itnab ne demek / 56 - ÎCÂZ VE İTNAB

Itnab Ne Demek

itnab ne demek

Itnab ne anlama gelmektedir ?

Sözlükte "Uzun çadır ipi, sinir, ağaç kökü damarı" anlamlarına gelen ṭunb isminden veya "atın sırtının ve ayaklarının uzun olması" demek olan ṭaneb kökünden if'âl babında masdar olup "develerin uzun dizi halinde gitmesi, bir yerde uzun süre ikamet etme, rüzgârın şiddetle esmesi, sözü abartma ve uzatma" gibi anlamlara gelir.

Meânî ilminde sözler içerdiği lafızların sayısı ve ifade ettikleri mâna itibariyle îcâz, müsâvât ve ıtnâb olmak üzere üçe ayrılır. Az sözle çok şeyi anlatmaya îcâz, bunun zıddına ıtnâb, lafız ve anlamın sayı itibariyle denk olmasına da müsâvât adı verilir. Sözün anlamı ifadeye yetmeyecek derecede kısaltılmasına da ihlâl denir. Îcâz ve ıtnâbın ölçüsünü günlük konuşma dilindeki halkın geleneği belirler. Ayrıca muhatabın durumu ve hitap konusu da bu mevzuda belirleyici bir ölçüdür. Nitekim yaşlılık hakkındaki, "Yâ rabbi, kemiklerim zayıfladı, başımdaki saçlar ak pak oldu" (Meryem 19/4) âyeti örfe göre ıtnâbdır. Çünkü konuşma dilinde ve halkın örfünde bu düşünce, kısaca "yaşlandım" kelimesiyle ifade edilir. Ancak bu âyet konusu bakımından da îcâz sayılır. Çünkü âyette gençlik günlerinin sona erip yaşlılığın bütün dertleriyle gelip çattığı bir dönemden ve bundan duyulan üzüntü ve özlemden söz edilmektedir. Bunun uzun ifadelerle tasviri edebî açıdan uygun düşmektedir.

Ebû Amr b. Alâ, Halîl b. Ahmed, Câhiz, İbn Cinnî ve İbn Sinân el-Hafâcî gibi eski edipler ve belâgat âlimleri itâle, tatvîl, bast, iksâr, teksîr, istıksâ, ishâb ve tezyîl gibi terimleri ıtnâbla eş anlamlı olarak kullanmışlardır (Câhiz, el-Beyân, I, 91, 195; Ebû Hilâl el-Askerî, s. 413-415; İbn Sinân el-Hafâcî, s. 205-208). İbn Sinân tezyîl ve ishâb adını verdiği ıtnâbı, "bir düşüncenin gereğinden fazla lafızla ifadesi" şeklinde tanımladıktan sonra onu tatvîl (itâle) ve haşivden de ayırmış, yararsız ve belirsiz ziyadeye tatvîl, yararsız ancak belirli olan ziyadeye de haşiv adını vermiştir. İbn Sinân, haşvin genellikle vezin gereği veya seci amacıyla yapıldığını söyler (Sırrü'l-feṣâḥa, s. 219-220). Meselâ Zebbâ'nın ألفى قولها كذبا ومينا (Sözünü yalan dolan buldu) mısraında "kezib" ve "meyn" kelimeleri aynı anlama (yalan) geldiği için biri fazladır, fakat hangisinin fazla olduğuna dair bir delil bulunmadığı için bu söz tatvîldir. Yine "ذكرت أخي فعاودني / صداع الرأس والوصب" (Kardeşim aklıma geldi de yine baş ağrım ve rahatsızlığım depreşti) mısraında "sudâ'" kelimesi baş ağrısı demek olduğundan "re's" (baş) kelimesi fazladır. Fazlalığın belirli olması sebebiyle mısrada haşiv vardır. Itnâbı mübalağa bildiren bir tekit türü sayan Ziyâeddin İbnü'l-Esîr ile daha sonraki belâgat âlimleri de ıtnâb, tatvîl ve haşvin farkları konusunda aynı şeyi söylemişlerdir (el-Mes̱elü's-sâʾir, II, 345).

Beliğ sözde ölçü olarak îcâzı savunanlara karşı ıtnâbın daha beliğ olduğunu ileri süren belâgat âlimlerinin yanında îcâzın da ıtnâbın da beliğ olabileceği durumlar bulunduğunu söyleyerek bu iki görüşü uzlaştırmaya çalışanlar da vardır. Itnâbın daha beliğ olduğunu savunanlara göre dil bir düşüncenin ifadesidir. Bu da muhatabı açık ve doyurucu sözlerle ikna etmekle gerçekleşir. Bu bakımdan en beliğ söz en açık ve maksadı en iyi anlatan sözdür. Bir söz anlatılmak istenen şeyi bütünüyle kapsamalıdır. Bu da ancak uzun sözle mümkün olur. Ayrıca onlara göre ıtnâbın hitap alanı îcâza oranla daha geniştir. Çünkü ıtnâb hem halk hem de kültürlü kesime hitap ederken îcâz sadece kültürlü kimselere hitap eden bir üslûptur.

Îcâzı "maksadı tam anlatan veciz söz", ıtnâbı "bir yarar ve amaç için uzatılmış söz" olarak tarif eden Ebû Hilâl el-Askerî bu konuda uzlaşmacı bir yol takip eder (Kitâbü'ṣ-Ṣınâʿateyn, s. 209). Her çeşit sözde îcâza da ıtnâba da ihtiyaç olduğunu söyler ve îcâzın gerekli olduğu yerde ıtnâb, itnâbın gerekli olduğu yerde îcâz üslûbu kullanmanın aynı derecede yanlış olduğuna dikkat çeker. Yararsız ve amaçsız olarak uzatılmış söze "tatfîl" ve "tatvîl" adını vererek bunun ifadede âcizlikten kaynaklandığını belirtir (a.g.e., a.y.).

Itnâbın belâgattaki yeri çok eski dönemlerden beri sorgulanagelmiştir. Ebû Amr b. Alâ'ya (ö. 154/771) göre eski Arap edip ve şairlerinden çoğunun anlaşılmak için sözü uzatmayı, ezberlenmesi için de kısa tutmayı tercih ettiklerini belirtmişlerdir (a.g.e., s. 211). Müberred'in kadim Araplar'ın sözlerinde üç anlatım tarzı (îcâz, ıtnâb, îmâ) bulunduğunu söylemesi de bunu teyit etmektedir (el-Kâmil, I, 17). Halîl b. Ahmed, kitaplarda anlatma ve açıklama bölümlerinin ıtnâb, ezberlenecek kısımların ise îcâz üslûbu ile kaleme alınmasını tavsiye eder. Ebû Ya'kūb el-Hureymî de yerinde yapılan bir ıtnâbın daha tesirli olduğunu söyler (Ebû Hilâl el-Askerî, s. 413).

Eski Araplar'da kabileler arası çatışmaları sona erdirmek için yapılan konuşmalarla hükümdarlara sunulan kasidelerde ıtnâbın tercih edilmesi bir gelenekti. Önemli olayların anlatımında, mev'iza ve nasihatlerde ıtnâb üslûbunun kullanılması makbul sayılmıştır. Şu âyette, hükmün reddedilmesini ifade eden inkâr soruları ve tekrarlarla sağlanmış ıtnâbın nasihatteki tesiri ve belâgat güzelliği görülmektedir: أَفَأَمِنَ أَهْلُ الْقُرَى أَنْ يَأْتِيَهُمْ بَأْسُنَا بَيَاتًا وَهُمْ نَائِمُونَ۰أَوَأَمِنَ أَهْلُ الْقُرَى أَنْ يَأْتِيَهُمْ بَأْسُنَا ضُحًى وَهُمْ يَلْعَبُونَ۰أَفَأَمِنُوا مَكْرَ اللهِ فَلَا يَأْمَنُ مَكْرَ اللهِ إِلَّا الْقَوْمُ الْخَاسِرُونَ (Kasabaların halkı, geceleyin uyurken azabımızın kendilerine gelmesinden güvende miydiler? Yahut kasabaların halkı kuşluk vakti eğlenirlerken azabımızın kendilerine gelmesinden güvende miydiler? Onlar Allah'ın düzeninden güvende miydiler? Allah'ın düzeninden ancak mahvolacak millet güvende olur [el-A'râf 7/97-99]).

Kur'an'da geçen "âyetlerin tasrifi" ifadesinin (el-En'âm 6/46, 65, 105; el-A'râf 7/85; el-Ahkāf 46/27) bir anlamı da bir konunun değişik üslûplarla dile getirilmesidir. Nitekim insanlarda arzu uyandırmak ve onları şevke getirmek için cennet ve nimetleriyle cennet ehli bazan îcâz (es-Secde 32/17; ez-Zuhruf 43/71; el-İnsân 76/20; el-Mutaffifîn 83/24), bazan ıtnâb (Muhammed 47/15; er-Rahmân 55/46-76; el-Vâkıa 56/11, 12, 15-23; en-Nebe' 78/31-39; el-İnsân 76/12-22; el-Gāşiye 88/8-16) üslûbu ile tasvir edilmiştir. Aynı şekilde insanları uyarmak için cehennem ve cehennem azabı ile cehennem ehli bazan îcâz (ez-Zuhruf 43/74-75; el-Kamer 54/47), bazan ıtnâb (el-Hac 22/19-21; el-Mü'minûn 23/103-104) üslûbu ile dile getirilmiştir. İman-küfür, mümin-kâfir tasvirlerinde de değişik mizaç ve yeteneklere sahip insanlara farklı şekilde hitap edilirken yerine göre îcâz veya ıtnâb üslûbu kullanılmıştır. Kur'an'da Araplar'a ve bedevîlere îcâz üslûbuyla hitap edildiği, İsrâiloğulları'na hitap ederken veya onlarla ilgili kıssalar anlatılırken ıtnâb üslûbunun kullanıldığı görülmektedir.

Bir konunun veya bir düşüncenin ıtnâb üslûbuyla anlatılmasının birçok yolu olup bunların başlıcaları şunlardır: 1. Parantez arası cümleler (cümle-i mu'teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâb. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tâzim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. Meselâ şu âyette parantez cümlesi Allah'ı oğul isnadından tenzih etmek için getirilmiştir: قَالُوا اتَّخَذَ اللهُ وَلَدًا (سُبْحَانَهُ) هُوَ الْغَنِيُّ (Allah çocuk edindi dediler -hâşâ- O müstağnidir... [Yûnus 10/68]). Aşağıdaki âyetlerde pekiştirme amacıyla ıtnâb yapılmıştır: وَوَصَّيْنَا الْإِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ (حَمَلَتْهُ أُمُّهُ وَهْنًا عَلَى وَهْنٍ وَفِصَالُهُ فِي عَامَيْنِ) أَنِ اشْكُرْ لِي وَلِوَالِدَيْكَ (Biz insana anne ve babasına karşı -ki annesi meşakkat üstüne meşakkatle onu karnında taşımış, üstelik iki yıl da emzirmiştir- iyi davranmasını tavsiye ettik, bana ve ebeveynine şükret diye öğütledik [Lokmân 31/14]). فَإِنْ لَمْ تَفْعَلُوا (وَلَنْ تَفْعَلُوا) فَاتَّقُوا النَّار... (Bunu yapamadınız -yapamayacaksınız da- öyleyse ateşten korkun [el-Bakara 2/24]). Yeminin büyüklüğünü, dolayısıyla yemin edenin azametini bildiren şu âyette iç içe iki parantez cümlesi kullanılmıştır: فَلَا أُقْسِمُ بِمَوَاقِعِ النُّجُومِ (وَإِنَّهُ لَقَسَمٌ [لَوْ تَعْلَمُونَ] عَظِيمٌ) إِنَّهُ لَقُرْآنٌ كَرِيمٌ (Hayır, yıldızların düştüğü yerlere yemin ederim ki [bu -bilseniz- ne büyük yemindir] o yüce bir Kur'an'dır [el-Vâkıa 56/75-77]).

2. Kapalı bir ifadenin arkasından onu açıklayan bir ifade getirmek suretiyle yapılan ıtnâb. Bu tür ıtnâbla anlamın zihne iyice yerleşmesi amaçlanır. Bu üslûbun yararlarından biri de muhataba tam anlama ve kavrama hazzı tattırmaktır. Çünkü kapalı olan mânayı anlayamamanın verdiği sıkıntının ardından onu kavramak daha fazla haz verir. Bunların dışında meselenin önemine, azametine veya tehlikesine dikkat çekmek, bir fikri değişik anlayış ve yetenekteki muhataplara kapalı ve açık olmak üzere iki farklı ifadeyle takdim etmek de bu tür üslûbun faydalarındandır. Şu âyetlerde ticaret, vesvese, helû' (huysuzluk), azap ve kayyûm kelimeleri, onları takip eden cümlelerle açıklanmıştır: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى تِجَارَةٍ تُنْجِيكُمْ مِنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ: تُؤْمِنُونَ بِاللهِ وَرَسُولِهِ وَتُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللهِ بِأَمْوَالِكُمْ وَأَنْفُسِكُمْ (Ey inananlar! Size kendinizi acıklı bir azaptan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi? Allah'a ve Peygamber'ine inanır; canlarınız ve mallarınızla Allah yolunda cihad edersiniz [es-Saf 61/10-11]). فَوَسْوَسَ إِلَيْهِ الشَّيْطَانُ: قَالَ يَا آدَمُ هَلْ أَدُلُّكَ عَلَى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَا يَبْلَى (Şeytan ona vesvese verdi: 'Ey Âdem! Sana ölümsüzlük ağacını ve eskimeyen bir saltanatı göstereyim mi?' dedi [Tâhâ 20/120]). إِنَّ الْإِنْسَانَ خُلِقَ هَلُوعًا: إِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ جَزُوعًا۰وَإِذَا مَسَّهُ الْخَيْرُ مَنُوعًا (İnsan gerçekten pek huysuz [helû'] yaratılmıştır: Başına bir fenalık gelince feryat eder; bir iyiliğe ulaşırsa onu herkesten meneder [el-Meâric 70/19-21]).: يَسُومُونَكُمْ سُوءَ الْعَذَابِ يُذَبِّحُونَ أَبْنَاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَاءَكُمْ (Onlar [Firavun ailesi] size acı işkence yapıyor: Oğullarınızı boğazlayıp kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı [el-Bakara 2/49]). الْحَيُّ الْقَيُّومُ: لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ (O Allah diri ve kayyûmdur [Her an yaratıklarını gözetip durandır]: Onu ne uyuklama ne de uyku tutar [el-Bakara 2/255]). Övme ve yerme fiilleriyle kurulmuş cümlelerde de bu tür üslûp özelliği görülür. Çünkü bu fiiller fâilleriyle birlikte kapalı bir cümle oluşturur. Bunu takip eden mahsusla da (övgü ve yergi öğesi) bu kapalılık açılır: بِئْسَ الِاسْمُ: الْفُسُوقُ بَعْدَ الْإِيمَانِ (Ne kötü isim: Mümin adından sonra fâsık adını almak [el-Hucurât 49/11]). Aynı şekilde temyizli ifadelerde de bu tür kapalı ifadeyi açma özelliği görülür: وَاشْتَعَلَ الرَّأْسُ شَيْبًا (Başımdaki saçlar ak pak oldu [Meryem 19/4]). Bu tür temyizli ifadeler düz anlatıma göre daha beliğdir. Çünkü bunda kapalıyı açma özelliği yanında kaplam ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır. Düz (temyizsiz) anlatımla اشتعل شيب الرأس denilseydi başın sadece saçlarının (belki de bir kısmının) ağardığı ifade edilmiş olurdu. Halbuki اشتعل الرأس شيبا şeklindeki temyizli anlatımda başın bütünüyle ve saçların tümüyle ak pak olduğu, sanki başın ak saçlardan ibaret olduğu abartısı ile ifadeye canlılık verilmiştir. "Mâ" ve "men" ism-i mevsûlleri veya şart isimlerindeki kapalılığın onlardan sonra getirilen beyan "min"i ile gelmiş bir unsurla açılması da ıtnâb özelliği taşımakta olup Arap dilinde işlek bir anlatım tarzıdır: وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ يُوَفَّ إِلَيْكُمْ (Hayır olarak ne harcarsanız size tam olarak ödenecektir [Bakara 2/272]). Bedel ve atf-ı beyân ifadelerinde de ilk öğenin (mübdel minh / mâtuf aleyh) ikinci öğeyle (mâtuf/bedel) açıklandığı ve kapalılığı giderildiği için kapalıyı açma üslûbu görülür: اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ: صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ (Bizi doğru yola, kendilerine nimetler verdiğin kimselerin yoluna ilet [el-Fâtiha 1/6-7]).

3. Tevşî' üslûbuyla yapılan ıtnâb. Genellikle bir tesniye sîgasının peşinden onu açan, birbirine atıfla bağlı iki açıklayıcı öğenin getirilmesidir. Bu da bir tür kapalı anlamı açma olup hadislerde çok görülen bir üslûptur.: يشيب ابن آدم وتشب فيه خصلتان: الحرص وطول الأمل (Âdemoğlu yaşlanır, ancak onun içinde iki haslet: hırs ile tûl-ı emel gençliğini korur).

4. Genelin ardından özeli anarak yapılan ıtnâb. Genel bir öğeden sonra onun kapsamına dahil bir unsurun özellikle atıf yoluyla zikredilmesi, bu unsurun genelden ayrı bir türmüş gibi özel bir yeri ve önemi olduğunu vurgulamak amacını taşır. Bu da bir çeşit kapalı olan anlamı açma üslûbudur: حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلَاةِ الْوُسْطَى (Namazlara, özellikle orta namaza itina gösterin [el-Bakara 2/238]). مَنْ كَانَ عَدُوًّا لِلّٰهِ وَمَلَائِكَتِهِ وَرُسُلِهِ وَجِبْرِيلَ وَمِيكَالَ (Kim Allah'a, meleklerine, özellikle de Cebrâil ve Mîkâil'e düşman ise... [el-Bakara 2/98]).

5. Tekrar ile (tekrîr) ıtnâb. Arap dilinde yaygın bir ıtnâb tarzıdır. Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ Araplar'ın korkutmak, uyarmak veya muhatabın yanılmasını önlemek amacıyla kelimeyi tekrar ettiklerini (Meʿâni'l-Ḳurʾân, III, 287), Ma'mer b. Müsennâ (Ebû Ubeyde) ise tekrarın bir mecaz türü olduğunu söyler (Mecâzü'l-Ḳurʾân, I, 12). Tekrarı, mânanın iyice anlaşılması için özellikle anlayışı noksan olan muhatap ve dinleyicilere karşı başvurulması gereken bir üslûp çeşidi olarak gören Câhiz tekrarın belli bir sınırı olmadığını, muhatapların anlayış seviyesine göre değişebileceğini söyler (el-Beyân, I, 104). Hattâbî tekrarı makbul olan ve olmayan diye iki kısma ayırmış, yerinde ve ihtiyaca göre olanı makbul, birinciye bir anlam ve yarar sağlamayan tekrarı da mezmum saymış ve buna "lağv" (boş söz) adını vermiştir. Özenle üzerinde durulan, tekrarlanmaması halinde yanlış anlaşılacak veya unutulacak ya da değeri anlaşılmayacak önemli şeylerin tekrarının güzel olduğunu söylemiştir. Aynı şekilde Ziyâeddin İbnü'l-Esîr de sadece tekit, takrir, tergīb gibi bir amaç ve yarar için getirilmiş tekrarın her çeşidini ıtnâbdan saymıştır. Belâgat âlimleri tekrarın anlamı pekiştirdiğini, özellikle dinî öğütlerde öğüt verenin samimiyetini ifadeyle muhatapların gönüllerini ısındırarak nasihati kabule hazırladığını, özlem, azamet, tehlike ve ürküntü ifade ettiğini, bir şeyin önemine veya tehlikesine dikkat çekmeyi sağladığını söyleyerek yararlarına işaret etmişlerdir. Bazı durumlarda her tekrarın ilgili bulunduğu şey farklı olduğu için her biri ayrı nüansa sahiptir. Belâgat âlimleri bu tekrara "terdîd" adını vermişlerdir. Rahmân sûresinde فَبِأَيِّ آلَاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ (Öyleyken ey insanlar ve cinler, rabbinizin hangi nimetini yalan sayıyorsunuz) ifadesinin değişik nimetlerin ardından otuzdan fazla tekrarı ile Mürselât sûresinde dile getirilen çeşitli gerçeklerin ardından وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ (O gün yalanlayanların vay haline!) ifadesinin on defa tekrarı birer terdîd örneğidir. Zamir gelebilecek yerde ismi veya ifadeyi yinelemek de bu tür bir ıtnâbdır. Terdîd yoluyla ıtnâb tekrar edilen şeyin önemine, büyüklüğüne, yüceliğine dikkat çekmek veya onun ne kadar hakir olduğunu pekiştirmek yanında gönle ve zihne iyice yerleşmesini sağlamak, umum-husus ilgisi ve cinas gibi amaç ve yararlar için de yapılır. قُلْ هُوَ اللهُ أَحَدٌ۰اللهُ الصَّمَدُ (De ki: O Allah birdir. Allah sameddir [el-İhlâs 112/1-2]) âyetinde Allah kelimesi yüceliğine dikkat çekmek için tekrarlanmıştır.

6. Îgāl yoluyla yapılan ıtnâb. Sözlükte "bir yerin en uç ve en uzak noktasına ulaşmak" anlamına gelen îgāl, edebî bir sanat olarak anlamın tamam olmasından sonra beytin muhtevasını pekiştirmek veya güzelleştirmek, açıklamak veya abartı sağlamak gibi bir yarar için beytin sonunda ek bir kaydın getirilmesidir. Bu çoğunlukla, teşbih cümlelerinde benzetmenin bütün öğeleriyle tamam olmasından sonra onu geliştirip güzelleştirerek edebî bir abartı sağlayan, ona ayrıntı katan uygun bir kaydın veya sıfatın getirilmesi şeklinde olur. Buna îgāl adını vermemekle birlikte konuya ilk temas eden Asmaî (ö. 216/831) olmuştur (Kudâme b. Ca'fer, s. 194; Ebû Hilâl el-Askerî, s. 122-124). Sa'leb de "el-ebyâtü'l-ġur" (parlak beyitler) adı altında isim vermeden bu türe temas etmiştir (Ḳavâʿidü'ş-şiʿr, s. 72). Kudâme b. Ca'fer, îgāle eserinin "kafiyenin beytin muhtevası ile uyumu" bölümünde yer vermiştir (Naḳdü'ş-şiʿr, s. 192). Hâtimî îgāl yerine "tebliğ" terimini kullanmıştır (Ḥilyetü'l-muḥâḍara, I, 155). İbn Reşîḳ ise onu kafiyelere has bir mübalağa türü sayar. Kazvînî ile ondan sonra gelen belâgat âlimlerinin çoğu ve bedîiyye sahipleri ise îgāli bir ıtnâb türü kabul etmişlerdir (el-Îżâḥ, s. 301). İmruülkays'ın كأن عيون الوحش حول خبائنا / وأرحلنا، الجزع الذي لم يثقب (Çadır ve konaklarımızın çevresindeki yaban sığırlarının gözleri, sanki delinmemiş nazar boncuklarıdır); Hansâ'nın وإن صخرا لتأتم الهداة به / كأنه علم في رأسه نار (Savaşlarda öncüler öncüsü Sahr, sanki başında ateş yanan bir yüce dağ) beyitlerinde koyu harflerle dizilen kısımlar bütün unsurlarıyla tamam olmuş teşbihleri pekiştirip güzelleştirdiği için îgāl sayılır. Şu âyetler de sondaki cümlelerin anlam bakımından öncesini teyit etmesi ve durak kafiyesini (fâsıla) oluşturması sebebiyle birer îgāl örneğidir: اتَّبِعُوا مَنْ لَا يَسْأَلُكُمْ أَجْرًا وَهُمْ مُهْتَدُونَ (Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tâbi olun, çünkü onlar hidayete ermiş kimselerdir [Yâsîn 36/21]). لَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَاءَ إِذَا وَلَّوْا مُدْبِرِينَ (Arkalarını dönüp giderlerken sağırlara da daveti duyuramazsın [en-Neml 27/80]).

7. Tezyîl yoluyla yapılan ıtnâb. Bir fikri pekiştirmek ve daha iyi anlaşılmasını sağlamak amacıyla bir ifadenin arkasından söz ve anlamca ya da sadece anlam bakımından ona benzer olan ek bir ifadenin getirilmesi şeklinde gerçekleşen bir ıtnâb üslûbudur. Ebû Hilâl el-Askerî bunu ta'rizin zıddı (Kitâbü'ṣ-Ṣınâʿateyn, s. 413), Bâkıllânî ve İbn Münkız ise bir pekiştirme türü kabul etmişlerdir (İʿcâzü'l-Ḳurʾân, s. 155; el-Bedîʿ, s. 125). Tezyîli bir ıtnâb türü sayan Kazvînî, onu "bir cümlenin arkasından onu tekit eden ve onun anlamını içeren bir başka cümlenin getirilmesi" şeklinde tanımlamıştır (el-Îżâḥ, s. 307-309). Hatîb el-Kazvînî'nin Telḫîṣü'l-Miftâḥ'ını şerhedenlerle daha sonraki belâgat âlimleri de bu konuda Kazvînî'ye uymuşlardır. Tezyîl, müstakil olarak anlam bildirmesiyle bir mesel konumunda olan ve maksadı müstakil olarak ifade etmeyip önüne bağlı olması sebebiyle mesel konumunda olmayan şeklinde ikiye ayrılır. وَقُلْ جَاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا (De ki: Hak geldi, bâtıl ortadan kalktı, zaten bâtıl ortadan kalkmaya mahkûmdur) âyetinden koyu harflerle dizilen cümle birincisine; ذَلِكَ جَزَيْنَاهُمْ بِمَا كَفَرُوا وَهَلْ نُجَازِي إِلَّا الْكَفُورَ (İşte böylece inkârlarından ötürü onları cezalandırdık. Biz nankörden başkasına ceza mı veririz? [Sebe' 34/17]) âyeti ikincisine örnektir. İbn Nübâte es-Sa'dî'nin şu beyti de tezyîlin ikinci türüne örnek teşkil eder: لم يبق جودك لي شيئا أؤمله / تركتني أصحب الدنيا بلا أمل (İhsanların benim için ümit edecek bir şey bırakmadı / Beni dünyada umutsuz/hayalsiz bir kimse haline getirdin). Şu iki âyette her iki tür tezyîl birleşerek ardarda gelmiştir: وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِنْ قَبْلِكَ الْخُلْدَ، أَفَإِنْ مِتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ۰كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ (Biz senden önce hiçbir beşere ölümsüzlük vermedik. Sen öleceksin de onlar ölmeyecekler mi? Her can ölümü tadacaktır [el-Enbiyâ 21/34-35]).

8. Tekmil yoluyla ıtnâb. Kazvînî'ye göre tekmil, yanlış anlaşılması ihtimali bulunan bir sözün arkasından bunu ortadan kaldıran bir kısım getirmek demek olup "ihtirâs" ile aynı anlama gelir (el-Îżâḥ, s. 310-313). Diğer edip ve belâgat âlimleri ise tekmili "tetmîm" ile eş anlamlı saymışlardır.

أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ، أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ (Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, inanmayanlara karşı ise güçlüdürler [el-Mâide 5/54]) âyetinde onların güçlü olduklarını ifade eden tekmil (ihtirâs) kısmı getirilmeseydi önceki kısımda söz konusu edilen tevazuun zayıflık ve âcizlikten kaynaklanma ihtimali ortaya çıkardı. Aynı şekilde Tarafe'nin فسقى ديارك غير مفسدها / صوب الربيع وديمه تهمي (İlkbahar yağmurları sakin ve sürekli yağışlarla senin diyarını -bozmadan- sulasın) beyti, "gayra müfsidihâ = bozmadan" kaydı olmasaydı beyitten her tarafı bozan sel sularının da anlaşılması ihtimal dahilinde olduğundan beddua olarak algılanabilirdi. Yine Hamâsî'nin وما مات منا سيد في فراشه / ولا طل منا حيث كان قتيل (Bizim hiçbir reisimiz yatağında ölmüş değildir. Bizden hiçbir kimsenin kanı yerde kalmış değildir) beytinde de ilk mısra ile yetinilseydi kabilenin bütünüyle çatışmalarda öldürüldüğü, dolayısıyla zayıf ve âciz olduğu sanılırdı. Tekmil vazifesi gören ikinci mısra ile bu vehim giderilerek adı geçen kabilenin muzaffer ve güçlü olduğu dile getirilmiştir.

9. Tetmîm yoluyla ıtnâb. Kazvînî'den önceki belâgat âlimleri tetmîm ile tekmili eş anlamlı kabul etmişler ve bunu "bir sözde anlamı veya ifadeyi güzelleştiren tamamlayıcı bir kısmın zikredilmesi" şeklinde tanımlamışlardır (Hâtimî, Ḥilyetü'l-muḥâḍara, I, 153). Kazvînî'ye göre tetmîm, bir ifadede anlamı veya vezni tamamlayan fazla bir kısmın (tetimme) bulunmasıdır (el-Îżâḥ, s. 305). Tetmîm ile îgāli aynı mahiyette gören Ebû Hilâl el-Askerî'ye göre fazla kısım beyit sonunda ve fâsılalarda ise îgāl, değilse tetmîmdir (Kitâbü'ṣ-Ṣınâʿateyn, s. 424). Tetimme mübalağa ve tekit bildirebilir: وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلَى حُبِّهِ مِسْكِينًا وَيَتِيمًا وَأَسِيرًا (Onlar kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler [el-İnsân 76/8]). Bu âyette (الطعام) kelimesi (يطعمون)nin anlamını pekiştiren bir tetimmedir. Tetmîm bazan vezni tamamlamak için de getirilebilir. Bu bedîî bir güzellik de içermesi halinde edebî bir sanat sayılmıştır. Mütenebbî'nin وخفوق قلبي لو رأيت لهيبه / يا جنتي، لظننت فيه جهنما (Çarpan kalbimin alev alev ateşini görseydin / Ey cennetim, cehennemi orada sanırdın). Burada "yâ cennetî" ifadesi beytin veznini tamamlamak için getirilmiş bir tetimmedir, çünkü onsuz da anlam tamam olmaktadır.

10. Eş anlamlı öğelerle yapılan ıtnâb. Aynı anlamı ifade etmekle birlikte bir söz içinde ardarda getirilen eş anlamlı öğeler mânanın daha açık, vurgulu ve pekiştirmeli olarak anlatımını sağladıkları ve bazan aralarında ince anlam farkları bulunduğu için bir ıtnâb sayılmıştır.

إِنَّمَا أَشْكُو بَثِّي وَحُزْنِي إِلَى اللهِ ("Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah'a açarım" [Yûsuf 12/86]). لَا يَخَافُ ظُلْمًا وَلَا هَضْمًا (Haksızlıktan ve hakkının yeneceğinden korkmaz [Tâhâ 20/112]).

فَمَا وَهَنُوا لِمَا أَصَابَهُمْ فِي سَبِيلِ اللهِ وَمَا ضَعُفُوا وَمَا اسْتَكَانُوا (Allah yolunda başlarına gelenlerden ötürü gevşememişler, yılmamışlar ve boyun eğmemişlerdi [Âl-i İmrân 3/146]). Örneklerdeki eş anlamlı "bes̱s̱, ḥüzn", "ẓulm, hażm", "vehn, ża'f, istikânet" öğelerinin anlam nüansları görülmektedir.

11. Anlamı tamam olmuş sözün ardından onu daha çok açıklayan ve pekiştiren teşbihler getirmek suretiyle ıtnâb.

تردد في خلقي سؤدد / سماحا مرجى وبأسا مهيبا: // فكالسيف إن جئته صارخا / وكالبحر إن جئته مستثيبا

(Beyliğin iki tabii fazileti onda daim tezahürde
Kâh umut kapısı cömertlik, kâh korku salan yiğitlik:
Karşısına nâralarla çıkarsan bir kılıç kesilir o,
Yardım talebiyle gelirsen bir denizdir o)

İlk beyitte övülen kişinin cömertlik ve yiğitlik sıfatlarıyla methi tamamlandıktan sonra ikinci beyitte bu sıfatlarla ilgili iki teşbih getirilerek söz uzatılmıştır.

12. Olumludan sonra olumsuzu, olumsuzdan sonra olumluyu söyleme yoluyla ıtnâb. Bir fikrin pekiştirme amacıyla önce olumsuz, sonra olumlu (veya tersi) olarak ifade edilmesidir: لَا يَسْتَأْذِنُكَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِاللهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ أَنْ يُجَاهِدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ وَاللهُ عَلِيمٌ بِالْمُتَّقِينَ۰إِنَّمَا يَسْتَأْذِنُكَ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَارْتَابَتْ قُلُوبُهُمْ فَهُمْ فِي رَيْبِهِمْ يَتَرَدَّدُونَ (Allah'a ve âhiret gününe inananlar, malları ve canlarıyla cihad etmek için senden izin istemezler. Allah takvâ sahiplerini bilir. Senden ancak Allah'a ve âhiret gününe inanmayanlar -bu konuda- izin isterler. Onların kalplerini şüphe kaplamış, o yüzden şüpheleri içinde bocalayıp dururlar [et-Tevbe 9/44-45]).

İlk âyette olumsuzu söyleme (nefiy) yoluyla, cihad konusunda kesin emirler bulunduğu için müminlerin Hz. Peygamber'den izin isteme gereği duymadıkları; ikinci âyette ise olumluyu belirtme (isbât) yoluyla inanmayanların bu konuda ondan izin istedikleri anlatılmıştır. İlk âyet ikinciye mefhum olarak delâlet ettiği için ikinci âyetle söz uzatılmış olmaktadır. Bunun sebebi de konuya daha ziyade açıklık getirip meselenin önemine dikkat çekmektir. Bu tür ıtnâbda, isbât veya nefiyden birinde ötekinde mevcut olmayan bir ilâvenin bulunması, iki sözün birbirinin basit bir tekrarı gibi olmadığını ve ıtnâbın gerekliliğini gösterir. Bu misalde ikinci kısımda, "Kalplerini şüphe kaplamış, o yüzden şüpheleri içinde bocalayıp dururlar" cümlesi ilk kısımda olmayan bir ilâvedir. Bu ise inanmayanların izin istemelerinin sebebini açıklayan bir ilâve olarak ıtnâbın lüzumuna delâlet etmektedir. Bu üslûbun güzel bir örneği Rûm sûresinin 6-7. âyetlerinde de görülmektedir.

13. Pekiştirme öğeleriyle ıtnâb. Zâit harfler, tekit harfleri ve edatları, lafzî ve mânevî tekit, âmillerini tekit eden mef'ûl-i mutlak ile hâl-i müekkide gibi pekiştirme öğeleriyle de ıtnâb yapılabilir. İbn Cinnî'ye göre Arapça'da her zâit harf cümlenin tekrarı yerindedir. Zemahşerî ise tekit "lâm"ının olumlu cümlede pekiştirme vazifesi gördüğü gibi "leyse" ve olumsuzluk "mâ"sının haberine dahil olan zâit "bâ" harf-i cerrinin de olumsuzluğu pekiştirme görevi yaptığını belirtir. Cümle içerisinde "إن، أن، كأن، إنما، أما، ألا، ل، قد، ن، ن" vb. tekit edatlarının sayısı muhatabın inkâr derecesine göre değişir. Bu tür ıtnâbın güzel bir örneği Yâsîn sûresinde görülmektedir. Ashâbü'l-karye'ye gönderilen elçiler yalanlanmaları üzerine إِنَّا إِلَيْكُمْ مُرْسَلُونَ (Muhakkak biz size gönderilen elçileriz [Yâsîn 36/14]) şeklinde cevap vererek sözlerini, pekiştirme bildiren إن ile birlikte fiil cümlesine göre daha pekiştirmeli bir anlatım sağlayan isim cümlesi tarzında ifadeyle iki noktadan kuvvetlendirmişlerdir. Elçiler, toplumun kendilerini yalancılıkla suçlamalarında ısrar etmeleri üzerine de aynı sözü daha çok pekiştirici öğeyle tekit ederek رَبُّنَا يَعْلَمُ إِنَّا إِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ (Rabbimiz biliyor, muhakkak ki biz kesinlikle size gönderilmiş elçileriz [Yâsîn 36/16]) şeklinde hitapta bulunmuşlardır. Burada söz, yemin yerine geçen pekiştirici öğe olarak "Rabbimiz biliyor" ifadesi yanında inne, lâm-ı te'kid ve isim cümlesi olarak dört noktadan pekiştirilmiştir. Aynı şekilde mecazi anlam ihtimalini ortadan kaldırmak için önemli meselelerde pekiştirici bir öğe olarak bazı fiillerin onları gerçekleştiren organlarla ifadesi de ("gözümle gördüm, ayağımla çiğnedim, elimle yokladım, dilimle söyledim" gibi) bir tür mâna tekidi ve bir ıtnâb türüdür: Şu âyette bunun bir örneği görülmektedir: ذَلِكُمْ قَوْلُكُمْ بِأَفْوَاهِكُمْ (bu -zıhâr sözü- sizin dilinize doladığınız [boş] sözlerdir [el-Ahzâb 33/4]). Yine Kur'an'da "göğüs boşluğundaki kalpler" (el-Ahzâb 33/4; el-Hac 22/46) ifadesi de böyledir. Durumun korkunçluğunu tasvir etmek ve mübalağa için de bu tür pekiştirici ıtnâb öğesi gelebilir فَخَرَّ عَلَيْهِمُ السَّقْفُ مِنْ فَوْقِهِمْ (Tepelerindeki tavan üzerlerine çöktü [en-Nahl 16/26]). Bu âyette, tavanın zaten üstte bulunması sebebiyle "min fevkıhim..." kaydı ilk bakışta gereksiz bir uzatma (tatvîl-haşiv) gibi görülebilir. Halbuki herhangi bir tavanın değil üstlerindeki tavanın çöktüğünü ifadeyle durumun korkunçluğunu tasvirde pekiştirme ve abartı sağlama vazifesi gören bir ıtnâb öğesidir.

Lafzî tekit. Bir lafzın kendisinin veya eş anlamlısının tekrarı ile gerçekleşir. Kur'an'da birçok örneği mevcuttur (meselâ bk. el-En'âm 66/125; el-İnşirah 94/5-6; et-Tekâsür 102/3-4). Türkçe'deki "kalem malem" tarzındaki kelimeler de bir nevi lafzî tekit olarak ıtnâb çeşididir. Arapça'da bu tür ifadelere "itbâ'" adı verilir. Genellikle sıfatlarda görülen bu durum kelimenin ilk harfinin yerine "bâ", "nûn", "mîm", "kāf" ve diğer bazı harflerin getirilmesiyle suni bir kelimenin üretilmesi şeklinde gerçekleşir: حسن بسن قسن (Cici bici), عطشان نطشان (çok susuz) gibi. Arapça'da "كل، جميع، أجمع، ذات، نفس، عين، كلا، كلتا" kelimeleriyle yapılan mânevî tekide, pekiştirilen öğede mecazi anlam ihtimalini veya kapsamazlık halini ortadan kaldırmak için ve genellikle olağan dışı hadiselerde başvurulur: فَسَجَدَ الْمَلَائِكَةُ كُلُّهُمْ أَجْمَعُونَ (Bütün melekler secde etti [el-Hicr 15/30]). كِلْتَا الْجَنَّتَيْنِ آتَتْ أُكُلَهَا (Her iki cennet de meyvelerini verdi [el-Kehf 18/33]). Âmilini (fiil, fiilimsi) pekiştiren mef'ûl-i mutlak da bir ıtnâb öğesidir. Çoğunlukla âmili olan fiilin anlamından mecaz ihtimalini ortadan kaldırmak için zikredilir: وَكَلَّمَ اللهُ مُوسَى تَكْلِيمًا (Allah Mûsâ'ya gerçekten konuştu [en-Nisâ 4/164]) âyetinde olduğu gibi. Âmiliyle aynı anlamda olarak onu pekiştiren hal de ıtnâb öğesidir: وَيَوْمَ أُبْعَثُ حَيًّا (Diri olarak kabirden kaldırılacağım gün [Meryem 19/33]).

14. Anlamı tamam olmuş bir söze çeşitli amaçlarla fazladan bir öğenin eklenmesiyle gerçekleşen yukarıdaki ıtnâb üslûplarının yanı sıra bir de özlü bir biçimde anlatılabilecek bir fikrin ayrıntı, bölüm, kısım ve birimlerinin sayılıp dökülmesiyle gerçekleşen bir ıtnâb şekli daha vardır. Bu şekil, özellikle tasvir ve methiyelerde çok başvurulan bir anlatım tarzıdır. Şu iki âyet bu tür ıtnâba örnek olarak gösterilebilir: "Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah'ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, her çeşit canlıyı yeryüzüne yaymasında, yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutlarla rüzgârları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için birçok delil vardır" (el-Bakara 2/164). "Sizden biriniz arzu eder mi ki hurma ve üzüm ağaçlarıyla dolu, arasında sular akan ve kendisi için orada her çeşit meyveden bulunan bir bahçesi olsun da bakıma muhtaç çoluk çocuğu varken kendisine ihtiyarlık gelip çatsın, bahçeye de ateşli bir bora isabet ederek yakıp kül etsin. (Elbette bunu kimse arzu etmez). İşte düşünüp anlayasınız diye Allah size âyetleri açıklar" (el-Bakara 2/266).

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi


İtnab Nedir? İtnab Hakkında Kısaca Bilgi

İtnab Terimi Hakkında Bilgiler

Edebiyat Terimi Olarak İtnab:

Sözü, gerektiğinden fazla kelime veya cümle ile uzatma. İcaz'ın karşıtı. İkiye ayrılır:
1. İtnab-ı makbul: Makbul sayılan söz katmadır. Bu çeşitte anlam pekiştirilir, anlatılacak şey abartılır, kastedilen husus fazla tasvir edilir ve üçü birden sağlanır. Örnek:
"Yalıların en tabii ve en lüzumlu gezinti vasıtası sandallar! Sade yalıların mı? Boğaziçi'nde herkesin her an, en çok, onlar işine yarıyor. Mehtapla gezginci, sâzende köşkü onlar, saz dinleyicilerin mevkibi onlar, yerine göre madrabazların balık deposu onlar, sebze dükkanı, dondurmacı dükkanı, onlar; yörük manav sergisi onlar, tatlı su damacanalarının ambarı onlar, hasta sedyesi onlar..."
Ruşen Eşref Ünaydın

2. İtnâb-ı mümel: Makbul sayılmayan söz katmadır. İtnab-ı mühil de denir. Haşv-ı kabih'ler ve tekrarlar makbul sayılmayan söz katmanlarıdır. Örnek:
Duâ ile sözü hatmedelim, zîrâ hakikatte
Sözün gevher olursa yeğdir itnâbından îcâze

Nef'î

 

Benzer Edebiyat Terimleri

Terdid: Bir anlatımda sözü dinleyici ya da okuyucunun ilgisini yoğunlaştırdıktan sonra konuyu hiç beklenmedik bir sonuca götürme yoluyla yapılan edebi sanat. Sözün ciddi bir sonuca varması haline terdid-i sâdık, varmamasına terdid-i mutâyip denir. Örnek: Dizilirler ayakta Ana baba ve kardeş Hayal ırak... Irakta Eder fiillerle güreş Başından kayar yastık Nura döner karanlık Sırlar çözülür artık Kırka çıkınca ateş Necip Fazıl Kısakürek

Çevrikleme: Bir sözcükteki harflerin yerini değiştirerek elde edilen sözcüklerden her biri. Örneğin: Masa, asma, kısa, askı.

Koşuk: 1. İslamiyet'in kabulünden önceki Türk edebiyatındaki aşk, doğa temalarını işleyen şiir türü. 2. Eski Türklerin “sığır” adını verdikleri adını verdikleri şölenlerde halkı heyecana getirmek için daha çok tabiat ve aşk duygularının etkisi altında kalarak söyledikleri şiirler.

Söz Kalabalığı: Sözlü ya da yazılı anlatımda konuyla ilgisi olsun olmasın gereksiz bir yığın sözle anlatımı doldurma, şişirme.

Diğer terim sözlüklerini de inceleyebilirsiniz.

Online Edebiyat Terimleri Sözlüğü

56 - ÎCÂZ VE İTNAB

4484 Îcâz ve itnab, belâgat ilminin en önemli nevilerindendir. «Şırru'l-Fesâha» adlı eserin müellifi Hafaci'nin Bazı ulemadan yaptığı nakle göre belâ­gat, îcâz ve itnab demektir. Keşşaf müellifi Zemahşerî, belâgat yapan bir kim­senin sözü, yerine göre kısaltması, yerine göre de uzatması gerekir, der. Cahiz bu konuda şu beyti söylemiştir:

*****

Kabile hatipleri, bazen uzunca hitabeleriyle açıktan açığa karşı tarafa saldırır­larken, bazen de rakiplerinden korkup, saldırılarını gizliden gizliye yaparlardı.

Îcâz ile itnab arasında bir vasıta olup olmadığı konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bu vasıta, belâgat ilminde, îcâza dahil olan «müsavattır.» Sekkakî ve bir kısım belâgat uleması müsavatın varlığını kabul ederlerse de, mak­bul saymamışlardır. Bunlar müsavat'ı, belâgat ilmini bilmeyenlerin sözlerinden alınan ifadeler olduğu, şeklinde belirtmişlerdir.

Îcâz ise; maksudu en az kelime ile ifade etme sanatıdır.

İtnabise; kastedilen mânayı daha çok kelime ile ifade etmektir.İbnu'l-Esir ve Bazı ulema da, müsavatın îcâz ve itnab arasında bir vasıta olmadığı görüşündedirler. Bunlara göre îcâz, ifade edilmek istenen mânanın fazla kelime kullanmadan verilmesi, itnab ise fazla kelime kullanarak ifade edilmesidir.

Kazvini şöyle der. Bu konuda en uygun olan şudur; kastedilen mânayı ifade etmenin başlıca yolu, ya mâna ile lâfzın müsavi olması, ya lâfzın mâna­dan az, fakat yeterli olması, ya da duyulan ihtiyaçtan dolayı, lâfzın mânadan çok olmasıdır. Bunlardan birincisi müsavat, ikincisi îcâz, üçüncüsü de itnabdır. Bu tarifteki «yeterlilik» ifadesi mânayı bozmadan, «duyulan ihtiyaç» ifadesi de lüzumsuz yere uzatmadan kaçınmak için kullanılmıştır.

Kazvini'ye göre müsavat, bir vasıtadır. Belâgat ilminde makbul olan bir nevidir, «el-lzah» adlı eserinde: Kazvini'ye neden müsavatı zikretmedin? Bu müsavatın mevcut olmadığını gösteren bir tercih midir, yoksa kabul edilme­diği veya bir başka sebeple midir? diye sorulunca şu cevabı vermiştir; müsa­vat, Kur’ân'da hemen hemen yok gibidir. Ancak Kazvini müsavat'a «et-Telhis» adlı eserinde; *****«..kötü tuzak ancak sahibine do­lanır..» (Fatır, 43.) âyetiyle, «el-lzah» adlı eserinde; *****«Âyetlerimiz hakkında ileri geri konuşanları gördüğün zaman, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlar­dan yüz çevir.» (Enam, 68.) âyetiyle misal vermiş, ikinci âyetteki ***** nin mevsufu hazfedildiğini, birinci âyette ise ***** kelimesinde itnab olduğunu söyle­miştir. Çünkü hile'nin kötülükten başka bir şey olmadığını, âyetteki istisna gayri müferrag veya istisnada kasr olduğu takdirde *****kelimesinin hazfiyle müstes­nada îcâz olduğunu belirtmiştir. Âyet; bütün insanları ezadan koruma gayesi güttüğünden, insana eza veren bütün kötülüklerden onu korumaktır. Âyette; *****Arkadaşına en kötü zararı verir, şeklinde takdir yapı­lırsa, ifade temsil yoluyla meydana gelen istiareyi tebeiyye şekline girmiş olur. Zira âyetteki *****fiili, *****mânasındadır. Bu da ancak cisimlerde kullanı­lır.

Sekkaki, «el-Miftah» adlı eserinde belirttiğine göre, belâgat ilminde îcâz ve ihtisar, aynı mânadadır. et-Tibî de bunu aynen benimsemiştir. Bazı Ulemaya göre ihtisar, îcâzın hilafına, sadece cümlelerin hazfedilmesiyle yapılır. Şeyh Bahauddin, ihtisar'ın itnab'la hiçbir ilgisi olmadığını söyler. İtnab'ın ishab (çok söyleme) mânasına geldiği de söylenir. Tennuhi ve diğer belâgat ule­masının zikrettiğine göre itnab, ishab'dan daha hususidir. İshab, bir fayda sağ­lasın veya sağlamasın, sözü uzatmaktır.

1- Îcâz

4493 Îcâz; icâzu’l-kasr ve icâzu’l-hazf olmak üzere ikiye aynlır.

İcâzu’l-kasr, lâfzı veciz olan îcâzdır.

1) İcâz-ı Kasr

4493 Şeyh Bahauddin; az söz, eğer uzun sözün bir parçası ise buna icâzu’l-hazf, az söz eğer daha geniş bir mâna ifade ederse, buna icâzu’l-kasr adı veri­lir, der. Bir kısım ulema; îcâzı kısar'ın, az kelime ile çok mâna ifade etmek ol­duğunu söyler. Diğerleri ise, mânaya nazaran, kelimenin herkesçe bilinen şek­linden daha az olmasıdır, derler. Îcâzı kısar'ın belâgat sanatındaki güzelliğinin sebebi, fesahattaki üstünlüğüdür. Bu sebeble Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem); kelimelerin en güzeli bana verildi, buyurmuştur.

et-Tibî, «et-Tibyan» adlı eserinde hazifsiz yapılan îcâzı üç kısma a-yırır. Bunlar; îcâzu’l-kasr, îcâzu’t-takdîrve el-îcâzu’l-câmi'dir:

a- İcâz-ı kasr, lâfzın mânaya göre kısalmasıdır; *****(Neml, 30-31.) âyetleri buna misaldir. Bu âyette Cenabı Hak, mektubun başlığını, muhtevasını ve gayesini, birkaç kelime ile ifade etmiştir. Bir rivâyete göre; kelimeleri, mânaya denk bir şekilde beliğ bir vasıfla getirdiği söylenir.

Bu görüş, müsavatı îcâz'a dahil edenlerin görüşü olduğunu söylemek is­terim.

b- İcâz-ı takdir, söylenen söze, ziyade mâna takdir edilmesidir. Bedrud-din b. Mâlik «el-Misbah» adlı eserinde bu nevi îcâza, îcâzı tadyik adını vermiştir. Bu nevi îcâz, lâfzı mânadan daha az olduğundan, ifadede bir eksik­liktir. *****«Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (fa­izcilikten) vazgeçerse, geçmişi kendisinedir..» (Bakara, 275.) âyeti buna mi­saldir. Âyetteki ***** cümlesi; hataları affolunmuş, bu hatalar aleyhine değil, lehine dönmüştür. *****«..muttekilere yol göstericidir..» (Bakara, 2.) â-yeti de buna misaldir. Âyet, dalaletten sonra takvaya yönelen kimseler için, mânasındadır.

c- İcâz-ı câmi, bir kelimenin çeşitli mânalar ihtiva etmesidir. *****«Allah adaleti ve ihsanı emreder..» (Nahl, 90.) âyeti buna misaldir. Âyetteki ***** kelimesi; itikad, ahlâk ve ubudiyette bütün vecibelere işaret e-den ifrat ve tefrit arasında bulunan, mutavassıt olan, doğru yol mânasındadır. ***** kelimesi ise, Allah'a kulluk vecibelerindeki ihlas mânasındadır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)*****«Allah'ı görür gibi O'na kulluk etmendir», hadisi, kelimenin bu mânaya geldiğine bir delildir. Hadis'in mânası; Allah'a halisane ni­yetle, huzu ve huşu ile her an korku içinde ibadet etme ve yakınlara yardımda bulunma şeklindedir. İşte bu mâna, nâfile ibadetlerdeki ziyadeliktir. Bunlar, Al­lah'ın emirleri ile ilgili olanlarıdır. Nehiylerle ilgili olanlar, şehevani kuvvetlere i-şaret eden kötülükler, .***** kelimesi, öfkeden veya dinen haram olan şeyler­den hasıl olan ifratlardır. ***** kelimesi, vehimden doğan taşkınlıklar, *****ke­limesiyle ifade edilmiştir. ■

4497 Bu konuda yapılan bazı rivâyetleri nakletmek isterim.

Hâkim, «Müstedrek»inde rivâyet ettiğine göre, İbn-i Mesûd şöyle demiştir: Kur’ân'da bu âyetten başka hayır ile şerri bir arada toplayan başka bir âyet yoktur. Beyhaki «Şuabu'l-İman» adlı eserinde Haseni Basri'nin, bu âyeti, okuduktan sonra şöyle dediğini nakleder: Allah size, hayrın ve şerrin tamamını, bu âyette toplamıştır. Yemin ederim ki Allah adl ve ihsan kelimeleriy­le hiçbir şeyi terketmeden kendisine itaati bir arada toplamıştır. Fahşa, münker ve bagy kelimeleriyle de, kendisine karşı isyanın her nevisini ifade etmiştir.

Beyhaki, İbn-i Şihab'dan rivâyetle Buhârî ve Müslim'de mevcut: Kelime­lerin en güzeli ile gönderildim, hadisinin mânası hakkında şöyle dediğini nak­leder: Bildiğim kadarı ile kelimelerin en güzeli sözündeki mâna şudur; Allah, Resûlüne, bir veya birkaç konuda, önceki Kitaplarda farz kılınan pek çok hu­susları bir arada toplamıştır.

*****«Affetme yolunu tut..» (Araf, 199.)âyeti de bu kabildendir. Çünkü bu âyet, güzel ahlâkın her türlüsünü bir arada toplamıştır. Affetme, in­sanlar arasındaki karşılıklı haklarda kolaylık ve müsamaha göstermek, dine da­vette yumuşak ve merhametli davranmak, emri maruf ise, ezadan, harama bakmaktan ve benzeri yasaklardan kaçınmak; sakınmak ise, sabırlı olmak, iyi huy ve sevgi ile muamele etmektir.

Îcâzın bedii değerine misal, ihlas sûresidir. Bu sûre, Allah'a şirk koşmayı tenzih eden en kuvvetli sûredir. Sûre, ehli küfürden kırk kadar fırkanın iddiaları­nı reddetmektedir. Bahauddin b. Şeddad, bu konuda müstakil bir eser yazmış­tır.

*****«Ondan suyunu ve otlağını çıkardı.» (Nâziât, 31.) âyeti de buna misaldir. Âyetteki iki kelime, Allah'ın yeryüzünde kulları için yiye­cek olarak bitirdiği bütün şeylere delalet etmektedir. Bunlar; ot, ağaç, hubu­bat, meyve, ekin, odun, elbise, ateş ve tuzdur. Ateş, odun parçalarından, tuz da sudan elde edilir.

Aynı konuda misal olan *****«Orada ne başları ağrıtı­lır, ne de akılları giderilir.» (Vakıa, 19.) âyeti;.başağrısı, akli dengenin kaybol­ması, mal-mülkün elden gitmesi, içilecek şeylerin tükenmesi ve içkinin meyda­na getirdiği bütün ayıpları bir arada toplamaktadır.

*****«Ey arz, suyunu yut, dendi..» (Hûd, 44.) âyetinde Cenabı Hak; emrediyor, yasaklıyor, haber veriyor, sesleniyor, vasfediyor, ad veriyor, helak ediyor, hayat veriyor, cennet ve cehennemle müjdeliyor ve ön­ceki kavimlerin halini anlatıyor. Şayet bu âyetin ihtiva ettiği kelimelerdeki gü­zellik, belâgat, îcâz ve beyan hakkıyla şerhedilecek olsaydı, kalemlerin mürek­kebi tükenirdi. Bu âyetteki belâgatı açıklamak üzere müstakil eserler yazılmış­tır. Kirmani «el-Acâib» adlı eserinde, bu âyet hakkında şunları söyler: İs­lâm'a karşı olanlar, bu âyetin benzerini getirmenin insan gücünü aştığını ittifakla kabul etmişlerdir. Bunlar, beşer sözünü incelemişler, îcâzla birlikte ifadeyi boz­madan, âyetteki mevcud olan tasvirin lâfzındaki yüceliği, nazmındaki güzelliği, mânasındaki sağlamlığı ile, bu âyetin mislini getirememişlerdir.

***** «Ey karıncalar!

Yuvalarınıza girin, Süleyman'ın ordusu farkına varmadan sizi çiğnemesin..»

(Neml, 18.) âyetinde Cenabı Hak on bir çeşit sözü bir arada toplamıştır. Bunlar; nida, kinaye, uyarmak, ad verme, emretme, anlatmak, sakındırmak, tahsis et­mek, umumileştirmek, işaret etmek, özür beyan etmek, şeklinde sıralanmıştır. Âyetteki nida ***** harfi, kinaye *****kelimesi, uyarma ***** kelimesi, ad verme kelimesi emretme, ***** fiili anlatma, ***** kelimesi sakındırma, *****fiili tahsis etme, ***** kelimesi umumileştirme, *****kelimesi işaret etme, özür beyan etme ***** kelimesiyle ifade edilmiştir. Âyet, beş ayrı hukuku da göstermiştir. Bunlar; Allah'ın hukuku, Resûlü'nün hukuku, karıncanın huku­ku, raiyyetin hukuku ile Hazret-i Süleyman'ın ordusunun hukukudur.

*****«Ey Adem oğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin..»(Araf, 31.) âyetinde Allah, sözün ana unsurları­nı bir arada toplamıştır. Bunlar; nida, umum, husus, emir, nehiy, mubah ve ha­berdir. Bazı ulema, âyetin devamı olan ***** «..yiyin için fa­kat israf etmeyin..» kısmında, Allah'ın bazı hikmetleri bir araya getirdiğini söy­ler.

*****«Musa'nın annesine bildirdik ki O'nu emzir..» (Kasas, 7.) âyetinde İbnu'l-Arabi şöyle der: Bu âyet, fesahat yönünden Kur’ân âyetlerinin en güzelidir. Âyette; iki emir, iki nehiy, iki haber ve iki müjde vardır.

*****«O halde sen emrolunduğun şeyi açık­ça söyle ve müşriklere aldırma.» (Hicr, 94.) âyetinde İbn-i Ebî İşba şöyle der: Âyetin işaret ettiği mâna; sana vahyedilenin tamamını açıkla, bir kısmı Bazıları­na ağır gelse bile, beyanı ile emrolunduğun âyetleri tebliğ et, şeklindedir. ***** ile *****arasındaki benzerlik, tasrihin kalplerdeki tesirinde görülür. Tıpkı parçalanan camda olduğu gibi, âyetlerin tasrihi neticesinde, insan yüzünde bu­rukluk ve sevinç, inkâr ve memnuniyet alâmetleri belirir. Âyetteki bu istiare'nin güzelliğine, îcâzın büyüklüğüne, ihtiva ettiği zengin mânaya bakın... Rivâyet e-dildiğine göre bazı Bedeviler bu âyeti işittiklerinde secde etmişlerdi. Niçin sec­de ettikleri sorulduğunda: 'Bu sözün fesahatından dolayı secde ettik' cevabını vermişlerdi.

*****«..orada canlarının çektiği, gözlerinin hoş­landığı her şey var..» (Zuhruf, 71.) âyetinin tefsirinde Bazı ulema şöyle demiş­tir: Bu iki lafızda büyük hikmetler toplanmıştır. Şayet, bütün insanlar bir araya gelerek âyette vasfedilen hususları açıklamağa çalışsalar, bundan daha iyisini bulamazlardı.

*****«..sizin için kısasta hayat vardır..» (Bakara, 179.) â-yetindeki kelimeler az olmakla beraber, mânası oldukça geniştir. İnsan bir başkasını öldürdüğünde, kendisinin de buna karşılık öldürüleceğini bilirse, başka­sını öldürmeğe teşebbüs edemez. Kısasın uygulanması ile, insanların birbirini öldürmesi kalkmış olur. Öldürmenin ortadan kalkması ile, insanlara hayat sağ­lanmış olur. Bu âyet, veciz olma bakımından, aynı mânada Arablann kullandığı *****Ölüm, öldürmeyi önler, sözünden yirmi kat üstünlüğe sahiptir.

İbnul-Esir, bu iki söz arasındaki üstünlük mukayesesini reddederek şöyle der:

Allah kelamı ile, kul kelamı arasında bir benzerlik olamaz. Bununla beraber ulema, düşünebildikleri mânalar üzerinde zihinlerini yormuşlardır. Âyetteki ifade ile, Arapların ifadesi arasındaki farkları şöyle sıralamışlardır:

1 - Arapların sözüne karşılık olan *****kısas hayattır, âyeti, harf sayısı bakımından daha azdır. Âyette on harf olmasına karşılık, *****ölüm öldürmeyi önler, sözünde on dört harf bulunmaktadır.

2- Öldürmenin yasaklanması, hayatı getirmeyebilir. Halbuki âyet, hayat sağlamaktadır. İstenilen de budur.

3- Âyetteki ***** nekre olarak gelişi, tazim ifade eder. Kısasda ***** «Onları, insanların hayata en düşkünü bulacaksın..»(Ba­kara, 96.) âyetinde olduğu gibi, yaşanmak istenen hayat vardır.

Halbuki Arapların sözünde, bu mâna mevcut değildir. ***** kelimesindeki ***** harfi, cins içindir. Bu yüzden hayatı ebedilikle tefsir etmişlerdir.

4- Âyette, Arapların sözü hilafına hayatın sağlanması vardır. Her öldürü­len, başka birinin öldürülmesini engellemez. Aksine, daha çok teşvik eder. Böyle öldürme işi zulümdür. Katli önleyecek tek yol, kısastır. Çünkü kısasda, daimi bir hayat vardır.

5- Arapların sözünde mevcut olan *****kelimesi tekrar ettiği halde, âyette böyle bir tekrar mevcut değildir. Tekrarın olmayışı, fesahati ihlal etmez­se tekrar edilenden daha üstündür.

6- Âyette, Arapların sözü hilafına mahzuf bir takdire ihtiyaç yoktur. Hal­buki Arapların sözünde ismi tafdil ve ondan sonra gelen kelimeyi takip eden *****harfi cerri, birinci ***** kelimesinden sonra *****, ikinci ***** kelimesinden son­ra da ***** kelimesi hazfedilmiştir. Böylece sözün takdiri şekli şöyledir: *****Kısası infaz etmek, haksızlık ederek terketmekten daha iyidir.

7- Âyette tıbak sanatı vardır. Çünkü kısas'dan hayatın zıddı anlaşılır. Arapların sözünde bu sanat mevcut değildir.

8- Âyette bedi sanatı vardır. Bu sanat, iki zıddan biri olan ölümün, buna zıd olan hayata mahal ve mekan yapılmasıdır. Hayatın, kısas yoluyla yapılan ölümde istikrar bulması, sözün en mübalağalı şekilde ifade edilmesidir. Bu görü­şü, Zemahşerî zikretmiştir. «el-İzah» adlı eserin müellifi Kazvini, Zemahşerî' nin Keşşaf'daki bu sözünü; kısas kelimesinden önce zarfiyet ifade eden ***** harfinin gelmesi, kısası sanki bu sözün menbaı yapmıştır, şeklinde açıklamıştır.

9- Arapların sözünde, harekeden sonra sükun gelmesi gibi, hoş olma­yan bir takım hafiflikler mevcuttur. Halbuki harekesi kesintisiz olarak gelen ke­limelerin telaffuzu kolay olduğundan, ifadede her harekeden sonra sükun ge­len kelimelerin aksine, fesahat hissedilir. Bu aynen, hareket halinde olan bir şeyin durmasiyle, hareketinin kesilmesine benzer. Mesela, bir hayvan bir an kımıldar, hemen durdurulur, tekrar kımıldar tekrar durdurulursa, ne hareket et­miş ne de durmuş sayılır. Bu durumda, devamlı bağlı gibidir.

10- Arapların sözü, görünürde çelişkili gibidir. Çünkü bir şey, kendi ken­dini nefyetmez.

11- Âyette, dile zorluk ve ağırlık veren kaf harfinin tekrarı ve nun'un gunnesi yoktur.

12- Âyet, kaf harfinden sad'a geçişi sağlayan, telaffuz bakımından bir­birine uygun harfler ihtiva eder. Âyetteki kaf harfi isti'la, sad da isti'la ve itbak harfleridir. Halbuki kaf harfinden, dil ucu ve boğazın son tarafına nazaran uzak­lığından dolayı, lam'dan hemzeye geçişten daha rahattır.

13- Sad, ha ve ta harfleri ile telaffuzda ses güzelliği varken, kaf ve ta­nın tekrarında bu güzellik yoktur.

14- Âyette, hayat kelimesinin zıddı olan, vahşet ifadesi taşıyan katl ke­limesi yoktur. İnsan tabiatı, katl kelimesinden çok, hayat kelimesine mütema­yildir.

15- Kısas kelimesi, katl kelimesi hilafına, adaletin gereği olan eşitlik ifa­de eder.

16- Âyet, hayatın devamlılığına, Arapların sözü ise, hayatın yokluğuna dayanır. Hayatta kalmak, öldürülmekten daha şereflidir. Çünkü hayatın, ölüme nazaran önceliği vardır.

17- Arabın sözündeki hayat mânası, kısastaki hayat mânası anlaşıldık­tan sonra ortaya çıkar. Halbuki «Kısasta hayat vardır» âyetinin mânası hemen anlaşılmaktadır.

18- Arapların sözünde ismi tafdil sigasında müteaddi bir fiilden alınmış­ken, âyette böyle bir durum yoktur.

19- İsmi tafdil sigası, umumiyetle müştereklik ifade eder; bu yüzden kı­sasın terki, katlin terki demek olur. Fakat aslında kısas, katlin tamamen nefyi-dir. Halbuki Arapların sözünde durum böyle değildir.

20- Âyet, kısasın şumulüne girdiğinden, öldürme ve yaralamayı şiddetle engellemektedir. Hayat, aynı zamanda bazı azanın kısasına bağlıdır. Çünkü bir uzvun kesilmesi, hayatın normal seyrini azaltır, hatta insanın ölümüne sebeb olur. Arapların sözünde bu incelik yoktur. Âyetin *****lâfzıyla başlamasında, ö-zellikle Mü’minlerin korunduğuna işaret eden bir letafet mevcuttur. Âyette ifade edilen hayattan murat, sadece Müslümanlann hayatıdır. Çünkü kendilerinin dı­şında kalan insanlar olmasına rağmen hitap, kendilerine tahsis edilmiştir.

Îcâz'ın Nevileri Hakkında Bazı Görüşler

4534

1- İbn-i Kudame, ismi işaretleri, bedi sanatı içinde mütalaa ederek bun­ları, az kelime ile çok mâna ifade eden lafızlar şeklinde tefsir eder. Bu tarif, îcâz-ı kısar'ın tarifinden başka bir şey değildir. Fakat İbn-i Ebî'l-İsba, bununla îcâz arasında fark olduğunu belirterek, îcâzın delaleti mutabakat, işaretin dela­leti ise, tazammun veya iltizam olduğunu söyler. Bundan anlaşılır ki, işaretten murat, Ellinci Bahiste izah edilen Mantuk başlığındaki bilgilerdir.

2- Kadı Ebû Bekr, «Îcâzu'l-Kur’ân» adlı eserinde, îcâz nevilerin­den birine tadmin adı verildiğini zikreder. Tadmin; isim zikredilmeksizin, bir ke­limede meydana gelen mânadır. İki kısma ayrılır. Birincisi, malum kelimesinde görüldüğü gibi, kelimenin yapısından anlaşılır. Çünkü her malum'un mutlaka bir alimi bulunur. İkincisi, Besmele'de oluduğu gibi, ibareden anlaşılır. Çünkü Bes­mele, tazim ve teberrük kasdiyle, her işe Allah'ın adı ile başlamayı öğreten bir ifadedir.

3- İbnu'l-Esir ve «Arusu'l-Efrah» müellifi Bahauddun Subki ile diğer Ulemaya göre hasr, gerek *****, gerek ***** veya benzeri edatlarla olsun, i'­cazı kasr'ın bir nevidir. Bu edatlarla yapılan cümle, iki cümlenin yerini tutmakta­dır. Aşağıdaki hususlar da aynen böyledir;

Atıf harfleri, amil'in yerini, aslında meful olan naibi fâil, fâilin yerini, zamir de, kısaltmak maksadiyle ismin yerini tutar. Muttasıl zamiri kullanma imkanı varken, munfasıl zamirin kullanılmaması da bu kabildendir.

*****Biliyorum ki sen ayaktasın, misalinde olduğu gibi, *****babı aynen böyledir. Bu misalde bir isim, hazif olmaksızın iki meful yerine geçmek­tedir.

Ferra'nın görüşüne göre, takdir yapılmayan tenazu konusu, ileride anlatı­lacağı üzere, kısaltmak gayesi ile, müteaddi fiilin lazım fiil gibi kullanılarak mef-ufün kaldırılması, Malın yirmi mi, yoksa otuz mudur?, sorusuna mahal bırak­mayan ***** istifham cümlesinde olduğu gibi, istifham ve şart edatları, ***** kelimesi gibi umum ifade eden kelimeler, müfredin tekrarını gerektirmeyen, kı-. saltma gayesi ile yerine bir harf getirilen tesniye ye cemi isimler, bu kabilden­dir. Bedi sanatının nevilerinden olduğu söylenebilecek diğer neviler de bu kabildendir. Bu, fevatihi's-Suver'de olduğu gibi, bir kelimenin birkaç mânaya gelmesiyle tevil imkanı bulunan kelimelerde görülür. Yukarıdan beri verilen bil­giler, İbn-i Ebî'l-lsba'dan alınmıştır.

2) Îcâz-ı Hazf

4543 Îcâz nevilerinden ikincisi olan îcâz'ı hazf'in zikre değer bazı faydaları vardır. Bunlar:

a- Mânası açıkça bilindiğinden, abes şeylere mahal bırakmamak veya sözü kısaltmaktır.

b- Mahzuf kelimeyi zikretmeğe zaman kalmadığına, zikredildiği takdirde, mühim olanın yapılmayacağına tenbihtir. Bu aynen, tahzir ve igradaki faydaya benzer. Her ikisi, *****«..Allah'ın devesine ve onun su içme hakkına dokunmayın.» (Şems, 13.) âyetinde mevcuttur. Âyetteki ***** ifadesi, ***** fii­linin takdiriyle tahzir, ***** terkibi de *****fiilinin takdiriyle igradır.

c- Haziften dolayı müphemlik görüldüğünden, tazim ve tefhim ifade eder.

«Minhacu'l-Bulega» adlı eserinde Hazim şöyle der: Hazif an­cak, mahzufu gösteren kuvvetli bir delil bulunduğunda veya sayımı, uzun ve sı­kıcı olan bazı şeyler sayılmak istendiğinde yapılırsa, yerinde olur. Bu gaye ile hazif yapılır, mevcut karine ile iktifa edilir. Karineye dayanarak terkedilen şey­lerin düşünülmesi, insana bırakılır. Bu maksatladır ki, hayret ve korku veren hususlar insanı tesir altında bulundurur.

Cennet ehlinin durumuna işaret eden *****«..oraya varıp da kapıları açıldığında..» (Zümer, 73.) âyeti buna misaldir. Âyette cevap mahzuftur. Çünkü cennet ehli, karşılaştığı bolca nimetleri sayamamış, bunları vasfetmekten aciz kalmışlardır. Bu durumda cennet nimetlerinin takdiri kendile­rine bırakılmış, buna rağmen herbirine erişememişlerdir. *****«..Bir görsen ateşin başında duruşlarını..» (Enam, 27.) âyeti de bu kabilden­dir. Âyette takdir edilen cevap, ifadeye sığmayacak şekilde feci bir durumla karşılaşırsın, şeklindedir.

4548

d- Nida harfinin hazfinde olduğu gibi, konuşmada sık sık tekrarından do­layı yapılan tahfiftir. ***** «Yûsuf, vazgeç..» (Yûsuf, 29.) âyeti buna mi­saldir. *****deki nun ile, cemi salimdeki nun'un hazfi, bu kabildendir. Bir kıraata göre ***** (Hac, 35.) âyetindeki nun'un hazfi, *****«Yürüyüp gitmeye yüz tutan geceye..» (Fecr, 4.) âyetindeki ya'nın hazfi, aynen böyledir. Bu âyet hakkında Sedusi, Ahfeş'e sorduğu soruya şu cevabı almıştır: Araplar-da âdet olduğu üzere mânasında değişiklik yapmak istedikleri kelimenin harfle­rini azaltırlar. Gece, bizatihi yürümez; fakat geceleyin yürünülür. Bu yüzden, fi­ildeki ya harfi hazfedilmiştir. Nitekim *****«Annen de fahişe değildi..» (Meryem, 28.) âyeti de böyledir. Âyetteki *****kelimesi, aslında ***** şeklindedir. Taşkınlıkta bulunan, gerçek fâil olmadığından, bu kelimenin son harfi hazfedil­miştir.

e- Hazfedilen kelime ile, ancak Allah kastedilmektedir. *****«..gizliyi ve açığı bilendir..» (Enam, 73.) ve *****«Her dilediğini mutlaka yapandır.» (Burûc, 16.) âyetleri buna misaldir.

f- Zikredilsin veya edilmesin, herhâl ü kârda hazfedilen kelimenin, bili­nen bir kelime olmasıdır. Zemahşerî bunun açıkça ifade edilen kelimeden daha iyi anlaşılan karinenin bir nevi olduğunu söyler. Hamza'nın kıraatına göre: *****«..adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz ..»(Nisâ, 1.) â-yeti buna misaldir. Bu âyette, harfi cerrin tekrarı gerekirken, şöhretinden do­layı zikredilmemiş, şöhret zikrin yerine geçmiştir.

g- Saygıdan dolayı, hazfedileni korumaktır. *****«Firavn dedi ki: Âlemlerin Rabbi de kim oluyor?» (Şuarâ, 23-24.) â-yetleri buna misaldir. Bu âyetlerde mübteda, Rab kelimesinden önce hazfedil-miştir. Bunlar; *****şeklindeki haziflerdir.

Musa (aleyhisselâm), Firavn'ın davranışını, Allah hakkında soru sorma cüretini ya­dırgadığından, tazim ve tefhim ifadesi olarak, Allah kelimesini gizlemiştir. «Aru-su'l-Efrah» adlı eserde; *****«Rabbim, bana kendini göster, Sana bakayım..» (Araf, 143.) âyeti, buna misal getirilmiştir. Âyetteki *****kelimesi, ***** mânasındadır.

h- Hakaret mânası taşıması için, dile getirmekten sakınılmasıdır. *****«sağırdırlar, dilsizdirler...» (Bakara, 18.) âyeti buna misaldir. Âyette mahzuf o-lan ***** zamiri ile *****kelimesidir.

ı- Umum mâna kastedilmesidir. *****«Yalnız Senden yardım di­leriz.» (Fatiha, 4.) âyeti buna misaldir. Yani; ibadette ve yaşayışımız­da, demektir. *****«Allah esenlik evine çağırır..» (Yûnus, 25.) âyetindeki mahzuf, *****herkesi, terkibidir.

k- Fâsılaya riayetten dolayı hazfedilmesidir. *****«Rabbin seni

bırakmadı.....»(Duha, 3.) âyeti buna misaldir. Mahzuf olan zamir ***** dır.

l- Dilemek mânasındaki ***** fiilinde olduğu gibi, müphem bir kelimeden sonra, beyan kastedilmesidir. *****«Allah dileseydi hepinizi doğru yola getirirdi.» (Nahl, 9.) âyeti buna misaldir. Yani; hidayetinizi dileseydi, size hi­dayet, verirdi, demektir. Zira; eğer dileseydi sözünü işiten, Allah'ın ne dilediği­ni bilemediğinden, haklarında Allah'ın dileyeceği şeyi merak ederler. Âyetteki şartın cevabı zikredilince, Allah'ın dilemesi ortaya çıkar. Bu durum, ekseriyetle şart edatından sonra görülür. Çünkü meşietin mefulu, cevabında mezkurdur.

m- Dilemek kelimesi, şart edatı olmadan, istidlal yoluyla cevabsız da gelebilir. *****«Onun ilminden, ancak kendisinin dile­diği kadarından başka bir şey kavrayamazlar..» (Bakara, 255.) âyeti buna misaldir. Beyan uleması, meşiet ve irade kelimelerinin mefulu, ancak garip ve­ya büyüklük ifade ettiğinde zikredileceğini beyan ederler. *****«Aranızdan doğru hareket etmek isteyenler için..» (Tekvir, 28.) ve *****«Eğer bir eğlence edinmek isteseydik..» (Enbiya, 17.) âyetleri buna misaldir. Diğer fiiller dışında, meşiet fiilindeki mefulün mecburen veya ço­ğu kez hazfedilmesi, meşiet'in varlığı istenenin varlığını gerekli kılmasından-dır. Cevabın mazmunu gerektiren meşiet ancak, meşiet fiilinin cevabı olmakla mümkündür. Bu yüzden meşiete benzeyen irade fiilinin mefulu de mecburen hazfedilerek, şöyle demişlerdir: ***** edatından sonra meşiet fiilinin mefulu hazfe-dildiğinde bu meful, şartın cevabında mutlaka zikredilir. Bahauddin b. Subki «A-rusu'l-Efrah» adlı eserinde buna şu âyeti misal getirir: *****«Rabbimiz dileseydi melekler indirirdi.»(Fussilet, 14.) âyetindeki meşi-et fiilinin mahzuf mefulü, ***** peygamberleri göndermeyi, terkibidir. Buna göre âyetin mânası: Eğer Rabbimiz elçiler göndermeyi dileseydi, melaikeyi gönderirdi, şeklinde olur. Zaten âyetin mânası da bunu gerektirmektedir.

4557 Şeyh Abdulkahir, hazfin faydaları arasında şunu da zikreder; hazfi ge­rekli olan hallerde bir ismin hazfedilmesi, zikredilmesinden daha güzeldir.

İbn-i Cinni, böyle bir hazfe, Arap dilinin kuvveti adını vermiştir. Zira hazif, dile kuvvet kazandırır.

3) İhtisar Gayesiyle Mefulün Hazfi

4558 İbn-i Hişam eserinde; nahiv ulemasınca âdet olduğu üzere, mefulün ihti­sar ve iktisaren hazfini kabul ederek, ihtisarın bir delille, iktisarın da delilsiz hazfedildiğini söyler. Buna; *****(Tûr, 19.) âyetini delil gösterir. Âyetin mânası; her iki fiili yerine getiriniz, şeklindedir. Beyan ulemasının dediği gibi, bu konudaki hakikat şudur:

Hazfin gayesi:

Bazen, bir işi yapanla yaptıranı tayin et­meksizin, sadece o işin vukuunu bildirmektedir. Bu durumda fiilin masdarı, u-mumi mâna ifade eden bir fiile isnad edilir. *****Yangın çıktı, veya yağma edildi, cümlesi buna misaldir.

Bazan da fiilin sadece fâil tarafından işlendiğini bildirmeğe bağlıdır. Bu durumda meful zikredilmediği gibi, varlığı da aranmaz. Fâilin işlediği fiille iktifa edilir. Şayet hazfedilen mefulu var kabul edilecek olunursa buna mahzuf meful denmez. Bu durumda fiil, hazif maksadıyla meful almayan fiil kabul edilmiş olur. Şu âyetler buna misaldir. ***** «Benim Rabbim Odur ki öldürür, diriltir..» (Bakara, 258.), *****«..Bilenlerle bilme­yenler bir olur mu?..» (Zümer, 9.), *****«..yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz..» (Araf, 31.), *****«Nereye baksan, bir ni­met ve büyük bir mülk görürsün!» (İnsan, 20.) Âyetlerin sırası ile mânası; öl­düren ve dirilten Rabbimdir!, ilim sahipleriyle ilimden nasibi olmayanlar eşit ola­bilir mi?, yiyiniz, içiniz, ancak israfı terkediniz, nereye baksan!..

*****«Medyen suyuna varınca..» (Kasas, 23.) âyeti buna mi­saldir. Musa (aleyhisselâm) hayvanlarını sularken, kavminin erkekleri arasına girmek istemeyen iki kıza acıdığından, yardıma koşmuştur. Yoksa onların, erkekler de-velerini sularken koyunlarını sulamaları mümkün olmadığından değildir. Âyetteki ***** den murad, sulamaktır, sulananlar değildir. Bunu iyice kavrayamayanlar, âyetin mânasına develerini sularlar, koyunlarını tutarlar, koyunlannı sulamı-yoruz, gibi takdirler yaparlar.

Hazfin gayesi bazan da, fiili fâiline isnad etmek, mefulüne bağlamaktır. Bu yüzden her ikisi de zikredilir. *****«..faiz yemeyin..»(Âl-i İmrân, 130.), ***** «..Zinaya yaklaşmayın..»(İsrâ, 32.) âyetleri buna misaldir. Buna, mahzufu zikredilmeyen hazif nevi de denilir.

Bazan da lâfzın hazfi gerekir. Bu durumda takdirin bulunması kesinlik kazanır. *****«..Allah bunu Peygamber mi göndermiş?..»(Fur-kan, 41.), *****«..gerçi Allah hepsine de güzellik vaadetmiştir.» (Nisâ, 95.) âyetleri buna misaldir. Bazan da hazif olup olmadığı şüphe edilir. *****«De ki: 'İster Allah diye çağırın, ister Rahmân diye, ça­ğırın..»(İsrâ, 110.) âyetindeki durum böyledir. Âyetteki ***** fiilinin mânası ***** şeklinde düşünülürse, hazif yoktur. ***** şeklinde düşünülürse, hazif mevcuttur.

4) Hazfin Şartları

4562 Hazfin şartlan sekizdir:

a- Mahzufu gösteren bir delil bulunduğunda yapılan haziftir. Bu da *****«..selam dediler..»(Hûd, 69.) âyetinde olduğu gibi, ya sözün gelişinden anlaşılır, bu durumda âyetin mânası ***** şeklinde olur; ya da kavl kelime­sinin delaletiyle anlaşılır. *****«Sakınan kimsele­re: 'Rabbiniz ne indirdi' denince, 'iyilik' derler..»(Nahl, 30.), *****«'Selam' dedi, 'siz tanınmamış bir topluluksunuz..»(Zâriyat, 25.) âyetleri bu­na misaldir. Son âyetin mânası, *****şeklindedir.

Bir sözün aklen doğruluğu ancak mahzufun takdiriyle mümkün olduğun­dan, bu takdir aklîdir.

Bazan mahzuf kelime, akli delille değil, başka bir delilden istifade edile­rek tayin edilir. ***** «Size leş...haram edildi..»(Mâide, 3.) âyetinde­ki durum böyledir. Akıl, ölü etinin haram olmadığını kabul eder. Bir şeyin haram olması, her ölüyle ilgili değildir. Haram ve helal, işlenen fiillere bağlıdır. Bu du-rumda bir şeyin hazfedildiği aklen anlaşılır. Hangi ölü etinin yeneceğini tayin, şeri delille bilinir. Bu delil, Resûlüllah'ın şu hadisidir: *****Leşi yemek haramdır. Akıl burada neyin helal, neyin haram olduğunu idrak edemez. «Tel-his» adlı eserin müellifi, bu hususun akılla bilindiğini kabul eder. Sekkaki de bu kaidenin Mutezile'ye ait olduğunu düşünmeksizin, «Telhis» müellifine ta­bi olur.

Mahzuf kelimeyi, bazan akıl tayin eder; *****«Rabbinin emri geldiği zaman..»(Fecr, 22.) âyetinde durum böyledir. Âyette Allah'ın gelişi değil, azap emrinin gelişi anlaşılır. Çünkü akıl gelme işini, mahlûkatın bir vasfı olarak bildi­ğinden, Allah'ın gelişini, mümkün bir iş gibi kabul edemez. Bu bakımdan gelen, Allah'ın kendisi değil, emridir.

*****«..akitleri yerine getirin..»(Mâide, 1.), *****«Anlaşma yaptığınız zaman Allah'ın ahdini yerine getirin..»(Nahl. 91.) âyet-leri de buna misaldir. Mânası; verilen söz gereği, Allah'ın ahdi gereği, demektir. Zira verilen söz ve ahid, insanın yerine getirdiği veya bozduğu, iki kelimedir. Vefa ile adem-i vefa, bu iki kelimede tasavvur edilmez. Vefa ile adem-i vefa, ancak bunların gereği ve kendileriyle ilgili olan hükümlerle gerçekleşir.

Mahzuf kelimenin tayini bazan, örf ve âdetle bilinir; *****«..işte siz beni bunun için kınamıştınız.»(Yûsuf, 32.) âyetinde durum böyledir. Akıl, âyette bir hazif olduğunu kabul eder. Çünkü Yûsuf (aleyhisselâm), kınama fiiline he­def değildir. Âyetin, *****«Sevda onun bağrını yakmış..»(Yûsuf, 30.) âyetine dayanarak *****Siz beni onun sevgisinden ötürü kınamıştınız, şeklinde takdir edilmesi mümkündür. *****«uşağından murat al­mak istemiş.»(Yûsuf, 30.) âyetine dayanarak kadın, Yûsuf (aleyhisselâm)ın sevgisi ile dolup taşmıştır. Âdet olduğu üzere, gerçek budur. Aşırı sevgiden dolayı, kimse kınanmaz. Çünkü sevgi, engellenmesi mümkün olmayan bir duygudur.

Hazfın bazan, mahzuf kelimenin bir başka yerde açıkça zikredilmesi ile tayin edilir. Böyle bir tayin şekli, hazfin şartlarından en kuvvetlisidir. *****«Onlar Allah'ın gelmesini mi bekliyorlar?»(Bakara, 210.) âyeti buna misaldir.***** «Yoksa Rabbinin azap emrinin gelmesini?..» (Nahl, 33.) âyetinin delaletiyle mânası, bizatihi Allah'ın değil, emrinin geldiği şeklindedir. *****«ve genişliği göklerle yer arası kadar olan cennete..»(Âl-i İmrân, 133.) âyeti, Hadid süresindeki 21. âyetinin delaletiyle *****«..genişliği gökle yerin genişliği gibi olup..» mânasındadır. *****«Allah tarafından bir elçidir.»(Beyyine, 2.) âyeti *****«Allah tarafından kendilerine bir elçi gelince..»(Bakara 101.) âyetinin delaletiyle *****Allah tarafından, mânasındadır.

Hazfedilen kelimenin aslına delalet eden şartlardan biri, hazif yapılmadan önce, kelimenin cümledeki zâhiri mânasına, akli delil mâni olmaksızın âdete da­yanmasıdır. *****«..eğer savaş...bilseydik, sizinle gelirdik..» (Âl-i İmrân, 167.)âyetinde bu durum görülmektedir. Âyette hazfedilen kelime, savaş yeri mânasında olan mekan kelimesidir. Bundan da, savaşa elverişli mekan kastedilmektedir. Âyetin bu şekilde tefsir edilmesi, münafıkların savaşı herkes-den iyi bilmelerindendir. Aksi takdirde, savaşmayı bilmiyoruz, demeleri kendileri için bir utanç vesilesi olurdu. Fakat örf ve. âdet, savaşın hakikatini bilseydik şeklindeki sözlerine meydan bırakmazdı. Bu yüzden Mücahid, âyete ***** takdirinde bulunmuştur. Mücahid'in böyle bir takdirde bulunması, münafıkların Medine'den çıkmak istemediklerini Resûlüllah'a bildirmelerine işarettir.

Diğer bir şartı da, bir işe başlamayı ifade etmesidir. Besmele, buna mi­saldir. Yapılacak takdir, Besmele ile başlanacak işe göre yapılır. Başlanacak iş şayet Kur’ân kıraati ise *****yemeğe başlama arzusu ise ***** fiileri takdir edilir. Beyan ulemasının ittifak ettikleri görüş budur. Nahiv uleması bu görüşe katıl­mamışlardır. Beyan ulemasının görüşünü, *****«Haydi (geminin) içine binin, dedi. Onun akıp gitmesi de, durması da Alla­h'ın adıyladır..»(Hûd, 41.) âyeti ile *****Rabbim, Senin adınla yatıyorum, hadisi doğrulamaktadır.

Diğer bir şartı da nahiv kaideleridir. *****(Kıyame, 1.) âyetinin takdiri ***** şeklindedir. Çünkü şimdiki zamanı bildiren fiille yemin edilmez. *****(Yûsuf, 85.) âyetinin takdiri ise ***** şeklindedir. Eğer fiilin cevabı müsbet ol­saydı ***** «Vallahi tuzak kuracağım putlarınıza..» (Enbiya, 57.) âyetinde olduğu gibi, fiile lam ve nun harfleri dahil olurdu. Eğer mânada ittifak mevcut değilse, nahiv kaidesine göre bir takdir gerekir, ***** Allah'tan baş­ka (gerçek) ilâh yoktur, cümlesinde haber, mahzuftur. Bu da, mevcudun keli­mesidir. Fahruddin Razi bu görüşü reddederek şöyle der: Bu sözde, takdire ih­tiyaç yoktur. Nahiv ulemasının böyle bir takdirde bulunması yanlıştır. Çünkü, mutlak olarak hakikatin nefyi, mukayyed nefyinden daha umumidir. Uluhiyet, mutlak olarak bir başkasından nefyedildiği zaman, mukayyed olarak mâhiyetin selbini gösterir. Hususi bir kayıdla mukayyed olan nefyedildiği zaman, başka bir kayıtla nefyi gerekmez. Nahiv ulemasının mevcud'un şeklindeki takdiri, Al­lah'tan başka her ilâh'ın kesinlikle nefyini gerektirir. Halbuki, yok olan bir şey hakkında söz söylenmez. Hakikatta yokluk, mukayyed olarak değil, mutlak su­rette nefyedilir. Zâhiri veya takdiri haberi bulunmayan mübteda düşünülemeye­ceğinden, mutlaka bir haber takdiri gerekir. Mâna anlaşılsa bile, nahiv uleması nahvin hakkını vermek için takdirde bulunur.

İbn-i Hişam şöyle der: Mahzuf olan ibare, tam cümle veya cümleyi ta­mamlayan unsurlardan biri olduğu veya cümleye bağlı bir mâna ifade ettiği za­man, delilin şart koşulması gerekir. *****«Vallahi, Yûsufu anıp durman..» (Yûsuf, 85.) âyeti bunun misalidir. Bunlar dışında olanların hazfi için delil aranmaz. Bilakis, mânevi kaidelere zarar vermemesi istenir. İbn-i Hişam, lafzi delilin, mahzufa aynen uyması şartını ileri sürer. Ferra'nın *****«İnsan, bizim kendisinin kemiklerini bir ara­ya toplayamayacağımızı mı sanıyor? Evet, toplarız, onun parmak uçlarını bile..» (Kıyame, 3-4) âyetlerinde ***** Hayır, o bizim gücümüzün yetece­ğini sanıyor, şeklindeki takdirini reddeder. Çünkü âyetteki ***** fiili zan, takdir edilen ibarede ise ilim mânasındadır. Tekrar dirilme konusundaki tereddüd kü­fürdür. İnsan böyle bir tereddüdle emredilmemiştir. İbn-i Hişam bu konuda Si-beveyh'in şu sözünü tercih eder: Âyetteki *****kelimesi, hal makamındadır. Mânası; kemikleri mutlak olarak toplamaya kadiriz, şeklindedir. Çünkü bir a-rada toplama işi, bunun böyle olacağını sanmaya nazaran, akla daha yakındır. Âyetteki ***** harfi, menfi cümlenin cevabında geldiğinden, âyetin cevabına ***** fiili takdir edilmiştir.

b- Hazfin şartlarından ikincisi, hazfedilen kelimenin, cümlenin bir cüzü olmamasıdır. Bundan dolayı fâil, naibi fâil, kâne ve benzerlerinin ismi hazfedile-mez. İbn-i Hişam *****«..Allah'ın âyetlerini yalanlayan­ların durumu ne kötüdür!..» (Cuma, 5.) âyetinde İbn-i Atıyye'nin *****Kavmin örneği, ne kötü örnektir, şeklindeki takdirini ele alarak şöyle der: İbn-i Atıyye bununla irabi tefsiri kastetmişse fâil, mahzuf olan ***** kelime­sidir. Bu ise merduddur. Şayet mâna tefsiri kastetmişse ***** fiilindeki ***** ke­limesine ait olan zamir, müstetir sayılır. O zaman, bu takdir doğru olur.

c- Hazfin şartlarından üçüncüsü, mahzufun tekid edilmemesidir. Hazif aslında, tekide ters düşer. Çünkü hazif, cümlede ihtisar gayesiyle yapılır. Tekid ise, cümleyi uzatır. Bu yüzden el-Farisi ***** «..bunlar iki büyücü..» (Tâhâ, 63.) âyetinde Zeccâc'ın *****Bu ikisi, sihirbazdan başka bir şey değildir, şeklindeki takdirini reddederek şöyle der: Lam harfi ile hazif ve tekid, birbirine zıd şeylerdir. Fakat, delile dayalı hazif ve bunun tekidi mese­lesinde bir tezat yoktur. Çünkü delile dayalı olan mahzuf, zâhir kelime gibidir.

d- Dördüncü şart, mahzuf kelimenin ifadeyi kısaltmamasıdır. Bu bakım­dan isim fiil, fiilin ihtisarı olduğundan hazfedilemez.

e- Beşinci şart, mahzuf kelimenin, zayıf bir amil olmamasıdır. Harfi cer ile fiili nasb ve cezmeden edatlar hazfedilemez. Bunlar ancak, hazfedildiğini gösteren kuvvetli delil bulunduğunda veya çokça kullanıldığı yerlerde hazfedilir.

f- Altıncı şart, mahzuf kelimenin bir başka kelime yerine kullanılmaması­dır. Bu konuda İbn-i Mâlik şöyle demiştir: Araplar, nida harfini ***** fiilinden ivaz olarak kabul etmezler, çünkü nida harfinin hazfine cevaz verirler. Bu sebeble-dir ki, ***** ve ***** masdarlarından ***** lar hazfedilmez çünkü bu ***** lar kelimenin aslında mevcut *****harflerinin yerine gelmiştir, bu sebeble de hazfedilemezler. Ancak ***** «..namaz kılmayı..» (Enbiya, 73.) âyeti bununla kıyaslanamaz. ***** fiilinin haberi de hazfedilemez. Çünkü haber, fiilin masdarı yerine geçmiştir,

g- Yedinci şart, hazfedilen kelimenin, kuvvetli bir amilin mevcudiyetine meydan vermemelidir. Bu yüzden *****«Allah hepsine de güzel sonucu vaadetmiştir..» (Hadid, 10.) âyetindeki kırâat, bununla kıyas edilme­melidir.

5) Hazifle İlgili Diğer Hususlar

4580 Ahfeş, mümkün olduğu takdirde, hazifte tedricilik olduğunu dikkate ala­rak *****«ve öyle bir günden korkun ki hiç kimse kimsenin yerine bir şey ödeyemez..» (Bakara. 48.) âyetinde şöyle demiştir; ***** nin aslı, *****dir. Önce harfi cerrin hazfiyle fiil *****olmuş, za­mir de hazfedilince ***** şekline girmiştir. Böyle bir kaide, nahiv ilminin latif bir yönüdür. Sibeveyh'e göre, her iki hazif aynı anda yapılmıştır. İbn-i Cinni, Ahfeş-in görüşünü makbul sayarak, aynı anda iki harfin hazfi yerine, ayrı haziflerin uygunluğunu kabul etmiştir.

4581 Hazifde asıl olan, kelimenin cümle içindeki yerinde takdir edilmesidir. Hem hazif yapılıp, hem de hazfedilen kelimenin cümledeki yeri dışında bir yer­de takdir edilmesi, aslına muhalif olmamasıdır. Bu yüzden *****Sadece Zeyd'i gördüm, cümlesinde olduğu gibi, tekaddüm eden müfesser bir kelime takdir edilir. Beyan uleması, ihtisas ifade etmesi için, müfesser kelimenin mu­ahhar olarak takdirine cevaz vermişlerdir. Nahiv uleması da, aynı görüştedir. Bu durum ancak *****«Semud (kavmine) gelince, onlara yol gös­terdik.» (Fussilet, 17.) âyetinde olduğu gibi, müfesser kelimenin öne geçmesi­ne engel olduğunda mümkün olur. Âyetteki bu engel, ***** dan sonra fiilin gelme-yişidir.

Asla muhalefeti azaltmak için, mümkün mertebe az sayıda hazif yapılma­sı gerekir. Bu esasa göre ***** «..henüz âdet görmeyenler de böy­ledir..» (Talak, 4.) âyetinde el-Farisi'nin *****Bekleme süresi üç ay­dır, şeklindeki takdiri zayıf kabul edilmiştir. Buna *****kelimesinin takdir edil­mesi daha uygundur. Şeyh İzzeddin şöyle demiştir: Hazfedilen kelimeler, gaye­ye en uygun ve en fasih kelimelerle takdir edilmelidir. Esasen Araplar konuş­tukları dilde, nasıl en uygun ve en güzel kelimeleri seçerek telaffuz etmişlerse, takdirde kullandıkları kelimeleri de aynı nitelikte seçerek takdir etmişlerdir. *****«Allah Kabeyi insanlar için kıyam yeri yaptı..» (Mâ-ide, 97.) âyetinde Ebû Ali el-Farisi; ***** Allah Kabe'yi mevki yap­tı, takdirinde bulunurken, başkaları ***** hürmet yeri takdirinde bulun­muşlardır. İkinci takdir, âyetin mânasına daha uygundur. Çünkü bu kelimenin takdiri, âyetteki ***** ve *****kelimelerine fesahat bakımından daha uygundur. Âyete ***** kelimesinin takdiri ise, fesahattan uzaktır. İzzeddin b. Abdisselam; mahzuf kelimenin tadirinde güzel ile, en güzeli seçme konusun­da tereddüd edildiğinde, en güzelin seçilmesi gerektiğini söyler. Çünkü Cenabı Hak Kur’ân'ı en güzel söz ifadesiyle vasıflandırmıştır. Kur’ân'ın telaffuz edilen kelimeleri nasıl en güzeli ise, mahzufunun da en güzel olması gerekir. Aynı şe­kilde, mücmel ile mübeyyen arasında tereddüd edildiğinde, mübeyyenin takdir edilmesi daha uygundur. *****«Davud ve Süleyman'a da (lütfettik). Hani onlar bir ekin hakkında hükmediyorlardı..» (Enbiya, 78.) âyetinde *****veya ***** şeklinde iki türlü takdir yapıla­bilir. İkinci takdir mübeyyen olduğundan, birinciye nazaran daha uygundur.

Bir cümlede fiil mahzuf, fâil baki veya mübteda mahzuf haberi baki ise, bu durumda ikinci şık tercih edilir. Çünkü mübteda, haberin aynıdır. Mahzuf ke­lime de, sabit kalan kelimenin aynıdır. Bu şekilde yapılan hazif, hazfedilmemiş gibidir. Fiilin durumu, mübtedaya göre farklıdır. Bu yüzden fâilin aynı sayılamaz. Ancak fiil hazfedildiği yerde veya benzeri başka bir yerde, ayrı bir rivâyet ken­disini kuvvetlendiriyorsa, fiil hazfedilebilir. Birinci şıkka misal, ba harfinin fethi i-le okunan kıraata göre *****«O evlerde O'nu tesbih ederler..» (Nûr, 36.) he harfinin fethi ile okunan kıraata göre de *****«..sa­na da, senden öncekilere de şöylece vahyolunur..» (Şûra, 3.) âyetleridir. Bi­rinci âyetteki takdir ***** ikinci âyette ise ***** şeklindedir. Bu iki â-yetteki fiilleri meçhul okuyan kıraata göre, takdir edilen isimler, fâil durumunda olduğundan, haberi mahzuf birer mübteda olarak takdir edilemez. İkinci şıkka misal, *****«Onlara: 'Kendilerini kimin yarattığını?' sor­san, 'Allahtır' derler, (Zuhruf, 87.) cümlesinde ***** takdiri, *****takdirin­den daha uygundur.

Bir kelimede mahzuf, birinci veya ikinci harfler arasında olursa, ikincinin tercihi daha uygun olur. Bu yüzden ***** «..benimle tartışıyor musunuz?.» (Enam, 80.) âyetinde mahzuf, nunu vikayedir, merfu alâmeti olan nun değildir. *****«..alev saçan bir ateşe..» (Leyl, 14.) âyetinde mahzuf olan müzariat ta'sı değil, bu harften sonraki ta'dır. ***** «..Allah ve Resûlünü hoşnut etmeleri daha uygundu..» (Tevbe, 62.) âyetinde mahzuf, birinci haber değil, ikinci haberdir. *****«..Hac bilinen aylardadır..» (Bakara, 197.) âyetindeki mahzuf, birinci kelimeye değil, ikinciye muzaf olandır. Yani; *****değil, ***** şeklindekidir. Bazen mahzufun, birinci kelimenin haberi şeklinde gelmesi gerekir. *****kelimesini merfu okuyan kıraata göre *****«Allah ve melekleri Peygambere salat etmektedirler..» (Ahzab, 56.) âyeti buna misaldir. Bu âyette haber, cemi sigası ile geldiğinden, melaike, kelimesine tahsis edilmiştir. Bazan da mahzufun, ikinci kelimenin ha­beri şeklinde gelmesi vaciptir. *****«Allah ve Resûlü müşriklerden uzaktır..» (Tevbe, 3.) âyeti buna misaldir. Bu âyette haber, ikinci kelimeye tekaddüm ettiğinden, ikinci kelimenin haberi de aynen, birincisindeki gibi olur. Yani ***** demektir.

6) Hazfin Nevileri

4486 Hazfin bazı nevileri vardır:

a- Hazfu'l-iktita' adı verilen haziftir, kelimenin bazı harflerini hazfetmekle yapılır. İbnu'l-Esir, Kur’ân'da bu nevi hazfin bulunduğunu kabul etmez. Bazı ulema, hurûfu mukattaayı buna misal kabul ettiğinden, İbnu'l-Esir'in bu görüşünü, hurûfu mukattaa'dan her harfin, Kur’ân'ın isimlerinden biri olduğu görüşüne da­yandığından, reddedilmiştir. Bazı ulema*****«..başınızı meshedin.» (Mâide, 6.) âyetinde ba harfinin *****kelimesinin ilk harfi olduğunu, diğer iki harfin hazfedildiğini iddia etmişlerdir. Bir kısım ulema da *****«Ey Mâlik, diye seslendiler..» (Zuhruf, 77.) âyetini ***** şeklinde okumuşlar, bunu i-şiten bir kısım selef, terhim yapmak cehennem ehline ne sağlayacak, demiştir. Buna Bazıları şöyle cevap vermişlerdir; cehennem ehli mecalsizlikten dolayı kelimeyi tamamlayamamışladır.

***** kelimesindeki hemzenin hazfi, bu neve dahil olan haziftir; *****«Fakat O Allah benim Rabbim'dir..» (Kehf, 38.) âyeti buna misaldir. Âyetteki ***** kelimesinin aslı, ***** dir. ***** nin hemzesi, tahfif için hazfedilmiş, nun nun'a idgam edilmiştir. Bazı kıraatlara, şu âyetler misal teşkil ederler.

***** «..yer üzerine düşmesin diye göğü tutuyor..» (Hac, 65.), *****«..sana indirilene..» (Bakara, 4.), ***** «Kim he­men iki gün içinde dönerse ona günah yoktur..» (Bakara, 203.), ***** «O (cehennem) büyük (belalar)dan biridir.» (Müddessir, 35.) âyet.

b- Hazfu'l-İktifa adı verilen haziftir. Bu nevi hazif, cümlenin mânasına gö­re aralarında telazüm ve irtibat bulunan iki kelimenin beraberce zikri gerekir­ken, bir nükteden dolayı, birinin zikriyle yetinilmesidir. Mahzuf kelime çoğunluk­la, atıfla irtibat kurularak tahsis edilir. *****«..sıcaktan sizi koruya­cak elbiseler..» (Nahl, 81.) âyeti buna misaldir. Mahzuf olan ***** kelimesidir. Âyette *****kelimesi zikredilmiştir. Çünkü hitab, ülkeleri sıcak olan Araplaradır. Onlara göre sıcaktan korunmak, soğuktan korunmaktan daha önemlidir. Bir kavle göre şöyle denilmiştir: Soğuktan korunmak *****«..yün, tüy ve kıllarından bir süre kullanacağınız giyimlikler..» (Nahl, 80.), *****«..sığınacağınız barınaklar varetmiş..» (Nahl, 81.),***** «Hayvanları da yaratmıştır. Onlarda sizi ısıtacak bir çok fay­dalar vardır..» (Nahl, 5.) âyetlerinde önceden zikredilmiştir. Bu sebeple burada tekrar edilmemiştir.

*****«..iyilik Senin elindedir..» (Âl-i İmrân, 26.) âyeti de bu kabilden­dir. Burada mahzuf kelime, ***** kelimesidir. Hayır kelimesinin sarahaten zikredilmesi, kulların buna talep ve rağbette bulunmasındandır. Veya dünyada hay­rın daha çok bulunması veyahut şerrin Allah'a izafesi edebe mugayir olmasın­dandır. Nitekim Resûlüllah *****Ya Rabbi, şer Senden sadır olmaz, buyurmuşlardır.

***** «Gece ve gündüzde barınan herşey O'nundur..» (Enam, 13.) âyeti de bu neve bir misaldir. Âyette mahzuf olan, *****ibare-sidir. Canlı ve cansız varlıkların iki halinden en çoğu, sükûn hali olduğun­dan, âyette özellikle sükûn zikredilmiştir. Çünkü her hareket halinde olan, mutlaka sükûn bulur.

*****«Onlar ki gaybe inanırlar..» (Bakara, 3.) âyeti de bu neve bir misaldir. Âyette *****kelimesi mahzuftur. Çünkü bunların her ikisine îman, vaciptir. Âyette gaybın zikredilmesi, övgüye daha layık olduğundan, gaybe imanın, şuhudi imanı gerektirdiğindendir.

*****(Sâffât, 5.) âyetindeki mahzuf, *****kelimesidir. *****(Bakara, 2.) âyetindeki mahzuf kelime,***** kelimesidir. Bunu İbnu'l-Enbari söylemiştir. *****(Bakara, 185.) âyeti bunu teyid etmektedir.

*****«..çocuğu olmayan bir kimse ölürse..» (Nisâ, 176.) âyetindeki mahzuf, *****kelimesidir. Bunun delili, kız kardeşe, mirasın yarısı­nın vacib olmasıdır. Kız kardeşe düşen miras, babanın önceden vefat etmiş ol­masıdır. Aksi takdirde, kıza miras düşmezdi.

c- Hazfu'l-İhtibak adı verilen haziftir. Bu hazif, belâgat ilminin en latif ve en bedii bir nevidir. Belâgat uleması içinde, bu nevi hazfi bilen veya başkasına öğreten, yok denecek kadar azdır. Ahmed b. Yûsuf er-Ruayni el-Endelusi, «Şerhu'l-Bediiyye» adlı eserinde buna yer vermediğini, böyle bir ismi bile kullanmadan Hazfu'l-Makali diye bahsettiğini, Zerkeşî «el-Burhan»ında zikreder. Bu konuda ilk eseri yazan, zamanımız ulemasından Burhanuddin el-Bikai'dir. «Şerhu'l-Bediiyye» adlı eserinde Ruayni şöyle der: İhtibak, Bedi' ilminin çok önemli bir nevidir.

İhtibak, cümlenin ilk kısmından, benzeri diğer kısmında bulunan kelimeler ile, ikinci kısmında bulunandan, benzeri birinci kısmında bulunan kelimelerin hazfedilmesine denir. Bunun misali; *****«İnkar edenler (i çağıran)ın durumu tıpkı bağırıp çağırmadan başka birşey i-şitmeyene haykıranın durumu gibidir..» (Bakara, 171.) âyetidir. Bu âyette tak­dir; *****Kâfirleri hakka çağıran peygamberlerin durumu tıpkı hayvanlara seslenen kimsenin durumu gibidir. Burada mahzuf olan ***** kelimesine, ***** cümlesi, ***** ye de ***** cümlesi delalet etmektedir.

*****«Elini koynuna sok, kusursuz olarak bembeyaz çıksın.» (Neml, 12.) âyetinde takdir, ***** elini beyaz ol­mayarak sok, ile *****beyaz olarak çıkar, ifadeleridir. Âyetin birinci kısmından ***** ikinci kısmından ise *****kelimeleri hazfedilmiş-tir.

Zerkeşî, ihtibak'ı şöyle tarif eder: İhtibak, bir cümlede birbirine benzer iki ifadenin beraberce gelmesidir. Bu iki ifadeden biri, diğerinin delaletiyle hazfe­dilir. *****«Yoksa 'Kur’ân'ı uydurdu mu, diyorlar? De ki: 'Eğer O'nu uydurmuşsam, suçum banadır. A-ma ben sizin işlediğiniz suçlardan uzağım.'» (Hûd, 35.) âyetinde ihtibak'dan dolayı takdir; *****Eğer onu uydurmuşsam günahı bana ait, siz bundan sorumlu değilsiniz, si­zin vebaliniz de size, ben de sizin işlediklerinizden sorumlu değilim, şek­lindedir.

***** «..iki yüzlülere de dilerse azab etsin, yahut tevbelerini kabul buyursun..» (Ahzab, 24.) âyetindeki takdir; ********** O dilerse münafıklara tevbe nasib etmeyip, onlara azab eder, dilerse de onlara tevbe nasib edip aza-betmez, şeklindedir.

*****«..temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlenince de onlara Allah'ın emrettiği yerden varın..» (Ba­kara, 222.) âyetindeki takdir; ***** Hayızdan kesilip gusledinceye kadar, onlara yaklaşmayın. Hayızdan kesilip yıkandıklarında onlara varın, şeklindedir.

***** «..iyi işle kötü işi birbirine karıştırdılar..» (Tev­be, 102.) âyetindeki takdir; *****iyi işlerini kötü işlerine, kötü işlerini de iyi işlerine karıştırdılar, şeklindedir.

*****«Bir topluluk Allah yolunda çarpışıyordu. Öteki de inkârcı..» (Âl-i İmrân, 13.) âyetindeki takdir; *****Mü’min bir topluluk Allah yolunda çarpışır, Kâfir bir toplum ise Tagût'un yolunda çarpışır, şeklindedir.

Kirmânî «el-Garaib» adlı eserinde, birinci âyetin takdirini şöyle ya­par; *****Ya Muhammed! Kâfirler çobanın güt­tüğü davara benzer. Âyetin her iki kısmından, diğerine delalet eden kısım haz-fedilmiştir. Bunların Kur’ân'da benzerleri pek çoktur. Cümlenin en beliğ şekli, ihtibak bulunan cümledir.

İhtibak kelimesi, ***** kelimesinden türemiştir. Bu da; bir şeyi kuvvetlice sıkıp sağlamlaştırmak, elbiseyi en iyi şekilde dikmektir. Elbisenin en iyi şekilde dikilmesi, ipliği sıkıca çekip, herhangi bir iz bırakmadan sağlam bir hale getirmekle mümkündür.

İhtibak'ın ***** kelimesinden alınması, şöyle açıklanabilir: Cümledeki hazif yerleri, atılan dikişler arasındaki boşluğa benzetilmiştir. Cümleyi büyük bir ustalıkla kurmasını bilen kudretli kalem sahibi müellif, cümledeki her inceliği bil­diğinden, hazfedilen kelimelerin yerine, ifadeyi bozmadan, cümlenin güzelliği ve akıcılığını değiştirmeden, uygun kelimeler kullanır.

d- Hazfu’l-İhtizal adı verilen haziftir. Bu hazif, önceki hazif nevilerinden farklıdır, kendi arasında kısımlara ayrılır; bunlar: Bir ismin hazfi, fiilin hazfi, harfin hazfi veya birden fazla kelimenin hazfidir.

İsmin Hazfedildiği Yerler:

4604

1- Muzaf'ın hazfi; Kur’ân'da bunun misali cidden fazladır. Hatta İbn-i Cinni, bunun bin kadar âyette olduğunu söyler. Şeyh İzzeddin, «Kitabu'l-Mecâz» adlı eserinde, muzaf'ın hazfedildiği sûre ve âyetleri sırasına göre tertib etmiştir. Bazıları şunlardır: *****(Bakara, 197.) âyetinde hazfedilen muzaf*****veya ***** şeklindedir.

*****«..Asıl iyilik, Allah'a ve ahiret gününe îman..» (Bakara, 177.) âyetinde hazfedilen muzaf, ***** veya *****şeklindedir. *****«Size haram kılındı: Analarınız..» (Nisâ, 23.) âyetinde hazfedilen muzaf, ***** analarınızın nihakı, şeklindedir. *****«..sana hayatın da, ölümün de kat kat azabını tattırırdık..» (İsrâ, 75.) âyetin­deki hazfedilen muzaf, *****kat kat azabı, şeklindedir. ***** kölele­re, (Bakara, 177.) âyetindeki hazif ise, ***** köleleri hürriyete ka­vuşturma, şeklindedir.

3605

2- Muzafun İleyh'in hazfi; bu hazif, *****«Rabbim beni bağışla!..» (Araf, 151.) âyetinde oluduğu gibi, mütekellim «ya»sında, ***** «Bundan önce de, bundan sonra da iş tamamen Allah'a aittir.» (Rum, 4.)â-yetinde olduğu gibi, gaye bildiren yerlerde, çokça kullanılır. Son âyetteki mah-zuf cümle ***** Galibiyetten önce de, ondan sonra da, şeklinde­dir. Ayrıca; ***** kelimeleri de çokça kullanılır. *****«..onlara korku yoktur..» (Bakara, 38.) âyetinde ***** kelimesi, bir kıraata göre tenvinsiz zamme ile okunmuştur. Bu âyette mahzuf ibare ***** onlara her­hangi bir şeyin korkusu yok (onlar herhangi bir şeyden korkmazlar), şek­lindedir.

4608

3- Müptedanın hazfi; bu hazif, istifham'ın cevabında olur: *****«Onun ne olduğunu sen nereden bileceksin, (o) kızgın bir ateştir.» (Kâria, 10-11.) âyetleri buna misaldir. Âyetteki mahzuf müb­teda, ***** şeklindedir. Fa harfinin cevabından sonra da mübteda hazfedilir. *****«Kim iyi bir iş yaparsa faydası kendisinedir..» (Câsiye, 15.) âyeti buna misaldir. Âyetteki mahzuf müpteda *****onun yaptığı kendisi-nedir, şeklindedir. *****«..ve kim kötülük yaparsa zararı kendisine-dir..» (Câsiye, 15.) âyetindeki mahzuf müpteda da ***** yaptığı kötülük kendisine aittir, şeklindedir. Makûl-i kavl'den sonra da müpteda hazfedilir. *****«..(bu Kur’ân) öncekilerin masalları derler..»(Furkân, 5.), *****«..(Bu), karışık hayallerden ibarettir..» (Yûsuf, 44.) âyetleri bu­na misaldir.

4609

4- Haberi, mânaca sıfatı olan müptedanın hazfi; bu nevi hazfe misal: *****«Tevbe eden, ibadet eden..» (Tevbe, 112.) ve *****«sa­ğırdırlar, dilsizdirler, kördürler..» (Bakara, 18.) âyetleridir.

Bunların dışında da müpteda hazfedilir. Buna misal; ***** «İnkar edenlerin, öyle (bolluk içinde) şehirlerde dolaş­ması seni aldatmasın.» (Âl-i İmrân, 196.) ile ***** «..sanki sade­ce gündüzün bir saati gibi kalmış olurlar..» (Ahkâf, 35.) âyetlerinde mahzuf müpteda *****(Nur, 1.) ***** âyette ise ***** kelimesidir.

Merfu na't'ın haberi, hazfedilir; *****«..yemişi de süreklidir, göl­gesi de..» (Ra'd, 35.) âyeti buna misaldir. Hazfedilen haber, *****kelimesidir. Haber hazfedildiği gibi, müptedanın da hazfi yapılabilir.

*****«..güzelce sabretmektir..» (Yûsuf, 18.) âyetindeki takdir; ***** veya ***** yapacağım iş sabretmektir, şeklindedir; *****(Nisâ, 92.) âyetindeki takdir, ***** veya ***** şeklindedir.

4613

5- Mevsuf'un hazfi; buna misal: *****«yanlarında da yalnız kendilerine göz dikmiş güzel gözlü eşler vardır.» (Sâffât, 48.) âyetidir. Hazfedilen mevsuf ***** şeklindedir. *****«Geniş zırhlar yap..» (Sebe, 11.) âyetindeki mahzuf *****şeklindedir. *****(Nur, 31.) âyetindeki mahzuf da *****şeklindedir.

4614

6- Sıfatın hazfi; buna misal: *****«..her gemiyi zorla alırdı.» (Kehf, 79.) âyetidir. Âyette mahzuf olan sıfat ***** kelimesidir. Bu kelime, bir kıraata göre sıfat olarak okunmuştur. *****«..işte şimdi gerçeği getir­din..» (Bakara, 71.) âyetinde mahzuf ojan sıfat ***** kelimesidir. Kur’ân, vazıh bir Kitap olmasaydı, mânasını inkâr ederlerdi. *****«..kıyamet günü onlar için bir terazi kurmayız.» (Kehf, 105.) âyetinde mahzuf sıfat, ***** kelimesidir.

7- Matufun aleyh'in hazfi; buna misal: ***** «..değneğinle deni­ze vur.. deniz yarıldı.», (Şuarâ, 63.) âyetidir. Hazfedilen kelime *****vurunca, kelimesidir. Atıf vavı, talil «lam»ından önce geldiğinde, iki durum ortaya çıkar; birincisi: Mualleli mahzuf olan talil'dir. ***** «Mü’minleri güzel bir imtihandan geçirmek için..» (Enfâl, 17.) âyeti buna misaldir. Âyette mahzuf

olan muallel *****Mü’minlere ihsanda bulunmak için bu­nu böyle yaptı, ibaresidir. İkincisi: Atfın sıhhati açıkça görünmesi için talilin, muzmer olan başka bir illete atfedilmesidir. Buna göre âyetin takdiri; *****Kâfirlere azabını tattırmak, Mü’minlere de ihsanda bu­lunmak için bunu böyle yaptı, şeklinde olur.

8- Atıf harfleriyle birlikte matufun hazfi; buna misal: ***** «Elbette içinizden fetihden önce harcayan ve savaşanlar bir olmaz..» (Hadid, 10.) âyetidir. Mahzuf olan da *****sonradan savaşan ve harcayanla, ibaresidir. ***** «.iyilik senin elindedir..» (Âl-i İmrân, 26.) âyetindeki mahzuf ise *****kelimesidir.

9- Mübdel-i minh'in hazfi; buna misal: *****«..dillerinizin yalan yere nitelendirmesinden ötürü..» (Nahl, 116.) âyetidir. Yani; ***** de­mektir. Âyetteki ***** kelimesi, mahzuf olan ha harfinden bedeldir.

10- Fâilin hazfi; bu hazif, masdarın fâili olması halinde caiz olur. *****«İnsan hayır istemekten usanmaz..» (Fussilet, 49.) âyetinde mahzuf fâil ***** ibaresidir. Kisai buna, bir delil bulunduğunda, mutlak ola­rak cevaz vermiş, *****«..can boğaza dayandığı zaman?.» (Vakıa, 83.) ve *****«..nihayet bu atlar gözden kaybolduğu zaman..» (Sâd, 32.) âyetlerini buna misal getirmiştir. Birinci âyetteki *****ikinci âyette ise *****kelimeleridir.

4619

11 - Mefulün hazfi; Daha önce ifade ettiğimiz gibi, meşiet ve irade fiille­rinin hazfedilen mefullerine dair pek çok misal vardır. Bu iki fiil dışındaki fiillerde de mefulün hazfi mevcuttur. *****«..Buzağıyı (tanrı diye) benimseyenlere muhakkak Rablerinden bir öfke erişecektir..» (Araf, 152.) âyetinde mahzuf *****kelimesi, *****«Hayır (olmaz bu) ya­kında bileceksiniz.» âyetinde ise mahzuf, ***** yaptıklarının sonucunu, kelimesidir.

12- Hal'in hazfi; eğer hal, kavil olarak gelmişse, Kur’ân'da pek çok mi­sali mevcuttur. *****«..Melekler de her kapı­dan yanlarına varırlar: Selam size,(derler)» (Ra'd, 23-24.) âyetleri buna misal­dir. Mahzuf olan hal bu âyette ***** kelimesidir.

13- Münada'nın hazfi; bir kıraata göre okunan; *****«(Ey millet) secde etmeniz gerekmez miydi?» (Neml, 25.) âyetinde *****ibaresi mahzuf-tur. *****(Kasas, 79.) âyetinde ise *****ibaresi hazfedilmiştir.

4622

14- Âid'in hazfi; bu hazif dört yerde yapılır:

a- Sıla cümlesinde yapılana misal: *****«Allah bunu mu peygamber göndermiş!?..» (Furkan, 41.) âyetidir. Âyette mahzuf kelime ***** deki he zamiridir.

b- Sıfatta yapılana misal: ***** «öyle bir günden korkun ki, o gün hiç kimse kimsenin yerine bir şey ödeyemez..»(Baka­ra, 48.) âyetidir. Âyette hazfedilen *****kelimesidir.

c- Haber'de yapılana misal: *****«..Gerçi Allah hepsine de güzellik vadetmiştir..»(Hadid, 10.) âyetidir. Âyetteki mahzuf ***** kelimesidir.

d- Hal'de yapılan hazif.

4623

15- Nime fiilindeki mahsusun hazfi; bu nevi hazfe misal: *****«Gerçekten biz onu sabreden (bir kul) bulmuştuk. Ne güzel kuldu o» (Sâd, 44.) âyetidir. Âyette mahzuf kelime Eyyub kelimesidir. *****«Ölçtük, biçtik.. Ne güzel ölçüp biçenleriz biz.»(Mürselât, 23.) âyetindeki mah­zuf kelime ***** kelimesidir. *****«..Takva sahiplerinin yurdu ne gü­zeldir.»(Nahl, 30.) âyetinde mahzuf kelime, *****kelimesidir.

16- Mevsul'ün hazfi; buna misal: *****«..Bize indiri­lene de, size indirilene de inandık..»(Ankebut, 46.) âyetidir. Buradaki hazif i-kinci *****den önceki *****ismi mevsulüdür. Çünkü bize inen kitab, bizden ön­cekilere inen kitabın aynısı değildir. Bu sebeple mâ-i mevsul *****«..Allah'a bize indirilene, İbrahim'e indirilene inanırız.»(Ba­kara, 136.) âyetinde ***** tekrar etmiştir.

7) Fiilin Hazfedildiği Yerler

4625 Fiil müfesser olursa, hazfi mecburidir; *****«Eğer müşriklerden biri eman dileyip yanınıza gelmek isterse..»(Tevbe, 6.)*****«Gök yarıldığı zaman..»(İnşikak, 1.), *****«De ki: Eğer sahip olsaydınız..»(İsrâ, 100.) âyetlerinde müfesser fiiller hazfedilmiştir.

İstifham cevabında fiilin hazfi çokça yapılır; *****«(Allah'ın azabından) korunanlara da Rabbınız ne indirdi, denildiğinde 'Hayır' dediler.» (Nahl, 30.) âyetinde ***** kelimesinden önceki müfesser ***** fiili, hazfedilmiştir.

Kavil'de fiilin hazfi de çokça yapılır; ***** «İbrahim, İsmail'le beraber evin temellerini yükseltiyor. 'Rabbimiz,..» (Bakara, 127.) âyetinde *****ibaresi hazfedilmiştir.

Bunların dışındaki durumlarda da fiil hazfedilir. *****«Kendi yara­rınıza olarak buna son veriniz..»(Nisâ, 171.) âyetinde *****kelimesinden ön­ce *****fiili hazfedilmiştir.

*****«Onlardan önce o yurda yerleşen, imana ısınanlar..»(Haşr, 9.) âyetinde ***** dan önce *****veya ***** fiili hazfedil­miştir. *****«..sen ve zevcen cennette oturun..»(Bakara; 35.) âyetinde ***** kelimesinden önce ***** fiili hazfedilmiştir. *****«Karısı da odun hammalı olarak.»(Tebbet, 5.) âyetinde ***** kelimesinden önce *****fiili hazfedilmiştir. *****«O namazı kılanlar..»(Nisâ, 162.) â-yetinde ***** kelimesinden önce *****fiili hazfedilmiştir. *****«..fakat Allah'ın Resûlüdür..»(Ahzab, 40.) âyetinde ***** kelimesinden önce ***** fiili hazfediimiştir. *****«Şüphesiz Rabbin, hepsinin işlerinin karşılığını verecektir..»(Hûd, 111.) âyetinde ***** kelimesinden önce ***** fiili hazfedilmiştir.

8) Harfin Hazfedildiği Yerler

4629 İbn-i Cinni «el-Muhteseb» adlı eserinde şöyle der: Bize Ebû Ali naklederek Ebû Bekr'in şöyle dediğini rivâyet etti: Harfin hazfi, kıyasi değildir. Çünkü harfler, bir bakıma ihtisar gayesi ile kelimelere dahil olmuştur. Eğer harfler, kelimeden çıkarılacak olursa, ikinci bir ihtisar yapılmış olur ki, muhtasa­rın ihtisarı, hiçbir mâna ifade etmez.

İstifham hemzesinin hazfi, harfin hazfindendir.

İbn-i Muhaysın; *****«..onları uyarsan da.. birdir..»(Bakara, 6.) âyetini, hemzenin hazfi ile okumuştur. Üç ayrı âyette geçen *****«..budur Rabbim..»(Enam, 76, 77, 78.) âyetlerinde istifham hemzelerinin hazfini, buna misal kabul etmiştir. *****«O başıma kaktığın nimet de..»(Şuarâ, 22.) âyetinde ***** ibaresindeki hemze hazfedilmiştir.

Harfi mevsufun hazfi, harfin hazfindendir. İbn-i Mâlik, bunun ancak ***** ile caiz olduğunu söyler. *****«Onun âyetlerinden biri de, size korku ve ümit vermek için şimşeği göstermesi..»(Rûm, 24.) âyetinde ***** harfi hazfedilmiştir.

Harf-i cerr'in hazfi de bu kabildendir. Bu hazif, ***** veya *****ile yapılır, ***** «Ey Muhammed!. Müslü­man oldular diye seni minnet altında bırakmak isterler; de ki: Müslüman ol­manızla beni minnet altında tutmayın, hayır;...sizi imana eriştirmekle Allah sizi minnet altında bırakır.» (Hucurat, 17.), ***** «..bağışlayacağını umduğum..» (Şuarâ, 82.), ***** «Siz öldüğünüz zaman...size vaadedi-yor..» (Mü’minûn, 35.) ayetlerindeki harfi cerler, hazfedilmiştir.

Harfin hazfi, bunların dışındaki harflerle de yapılır. *****«..konaklar tayin ettik..»(Yâsin, 39.) âyetinde ***** takdiri, *****«..onu eğriltmek isterler..»(Araf, 45.) âyetinde ***** takdiri, *****«..dostlarından kor­kutuyor.»(Âl-i İmrân, 175.) âyetinde *****Sizi dostlarıyla korkutuyor. *****«Musa kavminden seçti..»(Araf, 155.) âyetinde *****kav­minden, *****«(iddet süresi dolmadan) nikah bağını bağlamağa kalkışmayın..»(Bakara, 235.) âyetinde ***** şeklinde, harflerin hazfi yapılmıştır.

Atıf Harfinin hazfi, bu kabildendir. Ebû Ali el-Farisi, şu âyetleri buna mi­sal göstermiştir.

***** «Binek vermen için sana geldiklerinde, 'Size binek bulamıyorum' dediğin zaman...üzüntüden göz yaşı dökerek geri dönenlere de bir şey yok.» (Tevbe, 92.) âyetinde *****fiilinden önce vav harfi hazfedilmiştir. ***** «İnanmış olanların yüzleri, o gün, pırıl pırıldır.» (Gâşiye, 8.) âyeti, *****«O gün bir takım yüzler zillete bürünmüştür.» (Gâşiye, 2.) âyetine atfen *****kelimesinden önceki vav harfi hazfedilmiştir.

Cevap durumunda olan fa harfinin hazfi, bu kabildendir. Ahfeş buna *****«..eğer bir hayır bırakacaksa, anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyyet etmek..»(Bakara, 180.) âyeti­ni misal göstermiştir.

Nida edatının hazfi, bu kabildendir. Bu harfin misali Kur’ân'da çoktur. *****«İşte siz öyle kimselersiniz ki.»(Âl-i İmrân, 119.), *****«Yusuf, sen bundan vazgeç..»(Yûsuf, 29.), *****«Şöyle demişti: Rabbim, kemiklerim zayıfladı..»(Meryem, 4.), *****«..Ey gök­lerin ve yerin yaratanı!.»(Yûsuf, 101.) âyetleri buna misaldir.

4636 Kirmânî «el-A-caib» adlı eserinde; Kur’ân'da mevcut *****kelimesinden önce, nida harfi olan ***** edatı, tazim ve tenzih gayesi ile çokça hazfedilmiştir. Çünkü nida'da bir bakı­ma emretme ifadesi vardır, der.

Hal durumunda olan mazi fiilin önündeki *****harfinin hazfi de, bu kabilden­dir. *****«..yahut göğüsleri daralıp size gelenler..»(Nisâ, 90.), *****«..sana bir sürü bayağı kimseler uymuşken biz sana inanır mıyız?..»(Şuarâ, 111.) âyetleri buna misaldir.

***** i nafiyenin hazfi, bu kabildendir. Bu hazif, nefyedilen kelime muzari ise, kasemin cevabında zaruri olarak hazfedilir. *****«Allah'a yemin ederiz ki, anıp durman..»(Yûsuf, 85.) âyeti buna misaldir. Bundan başka durumlarda da hazfedilir. *****«..Oruca dayanamayanlar, bir düşkünü doyuracak kadar fidye verir..»(Bakara, 184.) âyetindeki hazif, ***** şeklindedir.

*****«Sizi sarsar diye arza ağır baskılar attı..» (Nahl, 15.) âyetindeki hazif ***** ibaresidir.

Tevtıe lam'ının hazfi de bundandır. ***** «..Bu dedik­lerinden vazgeçmezlerse.. uğrayacaklardır.» (Mâide, 73.), ***** «..Eğer onlara uyarsanız, şüphesiz müşrik olursunuz.» (Enam, 121.) âyetleri buna misaldir.

Emir "lam"ı da bunlardandır. Buna *****«İnan kul­larıma söyle namazlarını kılsınlar..» (İbrahim, 31.) âyeti misal getirilmiştir. Âyetteki hazif, *****şeklindedir.

*****kelimesindeki lam'ın hazfi, uzun cümlede hafiflik getirir. *****«Nefsini temizleyen iflah olmuştur.»(Şems, 9.) âyetindeki hazif buna misaldir.

4642 Tevkid nunu’nun hazfi de bu kabildendir. Ha harfini mensub okuyan kıraa­ta göre *****«Biz senin göğüsünü açmadık mı?»(İnşirah, 1.) âye­ti buna misaldir.

Cemi nun'unun hazfi de bu kabildendir. Bir kıraata göre *****«..Ama onlar büyü ile hiç kimseye zarar veremezler..»(Bakara, 102.) â-yeti buna misaldir.

Tenvin'in hazfi de bu kabildendir. Bir kıraata göre *****«De ki: O Allah birdir. Allah Sameddir.»(İhlâs, 1-2.) âyetinde ***** kelimesindeki tenvin ile, *****kelimesini mensub okuyan kıraata göre de ***** «..ne de gece, gündüzün önüne geçebilir..» (Yâsin, 40.) âyeti buna misal ge­tirilmiştir.

Murab ve mebni kelimelerdeki harekenin hazfi, bu kabildendir. Farklı kı-raatlara göre aşağıdaki âyetler buna misal getirilmiştir. *****«..yaratı­cınıza tevbe ediniz..»(Bakara, 54.), *****(Bakara, 67.), *****«..koca­ları daha çok hak sahibidirler..»(Bakara, 228.), *****«..ya­hut nikah bağı elinde bulunan erkek vazgeçerse..»(Bakara, 237.), ***** «..kardeşimin cesedini gömmekten aciz miyim?.»(Mâide, 31.)

9) Birden Fazla Kelimenin Hazfi

4646 Bir cümlede iki muzaf, beraberce hazfedilir. *****«Şüphe­siz bu kalplerin takvasındandır..»(Hac, 32.) âyeti buna misaldir. Âyetteki ha­zif ***** «Allah'ın nişanelerine saygı göstermek, saygılı kalp sahiplerinin işidir.», şeklindedir. *****«..elçinin ayak bastığı yerden bir avuç toprak aldım..» (Tâhâ, 96.) âyeti de mahzuf mu­zaf *****Elçinin atının ayağını bastığı yerden, şeklindedir. ***** «..ölüm baygınlığı çökmüş insan gibi, gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün..» (Ahzab, 19.) âyetinde mahzuf muzaf, ***** üzerine ölüm baygınlığı çökmüş kimsenin gö­zünün dönmesi gibi, şeklindedir.

*****«Onunla arasındaki mesafe iki yay kadar.»(Necm, 9.) âyetinde *****fiilinin üç ismi ile, bir haberi hazfedilmiştir. Âyetin takdiri; ***** Yakınlık mesafesinin miktarı iki yay kadardır, şeklindedir.

*****babındaki fiillerin aldığı iki mefulün hazfi, bu kabildendir. *****«..Hani aklınız sıra bana koştuğunuz ortaklarınız nerede?.»(Enam,

22.) âyetindeki hazif *****Onları bana ortak kabul ediyordunuz, şeklindedir. Harfi cer'le birlikte mecrur kelimenin hazfi, bu kabildendir, *****«..iyi işle kötü işi birbirine karıştırdılar..»(Tevbe, 102.) â-yetinde ***** kelimesinden sonra *****kelimesinden sonra da ***** kelimeleri hazfedilmiştir. Atıfla birlikte (atıf harfi) atfedilen kelimenin hazfi, daha önce geçmişti.

4651 Şart edatı ile fiilin hazfi, talep ifade eden fiillerden sonra mecburidir. *****«..bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin..»(Âl-i İmrân, 31.) â-yeti buna misaldir. Bu âyette hazif *****eğer bana uyarsanız, şeklindedir. *****«İman eden kullarıma söyle: Namazı kılsınlar..» (İbra­him, 31.) âyetindeki hazif *****eğer sen söylersen onlara kılarlar, şeklindedir. Zemahşerî; ***** «..öyleyse Allah verdiği sözden dönmez..» (Bakara, 80.) âyetini bu kabilden saymıştır. Âyetteki hazif, *****eğer siz Allah ile bir sözleşmeye girerseniz, Allah sö­zünden caymaz, şeklindedir. Ebû Hayyân; *****«De ki: Ne­den daha önce peygamberleri öldürüyordunuz?..»(Bakara, 91.) âyetinde, şart edatı ile fiilin hazfini, bu kabilden saymıştır. Âyetteki hazif *****Eğer size indirilene inanıyor idiyseniz, niçin öldürüyordunuz. şeklindedir.

4654 Şart edatındaki cevabın hazfi, bu kısımdandır; *****«..haydi yapabilirsen yerin içine (inebileceğin) bir delik, ya da göğe (çıkabileceğin) bir merdiven ara ki..»(Enam, 35.) âyeti bu kabil­dendir. Âyetteki mahzuf cevap ***** şeklindedir. *****«Onlara: 'Önünüzdeki ve arkanızdaki (geçmiş ve gelecek) olaylardan sakının ki esirgenesiniz' dendiği zaman (yüz çevirirler).»(Yâsin, 45.) âyetindeki mahzuf cevap kendinden sonra gelen âyetteki *****kelime-sinin delaletiyle ***** şeklindedir. *****«..yardım için bir o kadarını daha getirsek (yine yetmez).»(Kehf, 109.) âyetindeki mahzuf cevap; *****fiili­dir. *****«Suçluları bir görsen; Rablerinin huzurunda (utançtan) başlarını öne eğmiş..»(Secde, 12.) âyetinde mahzuf cevap; *****Çok feci bir manzara görürdün, şeklindedir. *****«Eğer size Allah'ın lütfu ve rahmeti olmasaydı ve Allah çok şefkatli ve merhametli olmasaydı..»(Nûr, 20.) âyetindeki mahzuf cevap ***** fiilidir. *****«..Eğer biz onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık..» (Kasas, 10.) âyetindeki mahzuf cevap *****şeklindedir.

***** «..eğer, oradaki henüz kendilerini tanımadığınız Mü’min erkek ve kadınları bilmeyerek ezmek sure­tiyle üzüntüye kapılmanız ihtimali olmasaydı..» (Feth, 25.) âyetindeki mahzuf cevap ***** Ehli Mekke'yi size kırdırırdı, şeklindedir.

Kasem cümlesinin hazfi de bu kabildendir. *****«Ona çetin bir azap edeceğim..»(Neml, 21.) âyetideki mahzuf kasem cümlesi ***** keli­mesidir. Kasem cümlesi hazfedildiği gibi, cevab da hazfedilir. *****«Andolsun söküp çıkaranlara.»(Nâziât, 1.) âyetindeki kasemin mahzuf cevabı ***** şeklindedir. *****«Sâd. Şerefli Kur’ân'a Andolsun ki..»(Sâd, 1.) âyetinde *****O Kur’ân mutlaka mucizedir, kelimesi, *****«Kâf. Şerefli Kur’ân'a andolsun ki..» (Kâf, 1.) âyetinde ise *****İş onların sandığı gibi değil, cümlesi, kasemin mahzuf cevabıdır.

Zikredilen bir şeye, sebeb olan cümlenin hazfedilmesi, bu kabildendir. *****«..hakkı gerçekleştirsin, batılı da ortadan kaldırsın di­ye..»(Enfâl, 8.) âyetinde hazfedilen cümle; *****cümlesidir.

Birçok cümlenin hazfi de bu kabildendir. *****«..He­men beni gönderin. Yusuf! Ey doğru sözlü..» (Yûsuf, 45-46.) âyetlerinde haz­fedilen ***** Beni Yûsuf'a gönderin, ona rüyayı yo-rumlattırayım, (dedi). ***** onun dediğini yapıp gönderdi­ler, elçi ona gelince ey Yûsuf, dedi, cümleleridir.

4658 Yukarıda misalleri görüldüğü gibi, mahzuf cümle yerine, bazen bir başka cümle takdir edilmez, bazen de buna delalet eden bir cümle takdir edilir. *****«Eğer yüz çevirirseniz, artık ben, size gönderildi­ğim şeyi duyurdum..»(Hûd, 57.) âyetinde olduğu gibi, ancak bu âyette şartın cevabı ***** fiili değildir; çünkü tebliğ işi, tebliği kabul etmeden öncedir. Âye­tin takdiri şöyledir: ***** Eğer siz Allah'ın emirlerine kulak as­mazsanız, bundan sorumlu olacak olan ben değilim, veya *****Boşuna mazeret beyan etmeyin, çünkü ben risalet görevimi yerine getir­dim, şeklindedir. *****«Eğer seni yalanlıyorlarsa, senden öncekileri de yalanlamışlardı..»(Fâtır, 4.) âyetinde mahzufa delalet eden cümle *****Üzülme, sabret, cümlesidir. *****«..tekrar başlarlarsa evvelkilerin hükmünün uygulanacağını..»(Enfâl, 38.) âyetinde mahzufa delalet eden cümle de ***** Onlara isabet eden kendilerine de isabet eder, cümlesidir.

2- İtnab

4659 Îcâz;îcâzı kasr ve îcâzı hazif şeklinde ikiye ayrıldığı gibi, itnab da best ve ziyade olmak üzere ikiye ayrılır.

B- İtnab-ı Best

4660 Bu nevi itnab, cümleleri çoğaltmak suretiyle yapılır.

*****«Şübhesiz göklerin ve yerin yaratılışında..» (Bakara, 164.) âyetinde; her asır ve zamanda insan ve cinlerin alimi ve cahiline, îman edeni veya etmeyenine hitap edildiğinden itnab, en beliğ bir şekilde yapılmıştır. *****«Arşı taşıyan­lar ve onun çevresinde bulunanlar, Rablerini överek tesbih ederler, O'na inanırlar..» (Gâfir, 7.) âyetinde itnab, *****cümlesidir, çünkü hamele-i arşın imanı malumdur. Âyetteki itnab, imanın değeri gösterilerek, daima teşvik edil-mesindendir. ***** «..müşriklerin vay haline, onlar ki zekatı vermezler..» (Fussilet, 6-7.) âyetlerinde itnab vardır. Çünkü müşriklerin zekat vermeleri düşünülemez. Âyetteki nükte Mü’minleri zekat vermeğe teşvik, vermemekten sakındırmaktır. Yüce Allah zekat vermemeyi müşriklerin vasıfla­rından biri olarak göstermiştir.

B- İtnab-ı Ziyade

1) Cümleye Bazı Harfler ve Edatların Dahil Olması

4662 Bu nevi itnabın da çeşitleri vardır:

Cümleye Bazı Harfler ve Edatların Dahil Olması. Bunlar; ***** lamu'l-ibtida, lamu'l-kasem, istiftah edatı ***** tenbih ha'sı teşbihin tekidinde kullanılan *****, istidrakin tekidinde kullanılan ***** , te-menni'yi tekidde kullanılan ***** , terecciyi tekidde kullanılan *****, şan ve fasl zamirleri, şartı tekid için kullanılan *****, istikbale delalet eden ***** ve ***** harfleri, fiili tekid eden nun'lar, lamu't-tebriye, nefyi tekid için kullanılan *****ve ***** harfleridir. Bu harflere sözün tekid edilmesi, muhatabın münkir veya mütereddit olması halinde, ayrı bir değer kazanır.

Tekid, muhatabın inkâr derecesine göre değişir. Bunun misali; Hazret-i İsa ta­rafından gönderilen elçilerin yalanlanmalarıdır. Elçiler ilk yalanlandıklarında *****«..Biz size gönderilen elçileriz.» (Yâsin, 14.) şeklinde ifade kullanmış­lardır. Bu âyette cümle, tekid ifade *****ile isim cümlesi şeklinde gelmiştir. Elçiler ikinci sefer aynı durumla karşılaşınca *****«Dediler ki: Rabbimiz bilir ki biz size gönderilmiş elçileriz..» (Yâsin, 16.) şeklinde ifade kullanmışlardır. Elçilere muhatap olanlar; *****«Dediler ki: "Siz de bizim gibi insandan başka bir şey değilsi­niz. Rahmân bir şey indirmemiştir. Siz sadece yalan söylüyorsunuz".» (Yâsin, 15.) sözleriyle, inkârda son derece aşırı gittikleri için âyet; kasem, ***** lam'ı te­kid ve isim cümlesiyle tekid edilmiştir.

Bazen cümle, muhatap münkir olsa bile, ikrar ettiği gibi amelde bulunma­dığından, inkâr edenin durumuna düştüğü için bu harflerle tekid edilir. Bazen de muhatap münkir olmasına rağmen, düşündüğü takdirde, inkârdan dönebilece­ğine dair elinde açık deliller bulunduğundan, cümlede tekid yapılmaz. Buna *****«Sonra siz, bunun ardından öleceksiniz. Sonra siz kıyamet günü muhakkak diriltileceksiniz.» (Mü’minûn, 15-16.) â-yetleri delil getirilmiştir. Âyetin muhatabı olanlar, ölümü inkâr etmedikleri halde gafletlerinden dolayı, inkâr edenler durumuna düştüklerinden, âyetteki ***** kelimesi iki, şiddetli inkâra rağmen, baas kelimesi de, bir tekid harfi olmuştur. Kıyamette tekrar dirilme ile ilgili açık delillerin bulunması, inkâra mahal bırak­mamasına rağmen, muhatapların bu delilleri dikkate almalarını teşvik için, ken­dileri inkâr etmeyenler durumunda kabul edilmiştir. *****(Bakara, 2.) âyeti de bu kabildendir. Kur’ân hakkında şüpheye düşenler olmamasına rağmen şüphe, umumi mânada la ***** harfi ile nefyedilmiştir. Fakat Kur’ân hakkında şüpheyi izale eden açık deliller bulunduğundan şüphe, yokmuş gibi kabul edi­lir. Bu aynen, inkâr edenlerin, etmeyenler durumuna düşmelerine benzer.

Zemahşerî şöyle der: Mü’minûn sûresi 15. âyetinde sözü edilen ölümün şiddetle tekidi, insanın bunu daima göz önünde bulundurması, hiçbir zaman ak­lından çıkarmamasını tenbih gayesiyle yapılmıştır. İnsan, er-geç ölümü tada­caktır. Bu mânayı sağlamak üzere âyette, üç ayrı tekid mevcuttur. Dünya ha­yatında insan, güya baki kalacakmış gibi, bütün gücü ile dünyaya sarılır. Aynı sûrenin 16. âyetinde baas, sadece inne harfi ile tekid edilmiştir. Çünkü bunun, münakaşa ve inkan yapılmayacak şekilde açık delilleri bulunmaktadır.

et-Tac b. Firkah şöyle der: Âyette geçen ölüm kelimesi, insan nevi'nin halef-selef olarak baki kalacağını iddia eden Dehriyye'yi red etmek için tekid edilmiştir. *****«De ki: 'Rabbim hakkı için mutlaka diriltileceksi-niz..» (Tegâbun, 7.) âyetinde olduğu gibi, Kur’ân'ın bazı âyetlerinde baası inkâr edenlere cevap verilerek tekidde bulunulduğu için, bu âyette tekide lüzum görülmemiştir.

Başkaları da şöyle demiştir: Atıf harfi, matuf ile matufun aleyh arasında müşterekliğinden, tekid lamı bu âyette tekrar zikredilmemiştir.

Lam'ı tekid bazan, kendisine bir şey anlatılan kimseye merakını gider­mek üzere söylenen sözde kullanılır. ***** «..zulmedenler hakkında bana söz söyleme..» (Hûd, 37.) âyeti buna misaldir. Âyetin mânası: Ey Nuh, bana kavminin durumundan söz etme, şeklindedir. Bu mâna, Nuh kavminin azaba layık olduğuna işaret eder. Bu durumda muhatap, onların ger­çekten azaba mahkum olup olmadıkları hususunda tereddüd eden kimse duru­muna düşer. Bu tereddüd, âyetin sonunda mevcut *****cümlesindeki te-kidle giderilmiştir.

*****«Ey insanlar, Rabbinizden korkun.» (Hac, 1.) âyeti, bu konuda ayrı bir misaldir. Bu âyette Allahü teâlâ insanlara, semeresi ahirette görülecek olan takvayı emrettiğinden onlar, kıyametin vasfını merakla öğren­mek istediler. Bu merakı *****«çünkü zelzelenin saati cidden korkunç bir şeydir.» (Hac, 1.)âyeti tekid ile gelerek şüphe giderilmiş, takvanın lüzumuna işaret edilmiştir.

*****«Ben kendimi temize çıkarmıyorum..» (Yûsuf, 53.) âyeti de buna ayrı bir misaldir. Âyette, muhatabı hayrette bırakan, masum ve suçsuz olduğu halde, nefsini tebriye edemeyen Yûsuf (aleyhisselâm) sözü hakkında tereddüde sevkeden bir durum mevcuttur. Bu yüzden âyetin devamı olan *****«..çünkü nefis, daima kötülüğü emredicidir..» (Yûsuf, 53.) cümlesiyle tekid edilmiştir.

Cümle bazan, tergib maksadıyla tekid edilir. *****«..onun tevbesini kabul etti. O, tevbeyi çok kabul edendir..»(Bakara, 37.) âyetinde bu durum mevcuttur. Allahü teâlâ bu âyette, kulları tevbeye rağbet ettirmek için dört ayrı tekidde bulunmuştur.

Bahiste geçen edatların mânası ve kullandığı yerler hakkında geniş bilgi, Kırkıncı Bölümde verilmiştir.

Yukarıda ifade edilen tekid edatları ile ilgili bilgilere, şunları da ilâve et­mek isterim: İnne ve lam'ı tekid, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü inne kelimesi, cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna lam'ı tekid de ilâve edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. Bu konuda Kisai'nin şöyle dediği rivâyet edilir: Lam, haberi tekid eder, inne i-se, ismi tekid eder. Bu sözde gerçek payı yoktur. Çünkü tekid edilen, inne'nin ismi ve haberinden ziyade, cümlenin taşıdığı hükmüdür. Fiillerin sonuna gelen müşedded tekid nun'u, fiilin üç kez tekrarını, nun-u muhaffefe de iki kez tek­rarını gösterir. Sibeveyh: ***** ifadesindeki elif ve ha, tekid ifade etmek üzere eyyu kelimesine ilâve edilmiştir. Böylece ya edatı iki kez tekrar edilmiş, ismi de tenbih durumuna girmiştir, der. Sibeveyh'in bu görüşüne, Zemahşerî de ka­tılmıştır.

*****«İnsan: 'Öldüğüm zaman mı diri ola­rak çıkarılacağım, diyor.»(Meryem, 66.) âyetinin tefsirinde Curcâni, «Nazmu'l-Kur’ân»nında şunları söyler: Sevfe kelimesine bitişen lam, te­kid lam'ı değildir. Âyetteki ifadeyi kullanan insan, münkirdir, inkâr ettiği şeyi nasıl doğrular? Münkir bunu ancak, ifadeyi tekid edatı ile söyleyen Resûlüllah-ın sözünü aktararak söylemiş, âyet de aynı ifade ile nâzil olmuştur.

2) Cümleye Bazı Ziyade Harflerin Dahil Olması İle Yapılan İtnab

4676 İbn-i Cinni; Arapça'da ziyade olarak kullanılan her harf, o cümleyi iki ke­re tekrarlanan cümle durumuna getirir, der.

 Zemahşerî, «Keşşaf»ında şöyle der: Lam harfi müsbet cümlede tekid ifade ettiği gibi, ma ve leyse'nin haberine dahil olan ba harfi de, menfi cümle­de tekid ifade eder.

Bir grup ulemaya, ıskatı halinde mânası bozulmadığı halde, harf ile yapılan tekid'in faydası nedir? diye sorulduğunda, şu cevabı vermişlerdir: Bunu, e-debi zevki olanlar bilir. Bunlar, harf ilâvesiyle cümlenin bir mâna kazandığını, ıs­katı halinde ise, bu mânanın kaybolduğunu kolayca anlarlar. Bu durum aynen tabiatında şairlik ruhu bulunanın, karşılaştığı beytte bir değişiklik hissettiğinde, vezinden hareket ederek eksikliğini bulup çıkarması gibidir. Ziyade harflerin durumu da böyledir. Arapça cümlenin her türlü inceliğini bilen, bir harfin eksik­liği ile cümlenin değiştiğini anlar, bir harf eksikliği ile mâna nasıl değişirse, ilâvesiyle ayrı bir mâna kazandığını farkeder.

Harf ve fiille yapılan ziyadelik az olduğu gibi, isimlerde yapılan ziyadelik ise daha azdır. Ziyade olarak kullanılan harfler şunlardır: **********ve *****dir. Bunlarla igili açıklama, Kırkıncı Bahis'de geçmiştir.

Ziyade olarak kullanılan fiiller; *****ve ***** fiilleridir.

*****«..Beşikteki çocukla nasıl konuşuruz?..»(Mer­yem, 29.) âyeti ***** ye, *****«..kaybedenlerden olmuşlardır.»(Mâi-de, 53.) âyeti de ***** fiiline misaldir. Rummani bu âyette *****fiilinin kullanılı­şına dair şu açıklamada bulunur: Hasta olanın hastalığı daha ziyade geceleyin arttığından, bir an evvel sabah olmasını diler. Bu yüzden *****fiili kullanılmıştır. Âyette hüsrana uğrayanlar, kurtulmayı umdukları bir sırada hüsrana duçar ol­muşlardır ki, âyetteki ***** fiili, ziyade fiil sayılmaz.

Nahiv ulemasının çoğu, isimlerin ziyade olarak kullanılmadığı görüşünde­dirler. Müfessirler ise, *****«Eğer sizin inandığınız gibi inanırlar­sa..»(Bakara, 137.) âyetindeki ***** kelimesinin ***** mânasında ziyade olarak geldiğini misal göstererek, isimlerin nadiren ziyadeliğini kabul etmişlerdir.

3) Sınai Tekid'le Yapılan İtnab

4683 Bu da dört kısma ayrılır:

a- Tekidi mânevidir, Bu tekid; ***** kelimeleri ile yapılır.

***** «Meleklerin hepsi topluca secde ettiler..» (Hicr,

30.) âyeti buna misaldir. Âyetteki tekid'in faydası, mecâz olma tevehhümünü gidermek, secde etmenin, hepsine şamil olduğunu göstermektir. Ferra; âyette­ki ***** kelimesinin, vehmi tamamen kaldırdığını, *****lâfzının ise, meleklerin ayrı ayrı değil, birlikte secde ettiklerini gösterir, der.

b- Tekidi lafzidir; bu kısım, ya birinci kelimenin müradifinin tekrarı ile ya­pılır; misali şunlardır: Ra'nın kesri ile okunan *****«..dar ve tıkanık..»(En­am, 125.) âyeti, *****«..simsiyah yollar..»(Fâtır, 27.) âyeti ve *****«..size vermediğimiz servet ve kuvveti..»(Ahkaf, 26.) âyetindeki ***** ve ***** kelimelerini Saffar; nefiy kabul eder, Ahkaf, âyetini buna misal getirir. *****«..onlara arkanıza dönün de nur arayın, denilir..»

(Hadid, 13.) âyetinde Bazı ulema, *****kelimesinin zarf olmadığını, ***** fiilin­de aynı mânanın bulunduğunu, bilakis ***** kelimesinin ***** mânasında isim-fiil olduğunu kabul ederek âyeti, bu kabilden saymıştır. Buna göre âyet, *****mânasındadır. Ya da, lâfzının tekrarıyla yapılır. Bu tek­rar; isim, fiil, harf ve cümlede bulunur. İsmin tekrarı ile yapılan tekidi lâfzıye mi­sal: ***** «..gümüşten kaplar; gümüş kaplar ki..» (İnsan, 15-16.), *****«çarpılıp parçalandığı..» (Fecr, 21.) âyetleridir. Fiilin tekrarı ile yapılana misal: *****«Hele sen o Kâfirlere mühlet ver, biraz bırak onla­rı.» (Târik, 17.) âyeti, isim-fiille yapılana misal: *****«Heyhat, o size vaadolunan şey ne kadar uzak..» (Mü’minûn, 36.) âyeti; harfle yapılana misal: *****«Siz öldüğünüz, toprak ve kemik haline geldiğiniz zaman size, mutlaka çıkarılacağınızı mı vaadediyor.» (Mü’minûn, 35.) âyetleridir. Cümlenin tekrarı ile yapılan tekidde, tekid eden cümlenin ***** ile başlaması daha uygundur. Buna misal *****«Ceza gününün ne olduğunu sen nereden bileceksin.. yine ceza gününün ne olduğunu sen nereden bileceksin.» (İnfitar, 17-18.), *****«Hayır, yakında bileceksiniz (hatanızı). Yine bileceksi­niz (hatanızı)!» (Tekâsür, 3-4.) âyetleridir.

Muttasıl zamirin munfasıl zamirle tekid edilmesi, bu nevi tekidden sayılır. *****«..sen ve eşin cennette oturun..» (Bakara, 35.), *****«..sen ve Rabbin gidin..» (Mâide, 24.), *****«..yoksa ön­ce atanlar biz mi olalım?.» (Araf, 115.) âyetleri buna misaldir. Munfasıl zami­rin diğer munfasıl zamirle tekidi de bu kabildendir. ***** «..onlar­dır ahireti inkâr edenler.» (Yûsuf, 37.) âyeti buna misaldir. c- Fiilin Masdarıyla Yapılan Tekiddir.

Fiilin masdarıyla tekidi, bu fiilin iki kere tekrarı yerine geçer. Böyle bir tekrarın faydası, yukarıda ikinci nevide geçen fiilin tekidi hilafına, fiildeki mecâz tevehhümünü ortadan kaldırır. Halbuki ikinci nevide geçen tekid, fiildeki mecâzı değil, fâilindeki mecâz tevehhümünü kaldırmıştır. İbn-i Usfur ile Bazı ulema, aynı farka işaret etmişlerdir. Buna dayanarak bazı Ehl-i sünnet uleması, Mutezilenin *****«Allah, Musa ile konuştu.» (Nisâ, 164.) âyetinden hareket e-derek Allah'ın Hazret-i Musa ile, hakikaten tekellüm etmediği iddiasını reddetmişler­dir. Zira âyetteki tekid, fiildeki mecâziliği kaldırmıştır. *****«..içtenlikle selam edin.» (Ahzâb, 56.),***** «O gün dağlar bir çalkanış çalkalanır; dağlar bir yürüyüş yürür.» *****(Tûr, 9-10.), *****«cezanız cehennemdir, mükemmel bir ceza..» (İsrâ, 63.) âyetleri de bu­na ayrı misaldir. Yalnız *****«..Allah hakkında türlü zanlarda bulunuyordunuz..» (Ahzâb, 10.) âyeti, bunun dışındadır. Çünkü *****kelimesi, deği­şik nevileri bulunan «zan» kelimesinin çoğuludur. Fakat ***** «..Rab-bim ne dilerse o olur..» (Enam, 80.) âyeti, fiilin masdarıyla tekid edildiğine mi­sal olma ihtimalini taşıdığı gibi, âyetteki ***** kelimesi hal veya durum mânasına geldiğinden, fiilin masdarıyla tekid edilmeme ihtimalini taşımaktadır.

Bu nevi tekidde esas olan, masdarın murad edilen vasfı olmasıdır. *****«..Allah'ı çok anın..» (Ahzâb, 41.), *****«..ve onları güzellikle serbest bırakın.» (Ahzâb, 49.) âyetleri buna misaldir. Bazen de, mu­rad edilen vasıf, masdarın muzafı olur. *****«..(inanç konusunda) Al­lah'tan gereği gibi korkun..» (Âl-i İmrân, 102.) âyeti bu kabildendir. Bazen de başka bir fiilin masdarıyla veya masdarın yerini tutan muayyen bir isimle tekidi yapılır. Birinciye misal: *****«..yalnız Ona yönel.» (Müzzemmil, 8.) âye­tidir. Âyetteki *****fiilinin masdarı ***** dir. Oysa *****kelimesi, ***** fiilinin mas-darıdır. İkinciye misal: *****«Allah sizi yerden bitirir gibi bitir­miştir.» (Nuh, 17.) âyetidir. Âyetteki ***** kelimesi, muayyen bir isimdir. ***** fiili­nin masdarı olan ***** nin yerine kullanılmıştır.

d- Hal'in Tekididir

***** «..diri olarak kaldırılacağım gün de..» (Meryem, 33.), ***** «..yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarma­yın..» (Bakara, 60.), *****«..seni insanlara elçi gönderdik.» (Ni­sâ, 79.), *****«..Sonra siz pek azınız hariç döndü­nüz; hâlâ da yüz çevirip duruyorsunuz.» (Bakara, 83.), ***** «Cennet müttekilere yaklaştırılmıştır. Uzak değildir.» (Kâf, 31.) âyetlerin­de hâl makamında olan kelimeler, tekid edilmiştir.

*****«..arkasını dönerek kaçtı..» (Neml, 10.) âyeti, bu kabilden de­ğildir. Çünkü âyetteki tevelli, *****«..yüzünü Mescidi Ha­ram tarafına çevir..» (Bakara, 144.) âyetinin delaletiyle her zaman geri döne­rek gitmek mânasını taşımaz. *****«Onun sözüne gülümseye­rek..» (Neml, 19.) âyeti de bu neviden değildir. Çünkü tebessüm, her zaman gülerek yapılmaz. *****«..kendi yanlarında bulunanı doğrulayıcı bir gerçektir.» (Bakara, 91.) âyeti de bu neviden değildir. Âyet, Kur’ân'ın ken­dinden önceki Kitap'ları tasdik etmesiyle hak olması değil, bizatihi hak olması gibi muhtelif iki mâna taşımaktadır.

4) Sözün Tekrarı İle Yapılan İtnab

4699 Tekrar, tekidden daha beliğdir. Bazı yanlış anlayanların hilafına tekrar, fesahatin en yüksek derecesidir. Tekrarın pek çok faydaları vardır. Bunlar şöyle sıralanabilir:

Tekrar'ın faydası, kesinlik bildirmesidir. Nitekim, söz ne kadar tekrar e-derse, o kadar kesinlik kazanır. Allahü teâlâ***** «..Ona tehditleri türlü biçimlere çevirip açıkladık ki (günahların­dan) korunsunlar. Yahut (Kur’ân) onlara bir hatırlatma yaptırsın.» (Tâhâ, 113.) âyetiyle Kur’ân'da geçen kıssalar ve inzarın tekrar ediliş sebebine dik­kati çekmektedir.

Tekrar'ın faydası, tekid bildirmesidir. Sözün daha kolay kabul edilmesi i-çin, töhmeti ortadan kaldıracak hususa, daha çok dikkati çekmedir. Buna mi­sal: *****«İnanan dedi ki: 'Ey kavmim, bana uyun, sizi doğru yola götüreyim. Ey kavmim, dünya hayatı geçicidir..» (Mü’min, 38-39.) âyetidir. Bu maksatla îman eden kimsenin *****şeklindeki nidası, âyette tekrar edilerek, ziyadesi ile dikkat çekilmiştir.

Tekrar'ın faydası, söz uzadığında, ilk söylenenin unutulma korkusu oldu­ğunda, bu sözün bir kere daha tekrar edilmesidir. Şu âyetler buna misaldir: *****«Sonra doğrusu Rabbin, bilmeyerek kötülük işleyip ardından tevbe eden ve ıslah olanlar­dan yanadır. Rabbin bundan sonra da bağışlar ve merhamet eder.» (Nahl, 119.),***** «Rabbin, türlü işkenceye uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra Allah uğ­runda savaşan ve sabreden kimselerden yanadır. Rabbin şüphesiz bundan sonra da bağışlar ve merhamet eder.» (Nahl, 110.), *****«Ne zaman ki, onlara Allah katından, yanlarında bulunanı doğru­layıcı bir kitap geldi..» âyetinin *****«..O bildikleri (Kur’ân) kendilerine gelince Onu inkâr ettiler.» âyetine kadar olan (Bakara, 89.) âyeti buna misaldir; *****«Ettiklerine sevinen, yapmadıklarıyle övülmekten hoşlananla­rın, sakın sakın onların azabdan kurtulacaklarını sanma!..» (Âl-i İmrân, 188.), *****«..ben rüyamda on bir yıldız, güneş ve ayı gördüm, bunların bana secde ettiklerini gördüm.» (Yûsuf, 4.) âyetleridir.

Tekrar'ın faydası, tazim ve korku ifade etmesidir. ***** «Gerçek­leşen! Nedir o gerçekleşen?.» (Hâkka, 1-2.), ***** «Gürültü kopara­cak olan, nedir o gürültü koparacak olan?.» (Kâria, 1-2.), *****

«Sağın adamları, kimdir o sağın adamları?.» (Vâkıa, 27.) âyetleri bu kabildendir.

Sözün tekrarı, kelimenin tekran ile tekid edilen, tekidi sınai nevinin kısım-larından biridir. Bunu, müstakil bir nevi şeklinde kabul etmek yersizdir, denile­cek olursa, şu cevap verilebilir: Bu nevinin diğerine nazaran, benzer veya farklı yönleri kadar, eksik veya fazla yönleri mevcuttur. Bu yüzden, başlıbaşına bir nevi yapılmıştır. Tekid, daha önceki misallerde görüldüğü üzere, sözün tekrarı nevinden sayıldığı gibi, sayılmayabilir de; çünkü tekrar, mâna bakımından tekid ifade etse bile, tekidi sınai olmayabilir.

Mükerrer iki lâfzın arası ayrılırsa, bu durum tekidi değil, tekrarı gösterir. Çünkü tekid eden kelime ile, tekid edilen kelimenin arası fasl olunmaz. Aşağı­daki iki âyet, tekidi lafzi değil, sözün tekrarıdır: *****«..Allah'tan korkun ve kişi, yarın için ne gönderdiğine baksın. Allah'tan korkun..» (Haşr, 18.), *****«..Al­lah seni seçti, temizledi ve seni dünyaların kadınlarına üstün kıldı.» (Âl-i İm­rân, 42.). Söz uzadığında yapılan tekrarla ilgili, yukarıda geçen âyetler de, bu nevidendir.

Tekrar edilen ikinci lâfzın müteallakı başka, birinci lâfzın müteallakı da başka olması halinde, müteallakı'ın farklılığı, tekidi gerektirmez. Bu nevi tekra­ra, terdid adı verilir. ***** «Allah, göklerin ve yerin nurudur. Onun nuru, i-çinde lamba bulunan, penceresiz bir oyuğa benzer. Lamba cam içindedir. Cam sanki inciden bir yıldız..» (Nur, 35.) âyeti buna misaldir. Bu âyette dört ayrı tekrar mevcuttur.

İbn-i Abdisselam ve diğer ulema *****«Şimdi Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz.» (Rahmân, 13, 16, 18...) âyetlerini bu kabil­den saymışlar ve şöyle demişlerdir. Bu âyet, sûrede otuzdan fazla tekerrür et­se bile, her biri mâkabline bağlıdır. Bu bakımdan âyet, üçten fazla tekrar edil­miştir. Şayet, tekrar eden bu âyet, bir müteallaka bağlı olsaydı, üçden fazla tekrar edilmezdi. Çünkü tekid, üç tekrardan fazla olmaz.

Bu âyetin müteallakı, bir nimet olsa bile, nimeti inkârdan dolayı uyarmak da bir nimet sayılır. *****«Yer üzerinde bulunan her şey yok olacak­tır.» (Rahmân, 26.) âyetinde hangi nimet vardır diye sorulduğunda, muhtelif ce­vaplar verilebilir. Bunların en güzeli, gam ve kederle dolu bu dünyadan, saadet kaynağı olan ahirete intikal, Mü’min'in facirden kurtulmasıdır.

Mürselât sûresindeki *****«(Hakkı) yalanlayanların vay hali­ne o gün.» (Mürselât, 19, 24.) âyeti de bu kabildendir. Allahü teâlâ bu sûrede, muhtelif kıssaları zikretmiştir, her kıssanın akabinde, bu âyeti tekrarlamıştır. Her birinde: O gün bu kıssayı yalanlayanların vay haline.. demek istemiştir.

Şuarâ sûresindeki *****«Şüphesiz bunda bir işaret vardır. Ama çokları inanmazlar. Ve şüphesiz Rabbin, işte üstün Odur, merhamet eden Odur.»(8, 9; 67, 68; 103, 104.) â-yeti de bu kabildendir. Âyet, bu sûrede, her kıssanın sonunda, sekiz kere tekrar etmiştir. Bu âyetin tekranyla, zikredilen Nebi'nin kıssasına, bu kıssada ibret ve delillerin bulunduğuna işaret edilmektedir.

*****«Ama çokları inanmazlar.» (Şuarâ, 8, 67, 103,..) â-yeti, her nebinin kavmine mahsus bir ifadedir. Bu âyetin mefhumunda, her kavim içinde îman edenlerin sayıca azlığı mânası mevcut olduğundan, izzeti, içlerinden îman etmeyenlere, rahmeti de îman edenlere işaret olmak üzere, müteakip âyette *****ve *****gibi iki sıfatla zikredilmiştir.

Kamer sûresindeki *****«Andolsun biz Kur'a-nı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?» (17, 22, 32, 40.) âyetleri de bunun gibidir. Zemahşerî, âyetin tefsirinde şöyle der: Bu âyet, her kavme ait kıssayı duyanların, ibret almaları ve dikkatli olmaları için tekrar edil­miştir. Çünkü bu kıssaların her biri, kendine mahsus bir değer taşımakta, se­vinç ve gafletlerine mağlup olmamaları için, uyanık bulunmalarına işaret etmek­tedir.

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır