüfuzunu korumuş oldu.

b- Fransa ve Orta Doğu

Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla Orta Doğu’da söz sahibi olmak isteyen devletlerden birisi de Fransa’ydı. San Remo Konferansı’nda Fransa’nın payına Suriye ve Lübnan düşmüştü.

Suriye’nin çeşitli bölgelerinden temsilcilerin oluşturduğu Suriye Ulusal Kongresi, Mart ’de merkezi Şam olmak üzere Lübnan ve Filistin topraklarını da içine alan Suriye Krallığı’nı kurdu. Başına Kral Faysal’ın getirildiği bu devlet San Remo Konferansı’nda kabul edilmedi.

SURİYE VE LÜBNAN

Suriye'nin çeşitli bölgelerinden temsilcilerin oluşturduğu Suriye Ulusal Kongresi, Mart 'de merkezi Şam olmak üzere Lübnan ve Filistin topraklarını da içine alan Suriye Krallığı'nı kurdu. Başına Kral Faysal'ın getirildiği bu devlet, San Remo Konferansı'nda tanınmadı. Filistin bu devletten alınarak İngiltere'ye, Lübnan ve Suriye ise Fransa mandası altına verildi. Suriye'yi işgal eden Fransa, Kral Faysal'ı tahttan indirerek bölgeyi sıkı askerî denetimi altına aldı. Lübnan'ı, topraklarını iki kat artırarak Suriye'den ayırdı. Fransa'nın Suriye'yi eyaletlere ayırarak federal bir düzen kurması, Arapların tepkisini daha da artırdı

Anadolu'da işgal ettiği yerlerde Türk kuvvetlerine karşı direnemeyen Fransa, Ankara Antlaşması'yla Güney Doğu Anadolu'yu boşaltarak bütün dikkatini Suriye'ye yöneltti. Kuvvet yoluyla buralarda tutunamayacağını anlayınca 'da Lübnan'a, 'da da Suriye'ye bağımsızlıklarını verdi. Ancak her iki devletin anayasasında Fransız mandasının devamını sağlayan maddeler vardı.

İkinci Dünya Savaşı'nın yaklaştığı yıllarda Fransa kendi çıkarlarını düşünerek 'da Suriye ve Lübnan'la bir antlaşma yaparak her iki memleketten de çekilmiştir. Fransa Parlamentosunun onaylamaması sebebiyle çekilme işi ancak yılında gerçekleşmiştir.

D. Uzakdoğu’da Yeni Bir Güç: Japonya

 XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar derebeylik (feodal) düzenin hâkim olduğu Japonya, dış dünyaya kapalı bir ülkeydi. Şogun adı verilen ordu komutanı bu derebeylerin en güçlüsünden seçiliyordu. Asıl güç Şogun'un elindeydi.

 Batılı devletler ticari gerekçelerle Japonya'yı kapılarını kendilerine açması için zorlamaya başlamasıyla 'te Batılı devletlerle ticari anlaşmalar yapıldı. Ancak Japonya'nın Batı'ya açılımı, ülkede tepkiyle karşılandı ve anlaşmayı imzalamakla suçlanan Şogun yönetimi, ülke üzerindeki etkisini kaybetti.

'de genç yaşta tahta geçen İmparator Mutsuhito'nun aydınların Batı tarzı yenilikler yapılması fikirlerine destek vermesiyle Japonya'da "Meiji Restorasyonu" denilen reform süreci başlamış oldu.

'de feodal düzen yıkılarak Batı tarzı hükümet kuruldu. Hukuk sisteminde reform yapılarak Prusya-Alman modeline dayalı yeni bir anayasa oluşturuldu. Çok değişik alanlarda yenilikler yapıldı.

Japonya'nın ihracatı, özellikle ipek ve tekstil dalında yükselişe geçti. Tüm bu gelişmelerin ardında "güçlü ordusu olan zengin bir ülke olma" ideali vardı.

Gerçekleştirilen bu reformlarla kısa sürede gelişen Japonya XIX. yüzyılın sonlarında güçlü bir devlet hâline geldi.

Sanayileşen fakat hammadde açısından fakir olan Japonya Asya kıtasına ulaşmak için yayılmacı bir politika izlemeye başladı. Çin'in yönetimindeki Kore'yi ele geçirmek isteyince Çin'le karşı karşıya geldi.

İki devlet arasında yapılan savaşta galip gelen Japonya, Batılı devletler ve Rusya'nın tepkisi nedeniyle elde ettiği toprakları Çin'e geri verdi.

Çin toprakları Japonya ve Rusya arasında rekabet alanı hâline geldi. Rusya ile Japonya arasında savaşı çıktı. Rusya bu savaşta yenilerek Çin ve Kore üzerindeki etkisini kaybetti.

Japonya bir süre sonra Kore'yi topraklarına katarken Rusya ve Çine karşı elde ettiği başarılarla Uzak Doğu'da yeni bir güç olarak ortaya çıktı.

E. Dünya Ekonomik Bunalımı

monash.pwik Kriz Öncesi Dünya

'da başlayan (etkilerini ancak yılının sonlarında tam anlamıyla hissettiren) ve 'lu yıllar boyunca devam eden ekonomik buhrana verilen isimdir. Buhran, Kuzey Amerika ve Avrupa'yı merkez almasına rağmen, dünyanın geri kalanında da (özellikle de sanayileşmiş ülkelerde) yıkıcı etkiler yaratmıştır.

Büyük Bunalım en çok sanayileşmiş şehirleri vurmuş, bu kentlerde bir işsizler ve evsizler ordusu yaratmıştır. Bunalımdan etkilenen birçok ülkede inşaat faaliyetleri durmuş; tarım ürünü fiyatlarındaki %'lık düşüş, çiftçileri ve kırsal bölge nüfusunu kötü etkilemiştir. Talebin beklenmedik düzeyde düşmesi nedeniyle madencilik alanı buhranın en fazla etkilendiği sektörlerden biri olmuştur. Büyük Bunalım farklı ülkelerde farklı tarihlerde sona ermiştir.

Dünyayı bu denli etkileyen büyük bunalımı sebep ve sonuçları ile anlayabilmek için öncelikle I. Dünya Savaşı sonrasında dünyada oluşan ekonomik ve sosyal koşulları göz önünde bulundurmak gerekir.

I. Dünya Savaşı dolaylı ya da doğrudan tüm dünyayı etkilemekle beraber, savaş sonrasında oluşan dünya tablosundaki en önemli figürler gerek yaşadıkları değişimler gerek dünya ekonomisine etkilerinden dolayı Amerika, İngiltere ve Almanya oldu.

Dünyayı etkileyen pek çok olay üzerinde olduğu gibi bu olayın da sebepleri üzerinde çok sayıda araştırmalar ve değişik yorumlar yapıldı ancak bunların genelinde yer alan ortak birkaç sebebi şöyle sıralayabiliriz:

     Birincisi; Amerika’daki şirketlerin mali güçleriydi. li yıllarda Amerika’da irili ufaklı pek çok şirket varken I. Dünya Savaşı’nın getirdiği zorluklar karşısında küçük şirketler birleşmek zorunda kalmış ve savaş sonrasında tekeller oluşturmuşlardır. Öyle ki yılına gelindiğinde Amerikan ekonomisinin %50’si üzerinde söz sahibi olan holding sayısı kadardı. Bu da tek bir holdingin bile iflasının ekonomiyi sarsmaya yeteceğini gösteriyordu.

İkinci bir sebep de bankaların kötü yapılanmış olmasıydı. Bankaların sermaye esaslarını, rezerv ve kredi oranlarını belirleyen yasalar yoktu.

Üçüncü bir sebebin de, başkan Hoover yönetiminin ekonomi alanındaki tecrübesizliği olduğu söylenebilir. Bu düşüncenin savunucularına göre başkan Hoover yönetimi 20’lerde hüküm süren liberal ekonomi anlayışına göre ekonomiye devlet müdahalesi yapmamayı uygun görmüştü. Ancak 29 krizine müdahale etmemenin toplumsal maliyeti çok büyük olmuştu. Daha sonraları başkan müdahaleye karar verdiğinde ise hem çok geç olmuştu hem de müdahale başarılı değildi.

Vurgulanması gereken son sebep ise; başta da belirtildiği gibi Amerika’nın dünya üzerindeki net kreditör olmasıydı. Amerika hesapsızca vermiş olduğu kredileri geri alamadı.

Ayrıca İngiltere’de para birimi poundun aşırı değer kazanması , ihracatta düşüşe ve ekonominin bozulmasına yol açtı. Almanya ise savaş tazminatlarını ödemek için karşılıksız para basmış bu da hiperenflasyona (aşırı enflasyon) yol açmıştı.

monash.pw Patlak Verişi: Kara Perşembe

New York Borsası yılının başından 29 yılı Ekim ayının başına kadar olan süreçte gittikçe yükseliyor ve yüksek fiyat/kazanç oranı getiriyordu. Ancak 3 Ekim tarihine gelindiğinde, yukarıda sayılan sebepler doğrultusunda borsanın ilerlemesi durmuş hatta birkaç büyük holdingin hisse senetleri düşmüştü.

Bu düşüş 21 Ekim günü yabancı yatırımcıların kağıtlarını ellerinden çıkarmalarıyla hızlandı ve “Kara Perşembe” olarak anılan 24 Ekim Perşembe günü borsa dibe vurdu. yılının fiyatlarıyla milyar dolar yok oldu.

Kriz en çok sanayileşmiş şehirleri vurmuş, bu kentlerde b "işsizler ve evsizler ordusu" oluşturmuştur. Bunalımda etkilenen birçok ülkede inşaat faaliyetleri durmuş; tarım ürünü fiyatlarındaki % 'lık düşüş, çiftçileri ve kırsal bölge nüfusunu kötü etkilemiştir. Talebin beklenmedik düzeyde düşmesi nedeniyle madencilik alanı krizin en fazla etkilendiği sektörlerden biri olmuştur.

Ekonomik kriz dünyada 50 milyon insanın işsiz kalmasına, yeryüzündeki toplam üretimin % 42 oranında ve dünya ticaretinin de % 65 oranında azalmasına sebep olmuştur. yılına kadar dünyada oluşan diğer krizlere bakıldığında dünya ticaretinin en fazla % 7 oranında düştüğü düşünülürse bunalımının ne derece etkili olduğu görülebilir Ekonomik kriz farklı ülkelerde değişik tarihlerde sona ermiştir.

3.Türkiye'ye Etkileri

Türkiye bunalımı karşısında, kalkınmasını sağlayabilmek için ihracat ve ithalatını artırmak zorundaydı, Türkiye Cumhuriyeti bunu sağlayabilmek için çeşitli politikalar izledi.

Türkiye ' de dış ödemelerde uygulamasına başlanan kliring ve takas sistemini uyguladı. Bilindiği gibi, kliring sistemi malını alanın, malını alma ilkesine dayanır. Bu sistemde ithalat ihracata bağlandığından, ihracat teşvik edilmiş olur.

Nitekim, Türk Hükümeti mümkün olduğu kadar bütün ülkelerle kliring ve takas anlaşması yapmaya çaba harcadı ve Türkiye ile ticaret ve ödeme anlaşması yapan ülkelerden, ithalata öncelik tanıdı. Ayrıca ihraç mallarının standardizasyonuna önem verilerek, ihracat bu yönden de teşvik edildi. Yerli malı kullanmak teşvik edildi. Yerli malları haftası ilan edildi.

F- İKİ SAVAŞ ARASI DÖNEMİNDE AVRUPA

1-Barışın Sürekliliğini Sağlama Çabaları

Birinci Dünya Savaşı sırasında Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Wilson,barışın korunması için bir uluslararası örgütün kurulmasını gündeme getirmişmonash.pwm, savaştan sonra toplanan Paris Barış Konferansı'nda uluslararası örgütlenmeyi gerçekleştirmek üzere gerekli girişimler başlatılmıştı.

     Konferansın 15 Ocak tarihli oturumunda Milletler Cemiyeti'nin kurularak barış antlaşmalarında yer alması kararlaştırılmıştır. Bu oturumda ayrıca oluşturulacak bir komisyonun da Milletler Cemiyeti'nin sözleşmesini hazırlaması istenmiştir. Böylece uluslararası barışın, kurulacak bir örgütle korunması konusunda önemli bir adım atılmıştır.

10 Ocak ’de Cenevre merkez olmak üzere 18 ülke ile kurulan cemiyet ’de 48 devlete ulaştı. Türkiye’de yılında Milletler Cemiyetine üye oldu.

Almanya, Versailles Antlaşması'nca belirlenmiş tamirat ve tazminat konusunda bir takım kolaylıklar sağlamak için Fransa'yla iyi ilişkiler kurmak istemiştir. Bu nedenle Alman Hükümeti, yılının Şubat ayında Fransa'ya bir nota vererek, bir karşılıklı güvenlik paktı kurulmasını önermiştir.

Bunun üzerine, 5 Ekim 'te Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Belçika, Polonya ve Çekoslovakya Locarno'da bir araya gelerek bir konferans toplamışlardır. Görüşmeler sonucunda, 16 Ekim 'te hazırlanan Locarno Antlaşması, 1 Aralık 'te Londra'da imzalanmıştır.

Locarno Antlaşması'yla Almanya, batı sınırlarının, diğer bir ifadeyle Fransa ve Belçika sınırlarının kesin ve sürekli olduğunu kabul etmiştir. Bunun yanında, antlaşmaya imza atan devletlerin savaştan korunması ve bu devletlerarasında çıkacak her türlü anlaşmazlığın barış yoluyla çözümlenmesi amaçlanmıştır.

Almanya bu antlaşma ile uluslararası işbirliğine yeniden katılmış oldu. Antlaşmadan hemen sonra Milletler Cemiyetine üye olarak Avrupa’nın büyük devletleri yanında yerini aldı.

Locarno Antlaşması, kısa vadede Avrupa'daki siyasi gerginliği azaltmasına rağmen, uzun vadede Versailles Antlaşması'nın "öngördüğü düzenin" iflasına yol açmıştır.

Briand-Kellogg Paktı

Fransız Dışişleri Bakanı Aristide Briand, ABD'nin Birinci Dünya Savaşı'na girişinin yıldönümünde () Avrupa'da, Fransa'ya özel bir prestij sağlamak amacıyla, ABD ile Fransa arasındaki ilişkilerde savaşı yasa dışı ilan eden karşılıklı bir taahhütte bulunulmasını önermiştir. ABD Dışişleri Bakanı Kellogg ise, Fransa'ya verdiği yanıtta, Amerika'nın sadece Fransa ile değil, bütün dünya devletleriyle böyle bir taahhüdün yapılmasından ve savaşın yasa dışı ilan edilmesinden yana olduğunu bildirmiştir.

Kellogg'un bu önerisini kapsayan Briand-Kellogg Paktı, 27 Ağustos 'de ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Polonya, Belçika ve Çekoslovakya arasında imzalanmıştı. Aynı yıl Sovyetler Birliği ve Türkiye’de antlaşmaya dahil oldu.

Briand-Kellogg Paktı ile, savunmaya dayanmayan savaş kanun dışı ilan edilmiş ve ülkelerarası ilişkilerde barışçı yollara başvurulması esas alınmıştır. Ancak, Pakt uzun ömürlü olmamış 'lardan sonra Almanya, İtalya ve Japonya'nın saldırgan tutumları, Pakt'ın işlevini ortadan kaldırmıştır.

     Dünya Savaşı, milyonlarca insanın ölmesinin yanı sıra ABD ve Avrupa'nın siyasi, sosyal ve ekonomik hayatında önemli değişiklilere yol açtı.

     monash.pw’da Sosyal ve Ekonomik Hayat

ABD’ye göçler azalırken, Avrupa içi göçler arttı. İstihdam ve çalışma şartlarına düzenleme geldi. Avrupa’da demokratik haklar genişletildi. Sanayi, özellikle motorlu araç sanayi gelişti.  Yeni üretim teknikleri bulundu. İşçi sınıfının fikirleri siyasiler tarafından dikkate alındı.

Fiyatların düşmesi çiftçileri zor durumda bıraktı. Almanya’da yüksek enflasyon ortaya çıktı. İşsizlik arttı. Kentler büyüdü. yılında ekonomik bunalım ortaya çıktı. Stalin ’de ortaya koyduğu ilk beş yıllık plan Rus köylülerinin tepkisine yol açtı. ’de ilk beş yıllık plan hedeflerine ulaştı.

    ’lardan sonra Alman ekonomisi yeniden büyümeye başladı. ’te Almanya’da Hitler iktidara geçti. 1 Eylül yılında Polonya’ya saldırarak II. Dünya Savaşı’nı başlattı.

    İngiltere, savaş öncesi ekonomik düzeye ulaşamadı. Fransa , ülkeyi yeniden imar etmek için uğraştığı için ekonomik kalkınmayı sağlayamadı. İtalya’da Mussolini liderliğinde Faşist Parti iktidara geldi.

3-Totaliter Rejimlerin Kuruluşu

a-İtalya’da Faşizm

İtalya, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra büyük bir ekonomik çöküntü içine girmişti. Savaşta istediklerinin çoğuna kavuşamamıştı. Ülkede sosyalizm ve komünizm gibi akımlar güçlenmişti. Bunun yanında toplumsal ve ekonomik sorunların giderek artması, 'da Benito Mussolini önderliğinde kurulan Faşist Parti'nin büyümesine de yol açmıştı.

Paris Barış Konferansı'nda küçük düşürüldüğü öne sürülen İtalya'yı güçlendireceğini, Roma İmparatorluğu'nu yeniden kuracağını ve ülkedeki sol muhalefetle mücadele edeceğini belirten Faşist Parti, 28 Ekim 'de Napoli'den Roma üzerine yürüyerek büyük bir atılım gerçekleştirmiştir. Faşist Partisi'nin "Kara Gömleklileri" tarafından gerçekleştirilen bu olay üzerine hükümet istifa etmiş ve başbakanlığa Mussolini getirilmiştir.

     Mussolini'nin kurduğu faşist yönetim, aşırı ulusalcılığı (milliyetçiliği) esas aldığından, kısa bir süre sonra demokrasiyi ortadan kaldırmıştır. Ülkedeki diğer ırklardan olan kişileri zorla İtalyanlaştırmaya çalışmıştır. Roma İmparatorluğu'nun yeniden kurulması için de, Akdeniz çevresinde sömürgeler elde etmeye yönelmiştir.

     Mussolini'nin Anadolu'yu da içine alan bu yayılma politikası, Türk-İtalyan ilişkilerinde gerginlik yaratmıştır. Ancak, İtalya'daki faşist yönetim 'lu yıllarda taleplerini arttırarak saldırgan politikasını sürdürmüştür.

b- Almanya’da Nazizm

Buna karşılık, Cumhuriyet yönetiminin iç ve dış politikadaki başarısızlığı, ekonomik önlemler almadaki yetersizliği işsizlik sorununu büyütmüştü. yılında Alman Markı'nın değerinin düşmesi halkın yaşamını zorlaştırmıştı. Örneğin, bir somun ekmek alabilmek için milyonlarca marka ihtiyaç duyulmuştur.

     Bu arada Fransızların yılında, savaş tazminatının ödenmemesini bahane ederek Ruhr bölgesini işgal etmesi, kamuoyunun Versailles Antlaşması'na olan tepkisini daha da çoğaltmıştır.

     İşte, bu toplumsal ve ekonomik çalkantılar içinde Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra terhis edilen onbaşı Adolf Hitler, 'da küçük bir siyasal topluluk olan Alman İşçi Partisi'ne üye olmuş ve liderliğini ele almıştır.

Alman Nasyonal-Sosyalist İşçi Partisi seçimlerinde başarılı olduktan sonra, seçimlerinde de Alman Parlamentosu'nun (Reichstag) üyeliğinden 'unu kazanarak, ülkenin en büyük partisi haline gelmiştir. Bu siyasal gelişmelerden sonra Cumhurbaşkanı Hindenburg, 30 Ocak 'te Hitler'i Başbakanlığa atamıştır. Böylece, demokratik bir ortamda ırkçı söylemler benimseyen Nasyonal-Sosyalist İşçi Partisi iktidara gelmiştir.

5 Mart 'te yapılan seçimlerde Nasyonal Sosyalist Parti (Nazi Partisi) çoğunluğu elde edememiştir. Ancak, Hitler baskıyla Alman Parlamentosu'ndan (Reichstag'tan) dört yıl süreyle olağanüstü yetkiler almıştır. Böylece, Hitler diktatör olma konusunda önemli bir adım atmıştır. İlk iş olarak sendika ve siyasal partileri kapatmıştır. Kendisi gibi düşünmeyen kişileri ya öldürtmüş ya da toplama kamplarına göndermiştir.

2 Ağustos 'te Devlet Başkanı von Hindenburg'un ölümü üzerine bu makamı da şahsında birleştirerek "Führer" olmuştur. Tüm bu gelişmelerin sonucunda Almanya'da tek partili totaliter devlet kurulmuş olmaktaydı.

    Almanya'da Nasyonal Sosyalist Parti'nin iktidara gelmesi ve statükonun değiştirilmesine yönelik faaliyetlerde bulunması, devletler arasında yeni ve önemli anlaşmazlıklar ortaya çıkarmıştır.

c-İspanya’da Franco Dönemi

İspanya’da XIX. Yüzyıldan beri istikrarsızlık ve iç karışıklıklar yaşanmıştır. ’de İspanya tahtına geçen XIII. Alfonso anayasayı ilan etmesine rağmen ülkede istikrar sağlanamadı. ’te ordu yönetime müdahale ederek bütün demokratik müesseselerin kapatıldığı asker destekli bir yönetim kurdu.  Başarısız hükümet askeri desteğini kaybedince istifa etti ve anayasal sistem yeniden kuruldu. Fakat bu gelişme de ülkeye huzur getirmedi ve Kral Alfonso ülkeyi terk edince cumhuriyet ilan edildi. Yeni cumhuriyet yönetiminin dine ve din adamlarına karşı tavır alması, toprak reformlarına girişmesi ve köylülerin, zenginlerin topraklarını ele geçirmek istemesi silahlı çatışmalara sebep oldu. ’da karşıt grupla arasında işlenen cinayetler iç savaşın başlamasına yol açtı. 

    İç savaş milliyetçiler ve cumhuriyetçiler arasında gerçekleşti. Cumhuriyetçiler Valencia’da, milliyetçiler de Franco liderliğinde Burgos’ta hükümet kurdular.  Fransa ve özellikle Sovyetler , ideolojik yönden kendilerine yakın buldukları cumhuriyetçileri , Almanya ve İtalya ise milliyetçileri destekledi. İngiltere ise tarafsız kaldı.

’den itibaren milliyetçilerin hızlı ilerleyişi karşısında  cumhuriyetçiler direndiyse de başarılı olamadılar. ’da Madrid’in milliyetçiler tarafından ele geçirilmesiyle iç savaş son buldu.

Franco  yönetimi ilk dönemlerde Batılı devletler tarafından dışlandı. II.Dünya Savaşı’ndan sonra BM’nin İspanya ile ilişkilerini kesmesiyle bu olumsuz süreç devam etti. Soğuk Savaş döneminde kutuplaşmanın artmasıyla Batılı devletlerin İspanya’ya yakınlaşması ilişkilerin düzelmesini sağladı. İspanya ’te BM’ye, ’de Avrupa Ekonomik İş Birliği Teşkilatına girdi ve ABD ile imzalanan antlaşma ile bu devlete üsler verdi.

G- İKİ SAVAŞ ARASI DÖNEMDE DÜNYA

I. Dünya Savaşı toplumları siyasi, ekonomik, kültürel vb. yönlerden etkiledi. Savaş sırasında yaşanan ekonomik sıkıntılar savaştan sonra tüketim isteğinin artmasında ve sanayinin gelişmesinde etkili oldu.  Petrol ve elektrik günlük hayata girdi. Karayolları ve demiryolları gelişti. Gemicilik yanında havacılık da gelişti. Şehircilik ve mimari gelişti. İletişim araçlarının gelişmesiyle haberleşme kolaylaştı. Fotoğraf, çizgi film, sinema gibi görsel sanatlardaki gelişmeler kitle kültürünün şekillenmesine yardımcı oldu. Bu dönemde fizik alanında önemli gelişmeler oldu. Einstein’in izafiyet teorisi yeni bir çığır açtı.  Sağlık sahası başta olmak üzere biyoloji biliminde önemli ilerlemeler sağlandı. Sosyal Bilimler, ihtisas alanlarını belirleyerek bir yenilenme sürecine girdi. ’da tarih biliminde Fransız ekolünün ortaya çıkışı ile geleneksel tarih anlayışında önemli değişiklikler yaşandı. I. Dünya Savaşı sonunda Batı Medeniyeti ve bu medeniyetin dayandığı değerlerin sorgulanması, Avrupa edebiyatını etkilendi. Tiyatro da yenilenme sürecine girdi. Zürih’te , bütün toplumu ve burjuvazi sanatını tamamen ve sert bir şekilde reddetmeye dayalı “Sürrealizm” akımı doğdu. İki savaş arasında klasik müziğe dönüş yaşandı. Caz Avrupa’da da yayılmaya başladı.

H. ATATÜRK DÖNEMİ’NDE TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN DIŞ SİYASETİ

Atatürk, ”Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi doğrultusunda dünya ülkeleri ile siyasi, sosyal ve ekonomik ilişkilere girişmiştir. Türkiye’yi medeni devletler arasında layık olduğu yere çıkartmaya gayret etmiştir.

’ten sonra Türkiye Dış Politikada Lozan’da halledilemeyen Musul, dış borçlar, Suriye sınırı, nüfus mübadelesi ve Boğazlar sorununa öncelik verdi.

1-Türk-Yunan İlişkileri ve Nüfus Mübadelesi

NÜFUS MÜBADELESİ

Lozan Antlaşması’na göre, İstanbul’daki Rumlar ile Batı Trakya’daki Türkler dışında, Türkiye’de yaşayan Rumlarla, Yunanistan’daki Türkler karşılıklı yer değiştireceklerdi. Fakat yerleşik ”etabli” kavramı konusunda uyuşmazlık çıktı. Yunanistan 30 Ekim ’den önce İstanbul’da bulunan her Rum’un yerleşmiş sayılmasını istiyordu.

Türk hükümeti ise İstanbul’a yerleşmenin Türk kanunlarına göre olacağını ileri sürerek Yunan isteğine karşı çıktı. Türk tarafı İstanbul için “etabli” deyiminin burada sürekli oturanlar için geçerli olduğunu belirtirken, Yunanistan 30 Ekim ’den önce geçici de olsa İstanbul’a gelip burada kalanları da mübadeleden ayrı tutmak istiyordu.

Anlaşmazlık Uluslararası Adalet Divanı’na götürüldü ise de, divan bu anlaşmazlığı çözümleyemedi.

Bunun üzerine Türk-Yunan ilişkileri gerginleşti. Yunan Hükümeti Batı Trakya’daki Türk mallarına el koyunca, Türk Hükümeti’de İstanbul’daki Rumların mallarına el koydu.

İtalya’nın Akdeniz’de yayılmacı bir güç olarak ortaya çıkması Türk-Yunan ilişkilerini düzeltti Haziran ’da yapılan antlaşma ile sorun çözümlenmiştir. Anadolu’da yaşayan İstanbul dışındaki Rumlar ile İstanbul’a ’den sonra gelen Rumlar Yunanistan’a, Batı Trakya dışında Yunanistan’ın değişik bölgelerinde yaşayan Türkler de Türkiye’ye göç etmişlerdir. Kıbrıs meselesinin başlangıcı olan yılına kadar Türk-Yunan ilişkileri iyi gitmiştir.

2- Türk- Fransız İlişkileri

a-Yabancı Okullar Sorunu

Lozan Antlaşması’na göre, yabancı okullar Türk kanunlarına ve diğer okulların bağlı oldukları tüzük ve yönetmelik hükümlerine uyacaklardı. Türk hükümeti bu okullardaki eğitim ve öğretim faaliyetlerini düzenleyecekti.

Türk hükümeti, bu okullardaki Türk dilinin, tarih ve coğrafya derslerinin Türk öğretmenler tarafından okutulması ve bu okulların Türk müfettişler tarafından denetlenmesi esasını bir yönetmelikle saptamıştı. Bazı okullar bu esasa uymak istemediler.

Ayrıca Fransa bu okullar üzerinde Milli Eğitim Bakanlığı’nın denetim hakkı olmasını da tepki ile karşıladı. Fakat hükümeti bu konuda geri adım atmadı. Hatta bazı okullar kapatıldı. Geri kalanlarda kapatılma tehlikesi karşısında hükümetin isteğini kabul etmek zorunda kaldılar.

b- Borçlar Sorunu

Türkiye ile Fransa arasındaki görüşmeler yılında sonuçlandı. Ödenecek borcun miktarı ve eşit taksitlerle ödemesi formüle bağlandı. Ancak Dünya Ekonomik Krizi Türkiye’yi de güç durumda bıraktı.  ’te Paris’te bir antlaşma imzalandı ve borçlar sorunu da böylece halledildi. Türkiye ’e kadar bütün borçlarını ödedi.

c-Hatay Sorunu

20 Ekim ’de imzalanan Ankara Antlaşması ile Fransızlar Adana, Maraş, Urfa ve Antep’ten çekildiler. İskenderun ve Antakya’yı içine alan Hatay bölgesi ise Fransızlara bırakıldı. Ankara Antlaşması, İskenderun Sancağı’nı Suriye’den ayırarak ayrı bir statüye bağladı. Buna göre, o zamanki deyimi ile “sancak” Türk kültürüne bağlı kalacak, okullarda Türkçe öğretim uygulanacak ve Türk parası geçerli olacaktı.

8 Eylül ’da yapılan antlaşma ile Fransa, Lübnan ve Suriye üzerindeki manda idaresini sona erdirmiştir. Bu ortamda Türkiye 6 Ekim ’da Milletler Cemiyetine ve 9 Ekim ’da Fransa’ya verdiği nota ile Hatay bölgesine verilecek geniş otonomdan sonra, bağımsızlık talebinde bulundu. Fakat Fransa Hatay’ın Suriye’de kalmasından yana idi. Bu ortamda Türkiye, sorunu Milletler Cemiyetine götürdü.(Aralık ).

Milletler Cemiyeti’nin önerisi ile Türkiye-Fransa ikili görüşmeleri başladı. Türkiye ile Fransa,’de anlaştılar. Bir anayasa hazırlandı ve 15 Temmuz ’de Hatay’ da milletvekilliği için seçim yapıldı.1 Ağustos’ ta seçim sonuçları açıklandı. 6 Eylül ’ de Hatay Cumhuriyeti kuruldu. 23 Haziran ’da Hatay’ın Türkiye’ye katılmasına imkan veren, Türk-Fransız antlaşması imzalandı. 29 Haziranda da, Hatay Meclisi’nin aldığı kararla Hatay, Türkiye’ye katıldı (30 Haziran ).

Hatay’ın bağımsızlığı ve Türkiye’ye katılması için büyük çaba gösteren Atatürk, hayatının son aylarında sağlığını bile dikkate almadan tüm vaktini bu sorunun çözümlenmesine ayırmış ve mücadele etmiştir.

3.Türk-İngiliz İlişkileri

IRAK SINIRI VE MUSUL SORUNU

Lozan Antlaşması’nda Irak sınırı antlaşmanın imzalanmasından sonra,9 ay içerisinde çözümlenecekti. Şayet çözülemezse Milletler Cemiyetine gidilecekti yılında İstanbul’da İngilizlerle ilk kez Görüşmelere başlandı. Bu görüşmelerde İngilizler Musul dışında Hakkari’nin de Irak sınırı içine alınmasını istediler.  

Ekim ’e gelindiğinde durum savaşa yol açacak bir konuma gelmişti. Bu sırada, İngilizlerin teşvik ettiği Şeyh Sait İsyanı’da Türk tarafını meşgul etmiş elini kolunu bağlamış ve yapılabilecek bir askeri harekatı engellemiştir. Sonunda, Lozan Antlaşması hükümleri uyarınca sorun Milletler Cemiyeti’ ne götürüldü. Ancak burada İngiltere’nin etkinliği söz konusu idi. Musul Irak’a bırakılmıştır

Sonuçta 5 Haziran ’da sorunu kesin olarak çözen antlaşma Ankara’da imzalandı. Buna göre; Musul, İngiliz mandasındaki Irak’a bırakıldı. Irak hükümeti Musul petrollerinden alacağı verginin %10’unu 25 yıl süreyle Türkiye’ye verecekti. Türkiye daha sonra bin sterlin karşılığında bu hakkından da vazgeçmiştir. 14 Aralık ’de İngiltere, Irak üzerindeki mandasını kaldırmıştır.  

4.Türk –Sovyet İlişkileri

Sovyet Hükümeti Lozan’da Boğazlar üzerinde mutlak Türk egemenliğini savunmuştu.  I. Dünya Savaşı galiplerinin Almanya’yı yanlarına alıp Locarno Antlaşmasını imzalamalarını Sovyetler, kendisine yapılmış hareket olarak görmüştü. Ayrıca Musul sorununda Milletler Cemiyeti’nin tutumu, Fransa ve İtalya’nın İngiltere’yi desteklemesi Türkiye’nin uluslararası alanda yalnız kalmasına yol açmıştır. Bu olaylar Türkiye’yi Sovyetler yaklaştırmış ve iki devlet arasında ’te bir «Tarafsızlık ve Saldırmazlık Antlaşması» imzalanmıştır. 

yılında ise «Ticaret ve Seyrisefain Antlaşması» imzalanarak ticari işbirliğinin geliştirilmesine çalışılmıştır. ’de saldırı savaşını yasaklayan Biriand-Kellog Paktı imzalanınca Türk ve Sovyet hükümetleri de buna katılmıştır. Bu tarihten sonra Türkiye’nin batıya yaklaşması Sovyet Rusya’yı endişelendirdi. Türkiye, bu endişeyi gidermek için yılında antlaşmasını 2 yıl daha uzattı. Türkiye, ’a doğru İngiltere, İngiltere ve Yunanistan’la sorunları hallederek normal ilişkiler içerine girmiştir. yılında Montrö Boğazlar sözleşmesinin imzalanmasından sonra Türk Sovyet İlişkileri bozulmuştur.

5-MİLLETLER CEMİYETİ VE TÜRKİYE’NİN GİRİŞİ

10 Ocak ’de Cenevre’de kurulan Milletler Cemiyeti, tüm dünya ülkelerinin barış ve dostluk içinde yaşamalarını temin etmeyi ve yeni bir savaşın çıkmasını önlemeyi hedeflemekteydi. Ancak, Milletler Cemiyeti bir süre sonra kuruluş amacından uzaklaşarak büyük devletlerin çıkarlarını koruyan bir merkez halini almıştır.

’dan sonra milletler arası işbirliğinin önemi daha çok hissedildiğinden Milletler Cemiyetine ilgi de artmıştır. Türkiye, Milletler Cemiyeti’nin pek faydalı işler yapacağına inanmamasına rağmen, dünya barışına katkıda bulunmak amacıyla bu cemiyete girdi. (18 Temmuz ).

6-BALKAN ANTANTI

yılından sonra Faşist İtalya ve Nazi Almanya’sının güçlenmeye başlaması Balkan devletleri arasında büyük bir endişe doğurdu. İtalya’nın Balkanlar’ da, Almanya’nın da genel olarak Doğu Avrupa’da çıkarları vardı. Bu nedenle Balkan devletleri ufak tefek anlaşmazlıkları bir tarafa bırakarak birbirleri ile anlaşmış Türkiye ve Yunanistan’ın yanında yer almaya karar verdiler.

Sonuçta 9 Şubat ’te Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında Atina’ da Balkan Antantı imzalandı. Arnavutluk İtalya’dan çekindiği için, Bulgaristan’ da I. Dünya Savaşı’nda imzaladığı Neully (Nöyyi) Antlaşması’nın verdiği eziklikle pakta katılmadı. Çünkü Bulgaristan kaybettiği toprakları tekrar kazanabilmek için fırsat kollamaktaydı.

     Balkan Antantı’nın esası; sınırların güvence altına alınması, ekonomik ve siyasal işbirliği, anlaşmazlıkların görüşme yolu ile çözümlenmesi ve müşterek yararların üstün tutulması gibi, barış ve karşılıklı saygıya dayanıyordu. Balkan Antantı ile taraflar sınırlarını karşılıklı olarak garanti ettikleri gibi, birbirlerine danışmadan herhangi bir Balkan Devleti ile birlikte bir siyasi harekette bulunmamayı da taahhüt ediyorlardı.

Almanya ve İtalya’nın etkisiyle Yugoslavya ve Bulgaristan arasında bir antlaşma imzalanması paktı yaralamıştır. II. Dünya Savaşı’nın başlaması ile pakt dağılmıştır.

7-MONTRÖ (MONTREUX) BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ

’lı yıllara kadar Milletler Cemiyetinin çabalarına rağmen silahsızlanma görüşmelerinden bir sonuç alınamamıştı. Fakat, dünya tersine bir gidişle özellikle yılından sonra bir silahlanma yarışına girmişti. Örneğin, İtalya’nın Habeşistan’a, Japonya’nın Mançurya’ya saldırmaları, Milletler cemiyetinin etkisini azaltıyordu. Buna ek olarak Boğazlar komisyonu üyesi İtalya, On İki Ada’yı tahkim ettirmiş, Japonya, Milletler Cemiyeti’nden çekilmişti.

Bütün bu gelişmeler, Boğazlar üzerinde kurulan dengenin Türkiye aleyhine bozulmasına neden oldu. Türkiye 23 Mayıs ’te Londra Silahsızlanma Konferansı’ndan itibaren, Boğazlar statüsünün yeniden düzenlenmesi için girişimlerde bulunmuştur. Bu girişimler sonucunda 22 Haziran ’da İsviçre’nin Montrö şehrinde bir konferans toplanmasına sebep olmuştur. Sonuçta da 20 Temmuz ’da Montrö Antlaşması imzalanmıştır.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Türkiye, İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan, Yugoslavya, Japonya tarafından imzalanmıştır. İtalya ise 2 yıl sonra kabul etmiştir.

    Bu sözleşmeye göre;

   -Boğazlar komisyonu kaldırılarak, vazifeleri tamamıyla Türk devletine verildi.

   -Boğazlarda askersiz bölüm kaldırılarak, Türklerin buralarda diledikleri kadar kuvvet bulundurmaları ve tahkimat yapmaları kabul edildi.

   -Ticaret gemilerinin boğazlardan geçişi serbest bırakıldı.                                 

   -Savaş gemilerinin boğazlardan geçişine kısıtlamalar getirildi.

   -Herhangi bir anda Karadeniz’de mevcut olabilecek donanmalara savaş gemileri zaman ve ağırlıkları bakımından sınırlandırıldılar.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Türkiye büyük bir siyasal zafer kazanmıştır. Çünkü, Türkiye’nin Boğazlarda asker bulundurması ile Doğu Akdeniz’deki durumumuz güçleniyor, Uluslar arası dengede önemimiz artıyor, dünya devletleri ile dostluğumuz daha da değer kazanıyordu. Bu sözleşme Türk-Sovyet ilişkilerinde de ayrılığın ilk adımıdır. Çünkü Türkiye, İngiltere yanlısı bir politika izlemeye başlamıştır.

8-SADABAT PAKTI

Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında Tahran’da 8 Temmuz ’de imzalanan Sadabat Paktı İtalya’nın doğu ülkelerini hedef tutan istila politikasından ve bu politikanın meydana getirdiği endişeden doğmuştur.

Paktın esası karşılıklı saygı esasına dayanıyordu. Pakta katılan devletler birbirlerinin iç işlerine karışmayacaklar, ortak yararları üstün tutacaklar, saldırgan girişimlerde bulunmayacaklar ve Milletler Cemiyeti’ne karşı saygılı olacaklardı. Devletler, sınırların korunmasında saygı göstermeyi ve saldırıyı hedef tutan bir oluşuma girmemeyi taahhüt etmişlerdi.

SSCB’nin önerdiği Afganistan’ın, Irak’ın istediği Suudi Arabistan’ın Pakta alınıp alınmaması üzerindeki görüşmeler ve Irak ile İran arasındaki sorunlar paktın imzalanmasını geciktirmişti.

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI ()

A-Yeni Bir Savaşa Doğru

yılları arasında yaşanan olaylar dünyamızı adım adım bir dünya savaşına doğru sürüklemiştir. Zira, Birinci Dünya Savaşı sonunda yapılan antlaşmalar Avrupa'nın ve dünyanın güçler dengesini yeniden düzenlemişti. Avusturya-Macaristan, Alman ve Osmanlı İmparatorluklarının dağılması uluslararası alanda önemli boşluklar yaratmıştı. Bu imparatorlukların paylaşılması için yapılan antlaşmalar ve kurulan statü bir düzen sağlamamıştı.

Barış antlaşmalarındaki haksızlık ve adaletsizlikler, başka bir büyük savaşın gerekçesi olarak görülmüştür. Bu nedenle antlaşmaların ilk yıllarından itibaren barışın sürekliliğini sağlamak üzere çeşitli önlemler alınmak istenmiştir.

I. Dünya Savaşı’ndan sonra, Rusya’nın ülkede komünist rejimini yerleştirmesi uluslararası alandan soyutlanarak dışa kapalı bir politika izlemesine yol açtı. Osmanlı Devleti’nin yıkılması ile Orta Doğu kuvvetler dengesindeki boşluk, İngiltere ve Fransa’nın yayılmacı politikasıyla dolduruldu.

Versay Antlaşması’ndan  Locarno Antlaşması’na kadar geçen sürede savaş sonrası sarsıntılar azaltılıp barış antlaşmalarıyla kurulan düzen yerleştirilmeye çalışıldı.  Silahsızlanma çabalarına girişildi.

Dünya bu şekilde barış çabaları ile uğraşırken Dünya Ekonomik Buhranı, etkilerini dünyanın her yerinde göstermeye başladı ve siyasi gelişmeleri etkiledi’de Japonya’nın Mançurya’ya saldırması ve art arda çıkan siyasi buhranlar, dünyayı yeni bir savaşın eşiğine getirdi.

1. Savaş Öncesindeki Gelişmeler

a- Japonya

Japonya, 'li ve 'lu yıllarda Uzakdoğu'nun en güçlü devleti idi. Özellikle 'lardan sonra militarist bir anlayışla yönetilen Japonya, yayılmacı bir politika izlemeye başlamıştı. 'de Mançurya'yı işgal ettikten sonra Çin'e yönelmiştir. Nitekim, 'de Çin'le savaşa tutuşarak, bu ülkenin orta bölgelerine doğru ilerlemeye başlamıştır. Japonya'nın yayılmacı politikası, Uzakdoğu'daki güçler dengesini alt-üst etmiştir.

   Bu bölgede çıkarları olan İngiltere ve A.B.D. gibi devletler, Japonya'nın bu tutumuna seyirci kalmışlardır. Ancak, Japonya'nın 'de Çin'e ikinci kez saldırmasından sonra, bu ülkeye karşı çıkmışlardır. Japonya'yı durdurmak için Çin'e yardıma başlamışlardır. Fakat, Uzakdoğu, Japonya'nın emperyalist tutumu nedeniyle kendisini İkinci Dünya Savaşı'na girmekten kurtaramamıştır.

b- İtalya

İtalya’da yaşanan siyasi ve ekonomik sorunlar Benito Mussolini’yi iktidara taşıdı.  Mussolini “ Roma İmparatorluğu” hayali kurmaya başladı ve yayılmacı bir politikaya yöneldi. Serbest şehir ilan edilen Fiume, İtalya’nın baskıları  Yugoslavya’dan alınarak yılında İtalya’ya katıldı. Yunanistan’a ait Korfu adasını işgal etti. Aynı yıl Arnavutluk nüfuz altına alındı. 

İngiltere ise I.Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da bir üstünlük sağlayan Fransa’ya karşı İtalya’yı bir denge unsuru olarak gördü. Bu yüzden ’e kadar İngiltere-İtalya ilişkileri iyi bir şekilde devam etti.

İtalya'nın Habeşistan'ı İşgal Etmesi

XIX. yüzyılın sonlarında siyasal birliğini tamamlayan İtalya, vakit yitirmeden sömürgecilik faaliyetlerine başlamıştı. Bu bağlamda Habeşistan'ı ele geçirmek istemişse de başarılı olamamıştı.

Ancak, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra nüfusun hızla artması, endüstrinin hammaddeye gereksinim duyması ve dünya ekonomik bunalımından sonra ülkenin sarsılması, İtalya'nın tekrar el değmemiş zenginliklere sahip bulunan Habeşistan'la ilgilenmesine yol açmıştır.

Öte yandan, İngiltere'nin de Habeşistan'ın Tuna Gölü bölgesini ele geçirmek istemesi, İtalya'nın bu ülkeyi kendi topraklarına katma isteklerini kamçılamıştır.

İtalya lideri Mussolini, 'lu yıllarda, Japonya'nın Mançurya'ya saldırması, Almanya'nın da Versailles Barış Antlaşması'nı geçersiz kılması karşısında Milletler Cemiyeti'nin tepki göstermemesini fırsat bilerek harekete geçirmiştir. 3 Ekim 'te İtalyan uçakları Kuzey Habeşistan‘ daki Adowa ve Adigrat şehirlerini bombardıman ederek Habeşistan'ı işgale başlamışlardır.

Milletler Cemiyeti işgalin sona erdirilerek  barışın sağlanmasını istemişse de başarılı olamamıştır. Ancak, İngiltere, Habeşistan'daki çıkarları nedeniyle tepki gösterebilmiştir. Bu ülkeyi de Fransa, Almanya ve A.B.D. frenlemiştir.

Milletler Cemiyeti'nin etkili olamaması ve büyük devletlerin ortak bir cephe kuramaması, politik koşullar bakımından İtalya'nın işini kolaylaştırmıştır. İtalyanlar engellenemediği gibi, Habeşistan'a askeri yardım da yapılamamıştır. Habeşistan halkı cılız bir direniş gösterebilmişse de başarılı olamamışlardır.

Nihayet, İtalya, 9 Mayıs 'da Habeşistan'ı  ilhak ettiğini ilan etmiştir. İtalyan Kralı'nın da aynı zamanda Habeşistan Kralı olduğu belirtilmiştir. Habeşistan işgali, 'lu yıllarda statükonun bozulmasına yol açan önemli olaylardan biri olmuştur.

c-Ülkeler Arası Gruplaşmalar

Berlin - Roma - Tokyo Mihveri'nin Kurulması

İtalya'nın Habeşistan'ı ele geçirmesinin sonuçlarından biri de, Nazi Almanyasının ve Faşist İtalya'nın birbirine yaklaşması ve uluslararası politikada güç birliğine gitmeleridir. Nitekim, yılında İtalya ve Almanya arasında birçok karşılıklı ziyaretler yapılmıştır.

Anti-Komintern Pakt

Bu tarihlerde Avrupa'da bu gelişmeler olurken, Sovyetler Birliği de, Alman Nazizmine karşı silahlanmasını hızlandırmıştı. Buna karşılık Almanya'da, bir taraftan Sovyetler Birliği'ne karşı pozisyonunu güçlendirmeye çalışırken, diğer taraftan da Japonya'ya yaklaşmaya başlamıştır.

Nitekim, yılının ortalarından itibaren Almanya ve Japonya, Sovyetler Birliği'ne karşı birleşmişlerdir. Bu gelişmelerin sonucunda Almanya ve Japonya, 25 Kasım 'da Berlin'de "Anti-Komintern Paktı"nı oluşturmuşlardır.

Bu Pakt ile, Almanya ve Japonya arasında siyasi rejim temeline dayalı bir ittifak yapılmış ve bununla "Berlin-Tokyo Mihveri" kurulmuştur. Yayılmacılık konusunda Almanya'dan ve Japonya'dan geri kalmayan İtalya da, 5 Kasım 'de Roma'da imzalanan bir antlaşmayla Anti-Komintern Paktı'na katılmıştır.

    Böylece, İkinci Dünya Savaşı'na giden süreçte önemli bir dönüm noktası olan "Berlin-Roma-Tokyo Mihveri" oluşturulmuş olmaktaydı.

d-Almanya

Hitler, muhaliflerini tasfiye ettikten sonra tüm dikkatini Versailles Barış Antlaşması'nı bozmaya yöneltmiştir. Bu yönde attığı ilk adım, yılında Avusturya'daki Nazileri kullanarak bu ülkenin ilhak edilmesi girişimidir.  Ancak, Avusturya'daki Nazilerin gerçekleştirdiği hükümet darbesi başarısızlıkla sonuçlanınca ilhakı gerçekleştirememiştir.

Fakat, Hitler'in temel hedefi Versailles Barış Antlaşması'nı yıkmak ve emperyalist yayılmacılık olduğundan bu çabalarından vazgeçmemiştir. Nitekim, bu antlaşmanın önemli sorunlarından biri olan Saar Bölgesi'ni 1 Mart 'te silah kullanmadan Alman sınırlarına dahil etmiştir. Hitler, özellikle Versailles Barış Antlaşması‘yla getirilen silahlanma yönündeki kısıtlamaları kaldırmak istemiştir.

Bu çabalarını sürdürürken bir yandan da silahlanma faaliyetine girişmiştir.  4 Ekim 'te Silahsızlanma Konferansı'ndan ve Milletler Cemiyeti'nden çekilerek kara, deniz ve hava kuvvetlerini güçlendirmeye çalışmıştır. Gerek asker sayısını arttırmaya gerekse modern silah, araç ve gereç yapımına önem vermiştir.

Bir yasayla da Alman Ordusu teşkilatında önemli değişiklikler yapmıştır. Böylece, Almanya Versailles Barış Antlaşması‘nın en önemli hükümlerinden biri olan silahlanma hükmünü tek taraflı olarak feshetmiştir. Versailles Barış Antlaşması‘nı ortadan kaldırmaya kararlı olan Almanya, 7 Mart 'da askersiz hale getirilmiş bulunan Ren bölgesine asker göndermiştir.

Fransa karşılık vermek istemişse de bu oldu-bittiyi kabul etmek zorunda kalmıştır. Hitler'in amaçlarından biri de Avusturya'nın Almanya topraklarına katılması idi. Daha önce ilhak konusunda başarısız olan Hitler, koşulların olgunlaşması üzerine 11 Mart 'de Alman Ordularını Avusturya'ya göndererek bu ülkeyi işgal etmiştir. 12 Mart 'de Viyana ele geçirildikten sonra, 13 Mart'ta da Almanya ile Avusturya'nın birleştiği açıklanmıştır. Bu olay Avrupa'nın güçler dengesini bozarak, Almanya'yı öne çıkartmıştır.

Almanya'nın Avrupa'nın Siyasi Haritasını Değiştirmeye Yönelik Çalışmaları

Hitler, 13 Mart 'de Avusturya'yı ilhak ettikten sonra "bir ulus, bir devlet" politikasını tam anlamıyla gerçekleştirebilmek amacıyla, Çekoslovakya'yı ele geçirmenin yollarını aramıştır. Zira, Çekoslovakya'nın Südetler bölgesinde milyon Alman yaşamaktaydı. Hitler, burayı Almanya topraklarına katmak için bu ülkedeki Nazilerin çıkardıkları karışıklıklardan yararlanma yoluna gitme isteğindeydi.

Nitekim, Çekoslovakya sınırına asker yığarak amacına ulaşmaya çalışmıştır. Almanya'nın bu saldırgan tutumu karşısında İngiltere Başbakanı Chamberlain 15 Eylül 'de Almanya'da Hitlerle görüşerek soruna çözüm bulmaya çalışmıştır. Hitler, görüşmede Südet Almanları üzerindeki isteklerinden vazgeçemeyeceğini ve gerektiğinde savaşı göze alacağını açıklamıştır.

Almanya'nın yayılmacılığı karşısında İngiltere ve Fransa savaş hazırlıklarına başlamıştır.  Sovyetler Birliği ise, Çekoslovakya'ya yardım edeceğini belirtmiştir. Buna karşılık İtalya da, Almanya'yı desteklediğini ifade etmiştir. Böylece, Avrupa genel bir savaşla karşı karşıya gelmiştir.

Münih Konferansı

Sorunun gittikçe tırmanması üzerine İngiltere Başbakanı Chamberlain'ın önerisi üzerine Almanya, Fransa, İtalya ve İngiltere arasında 29 Eylül 'de Münih Konferansı toplanmıştır. Bu konferansta; Südet bölgesinin Almanya'ya verilmesine, Çekoslovakya'nın yeni sınırlarının saptanması için bir uluslararası komisyonun kurulmasına, saptanan sınırın uluslararası güvence altına alınmasına ve Almanya ile İngiltere'nin birbirlerine karşı savaşmayacaklarına dair noktalar üzerinde durulmuştur.

Almanya, Südet bölgesini almakla egemenlik alanını genişletmişti. Ancak, bunu yeterli görmemiş ve İngiltere ile Fransa'nın şiddetli karşı çıkmalarına rağmen, 15 Mart 'da ordusunu Prag üzerine göndererek Çekoslovakya'yı işgal etmiştir. Sovyetler Birliği ve Fransa, Almanya'ya bir nota vererek olayı protesto etmişlerdir. Almanya bu protestoları dikkate almadığı gibi bu kez de 23 Mart 'da Litvanya sınırları içinde bulunan Memel'e saldırmış ve ele geçirmiştir.

e- Savaş Yılı :

Adım adım ilerleyen Almanya, "doğuya doğru genişleme" politikası uyarınca, bir Orta Avrupa ülkesi olan Polanya'ya göz dikmiştir. Ve bu ülkeden Dantzing bölgesini istemiştir. Bu amacını gerçekleştirmek için Polonya'ya baskı yapmaya başlamıştır. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa, 31 Mart 'da Polonya'ya garanti vermişlerdir.

Polonya'nın bağımsızlığı tehdit edilir ve Polonya da buna karşı koyarsa, İngiltere ve Fransa bütün güçleriyle Polonya'ya yardım edeceklerdi. Batılı büyük devletlerin Almanya'ya karşı koyması, iki taraf arasındaki ilişkileri gittikçe daha da gerginleştirmiş ve savaşın çıkmasını bir an meselesi haline getirmişti. Nitekim, 11 Nisan 'da Alman ordularına verilen talimatta, 1 Eylül'de Polonya'nın işgal edilmesi için tüm hazırlıkların yapılması istenmiştir.

Almanya'nın kısa bir süre içerisinde egemenlik alanını genişletmesi, İtalya'nın faşist lideri Mussolini üzerinde olumsuz bir etki bırakmıştı. Bu nedenle, Mussolini kendi gücünü göstermek ve Dalmaçya kıyılarında üstünlük kurmak için Arnavutluk'u işgal etmeye karar vermiştir. Bu kararını 5 Nisan 'da Almanya'ya bildirmiş ve destek istemiştir.

Almanya, Mussolini'nin bu girişimini şiddetle destekleyeceğini açıklamıştır. Bari ve Brindizi limanlarında hazırlanan İtalya donanması ve askerleri, 7 Nisan 'da Arnavutluk'u işgale başlamışlardır. Kısa bir süre içinde Arnavutluk, İtalya'nın egemenliği altına girmiştir. Bu olayla, Doğu Akdeniz ve Balkanların statükosu ağır bir tehdit altına girmiştir.

Sovyetler Birliği-Almanya Saldırmazlık Paktı

İtalya'nın Arnavutluk'u işgal etmesi İngiltere ve Fransa tarafından büyük tepkiyle karşılanmıştı. Bu sert tutum İtalya'yı daha fazla Almanya'ya itmişti. Nitekim, 22 Mayıs 'da, Almanya ve İtalya arasında "Çelik Pakt" adı verilen bir ittifak imzalanmıştı. İngiltere de, Almanya ve İtalya'nın gelecek genişleme girişimlerine göz yummayacağını göstermek için Polonya, Romanya ve Yunanistan'a askeri güvence vermiştir.

Bu arada, Sovyetler Birliği de, Batılı müttefiklerin kendisini herhangi bir saldırı karşısında savunmasız bırakacağı duygusuna kapılmıştı. Bu nedenle, 17 Nisan 'da Almanya'ya başvurarak, ideolojik farklılıkların iki devlet arasındaki ekonomik ilişkileri engellememesi gerektiğini söyleyip, bu ilişkileri geliştirmek istemiştir.

Hitler, Sovyetler Birliği'nin bu yaklaşımına olumlu yaklaşmıştır. Ancak, Sovyetler Birliği'nde Dışişleri Bakanlığına Molotov'un getirilmesi gelişmelere yeni boyutlar kazandırmıştır. Molotov, Moskova'daki Alman büyükelçisine siyasal bir anlaşma yapılmasının daha uygun olacağını belirtmiştir. Bunun üzerine her iki ülke kendi çıkarları doğrultusunda bir "saldırmazlık paktı" yapılması hazırlıklarına girişmiştir. Nihayet, 23 Ağustos 'da "Sovyetler Birliği-Almanya Saldırmazlık Paktı" imzalanmıştır.

Pakt'a göre; taraflar birbirlerine saldırmayacaklar, taraflardan biri üçüncü devletle savaşa tutuşursa, diğer taraf bu üçüncü devlete hiçbir şekilde yardım etmeyecekti. Ortak çıkarlar konusunda birbirleriyle ilişki kuracaklardı. Pakt, on yıl yürürlükte olacaktı.

Bu paktın sonucunda, Sovyetler Birliği'nin, İngiltere'nin ve Fransa'nın askeri heyetleri arasında bir süreden beri sürdürülen görüşmeler de sona erdirilmiştir. İngiltere, Pakt'a karşılık 25 Ağustos 'da Almanya'nın ele geçirmek istediği Polonya ile bir ittifak antlaşması yapmıştır. Tüm bu siyasal gelişmeler, dünyayı yeni bir dünya savaşının eşiğine getirmişti. Zira, devletler bloklaşmaya başlamış ve blokların birbirleriyle olan ilişkileri kopma noktasına gelmişti.

Almanya, Ağustos 'da Dantzing serbest şehrinin kendisine verilmesini, Koridor bölgesi için plebisit yapılmasını, seferberliğin kaldırılmasını ve bu konuları görüşmek üzere bir Polonya temsilcisinin 30 Ağustos günü Berlin'de bulunmasını istemiştir.

Polonya, bu istekleri kabul etmekle birlikte, temsilcisinin istenilen tarihte Berlin'e gitmemesi üzerine Almanya harekete geçmiştir. Alman birlikleri, 1 Eylül 'da savaş ilan etmeksizin Polonya'yı işgale başlamıştır. İngiltere ve Fransa, Almanya'dan işgalin sona erdirilmesini ve birliklerini Polonya'dan geri çekmesini istemiştir.

Ancak, bir yanıt alamadıkları için 3 Eylül 'da Almanya'ya savaş ilan etmek zorunda kalmışlardır. Böylece dünyayı altı yıl boyunca kasıp kavuracak İkinci Dünya Savaşı başlamıştır. Almanya, 28 Eylül'de Polonya'nın en önemli kentlerinden biri olan Varşova dahil olmak üzere ülkenin büyük bölümünü ele geçirmiştir.

Polonya'nın işgale uğraması Sovyetler Birliği'ni harekete geçirmiştir. Bu ülke, Almanya ile yaptığı saldırmazlık paktında kendisine ayrılan Polonya topraklarını işgale başlamıştır. Bunun üzerine Almanya ve Sovyetler Birliği, 28 Eylül 'da Moskova'da ek bir antlaşma yaparak, Polonya'yı aralarında paylaşmışlardır. Sovyetler Birliği, Polonya'nın doğusunu, Almanya'da Varşova dahil batısını almıştır.

Sovyetler Birliği'nin Baltık Ülkelerini Ele Geçirmesi

Sovyetler Birliği, Birinci Dünya Savaşı sonunda kaybettiği Baltık topraklarını tekrar ele geçirmek için bu bölgeye yönelmiştir. 'da Estonya, Letonya ve Litvanya’yı kontrol altına almıştır.

Baltık Denizi'nin doğu kıyılarını nüfuzu altına alan Sovyet Birliği, Finlandiya'dan da üsler istemeye başlamıştır. Sovyetler Birliği, Finlandiya'nın istekleri kabul etmemesi üzerine, 30 Kasım 'da bu ülkeye saldırmıştır. Finliler, ülkelerini başarıyla savunmuşlardır. Ancak, Finlandiya, uluslararası alanda yalnız kaldığından barış görüşmelerini kabul etmek zorunda kalmıştır.

12 Mart 'da Sovyetler Birliği-Finlandiya Barış Antlaşması imzalanmıştır. Finlandiya bağımsızlığını korumakla birlikte,Sovyetler Birliği, bu ülkeden önemli ölçüde toprak kazanmış, üs kurma hakkı elde etmiştir. Bu olayla, Sovyetler Birliği, Baltık kıyılarına iyice yerleşmiştir.

B-Savaş Yılları

monash.pw’da Savaş

Almanya, Fransa'ya saldırmadan önce, stratejik yönden önemli olan Danimarka ve Norveç'i ele geçirmeye çalışmıştır. Hitler Almanyası, İngiliz donanmasının Norveç kara sularında bulunan bir Alman gemisine saldırmasını bahane ederek, 9 Nisan 'da Danimarka ve Norveç'i işgal etmeye başlamıştır.

Danimarka kısa bir direnmeden sonra teslim olmuş, Norveç de, Nisan ayının sonuna kadar karşı koymasına rağmen, Almanların işgalinden kurtulamamıştır.  Norveç Kralı ve hükümeti Londra'ya kaçtı. Hitler, bu işgallerle, Büyük Alman Devleti'nin yanı sıra büyük bir Cermen İmparatorluğu amacına da yönelmiştir.

Batı Cephesi'nin Açılması

Almanya, Norveç ve Danimarka'yı işgal ederek doğusunu ve kuzeyini güvenlik altına aldıktan sonra, Batı'ya, Fransa üzerine yönelmiştir. Nitekim, 10 Mayıs sabahı Alman Orduları Hollanda, Belçika ve Lüksemburg'a saldırmaya başladılar. Lüksemburg hemen işgal edilmiştir.

Hollanda ve Belçika kendilerini savunmalarına rağmen, Hollanda 15 Mayıs 'da, Belçika da 28 Mayıs'ta teslim olmak zorunda kalmıştır. Bu başarılardan sonra Almanlar, bir yandan İngiliz ve Fransız güçlerini Manş kıyılarında çember içine alırken, bir yandan da Paris üzerine yürümeye başlamışlardır.

Bu arada, Almanya'nın kesin olarak başarılı olacağına inanan İtalya da, 10 Haziran 'da Fransa'ya savaş ilan ederek, İkinci Dünya Savaşı'na katılmıştır. Almanya, bu olumlu gelişmeler sonucunda 14 Haziran 'da Paris'e girmiştir.

Bunun üzerine Fransa'da hükümet değişikliği olmuş, Mareşal Petain başkanlığında kurulan yeni hükümet, 22 Haziran 'da Compiegne'de Almanlarla mütareke imzalamıştır. Bu mütarekeye göre; Fransız Ordusu silahsızlandırılarak tutsak edilmiş, Fransa'nın bütün batı kıyıları, kuzeyi ve doğusu Alman işgaline bırakılmıştır.

Vichy'ye taşınmış olan yeni Fransız Hükümeti, Almanya yanlısı bir politika izlemişmonash.pw, Londra'da askeri ateşe olarak bulunan General de Gaulle, Fransız Hükümeti'ni tanımadığını açıklayarak, anavatan toprakları dışında bir direniş gücü oluşturmaya çalışmıştır. Nitekim de Gaulle, Fransa'nın Alman işgalinden kurtarılması için büyük çaba harcayacaktır.

Almanya, Fransa'yı savaş dışı bıraktıktan sonra İngiltere'ye yönelmiştir. Ancak, Almanların, çetin İngiliz direnişi karşısında, İngiliz adalarında hava üstünlüğünü ele geçirememesi ve kış mevsiminin gelmesi üzerine bu ülkenin işgalinden vazgeç-mişlerdir. Bundan sonra, Batı cephesinde Normandiya çıkarmasına kadar, hava savaşları ve Fransız direniş gruplarının eylemleri etkili olmuştur.

2-Kuzey Afrika Cephesi

İtalya'nın 10 Haziran 'da Fransa'ya savaş ilan ederek İkinci Dünya Savaşı'na katılması, İngiltere'nin güç durumda kalmasına yol açmıştı. Zira, İtalya, Kuzey Afrika'da stratejik bir öneme sahip olan Libya'yı elinde bulunduruyordu.

Ayrıca, Akdeniz'de bulundurduğu donanma ile İngiltere'nin sömürgeleriyle bağlantısını önemli ölçüde kesmekteydi. Bu bakımdan, stratejik ve ekonomik yönlerden önemli bir alan olan Kuzey Afrika'nın tümüyle ele geçirilmesi, savaşın gidişatını değiştirilebilecekti.

Kuzey Afrika'yı ısrarla ele geçirmek isteyen İtalya, Libya'da topladığı bin kişilik bir orduyla, 13 Eylül 'da Mısır'a saldırmıştır. Ancak, kısa bir ilerlemeden sonra durdurulmuştur. Mısır'daki İngiliz kuvvetleri takviye alarak güçlendikten sonra 8 Aralık 'da karşı saldırıya geçmiştir. Nitekim, Şubat 'de Bingazi, Nisan 'de de İtalya'nın elinde bulunan Eritre ve Habeşistan'ı işgal etmiştir.

İtalya'nın ard arda başarısızlığa uğraması üzerine, Almanya, yılının Mart ayında Kuzey Afrika savaşlarına katılmıştır. General Rommel komutasındaki Alman orduları, İngilizler karşısında başarı kazanarak İskenderiye yakınlarına kadar ilerlemişlerdir.

Ancak, yılının Ekim ayından itibaren İngiliz karşı saldırısı üzerine Mihver devletleri gerilemeye başlamışlardır. Müttefik devletlerin de Kuzey Afrika'ya asker göndermeleriyle yapılan savaşlar sonucu, Mihver devletleri yenilmişler ve yılının Mayıs ayında teslim olmuşlardır. Böylece, Müttefikler, Kuzey Afrika savaşlarında başarı kazanarak Akdeniz'in güney kıyılarına egemen olmuşlardır.

Balkan Cephesi

Fransa'nın yenilmesinden sonra, 27 Eylül 'da İtalya, Japonya ve Almanya arasında Üçlü Pakt denilen bir ittifak antlaşması imzalanmıştı. Bu Pakt'la, Almanya ve İtalya Avrupa'da; Japonya'da Uzak Doğu'da istilaya dayalı "yeni düzenler" kuracaklardı. Nitekim, Almanya, Avrupa'daki bazı küçük devletleri anlaşmalarla egemenliği altına almaya başlamıştır.

Bununla birlikte, Almanya, kısa vade de Sovyetler Birliği ile bir çatışmayı da göze almamıştır. Hatta, bu ülkeyi Üçlü Pakt'a alarak dünyanın paylaşılmasına onları da ortak etmek istemiştir. Bu amaçla, Kasım 'da Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov Berlin'e davet edilmiştir.

Ancak bu görüşmelerde, Hitler, Sovyetlere İran ve Hindistan'ı alarak Hint Okyanusuna çıkmalarını önermiştir. Oysa, Sovyetler Birliği, Finlandiya, Bulgaristan ve Boğazlara dayalı olarak çeşitli isteklerde bulunmuştur. Görüşmelerin başarısızlığa uğraması nedeniyle Sovyetler Birliği ve Almanya'nın arası açılmaya başlamıştır.

Öte yandan Almanya, İngiltere'yi kısa sürede yenemeyeceğini anlamış, bu nedenle, geniş doğu topraklarını ele geçirerek, hammadde stoklarını arttırmanın yollarını aramaya başlamıştır. Bu yolla, İngiltere'yi yıpratmayı hedeflemiştir.

Almanya, bu amaçlarına ulaşmak için öncelikle, Orta Avrupa ve Güney-Doğu Avrupa topraklarını ele geçirmeye çalışmıştır. 20 Kasım 'ta Macaristan'ı, 23 Kasım 'ta Romanya'yı ve 24 Kasım 'ta da Slovakya'yı zorla Üçlü Pakt'a almıştır. Bulgaristan da, karşı koymasına rağmen 1 Mart 'de Üçlü Pakt'a katılmak zorunda kalmıştır.

Tüm bu gelişmeler üzerine, Yugoslavya, 6 Nisan 'de Sovyetler Birliği ile bir dostluk antlaşması imzalamıştır. Ancak, Almanya, antlaşmanın yapıldığı gün Yugoslavya'yı işgal etmeye başlamış ve 17 Nisan 'de de teslim almıştır. Almanya, Yugoslavya'yı İtalya, Macaristan ve Bulgaristan arasında paylaştırmıştır.

Fakat, Tito'nun önderliğindeki komünistler ile Mihailoviç'in önderliğindeki ulusalcılar, Almanlarla şiddetli bir gerilla savaşına girişmişlerdir. Bu arada, Mussolini de, Hitler'e bilgi vermeden Yunanistan'ı işgal etmek istemişti. Bunun için, 28 Ekim 'da Yunanistan'a ultimatom vererek, bu ülkeden üsler istemişti.

Ancak, red edilince Arnavutluk'taki İtalyan kuvvetlerini Yunanistan'a saldırtmıştır. Fakat, İtalyan kuvvetleri başarısızlığa uğramıştır. İşte, bu gelişmelerden sonra, 6 Nisan 'de Almanya'nın Bulgaristan'daki kuvvetlerini Yunanistan'a girmeye başlamıştır.

 Yunanlılar, kendilerini savundularsa da, 25 Nisan'da Atina, 31 Mayıs 'de de Girit paraşütcü Alman birlikleri tarafından işgal edilmiştir. Daha sonra da bütün Ege Adaları ele geçirilmiştir. Böylece, Almanlar, Balkanlar da kısa süre içinde önemli başarılar elde etmişlerdir.

Almanya - Sovyetler Birliği Savaşı

Almanya'nın kısa bir süre içinde çeşitli cephelerde büyük başarılar elde etmesi, Hitleri daha büyük amaçlar belirlemesine ve gerçekleştirmeye yöneltmiştir. Nitekim, Almanlar, 22 Haziran 'de savaş ilan etmeksizin Sovyetler Birliği'ne saldırmıştır.

Alman Ordusu üç koldan Sovyetler Birliği'ne taarruz etmişti. Güney kolu kısa bir süre içinde Odesa'yı ve Kiev'i almış, Kırım ve Sivastopol'u kuşatmış ve Rostov'a ulaşmıştı. Orta kesim ordusu ise, Smolensk'i ele geçirerek Moskova'ya yönelmişti.

Kuzey ordusu da, Baltık ülkelerinden hareket ederek Leningrad üzerine yürümüştü. Ancak, Sovyet halkının direnişi üzerine Almanlar, Leningrad'ta durdurulmuştur. Almanlar yoğun bir saldırı düzenlemesine rağmen Moskova'yı alamamışlardır. Bunda kış mevsiminin gelmesi ve Alman ordusunun kış koşullarına göre organize edilememesi de etkili olmuştur.

Almanya'nın Sovyetler Birliği'ne saldırması üzerine, Sovyetler ile İngilizler arasında 12 Temmuz 'de Ortak Hareket Antlaşması imzalanmıştır. Bununla iki devlet, Almanya'ya karşı birbirini desteklemeyi, bütün güçleriyle birbirlerine yardım etmeyi ve Almanya ile ayrı ayrı mütareke ve barış antlaşması imzalamamayı kararlaştırmışlardır.

Bununla birlikte, 4 Aralık 'de Sovyetler Birliği ve Polonya arasında Dostluk ve Yardım Paktı adı verilen bir antlaşma imzalanmıştır.     Bu antlaşmaların yapılması ve A.B.D.'nin savaşa girmesinden sonra, İngiltere ve Sovyetler Birliği arasında 26 Mayıs 'de bir ittifak antlaşması yapılmıştır.

Antlaşmada; İngiltere ve Müttefiklerinin Sovyetler Birliği - Almanya savaşına katılması, savaş sonunda barışın korunması için birlikte hareket edilmesi, A.B.D. ile sıkı işbirliği yapılması ve karşılıklı her türlü yardım yapılması gibi noktalara yer verilmişti.

Bu antlaşmayla müttefikler, Sovyetlerin Doğu Avrupa'da Almanları durdurması ve baskı altına almasını hedeflemişlerdir. Sovyetler Birliği de, Alman saldırılarına karşı önemli sayılacak siyasi ve askeri destek sağlamıştır.

Bununla birlikte, Sovyet lideri Stalin de, Alman saldırılarını durdurmak için kapitalist ülkelerdeki düzeni yıkmayı hedefleyen Üçüncü Enternasyonelin lağv edilmesini sağlamış, Bolşevik ilkeleri bir yana bırakmış, ulusalcılığı ve dini ön plana çıkarmıştır. Halkı da, faşizmle mücadeleye çağırmıştır. Sovyet yöneticileri, içte ve dışta sağladıkları destekle uzun süre Alman kuşatmasına karşı koymuşlardır.

Stalingrad’a çekilen SSCB ordusu ile Alman ordusu arasındaki savaş Ağustos ayından Kasım ayına kadar devam eden savaş  25 Kasım’da SSCB’nin galibiyeti ile sona erdi.

3. Asya ve Pasifik’te Savaş

a- Savaş Öncesi ABD

A.B.D., Avrupa'da başlayan savaş karşısında tarafsız kalmıştı. Savaşın Almanya lehine dönmesi üzerine  Müttefik devletlere değişik zamanlarda askeri yardımlarda bulunmuştur.  Alman ilerleyişi durdurulamayınca ’da İngiltere’ye para ve silah yardımı da yaptı.

A.B.D. Başkanı Roosevelt ve İngiltere Başbakanı Churchill, yılının Ağustos ayının başlarında savaşla ilgili gelişmeleri görüşmek üzere Atlantik'te (Atlas Okyanusu'nda) bir savaş gemisinde bir araya gelmişlerdir.

 Roosevelt ve Churchill, görüşmelerden sonra, 14 Ağustos 'de "Atlantik Bildirisi" adı verilen bir metin yayınlamışlardır.

 Bildiride iki devlet; topraklarını genişletmek istemediklerini, her ulusun kendi istediği hükümet şeklini seçme hakkına uyacaklarını, küçük-büyük tüm devletlerin aynı koşullar altında dünya ticaretine katılmalarını istediklerini, Nazi diktatörlüğünün tam olarak yıkılmasından sonra, bütün ulusların sınırları içinde güvenle yaşama olanağı sağlayacak bir barışın yapılmasını, böyle bir barışla bütün insanlara engel çıkartılmadan bütün deniz ve okyanuslarda dolaşma olanağının sağlanmasını ve bütün ulusların kuvvet kullanmaktan vazgeçme yolunu tutmaları gerektiğine inandıklarını belirtmişlerdir. Görüldüğü gibi, bildiriye özgürlük ve demokrasi ilkeleri yön vermiştir.

Bununla birlikte, İkinci Dünya Savaşı'nın çıkmasıyla A.B.D. ve Japonya arasındaki ilişkiler de gerginleşmeye başlamıştı. Zira, Uzakdoğu'da Japonya ve A.B.D.'nin çıkarıyla çatışmaktaydı. Japonya, 'de başlattığı Çin Savaşı'nı sürdürmekte kararlı idi. A.B.D.'de Çin'e mali yardımda bulunarak, Japonya'nın yayılmacılığını önlemek istemiştir.

Tüm bu gelişmelerin yanında, Japonya'daki militarist yönetim, Almanların Rusya'da ilerlemesinden ve Anglo-Saksonların Pasifik'te zayıf bulunmasından cesaret alarak, eskiden beri özlemini duyduğu Büyük Pasifik İmparatorluğu'nu kurmak için harekete geçmiştir.

Nitekim, Japonya, 7 Aralık 'de Hawaii Adalarında Pearl Harbour'da demirli bulunan Amerikan Pasifik donanmasına saldırmış ve bu donanmanın büyük kısmını yok etmiştir. Bu olayın sonucunda Japonya, 8 Aralık günü A.B.D. ve İngiltere'ye, 11 Aralık'ta da Almanya ve İtalya, A.B.D.‘ne resmen savaş ilan etmiştir.  ABD, Ocak ’de İngiltere, SSCB ve 22 devletin katılımı ile Birleşmiş Milletler ittifakını kurdu.

Hatta, dünyanın değişik bölgelerinde bulunan birçok devlet de, içinde bulundukları bloklara uygun, birbirleriyle savaşa girmişlerdir. Böylece, savaş tam bir dünya savaşına dönüşmüştür.

Japonya, savaşın ilk anlarında büyük başarılar kazanmışlardır.

Pasifik'te birçok bölgeyi ve Hindiçini'ni işgal etmişlerdir. Ancak, Müttefikler, yılının sonlarında Japonya'nın yayılmasını durdurmuşlardır. A.B.D., Kasım 'de Salomon adaları açıklarında Japonya donanmasını ilk büyük yenilgiye uğratmıştır. Bu olayla, Uzakdoğu'da savaş Japonya'nın aleyhine dönmeye başlamıştır.

 4 Haziran’da gerçekleştirilen Japonya’nın Midway saldırısı başarısızlıkla sonuçlandı. Bu gelişme Pasifik’teki savaşın seyrini etkileyecek bir dönüm noktası oldu.

C-Barışa Doğru

1-Avrupa’da Savaşın Sona Ermesi

Kazablanka Konferansı

A.B.D. Başkanı Roosevelt ve İngiltere Başbakanı Churchill arasında, Ocak tarihleri arasında Kazablanka kentinde yapılmıştır.

Sovyet lideri Stalin de davet edilmişse de katılamamıştır. Bu konferansta, A.B.D. kuvvetlerinin, yılının Kasım ayında Fas ve Cezayir'e çıkması üzerine, Kuzey Afrika savaşlarının gidişatı ve sonrası hakkında stratejik ve diplomatik sorunlar ele alınmıştır.

Konferansın sonunda; Sovyetler Birliği üzerindeki baskıyı hafifletmek için Sicilya'ya çıkartma yapılması, Balkanlarda ikinci bir cephenin açılması, bunun için de Türkiye'nin savaşa katılmasını sağlamak üzere hazırlıklara girişilmesi, Mihver Devletleri'nin kayıtsız şartsız teslimine kadar mücadeleye devam edilmesi gibi kararlar alınmıştır.

Quebec Konferansı

Roosvelt ve Churchill, Ağustos tarihleri arasında Kanada'nın Quebec kentinde tekrar bir araya gelmişlerdir. Görüşmelerde, Almanya'nın silahsızlandırılmasını ve kontrol altına alınmasını öngören bir plan kabul edilmiştir. Ayrıca, Churchill, Türkiye'nin savaşa sokulmasını ve ikinci cephenin Balkanlarda açılmasını önermiştir.

Ancak, bu öneriler kabul görmemiştir. Daha önce, Fransa'da açılması planlanan ikinci cephenin Normandiya kıyılarında olmasına ve bunun hazırlanması sorumluluğunun da A.B.D.'ne bırakılmasına karar verilmiştir.

İtalya’yı Kuzey Afrika’dan atan müttefik devletler Avrupa’ya yöneldiler ve Sicilya’ya hava saldırısı yapıldıktan sonra denizden çıkarma yapıldı. İtalya teslim oldu. 3 Eylül ’te ateşkes yapıldı. Bunun üzerine Almanya İtalya’yı işgal ederek müttefiklerle savaşa girişti. Tutsak edilen Mussolini Almanlar tarafından kurtarıldı.

Müttefikler ancak Haziran ’te Roma’ya girip yılının başında Kuzey İtalya’yı ele geçirebildi.

6 Haziran ’te Fransa kıyılarındaki Normandiya bölgesinden çıkarma yapıldı ve ABD, İngiliz birlikleri Fransa’ya girdi. 26 Ağustos’ta Paris’e girildi.

Fransa, 6 Haziran 'de Normandiya çıkarmasından sonra Alman işgalinden kurtarılmıştı. Bundan sonra, Almanya'nın teslim olması gündeme gelmişti. Bu durumda, hem gelecek barış hakkında daha esaslı bir anlaşmaya varmak, hem de Sovyetler Birliği'nin Japonya'ya savaş açmasını sağlamak amacıyla üç büyük Müttefik devlet başkanı 4 Şubat - 11 Şubat 'te Kırım'ın Yalta kentinde bir araya gelmişlerdir.

Roosevelt, Churchill ve Stalin, Yalta Konferansında; Sovyetler Birliği'nin Almanya teslim olduktan sonra Japonya'ya savaş açması ve buna karşılık daha önce bu devlete bıraktığı toprakları ve Kuril adalarını alması, Sovyetler Birliği'nin Çin ile bir dostluk ve ittifak antlaşması imza etmesi, üç büyük Müttefik devletin ordularının Almanya'nın birer bölgesini işgal etmesi, merkezi Berlin olmak üzere her üç devletin komutanlarından oluşan bir "Merkez Kontrol Komisyonu" nun kurulması,

Fransa'nın da Almanya'ya işgal birlikleri göndermesi, Alman militarizmi ve nazizminin yok edilmesi, Almanya'nın savaş tazminatı ödemesi ve Birleşmiş Milletler Örgütü'nün kurulması için 25 Nisan 'te San Fransisco'da bir konferans toplanması gibi konular üzerinde durmuşlardır.

Almanya'nın Teslim Olması

Müttefik Devletler, yılında hava üstünlüğünü sağlamışlardı. Özellikle de, 6 Haziran 'te Fransa'nın Normandiya kıyılarına çıkarma yaparak "ikinci cephe" yi açmışlardır. 9 Ağustos 'te Paris'i Alman ordularından kurtarmışlardır.

Fransız direniş hareketinin ünlü ismi General de Gaulle, hükümet kurarak Fransa'ya yeniden hayat kazandırdı. Bu askeri gelişmeler üzerine Almanya için kurtuluş olanağı kalmamıştı. Doğudan ve batından Müttefik Devletler tarafından işgal edilmeye başlanmıştır.

Hitler, Müttefikler, Berlin'e girdikten sonra 30 Nisan 'te intihar ederek, yerini Amiral Doenitz'e bırakmıştır. Berlin, 2 Mayıs 'te ağırlıklı olarak Sovyet askerlerinin yer aldığı Müttefikler tarafından tamamıyla ele geçirilmiştir. 4 Mayıs'ta Hollanda, Kuzey-Doğu Almanya ve Danimarka'daki Alman orduları teslim olmuşlardır.

Bunun üzerine, daha sonra gerçekleşen San Fransisco Konferansı sırasında 7 Mayıs 'te Alman delegeleri Reims kentindeki Eisenhower'in ana karargahında Almanya'nın kayıtsız-şartsız teslim belgesini imzalamışlardır.

Potsdam Konferansı

Almanya'nın teslim olmasından sonra, Avrupa'da ortaya çıkan sorunları görüşmek üzere, üç büyük Müttefik devlet, 17 Temmuz - 2 Ağustos tarihleri arasında Berlin yakınlarında Potsdam'da bir toplantı yapmışlardır.

Potsdam Konferansı'nda A.B.D.'ni (Roosevelt 12 Nisan 'te öldüğü için yerine geçen) Başkan Yardımcısı Harry S. Truman, İngiltere'yi konferansın ilk günlerinde Churchill ve daha sonra (Churchill, yılı Temmuz ayında yapılan genel seçimi kaybettiği için) İşçi Partisi lideri ve yeni Başbakan Clement Attlee, Sovyetler Birliği'ni de Stalin temsil etmişlerdir.

Konferansın en önemli konusunu barışın nasıl sağlanacağı oluşturmuştur. Bilindiği gibi, Almanya, Müttefikler tarafından dört bölgeye ayrılmış ve her bölge bir Müttefik devlet tarafından işgal edilmişti.

Üç büyük Müttefik Devlet, anlaşmaya vardıkları konularda, konferansın bitiş tarihi olan 2 Ağustos 'te bir deklarasyon yayınlayarak açıklamışlardır.

Almanya ve Berlin dört işgal bölgesine ayrılmıştır. ABD, İngiltere, Fransa ve Sovyetler Birliği yönetimine bırakıldı. Ayrıca Almanya’ya ekonomik ve askeri kısıtlama ve yükümlülükler getirilmesine karar verildi. Avusturya’nın başkenti Viyana dört işgal bölgesine ayrıldı. İtalya ile ağır bir antlaşma imzalanmasına karar verildi.

2-Pasifikte Savaşın Sona Ermesi

Japonya'nın Teslim Olması

Müttefikler, yılında Pasifik'te Japon yayılmasını durdurmuşlardır. ve yıllarında da deniz ve hava üstünlüğünü ele geçirmişlerdir. yılının başlarından itibaren Japonya'nın işgali altında bulunan Çin, Endonezya ve Pasifik'te çeşitli yerlerde saldırıya geçmişlerdir.

Bunun üzerine A.B.D., Japonya'yı kayıtsız-şartsız teslim olmaya zorlamak için, 6 Ağustos 'te ilk atom bombasını Hiroshima'ya, ikincisini de 9 Ağustos 'te Nagasaki'ye atmıştır.

Sovyetler Birliği, 13 Nisan 'de Japonya ile tarafsızlık antlaşması imzalamasına rağmen, teslim olma noktasına gelen bu ülkeye 8 Ağustos 'te savaş ilan etmiş ve Mançurya'yı işgale başlamıştır.

Japonya, 10 Ağustos 'te yenilgiyi kabul ettiğini A.B.D.'ne bildirmiştir. Yapılan görüşmeler sonucu 2 Eylül 'te Tokyo Koyu'nda demirli bulunan A.B.D.'ne ait Missouri adlı savaş gemisinde Japonya'nın teslim belgesi imzalanmıştır. Bu olayla da Uzakdoğu'da savaş sona erdiği gibi, yaklaşık kırk milyon insanın hayatına mal olan İkinci Dünya Savaşı da Müttefiklerin zaferiyle bitmiştir.

D-Savaşın Etkileri

a- Siyasi Sonuçları

- Faşizm ve Nazizm gibi akımlar tasfiye edildi.

-Asya, Afrika ve Orta Doğu’da yaşayan halklar emperyalist (sömürgeci) devletlere karşı mücadeleye giriştiler.

- İngiltere ve Fransa zayıfladı ve sömürgeleri üzerindeki egemenlikleri zayıfladı.

- Japonya, işgal ettiği bölgeleri ve daha önce elde ettiği toprakları terk etti.

-SSCB Doğu Avrupa’yı işgal etti. Avrupa’da önemli bir güç haline geldi.

- ABD dünya siyasetinde öneli bir mevki kazandı.

-San Fransisco Konferansı’nda Birleşmiş Milletler teşkilatı kuruldu. Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesine veto hakkı tanındı.

-SSCB ve Müttefik Devletler, ABD arasındaki kutuplaşma Doğu ve Batı Bloku’nun oluşmasına yol açtı.

b-Ekonomik Sonuçlar

- Savaşa katılan özellikle Almanya, İtalya, Fransa ve İngiltere gibi ülkeler büyük ekonomik kayıplara uğradılar. Üretimde düşme, fiyatlarda artış oldu.

-Uluslar arası Para Fonu (IMF) kuruldu.

- Devletler yaralarını çok kısa sürede sarmayı başardılar.

c-Toplumsal Sonuçları

- Sivil ölümleri çok fazla oldu. Bazı kaynaklara göre 40, bazılarına göre 60 milyon insan hayatını kaybetti.

-Asya ve Avrupa’da nüfus hareketleri (göçler) oldu.

- Büyük savaş suçları işlendi. Bazıları mahkemelerde yargılandılarsa da çoğu cezalandırılamadı.

d- İnsan Hakları İhlalleri

 Kasım ’ten Ekim ’ya kadar Nürnberg’de uluslararası mahkeme kuruldu. Savaş suçluları yargılandı. ’da Japonya’da kurulan mahkemede de Japon yöneticiler yargılandı. Yargılama sonucu sonucunda hapis, müebbet hapis ve idam cezaları verildi.

“Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme” 9 Aralık ’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edildi. 10 Aralık ’de BM “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”ni kabul ettiler.

E- Savaş Yıllarında Türkiye

1. İkinci Dünya Savaşı’nda Türk Dış Politikası

Genç Türkiye'nin yöneticileri, Osmanlı İmparatorluğu'nun Birinci Dünya Savaşı'na sürüklenerek nasıl ortadan kalktığını, Türk Ulusu'nun nasıl yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını unutmamışlardı.

Bu nedenle, ülkeyi yeni bir savaşın dışında tutmaya çalışmışlardır. Ancak, Almanya'nın 'lu yıllarda komşularına saldırması, İtalya'nın 7 Nisan 'da Arnavutluk'u işgal etmeye başlaması karşısında tedirgin olmuşlardır. Bunun üzerine Türkiye, İngiltere ve Fransa'ya yakınlaşmıştır.

Nitekim, 12 Mayıs 'da Türkiye ve İngiltere arasında, Türk-İngiliz Yardım Deklarasyonu, 23 Haziran 'da da benzer bir antlaşma Türkiye ve Fransa arasında imzalanmıştır. Türkiye, bu antlaşmaları Alman nazizmine ve İtalyan faşizmine karşı yapmasından dolayı, Sovyetler Birliği'nin bir zorluk çıkarmayacağını düşünmüştür.

Fakat, 23 Ağustos 'da Almanya-Sovyetler Birliği Dostluk Antlaşması'nın yapılması ve Polonya'nın Almanya tarafından işgal edilmesi, Türkiye'yi bir tehdit altında bırakmıştı.

Hatta, Sovyetler Birliği'nin Karadeniz'e kıyısı bulunmayan devletlerin savaş gemilerinin boğazlardan geçirilmemesini ve boğazlarda Sovyet askeri bulundurmak istediğini Türkiye'ye bildirmesi tehlikenin boyutlarını arttırmıştır. Türkiye, bu gelişmeler üzerine İngiltere ve Fransa ile eski antlaşmalarını açık bir ittifaka dönüştürmeye çalışmıştır.

19 Ekim 'da Türkiye, İngiltere ve Fransa, Ankara'da karşılıklı yardım antlaşması imzalamıştır. Buna göre;

• Bir Avrupa devletinin Türkiye'ye saldırması ve savaş çıkması halinde Fransa ve İngiltere'nin Türkiye'ye yardım etmesi,

• İngiltere ve Fransa bir Avrupa devletinin saldırısına uğrarsa, Türkiye'nin bu iki devlet yararına tarafsızlık politikası izlemesi,

• Bu antlaşmanın uygulanması sonucunda tarafların savaşa girmesi halinde, mütarekenin ve barışın birlikte imza edilmesi gibi.

 Türkiye bu antlaşma ile,Sovyetler Birliği'nden tamamıyla ayrılmış ve Batılı devletlere yakınlaşmıştır. Türkiye, savaşın tüm dünyada genişlediği bir dönemde, 18 Haziran 'de Almanya ile on yıl süreli bir dostluk antlaşması yaparak manevra yapma alanını genişletmiştir.

Fakat, bu tarihlerde Almanya'nın Sovyetler Birliği'ne saldırması dengeleri alt-üst etmiştir. Bu kez de Sovyetler Birliği, Türkiye'nin savaşa girmesini istemiştir. Nitekim, Ocak 'te Churchill ve İsmet İnönü, Adana'da buluşarak Türkiye'nin savaşa girip girmeme konusunu tartışmışlardır.

Adana Konferansı da denilen bu buluşmada, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Türkiye'nin savaşa girecek silah ve malzemeye sahip olmadığını ve İngiltere'nin bu donatımı tamamlaması halinde savaşa gireceğini ileri sürmüştür. Savaş devam ettikçe Müttefik Devletlerin Türkiye'yi savaşa sokma konusundaki ısrarlarını arttırmışlardır.

Nitekim, İsmet İnönü, Roosevelt ve Churchill, Aralık 'te İkinci Kahire Konferansı'nda bir araya gelerek, Türkiye'yi savaşa sokma konusunu tartışmışlardır. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Türk Ordusunun donatımının tamamlanması halinde yılının Şubat ayında savaşa girileceğini belirtmiştir.

Türkiye, savaşın Almanya'nın aleyhine gelişmeye başladığı dönemde 2 Ağustos 'te Almanya ile siyasal ilişkilerini kesmiştir. 23 Şubat 'te de Almanya ve Japonya'ya savaş ilan etmiştir. Türkiye, bu tutumuyla da Birleşmiş Milletlerin kurucu üyeleri arasında yer almıştır.

Kısaca, Türkiye, İkinci Dünya Savaşı'nda tarafsız bir politika izlemiş, fakat bu politikasını denge esasları üzerine oturtmuştu.

2. Savaşın Türkiye’ye Etkileri

- Ülke kaynakları savunma harcamalarına ayrıldığı için halk ağır ekonomik şartlarla karşı karşıya kaldı.

-Mal stoklamanın artması dolayısıyla devlet fiyatlara müdahale ederek narh koydu. (devlet fiyatları belirledi.)

yılında Milli Korunma Kanunu ile hükümet ekonomik hayata müdahale etti.

Petrol Ofisi  ve Et ve Balık Kurumu gibi bazı kurumlar oluşturuldu.

- yılında şehirlerde karne uygulamasına geçildi.

-Ticaret Ofisi ve İaşe Müsteşarlığı gibi kurumlar oluşturuldu.

- Temmuz’unda hükümet malların stoklanarak piyasadan çekilmesini engellemek amacıyla piyasa üzerindeki denetimini azalttı.  

-Karaborsa ve haksız kazanç arttı.

-Aşırı ve vergilendirilemeyen kazançlar için Varlık ve Toprak Mahsulleri Vergisi konuldu. (Varlık Vergisi kanunu 11 Kasım ’de kabul edildi.

”Beş Yıllık Sanayi Plan” uygulanamadı.

-Sanayi ve tarım üretiminde düşüş yaşandı.

-Sermaye birikiminde sorun yaşandı.

-Savaşa rağmen devlet harcamalarının bir kısmı eğitime harcandı.

-Köy enstitüleri kuruldu.

-Savaşın olumsuz şartları edebiyata da yandı.

-Garip akımı ortaya çıktı.

-Radyo yayınları yaygınlaştı.

-Hafız Burhan, Sadettin Kaynak gibi pek çok sanatçı plaklarında türkülere yer verdiler.

yılında İstanbul Konservatuarı açıldı.

-Sadettin Kaynak başta olmak üzere çok sayıda bestekar türkü formunda besteler yaptılar.

-Safiye Ayla, Müzeyyen Senar, Hamiyet Yüceses, Perihan Altındağ Sözeri gibi sanatçılar radyo programları ve taş plaklarla tanındı.

Özet

 Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda imzalanan barış antlaşmaları sorunları çözmemiş ve  yeni sorunları ortaya çıkarmıştır. Güçler dengesi yeniden biçimlenmişti. Dünya barışının korunması amacıyla, Milletler Cemiyeti kurulmuş, Avrupalı büyük ülkelerin de yer aldığı bazı Avrupalı devletler karşılıklı güvenliğin sağlanması için Locarno Antlaşmasını, A.B.D. ile Fransa Dışişleri Bakanlarının öncülüğünde de savaşı yasa dışı ilan eden Briand- Kelogg Paktı imzalanarak yürürlüğe sokulmuştu. Ancak, barışın korunmasına yönelik bu çabalar yeterli olmamıştır.

İtalya'da faşist rejiminin kurulması ve bu rejimin yayılmacılığa yönelmesi, Almanya'da Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi'nin iktidara tırmanarak Versailles Barış Antlaşması düzenini ortadan kaldırmaya çalışması ve Büyük Germen İmparatorluğunu kurmak istemesi,  Japonya'nın da Uzakdoğu'da güçler dengesini alt-üst ederek militarist temellere dayalı bir  imparatorluk kurma tutumuna girmesi, İkinci Dünya Savaşı'nın çıkmasına yol açan en önemli gelişmeler olmuştur.

Almanya, İtalya ve Japonya'nın katılımı ile Anti Komintern Paktı'nın kurulması, İkinci Dünya Savaşı'na giden süreçte önemli bir dönüm noktası olmuştur.

"Berlin-Roma-Tokyo Mihveri" dünyanın savaşın eşiğine getirmiştir.

İkinci Dünya Savaşı, Alman birliklerinin 1 Eylül 'da Polonya'ya saldırısıyla başlamıştır.

Bu olay üzerine İngiltere ve Fransa, Almanya'ya savaş ilan etmişlerdir.

Sovyetler Birliği, Baltık ülkelerini ele geçirmiştir. Almanya ise, Norveç ve Danimarka'yı işgal ettikten sonra, Avrupa içlerinde ilerleyerek Hollanda, Belçika ve Fransa'yı işgal ederek, bu ülkeleri kendi topraklarına katmıştır. Bununla birlikte, Almanya ve İtalya, Kuzey Afrika'da da yayılmaya çalışmışlardır. Japonya'nın da, A.B.D.'ni bir ani baskınla savaşa sürüklemesi sonucu, savaş tüm dünyaya yayılmıştır.

Mihver Devletleri'nin yayılmacılığına karşı İngiltere, Sovyetler Birliği ve A.B.D. İttifak yapmışlardır. Müttefik Devletler, gerek savaş sırasında gerçekleştirdikleri siyasal buluşmalarla gerek ordularını seferber ederek, Mihver Devletlerini yenilgiye uğratmışlardır. Mihver Devletlerinin tüm cephelerde teslim olmasıyla, dünyaya beş buçuk yıl felaket yaşatan İkinci Dünya Savaşı sona ermiştir.

3.ÜNİTE: SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ

Soğuk Savaş, Sovyet Bloğu ülkeleri ile Batılı güçler arasında 'den 'a kadar devam etmiş olan uluslararası siyasi ve askeri gerginlik.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Doğu ve Batı bloklarının zaman zaman savaş çıkarma tehditleri; bütün dünyada gerginlik yaratmıştır. Bu dönemde, insanlarda nükleer kıyamet paranoyası doğmuş, dünya devletleri ise bu iki bloktan birinin yanında yer almaya çalışmışlardır.

Gerginlik hiçbir zaman "taraflar arasında" sıcak savaşa dönüşmemiş olsa da taraflar her anlamda birbirlerini yıpratmaya çalışmışlardır. Genel kabule göre, soğuk savaş Sovyetler Birliği'nin dağılması ve Berlin Duvarı'nın yıkılması ile sona ermiştir.

DÖNEMİ ŞEKİLLENDİREN FAKTÖRLER

II. Dünya Savaşı tarihin gördüğü en yıkıcı savaşlardan biri olmuştur. Ülkeler yanmış, yıkılmış ve milyonlarca insan ölmüştü. Milletler arası mücadeleler, büyük devletlerin çatışması ve mahalli savaşlar, insanlığı zaman zaman üçüncü bir dünya savaşının eşiğine kadar getirmiştir. Böyle bir sıcak savaş patlak vermemiştir, fakat barış da olmamıştır. Dünya bir “soğuk savaş” atmosferi içinde, heyecanlı on beş yıl geçirmek zorunda kalmıştır.

Nasıl ki, I. Dünya Savaşından sonraki dünya, yüzyılın dünyasından çok farklı olmuş ise, ’ten sonraki dünya da, ’in dünyasından çok farkı bir yapıda olmuştur. Bu farklılıklar ve yeni dünyamızı şekillendiren faktörleri şu noktalarda toplamak mümkündür.

 1) Bir kere, II.  Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan ve bu güne kadar devam eden milletler arası politikanın yapısı çok değişmiştir. Savaştan sonra dünya politikasına iki yeni kuvvet, Süper- Devlet adı verilen, Birleşik Amerika ile Sovyet Rusya hakim olmuştur ve bu iki kuvvetin üstünlüğü günümüzde de devam etmektedir. II. Dünya Savaşı’ndan sonra milletler arası politikanın yapısı değişmiş ve ikili bir yapı ortaya çıkmıştır.

 2) Sovyet Rusya’nın sivrilmesinin bir mühim neticesi de, ilk defa olarak milletler arası münasebetlere doktrin ve ideoloji unsurunun girmesidir. Sovyet sistemi, dünya proleter ihtilali gibi, komünizmi bütün dünyada  hakim  kılmak isteyen bir doktrine dayandığından, savaştan sonra  Sovyet dış politikası tamamen bu hedefe yönelmiş ve bu da milletlerarası  politikaya  doktrin ve ideoloji unsurunun girmesine sebep olmuştur.

 3) Günümüz dünyasının en mühim gelişmelerinden biri de, sömürgeciliğin tasfiyesidir.  Bir-iki yer istisna edilirse, Asya ve Afrika’daki sömürgelerin hepsi bugün bağımsız olmuşlardır. yılında Afrika’da bağımsız devlet sayısı 6 iken, bugün bunların sayısı 50’yi aşmaktadır.           

Sömürgelerin bağımsızlıklarını kazanmaları ise, daha ileride göreceğimiz üzere, milletler arası politikaya Üçüncü Blok, üçüncü dünya veya Bağlantısızlar Blok’u denen yeni bir kuvvetin girmesi neticesini vermiştir.

4) II. Dünya Savaşı’nın en mühim neticelerinden biri de, milletler arası politikanın  “alan genişlemesi”dir. ’e gelinceye kadar, milletler arası münasebetlerin yoğunlaştığı başlıca alan Avrupa idi. Halbuki bugün artık böyle değildir.

Çin Halk Cumhuriyeti ve Hindistan gibi geniş ülkeli ve kalabalık nüfuslu iki ülkenin ortaya çıkışı ve Japonya’nın Asya’da büyük bir ekonomik kuvvet olarak tekrar sivrilmesi ile Asya gayet mühim bir milletlerarası politika alanı haline gelmiştir. Nihayet, Üçüncü Dünya Ülkelerine de Asya- Afrika- Latin Amerika grubu dendiğini de unutmayalım.

5)Milletlerarası münasebetlerin alan genişlemesi, sadece dünyanın düzeyi üzerinde olmayıp, günümüzde bu münasebetler yukarıya doğruda bir alan genişlemesi yaparak, uzaya intikal etmişler. Bir zamanlar nasıl sömürge sahibi olmak büyük devlet olmanın şartı gibi telakki edilmiş ise, şimdide uzayın derinliklerine el atabilmek, büyük kuvvet olmanın şartı gibi görünmektedir.

6) Günümüz dünyasının, bilhassa II. Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan en mühim meselelerinden biri de, ekonomik meselelerdir. Denebilir ki, tarihin hiçbir döneminde ekonomik meseleler, milletlerarası münasebetlerde bugünkü  kadar ağırlık kazanmamıştır.

Bugün bütün dünya ülkeleri, siyasal kuvvet dengesi, güvenlik ve barış gibi meselelerden beklide çok daha fazla olarak, ekonomik kalkınma, ferah, daha iyi bir yaşama seviyesi gibi meselelerle yoğun bir şekilde meşgul olmaktadırlar.

RUS EMPERYALİZMİNİN CANLANMASI

 İkinci Dünya Savaşı sonunda Birleşik Amerika ile Sovyet Rusya’nın iki büyük kuvvet olarak ortaya çıkmalarında, milletler arası politika arenasında meydana gelmiş olan boşluklar şüphesiz en büyük rolü oynamıştır. Savaştan önce milletler arası kuvvet dengesinin temel unsurlarını teşkil eden devletler, in dünyasında artık mevcut değildir.

Komünizmin evrensel tatbikçisi olarak ortaya çıkmış bulunan Sovyet Rusya için bu öyle bir manzarada ki, belki tarihinin hiçbir döneminde böyle bir fırsat önüne tekrar çıkmayacaktır. Bu sebeple savaşın hemen ertesinde Sovyet Rusya’nın  üç istikamette faaliyete geçtiğini görüyoruz. Bu üç istikametten biri Avrupa, ikincisi Orta Doğu ve üçüncüsü de Uzak Doğu veya Asya’dır.

Anlaşmanın tasdiki tehlikeye girince Sovyetler İran’a  baskı yapmaya başladılar. Amerika’da hem hatasını anlaşmıştı ve hem de şimdi Sovyetlerin savaş sonrası niyetlerini görerek Sovyetlerin karşısına dikilmeye karar verdi.

Amerikan hükümeti, 20 Eylül de yaptığı bir açıklamada, petrol anlaşmasını reddetmesinden dolayı İran beklenmedik neticelerle karşılaşacak olursa, İran’ın toprak bütünlüğünü koruyacağı hususunda teminat verdi. Bunun üzerine İran Meclisi 22 Ekim de anlaşmayı ittifakla reddetti. Sadece 2 komünist  milletvekili müspet oy vermişti.

A. BLOKLARIN KURULUŞU

1-Doğu Bloku’nun Kuruluşu

Sovyetler askeri işgal altında tuttukları Avrupa ülkelerinde komünist rejimler kurarak Sovyet Blok’unu oluşturmuştur. İşin aslı, bu ülkelerin Sovyet askeri işgaline girmesini bir bakıma Batılı devletler istemiştir. Çünkü, yazından itibaren Almanlar Rusya cephesinde geri çekilmeye başladıkları zaman, gerek Amerika, gerek İngiltere, Sovyet’lerin Almanları kendi topraklarından attıktan sonra savaştan çekilmelerinden endişe etmişler ve korkmuşlardır.

Onlara göre, savaşın bir an önce sona ermesi için Kızılordu’nun Doğu Avrupa’da ilerlemesi ve Alman işgalindeki toprakları Almanlardan temizlemesi gerekliydi.

Şubatında Kırım’da Yalta’da Amerika, İngiltere ve Sovyet liderleri arasında yapılan toplantı sonunda yayınlanan Kurtarılmış Avrupa Hakkında Demeç, serbest ve demokratik seçimler için gerekli tedbirler alınıncaya kadar, Sovyet işgalindeki ülkelerde geçici hükümetlerin kurulmasını ve bu hükümetlerde bütün siyasi partilerin ve siyasi eğilimlerin temsil edilmesini öngörmekteydi.

Esasına bakılırsa, bu ülkelerde hiçbir parti tek başına hükümeti kurabilecek oy gücüne sahip değildi. Gerek bu demeç dolayısıyla, gerek yapılan kurucu meclis seçimlerinin oy neticeleri dolayısıyla, hükümetler bu ülkelerde genellikle koalisyon kabineleri şeklinde kuruldu. Fakat dikkati çeken nokta, bu kabinelerde komünistlerin daima içişleri, adalet ve enformasyon bakanlıklarını almaları idi.

Komünist Partilerin Hükümetlere Hakim Olması

Bir süre sonra komünistlerin hükümetleri tamamen ele geçirdikleri görüldü. Çünkü çeşitli hadiseler ve baskılar yüzünden, ara sıra da Sovyetlerin baskısı ile, Komünist partisinin dışındaki siyasi partiler hükümetlerden ayrılarak muhalefete geçtiler. Böylece hükümetler bir süre sonra, tamamen komünistlerden meydana gelmiş oluyordu.

Muhalefet Partilerinin Tasfiyesi

Bu merhalenin, bilhassa yılında, yani 10 Şubat de barış antlaşmalarının imzasından sonra gerçekleştirildiğini görüyoruz. Çünkü Sovyet işgali altındaki ülkelerde barış anlaşmaları yapıldıktan sonra, artık Sovyet askerlerinin bu ülkelerden çekilmesi gerekiyordu.

Halbuki komünist partileri iktidara sahip olmakla beraber, aynı zamanda komünistlerin karşısında da kuvvetli muhalefet partileri bulunuyordu. Sovyetler bu muhalefet partilerini tamamen bertaraf edip komünist rejimleri yerleştirmeden bu ülkelerden çekilmek istemediler ve bu sebeple Şubatından sonra bu ülkelerde muhalefet partilerinin tasfiyesine girişildi.

Savaş sonrası dört bölgeye ayrılan Almanya’da iki ayrı devlet ortaya çıktı. Batılıların kurduğu Federal Almanya, Sovyetler Birliği’nin oluşturduğu Demokratik Almanya.

 Dört Bölgeye ayrılan Berlin’de Batılıların yönetimindeki Batı Berlin, Sovyetlerin denetimindeki Doğu Berlin olmak üzere ikiye ayrıldı yılında da Berlin Duvarı yapıldı.

a- Doğu Bloku İçindeki Diğer Gelişmeler

Doğu Bloku içinde komünist rejimlerin kurulması Sovyetlerin etkisi ile olurken Yugoslavya ve Arnavutluk’ta kendi içinden olmuştur.

Çin’de II.Dünya Savaşı sonrası başlayan milliyetçilerle komünistler arasındaki iç mücadeleyi kazanan komünistler , yönetimi ele geçirmişlerdir.

Kore, Yalta Konferansı’nda iki işgal bölgesine ayrılmıştı. Potsdam Konferansı’nda sınır paralel oldu. yılında bu bölgede Sovyet destekli Kuzey Kore ve ABD destekli Güney Kore Devleti kuruldu.

Fidel Castro, Küba’da sosyalist bir yönetim kurdu.

b- Sovyet Modeline Göre Ekonomik ve Sosyal Düzenin Kurulması

Doğu Avrupa ülkelerinde yapılan anayasal düzenlemelerle ekonomik ve sosyal düzen Sovyet modeline göre kuruldu.

SSCB’nin Avrupa’da egemenlik kurmaya başlaması ABD’yi harekete geçirdi. Martında Truman Doktrini’ni ve Haziranında da Marshall Planı’nı uygulamaya koydu.

Kominform’un Kuruluşu

Eylül ayında Sovyet Rusya, Yugoslavya, Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Polonya, Çekoslovakya, Fransa ve İtalya komünist partilerinin liderleri Polonya’nın Szklarsa Pareba şehrinde toplandılar ve yayınladıkları belgeler ile 5 Ekim de Cominform’un kurulduğunu ilan ettiler.

Gerek belgelerde, gerek verilen demeçler ve yapılan konuşmalarda, Birleşik Amerika’ya, Truman Doktrini’ne ve Marshall Planına çatılması, Kominform’un kuruluş sebebini açıklayan bir husus olsa gerektir.

Yayınlanan belgelere göre, kurulan bu milletler arası komünizm teşkilatının amaçları şunlardır: 1. İşçilerin yegane vatanı olarak Sovyetler Birliği’nin savunulması, 2. Birleşik Amerika tarafından temsil edilen emperyalizme karşı mücadele, 3. Bütün dünyayı kapsayacak olan bir Sovyetler Cumhuriyeti’nin kurulması.

25 Ocak ’da komünist ülkeler arasında ekonomik işbirliği ve dayanışma amacıyla “ Comekon” kuruldu.

’da kurulan NATO’nun etkinliğini artırması üzerine 14 Mayıs ’te komünist ülkeler arasında Varşova Paktı kuruldu.

Antlaşmayı imzalayan ülkeler Arnavutluk, Romanya, SSCB, Demokratik Almanya, Bulgaristan, Polonya, Çekoslavakya ve Macaristan'dı. Demokratik Almanya Pakt'ın askeri kanadına 'da katıldı.

c-Sosyalist Blokta Sarsıntılar

 Sovyet Rusya’da İktidar Mücadelesi

5 Mart ’te Stalin’in ölmesi üzerine bir iktidar mücadelesi başladı. Stalin’in yerine göz koyanlar, hemen bir iktidar mücadelesi içine girmemişler, adeta geçici bir anlaşma ile Kolektif Liderlik denen toplu idareyi tercih etmişlerdi. Fakat mücadele, Stalin’in 9 Martta yapılan cenaze töreninden sonraki günlerde ve önce alttan, sonrada açık bir şekilde başlayacaktır.  Bu iktidar mücadelesi diğer doğu blokunda da sarsıntılara yol açmıştır.

SSCB-Yugoslavya İlişkileri

Yugoslavya’nın Sovyet denetimine girmek istememesi Yugoslavya’nın ’de Kominform’dan çıkarılmasına yol açtı. Diğer doğu bloku ülkeleri de tehdit edince Yugoslavya Balkan Paktına girdi.

’ten itibaren SSCB ile ilişkileri düzeldiyse de Bağlantısızlar Bloku’nun öncülüğünü yapacak bir dış politika izledi.

SSCB-Çin İlişkileri

yılında Çin’de komünist yönetimin kurulmasında SSCB’nin etkisi vardı. yılında yapılan antlaşma ve aynı yıl başlayan Kore Savaşı iki ülkeyi daha da yaklaştırdı. Çin BM’den çıkarılarak, onun yerine Tayvan alındı. Bu gelişmeler üzerine yılında Çin-SSCB dostluğu en üst noktaya ulaştı.

SSCB – Batı ilişkilerindeki yumuşama Çin’in yalnız kalmasına ve dayanışmanın bozulmasına yol açtı.

’tan sonra anlaşmazlığın nedenleri arasında liderlik kavgası, tarafsız ülkelerde nüfuz rekabeti, batılı devletlerle ilişkilerin şekli, Doğu Türkistan, Moğolistan gibi sınır bölgeleri sorunu, SSCB’nin Çin’e yapacağı ekonomik yardımlar sayılabilir.

Çin, ’daki Kültür İhtilali’nden sonra ABD ile ilişkilerini düzeltmiş, BM’ye tekrar üye olmuştur. Bu gelişmeler Doğu Bloku’nun güç kaybetmesine yol açmıştır.

SSCB-Macar İlişkileri

Stalin’in ölmesinden sonra Doğu Bloku’nda ayaklanmalar hızla yayılmaya başladı. Macaristan’da işçiler ayaklandı. Bunun üzerine SSCB, İmre Nagi’yi başbakan olarak atadı. Nagi’nin komünist sistemi yumuşatması SSCB’nin hoşuna gitmediği için görevden alındı.

Nagy’ın azli, halk ve bilhassa aydınlar tarafından tepki ile karşılandı. Aydınlar, yazarlar ve öğrenciler arasında birdenbire bir hürriyetçilik akımı başladı. Bu akımın merkezi Petöfi Kulübü idi. Petöfi Kulübü yılında genç aydınlar tarafından kurulmuştur. Bu kulübün faaliyetleri her gün artarken, üyelerde sık sık Nagy’ı ziyaret ederek kendisi lehine açık ve gizli sempati gösterileri yapıyorlardı.

23 Ekim günü Budapeşte’de büyük gösteriler başladı. Kalabalık birkaç saat içinde kişiyi bulmuştu. Göstericiler eski Başbakan Nagy’ın evinin önüne gitti. Nagy balkona çıkıp “yoldaşlar” diye halka hitap etmek istediği zaman, halk “biz yoldaş değiliz” diye bağırdı. Halkın ellerinde taşıdığı bayrakların ortası delikti. Çünkü bayraklardaki orak-çekiç’i çıkarmışlardı.

Bu durum karşısında Macar Komünist Partisi, 24 Ekim sabahı Nagy’ı tekrar başbakanlığa getirdi. Nagy hemen radyoda yaptığı bir konuşmada, kamu hayatının daha geniş şekilde demokratize edileceğini ve sosyalizmin inşasında Macar milli karakterinin göz önünde tutulacağını bildirerek, halktan silahlarını bırakmasını istedi. Halk bu isteğe uymadı, çünkü bu sırada, güya hükümetin isteği üzerine Sovyet tankları Budapeşte sokaklarını tutmuşlardı.

SSCB-Çekoslovakya İlişkileri ve Pilsen Ayaklanması

Çekoslovakya’da yılında Aleksander Dubcek liderliğinde “insancıl komünizm” hareketi başladı. Bu hareketin amacı, Çekoslovakya’daki insan hürriyetini esas alan bir komünist sistemi uygulamaktı.

Temel hak ve hürriyetlerin genişletilmesini amaç ediniyordu.

SSCB, Varşova Paktı üyesi ülkelerin desteğini de alarak bu hareketi görüşmeler yoluyla engellemeye çalıştıysa da başarılı olamadı. Bunun üzerine Varşova Paktı Ordusu ’de Çekoslovakya’yı işgale başladı. Çeklerin “insancıl komünizmi” başarısızlıkla sonuçlandı.

monash.pwı Bloku’nun Kuruluşu

a. Truman Doktrini

yılında Sovyet Rusya’nın üç ana istikamette yayılma çabalarına giriştiğini görmekteyiz. İran üzerinden Orta Doğu petrolleri ve Basra Körfezi ile Hint Okyanusu, Türkiye üzerinden boğazlar, Ege denizi, Doğu Akdeniz ve Yunanistan üzerinden de keza Doğu Akdeniz.

Dikkat edilirse bu üç istikamet geleneksel olarak İngiltere’nin Rusya’ya karşı yy’da en hassas noktaları olmuştu. Fakat II. Dünya Savaşı İngiltere üzerinde öyle bir tahribat yapmıştı ki, artık İngiltere’nin bu bölgeleri savunmak için Sovyet Rusya’nın karşısına çıkacak hali yoktu.

İngiltere şunu da görüyordu ki, yeniden canlanan Rus emperyalizminin karşısına dikilebilecek tek kuvvet Birleşik Amerika idi. Bundan dolayı İngiltere Şubatında Amerikan hükümetine, biri Türkiye diğeri Yunanistan hakkında olmak üzere iki memorandum (muhtıra) verdi.

Bu memorandumlarda, Türkiye’nin Batı savunması için ehemmiyeti belirterek Türkiye’ye hem ekonomik hem askeri yardım yapılması gerektiği, İngiltere’nin bu yardımları yapamayacağı ve hatta Yunanistan’daki askerlerini dahi geri çekmek zorunda bulunduğu ve dolayısıyla sorumluluğun Amerika’ya düştüğü belirtildi.

Amerika kararını vermekte gecikmedi. Başkan Truman Amerikan kongresine 12 Mart günü gönderdiği mesajında, Türkiye ve Yunanistan’a milyon dolarlık askeri yardım yapılması için kendine yetki verilmesini istedi.

Bu mesajda Türkiye’nin toprak bütünlüğünün korunmasının Orta Doğu düzeninin korunması için bir zaruret olduğu belirtiliyor ve Türkiye ile Yunanistan’ın durumlarının birbirine bağlılığı şöyle ifade ediliyor:

“Eğer Yunanistan silahlı bir azınlığın kontrolü altına düşerse, bunun Türkiye için neticeleri çok ciddi olur. Böyle bir halde karışıklık ve düzensizlik bütün Orta Doğu’ya yayılabilir.”

Amerikan kongresi 22 Mayısta Yunanistan’a milyon ve Türkiye’ye de milyon dolarlık bir askeri yardım yapılmasını kabul etti.

Amerika’nın Truman Doktrini ile amacı Sovyet Rusya’nın yayılma alanlarındaki ülkelerden olan Türkiye ve Yunanistan’a destek olarak onların Rus etkisi ve güdümüne girmelerini engellemektir.

b. Marshall Planı

Amerika, Batı Avrupa’nın ekonomik sıkıntılarına yardımcı olmak için her şeyi yaptı. Amerika’nın Haziranı ile sonu arasında Batı Avrupa’ya yaptığı ekonomik yardım 15 milyar dolar olmuş, fakat bu yardım bütçe açıklarının kapanması, ithalat için kullanılması gibi, paranın verimli olmayan ve gidip de gelmeyeceği alanlara harcanmıştı. Bu işin sonu yoktu. Bu sebeple Amerika Avrupa’ya yapacağı yardım için başka bir formül aradı ve bu formül Dışişleri bakanı George Marshall’ın 5 Haziran günü Harvard Üniversitesi’nde verdiği bir nutukta açıklandı.

Buna göre, Avrupa ülkeleri her şeyden önce kendi aralarında bir ekonomik iş birliğine girişmeliler ve birliklerinin eksikliklerini kendileri tamamlamalılar. Bu genel işbirliği sonunda bir açık ortaya çıktığında Amerika bu açığın kapatılması için yardım etmeli. Bunun içinde önce bir işbirliği programı yapılmalıydı.

12 Temmuzda İngiltere, Fransa, Belçika, İtalya, Portekiz, İrlanda, Yunanistan, Türkiye, Hollanda, Lüksembourg, İsviçre, İzlanda, Avusturya, Norveç, Danimarka ve İsveç’in katılması ile toplanan 16’lar konferansı 22 Eylülde, Amerika’ya sunulmak üzere bir Avrupa Ekonomik Kalkınma programı hazırladı.

Bu program üzerine Amerika 3 Nisan de Dış Yardım Kanununu çıkardı. Amerika bu kanuna dayanarak daha ilk yılında 16’lara 6 milyar dolarlık bir ekonomik yardım yaptı. Bu yardımlar daha sonraki yıllarda da devam edecektir. 

Batı Avrupa Birliği

Komünistlerin Çekoslovakya’da iktidarı ele geçirmeleri, Sovyet Rusya’nın niyeti bakımından Batılılar için bir alarm oldu.           

Bu durum içinde, İngiltere ve Fransa ile, Benelux grubu denen Belçika, Hollanda ve Lüksembourg arasında, 4 Mart de Brüksel’de başlayan toplantı, 17 Mart de Batı Avrupa Birliği’ni kuran bir antlaşmanın imzası ile sona erdi.

Bu antlaşmaya göre, beş devlet aralarındaki her türlü işbirliğinden başka, taraflardan biri Avrupa’da bir silahlı saldırıya uğradığı taktirde, diğerleri her türlü vasıtalarla onun yardımına gideceklerdi.

Berlin Buhranı

yılı gelişmeleri içinde en mühim hadise Berlin Buhranı dediğimiz ve Sovyetlerin Batılıları Berlin’den çıkarmak için giriştikleri teşebbüs neticesinde ortaya çıkan buhrandır.

II. Dünya Savaşından sonra, Almanya’nın tümünde yapıldığı gibi, Berlin şehri de dört işgal bölgesine ayrılmıştı. Fakat ne var ki, Berlin şehri Almanya’nın Sovyet işgal bölgesi içinde bulunuyordu. Batılıların Berlin de ki işgal bölgeleri ile Almanya’da ki işgal bölgeleri arasındaki ulaşım, Sovyet işgal bölgesinden geçerek yapılmakta idi.

Batılıların Sovyet işgal bölgesindeki Berlin de bulunmaları Batılılara birçok yararlar sağladığı kadar, Sovyetlerinde canını sıkmakta idi. Bu durum Sovyetlerin kendi işgal bölgeleri içindeki hareket serbestisini kısıtlamakta idi.

Sovyetler nihayet Batılıları Batı Berlin’den atmaya karar verdiler ve Batı Almanya ile Batı Berlin arasındaki her türlü ulaşıma önce kısıtlamalar koydular ve Mart ayından itibaren de bütün ulaşımı kestiler. Ayrıca Berlin’in elektrik santraline el koyarak Batı Berlin’in elektriğini dahi kestiler. Batı Berlin’de 2 milyon kadar insan yaşamaktaydı ve bunların beslenmesi gerekiyordu.

Bu durum Sovyetlerle müttefikler arasında büyük bir gerginlik doğurdu. Amerika gücünü ortaya koyarak, kurduğu bir “hava köprüsü” ile her gün Batı Berlin’e günde bin ton yiyecek ve yakacak taşımaya başladı. Amerika havalarda üstün olduğu için Sovyetler karşı çıkmaya cesaret edemedi. Amerika ve Batılılar Batı Berlin’den çıkmamaya kararlı idi.

c. NATO’nun Kuruluşu

Marshall Plan’ı ve Truman Doktrin’i, Sovyetlerin Orta Doğu ve Avrupa’da girişmiş oldukları yayılma faaliyetlerine karşı Birleşik Amerika’nın almış olduğu ilk tedbirlerdir. Fakat Berlin Buhranı Amerika’ya şunu gösterdi ki, dünyanın yeni bir barış düzenine kavuşturulması için artık Sovyetlerle bir işbirliği yapma imkanı kalmamıştır. Çünkü şimdi Sovyetler, bir barış düzeninin kurulmasından ziyade mümkün olduğu kadar geniş alanları komünist kontrolü altına sokmanın çabası içindedir.

İşte bu netice, Amerika’yı Sovyetlere karşı “Durdurma” politikası takibine götürmüştür. Yani Amerika bundan sonra Sovyet yayılmasını durdurmak için gerekli tedbirleri alacaktır ki, bu tedbirlerin en etkilisi 4 Nisan da kurulan NATO veya Kuzey Atlantik İttifakı olacaktır.

4 Nisan da on Batı Avrupa ülkesi ile Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada’nın katılımı sonucu, toplam on iki ülkenin imzaladıkları bir anlaşma ile kurulmuştur NATO. yılında Türkiye ve Yunanistan, yılında Federal Almanya, yılında İspanya örgüte üye olmuşlardır. Nihayet Madrid Zirvesi ile birlikte de Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya örgüte üye olmuşlar, böylece üye sayısı on dokuza ulaşmıştır.

d. Avrupa Konseyi

İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda, İtalya, İrlanda, Danimarka, Lüksemburg, Norveç ve İsveç  5 Mayıs ’da Londra’da Avrupa Konseyi’ni kurdular. Konseyin çalışma alanları, insan hakları, medya, hukuk işbirliği, sosyal dayanışma, sağlık, eğitim, kültür, spor, gençlik vb. olarak belirlenmiştir. Türkiye, Konseye 8 Ağustos ’da üye olmuştur.

e. Avrupa Ekonomik Topluluğu

Avrupa Kömür Çelik Topluluğunu 18 Mayıs de kuran altı üye (Belçika, Federal Almanya, Fransa, İtalya, Lüksemburg ve Hollanda) 25 Mart de kısaca Roma Antlaşması olarak anılan Avrupa Ekonomik Topluluğunu kurdu. AET, resmen yılının başında faaliyete geçti. Daha sonra Avrupa Topluluğu olarak anılan bu birlik, Avrupa Kömür Çelik Topluluğu, EURATOM ve AETden kuruludur.

Avrupa Topluluğunun merkezi Brükseldir. 1 Temmuz tarihli Tek Avrupa Senedi ile Roma Antlaşması önemli ölçüde değiştirilmiştir. ´de imzalanan Maastricht Antlaşması ile Topluluk´a Avrupa Birliği adı verilmiş ve Roma Antlaşması ikinci defa değişikliğe uğratılmıştır.

Topluluğun hedefi, ekonomik ve parasal birliğin oluşturulmasıdır. Bu çerçevede üye ülkeler arasında malların, hizmetlerin, sermaye ve işgücünün serbest dolaşımının sağlanması, tek para biriminin kabul edilmesi, ortak para politikasının uygulanması ve ekonomi politikalarının uyumu amaçlanmaktadır.

Topluluğun temel organları; Avrupa Parlamentosu, Topluluk Konseyi, Topluluk Komisyonu, Adalet Divanı, Ekonomik ve Sosyal Komite ile Bölgeler Komitesi´dir. Bunların yanı sıra Avrupa Yatırım Bankası, Avrupa Para Enstitüsü ve Sayıştay gibi yardımcı kurumları bulunmaktadır.

B. PAYLAŞILAMAYAN ORTA DOĞU

Stalin’in ölümünden sonra sosyalist blok içinde bu sarsıntılar ve çatışmalar olmakla birlikte, yılından itibaren Soğuk Savaş veya Doğu-Batı çatışmaları Orta Doğu bölgesine intikal etti. Sovyetler bir yandan blok içi meselelerle uğraşırken, öte yandan da Orta Doğu bölgesinde Batı Blok’u ile çatışma içine girmekten kaçınmadılar. Bu da yılına kadar sürecek bir dizi buhranlar, bunalımlar dönemini açacaktır.

 Yalnız yine belirtelim ki, Avrupa’da NATO’nun kurulması üzerine Doğu-Batı çatışmalarını Uzak Doğu’ya aktaran Sovyet politikası olduğu halde, Orta Doğu çatışmaları için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Orta Doğu hadiseleri ve gelişmeleri, Sovyet Rusya’nın kontrol ve iradesi dışında ortaya çıkmış, fakat bu gelişmeler, Rusya’ya ta Deli Petro zamanından beri Orta Doğu’ya girmek için aradığı fırsatı vermiştir.

 Orta Doğu gelişmelerinin başlangıç ve ağırlık noktasını, bir bakıma mihverini, yılında İsrail’in bağımsız bir devlet olarak kuruluşu teşkil eder. İsrail Devleti’nin kuruluşuna karşı Arap Dünyası’nın tepkileri ve maalesef peş peşe yaptığı hatalar, Orta Doğu’da buhranların ve krizlerin günümüze kadar uzamasına sebep olmuştur. Bu sebeple, önce İsrail Devleti’nin kuruluşunu ele almak zorundayız.

monash.pw’in Kuruluşu ve Arap-İsrail Savaşı ()

I. Dünya Savaşı sonunda İngiltere’nin mandasına verilen Filistin, Yahudilerle Araplar arasındaki çatışmalar yüzünden İngiltere’nin başına dert olmuştu. İki savaş arası dönemde İngiltere’nin Araplarla Yahudileri uzlaştırmak için harcadığı çabalar bir netice vermediği gibi, Filistin topraklarını bu iki millet arasında taksim etmek istemesi de bir çözüme ulaşmadı.

Yalnız ne var ki, İngiltere Filistin’de ki durumun daha kötüye gitmesini önlemek için yılında, Filistin’e yapılacak Yahudi göçlerini çok sınırladı. Fakat bu sefer Avrupa’nın çeşitli yerlerinden Yahudiler Filistin’e kaçak olarak girmeye başladılar. Bu kaçak göçleri Haganah adlı gizli bir teşkilat organize ediyordu. Filistin’de ki İngiliz kuvvetleri bu kaçak göçleri önlemeye çalışınca İngiliz askerleri ile Yahudiler arasında silahlı çatışmalar çıktı. Bu çatışmalarda Irgun adlı Yahudi tedhiş teşkilatı aktif bir rol oynamakta idi.

B.M. kararı üzerine İngiltere yaptığı bir açıklamada, 15 Mayıs den itibaren Filistin’de ki bütün kuvvetlerini çekeceğini ilan etti ve Nisan den itibaren kuvvetlerini çekmeye başladı. Bu çekme işinin tamamlanmasından bir gün öncede, David Ben Gurion başkanlığında 14 Mayıs günü Tel-Aviv’de toplanan Yahudi Milli Konseyi, İsrail Devleti’nin kuruluşunu ilan etti.

Orta Doğu’da güçlükle sağlanabilen barış, İsrail’le komşu Arap ülkeleri arasında da, da ve de patlak veren üç savaş ile bozuldu. Her üç savaşta da Yahudiler Arapları yendi.

İsrail Devleti kurulur kurulmaz, Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak orduları 15 Mayıs’tan itibaren İsrail’in üzerine yürümeye başladılar. Birinci Arap- İsrail savaşı başlamıştı. İşin ilginç tarafı, Amerika yeni İsrail devletini 14 Mayıs günü tanıdığı halde, Sovyet Rusya Arap İsrail savaşının çıkmasından iki gün sonra tanıdı.

Yani Sovyetler açıkça Araplara karşı cephe almış oluyorlardı. Kaldı ki, bununla da yetinmediler. İngiltere ve Amerika, savaş çıkar çıkmaz Filistin kıyılarını abluka altına alıp,  Filistin’e silah sevkiyatına  ambargo koydukları halde, Sovyetler, kurdukları bir hava köprüsü vasıtası ile Çekoslovakya’dan Yahudilere hafif toplar ve otomatik silahlar sevk etmeye başladı.

Arap - İsrail savaşı bir yıl kadar sürdü, İsraillin ancak kişilik muntazam bir ordusu olmasına ve beş Arap devletinin saldırısına uğramasına rağmen, Araplar her yerde ağır yenilgiye uğradılar. İçlerinde en iyi dövüşeni Ürdün ordusu oldu.

Savaş çıktığı andan itibaren Birleşmiş Milletlerde bir ateşkes sağlamak için taraftar arasında aracılık çabalarına girişti. Bu çabalara, Arapların beceriksizliği ve yenilgileri de eklenince, Arap ülkeleri için İsrail ateşkes imzalamaktan başka çare kalmadı.

İsrail Mısır ateşkes anlaşması 24 Şubat da Rodos’ta, İsrail- Lübnan ateşkes anlaşması 23 Mart da Ras-en-Nakura’da, İsrail-Ürdün ateşkesi 3 nisan da Rodos’ta ve İsrail-Suriye ateşkesi de 20 Temmuz da Manahayim’de imzalandı. Irak’ın İsrail ile sınırı olmadığı için her hangi bir ateşkes anlaşması imzalaması da söz konusu olmadı.

2. Eisenhower Doktrini

Başkan Eisenhower, 5 Ocak de Kongreye gönderdiği ve Eisenhower Doktrini adını alan mesajda bütün bu hususları açıkladıktan sonra, Kongre’den  şu hususlarda kendisine yetki verilmesini istiyordu.

1) Bağımsızlığını korumak için ekonomik kalkınma çabası içine giren Orta Doğu ülkelerine ekonomik yardım yapmak.

2)  Bunlardan isteyen ülkelere askeri yardım yapmak.

3) Bu ülkelerin istemeleri şartı ile “milletler arası komünizmin kontrolu altında bulunan  bir ülkeden gelecek açık silahla saldırılar karşısında”, Amerikan silahlı kuvvetlerinin kullanılması.

Bu amaçlarla Başkan Eisenhower,  Kongreden, üç yıl süre ile, her yıl milyon Dolar harcama yetkisi istemekteydi.

Eisenhower Doktrini iki bakımdan Amerikan dış politikası için mühim bir gelişmeyi ifade etmekteydi. Birincisi, Amerika’nın orta doğu ile bağlantı alanını bir hayli genişletmesidir. Her ne kadar Amerika Orta Doğu ile ilgisini ilk defa Truman Doktrini ile göstermiş ise de, Truman Doktrini sadece Türkiye ve Yunanistan’a ve yine sadece askeri yardım yapılmasını öngörmekteydi.

Halbuki Eisenhower Doktrini, bütün bir Orta Doğu bölgesini içine alıyor ve Amerikan askerinin kullanılması sureti ile bölgedeki ülkelerin komünizme karşı savunulmasını da üzerine alıyordu.

Eisenhower Doktrini karşısında Orta Doğu ikiye ayrılmıştır. Bu doktrini kabul ettiğini ilk ilan eden, 6 Ocak’ta Lübnan’a olmuştur. Lübnan bu hareketi ile şimdiye kadar takip ettiği tarafsızlık politikasını terk etmiş oluyordu.

Lübnan’ın arkasından Pakistan, Irak, Türkiye ve Yunanistan Eisenhower Doktrini kabul ettiklerini açıkladılar. Bunlardan sonra Afganistan, Lidya, Tunus ve Fas en sonunda İsrail bu Doktrini kabul ettiklerini bildirdiler.

Buna karşılık, ilk şiddetli tepki Mısır’dan geldi. Arkasından Suriye bu tepkiye katıldı. Bu iki devleti ise Ürdün ve Suudi Arabistan takip etti ise de birkaç hafta sonrada Suudi Arabistan tutumunu değiştirerek, Eisenhower Doktrini “iyi ve müsbet” bulduğunu bildirdi. Çünkü Suudi Arabistan, İsrail konusunda bu devletlerle beraber gitmeye hazırdı; lâkin Sovyetler konusunda bu devletlerle bir adım bile atmamaya kararlı idi.

Tabiat ile Sovyetlerde büyük tepki gösterdiler. 7 Ocak’ta yayınladıkları resmi bildiride, Eisenhower Doktrini, “Orta Doğu ülkelerini esaret altına alma amacını günden bir tedbir”, “Amerikan tekelci kapitalizminin militarist çevrelerinin Orta Doğu işlerine kaba bir mücadelesi” olarak nitelemişlerdir.

Bunun arkasından 11 Şubatta Amerika, İngiltere ve Fransa’ya verdikleri notlarda, Orta Doğu için bir barış planı ortaya attılar. Buna göre, bölgede ittifak blokları kurulmayacak, yabancı askerler geri çekilecek, yabancı üsler tasfiye edilecek ve bölgenin içişlerine karışılmayacaktı. Bölge ülkelerine silah satılmayacaktı.

monash.pw DOĞU’DA ÇATIŞMA

Avrupa’da NATO’nun ve dolayısı ile Doğu ve Batı blokları arasında dengenin kurulması üzerine, bu iki blok arasındaki çatışmalar ve soğuk savaş gelişmeleri, Avrupa’dan Uzak Doğuya intikal etmiştir. Yani Sovyetler yayılma faaliyetlerini Uzak Doğu’ya intikal ettirmiştir.

1-Çin Halk Cumhuriyeti’nin Kuruluşu ()

Binlerce yıl süren hanedanlar ardından, yüzyılın başında cumhuriyet yönetimine geçen Çin'de 'da Komünist Parti ve Mao Zedong öncülüğünde Çin Halk Cumhuriyeti ilan edildi.

Bu tarihe kadar ülkeyi yöneten Çan Kay-Şek'in yönetimden isimlerle Tayvan'a kaçması, günümüzde hala süren Tayvan sorununun da başlangıcı oldu.

Stalin'in ölümüyle ülkede bir süre daha özgürlükçü bir atmosfer hakim oldu. Ama zamanla Mao eleştirilere kapalı ve yoldaşlarına güvenmez bir çizgi çizmeye başladı.

-SSCB ile 30 yıllık dostluk antlaşması imzalandı

     Süveyş Krizinde Batılara karşı Mısır’ı destekledi

     -Vietnam Savaşı’nda Komünist Kuzey Vietnamlıları destekledi.

     yılında BM’ye tekrar üye oldu.

2-Uzak Doğu’da Hakimiyet Mücadeleleri

a- Kore Savaşı ()

    Mayısında Amerika ile Sovyet Rusya arasında yapılan bir anlaşmaya göre, savaş bittikten sonra Kore, Amerika, Rusya, İngiltere ve Çin’in ortak vesayeti altına konacaktı. Temmuzunda ki Potsdam Konferansı’nda da Sovyet Rusya Uzak Doğu Savaşına katılmaya karar verince, askeri harekat bakımından Kore toprakları enlem çizgisi ile ikiye ayrıldı ve bu çizginin kuzeyi Sovyet, güneyi de Amerikan askeri harekat sahası olarak kabul edildi. Sovyetlere göre Amerika’yı Asya kıtasından atmak zamanı gelmişti. Hem bu yapıldığı taktirde, Amerika’nın Japonya’dan da atılması kolaylaşabilirdi.

İşte bu sebeplerden dolayı, Moskova’nın talimatı ile Kuzey Kore kuvvetleri 25 Haziran sabahından itibaren Güney Kore’ye karşı saldırıya geçti. Bu açık saldırganlık karşısında Amerika, Birleşmiş Milletleri harekete geçirdi. Güvenlik konseyi, Birleşmiş Milletler Antlaşması hükümleri gereğince, Güney Kore’nin yardımına gönderilmek üzere, çeşitli milletlerin askerlerinden meydana gelen, fakat esas yükü Amerika’nın sırtlandığı bir Birleşmiş Milletler Kuvveti teşkil etti. Bu kuvvetin komutanlığına Amerikalı general MacArthur getirildi. 

Türkiye, Birleşmiş Milletler kuvvetine bir tugaylık bir kuvvetle katıldı. Milli Mücadeleden beri muharebe alanlarına girmemiş olan Türk askeri, Kore Savaşı’nda gerçekten destan denebilecek kahramanlık örnekleri vermiştir. Kore’de akan Türk kanı ve Türk kahramanlığı, Türkiye’nin yılında NATO’ya alınmasında çok mühim bir rol oynamıştır.

  Kore Savaşı’nı sona erdirecek mütareke görüşmeleri, yılı Temmuzunda başladı. Mütareke teklifi Kuzey Kore’den geldi. Mütareke görüşmeleri iki yıl sürdü ve bu görüşmeler sırasında da çarpışmalar devam etti. Nihayet, Sovyet lideri Stalin’in Martında ölmesi ve içerideki iktidar mücadelesi dolayısıyla, Sovyet Rusya mütarekeye razı oldu ve mütareke anlaşması 27 Temmuz de Panmunjom’da imzalandı. Gerek mütareke görüşmelerine, gerek mütarekenin imzasına “gönüllüler” adına Çin Halk Cumhuriyeti de katılmıştır.

Panmunjom mütarekesi ile Kuzey ve Güney Kore arasında sınır yine enlem çizgisi oluyordu. Değişen bir şey yoktu. Fakat Sovyetler de Amerika’yı Kore’den çıkaramayacaklarını anlamışlardı.

Kore Savaşı'nda Türkiye

Sovyet baskısına karşı müttefikler arayan ve bu sebeple NATO'ya girmek isteyen Türkiye, bu isteklerini daha kolay elde etmek ve Amerika'ya yakınlaşmak amacıyla Kore Savaşı'na bir tugay yollamıştır.

Tuğgeneral Tahsin Yazıcı komutasındaki subay, 18 askeri memur, 4 sivil memur, astsubay, erbaş ve er olmak üzere kişilik 1. Türk tugayı, 17 Eylül 'de İzmir'den hareket ederek 12 Ekim 'de öncü takım Pusan limanına ulaştı ve 17 Ekim'de ana birliği de Pusan'dan karaya çıktı. Aynı gün Pusan'dan hareket ederek 20 Ekim'de Taeg'a varıp Birleşmiş Milletler ordularına iştirak etti. 10 Kasım'da Taeg'dan hareket ederek 21 Kasım'da Kunuri'ye vararak Amerikan 9. Kolordusu'nun sağ kanadında konuşlandırıldı.

Kore Savaşı'nda çok kiritik noktalarda görevler üstlenen Türk Tugayı 6 Ocak 'de Chonan'da 20 gün ihtiyatta kaldıktan sonra savunma mevziinin bir bölümünü elde geçirmekle görevlendirildi. Bu görev için 24 Ocak'ta Chonan'dan hareket eden Türk Tugayı'nın yapacağı muharebenin mahiyeti, düşman mevziine cepheden taarruz etmekti ve netice süngü ile alınacaktı. Sonuçta 26 Ocak 'de Kumyangjangni kasabası, rakımlı tepe ve 25 Ocak ’de de düşmanın direniş gösterdiği rakımlı tepe ele geçirildi. Bu başarılı muharebelerinden dolayı Türk Tugayı'na Amerikan Kongresince Mümtaz Birlik Nişanı ve beratı verildi. Ayrıca Türk Silahlı Kuvvetlerine Güney Kore Cumhurbaşkanlığı Birlik Nişanı verildi.

b- Güneydoğu Asya Antlaşma Teşkilatı (SEATO)’nın Kuruluşu ()

Amerika'nın bu bölgeyi korumak istikametinde attığı ilk adım, şimdi tam bağımsızlıklarını kazanmış bulunan Tayland, Laos, Kamboçya ve Güney Vietnam'a askeri ve ekonomik yardımlarını arttırmak oldu.   İkinci adım, SEATO veya Manilla Paktı denen Güney-Doğu Asya Antlaşma Teşkilatı (South East Asia Treaty Organization)nın kurulmasıdır. Bu kollektif savunma sistemi,  Eylül de, Amerika İngiltere ve Fransa ile, Uzak Doğu ülkelerinden Yeni Zelanda, Avustralya, Filipinler, Tayland ile Pakistan'ın katılması ile kurulmuştur. İttifakın sorumluluk alanı, imzalayan ülkelerin Asya toprakları ile 21'inci enlemin güneyinde kalan Güney Batı Pasifik bölgesi idi ki İngiltere'nin Singapore'daki deniz üssü de bu savunma alanı içine bu suretle girmiş oluyordu.

D. ASYA VE AFRİKA’NIN KURTULUŞU

1. Güney Asya'daki Gelişmeler:

Hindistan - Pakistan:

Hindistan Yarımadası'nda, sömürgeci İngiltere'nin egemenliğine karşı ilk hareketler, İngiltere'de okuyan Hint aydınlan tarafından başlatıldı. yüzyılın başlarında, yerel yönetimlerde Hintliler söz sahibi olmaya başladılar. Hindistan'ın kurtuluşunu sağlama çalışmaları, 'de Gandhi ()'nin ortaya çıkması ve ulusçuluğun daha da güçlenmesi ile hızlandı.

Gandhi, bağımsızlık mücadelesini sessiz bir savaşla, protesto yöntemleriyle yürütmekten yanaydı. Örnek olarak, İngiliz mallarını boykot etme, "Silahsız itaatsizlik" kampanyaları gibi İngilizler, Gandhi'nin siyasi düşüncelerinden ve giriştiği hareketlerden dolayı, onu birçok defa hapse attılar. Ancak Gandhi, her hapse girişinde açlık grevi yaparak, bütün dünyanın dikkatini üstüne çekerek, hapisten kurtuldu. İngiltere, gelişen olaylar üzerine, yılında Hindistan'a yeni bir anayasa verdi. Bununla, eyaletlerde bütün yönetim yetkileri Hintli yönetilcilere ve bakanlara bırakıldı, 30 milyon kadar Hintliye seçim hakkı tanındı.

Bu sıralarda Hindistan'daki Müslümanlar da, Hindu egemenliğinin kültürlerini ve özgürlüklerini zedelediğini ileri sürmeye ve Hintlilerden ayrı bir devlet kurmak istediklerini belirtmeye başladılar. 23 Mart 'da Lâhor'da toplanan "Müslümanlar Birliği Cemiyeti Kongresi", Hindulardan tamamen ayrı bağımsız bir Pakistan Devleti kurulmasını kararlaştırdı. Bu hareketin önderliğini ise Muhammet Ali Cinnah yapmaktaydı. İngiltere, Hindistan'daki bu bağımsızlık hareketlerini yıllarca oyaladı ve İkinci Dünya Savaşı'nda da Hintlilerden geniş ölçüde asker alarak yararlandı. Savaştan sonra, 'te, Anayasa yapılmasını, Kurucu Meclis kurulmasını ve Pandit Nehru başkanlığında da bir geçici hükümet kurulmasını kabul etti. 'da, Hint Yarımadası'nda Hindistan ve Pakistan adlarıyla iki bağımsız dominyon kurulmasını kararlaştırdı. İngiliz Parlamentosu, hükümetin bu kararını 18 Temmuz 'de onaylayarak yürürlüğe koydu. Bunun üzerine İngilizler, 14 Ağustos 'de, Hint Yarımadası'nın kuzeyinden askerlerini çektiler. Bu suretle, Hindistan'ın Müslüman çoğunluğa sahip bölgeleri, İngiliz Uluslar Topluluğu (Commonwealth) içinde ve dominyon statüsünde Pakistan adıyla bağımsız bir devlet oldu. Ancak bu devlet, Kuzey Hindistan'ın Doğu ve Batısında, birbirlerinden çok uzakta bulunan iki bölümün birleşmesinden meydana geliyordu. (Pakistan'ın bu durumu yılına kadar sürdü. Bu tarihte, Pakistan ile Bangladeş olmak üzere iki ayrı devlete ayrıldı).

İngiltere, 15 Ağustos 'de de, Hint Yarımadası'nın diğer bölgelerinden çekildi. Böylece Hindistan bağımsızlığını kazandı ve İngiliz Uluslar Topluluğu'nun bir üyesi oldu.

Seylan, Birmanya ve Malezya İngiltere’den; Endonezya Hollanda’dan; Vietnam, Laos ve Kamboçya Fransa’dan bağımsızlıklarını kazanmışlardır.

Bölge ülkeleri Soğuk Savaş Dönemindeki siyasi şartlara bağlı olarak farklı bloklarla ilişki kurmuşsa  da kendi aralarındaki sorunların çözümünde büyük güçlerin müdahalesini dengelemek siyasi, ekonomik ve ticari alanda iş birliğini sağlamak amacıyla ASEAN (Güneydoğu Asya Milletleri Birliği)’ı kurdu.(8 Ağustos ) Filipinler, Malezya, Tayland, Endonezya ve Singapur’un kurduğu bu teşkilata daha sonra Brunei, Vietnam, Laos, Birmanya ve Kamboçya dahil olmuştur.

2-Afrika’daki Gelişmeler

Afrika’daki sömürgeciliğin sona ermesi, İtalyanların Etiyopya ve Libya’dan çıkarıldığı ’lı yıllarda başladı. Bağımsızlıklarını kazanan ülkeler, Doğu-Batı mücadelesinde her iki blok dışında kalarak ekonomik kalkınmayı hedeflemişlerdir.

 Fransızlar, yılında ülkeyi boşaltmak ve Tunus'u bağımsız bir devlet olarak tanımak zorunda kalmışlardı. Tunus Kurucu Meclisi, 'de de krallığı kaldırarak cumhuriyeti ilan etmiştir.

Fransa Mart 'da, bundan bir ay sonra da İspanya, Fas'ın bağımsızlığını tanıdılar ve ülkeden çekilmeye karar verdiler. Eylül 'e kadar da İspanyol ve Fransız birlikleri Fas'tan çekildi. Böylece Fas bağımsızlığına kavuşmuş oldu.

’ten itibaren Cezayir halkının Fransızlara karşı yaptıkları mücadele değişik dönemlerde şiddetlenerek yılına kadar sürdü. 18 Mart 'de, Fransa ile sürgündeki Cezayir Hükümeti arasında Evian Sözleşmesi yapılarak savaşa son verildi. Bununla, Cezayirlilere kendi geleceklerini tayin haki verildi. 8 Nisan 'de yapılan referandumla da, Fransa halkı, de Gaulle'ün Cezayir'e bağımsızlık verme planını kabul etti. Bundan sonra 1 Temmuz 'de, Cezayir'de bir referandum yapıldı ve halkın çok büyük kısmı bağımsız bir devletin kurulmasını istedi. Bununüzerine, 3 Temmuz 'de, Cezayir'in bağımsızlığı ilan edildi. Böylece uzun ve çetin bir mücadelenin sonunda Cezayir Devleti kurulmuş oldu.

yılında İtalya'nın yönetimi altına giren Libya, İkinci Dünya Savaşı sırasında Müttefik Devletler tarafından işgal edildi. Savaştan sonra Trablusgarp ile Bingazi İngiliz, Fizan ise Fransız yönetimi altına girdi. Libya, yılında Birleşmiş Milletler'in aldığı bir kararla, Ocak ' de bağımsız bir devlet haline geldi. Kurulduğunda Krallık halinde olan Libya'da, 'da Cumhuriyet ilan edildi.

Afrika'nın Kuzey bölgesinin dışında kalan yerler de; başta İngiltere ile Fransa olmak üzere, Belçika, İspanya, Portekiz gibi sömürgeci devletlerin egemenliği altında bulunuyordu. Belçika Kongosu, Portekiz Angolası, İngiliz Kuzey Rodezyası ve diğerleri gibi.

Kızıldeniz'in girişinde bulunan ve yıldan beri Fransız sömürgesi olan Afars ve İssas'ın 26 Haziran 'de bağımsızlığının tanınması ve burada Cibuti Cumhuriyeti adıyla bir devletin kurulması üzerine de, Afrika'da bağımsızlığına kavuşmayan ülke kalmadı.

Afrika Birliği

Afrika Birliği, Afrika ülkelerinin tek çatı altında toplandığı kuruluştur yılında kurulan 'de bu adı alan örgütün temel amacı Afrika ülkeleri arasında dayanışma ve işbirliğini artırmak olan ve merkezi Addis Ababa olan örgüttür. Fas hariç Afrika kıtasında bulunan tüm ülkeler bu birliğe üyedir. Fas yılında Batı Sahranın işgali yüzünden birlikten çıkarıldı.

Afrika Birliği Teşkilatı (OAU), 32 bağımsız Afrika ülkesi tarafından kurulmuştur.

E-SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNDE TÜRKİYE

1-Soğuk Savaş Dönemi Türk Dış Politikası

12 Mart günü ABD Cumhurbaşkanı Truman, Kongreye, Türkiye ve Yunanistan'ı Sovyet tehdidinden korumak üzere kendi adıyla anılan bir siyaset başlattığını bildirdi (Truman Doktrini). Aynı yıl Türkiye-ABD  Askerî Yardım Antlaşması yapıldı. 'de yine ABD ile bir iktisadî yardım antlaşması imzalandı.  Bu, Avrupa'nın komünizme kaymaması için ABD'nin başlatmış olduğu "Marshall Yardımı" çevçevesindeydi. 'da Türkiye Avrupa Konseyi üyesi oldu.

Türkiye’nin Nato’ya Girişi ()

yılında başlayan Kore Savaşı’na katılan Türkiye yılında Nato’ya alınmıştır. 'de Türkiye'nin NATO üyeliğine kabul edilmesi önemli bir dış siyaset başarısıydı. Truman Doktrini, Marshall Planı ve Avrupa Konseyi üyeliği ardından gelen bu gelişme, Türkiye'nin bir ara yaşamış olduğu yalnızlığa bütünüyle son vermişti. (Kore Savaşına asker gönderme kararı, kimi NATO üyelerinin Türkiye'nin katılmasına yaptıkları itirazları geri almalarını sağlamıştı.) Türkiye ve DP iktidarı için işler çok iyi gidiyordu.

Balkan Paktı’nın Kuruluşu (Dostluk ve İşbirliği Antlaşması )

yılında Türkiye ile Yunanistan da NATO'ya katılmışlardı. 28 Şubat ’te Dostluk ve İş Birliği Antlaşması imzalanarak Balkan Paktı kurulmuştur. 9 Ağustos de Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya arasında Siyasi İş Birliği ve Karşılıklı Yardım Antlaşması üçlü Balkan kuruldu. Stalin ölümünden sonra () ’ten itibaren Yugoslavya’nın SSCB ile tekrar yakınlaşması ve Türk-Yunan ilişkilerinin Kıbrıs meselesinden dolayı bozulmasıyla Pakt gücünü kaybetmeye başladı.

Bağdat Paktı’nın kurulması

‘te Türkiye, Irak, İran, İngiltere, Pakistan arasında Bağdat Paktı kuruldu. Irak’ta krallık yönetiminin yıkılması ile yeni yönetim Bağdat Paktı’ndan ayrılmıştır. Paktın adı yılında Merkezi Antlaşma Örgütü (Cento) olarak değiştirildi. 20 yıl sonra İran ve Pakistan’ın ayrılması ile pakt dağıldı.

2- Türkiye’ Hayat

a- Siyaset

yılında çok partili hayat geçişte ilk parti olan Nuri Demirağ tarafından Milli Kalkınma Partisi kuruldu. Daha sonra Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuad Köprülü tarafından Demokrat Parti kuruldu. () yılında ilk çok partili seçim yapıldı. seçimleri ile Demokrat Parti iktidara geldi.

b-Ekonomi

«7 eylül Kararları» ile Türk lirasının değeri %50 düşürülerek ( 1 Dolar: kuruş) düşürülerek, bankaların altın satmalarına izin verilmişti. Devletçi ekonomiden liberal ekonomiye geçiş bu kararlarla olmuştur.  Marshall yardımıyla tarım sektörü hızla gelişmiştir. Ekonomi % oranında büyüdü. Yabancı yatırımlar teşvik edildi ama sonuç alınamadı. Liberal ekonomi yeterince gelişmedi yıllarında yatırım karayolu, inşaat, sanayi ve tarım alanlarında yoğunlaştı. Ekonomik canlanma ’ten sonra azaldı. IMF’den borç alındı.

c-Sosyal ve Kültürel Hayat

Bu dönemde başta caz olmak üzere Rock and Roll ve diğer müzik türleri Türkiye’yi etkisi altına alınmaya başlamıştır. Türk müziğine ilgide devam etti. Zeki Müren, Müzeyyen Senar, Neşet Ertaş dönemin sanatçılarıdır. Batı etkisi ile sinemada gelişmeye başladı. Ömer Lütfi Akad’ın «Vurun Kahpeye» adlı filmi batı sinemasının izlerini taşımaktadır. yıllarda edebiyatta «Garip Akımı» gelişti. ’de  «Hisarcılar Grubu» oluştu. Salgın hastalıklarla mücadele milli bir dava olarak kabul edilmiştir.

F-Soğuk Savaş Dönemine Dünya

Büyük Sanayi ülkeleri büyük ekonomik kalkınma sağladılar. Hızlı nüfus artışı yaşandı. Sanayileşmeyle birlikte şehirlere göçler arttı. Şehirlerde ekonomik rahata ulaşmayan kitleler aşırı siyasi akımların oluşmasına yol açtılar. Kadınların iş hayatındaki etkinlikleri arttı. Teknik alanındaki gelişmeler hayatı kolaylaştırdı. Tüketimin teşvik edilmesi reklamın gelişmesine yol açtı. Radyo ve sinemanın önemi televizyonla azaldı. Amerika’da Rock and Roll müziği ortaya çıktı. Fen ve sosyal bilimler hızla gelişti.  Bilgisayarlar geliştirildi. Füze teknolojisinde sağlanan gelişme ile ilk uydu Sputnik SSCB tarafından uzaya gönderildi.  ()  Nükleer çalışmalar arttı. Enerji üretiminde kullanılmaya başladı. İletişim ve denetim ağları gelişti.  DNA’nın yapısı çözülerek değişik alanlarda yararlanıldı. Konut sektörü gelişti, gökdelenler ve toplu konutlar yapılmaya başladı. Sürrealizm (gerçeküstücülük) edebiyat ve sanat alanında gelişti. yılında ilk defa Mısır’da Akdeniz oyunları düzenlendi.  UEFA Şampiyon Kulüpler Kupası ilk defa — sezonunda düzenlendi.

4. ÜNİTE: YUMUŞAMA DÖNEMİ VE SONRASI

A-Uluslararası İlişkilerde Değişim Süreci

'dan sonra Dünya'nın yeni bir döneme girdiğinden, "Yeni Dünya Düzeni"nden söz edilmektedir. 'da sona eren düzen, büyük ölçüde İkinci Dünya Savaşı tarafından belirlenmişti. Yani,  ABD ve Sovyetler Birliği'nin (iki süper gücün) liderliğindeki bir dünya.

Elbette, söz konusu 50 yılın içinde birtakım değişiklikler olmuş, bazı yeni güç merkezleri de ortaya çıkmıştı. Hatta, "iki-kutupluluk" yerine "çok-kutupluluk"tan söz edilebildiği dönemler de olmuştu.

Yumuşama politikasının ortaya çıkmasında konvansiyonel silahlardan nükleer silahlara geçiş, önemli etken oldu. ABD Başkanı John Fitzgerald Kennedy ve SSCB Başkanı Nikita Kruşçev, yılında bir araya gelerek yumuşama sürecini başlattılar.

Yumuşama politikasına giden diğer bir sebep ise bloklar içinde yaşanan siyasi gelişmeler oldu. Doğu Bloku içinde SSCB ile Çin arasında yaşanan güven bunalımı ve Çin’in ABD’ye yanaşması, Yugoslavya ve Romanya’nın SSCB güdümünden kurtulmak istemesi ve Batı ile diplomatik ilişkilere girmesi Doğu Blokunda SSCB’nin gücünün kırılması demekti.

"Soğuk Savaş"ın Çözülmesi Dönemi () (Nükleer Silahların Sınırlandırılması Görüşmelerinin başladığı yılı Yumuşama yılının başlangıcı sayılır)

"Soğuk Savaş"ın Çözülmesi Dönemi ()

Doğu Blokunda Çözülmeler

Soğuk Savaş'ın çözülmesi yolundaki ilk gelişmeler Doğu Bloku'nda görüldü. 'te Stalin'in ölümü ile başladı. Moskova ile Pekin arasında doğmaya başlayan ideolojik görüş ayrılığı ile devam etti.

Batı Blokunda Çözülmeler

yılında Fransa'da de Gaulle'in devlet başkanlığına gelmesi Batı Bloku'ndaki çözülme süreci açısından yeni bir dönüm noktası oldu.

yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu' nun (Avrupa Birliği'nin) temelini atan Roma Anlaşması'nın imzalanması

1. Yumuşama Dönemi Politikaları

Doğu ile Batı bloku arasındaki ilk ilişkiler Berlin Buhranı sonrası Cenevre’de başladı. yılında Kruşcev ABD’ye gitti. ’de ABD ve SSCB Viyana’da bir araya geldi. yılında Moskova’da ABD-SSCB görüşmesi oldu.

Ping-Pong Diplomasisi

Amerikan Masa Tenisi takımı yılında Çin’e davet edildi.

2. Nükleer Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri

Salt-I Antlaşması Moskova

Bu çerçevede, 17 Kasım 'da Helsinki'de ABD ile SSCB arasında başlayan Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri 26 Mayıs 'de anlaşmayla sonuçlandı. "Stratejik Silahların Sınırlandırılması-I" (Strategic Arms Limitation Treaty-I) (SALT-I), ABD Cumhurbaşkanı Nixon ve SSCB lideri Brejnev arasında Moskova'da imzalandı. İki ülke, üç gün sonra yine Moskova'da, "ABD ile SSCB Arasındaki İlişkilerin Temel İlkeleri" başlıklı bir belge daha imzaladılar. Bu belgede, tarafların aralarındaki barış ve işbirliğini geliştirmelerine yönelik 12 ilke yer alıyordu. Taraflar, 21 Kasım 'de de Cenevre'de füzelerin sınırlandırılmasına yönelik SALT-II görüşmelerine başladılar.

Öte yandan, ABD, SSCB, İngiltere ve Fransa Dışişleri Bakanları arasında Berlin'in mevcut durumunu perçinleyen bir anlaşmanın da SALT-I'den bir hafta sonra 3 Haziran 'de imzalanması Doğu-Batı ilişkilerindeki yumuşamanın yeni bir gelişmesi oldu.

3. Helsinki Konferansı (1 Ağustos )

22 Kasım 'de başlayan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı çalışmaları da 1 Ağustos 'de Helsinki Nihai Senedi'nin imzalanmasıyla sonuçlandı. Bu belgeyi, NATO ve Varşova Paktı'nın tüm üyeleri ile Arnavutluk dışındaki bütün Avrupa ülkeleri -toplam 35 devlet- imzaladılar.

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK) Helsinki Nihai Senedi () Arnavutluk hariç bütün Avrupa Devletleri, Kanada ve ABD.

B. YUMUŞAMA DÖNEMİ ÇATIŞMALARI

1.Çatışmalarda ABD ve SSCB’nin Rolü

'deki Küba Bunalımı (Ekim Füzeleri Bunalımı)

ABD’nin Türkiye’ye, SSCB’nin de Küba’ya nükleer başlıklı füze yerleştirmesi ile başlayan, Ekim ’de dönemin iki süper gücünü karşı karşıya getiren ve dünyayı nükleer savaş tehditi altında bırakan bunalımdır.

'de Çekoslovakya'nın işgali

Ancak Prag Baharı adı verilen bu dönem aynı yılın 20 Ağustosunda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve Varşova Paktı müttefiklerinin (Romanya hariç) ülkeyi işgal etmesi ile sona erdi.  vb.)

3. Vietnam Savaşı-

Daha önce Fransa’nın sömürgesi olan Vietnam yılında imzalanan Cenevre Antlaşması ile Kuzey ve Güney Vietnam olmak üzere iki bağımsız devlete dönüştü. Cenevre Antlaşmasına göre iki ülke ’da yapılacak seçimlerle birleşecekti. Güney Vietnam seçime girmeyince Kuzey Vietnam zorla birleşmeyi sağlamaya çalıştı, Güney Vietnam ABD’den yardım istedi. ABD’de yardım yapacağını dünya kamuoyuna duyurdu. yılında Kuzey Vietnam donanmasının ABD donanmasına saldırmasıyla savaş başladı. Savaş yılına kadar sürdü. yılında yapılan antlaşma ile ABD kuvvetleri Vietnam’dan çekilecek, esirler karşılıklı geri verilecek, Kuzey ve Güney Vietnam arasında yapılacak müzakerelerle birleşme gerçekleşecekti.

4. Keşmir Meselesi

Keşmir halkının büyük çoğunluğu Müslüman bir bölgedir. yılında bölge için Hindistan ve Pakistan arasında savaş meydana gelmiştir. Birleşmiş Milletler araya girdi halk oylaması şartıyla ateşkes sağlandı. Fakat Hindistan günümüze kadar halkoylaması yapmamıştır. Bölge iki ülke arasında bölünmüş durumdadır.

5. Afganistan’ın SSCB’nin İşgali

yılı sonlarına doğru Afganistan’da halkın SSCB yanlısı yönetime karşı direniş hareketi başlatması üzerine iktidarda bulunanlar SSCB’den yardım istedi. Sovyetler Birliği'nin Aralık 'da Afganistan'a girmesiyle, 9 yıl sürecek bir savaş başlamış; Sovyetlerin dağılmasına varan gelişmelere ve hem iç ve hem de dış etkilere maruz kalmasına sebep olmuştur. yılında BM'ce ele alınan Afganistan sorunu; Afganistan, Pakistan, ABD ve Sovyetler Birliği arasında yapılan görüşmelerle çözüme kavuşturulmaya çalışılmakta idi. Ancak, görüşmeler uzun süre devam etti ve sorun 14 Nisan Cenevre Antlaşması ile çözümlendi. Cenevre Antlaşmasının imzalanmasından sonra, Sovyet askerleri yılı içinde Afganistan'dan çekildiler. Sovyetlerin çekilmesinden sonra ülkede "mücahit" gruplar birleşerek bir hükümet kurdular. Fakat bir süre sonra iktidar için iç çekişmeler başladı.

C. BARIŞ İÇİNDE BİR ARADA YAŞAMA

Barış İçinde Bir Arada Yaşama (Nükleer Silahların Sınırlandırılması Görüşmelerinin başladığı yılı Yumuşama yılının başlangıcı sayılır)

Üçüncü Dünya’nın Ortaya Çıkması

Soğuk Savaş'ın çözülmesiyle ilgili gelişmeleri hem etkileyen hem de etkilenen temel bir olgu da «Üçüncü Dünya»nın ortaya çıkmasıdır. Sömürgeciliğin tasfiyesi sürecinin 'ten sonra hızlanmasının sonucu olarak sayıları artış halinde bulunan yeni bağımsız ülkeler 'lerin ortalarından itibaren Birleşmiş Milletlerde ağırlık kazanmaya başladılar.

'lerin ortalarına gelindiğinde, bir yandan bu ülkelerin sayılarının artmış olması, öte yandan Nasır, Nehru ve Tito'nun yönetimindeki Mısır, Hindistan ve Yugoslavya'nın önderlik konumuna ulaşması iki blok dışında tarafsızlığı savunan üçüncü bir blokun (Üçüncü Dünya) doğmasını sağladı. 'te Bandung'da yapılan Asya- Afrika ülkeleri konferansı bu yöndeki ilk büyük adım oldu. 'tan sonra bu süreç daha da hızlanacaktır. 'te Afrika Birliği Teşkilatı'nın kurulması yeni bir gelişme olacaktır.

Bandung Konferansı Bağlantısızlar  (Üçüncü Dünya Ülkeleri)

Sömürgeciliğe karşı halkların kendi kaderlerini belirleme haklarını benimseyen Asya ve Afrika’dan 24  ülke, ilk kez Endonezya’nın , Bandung kentinde bir araya gelmişlerdir. Konferansın amacı, bağımsızlığına yeni  kavuşan Afrika ve Asya ülkelerinin ABD ve SSCB  gibi iki büyük nükleer güç karşısında varlıklarını korumak için birlik ve dayanışmalarını sağlamaktı. Bağlantısızların ilk teşkilatlı toplantısı ’de Belgrat’ta yapıldı. İkinci toplantı ’te Mısır’da yapıldı. Üçüncü toplantı Zambiya’nın başkenti Lusaka’da yapıldı. Bağlantısızların dördüncü toplantısı Küba’da ülkenin katılımıyla yapılmıştır.

D. Arap-İsrail Savaşları ve Büyük Devletlerin Politikaları

Arap İsrail Savaşı: BM kararıyla Filistin topraklarında İsrail Devleti'nin kurulması. İsrail kazanmıştır. Arap-İsrail Savaşı: Mısır'ın Süveyş Kanalı'nı millîleştirmesi Filistinlilerin ülkelerinden Çıkarılmaları Arap İsrail Savaşı: Mısır'ın Akabe Körfezi'ni İsrail'e kapatması. Filistin Kurtuluş Örgütünün kurularak Ürdün’e yerleşmonash.pw; Doğu Kudüs, Golan Tepeleri, Sina Yarımadası ve Gazze'yi ele geçirerek topraklarını dört kat genişletti. Arap İsrail Savaşı:  Arap-İsrail Savaşı'nda Mısır ve Suriye'nin kaybettiği toprakları İsrail'den geri almak istemesi

monash.pw David Antlaşmaları ()

'de ABD, bölgedeki gücünü kullanarak Israil ve Mısır'ı Camp David'te bir araya getirdi. 17 Eylül'de Israil ile Mısır, Filistin meselesi ve iki ülke arasındaki barış esaslarını içeren anlaşmaları imzaladı. Camp David Anlaşmalarında Filistin meselesi ile ilgili şu kararlar alındı. Gazze ve Batı Şeria'da yaşayan Filistinlilere, şekli ve mahiyeti, İsrail, Mısır ve Ürdün'ün ortak j kararına göre belirlenecek beş yıllık bir süre için bir muhtariyet verilecek. Bu muhtariyet döneminde İsrail, bu iki toprakta, kendi güvenliğini de sarsmayacak şekilde, asker miktarını asgariye indirecekti. Muhtariyet döneminin üçüncü yılından itibaren, İsrail, Mısır, Ürdün ve Filistin muhtariyet idaresinin temsilcileri arasında, Batı Şeria ve Gazze'nin nihai statüsünü tespit edecek bir anlaşma için müzakereler yapılacaktı. Bu anlaşma, Filistin halkının "meşru haklan" ile "adil istekleri"ni tanıyacaktı. Bu dönemde İsrail ile Ürdün arasında barış müzakereleri ve İsrail'in güvenliğini sağlayacak düzenlemelerde yapılacaktı.

monash.pw Konferansı Örgütü (İslam İşbirliği Teşkilatı)

İsrail işgali altındaki Kudüs'te, 21 Ağustos 'da Müslümanların kutsal yerlerinden olan El-Aksa Camii'nin kundaklanması ve camide maddi hasar oluşması İslam dünyasında büyük tepkilere yol açtı. Ürdün Kralı Hüseyin'in önerisi ile Arap devletlerinin dışişleri bakanları 25 Ağustos 'da Kahire'de toplanarak bir "İslam Zirvesi" oluşturulması kararı verildi. Eylül'de Fas'ın başkenti Rabat'ta Türkiye dâhil 24 ülkenin katıldığı bir "İslam Zirvesi" toplandı. Zirve sonunda yayınlanan bildiride, İsrail'in Kudüs'ü boşaltması ve Haziran savaşında işgal ettiği Arap topraklarından çekilmesi kararlaştırılırken İsrail'i tanımış olan devletlerin, İsrail ile diplomatik ilişkilerini kesmeleri istendi. İslam Zirvesi'nin ikincisi, 'te Pakistan'ın Lahor kentinde yapılmıştır. Teşkilatın 'te yapılan Cidde toplantısında üye ülkelerin maliye bakanları mali teşkilatlanmanın önemini vurguladılar. Ekim 'teki toplantıda İslam Kalkınma Bankasının kuruluş planı onaylandı. Örgütün ismi Haziran ayında Astana’da düzenlenen Dışişleri Bakanları Konseyi’nde İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) olarak değiştirilmiştir. Şu anda 57 üyesi vardır.

E. Uluslararası Politikada Petrolün Yeri

Petrol üreticisi ülkeler, Ağustos 'ta OPEC'i (Organization Petroleum Exporting Countries -Petrol İhraç Eden Ülkeler Teşkilatı-) kurdular. OPEC'in amacı petrol fiyatlarını yüksek seviyeye çıkarmak ve üretici ülkeler arasında teknik konularda iş birliğini sağlamaktı. Kurucu üyeleri: Suudi Arabistan, İran, Kuveyt, Irak ve Venezüela'dır. Kuruluşa sonradan Katar, Libya, Endonezya, Ekvador, Birleşik Arap Emirlikleri katılmıştır'li yılların başında OPEC amacına ulaştı ve petrol şirketlerine karşı üstünlük sağladı. Petrol üretimini daha pahalıya mal ettiği için düşük fiyatta petrol satışından zarar gören ABD'nin petrol şirketlerine destek vermemesi, OPEC'in başarılı olmasında etkili oldu.

F. İran –Irak Savaşı ()

1. Irak’ta rejim değişikliği

'de yapılan bir askerî müdahale sonucu ülkede monarşi rejimi yıkılarak cumhuriyet ilan edildi. Irak rejim değişikliğinden sonra Bağdat Paktından çekildi. Baas Partisi 'de Irak'ta yönetimde söz sahibi oldu, SSCB ile yakınlaşarak bu ülkeden ekonomik ve askerî yardım almaya başladı. Bu durum Batı'ya dönük bir politika takip eden İran ile arasındaki ilişkileri zayıflattı. Diğer taraftan, 'te İngiltere'nin Basra Körfezi'nden çekilmesinden sonra İran'ın, buraya tek başına hâkim olmak istemesi iki ülke ilişkilerini daha da gerginleştirdi. Baas Partisinin 'de, SSCB ile imzaladığı dostluk antlaşmasıyla beraber bu ülkeden silah satın almaya başlaması İran'ı tedirgin etti. Ancak Martında Cezayir'in arabuluculuğu ile imzalanan Cezayir Anlaşması'yla Irak ile İran arasındaki Şattülarap Su Yolu'nun en derin yeri sınır kabul edilirken karşılıklı dostluk ve iş birliğinin taahhüt edilmesi ilişkileri bir süreliğine düzeltti

2. İran’da rejim değişikliği

'ten itibaren İran'ı yöneten Pehlevi Hanedanlığı uygulamalarıyla halk tarafından benimsenmemişti. Batı kültürünün toplumsal alanda kendini hissettirmesi halkta memnuniyetsizliğe yol açmıştı. Bununla birlikte plansız toprak reformu, kırsal nüfusu yoksullaştırmış köyden kente göçe zorlamıştı. Ayrıca petrol gelirlerinin silahlanmaya harcanması gelir dağılımındaki eşitsizliği daha da artırdı. Halkın uygulamalara karşı başlattığı protestoların yönetim tarafından dikkate alınmaması ayaklanmaya sebep oldu. yılı başlarında bölgesel nitelikli başlayan ayaklanma ,bir yıl içinde halk hareketine dönüştü. 'da sürgündeki lider Ayetullah Humeyni'nin ülkeye dönmesiyle İran İslam Cumhuriyeti kuruldu.

Yeni yönetim, anayasa ile halka siyasi haklar tanıyan bir takım değişiklikler yaptı. İki aşamalı seçimler sonucunda yeni meclis oluşturuldu. Ülkedeki yeni yapılanma sırasında petrol ihracatının azalması ekonomiyi zor durumda bıraktı.

3. Savaş ve Sonuçları

'da İran'ın rejim değişikliği sebebiyle yaşadığı iç sorunlardan yararlanmak isteyen Irak, Basra Körfezi'ne hâkim olmak için harekete geçti. Cezayir Anlaşması'nı feshettiğini açıkladı. 22 Eylül 'de İran topraklarına saldırıya geçerek Basra Körfezi'ne kadar ilerledi. Bir süre sonra İran, savaşta dengeyi sağlayarak Irak'ın işgal ettiği bazı toprakları geri aldı.

İran-Irak Savaşı'nda Suriye ve Libya İran'ı; diğer Arap devletleri ise Irak'ı desteklediler. ABD, savaşın başlarında tarafsız kalmayı ve iki devletin toprak bütünlüğünün korunmasını esas aldı. SSCB savaş sırasında Basra Körfezi'nde etkili olmak ve Afganistan işgalinde serbest hareket edebilmek için İran'ın yanında yer aldı. Avrupa ülkeleri ise tarafsız bir politika izleme kararı alırken İran'daki rejim değişikliğinden dolayı Irak yanlısı tutum takındı.

'da İran'ın Basra Körfezi'ne hâkim olmaya başlaması ve körfeze kıyısı olan ülkelerin petrol satışı yapamaması ABD ve bazı Batılı devletleri ekonomik açıdan olumsuz etkiledi. Ayrıca SSCB'nin İran'la yakınlaşarak bölgede güç kazanması ABD'yi endişelendirdi. Bu sebeple ABD, Fransa ve İngiltere gibi bazı Batılı büyük devletler harekete geçerek Basra Körfezi'ne savaş gemileri gönderdiler. Bu müdahale sonucu Irak, İran'a karşı cephelerde dengeyi sağladı. BM'nin kararı ile 6 Ağustos 'de ateşkes gerçekleşti ve savaş sona erdi. Irak'ın 'da Kuveyt'i işgal etmesi ve ABD'nin bu işgale müdahale ihtimalinin ortaya çıkması üzerine Irak işgal ettiği İran topraklarından çekildi. Böylece İran kaybettiği toprakları geri aldı.

Sonuçları

Sekiz yıl gibi uzun süren bir savaş sonucunda iki ülkeden yaklaşık bir milyon insan hayatını kaybetti. Savaş sırasında iki devletin birbirlerinin petrol bölgelerini bombalaması sonucunda milyar dolar civarında bir ekonomik kaynak yok oldu. Savaştan sonra iki ülkede de ekonomik sıkıntılar yaşandı. Kuveyt'in işgalinde, Irak'ın yaşadığı bu ekonomik bunalım etkili oldu. İran-Irak Savaşı ile Arap ülkelerinin taraf olması Arap birliğinin bozulmasına ve İsrail'in Orta Doğu'da daha serbest hareket etmesine zemin hazırladı. Bazı devletler tarafsız olmalarına rağmen bu iki devlete silah satarak önemli bir gelir elde etmiş oldu.

G. Yumuşama Döneminde Dünya

1. Ekonomi

Merkezî ısıtma sistemi, evlere kadar suyun getirilmesi, çamaşır makinesi, telefon ve televizyonun yaygın olarak kullanılması insan hayatını kolaylaştırdı. Petrol, elektrik ve otomotiv sektörlerinde önemli üretim artışı oldu. Sanayideki büyüme, enerji tüketimini artırırken enerji kaynağı olarak kömürün yerini alan petrol, kimya sanayiinde yeni ürünlerin ortaya çıkmasını sağladı. Bu gelişmelerle dünya ekonomisi hızlı bir büyüme dönemi yaşadı. 'lere kadar büyümenin kesintisiz devam etmesi işsizlik oranını da düşürdü. Dünya ekonomisindeki büyümeye bağlı olarak talep fazlası ürünleri pazarlama ihtiyacı reklam sektörünün önemini artırdı. İşlevleri artmaya başlayarak geniş kitlelere ulaşan radyo ve televizyon bu ürünlerin tanıtımında önemli birer araç hâline geldiler. Uydu teknolojisi sayesinde de televizyon programları uluslararası bir boyut kazandı. İlk kez " Tokyo Olimpiyatları" canlı televizyon yayını ile tüm dünyaya ulaştırıldı. Uluslararası alanda ticaretin yaygınlaşması bu dönemin dinamizmini oluşturdu. Serbest ticaret ve çok uluslu şirketler tarafından yapılan uluslararası yatırımların gelişmesi ilerlemeyi perçinledi. Dünya ticaret hacmi de büyük bir büyüme gösterdi. Uluslararası ticaret hacmi % 7 oranında büyüdü.

2. Bilimsel ve Teknolojik Gelişmeler

II. Dünya Savaşı′ndan sonra havacılık alanında yaşanan ilerlemeler süper güçleri uzay yarışında ön plana çıkmaya, diğer devletler üzerinde politik, ekonomik, psikolojik başarılar elde etmeye yöneltmiştir. İlk yapay uydunun ( Sputnik) ′de SSCB, ′de de ABD tarafından uzaya fırlatılması bu rekabeti açığa çıkarmıştır.

’de Rus kozmonot Yuri Gagarin’in Vostok-1 uzay aracı ile ilk kez uzaya giden insan oldu. ’de ABD aynı şekilde karşılık vererek uzayda rekabeti hızlandırdı. ’da ise ABD’li astronot Neil Amstrong’un aya inmesi ile ABD uzay yarışında liderliği ele geçirdi.

Bilim ve teknoloji alanında sağlanan ilerlemeler, bir devletin ulusal gücü, ilerleme yeteneği, askeri gücü, hatta sosyal yapısı hakkında da ölçü yerine geçer olmuştur. Bu bakımdan nükleer enerji gibi, uzay başarıları da üstünlük simgesi sayılmaya başlanmıştır.

 ABD ve SSCB′nin öncülük yapığı uzay yarışına zamanla İngiltere, Fransa, Japonya, Çin Halk Cumhuriyeti gibi devletler de katılmaya çalışmıştır. Bu süreç uzayda egemenliği ve diğer konuları kapsayan Uzay Hukuku tartışmalarını da beraberinde getirmiştir.

BM′deki tartışmalarda, uzayın serbestliği ve uzayın bütün insanlığın malı olduğu görüşü savunulmuştur. BM, ′de aldığı bir kararla, uzayın ve gök cisimlerinin serbestliğini, hiçbir devletin egemenliği altına geçmeyeceğini kabul etmiş; 19 Aralık ′de ise teknik alanda işbirliğini onaylamıştır.

’lerde ilk bilgisayar üretildi. ’de üretilen APPLE fabrikalarda kullanılmaya başladı. ’de ABD’de internetin ticari amaçlı kullanılmasıyla ilgili engeller kaldırıldı ve bir yıl sonra, grafik web tarayıcı “Mozaic” devreye girmiş ve internetin bir alt kümesi olan “World Wide Web”in (Geniş Dünya Ağı) yıllık büyüme hızı artmaya başlamıştır.

3. Kültürel Hayat

Bilimsel ve teknolojik gelişmelerle ulaşılan düzey ve gelecek konusundaki bilinmezlik, edebiyatta post modern (modern ötesi) anlayışın 'lardan itibaren hâkim olmasına yol açmıştır. Müzik alanında 'lerde ortaya çıkan "Rock And Rol" tarzı bu dönemde de etkisini sürdürmüştür. Elvis Presley ().
Mississipi kökenli Presley, ilk beyaz rockn roll şarkcılarından biriydi.

Savaştan sonra yeni bir boyut kazanan soyut resim anlayışı bu dönemde de etkisini devam ettirmiştir. yılları arasında yapılan olimpiyatlarda ABD, SSCB, Japonya ve Doğu Almanya madalya sıralamasında önde gelen ülkelerdir. ’tan itibaren Dünya Kupası düzenlenmiştir. yılından itibaren de Akdeniz Oyunları düzenlenmiştir.

H. Türk Dış Politikası

1. Türk-Yunan İlişkileri

a. Kıbrıs Meselesi

Yunanistan, 'de Kıbrıs'ın kendisine verilmesi için İngiltere'ye resmen başvurdu. Bu girişimiolumsuz karşılanan Yunanistan, 'te Kıbrıs sorununu BM'ye taşıyarak meseleyi uluslararası bir konu hâline getirdi. Kıbrıs'ta self-determinasyon ilkesinin uygulanmasını isteyen Yunanistan'ın bu girişimi BM tarafından reddedildi. Bu gelişmeler, Türkiye'nin Kıbrıs konusunda harekete geçmesinde önemli rol oynadı. Böylece Kıbrıs sorunu, Türk dış politikasının en önemli konularından birisi hâline geldi. 'tan önce Yunanistan'ın Kıbrıs konusundaki isteklerinin BM tarafından reddedilmesi üzerine Rumlar, Kıbrıs'ta EOKA yer altı örgütünü kurarak önce İngilizler, sonra da Türklere yönelik tedhiş hareketlerine başladılar. Bu örgütün amacı: İngiltere'yi Kıbrıs'tan atmak, Türkleri imha etmek ve Enosis'i gerçekleştirmekti. Yunanistan'ın kışkırtma ve yardımlarıyla Rumların başlattıkları tedhiş hareketleri genişleyerek bir iç savaş hâlini aldı. 'da Türkiye ve Yunanistan başbakanları Zürih'te bir araya gelerek Kıbrıs anlaşmazlığını çözümlemek için görüşmelere başladılar. 11 Şubat 'da Kıbrıs'ta bağımsız bir cumhuriyet kurulması kararı alınarak Zürih Anlaşması yapıldı. Zürih ve Londra Anlaşmaları doğrultusunda 16 Ağustos 'ta bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edildi. Cumhurbaşkanlığına Rum lider Makarios, yardımcılığına da Türk lider Dr. Fazıl Küçük getirildi. Kıbrıs'ta sağlanan barış ortamı uzun sürmedi. Yunanistan'ın asker ve silah göndererek desteklediği EOKA, Türklere karşı tedhiş hareketlerine devam etti. Kıbrıs Türkleri de bu faaliyetlere 'te kurulan Türk Mukavemet Teşkilatı(TMT) vasıtasıyla karşı koymaya çalıştı. Makarios, 'te, Türk toplumu lideri Fazıl Küçük'e, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'ye anayasa değişikliği önerisinde bulundu.

Türkiye'nin Makarios'un yaptığı önerileri reddetmesi, iki toplum arasındaki gerginliği arttırdı. Rum çeteleri Türk köylerini yakıp yıkarak 25 bin Türk'ü göçe zorladı. 24 Aralıkta "Kanlı Noel" denilen ve 24 Türk'ün şehit edildiği olay üzerine Türk savaş uçakları Lefkoşa üzerinde ilk uyarı uçuşunu yaptı. 'te Yunanistan'ın Ada'ya daha çok asker ve silah göndermeye başlaması üzerine olayların büyümesinden endişelenen BM Güvenlik Konseyi, Barış Gücü kurulması kararı aldı. Ancak Barış Gücü Ada'ya henüz gelmeden Rum çetelerinin saldırıya geçmesi Türkiye'nin Kıbrıs'a müdahale kararı almasına yol açtı. Ancak bu kararın uygulanmasını istemeyen ABD Başkanı Johnson, yazdığı mektupla Türkiye'yi kararından vazgeçirmeye çalıştı.

Johnson'un mektubundan sonra yapılan diplomatik temaslar sonucunda Türkiye Kıbrıs'a müdahale kararını bir süre askıya aldı. Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Makarios, Ada'daki Türklere ekonomik ve sosyal baskılarda bulunarak göçe zorlayan bir politika uyguladı. Ancak Enosis'in hemen

gerçekleştirilmesini isteyen EOKA üyeleri Yunanistan'dan aldıkları destekle 15 Temmuz 'te Makarios'a karşı bir darbe gerçekleştirdi. EOKA üyeleri Nikos Sampson'u cumhurbaşkanlığına

getirirken "Kıbrıs Elen Cumhuriyeti"ni ilan ettiler. Türkiye, Kıbrıs’taki darbenin bir Yunan müdahalesi olduğunu belirtti ve garantilerin ihlâli saydı. İngiltere'ye ise ortak hareket etmeyi teklif etti. Olumsuz cevap alan Türkiye, garanti antlaşmasının kendisine tanıdığı yetkiyi kullanarak müdahale kararı aldı. Türkiye 20 Temmuz'da Enosis'e engel olmak, barışı yeniden kurmak ve Türklerin güvenliğini sağlamak amacıyla "Kıbrıs Barış Harekâtı"nı başlattı.

Lefkoşa'ya kadar ilerleyen Türk kuvvetleri, 22 Temmuz'da BM'nin ateşkes çağrısına uydu. Kıbrıs meselesinin görüşülmesi maksadıyla 25 Temmuzda Türkiye, Yunanistan ve İngiltere, Cenevre Konferansında biraraya geldi. Görüşmelerden barışı sağlayacak bir sonuç çıkmayınca 14 Ağustos'ta "İkinci Barış Harekâtı" başladı. Türk birlikleri Ada'nın yaklaşık üçte birine hâkim oldu. Türkiye BM'nin ateşkes çağrısına uyarak 16 Ağustosta askerî harekâtı durdurdu. Kıbrıs Barış Harekâtı'ndan sonra Türklerin kuzeyde, Rumların da güneyde yerleşmesi yeni bir devlet düzeninin kurulmasını gerekli kılıyordu. Başlatılan toplumlar arası görüşmelerden istenilen sonucun alınamaması üzerine Türk toplumu 13 Şubat 'te Rauf Denktaş'ın liderliğinde "Kıbrıs Türk Federe Devleti"ni kurdu. Türklerin Ada'daki siyasi varlığı Rumlar tarafından kabul edilmediği için sonuç alınamadı. BM Genel Kurulu, 13 Mayıs 'te Kıbrıs Rumlarını "Kıbrıs Hükümeti" olarak tanıma kararı aldı. Bu gelişmeler karşısında Türk toplumu da 15 Kasım 'te "Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti"ni kurdu. Türkiye Cumhuriyeti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni kurulduğu gün tanıyan ilk devlet oldu.

b. Ege Adaları Meselesi

Ege Adalarının Silahlandırılması Yunanistan, özellikle Kıbrıs bunalımından itibaren Ege Denizi'nde Türkiye kıyılarına yakın olan adalarla birlikte 'de İtalya'dan aldığı Meis ve On iki Ada'yı, Lozan Antlaşmasına aykırı olarak gizlice silahlandırmaya başladı. Bunun üzerine Türkiye bu konuyla ilgili 'ten itibaren farklı zamanlarda Yunanistan'a nota vermiştir. 'ten itibaren Yunanistan, Ege adalarını açık olarak silahlandırılmaya devam etti.

c.Kıta Sahanlığı Sorunu:

Kıta sahanlığı, kara sularının bitiş noktasından başlayan deniz altındaki devamını ifade eder. Kıyıya sahip her devlet kıta sahanlığına da sahiptir. Ancak kıta sahanlığına sahip ülkenin sadece bu bölgedeki canlı-cansız doğal kaynakları arama ve işletmede egemen yetkileri vardır; su alanı ve hava sahası uluslararası statüsünü korur.

Yunanistan ’den itibaren şirketlere Ege Denizi’nin kuzey ve batı  kıyılarında petrol arama ruhsatı vermeye başladı. başlarında arama ruhsat alanını Doğu Ege’yi kapsayacak şekilde genişletti. Böylece Yunanistan Ege Denizi’nde Türkiye ile deniz sınırlarını kendisine göre belirlemeye çalışması iki ülke arasında anlaşmazlığa sebep oldu.  Yunanistan’ın bu faaliyetleri üzerine Türkiye de Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığına Ege’nin açık deniz sularında ve kendi kıta sahanlığında petrol arama ruhsatı verdi. Yunanistan’ın bu duruma itirazı  iki ülke arasında “Kıta Sahanlığı Sorunu”nu ortaya çıkardı. Kıbrıs Barış harekatının gerçekleştirilmesi iki ülke ilişkilerini daha da gerginleşmonash.pw görüşmelerde Uluslar arası Adalet Divanında görüşülmesi konusunda prensip anlaşmasına varıldı. BM Güvenlik Konseyi sorunun ikili müzakereler yoluyla çözümlenmesi kararı aldı.  İki ülke temsilcileri Bern’de bir araya geldi. Görüşmeler sonunda imzalanan “Bern Deklerasyonu” ile taraflar Ege Denizinde kıta sahanlığı ile ilgili hiçbir faaliyette bulunmamayı kabul etti.

Kara Sularının 12 Mile Çıkarılması Sorunu:

Lozan Antlaşması’yla Ege Denizi’nde kara suları genişliği 3 mil olarak kabul edilmişti. Bu genişlik ’da Yunanistan ’te Türkiye tarafından 6 mile çıkarıldı. ’ten itibaren Yunanistan değişik dönemlerde kendi kara sularını 12 mile çıkaracağını ileri sürdü.Böylece Yunanistan, Ege Denizi’nde – adaların çokluğu nedeniyle –  büyük orada egemenlik hakkında sahip olabilecek ve üstünlük sağlayabilecekti.Türkiye, Yunanistan’ın kara sularını 6 milin üzerine çıkarmasını hiçbir zaman kabul etmeyeceğini ve böyle bir uygulamanın savaş nedeni olacağını açıkladı.

Ege Hava Sahası (FIR Hattı – Uçuş Bilgi Bölgesi) Sorunu

    Türkiye, Yunanistan’ın ’e kadar 3 mil olan hava kontrol sahasını 10 mile çıkarmasına iki ülke arasındaki iyi ilişkilerden dolayı tepki göstermedi. Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü (ICAO)’nün ’deki bölge toplantısında, Türkiye Ege kara suları sınırını FIR hattı olarak kabul etmesi, Ege Denizi üzerindeki hava sahasının kontrolünü büyük ölçüde Yunanistan’a bıraktı.

     ’e kadar bir problem oluşturmayan FIR hattı, Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında Türkiye’nin güvenliğini tehdit etti. Türkiye 6 Ağustos’ta yayınladığı NOTAM (Notice to Airmen: Havacılara İhtar Bildirimi) ile yeni bir FIR hattı oluşturdu. Bu hatta göre; Türkiye yönünde uçuş yapan her uçak Türk kıyılarına 50 mil kala durumunu ve uçuş planını Türk yetkililerine bildirecekti. Yunanistan ise Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra, 16 Ağustosta Ege Denizi’nin tümünü “tehlikeli bölge” ilan ederek ve bölgede FIR hizmetlerini durdurarak Ege semalarını uluslararası hava trafiğine, dolayısıyla da Türk sivil ve askerî uçaklarına kapattı. Türkiye’nin Ege’deki haklarını zedeleyen bu durum, özellikle sivil havacılık yönünden çeşitli zorluklarla karşılaşılmasına ve iki ülke arasında da yeni bir sorunun ortaya çıkmasına yol açtı.

    ’de Türkiye’nin, Ege hava sahasını Yunanistan ile ortaklaşa kontrolü konusundaki girişimleri Yunanistan tarafından kabul edilmedi. NATO’nun Türkiye ve Yunanistan ile yaptığı temaslar sonucunda her iki tarafın da daha önceden almış olduğu Ege hava sahası ile ilgili kararları yürürlükten kaldırmaları ile sorun çözüldü. Ege Denizi tekrar sivil hava trafiğine açıldı.

2. Türkiye’nin Orta Doğu Politikası

–  yılları arasında Arap ülkelerinin SSCB’ye yaklaşmalarına karşılık NATO üyesi olması sebebiyle Türkiye Orta Doğu’da Batı’ya paralel bir politika izlemişti.Kıbrıs  meselesinde yalnızlıktan kurtulmak isteyen Türkiye Orta Doğu’ya açılma politikası izleyerek Arap ülkeleri ile ilişkilerini geliştirdi. Arap – İsrail Savaşında Türkiye, ABD’nin Türkiye’deki üslerinden İsrail’e yardım etmesine izin vermedi. Türkiye ’daki Mescid-i Aksa yangınına büyük tepki gösterirken bu gelişme üzerine Rabat’ta toplanan İslam Zirve Konferansı’na katıldı. yılında başbakan düzeyinde katıldı. Türkiye günümüze kadar Batılı devletlerle, Orta Doğu arasında denge unsuru olmaya gayret gösterdi.

monash.pw İddiaları

Ermeni diasporası ve bazı devletler politik amaçlarla Ermeni meselesini yeniden canlandırmışlardır. Bu bağlamda diaspora, iddialarını dünyaya tanıtmak ve Türkiye'ye kabul ettirmek, Türkiye'den tazminat ve toprak almak son aşamada da büyük Ermenistan hayalini gerçekleştirmekti. Bu amaçla propoganda faaliyetlerine de başlayan Ermeniler "Ermenistan Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu" adı verilen ASALA adlı terör örgütünü kurdular. Ermeni terörünü asıl yönlendiren terör örgütü ASALA olmuştur. ASALA'nın 'te başlatarak yılına kadar devam ettiği terör faaliyetlerinde çoğu diplomat olan 35 Türk şehit edilmiştir. Bu durum karşısında Türkiye, önlemlerini artırmış, ulusal ve uluslararası platformlarda tezimizi ortaya koyan çalışmalar yaparak faaliyetlerini sürdürmüştür.

I. TÜRKİYE’DE BUNALIMLI YILLAR

1. Siyaset

Türkiye, 'de iktidara gelen Demokrat Parti ile ilk yıllarda birçok alanda büyük gelişme kaydetmişti. Ancak 'den itibaren ekonomide enflasyonist baskı hissedilmeye başlanmıştı. Ülkemizde demokrasinin tam olarak yerleşmemiş olması siyasi yaşamdaki hoşgörü eksikliği ve belirtilen ekonomik nedenler siyasi ortamı gerginleştirdi. Bu şartlar altında 27 Mayıs askerî müdahalesi gerçekleştirilerek DP iktidarına son verildi. Demokrasimizin gelişimini kesintiye uğratan bu müdahale sonucunda anayasa yürürlükten kaldırılarak meclis kapatıldı. Cumhurbaşkanı, başbakan, pek çok bakan ve milletvekili yargılandı. Bu yargılama sonucunda Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edildi () Ekim 'de yapılan seçimlere Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Adalet Partisi (AP), Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP), Yeni Türkiye Partisi (YTP) katıldı.    Seçimlerden sonra oluşan Meclis, Cemal Gürsel'i cumhurbaşkanlığına seçti. seçimlerine kadar koalisyon hükümetleri iktidarda kaldı. 10 Ekim 'te yapılan genel seçimleri AP kazandı. 27 Ekim 'te Süleyman Demirel'in başbakanlığı ile başlayan AP iktidarı, 12 Mart Askerî Muhtırasına kadar devam etti.

Türk Silahlı Kuvvetleri yer yer meydana gelen şiddet ve terör olaylarını gerekçe göstererek 12 Eylül 'de demokratik yönetimi ortadan kaldıran askeri müdahaleyi gerçekleştirmiştir. 24 Kasım 'e kadar devam eden bu dönem, Türk siyasi tarihine "12 Eylül Dönemi" olarak geçti. Anayasanın kabulünden sonra seçim hazırlıkları başladı. 6 Kasım seçimlerine Anavatan Partisi (ANAP), Halkçı Parti (HP) ve Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP) katıldı. Bu seçimler sonucunda birinci parti olarak çıkan ANAP, Turgut Özal başkanlığında tek başına iktidar oldu.

2. Ekonomi

Devletin ekonomik, sosyal, kültürel amaçlarının belirlenmesinde hükümete danışmanlık yapmak ve belirlenen amaçlar için kalkınma planları hazırlamak amacıyla Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) kuruldu() yılları arasında uygulanan "ithal ikameci sanayileşme" ile daha önce ithal edilen tüketim mallarının ülkede üretimi amaçlanmıştı. Bu dönemde, sanayi daha çok demir-çelik, çimento, kağıt, kimya, petrol rafinerisi, alüminyum ve madencilik alanında yoğunlaştı. 'li yıllarda uygulanan "ileri ithal ikameci model" ile buzdolabı, televizyon, çamaşır makinesi gibi dayanıklı tüketim mallarının yanı sıra ülkemizde artık otomobil de üretilmekteydi.

Ekonomide ithalata bağımlılık ve ihracatta durgunluk yaşanmasına rağmen 'lı yıllarda Avrupa'ya giden işçilerimizin ülkeye döviz transferleri ekonomiye önemli katkılar sağladı. petrol krizi, Amerikan ambargosu, ve işçi dövizlerindeki azalma ekonomik gerilemeye neden oldu. Türkiye'de yılında dış ticaret dengeleri bozulmaya başladı. Ülkede birçok temel malda kuyruklar, karaborsa ve aşırı fiyat artışı görüldü. Türk lirasının yabancı paralar karşısında değeri hızla düştü. Ekonomideki bu kötü gidişi önlemek için çeşitli ekonomik programlar hazırlandı. Bu programlar içerisinde karma ekonomiden serbest piyasa ekonomisine geçişi sağlayan 24 Ocak Kararları önemli bir yer almaktadır ().

3. Sosyal ve Kültürel Hayat

Cağdaş turk ve düny atarihi

ÖZET Osmanlı ve Rus İmparatorlukları gibi dünya tarihine yön vermiş iki kadim imparatorluğun selefleri olarak yy’ın ilk çeyreğinde uluslararası alanda boy gösteren Türkiye Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu (eski adıyla SSCB) arasındaki ilişkiler tarihçiler ve siyaset bilimciler için her zaman ilgi çekici olmuştur. Jeopolitik ve jeostratejik koşulların bir sonucu olarak çoğunlukla rekabet halinde olan bu iki devletin karşılıklı yakınlaşma ve işbirliği sergiledikleri dönemlere nadiren rastlanmaktadır. Aslında tarihsel süreçlere bakıldığında benzer bir coğrafyayı paylaşan bu iki ‘zorlu’ ve ‘zorunlu’ komşu ülkenin birbiriyle iyi ilişkiler geliştirememesinin genellikle Batı kaynaklı dış faktörlere dayalı olduğu tarihsel bir gerçektir. İki ülkenin düşman kamplarda yer aldığı ve ilişkilerinin çok kısıtlı olduğu Soğuk Savaş dönemi, Türkiye ve Rusya için birçok açıdan olumsuz bir deneyim olmuştur. İki ülke için de fayda-maliyet bakımından verimsiz olan statik Soğuk Savaş döneminin sona ermesi, iki ülke ilişkilerinin dinamizm ve çeşitlilik kazanmasını sağlamıştır. İkili ilişkilerin nispi bir ivme kazandığı bu yeni dönem, Türk ve Rus karar alıcıları tarafından farklı algılamalara maruz kalmıştır. Bunun bir sonucu olarak SSCB’nin dağılmasıyla Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya gibi Türkiye’ye yakın bölgelerde oluşan jeopolitik boşluk alanlarının yarattığı etnik ve bölgesel çatışmalar, iki ülke arasında filizlenen iyi ilişkiler ve yakınlaşmayı bir süre daha geciktirmiştir. Bu çalışma, Soğuk Savaş sonrası görece bir dinamizm ve ivme kazanan Türk-Rus ilişkilerine yansıyan tehdit ve fırsatları, ‘çatışma’ ve ‘işbirliği’ kavramları bağlamında iki dönem halinde ele almaktadır. Çalışmanın temel bölümlerinden birini oluşturan ikili ilişkilerde Soğuk Savaş’ın yarattığı karşılıklı olumsuz algılamaların henüz bitmediği 90’lı yıllar, Türkiye ve Rusya için jeopolitik risk unsurlarından kaynaklanan rekabet ve çatışmanın ön plana çıktığı bir dönem olarak ele alınmıştır. Buna karşın iki ülke arasındaki sorun alanlarının çözüldüğü ya da ikinci plana atıldığı ’li yıllar ise karşılıklı ilişkilere çatışmadan ziyade etkin bir işbirliği sürecinin hâkim olduğu ve özellikle iki ülke liderlikleri arasında kurulan güçlü bir diyalog ve iletişim dönemi olarak değerlendirilmiştir. Anahtar Kelimeler: Türk-Rus İlişkileri, Soğuk Savaş Sonrası, Çatışma Alanları, İşbirliği Alanları

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır