ohal nedir vikipedi / Afet, uluslararası ilişkileri nasıl etkiliyor?

Ohal Nedir Vikipedi

ohal nedir vikipedi

Anasayfa

Ayın eseri

Birdenbire Sönen Kandilin Hikâyesi, Sabahattin Ali'nin yazmış olduğu bir hikayedir.

Naşir, tesadüfen bulduğu bu eski el yazısının nerede ve ne zaman yazıldığını tayin edememiştir:
Hasta sinirlerim için tavsiye ettikleri bu tenha ve âsude havalide uzun bir akşam gezintisinden dönüyordum.
Sıcak bir son bahar gününün nihayeti idi. Gecenin yaklaştığını gören tabiat serin bir nefes almak için kımıldıyordu.
Biçilmiş tarlaların ortasında ıslak bir halat gibi parlıyarak uzanan patikaya giderken karşı tepelerin birinde yüksek bir bina gözüme ilişti.
Perdesiz pençerelerine akseden güneş ona kırmızı gözlü bir canavar şekli veriyordu; ve yıkık duvarlı bir bahçenin ortasında harap bir kaleyi veya bir malikâne bakayasını andıran hazin bir ihtişamı vardı.
Vakıtın daha erken olduğunu düşünerek bu binayı yakından görmek arzusuna kapıldım.
Kurumuş tarlaların ortasında yürüdükten, hafif bir sırtı tırmandıktan sonra yarısına kadar açık duran paslı bir demir kapıyı geçtim, aralarından otlar fışkıran çakıl döşeli yoldan yürümeye başladım. iki tarafımda vahşileşmiş ağaçlar, artık birer tümsek halini almış eski çiçek tarhları vardı. Kuru bir havuzun kenarında devrilmiş mermer saksılar duruyordu. Ve onların arasında nasılsa kalmış olan beyaz bir kasımpatı buraları örten siyah bir perdenin üzerinde maziyi görmek için bırakılmış bir delik gibiydi.

(devamını okuyun)
kaynağı değiştir]

Kurallar[değiştir

Afet, uluslararası ilişkileri nasıl etkiliyor?

Kahramanmaraş depremlerinden hemen sonra deprem bölgesine pek çok ülkeden gelen kurtarma ekipleri, arama kurtarma çalışmalarına katılarak pek çok kişinin kurtarılmasında önemli rol oynadı. Deprem gibi doğal afetlerin uluslararası ilişkilere etkisini değerlendiren siyaset bilimci Prof. Dr. Havva Kök Arslan, bu gibi durumların ülkeler arasındaki politik eğilimleri kalıcı bir şekilde değiştirmekten öte sürtüşmelere bir süre ara verilmesi sonucunu doğurabileceğini belirtiyor. Arslan, bu gibi durumların yardımlaşma ve dayanışma havasının sağlayabileceği potansiyel işbirliği ve uluslararası barış ortamı için de fayda sağlayabileceğine dikkat çekiyor.    

 

 

 

 

Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi (İTBF) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler (İngilizce) Bölüm Başkanı Prof. Dr. Havva Kök Arslan, deprem gibi doğal afetlerin uluslararası ilişkilere etkisine ilişkin değerlendirmede bulundu.

6 Şubat günü sabah saat ’de büyüklüğünde merkez üssü Kahramanmaraş Pazarcık olan ve aynı gün 'te merkez üssü Kahramanmaraş Elbistan olan 7,6 büyüklüğünde iki deprem meydana geldiğini hatırlatan Prof. Dr. Havva Kök Arslan, “Bölgenin çeşitli yerlerinde şiddetli başkaca artçı depremler bunu takip etmiştir. Çok sayıda insanımızın hayatını kaybettiği ve yaralandığı felakette çok sayıda insan da evsiz kalmış ve psikolojik travma geçirmiştir.” dedi.

Pek çok ülkeden arama kurtarma ekipleri geldi

Kahramanmaraş depremlerinin, ülkemizde uzun yıllardan beridir görülmeyen büyüklükte bir doğal afet olduğunu kaydeden Prof. Dr. Havva Kök Arslan, “Binlerce binanın yıkıldığı depremler nedeniyle 4. Seviye alarm verilmiş ve pek çok ülkeden kurtarma ekipleri bölgeye intikal etmiştir.” dedi.

Adıyaman, Hatay, Kahramanmaraş, Gaziantep, Malatya, Adana, Diyarbakır, Şanlıurfa, Kilis ve Osmaniye illerinin depremde en çok zarar gören iller olduğunu ifade eden Prof. Dr. Havva Kök Arslan, Ahbap ve İHH gibi sivil inisiyatiflerin yardım çalışmalarında önemli roller oynadıkları bu büyük felaket sonrasında 8 Şubat ’ten itibaren 90 günlük OHAL ilan edildiğini söyledi.

Doğal afetlerde insani boyut öne çıkar

Doğal afetlerin ülkelerin insani ve maddi açıdan büyük zarara uğradıkları durumlar olduğunu kaydeden Prof. Dr. Havva Kök Arslan, “Olağan durumlarda devletler çatışma ve iş birlikleri ile birbirlerine yer yer fayda sağlar yer yer de birbirlerinin çıkarlarını zedelerler. Ancak doğal afetler yalnızca devletler arası çıkarlar açısından değerlendirilebilecek bir durum olmanın ötesinde bir boyutu ortaya çıkarır, bu da meselenin insani boyutudur.” dedi.

Felaket anında felaketin acısı paylaşılır

Dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan sıradan ve ruh sağlığı yerinde olan insanların bir ülkenin başına gelen bir felaket söz konusu olduğunda gösterecekleri ilk tepkinin üzüntü olduğunu kaydeden Prof. Dr. Havva Kök Arslan, “Zira hangi ülkede olursa olsun sağlıklı insan herhangi bir sebep olmaksızın bir başka insanın başına olağanüstü kötü bir şey gelmesini isteyemez. Bu bakış elbette ki devletlerin ve uluslararası kuruluşların da verecekleri kararlarda kısmen ve kısa bir süreliğine de olsa etkili olur. Bu nedenle bir ülkenin başına gelen bir felaket anında neredeyse her ülke, en azından yaranın şoku atlatılana dek az ya da çok felaketin acısını paylaşma eğilimi gösterir.” dedi.

Ülkeler arasındaki politik eğilimler kalıcı şekilde değişemez

Bu durumun elbette toplumlar arasındaki olumlu insani duyguların hatırlanması bakımından olumlu bir netice doğurduğunu da ifade eden Prof. Dr. Havva Kök Arslan, “Nitekim zaman zaman sürtüşme yaşadığımız Yunanistan gibi ülkelerde ve özellikle toplumlarında hâkim olan duyguların acımızı paylaşma yönünde olduğunu gözlemleyebilmekteyiz. Ancak bunların ülkeler arasındaki politik eğilimleri kalıcı bir şekilde değiştirmesini beklememek gerekir. Daha ziyade bu durum, sürtüşmelere bir süre ara verilmesi sonucunu doğurur.” diye konuştu.

Olumlu bir fırsat olarak değerlendirilmelidir

Siyaset bilimci Prof. Dr. Havva Kök Arslan, afet öncesi krizlerin özellikle de yapısal nedenlere bağlı olmaması durumunda bu tür krizlerde ilişkilere yansıyan olumlu havanın da hem devlet düzeyinde hem de sivil toplum düzeyinde ülkelerin aralarındaki ilişkiyi olumlu yönde değiştirmek için bir fırsat olarak değerlendirilmesi gerektiğini söyledi.

Yardımlaşma ve dayanışma havası, barış ortamına katkıda bulunmalıdır

Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi (İTBF) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler (İngilizce) Bölüm Başkanı Prof. Dr. Havva Kök Arslan, sözlerini şöyle tamamladı:

“Dünyanın ve bölgemizin içinde bulunduğu çatışma ortamlarının olduğu bu günlerde felaketin olumsuz yanlarından etkilenmekle birlikte yardımlaşma ve dayanışma havasının sağlayabileceği potansiyel iş birliği ve uluslararası barış ortamına katkıda bulunacak şekilde lehimize çevirmemiz faydalı olacaktır.”

 

Üsküdar Haber Ajansı (ÜHA)

Demir Leydi’den temiz çamaşırlarını bile saklamaya çalışan bir halkın evlatları olarak siyah önlüklerimiz ve takım elbiselerimizle okullara, işyerlerimize koşmuş ve Çernobil faciasından sonra fındık ihracatımız tamamen durma noktasına geldiğinde bizlere boca edilen fındıkları yiyerek yeni bir ziyaretin geleceği güne kadar hüznümüzü yüreğimize gömmüştük. O radyasyonlu fındık bolluğundan olacak ki derslerde sık sık “dünyada kendi kendine yeten 7 ülkeden birisi” olarak bahsedilen Türkiye’nin, kendi kendini kandıran ülkeler arasında da ilk yediye gireceğini daha sonra öğrenecektik. O dönemde Sanayi Bakanı Cahit Aral çıkıp “Türkiye’de radyasyon var diyenler dinsizdir” demiş, Özal “Azıcık radyasyonlu çay sağlığa faydalı” diye açıklama yapmış ve Evren “Bize radyasyondan madrasyondan bir şey olmaz” deyip haberlerin büyütülmemesi yönünde basına telkinde bulunmuşlardı. Hakikaten Evren’e yalnızca radyasyondan değil yaptığı darbeden ve işlediği suçlardan da bir şey olmadı ama çaylar radyasyonlu çıktı, Karadeniz’de kanser patladı, vs vs. Fakat suçlu Çernobil’de “radyasyon patlatan” Ruslar’dı. Ruslara ilkokulda öğrendiğimiz şu şiirle gereken cevabı vermiş, yine ülke olarak rahatlamıştık: “Bir, iki, üçler yaşasın Türkler/ Dört, beş, altı Polonya battı/ Yedi, sekiz, dokuz Alman domuz/ On, on bir, on iki İtalya tilki/ On üç, on dört, on beş Ruslar kalleş”.

Thatcher’dan balkondaki temiz çamaşırları sakladığımız yıllarda elin “gâvuru” “Gece Yarısı Ekspresi” diye de bir film çekmiş ve bu film Türkiye gibi kendi kendine yeten güzel ülkemizde infial yaratmıştı. Ülkece filme çok sinirlenmiştik ama filmde neye sinirlendiğimizi devletimiz filmi yasakladığı için bilememiştik. Ama ziyadesiyle sinirlenmiştik. Çünkü devlet büyüklerimiz sinirlenmişti ve sinirlenmekten başka bir duygu durumunun başa bela olabileceği düşüncesi bizi de sinirlendirmişti. Ancak neye sinirlendiğimizi yıllar sonra film yayınlandığında öğrenmiştik. Filmde “Türkler” kötü insanlar olarak gösterilmişti. “Türkler” dediğimiz de mahpushanede her türlü dalavereyi çeviren işkenceci bir polisti. Oysa o yıllarda da, öncesinde, sonrasında da –haşa- işkence falan zaten yoktu (Ama sonra olmayan işkence kaldırılacak ve bundan bazıları nemalanacaktı). Eğer işkence yoksa kaldırılan neydi? Varsa filme neden bu kadar sinirlenilmişti? Hayretler içerisinde, bu haçlı saldırısı için gâvura feryat ederken eleştirilecekse de kendimiz kendimizi eleştiririz deyip yukarıdaki kafa karıştıran soruları bir yana bırakıp rahatlamıştık. Ülkemizde işkencenin, OHAL’lerin vs yeri yoktu. Varsa da yoktu. Yoksa zaten var denilemezdi. Varsa var demenin anlamı da bir KHK’ye bakardı.

İçeriği ve haklılık-haksızlık tartışması bir yana, filmde, temiz çamaşırlarımızı bile saklamaya çalıştığımız gâvurun müthiş bir tespitini görmüş ve hayret etmiştik. Bir hapishane sahnesinde Erzurumlu Aşık Reyhani’den parça çalınıyordu. Erzurum, Kars ve yörelerinde iyi tanınan ve döneminde soldan sağa doğru hızlı bir geçiş yapsa da her kesim tarafından sevilen Aşık Reyhani’yi, özbeöz Erzurum âşığını, tam sağa çektiği yıllarda Türkiye bilmez tanımazken gâvur görebilmiş, bizden iyi tanımıştı. Çamaşırı saklarken âşığı yakalatmıştık ki bu hiç hoş değildi. Hem âşık elden gitmiş hem de film bütün dünyada gösterime girmişti. Ama olsundu Biz filmi yasaklarsak, biz filmi bilmezdik ve bizim bilmediğimiz film de hem çekilmemiş, hem yayınlanmamış, hem de izlenmemiş olurdu. Böylelikle, dünya zihnimizin ürünüdür diyen ünlü felsefeci Berkeley “ben neden Türkiye’de felsefe yapmadım ki?” diye mezarında iki üç defa dönerdi.

Felsefecileri yattıkları yerde döndüre döndüre bugüne geldik. Sanırım en son Ibn Haldun şöyle bir irkilmiş ve kaldıysa tüyleri diken diken olmuştur. Ibn Haldun kimdir diye bakmak için internete girdiğinizde karşınıza çıkan “Bu Siteye Ulaşılamıyor” yazısının nedeni ise büyük ihtimalle saklamaya çalıştığımız bir şeylerin varlığı olsa gerektir. Kimden mi? Kendimizden. Çünkü “gâvurlar” çamaşırlarımızı ve halk âşıklarımızı bile zaten bizden daha iyi biliyor. Yasaklamak kendimize dair bir huydur bizde.

Tüm Yazıları

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır