mecburiyetten yalan yere yemin etmek / Yemin nasıl bozulur? Yemin bozmanın kefareti nedir

Mecburiyetten Yalan Yere Yemin Etmek

mecburiyetten yalan yere yemin etmek

YEMİNLER VE NEZİRLER BÖLÜMÜ.. 4

Nezir:. 5

1. Yalan Yere Edilen Yeminler Hakkında Sert Tutum 5

Birinin Malını Almak İçin Yemin Etmek. 6

2. Hz. Peygamberin Minberinin Yanında Edilen Yemini Tazim Konusunda (Gelen) Haberler9

3. Putlar Adına Yemin Etmek. 10

4. Babaların Adı İle Yemin Etmek Mekruhtur. 12

5. Emanete Yemin Etmek Mekruhtur. 15

6. Yemin-i Lağv. 16

7. Yeminde Ta'riz. 17

(İslâm'dan) Berî Olmaya Ve İslâm'dan Başka Bir Dine Yemin Etmek. 19

8. Katık Yemeyeceğine Yemin Eden Kişinin Durumu. 21

9. Yeminde İstisna. 22

Hz. Peygamber (S.A)'in Yemini Konusunda Gelen Haberler. 23

Kasem Yemin Olur Mu?. 26

Bir Yemeği Yemeyeceğine Yemin Eden Kimsenin Durumu. 28

Akrabayı Ziyareti (Sıla-i Rahim) Kesmek Üzere Edilen Yemin. 29

Kasden Yalan Yere Yemin Eden Kişinin Durumu. 32

Kişi Yeminini Bozmadan Önce Keffaret Ödeyebilir. 33

Keffarette Kaç Sa' Verilir?. 36

(Yemin Keffaretinde) Mü'min Köle Azad Etmek. 38

Sustuktan Sonra Yeminde İstisna. 40

Nezirlerden Nehy. 41

Günah İşlemeyi Adamak (Konusunda Gelen Hadisler). 43

Günah İşlemeyi Adayana Keffaret Gerekir Diyenler. 44

Beyt-i Makdis'de Namaz Kılmayı Adayan Kimsenin Durumu. 51

Kişinin Sahip Olmadığı Bir Şeyi Nezretmesi. 52

Vefa Gösterilmesi Emredilen Adak. 54

(Tüm) Malını Sadaka Olarak Vermeyi Adayan Kimse Hakkındaki Hadisler. 57

Ölünün Adağını Onun Namına İfa Etmek. 59

Oruç Borcu Olduğu Halde Ölen Birinin Orûcunu Velisinin Tutacağına Dair Gelen Hadisler61

Gücünün Yetmeyeceği Bir Adağı Adamak. 61

Adını Tayin Etmeden Adak Adamak. 62

Cahiliye Çağında Nezredip De Daha Sonra Müslüman Olan Kişi Ne Yapar?. 63


Yeminler ve nezirlerle ilgili hadislerin terceme ve izahlarına geçmeden önce, bu terimlerin sözlük ve ıstılah manaları ile, Hanefî mezhebine ait ge­nel hükümlerinden kısaca bahsetmek istiyoruz:

Yemin sözlükte; sağ el, hayır, bereket ve kuvvet manalarına gelir.

Istılahta yemin; bir kimsenin, bir işi yapma veya yapmama konusunda­ki kararlılığını göstermek ve sözüne güç katmak için söylediği bazı sözler­dir. Kelimenin lügat manası ile ıstılah manası arasındaki münasebeti Askalânı iki şekilde izah eder:

a) "Yemîn" kelimesinin, lügat manalarından birisi "sağ el"dir, Arap­lar birbirleri ile yeminleşeceklerinde; her biri diğerinin sağ elini tutardı. Onun için bu andlaşmaya yemin denilmiştir.

b) Sağ elin özelliği, bir şeyi korumaktır. Yemin, yemine konu olan şeyi korumaya vesile olduğu için, bu ameliyyeye "yemin" denilmiştir.

Yemin, her zaman geleceğe dönük olarak edilmez. Geçmişte yapılan veya yapılmayan konularda inandırıcılık sağlamak için de yemin edilir. Meselâ; "Vallahi yarın şöyle yapacağım" demek yemin olduğu gibi, "Vallahi dün şu işi yaptım" ya da "yapmadım" demek de yemindir.

Aslında yemin, Allah'ın isimlerinden veya örfen yemin edilen zatî sıfat­larından birisi ile edilir. Yeminde en çok kullanılan sözler: "Vallahi, billahi tallahi" sözleridir. Kur'an adına edilen yeminler de yemin sayılırlar. "Kâfir olayım, kıblem başka yöne olsun" gibj sözler yemin niyetiyle söylenmişse yemin olur. Ancak bunları söyleyen kişi yemine konu olan şeyi yapmadığı takdirde kafir olacağını zanneder ve o şeyi yapmazsa dinden çıkar; iman ve nikâh yenilemesi icabeder. Halk arasında çok kullanılan, "Kur'an, ekmek çarpsın" sözü yemin değildir. Dolayısıyla bu sözle yapılan yemin bozulduğu takdirde keffaret gerekmez.

Kasem suretiyle yapılan yeminler üç çeşittir:

1- Yemin-i Gamûs: Geçmişle ilgili olarak yalan yere yapılan yemindir. Bir kimsenin, yaptığı bir şeyi bilerek inkâr edip yemin etmesi ya da yapma­dığı bir şeyi bilerek, yaptım diyerek yemin etmesi bu sınıftandır. Yemin-i ga­mûs haramdır. Hz. Peygamber (s.a) bir hadis-i şerifte bu yemini; Allah'a ortak koşmak, anaya babaya isyan etmek ve haksız yere adam öldürmekle birlikte en büyük günahların arasında saymıştır.

Yemin-i gamûs o kadar büyük bir günahtır ki, bu günahın eserini sil­mekte keffaret yeterli değildir. Onun için yemin-i gamûstan dolayı tevbe is­tiğfar edilir. Eğer bu yemin ile bir kulun hakkının zayi olmasına sebep olun-muşsa, tevbe etmeden önce o hak telafi edilir. Şâfiîlere göre, bu yeminden dolayı, keffaret icabeder.

2- Yemin-i Lağv: Yanlışlıkla ve doğru olduğu zannedilerek yapılan ye­mindir.

Yemin-i lağv geçmiş zamanla ilgili olabileceği gibi, şimdiki zamanla il­gili de olabilir. "Vallahi borcumu ödedim" geçmiş zamana, "vallahi su akıyor" da şimdiki zamanla ilgili yemine misâldir.

Yemin-i lağv, Allah katında bir mes'uliyeti gerektirmez. Dolayısıyla bu çeşit yeminlerde tevbe de keffarette gerekmez. Allah (c.c.) bir âyet-i kerime­de: "Allah sizi lağv (rastgele) yeminlerinizden dolayı değil, bile bile ettiğiniz yeminlerinizden dolayı hesaba çeker." buyurmaktadır.

3- Yemin-i Mün'akide: Gelecekle ilgili bir jş için yapılan yemindir. Bu tür yeminler; yapılması da yapılmaması da mümkinattan olan bir şeyi yap­mak veya yapmamak için edilir. Meselâ, "Vallahi yarın falan yere gideceğim" şeklindeki bir yemin bu türdendir.

Yemine konu olan şey yapılırsa, yani yemine riayet edilirse yapılacak bir şey yoktur. Ama yeminin icabı yerine getirilmemiş veya getirilememişse, bu yeminden dolayı keffaret icabeder.

Mubah bir şey için yapılan yeminlerde, imkân nisbetinde verilen söz tu­tulmalı ve yemin bozulmamalıdır. Fakat, bir farzı terk veya bir haramı işle­mek için yemin edilmişse bu yemine riayet edilmemeli, yeminin keffareti öden­melidir.

Yemin eden kişinin, yemini, bilerek veya unutmuş olduğu halde, kendi rızasıyla veya zorlama yoluyla etmiş olması arasında fark yoktur. Ayrıca ye­minin bozulması durumunda, yemine konu olan şeyin unutularak ya da baş­kasının zorlamasıyla yapılması keffareti düşürmez.

Yeminin gereğini yerine getiremeyip, bozan kişiye lâzım olan kefaretin ödenme yolu; bir köle azad etmek veya on fakiri akşamlı sabahlı doyurmak, ya da on fakire orta halli bir elbise giydirmektir. Buna gücü yetmeyen kişi ise peşpeşe üç gün oruç tutar. Şafiî mezhebinde orucun peşpeşe olma şartı yoktur.

Yemin keffaretinin yemek yedirme şeklinde ödenmesi durumunda, ye­mek yedirme yerine fitre de verilebilir. Bu durumda ya on fakire birer fitre, ya da bir fakire her gün bir fitre olmak üzere on günde on fitre verilir. Bir faki­re bir günde on fitre verilse bu bir fitre yerine geçer. Elbise giydirmede de, on elbise bir tek fakire verilecekse her bir elbise ayrı ayrı günlerde verilmelidir.

Yemin keffaretinin dayanağı şu mealdeki âyet-i kerimedir.

"Yeminin keffareti, ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on düş­künü yedirmek yahut giydirmek ya da bir köle azad etmektir. Bulamayan üç gün oruç tutmalıdır; yeminlerinizin keffareti budur. Yemin ettiğinizde ye­minlerinizi tutun. Şükredesiniz diye Allah size böylece âyetlerini açıklıyor."

Nezir:

Nezir, sözlükte "korkutmak" demektir. Istılahta; Allah'a ta'zim için, mubah bir şeyin yapılmasını deruhte etmek, demektir. Râğıb, nezri; "Bir şeyin meydana gelmesi için, vacib olmayan bir şeyi, vacip kılmak" şeklinde tarif eder.

Görüldüğü gibi nezir, Türkçe'de "adak" diye bilinen şeydir.

Bir nezrin sahih olması için şu şartların bulunması gerekir:

1- Nezir, farz ye vacib cinsinden bir ibadetle ilgili olmalıdır. Dolayısıy­la, "Şu kadar oruç tutayım", şeklindeki bir nezir sahihtir. Fakat, "Falan ye­re gideyim" tarzındaki bir nezir sahih değildir.

2- Nezredilen şey, kişinin zaten yapmak mecburiyetinde olduğu farz ve­ya vacipler olmamalıdır."Nezrim olsun bu Ramazanın orucunu tutayım" tarzındaki bir nezir sahih değildir. Çünkü Ramazan orucunu tutmak zaten vazifesidir.

3- Nezredilen şey cinsinden olan farz veya vacib, lizâtihi maksud olma­lıdır. Onun için namaz kılmak üzere yapılan nezir sahih, fakat abdest almak üzere yapılan nezir, sahih değildir.

4- Nezredilen şey, olması mümkün olmayan cinsten bir şey olmamalı­dır. Dolayısıyla, "Geçen sene oruç tutayım" şeklinde yapılan bir nezir sahih değildir. Çünkü, geçen senenin geri gelmesi mümkün değildir.

5- Nezredilen, günah cinsinden bir şey olmamalıdır. "Şu işim olursa, kendimi Allah'a kurban edeyim" tarzındaki bir nezir sahih değildir. Çünkü bu, intihardır.

6- Nezir malla ilgili ise, nezredilen şey nezredenin mülkünden fazla ve­ya başkasına ait olmamalıdır. Meselâ, elli bin lirası olan kişinin, "nezrim olsun fakirlere yüz bin lira sadaka vereceğim" şeklindeki bir nezri sahih olmaz.

Nezirler; bir zamanla kayıtlı olup olmaması itibarıyla; muayyen, gayr-i muayyen; bir şarta bağlı olup olmaması itibarıyla da; mutlak ve muallak çe­şitlerine ayrılır.

Muayyen nezir: Bir zamanla kayıtlı olan nezirlerdir. "Nezrim olsun önü­müzdeki ayın onuncu günü oruç tutayım" tarzındaki bir nezir, muayyen ne­zirdir. Bu ifade ile yapılan bir nezir, şarta bağlanmadığı için, aynı zamanda mutlaktır.

Bir yerle kayıtlı olan nezirler de muayyen nezirdir.

Mutlak muayyen nezirler; kayıtlanan, zaman ve yere münhasır olmaz. Dolayısıyla o gün yerine getirilmezse başka bir günde o ibadet işlenir. Mese­lâ, "Cuma günü Eyüp Camii'nde iki rek'at nafile namaz kılmayı" nezreden kişi; iki rek'at namazı cumadan başka bir günde ve Eyüp Camii'nden başka bir yerde kılsa, nezrini yerine getirmiş sayılır. Hatta, bir gün tayin ederek bir adakta bulunan kişi, o gün gelmeden adağını yerine getirebilir. Bu, Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf'a göredir.

Gayr-i muayyen nezir: Bir zaman ve yerle kayıtlı olmayan nezirlerdir. "Nezrim olsun üç gün oruç tutayım" şeklinde yapılan bir nezir, gayr-i mu­ayyendir.

Mutlak nezir: Bir şarta bağlı olmadan, doğrudan doğruya Allah rızası için yapılan nezirler, mutlak nezirlerdir. "Allah rızası için oruç tutayım" de­mek gibi.

Bu şekilde yapılan nezirler makbuldür ve sevaba vesiledir. Çünkü işin içinde dünyalık bir kaygı yoktur.

Muallak nezir: Bir şartın gerçekleşmesine bağlı olarak yapılan nezirler­dir. "Şu hastalıktan iyi olursam, kafirlere şu kadar lira sadaka vereyim." şeklindeki bir nezir, muallak nezirdir. Aslında bu, dünyevî bir menfaata bağlı olduğu için makbul değildir. Çünkü nezir ibadet cinsinden olacaktır. Ve ibadet Allah için edilir. Zaten Allah'ın takdiri değişmez. Onun için kişi nezirle öle­cek hastayı iyileştiremez. Buna rağmen, bir şarta bağlı olarak yapılan nezir­lerin bağlandığı şartın gerçekleşmesi halinde yerine getirilmesi gerekir. Aksi halde borçlu olur.

Şart tahakkuk etmeden, nezir yerine getirilemez. "Şu işim olursa şu ka­dar oruç tutayım" diyen kişi, o işseafoodplus.infon oruç tutarsa, nezrini eda etmiş sayılmaz.

Şarta bağlanan nezirler, zaman ve mekânla kayıtlı olmaz. Meselâ; "Şu işim olursa filan günü oruç tutayım" diye, adakta bulunan kişi, o işi olun­ca, orucunu o günden başka bir günde tutulabilir.

Nezirde kasd şart değildir. Dolayısıyla, "Ben şakadan nezretmiştim" diye bir sözün geçerliliği yoktur.

1. Yalan Yere Edilen Yeminler Hakkında Sert Tutum

İmrân b. Husayn (r.a), Rasûlullah (s.a)'ın şöyle buyur­duğunu rivayet etmiştir:

"Yalan yere; "masbûra" yemini üzerine yemin eden kişseafoodplus.info­nemdeki yüz üstü kalacağı yerine hazırlansın."

Açıklama

"Masbûra" sözlükte; habsedilmiş demektir. Çünkü sabr; hapis manasına gelir.

"Masbûra yemini", Kamus'da şöyle izah edilmektedir: "Üzerine yemin terettüp eden kişi o yemin sebebiyle hapsedilir ve yemin edinceye kadar ha­piste tutulursa, bu yemine "masbûra" denilir."

Aslında, hapsedilen yani masbûr olan; yemin değil, yeminin sahibidir. Fakat insan, bu yemin sebebiyle hapsedildiği için, mecazi olarak yeminin sı­fatı olmuştur.

İbnü'1-Esir, Nihâye'de; "Kim habs yemini ile ye­min ederse" hadisindeki, sabr" ve, hadisindeki "masbûra" kelimelerini izah ederken şöyle der: "Yani kişinin ilzam edildiği ve onun yüzünden hapse atıldığı yemin. Bu yemin hü­küm cihetinden" sahibine lâzım (bitişik)dir. Her ne kadar aslında yemin sahi­bi habşedilir ise de, bu yemine masbûra denilir. Çünkü kişi o yemin yüzünden hapsedilmiştir. Dolayısıyla, yemin mecazi olarak haps ile vasıflanmış ve ona izafe edilmiştir."

Aynî de; bir sonraki hadisin, Buharî'deki rivayetinde bulunan; cümlesini izah ederken şöyle der: "Bu yemin kendisinin üzerine sahibinin ilzam edildiğseafoodplus.info zorlandığı yemindir. O, sultanın, bir ada­mı yemin edinceye kadar bir yemin üzerine hapsetmesidir." Yine Aynî'deki ifadeye göre; Dâvûdî: Bu yeminin manasının; kişinin, insanların başlan üze­rine yemin edinceye kadar tutulması olduğunu söyler.

Bu ifadelerden anlaşılıyor ki; masbûra yemini; yemin etmesi gereken ki­şinin o yemini edinceye kadar hapsedilmesini icabettiren yemindir.

Hz. Peygamber (s.a), bu hadiste; hapsedildiği konuda yalan yere yemin eden kişinin Cehennemdeki yerinde yüzüstü kalacağını ifade etmektedir. Ter-cemeye "yüzüstü" diye geçtiğimiz terkibindeki "bâ" harfi cerri "ala" manasındadır. Bu terkibi, bizim terceme ettiğimiz manada değil de; "O ye­mini sebebiyle" şeklinde anlayanlar da olmuştur. O zaman cümlenin mana­sı; "O yemin sebebiyle cehennemdeki yerine hazırlansın" olmuş olur. An­cak bu mana sarihler tarafından pek tutulmamıştır.

Cehennemliklerin, seafoodplus.infoi şu anda mevcuttur. Hadiste be­lirtildiği üzere yalan yere yemin eden kişi, o yerinde yüzünün üzerinde sürü­nerek kalacaktır. Hz. Peygamber (s.a) bu manayı, emir siğasıyla "hazırlansın" şeklinde ifade etmiştir.

Yalan yere yemin etmenin, son derece günah olduğunu gösteren birçok hadis vardır. Bundan sonraki babda gelecek olan hadisler bunlardandır.

Birinin Malını Almak İçin Yemin Etmek

Abdullah (b. Mes'ûd) (r.a) Rasûlullah (s.a)'m şöyle bu­yurduğunu haber vermiştir:

"Bir kimse, müslüman bir kimsenin malım almak için yalan yere yemin ederse; Allah kendisine gazaplı olduğu halde Allah'a ulaşır."Eş'as (r.a) dedi ki:

Vallahi bu hadis benim hakkımdadır. Benimle bir yahudinin ara­sında (nizâlı) bir arazi vardı. Yahudi benim hakkımı inkâr etti. Duru­mu Hz. Peygamber'e arzettim. Rasûlullah (s.a) bana:

“Delilin var mı?" diye sordu.

Hayır, dedim. O zaman yahudiye: “Yemin et!" dedi.

Ya Rasûlullah! Öyleyse yemin eder, malımı alır götürür, dedim. Bunun üzerine Allah, "Allah'ın ahdini ve yeminlerini az bir değere değişenlerin,” âyetini indirdi.

Açıklama

Hadisin Buharı'deki rivayetinde; kelimesinden sonra bir de kelimesi vardır. Yanı oradaki rivayet, şeklinde başlamaktadır. "Sabr"dan maksadın ne oldu­ğu, önceki hadisin şerhinde geçmiştir. Ayrıca Buharî'nin rivayetinde âyet-i kerime hadisin sonunda değil, ortasında; Eş'as b. Kays'ın sözünden önce­dir. Ebû Dâvûd'da ise âyet, hadisin sonunda yer almıştır. Bir de; Ebû Dâvûd'da Eş'as'ın, "Bir yahudi ile aramda nizâlı bir arazi vardı" dediği bil­dirildiği halde, Buharî'de: "Amcamın oğlunun arazisinde bir kuyum vardı" dediği zikredilmektedir. Bu hal, rivayetler arasında bir tezat görünümü arzetmektedir.

Aynî bu ayrılığı şu şekilde te'Iif eder: Eş'as'ın kuyusu, amcasının oğlu­nun tarlasının içindedir. Ebû Davud'un rivayetindeki "arz"dan maksat da kuyunun yeridir. Amcasının oğlunun yahudi olması da pek tabiidir. Çünkü Yemenlilerin bir kısmı yahudi idi. Yusuf Zü Nüvas oraya hâkim olup', Ha-beşlileri kovdu. İslâm Yemen'e girdiği zaman, onlar yahudi idiler.

Aynî'nin bu ifadeleri gözönüne alındığında Buharı ve Ebû Dâvûd'daki hadisleri müştereken düşünerek şöyle diyebiliriz: Eş'as; "Amcamın yahudi olan oğlunun arazisi içinde, onunla benim aramda yeri nizâlı bir kuyu var­dı" demek istemiştir.

Hadis-i şerifte; bir müslümanm malını almak için yemin eden kişi anla­tılırken; ( >ü lj y>} ) "O yemininde yalancı olduğu halde" kaydı yer al­mıştır. Bİzim "yala" yere" diye terceme ettiğimiz bu kayddan anlaşılıyor ki; bilmeden, unutarak veya zorlanarak yemin eden kişi, hadiste ifade edilen hükmün dışında kalmaktadır.

Rasûlullah (s.a), bir müslümanın malını almak içiri yemin eden kişinin Allah'a, Allah kendisine öfkeli olduğu halde ulaşacağını bildirmiştir. Bun­dan maksat şudur: Allah (c.c) böylelerine, gazaba uğrayanlara yaptığı mua­meleyi yapacak, onlara azab edecektir.

Hadisin devamında; Eş'as b. Kays'ın başından geçen bir hâdise yer al­maktadır. Bu bölümde, önemli bir fıkıh kaidesine işaret edilmektedir kî o da şudur: "Beyyine müddeiye, yemin müddea aleyhe (davalı) aittir." Çün­kü Hz. Peygamber (s.a), Eş'as'a; "Delilin var mı?" diye sormuş, o "hayır" deyince yahudiye yemin teklif etmiştir. Buradaki beyyineden maksat, iki ta­ne şahittir. Bu konu, ilende gelecek olan Kitabu'l Büyû'da izah edilecektir.

Hadisin ışık tuttuğu diğer önemli bir nokta da; dünyevi ahkâm husu­sunda İslâm idaresi altında yaşayan müslümanlarla, gayrı müslimlerin aynı hükümlere tabi oldukları ve onların mallarının da müslümanların malları gibi dokunulmazlığının olduğudur. Çünkü öyle olmasaydı Hz. Peygamber da­vaya gerek duymadan, nizâlı araziyi müslüman olan davacıya verir, işi biti­rirdi. Ama öyle yapmadı, davacının delili olmayınca, davalıya yemin teklif etti.

Eş'as (r.a), muhatabının bir yahudi olduğunu, dolayısıyla hakka huku­ka riayet etmeden yemin ederek arazisini elinden alabileceğini söyleyince, me­tinde zikri geçen âyet inmiştir. Biraz önce de işaret edildiği gibi, anılan âyet, Buharî'nin rivayetine göre; Eş'as'm sözü üzerine değil Hz. Peygamber (s.a)'in yalan yere yemini kötüleyen ifadesi üzerine inmiştir. Ancak bu ayrılığın pek önemi yoktur. Fakat aynı âyetin, ticaret malını ikindiden sonraya bıraktp da yalan yere yemin edenlerle ilgili olarak indiğine işaret eden haberler de vardır.

Aynî, bu farklı rivayetler için de şu mütalaayı beyan eder: "Âyetin, ay­nı anda her iki hâdise için de inmiş olması mümkündür. Çünkü âyetin ifade­si her iki kaziyyeyi hatta daha fazlasını şamil olacak derecede geneldir."

Hadis metninde, baş tarafı yer alan âyetin tamamının meali şöyledir: "Allah'ın ahdini ve yeminlerini az bir değere değişenlerin, işte onların âhi-rette nasipleri yoktur. Allah onlara kıyamet günü hitab etmeyecek, onlara bakmayacak, onları temize çıkarmayacaktır. Elem verici azab onlar içindir."

Bu hadiste sözü edilen yemin; bile bile yalan yere edilen yemindir. Bu yemine "yemin-i gamûs" denildiği, konunun girişinde belirtilmişti.

İbn Battal; bu hadis ve âyetle, cumhurun, gamûs yemininde keffaret olmadığı hükmünü çıkardıklarını söyler. Çünkü, Hz. Peygamber (s.a) ha­diste bu yeminin cezası olarak; günahı, Allah'ın gazabını zikretmiş, keffare-ti anmamıştır. Eğer yemin-i gamûsun keffareti olsaydı Hz. Peygamber (s.a) bunu da belirtirdi.

İbnü'l-Münzir de; "Yemin-i gamûsta keffaretin gerekli olduğuna delâ­let eden hiçbir hadis bilmiyoruz. Aksine sünnet, bu yeminde keffaret olma­dığına delâlet etmektedir" der.

İbn Battâl'm da belirttiği gibi; içlerinde İmam A'zâm Ebû Hanîfe, İmam Malik ve İmam Ahmed b. Hanbel'in de bulunduğu cumhura göre, gamûs yemininden dolayı keffaret gerekmez. Tevbe ve istiğfar edilir, Allah dilerse affeder.

Şâfülere göre ise; gamûs yemininden dolayı da keffaret gerekir, yani kef­faret bu yeminin günahını düşürür.

İbn Rüşd'ün ifadesine göre; bu ihtilâfa sebep; Kur'ân'daki ifadelerin âmm oluşunun hadislerdeki ifadelere aykırı gibi görünmesidir. Çünkü, Mâide sûresinin âyetinde; "Allah sizi rastgele yeminlerinizden dolayı değil, bile bile ettiğiniz yeminlerden ötürü hesaba çeker. Yemininizin keffareti, aileni­ze yedirdiğinizin ortalamasından on düşkünü yedirmek yahut giydirmek ya da bir köle azad etmektir. Bulamayan üç gün oruç tutmalıdır. Yeminlerini­zin keffareti budur. Yemin ettiğinizde yeminlerinizi tutun. Şükredesiniz di­ye Allah size böylece âyetlerini açıklıyor." Duyurulmaktadır. Buradaki ifa­deler, yemin-i gamûsun da, mün'akide cinsinden olduğu için, keffaretin ge­rekli olduğunu gösterir.

Âyet-i kerimenin sonuna doğru, "Yemin ettiğinizde yeminlerinizi tutu­nuz" buyuruluyor. Bu şüphesiz ileriye matuf olarak yapılan, yemin-i mün'-akideye aittir. Dolayısıyla âyetin baş tarafında konu edilen yeminin de yemin-i gamûs değil, yemin-i mün'akide olması daha muvafıktır. Onun için âyet, Şâ-fiîlerden çok, cumhura delil olsa gerektir.

Şâfiîlerin görüünü benimseyen âlimler, cumhurun dayandığı bazı ha­dislerin, çeşitli yönlerden ma'lul olduğunu söylemişlerdir.

Bazı Hükümler

1. Başkasının malını almak için, yalan yere yemin eden kişiye Allan (c.c) gazaba uğrayanlara yaptığı muame­leyi yapacak, onlara azab edecektir.

2. İslâm idaresi altında yaşayan zimmîler muamelatla ilgili konularda, İslâm ahkâmına tabidirler.

3. Davalarda; delil getirmek davacıya aittir. Davacı delil getiremezse da­valıya yemin teklif edilir.

4. Müslümanm malını haksız yere almak caiz olmadığı gibi, gayri müs-Iim tebeanın malını almak da caiz değildir.

Eş'as b. Kays (r.a)'den rivayet edildiğine göre; Kinde ve Hadramevt'den olan iki adam, Yemen'deki bir arazi konusunda Ra-sûlullah (s.a)'in huzurunda davalaştıseafoodplus.infoh:

Ya Rasûlallah! Benim arazimi bunun babası gasbetti. O, (şu an­da) bunun elindedir, seafoodplus.infoûlullah (s.a):

"Delilin var mı?" buyurdu.

Hayır, fakat onun; o arazinin benini olup, babasının benden gasbettiğini bilmediğine, Allah adına yemin etmesini istiyorum.

Kindî, yemin etmeye hazırlandı. Hz. Peygamber (s.a): "Yemin ederek bir mala sahip olan kimse, Allah (c.c)'a ancak elleri ayakları kesik olarak varır." buyurdu. -Bunun üzerine Kindeli: ;- Arazi onundur, dedi.

Açıklama

Ahmed b. Hanbel'in MiisnecTinde, Adiyy b. Umeyre tarafından rivayet edilen ve buradaki hadiseye benzeyen bir ha­berde Kindeli olan şahsın adının İmriü'I-Kays olduğu belirtilmektedir. An­cak bu, meşhur şair Îmriü'1-Kays değildir.

Kinde; Arabistan'ın güneyinde cahiliye devrinde yaşayan bir kabiledir. Babalarının adına nisbetle bu ismi almışlardır. Bunlardan bir kısmı Amr b. el-As'la birlikte Mısır'a gitmişlerdir. Meşhur filozof Kindî, şâir Ebu'1-A'lâ el-Maarrî ve İmriü'1-Kays bu kabileye mensupturlar.

Hadramevt, Arabistan Yarımadasının güneyinde, Yemen'de bir yerin adıdır. Eski Hımyerîlerin merkezi idi. Bu bölgeye mensup olan kişilere "Hadramî" denilir.

Hadiste konu edilen hâdise Eş'as b. Kays tarafından rivayet edilmekte­dir. Eş'as, bundan evvelki İbn Mes'ûd hadisindeki bir yahudi ile nizâh ara­zisi olup, Rasûlullah'a davacı olan şahıstır. Ancak, olaylar arasında o kadar fark var ki, iki hâdisenin aynı olduğunu söylemek mümkün değildir. O hal­de, İbn Mes'ûd tarafından rivayet edilen önceki haber ile üzerinde durduğu­muz haber ayrı ayn iki hâdiseye aittirler. Zaten önceki haberde davacı duru­munda olan Eş'as Kindelidir. Burada ise davacı olan Hadramhdır. Kindeli ise davalıdır.

Bu haberin muhtevası, metinde açıkça görüldüğü gibi bir arazi davası­dır. Şahıslardan birisi arazisinin hasmının babası tarafından zorla elinden alındığını iddia ile Rasûlullah'a dava etmiştir. Hz. Peygamber, davaciya id­diasını isbat için delilinin olup olmadığını sormuştur. Delilden maksat iki şahittir.

Davacı, şahidinin olmadığını fakat, hasmının "Vallahi, bu arazinin onun olup babamın gasbettiğini bilmiyorum" diye yemin etmesini istediğini söy­ledi. Kindeli, teklif edilen yemine hazırlanınca Hz. Peygamber (s.a); yalan yere yemin ederek bir mala sahip olan kişinin, Allah'a "eczem" olarak va­racağını haber verdi.

Eczem: Eli ayağı kesik, bereketi, delili ve hareketi olmayan, cüzzamlı gibi manalara gelir.

Tıybî;"Eczemü'I-huccet; konuşacak dili, elinde delili olmayan demek­tir. Yani, onun bir müslümamn malını zulmen alması ve yalan yere yemin etmesi konusunda kendisini savunacak delili yoktur." der.

Bunlardan hangisi alınırsa alınsın, yalan yere yemin ederek, bir başka­sının malını alan kişinin âhirette büyük azaba uğratılacağı anlaşılmaktadır.

Kindeli şahıs; yalan yere yemin konusundaki cezanın şiddetini öğrenin­ce yemin etmekten vazgeçmiş ve arazinin hasmına ait olduğunu kabul etmiştir.

Bazı Hükümler

1. Davalarda davacının delili yoksa, davalıya yemin tekin edilir. Bu yemin için davacının özel bir kalıp tek­lif etmesi caizdir.

2. Hâkimin, kendisine arzedilen davaları sonuçlandırmadan önce taraf­ların gerçeği ikrar etmeleri için telkinde bulunması iyidir.

3. Yalan yere yemin ederek, başkasının malına sahip olan kişi Allah'ın huzuruna eli kolu kesik, cüzzamlı olarak çıkacaktır.

Alkame b. Vâil b. Hucr el-Hadramî, babasın(Vâil)'dan şu haberi nakletmiştir:

Hadramevt ve Kinde'den birer adam Rasûlulîah (s.a)'a geldiler. Hadramh olan:

Ya Rasûlallah! Bu adam, benim babamdan kaian arazime zorla sahip seafoodplus.infoi:

O, benim elimde (sahip olduğum) arazimdir. Orayı ekiyorum. Bunun orada hakkı yok.

Hz. Peygamber (s.a) Hadramlıya; "Delilin var mı?" diye seafoodplus.infolı:

Hayır. Rasûlullah (s.a):

"Senin için ancak onun (Kindelinin) yemini var (ona yemin et­tirme hakkın var)." Hadramlı:

Ya Rasûlallah! Bu facir birisi, yemin ettiği şeye aldırmaz, hiçbir günahdan sakıseafoodplus.info Peygamber (s.a):

"Senin bundan başka hakkın yok."

Kindeli yemin etmek için (minberin yanma doğru) gitti. Arkasını dönünce Rasûlullah (s.a): "Dikkat edin! Vallahi eğer haksız yere ye­mek için bir mal üzerine yemin ederse şüphesiz Allah Teâlâ'ya, o ken­disinden yüz çevirmiş olduğu halde varacaktır." buyurdu.

Açıklama

Bu haber de, önceki gibi; bir Hadramlı ile bir Kindeli arasındaki arazi davasını konu etmektedir. Ancak, öncekinden se­net yönüyle tamamen farklı olduğu gibi metin yönüyle de oldukça farklıdır. Meselâ bu rivayette öncekinden farklı olarak, Hadramî'nin dava ettiği ara­zinin kendisine babasından kaldığı, Kindeli'nin, hasmının iddiasını reddet­tiği, Hadramlmın, Kindeliyi facirlikle itham edip yalan yere yeminden sa­kınmayacağını iddia ettiği, Kindelinin; yemin etmek için mihraba doğru git­tiği bildirilmektedir. Ayrıca, geçen rivayetin sonunda, Hz. Peygamber (s.a)'in, "Bir başkasının malını yalan yere yemin ederek alanın, Allah'a eli ayağı ke­sik olarak ulaşacağını" söylediği belirtildiği halde bunda; "Allah'a, Allah ondan yüz çevirmiş olduğu halde varacağı" belirtilmektedir. Bütün bu fark­lılıklardan her iki haberde anlatılan olayların ayrı ayrı olduğunu anlaşıl­maktadır.

Bu haberde, babın diğer hadislerinde bulunmayan bir konu karşımıza çıkmaktadır, o konu şudur: Davacı dava neticelenmeden hasmını fücurla, yalan yere yemin etmekle itham etmektedir! Hz. Peygamber (s.a) de bu it­hamı men etmemiş, sadece: "Senin, ona yemin ettirmekten başka hakkın yok" buyurmuştur. Bu hal, davacının yaptığının meşru olduğunu göster­mektedir.

Hattâbî, bu konu ile ilgili olarak şöyle der: "Bu hadisde hasımlar ara­sında cereyan eden münazaada, taraflardan birisi sözü esas konudan çıka­rıp hasmını hıyanet, fücur ve haramı helâl görme gibi bir şeye nisbet ederse, bu konuda bir hüküm verilmeyeceğine delil vardır."

Yine bu hadiste; öncekilerden ayrı olarak, yemin edecek kişinin yemin etmek için minberin yanına doğru gittiği de sözkonusu edilmektedir. Hattâbî bu konuda da şöyle der:

Ravinin; "Yemin etmek için (minbere doğru) gitti ve arkasını dönünce" sözleri; Hz. Peygamber zamanında yeminin minberin yanında edildiğine de­lildir. Böyle olmasaydı Kindelinin Rasûlullah'ın meclisinden gidip arkasını dönmesinde mana olmazdı. Hz. Peygamber'in şu sözü de buna şahitlik eder: "Yeşil bir misvak dalına da olsa benim minberimin yanında (yalan yere) ye­min eden kişi Cehennemdeki yerine hazırlansın."

Hz. Peygamber (s.a)'in, "O Allah'a, Allah kendisinden yüz çevirmiş olduğu halde varır” sözündeki, Allah'ın yüz çevirmesinden maksat, Allah'­ın ona değer vermemesi, gazab etmesi, rahmetinden uzaklaştırmasıdır.

Bazı Hükümler

1. Bir mah' eIinde tutan kişi (sahibu'1-yed, zi'I-yed) o mala, onu iddia eden yabancıdan daha çok mustehaktır. Yani malı elde bulundurma, o mala sahip olmanın delilidir. Araziyi elde tutmak; onu ekip biçmekle, evi elde tutma içinde oturmakla olur. Ma­lın çeşidine göre zi'1-yedlik değişir.

2. Davacı, iddiasını isbat için delil getiremez ve davalı da davacının id-.d i asını ikrar etmezse davalının yemin etmesi gerekir.

3. Başka deliller, malı elde bulundurma (zi'I-yedlik) delilinden daha önce gelir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a), Kindelinin "Bu arazi benim elimde, ora­yı ekiyorum" demesine rağmen Hadramlıya, delilinin olup olmadığını sor­muştur. Eğer zi'1-yedlik de diğer delillere denk olsaydı, Kindelinin deliline karşı yeni bir delil istemezdi.

4. Davalı, günahkâr, facir birisi de olsa yemini kabul edilir ve karşı ta­rafın delili yoksa, bu yeminle dava sona erdirilir.

5. Hasımlardan birisi diğerine dava esnasında "yalancı, facir, zalim" gibi isnadlarda bulunsa, bu sözler ayrı bir davayı gerektirmez.

6. Bir kimse, mirasla ilgili bir şey iddia etse, hâkim de o kişinin murisi­nin öldüğünü ve başka bir vârisin olmadığını bilse, dava esnasında başka delil istenmeden bununla hükmeder. Çünkü Hadramh, "Bu adam bana ba­bamdan kalan araziye zorla sahip oldu" demiş, Hz. Peygamber de gerçek­ten Hadramlının babasının ölüp ölmediğine veya başka vârisinin bulunup bulunmadığına delil istememiştir. Eğer Rasûlullah (s.a) onun, babasının mi­rasına tek vâris olduğunu bilmeseydi, bunu isbat için delil isterdi.

7. Mahkemede, hasımlardan birisinin salih, dürüst, diğerinin de yalancı, günahkâr olması verilecek hükmü etkilemez. Hüküm hasımların halleri­ne göre değil, delillerine göre verilir.

2. Hz. Peygamberin Minberinin Yanında Edilen Yemini Tazim Konusunda (Gelen) Haberler

Câbir b. Abdillah (r.a)'dan, Rasûlullah (s.a)'in şöyle bu­yurduğu rivayet edilmiştir:

"Benim şu minberimin yanında, yeşil bir misvak üzerine bile ol­sa, bir şey için yalan yere yemin eden hiç kimse yok ki cehennemdeki yerine hazırlanmış olmasın -veya kendisine cehennem vacip olmasın-."

Açıklama

İbn Mâce'de, aynı manayı ifade eden iki hadis vardır. Bun­lardan birisi Câbir'den diğeri ise Ebû Hureyre'den rivayet edil­miştir. Câbir'in rivayeti, "Benim şu minberimin yanında, yeşil bir misvak üzerine bile olsa yalan yere yemin eden kişi, cehennemdeki yerine hazırlan­sın"; Ebû Hureyre'nin rivayeti ise; "Benim şu minberimin yanında bir er­kek ve kadın taze bir misvak üzerine bile olsa yalan yere yemin ederse, ancak Cehennem kendisine vacip olur." şekillerindedir.

Hadis-i şerif, basit bir malı elde etmek için bile olsa yalan yere yemin etmenin kişinin cehenneme gireceğine sebep olduğuna işaret etmektedir. De­ğersiz bir mal için yemin etme, kişinin cehenneme girmesine sebep olduğuna göre, kıymetli mallar için yemin etmeyi siz düşünün.

Hz. Peygamber (s.a) yemine konu olacak değersiz malı "yeşil bir misvak" veya "taze bir misvak" sözüyle ifadelendirmiştir. Çünkü, taze misvak Ara­bistan'da çokça bulunan, alınıp satılmayan değersiz bir şeydir. Kuruduktan sonra ise, satılır. Onun için kuru misvakın az çok değeri vardır.

Hadis-i şerifte ayrıca seafoodplus.infober(s.a)'in minberinin yanında edilen yeminin önemine de işaret vardır. Yani Rasûlullah'ın minberinin yanında edi­len yemin başka taraflarda edilen yemine nisbetle daha büyüktür. Çünkü eğer öyle olmasaydı, seafoodplus.infober (s.a)'in, bu kaydı koymasında mana olmazdı.

Cumhur bu hadise dayanarak mescid, Harem ve minber gibi kutsal yerlerde, ikindiden sonra ve cuma günü gibi kutsal zamanlarda edilen yeminle­rin daha ağır olduğunu, bu yer ve zamanlarla yeminin daha da şiddetlenece­ğini söylemişlerdir.

Hanefilere göre ise hâkim davalıya yemin ettirecek olursa bunu belirli yerler ve zamanlarla takviye cihetine gitmez. Çünkü yemin eden kişi, Allah adını anarak yemin etmektedir. Dolayısıyla bunun bir de ayrıca yer ve za­manla te'kidine ihtiyaç yoktur. Buharî'nin bir bab'a; "Davalı, yemin ken­disine nerede vacip olursa orada yemin eder" adını vermesi de, Hanefîlerin görüşlerini takviye eder.

Bazı âlimler ise , yemin ettirirken yeminin yer ve zamanla kuvvetlendi­rilip kuvvetlendirilmemesinin hâkime ait bir yetki olduğunu söylerler. Bun­lara göre, hâkim isterse davalıya yemini camide, cuma günü gibi belli yer ve zamanda, isterse kaza meclisi nerede ise orada ettirir. Sahabelerden bazı­larının hasımlarına yemin ettirirken; Rükünler arasında veya Makain-ı İb­rahim'in yanında etmelerini istediklerine, bazılarının da bunu kabul etmek­ten kaçındıklarına dair haberler gelmiştir. Yine bazı sahâbîlerin Mushaf üze­rine yemin ettirdikleri olmuştur.

İbn Reslân;âlimlerin zimmîye yemin ettirirken onun, bir yerle kuvvetlendirilmesinin caiz olduğunda ihtilâflarının olmadığını söyler. Ancak bu Hanefîlere göre caiz değildir. Yemin ettirirken, yahudiye; "Tevrat'ı Musa'ya indiren Allah'a", Hristiyanlara da; "İncil'i İsa'ya indiren Allah'a" şek­linde yemin ettirilir. Fakat, yemin ettirmek için onların ibadethanelerine gi­rilmez. Çünkü bu, hem oralara değer verme manasına gelir, hem de müslü-manm oralara girmesi hoş değildir.

Şevkânî bu konuda şöyle der:

"Yemini kuvvetlendirmede caiz olan son had, bu ve benzeri hadislerde varid olan, sözle kuvvetlendirmektir. Ama zimmîlere kilise ve benzeri yerde yemin ettirmek gibi, muayyen bir yer ve zamanla kayıtlayarak yemini te'kid konusunda herhangi bir delil mevcut değildir."

Bazı Hükümler

1. Değeri az da olsa, bir mala sahip olmak için yalan yere yemin etmek, kışının cehenneme atılmasına se­beptir.

2. Kişinin, yalan yere yemin etmesine mani olmak için onun saygı duy­duğu kutsal bir yer ve zamanda yemin ettirilmesi caizdir.

Bu konu ile ilgili malumat açıklama bölümünde geçmiştir.

3. Putlar Adına Yemin Etmek

Ebû Hureyre(r.a)'den, Hz. Peygamber (s.a)'in şöyle bu­yurduğu rivayet edilmiştir:

"Yemin edip, yemininde "Lât'a yemin ederim ki" diyen kimse, hemen "Lâ ilahe illallah" desin. Arkadaşına; "Gel seninle kumar oynayalım" diyen kişi, sadaka olarak bir şey versin"

Açıklama

Hadisin Buharî'deki rivayetinde, Lâfın yanı sıra Uzza da amlmaktadır. Yanı, "Lat ve Uzza'ya yemin ederim ki derse” denilmektedir. Müslim'deki rivayet ise aynen Ebû Dâvûd'taki gibidir.

Lât: Cahiliye devrinde Arapların taptıkları üç büyük puttan birisinin adıdır.

Sa'Iebî; Lât isminin Allah isminden alındığını, lafzatullah'ın sonuna bir tâ ilâve edilerek bu hale getirildiğini söyler. Putperestler, bu hareketleriyle, kendi ilahlarının adını Allah'ın adına benzetmek istemişlerdir. Sonra Allah (c.c) ismi celalini korumak için anılan putun adını "Lât" şekline çevirmiş­tir. Mücâhid; Lât'm, Tâif'te bir taş; Ebû Zeyd, Nahle'de Kureyşlilerin iba­det ettikleri bir ev olduğunu söyler. Bu kelimenin, hacılar için, unu yağ ile karıştırarak yemek yapan bir adamın hatırasından alındığı da söylenir. Çünkü, unu yağ ile karıştırma işine "lett" denilir. Bu görüşe göre hacılar için yukarıdaki şekilde yemek yapan bir adam vardı. O adam ölünce, kabri üzerine durup, ona ibadet etmeye başladılar.

Bu puta "Lât" adının verilişine sebep olarak başka hâdiselerden de bah­sedilir. Ancak bunlar o kadar önemli değildir. Önemli olan "Lâfın; Arap­ların tapındıkları bir put olduğunu bilmektir.

Bu hadiste; Lâfın adını anarak yemin eden kişinin yemininin sonunda "Lâ ilahe illallah" demesi emredilmek t edir. AIiyyül'1-Kârî bu meseleye iki açıdan bakılabilecğini söyler:.

1- Kişinin sehven cahiliyye devrinden kalma bir âdet olarak "Lât" üze­rine yemin etmesi. Bu durumda "Lâ ilahe illallah" demesinden maksat; tevbe etmesi, tevhid kelimesini, günahına keffaret kılmasıdır. Çünkü iyilikler, kötülükleri siler. Bu, gafletten dolayı tevbedir.

2- Bu yemini ile "Lâfı ta'zim etmesi. Böyle olursa; anıseafoodplus.infoen sonra tevhid kelimesi söylenmesinden maksat, iman tazelemektir. Çünkü bu yemin kişiyi dinden çıkarır. Bu durumda tevbe, ma'siyetten tevbedir.

Aliyyün-Kârî devamla, Şerhu's-Sünne'den şu sözleri nakleder:

"Bu hadiste; İslâm'dan "başka bir şeyle yemin edene keffaret gerekme-yip, günahkâr olduğuna ve tevbe etmesi gerektiğine delil vardır. Çünkü seafoodplus.infober (s.a) bu yeminin cezasını kişinin dininde kılmıştır, malında değil, sadece kelime-i tevhid'i emretmiştir. Çünkü yemin ma'kud ile olur. Lât ve Uzza'ya yemin edince bu konuda kâfirlere benzemiş olur. Onun için Rasûllah kelime-i tevhidle bunu telâfiyi emretmiştir."

Aliyyül'l-Kârî'nin anlayışına göre; bu hadiste putlar adına yemin etme­nin caiz olmayışından başka bir hükme işaret yoktur.

Nevevî ise, "Şöyle yaparsam ben yahudi veya hristiyan olayım, İslâm'­dan veya Peygamber'den beri olayım" ve benzeri sözlerle yemin eden kişiyi de putlar adına yemin etmeye benzetmiş ve bunlarla yemin olmayacağını, dolayısıyla bu sözlerin keffareti gerektirmeyeceğini söylemişseafoodplus.info Şafiî, İmam Mâlik ve alimlerin cumhurunun görüşü Nevevî'nin dediği gibidir. Bu sözleri söyieyen kişiye keffaret değil tevbe istiğfar gerekir.

Hanefîlere göre; bir şeyi yapıp veya yapmamak için, "yahudi olacağına veya hristiyan oîacağna" dair yemin eden kişiye sözünü yerine getirmediği takdirde keffaret gerekir. Çünkü kişi bu sözünde; şartı küfre alâmet kılınca, o şarttan kaçınmanın gerekli olduğuna inanmıştır. O halde bunu yemin ola­rak söylemiştir. Ama kişi şart koştuğu şeyi yapmadığı takdirde gerçekten ya­hudi veya hristiyan olacağına inanır ve sözünü tutmazsa dinden çıkmış olur. İman ve nikâh tazelemesi gerekir.

Nevevî, Hanefîlerin şu mantıkî delille görüşlerini desteklediklerini söyler:

Aüah (c.c), zıhar yapana keffareti emretmiştir. Çünkü bu günah bir söz ve yalandır. Anılan sözlerle yemin etmek de aynı şekilde günahtır. Öyleyse bunlardan dolayı da keffaret gerekir.

Hattâbî; Nehaî, Evzaî, Süfyân-ı Sevrî, Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Râhûyeh'in de Hanefîlerin görüşünde olduklarını söyler.

Hadis-i şerifte sözkonusu edilen diğer bir mesele de; arkadaşını kumar oynamaya davet eden kişinin durumudur. Hz. Peygamber (s.a), arkadaşını kumar oynamaya davet eden kişiye hemen sadaka vermesini emretmiştir. Bu,, günaha keffaret olarak peşinden sadaka verme esasını gerektirir.

Bu durumda olan kişinin vereceği sadakanın mikdarı konusunda farklı görüşler vardır. Hattâbî, arkadaşına kumar oynamayı teklif ettiğinde düşün­düğü mikdarı sadaka olarak vereceğini söyler. Nevevî ise; muhakkik âlimle­rin anlayışına göre, hadiste böyle bir kaydın olmadığını, sadaka denilebile­cek miktarda olmak kaydıyla imkânına göre sadaka verebileceğini söyler. Nevevî, Sahih-i Müslim'deki, "Bir şey tasadduk etsin" şeklindeki ifadenin bu görüşü dekteklediğini kaydeder.

Kadı Iyaz da; bu hadisin; kalpte yerleştiği zaman, masiyete azmetme­nin günah olduğu tarzındaki cumhurun görüşüne delil olduğunu söyler. Kalbe yerleşmeden akla gelip geçen masiyet ise günahı gerektirmez.

Aynî; kumara davetten sonra verilecek olan sadakanın vacip değil mendup olduğunu, fakihlerin hadisteki seafoodplus.info hamlettiklerini bildirmektedir.

Bazı Hükümler

1. Ta'zim kasdı ile putlar adına yemin etmek, kişiyi dinden cıkanr.Böyle bir yemini eden kişinin hemen peşinden iman tazelemesi gerekir.

2. Putlar adına edilen yeminlerin bozulması halinde keffaret gerekmez.

3. Bir günaha azmedip karar vermek de günahtır.

4. İşlenilen bir günaha keffaret olarak hemen peşinde sadaka vermek menduptur.

4. Babaların Adı İle Yemin Etmek Mekruhtur

Ebû Hureyre (r.a)'den Rasûlullah (s.a)'ın şöyle buyurdu­ğu rivayet edilmiştir:

"Babalarınızın, annelerinizin ve putların adlan ile yemin etmeyi­niz. Sadece, Allah'ın adı ile yemin ediniz. (Allah'ın adı ile de) ancak (sözünüzde) doğru olduğunuzda yemin ediniz."

Açıklama

Hafız el-Mizzî; bu hadisin Lü'Iüî'nin rivayetinde mevcut olmayıp Ibn Dase nın rivayetinde bulunduğunu söyler. Hadis-i şerifin ilk bölümünde; seafoodplus.infober (s.a) babaların, annele­rin ve putların adına yemin etmeyi yasaklamaktadır. Şüphesiz, dedeler, ni­neler, çocuklar ve torunlar da aynı yasağın altına girerler. Putlar adına ye­min konusu bundan evvelki hadiste izah edilmiştir.

Hadisin ikinci bölümünde ise daha genel bir ifade ile Allah'tan başka­ları adına yemin etmek men edilmektedir.

Allah'tan başkası adına yemin etmenin yasak oluşundaki hikmet Nevevî'nin beyanına göre şudur: Bir şey ile yemin etmek ona değer vermek ta'zim etmektir. Azamet ise gerçekte sadece Allah içindir. Onun için Allah'ın zâtı ve sıfatlarından başka bir şeyle yemin edilmez. Şevkânî, bunda bütün fakihlerin hemfikir olduğunu, ancak bu yasağın hüfcmü konusunda farklı görüşler bulunduğunu söyler. Bu ihtilâfları biraz sonra ele alacağız.

Nevevî'nin, Müslim Şerhi'nde bildirdiğine göre İbn Abbas (seafoodplus.infoüma) şöyle demiştir:

"Allah adına yüz defa yemin edip günaha girmem, (yemini bozmam), başkaları adına yemin edip yeminime sadık kalmamdan daha hayırlıdır."

Burada; "Üzerinde durduğumuz hadis ve benzerlerinde, Allah'tan baş­kaları adına yemin etmek yasaklanıyor. Halbuki Kur'ân'da Allah (c.c),bazi yaratıkları ile; seafoodplus.infober de bir hadiste bir şahsın babası ile yemin et­miştir. Bu hadislerle âyetler veya hadisler arasında bir tezat ortaya çıkmıyor mu?" şeklinde bir soru akla gelebilir. Bu konuda Fethu'l-Bârî'de şöyle denilir:

"Kur'ân-ı Kerim'deki; Allah'tan başkaları ile edilen yeminler iki şekil­de izah edilir:

1- Âyetlerde bir hazf sözkonusudur. Yani kelime düşmüştür. Meselâ; "Güneşe yemin ederim" âyetinin takdiri "Güneşin rabbine yemin ederim" şeklindedir.

2- Yaratıklar adına yemin etmek Allah'a has bir şseafoodplus.info yaratıkla­rından birisine değer vermeyi isterse onun adına yemin eder. Bu, Allah'tan başkaları için caiz değildir.

Allah'tan başkaları ile yemin etmenin yasak olduğu hükmüne muhalif olarak varid olan; Rasulûllah'ın bir bedeviye söylediği: "Eğer sözünde sa-dıksa, babasına yemin olsun ki kurtuldu" şeklindeki sözlere gelince; bu­na da birkaç türlü cevap verilmiştir:

1- Bu sözün sıhhati tenkide tabidir. İbn Abdilberr, bu sözün sabit ol­madığını söyler. O, rivayetin aslının; "Vallahi kurtuldu" şeklinde olup ba­zılarının bunu bozduğunu zanneder.

2- Bu çeşit ifadeler; Arapların alışık olduğu, yemin kastedilmeyen söz­lerdir. Allah'tan başkası ile yemini yasaklayan hadisler, bu sözü yemin kas-dı ile söyleyenlerle ilgilidir.

3- Bu tip sözler arapçada iki manada kullanılır:

a) Ta'zim, b) Te'kid. Yasaklama, bu sözlerde ta'zim kastedildiğindedir.

4- Allah'tan başkası adına yemin önceleri caizdi, sonra neshedildi. Hz. Peygamber bu sözü nesihten önce söylemiştir.

Süheylî; sarihlerin çoğunun bu görüşü benimsediklerini söyler. îbnü'l-Arabî de; bu hadisin; "Rasûlullah (s.a) bu konudaki nehy varid olmadan Önce babası adına yemin ederdi" şeklinde rivayet edildiğini söyler. Ancak bu sahih olamaz. Çünkü seafoodplus.infober (s.a) Allah'tan başkası ile yemin edi­leceğini zannetmez. Münzirî ise; hadislerin arasını birleştirmek mümkün ve hadisin vürud tarihi belli olmadığı için nesh iddiasının zayıf olduğunu söyler.

5- Hadiste hazf vardır. Takdir; "Babasının Râbbi adına yemin ederim ki kurtuldu" şeklindedir. Bunu Beyhakî söylemiştir.

6- Bu söz hayret ifade etmesi içindir. Bu, Süheylî'nin görüşüdür.

7- Bu şekilde yemin etmek seafoodplus.infober (s.a)'e mahsustu." Yukarıyaaldığımız görüşleri,Şevkânî;Feth'dennakletmektedir.

AIiyyü'1-Kârî bunlardan ayrı bir görüş beyan eder. O da şöyledir: "seafoodplus.info­gamber (s.a) bu sözü Allah'tan başkaları ile yemin etmek yasaklandıktan sonra söyledi. Maksadı, sözkonusu yasağın harama delâlet etmediğine işaret et­mekti."

Allah'tan başkaları adına yapılan yeminin hükmü konusunda âlimler değişik görüştedirler. İbn Dakîki'l-îyd'in ifadesine göre; hüküm, yemin edi­len şeyin durumuna göre değişir:

a) Eğer adına yemin edilen şey putlar gibi ta'zimi küfrü gerektiren bir şeyse bunlar adına yemin haramdır. Yeminde bu şeylerin ta'zimini kasdet-mek ise küfürdür. Ta'zim kastedilmiyorsa haramdır. Bunda âlimler mütte­fiktirler.

b) Adına yemin edilen şeyin ta'zimi küfrü gerektirmiyorsa bu yeminin haram mı yoksa mekruh mu olduğunda ihtilâf vardır.

Bu tür yeminler konusunda Mâlikî ve Hanbelîler'in iki görüşü vardır. Bir görüşe göre haram, diğerine göre mekruhtur. Ama Hanbelîlerde meşhur olan görüş bunların haram oluşudur.

Şâfiîlerin cumhuruna göre; tenzîhen mekruhtur.

Hâdivîlere göre; adına yemin ettiği şeyi azamet yönünden Allah'a bir tutmazsa veya yemin eden kişi küfrü ya da fıskr mutazammın değilse yemin caizdir.

Aliyyü'1-Kârî; Allah'ın isimleri ve sıfatlarının dışında bir şeyle yemin etmenin mekruh olduğunu, bu konuda Peygamberin, Kabe'nin, meleklerin, emanet, hayat ve ruhun eşit olduğunu söyler.

Üzerinde durduğumuz konuda Hanefî âlimlerinden iki görüş vardır. Ba­zılarına göre, Allah'tan başkaları adına yemin etmek mehruhtur. Aliyyü'l-Kârîbu görüşü paylaşanlardandır. Çoğunluğuna göre ise Allah'tan başkası adına yemin etmek mekruh değildir. Zeylaî; Allah'tan başkasına yapılan ye­minin meşru olup bunun asİında yemin değil, cezanın şarta bağlanması ol­duğunu söyler. Ancak, fakihler cezanın şarta bağlanmasına yemin demişler­dir. Çünkü bir işi yapmaya teşvik veya bir işten men etmek için Allah adına edilen yeminin manası bunda da vardır. Allah'a yemin etmek İse mukruh değildir.

Hanefîler; Allah'tan başkasına yemini nehyeden hadisin bir şarta bağ­lanmayan yeminle ilgili olduğunu söylerler. Çünkü bir şeye bağlı olmadan edilen yeminde, yemin edileni ta'zim vardır. Bu da ittifakla mekruhtur.

Yemin; Allah'ın isimleri veya âdet haline gelmişse zatî sıfatlarından bi­ri ile edilir.

Bazı Hükümler

1. Babalar, anneler, putlar adına yemin etmek caiz değildir.

2. Yemin sadece Allah'ın adı ile edilebilir.

3. Allah adına yemin eden kişi, yeminine sadakat göstermeli, yalan ye­re yemin etmemelidir.

Ömer b. el-Hattâb (r.a)'dan rivayet edildiğine göre;

O, bir kafile içerisinde babası adına yemin ediyor iken Rasûlullah (s.a) kendisine yetişmiş ve:

“Şüphesiz Allah sizi babalarınız (adı)ile yemin etmekten nehyediyor. Yemin edecek olan, Allah'a yemin etsin veya sussun." buyur­muştur.

Açıklama

Hadisin Buharî'deki bir rivayeti Hz.Ömer'de değil, oğlu Abdullah'da son bulmaktadır. Yani Abdullah'ın hâdiseyi baba­sından duyduğuna dair bir işaret, mevcut değildir. Yine Buharî'deki rivayet­te buradan fazla olarak Hz.Ömer'in kafile içerisinde "yürürken" Rasûlullah'ın kendisine ulaştığı ifade edilir. Yani orada bir "yürüyor" ila­vesi vardır.

Tercemeye "kafile" diye aldığımız "rakb"; develerine binmiş vaziyetteki, on ve daha fazla kişiden teşekkül eden topluluktur. Bazan atlı­lara da "rakb" denildiği olur.

Aynî'nin bildirdiğine göre, aynı hadisi İbn Abbas da Hz. Ömer'den nakletmiştir. Bu nakle göre olay bir savaş yolculuğunda olmuştur. İşaret edilen haber şu şekildedir: "Rasûlullah (s.a) ile birlikte bir kafile içerisinde bir sa­vaşa giderken "babama yemin ederim ki hayır"dedim. Ardımdan birisi;"Babalarınız adıyla yemin etmeyiniz" diye fısıldadı. Geri döndüm,bir de ne gö­reyim, Rasûlullahmış."

İbn Ebî Şeybe'nin İkrime kanalıyla Hz.Ömer'den rivayetine göre; Hz. Peygamber (s.a): "Eğer biriniz, Mesih adına yemin ederse -ki Mesih, baba­larınızdan daha hayırlıdır- helak olur." buyurmuştur.

Hadis, babalar adına yemini men ediyor ve sadece Allah adına yemin edilebileceğini bildiriyor. Bu konu, bundan önceki hadisin şerhinde genişçe ele alınmıştır.

Ömer (r.a)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah (s.a) beni işitti -(Hz.Ömer;) babalarınız adı ile sö­züne kadar, önceki hadisin mana olarak benzerini (söyleyip) şunu da ilâve etti-: "Vallahi (artık) ne kendimden ne de (başkasından) naklen bu şekilde bir daha yemin etmedim."

Açıklama

Bu hadis, bundan önceki hadisin başka bir rivayetidir. Mu­sannif Ebû Dâvûd, önceki hadisi, Ahmed b. Yunus'dan, bunu işe Ahmed b. Hanbel'den almıştır. Tabiî, Ahmed b. Yunus ile Ahmed b. Hanbel'in isnadları da birbirinden farklıdır.

Ahmed b. Hanbel'in rivayetinde, Ahmed b. Yunus'un rivayetinde bu­lunmayan iki cümle vardır. Ebû Dâvûd, bu fazlalıkları aynen aktarmış, geri kalan kısmı ise "Önceki hadisin manasım" şeklinde işaretle iktifa etmiştir.

Ahmed b. Hanbel'in rivayetindeki fazlalıklardan biri, hadisin başında­ki, Rasûlullah'ın Hz.Ömer'in, sözünü işittiğine dair olan cümle; diğeri de yine Ömer'in, bir daha o şekilde yemin etmediğini ifade ettiği cümledir.

Bu son kısım, Buharî ve Müslim'in rivayetlerinde:"Vallahi Rasülullah'i dinledikten beri ne kendimden ne başkasından naklen bir daha öyle yemin etmedim" şeklinde varid olmuştur.

Hz. Ömer'in bu ifadesinden anlaşıldığı üzere, o babasının adı ile yemin ettiğinde ya bunun günah olduğunu bilmiyordu ya da, cahiliye devrinden kal­ma bir alışkanlık olarak diline öyle gelivermişti. Ama seafoodplus.infober kendi­sini bu şekilde yemin etmekten nehyedince artık bir daha öyle yemin etmedi.

Bazı Hükümler

1. Allah'tan başkaları adına yemin etmek caiz değildir.

2. Bilmeden bir günah işleyen kışı yaptığının günah olduğunu öğrenince hemen onu terketmelidir.

3. Bir müslümanın günah işlediğini gören ve duyan kişi, uygun bir dille bu günaha mani olmaya çalışmalıdır.

Saîd b. Ebî Ubeyde'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: İbn Ömer (seafoodplus.infoüma); "Kabe'ye yemin ederim-ki hayır" diye ye­min eden bir adamı duyup ona:"Ben Rasûlullah (s.a)'ın; Allah'tan baş­kasına yemin eden(O'na)ortak koşmuştur, buyurduğunu işittim." dedi.

Açıklama

Hafız Mizzî, el-Etrâf adındaki eserinde, bu hadisin Lü'lüî'nın rivayetinde mevcut olmadığını söyler.

Hadisin zahiri; Allah'tan başkaları ile yemin etmenin, Allah'a ortak koş­mak olduğunu iifade etmektedir. Âlimler bunun; yemin edilen şeyi, azamet yönünden Allah'a ortak koşma niyetiyle olduğu takdirde şirk sayılacağını, ama dil alışkanlığı ile söylendiği takdirde sureten başkasını Allah'a ortak koş­ma gibi görünmekte ise de gerçekte öyle olmadığını söylerler.

Şevkânî; bu hadisteki, "Allah'a ortak koşmuştur" ifadesinin; bu şekildeki yeminden men etmekte mübalağaya delâlet ettiğini, Allah'tan başkala­rına yemin etmenin haram olduğunu söyleyenlerin bu hadise dayandıklarını söyler.

Hadis, sadece put gibi ta'zimi küfrü gerektiren şeylerle değil; Kabe, Kur'ân, Nebi gibi ta'zime lâyık olan şeylerle de yemin edilemeyeceğine ve bun­larla edilen yeminlerin yemin sayılmayacağına delâlet etmektedir. Bu konu­da ulemadan nakledilen bazı farklı görüşler vardır:

Cumhura göre; Allah'tan başkaları adına edilen yeminler yemin olarak gerçekleşmez.

Hanbelîlerden bir kısmı, seafoodplus.infober (s.a)'in adına edilen yeminin yemin sayılıp bozulması halinde keffaretin gerektiği görüşündedirler.

Hz,Ömer'in Kabe adına, Katâde'nin de Mushaf, talâk ve nikâhla ye­min etmeyi nehyettikleri rivayet edilir.

İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre, Kur'ân-ı Kerîm'e yemin eden kişi ye-Tiinini bozarsa, İbn Mes'ûd ve Hasan el-Basrî, her âyet için bir yemin keffa-reti gerektiğini söylerler.

Ebû Yusuf'a göre; bir kimse "Rahman" diyerek yemin eder ve bunun­ kastederse bu yemindir, eğer Rahman sûresini kastederse yemin değildir. Dolayısıyla bozduğu takdirde keffaret gerekmez.

Hanefîlere göre; Peygamberlere, Kabe'ye, yaratıklardan birinin başına veya hayatına yemin edilmez. "Yemin ederim","kasem ederim","şehadet ederim", "üzerime yemin olsun", "üzerime ahdolsun" gibi sözler yemin sa­yılır, bozulması halinde keffaret gerekir.

Kur'ân-ı Kerîm'e edilen yemin konusunda iki görüş vardır: Bir görüşe göre; Kur'ân, Allah kelâmı olduğu için onunla yemin edilir. Diğer bir görü­şe göre yemin edilmez. "Mushaf hakkı için, Kur'ân hakkı için" gibi sözler esah görüşe göre yemin sayılmaz. Bu sözleri bir şarta bağlayan kişi, sözünde durmazsa, tevbe istiğfar etmesi gerekir.

Yalan yere, "Allah bilir şu şöyledir" diyen kişi, bir görüşe göre dinden çıkar. İman tazelemesi gerekir. Diğer bir görüşe göre; dinden çıkmaz, güna­ha girmiş olur. Tevbe istiğfar etmesi icabeder. Yalan yere; "Allah şahittir" denilmesi de yemin sayılmaz. Dolayısıyla keffareti değil, tevbeyi gerektirir.

Yemin edilmesi âdet olan Allah'ın sıfatlarından biri ile yemin edilebilir. Ancak, "Allah'ın ilmi, Allah'ın gazabı" gibi sözlerle yemin edilmez.

Talha b. Ubeydullah (r.a) -bedevînin kıssasını (anlatan) hadiste-; seafoodplus.infober (s.a)'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:

"Babasına yemin ederim ki doğru söylüyorsa kurtuldu. Babası­na yemin ederim ki, doğru söylüyorsa cennete girdi."

Açıklama

Burada bir bölümü zikredilen hadisin tamamı Kitabü's-Salât'da numarada geçmiştir. Hadisin tamamını görmek isteyen oraya müracaat edebilir.

Hadisin bu konu ile ilgisi, seafoodplus.infober (s.a)'in bedevînin babasına yemin etmesidir. Bu meselenin izahı da babın ilk hadisinde verilmiştir. Bu­rada tekrar ele alınmasına gerek yoktur. Ancak, Rasûlullah'ın; "doğru söylüyorsa cennete girdi" diye geçmiş zamana delâlet eden bir siga kullan­ması, ileride mutlaka gireceğine işaret içindir. Ya da, cennete girecek ameli işlemiş olur, şeklinde anlaşılır.

5. Emanete Yemin Etmek Mekruhtur

İbn Büreyde; babasından, Rasûlullah (s.a)'ın şöyle buyur­duğunu rivayet etmiştir:

"Emanete yemin eden, bizden değildir."

Açıklama

Hadis-i şerif, emanete yemin etmenin caiz olmadığını göstermektedir.

Hattâbî, bu hadisle ilgili olarak şöyle der: "Emanete yeminin mekruh 3İuşu; Allah'ın, sadece Allah ve sıfatları ile yemin etmeyi emretmiş olmasın­dan dolayı olsa gerektir. Emanet Allah'ın sıfatlarından değil, sadece emirle­rinden bir emir ve farzlarından biridir. Müslümanlar, emanete yeminden; bunun Allah'ın ismi ve sıfatları ile bir tutulması olacağından dolayı nehye-dilmişlerdir. Ebû Hanîfe ve arkadaşları; bir kimse Allah'ın emanetine ye­min ederim ki derse bu yemindir ve keffaret gerekir derler. Şafiî ise, bunun yemin olmadığını dolayısıyla keffaretin gerekmediğini söyler."

Bu ifadelerden; emanete yemin etmenin haram değil mekruh olduğu ve bu kerahate sebebin, emanetin Allah'ın isim ve sıfatlarından biri olmayışı anlaşılmaktadır.

Hattâbî, Hanefîlerin emanete yemini, yemin saydıklarını söyler. Fakat bu Hanefîler arasında ittifak edilen bir mesele değildir. Hanefî âlimlerinin bu konudaki ifadelen farklıdır.

Bedâi'de şöyle denilir: "Eğer, "ve emanetillâhi = Allah'ın emanetine yemin ederim ki" derse; Asıl'da bunun yemin olduğu söylenir. İbn Semâa ise, Ebû Yusuf'tan bunun yemin olmadığının nakledildiğini bildirir. Tahâ-vî, arkadaşlarımızdan rivayetle bunun yemin olmadığını söyler. Tahâvî'nin sözünün delili şudur: Allah'ın emaneti, namaz, oruç ve başkaları gibi kulla­rın ibadet ettikleri Allah'ın farzlarından bir farzdır. Allah (c.c); "Biz ema­neti göklere, yere ve dağlara arzettik. Onu yüklenmekten kaçındılar" bu­yurmuştur. Emanete yemin, Allah'ın isminden başka bir şeyle yemin ol­duğu için yemin sayılmaz. Asıl'da zikredilenin izahı da şudur: Yemin esna­sında Allah'a izafe edilen emanetle, Allah'ın sıfatı kasdedilir. Nitekim "emîn", Allah'ın sıfatlarındandır, o da "emanet" kökünden türemiştir. Mut­lak olarak zikredildiğinde, özellikle kasem konusunda, onunla Allah'ın sı­fatı murad edilir."

Görüldüğü gibi AUahın emanetine edilen yeminin yemin sayılıp sayıl­mayacağı konusunda Hanefilerden iki görüş vardır. Kâsânî, Bedâi' adında­ki eserinde bu görüşleri ve her birinin aklî izahını yapmıştır. Asi, İmam Mu-hammed'in Mebsût adındaki kitabıdır. Zâhiru'r-rivâye eserlerinden birisi ol­duğu için Hanefî mezhebinde ondaki görüşler daha esah kabul edilir.

Hz. Peygamber (s.a)'in, "emanete yemin eden bizden değildir" sözün­deki, "bizden değildir" ifadesi; "bizim yolumuza uyanlardan değildir" ma­nasınadır. Yoksa, "bizim mensub olduğumuz dinden değildir" demek ma­nasına gelmez. Kâdî şöyle der: "Bizim huyumuzda olanlardan değil, başkalarına benzeyenlerdendir. Çünkü o, ehl-i kitabın âdetindendir. Herhalde bu­nunla tehdidi kasdetmiştir."

Bazı Hükümler

Emanete yemin etmek caiz değildir. Konu yukarıda izah edilmiştir.

6. Yemin-i Lağv

İbıahim -yani es-Sâiğ-; Atâ'dan, yeminde lağv konusun­da şöyle haber vermiştir:

Âişe (seafoodplus.info) dedi ki: Resûlullah (s.a.); "[O], kişinin evinde (söy­lediği) "Hayır vallahi, evet vallahi" gibi sözleridir." buyurdu.

Ebû Dâvûd dedi ki: İbrahim es-Sâiğ, salih bir adamdı. Ebû Müs­lim onu, Avandes'de katletti. Tokmağı kaldırdığında ezanı duyarsa bırakıverirdi.

Yine Ebû Dâvud dedi ki: Bu hadisi Dâvûd b. Ebi'l-Furât; İbra­him es-Sâiğ'den, Hz. Âişe'ye mevkuf olarak rivayet etmiştir. Zührî, Abdülmeük b. Ebî Süleyman ve Mâlik b. Miğvel de aynı şekilde hepsi Atâ'dan Hz. Âişe'ye mevkuf olarak rivayet etmişlerdir.

Açıklama

Bu hadis Münzirî'nin, Muhtasarında mevcut değseafoodplus.info; Buhârî'de, Hz. Âişe'nin sözü olarak, "Yeminle rinizdeki lağvdan dolayı Allah sizi muaheze etmez" âyetini tefsir sade­dinde varid olmuştur. Buharî'deki rivayet şu şekildedir: "Hz. Âişe; âyeti (kişinin); 'hayır vallahi evet vallahi' sözü hakkında nazil olmuştur, dedi."

Hadisin sonunda Ebû Davud'un da işaret ettiği gibi, başkaları da hadi­si mevkuf olarak rivayet etmiştir.

Hadis-i şerif; lağv'ın, yemin kasdı olmadan söyleniveren söz olduğuna delâlet etmektedir. Şâfiîler, yemin-i lağvı, bu rivayetin işareti istikametinde izah etmişlerdir.

İmam Muhammed; İmam A'zam'ın yemin-i lağvı yukarıda belirtildiği biçimde izah ettiğini söyler. Fakat, Hanefî mezhebinin görüşüne göre yemin-i lağv, mukaddimede de belirtildiği gibi; doğru zannedilerek yanlışlıkla edilen ve aksi ortaya çıkan yemindir. Hâdivîler, Rabîa, Mâlik, Mekhûl, Evzâî, Leys ve Ahmed'in bir rivayeti de Hanefîlerin görüşü doğrultusundadır.

Askalânî, yemin-i lağv konusunda sekiz ayrı görüş olduğunu söyler. Me­selâ; Tâvûs'dan nakledilen görüşe göre yemin-i lağv, kişinin öfkeli iken etti­ği yemindir. İbrahim en-Nehaî'ye göre ise, bir kimsenin bir şeyi yapmamak üzere yemin edip sonra unutarak o işi yapmasıdır. Saîd b. Cübeyr kanalıyla İbn Abbas'tan yapılan rivayete göre, Allah'ın helâl kıldığını haram saymak­tır. Bir görüşe göre, kişinin bir işi yaparsa kendisine beddua etmesi, sonra da onu yapmasıdır.

Şevkânî, yemin-i lağv konusundaki görüşleri sekize münhasır kılmanın doğru olmayacağını, araştırıldığı takdirde daha başka görüşlerin de ortaya çıkacağını söyler.

Şüphesiz bu görüşler içerisinde en meşhur olanları, Şâfiîlerle Hanefile-rin görüşleridir.

Yine Şevkânî bu görüşlerden de, Şâfiîlerin görüşünün daha isabetli ol­duğunu kaydeder. Şevkânî'nin bu tercihi yaparken ortaya koyduğu izah şöy­ledir:

"Lağv'ın manasını anlamakta başvurulacak merci, Arap lügatidir, Hz. Peygamber (s.a)'in asrında yaşayanlar, Allah'ın kitabını en iyi anlayanlar­dır. Çünkü onlar birer lügat ehli olmanın yanı sıra şeriat ehli de idiler. Hz. Peygamber (s.a)'i görmüşler ve Kur'an'ın iniş günlerinde hazır olmuşlardır.

Sahâbîlerden birisinden Kur'an-ı Kerim'le ilgili bir tefsir bulunur ve ondan daha üstün veya kendisi seviyesinde olan birisinden de buna zıt bir görüş bu­lunmazsa bu tefsin almak vacib olur. Bu görüş, lügat âlimlerinin bu sözün manası hakkında rivayet ettikleri haberlere uymasa bile sonuç değişmez. Çün­kü o sahabenin naklettiği mananın, lügavî değil şer'î olması mümkündür.: Usûl'de, belli olduğu üzere, şer'î mana, lügavî manadan daha önce gelir. Bi­zim sadedinde olduğumuz konuda lağv; Âişe (seafoodplus.info)'nın dediğidir."

Hz. Peygamber (s.a)'den lağv yemini ile ilgili olarak başka haberler de nakledilmiştir. Meselâ, Taberî'nin Hasenü'l-Basrî'den merfû olarak rivayet ettiği bir habere göre: Ok atıcılardan biri okunu attığı zaman, hedefi vurdu­ğuna dair yemin eder ve onun vuramadığı ortaya çıkar. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s,a): "Atıcıların yeminleri lağvdır. Onun için keffarette yoktur, ceza da" buyurmuştur.

İbn Hacer; bunun sabit olmadığını, zira ulemanın, Hasen'in mürsellerine güvenmediklerini, çünkü onun herkesten hadis aldığını söyler.

İbn Vehb de; Zührî vasıtasıyla Urve'den o da Hz. Âişe'den şöyle riva­yet etmiştir: "O (yemin-i lağv), sadece doğruluğu arzu edilerek edilen fakat aksi çıkan yemindir."

Bu rivayet Hanefîlerin görüşlerini desteklemektedir. Fakat ravileri, üze­rinde durduğumuz babın hadisinin ravileri kadar sika olmadıkları için onun karşısında zayıf bulunmuştur.

Hadis-i şeriften anlaşıldığına göre; yemin-i lağvdan dolayı ne keffaret ne de ceza vardır. Bakara sûresinin, ve Mâide sûresinin âyetleri de buna çok açık bir şekilde delâlet etmektedirler. İbnü'l-Münzir ve İbn Abdil-berr, bu hususta tüm âlimlerin görüşbirliği içinde olduklarını söyler.

Hanefî fıkıh kitaplarında; "Allah'ın bu yemin sebebiyle sahibini mua-haza etmeyeceğini umarız." manasına gelen bir ibare yer alır. Asıl metinler­de olduğu için, bu söz İmam Muhammed'e ait olsa gerektir. "Allah (c.c), âyet-i kerimelerde açık bir şekilde, yemin-i lağv sebebiyle kişiyi muaheze et­meyeceğini bildirdiği halde, İmam Muhammed niçin böyle bir ifade kullan­mıştır?" şeklinde bir soru akla gelebilir. Bu soruya şu şekilde cevap veril­mektedir: "Umud iki türlüdür. Bunlardan biri tama' diğeri tevazu içindir. Birincisine recâ-i tama', ikincisine de recâ-i tevazu denilir. İmam Muham-med'in sözü, recâ-i tevazu cinsindendir."

Bazı Hükümler

1. Yemin-i lağv; yemin kastı olmadan, dil alışkanlığı ile söylenenevet vallahi, hayır vallahigibi sözler­dir. Konu, şerh bölümünde izah edilmiştir,

2. Yemin-i lağv'den dolayı ne dünyevî bir keffaret ne de uhrevî bir ceza gerekmez.

7. Yeminde Ta'riz

"Ta'riz" diye terceme ettiğimiz "el-meâriz" kelimesi "mi'raz" kelimesinin çoğuludur. Bu kelime; en-Nihâye'deki ifadeye göre, sözünü açıkça ifade etmenin zıddı olan ta'rizden alınmadır. Aynî; "Ta'riz, bir kinaye tü­rüdür, tasrihin zıddidır" der. Râğıb ise bu kelimeyi şöyle izah eder: "Bu, açık ve gizli manası olan bir sözdür ki, söyleyen gizli manayı kasdeder, açık manasını söyler."

Bu izahlardan anlıyoruz ki, buradaki ta'rizden maksat; yemin ederken ayrı ayrı manaya gelen sözün kullanılması, yemin edenin, niyetinin başka, sözünün başka olmasıdır.

Ebû Hureyre (r.a)'den, Rasûlullah (s.a)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"Yeminin, arkadaşının seni tasdik edeceği (niyet) üzerine olanı­dır."

Müsedded; "Bana, Abdullah b. Ebî Salih haber verdi" dedi.

Ebû Dâvûd dedi ki: Onun ikisi, (yani) Abdullah b. Ebî Salih ve Abbâd b. Ebî Salih birdir.

Açıklama

Müslim, hadisi; "Yemin edenin yemini, yemin ettirenin niyetine göredir" manasına gelen bab altında vermiştir. Bu ifade hadisin manasını anlamada oldukça kolaylık sağlamaktadır. Zaten Müslim'in diğer bir rivayeti; "Yemin, yemin ettirenin niyetine göredir" şeklindedir.

Metindeki, "arkadaş" diye terceme ettiğimiz "sahib" kelimesi burada "hasım", "müddeî" manalarında kullanılmıştır.

Hadis-i şerif, iki hasım arasındaki davalaşmada edilen yeminin, yemin edenin değil, yemin ettirenin niyetine göre olacağına delildir. Yani, yemin eden kişi "evet, ben yemin ettim ama maksadım o değildi, şu idi" şeklinde bir mezarette bulunamaz. Fethu'l-Vedûd'da; "Bunun manası; yemin, yemin ettirenin niyetine göre vaki olur. Yeminde tevriyenin tesiri olmaz." denil­mektedir.

Yeminde, yemin ettirenin niyetinin muteber oluşu, genel değildir. Bazı hallerde şartlarla sınırlıdır.

Nevevî, bu konuda şu açıklamada bulunur:

"Bu hadis, hâkimin yemin istemesi durumunda edilen yemine hamlolunur. Bir adam, başka birini dava eder, hâkim de ona yemin ettirdiğinde, adam hâkimin niyetinden başkasına niyet ederse, yemin hâkimin niyeti üze­rine olur. O adamın kendi niyetini gizlemesi fayda vermez. Bu konuda göruş birliği vardır. Delili, bu hadis ve icmadır.

Hâkimin isteği olmadan yemin eder ve farklı bir niyet beslerse, o za­man niyetinin faydası olur ve yemin bozulmuş olmaz. İster hiç kimse iste­meden, isterse hâkim ve onun naibinin dışında birinin istemesiyle olsun, sonuç aynıdır. Hâkimden başkası, niyet ettirdiğinde onun niyetine itibar edilmez. Hasılı; kendisine yöneltilen bir davada hâkimin ve naibinin yemin ettirmesi­nin dışındaki bütün hallerde yemin, yemin edenin niyetine göredir. Hadiste murad edilen budur. Hâkimin huzurunda hâkim istemeden yemin etmesi ha­linde ise, ister Allah adı ile ister hanımını boşama ve köle azadına yemin et­sin, yemin edenin niyeti muteberdir. Ancak hâkim; karısını boşama veya köle azad etmesi üzerine yemin ettirirse, niyetini gizlemesi fayda verir. Yemin ede­nin niyeti muteberdir. Çünkü hâkimin bunlarla yemin ettirmeye hakkı yok­tur. O, ancak Allah adına yemin ettirebilir.

Sual: Takiyye nedir, müdârâ ve müdâhene ile münasebeti var mıdır? Bu çerçevede Hazret-i Peygamber aleyhisselâmın, Ammar bin Yasîr’e müşriklerin işkencelerinden kurtulmak için istediklerini söylemesine izin vermesini nasıl anlamalıyız?

Cevab: Takıyye, icab ettiği zaman, hakiki fikrini, inancını saklamak demektir. Caferiyye Şiasında bir inanç esasıdır. “Nasıl Hazret-i Ali, güyâ, kabul etmediği halde Hazret-i Ebubekr, Ömer ve Osman'a takıyye yapmışsa, Şiîlerin de Sünnilerin güçlü olduğu yerlerde böyle yapması gerekir” şeklinde bir kaidedir. Ehli sünnete göre, dinini ve canını korumak için, müdârâ yapmak câiz ve lâzımdır. Bir müslümanın, dini sebebiyle eziyet görecekse, canı, malı, ırzına zarar gelecekse, yalan söylemesi, inancını saklaması, küçük veya büyük günah işlemesi câiz olmaktadır. Müdâhane ise dünyalık elde etmek için dinden taviz vermek demektir. Câiz değildir. (Berika)

16 Nisan Pazartesi

MAKALELER

 

Yalan yere yemin suçu Türk Ceza Kanunumuzun Maddesinde düzenlenmiştir. İlgili maddeye göre ;

MADDE ;

(1) Hukuk davalarında yalan yere yemin eden davacı veya davalıya bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.

(2) Dava hakkında hüküm verilmeden önce gerçeğin söylenmesi halinde, cezaya hükmolunmaz.

(3) Hükmün icraya konulmasından veya kesinleşmesinden önce gerçeğin söylenmesi halinde, verilecek cezanın yarısı indirilir.

T.C.

YARGITAY

4. CEZA DAİRESİ

E. /

K. /

T.

• YALAN YERE YEMİN ETME SUÇU ( Cep Telefonu Mesajının Delil veya Yazılı Delil Olmadığı Belirtilerek Yeterli Şüphe Oluşmadığı Gerekçesiyle Verilen Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Kararın Hukuka Uygun Olduğu )

• MESAJIN DELİL VEYA YAZILI DELİL BAŞLANGICI SAYILMAMASI ( Yalan Yere Etmek Yemin Suçu – Cep Telefonu Mesajının Delil veya Yazılı Delil Olmadığı Belirtilerek Yeterli Şüphe Oluşmadığı Gerekçesiyle Verilen Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Kararın Hukuka Uygun Olduğu )

• CEP TELEFONUNA GÖNDERİLEN MESAJIN DELİL NİTELİĞİ ( Yalan Yere Etmek Yemin Suçu – Cep Telefonu Mesajının Delil veya Yazılı Delil Olmadığının Gözetileceği )

/m

/m, 

ÖZET : Yalan yere yemin etmek suçunda; şüpheliye yükletilen suçla ilgili olarak tanıkla ispat yasağı olması, şüphelinin cep telefonu mesajı gönderdiğini kabul etmemesi, mesajın bu kapsamda delil veya yazılı delil başlangıcı sayılmaması ve müşteki tarafından yazılı bir belge ibraz edilmemesi nedenleriyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Somut olay açısından cep telefonu mesajının hukuk mahkemesinde yalan yere yemin etme suçundan kamu davası açılması için yeterli şüphe oluşturmadığı ve kovuşturmaya yer olmadığına dair karar ile merciin itirazın reddine ilişkin karar verilmesi hukuka uygundur.

DAVA : Yalan yere yemin etmek suçundan şüpheli G. D. hakkında yapılan soruşturma evresi sonucunda Marmaris Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen tarihli ve / soruşturma, / sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yapılan itirazın reddine ilişkin, Aydın 2. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığının tarihli ve / değişik iş sayılı kararının Adalet Bakanlığınca gün ve sayılı yazı ile yasa yararına bozulmasının istenmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının gün ve sayılı istem yazısıyla dava dosyası Daireye gönderilmekle incelendi:

İstem yazısında “Marmaris Cumhuriyet Başsavcılığınca, şüphelinin müsnet suçu işlemediğini beyan etmesi, müsnet suç yönünden yapılacak delil değerlendirmesinde tanıkla ispat yasağı bulunması, şüphelinin müşteki tarafından ibraz edilen mesaj kayıtlarını kabul etmemesi, mesaj kayıtlarının bu kapsamda usulüne uygun delil ve yazılı delil başlangıcı sayılamayacak olması ve müşteki tarafından yazılı bir belge ibraz edilememesi gerekçeleriyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş ise de,

Müştekinin, şüpheliye elden ,00 Türk lirası borç para verdiğini, ancak şüphelinin ödememesi üzerine ilamsız icra takibi yaptığını, şüphelinin itiraz etmemesi sebebiyle takibin kesinleştiğini, bilahâre şüphelinin menfi tespit davası açtığım, Düzce 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin / esasına kayden görülen dava sırasında, Marmaris Sulh Hukuk Mahkemesince talimatla beyanı alınan davacı-şüpheliye borcu olup olmadığı hususunda yemin teklif edildiğini ve şüphelinin tarihli celsede borcu bulunmadığına dair yemin ettiğini ve bu nedenle davayı kaybettiğini, ancak şüphelinin bu olaylardan önce tarihinde cep telefonu ile mesaj çekerek borcu olduğunu kabul ettiğini ve ödeyeceğini bildirdiğini, bu haliyle şüphelinin hukuk mahkemesinde yalan yere yemin etme suçunu işlediğini iddia ederek şikayetçi olduğu nazara alındığında,

Dosya kapsamınsa göre, şüphelinin Marmaris Cumhuriyet Savcılığındaki tarihli ifadesinde, … … nolu telefon hattının kendisine ait olduğunu ve yılından beri fiilen kendisinin kullandığını beyan etmesi karşısında, mesajları kendisinin çekmediğini, müşteki ile ortak arkadaşları olup, bu arkadaşlarından birisinin müştekiye mesajları yazmış olabileceği yönündeki beyanlarının hayatın olağan akışına uygun bulunmadığı, şüphelinin kullandığı cep telefonunu bir başkasının ele geçirerek müştekiye borcu kabul ettiğine dair mesaj çekmesinin mantıklı bir açıklamasının bulunmadığı, kaldı ki bu cep telefonunun hâlen şüpheli tarafından kullanılmaya devam edildiğinin anlaşıldığı, bu haliyle mevcut delillerin kamu davası açılmasını gerektirir nitelikte bulunduğu ve bu delillerin mahkemesince değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeksizin, itirazın kabulü yerine, yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmemiştir.”denilmektedir.

Gereği görüşüldü:

KARAR : C.Y.Y.’nın kamu davasının açılması başlığını taşıyan /2 maddesinde ” Soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa; Cumhuriyet savcısı, bir iddianame düzenler.” hükmü yer almaktadır.

İncelenen dosyada, yakınan K. Ç.’ın şüpheli aleyhine TL’lık alacağı için ilamsız icra takibi başlattığı, borçlu G. D.’in itiraz etmediği takibin kesinleşmesinden sonra sulh hukuk mahkemesinde menfi tespit davası açtığı, davalı yakınanın teklifi üzerine davacı şüphelinin talimat mahkemesinin tarihli oturumunda yemin ettiği, yakınanın tarihinde şüpheli hakkında yalan yere yemin suçundan soruşturma yapılması amacıyla savcılığa şikayette bulunduğu, Düzce 2. Sulh Hukuk Mahkemesince davalının borcun varlığını usulünce kanıtlayamadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verildiği görülmektedir. Marmaris Cumhuriyet Başsavcılığı, şüpheliye yükletilen suçla ilgili olarak tanıkla ispat yasağı olması, şüphelinin cep telefonu mesajı gönderdiğini kabul etmemesi, mesajın bu kapsamda delil veya yazılı delil başlangıcı sayılmaması ve müşteki tarafından yazılı bir belge ibraz edilmemesi nedenleriyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Anılan kararda yazılı belge ile isbatı gereken bir konuda hukuk mahkemesinde yalan yere yemin etmekten sanık bulunan kişinin ceza mahkemesindeki yargılanmasında H.U.M.K.’nun , , ve maddeleri hükümleriyle kayıtlı olarak, yazılı delil arayıp ona göre karar vermesi gerektiği yolundaki tarih ve 19/12 sayılı İ.B.K. kararı dayanak gösterilmiştir. sayılı T.C.Y. dönemine ait bu içtihadın, sayılı T.C.Y. döneminde de geçerliliğini sürdürmemesi için yasal herhangi bir neden yoktur. Bu durumda somut olay açısından cep telefonu mesajının hukuk mahkemesinde yalan yere yemin etme suçundan kamu davası açılması için yeterli şüphe oluşturmadığı ve tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair karar ile merciin itirazın reddine ilişkin kararının hukuka uygun olduğu anlaşılmaktadır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, istem yazısında ileri sürülen düşünce yerinde görülmediğinden, Adalet Bakanlığının kanun yararına bozma isteğinin REDDİNE, tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 

 

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir