yer demir gök bakır kahramanları / Yer Demir Gök Bakır Özeti, Konusu ve Karakterleri - Kitap Diyarı

Yer Demir Gök Bakır Kahramanları

yer demir gök bakır kahramanları

Mustafa Orman

gunun-birinde-kitabi-yavuz-ekinci-Front-1Yazarın durduğu yer ile yürüdüğü yer, gerçeğe yakınlık muhtevasını belirler. Ki durmak metni gerçeğin içine daha derinden geçirir, kendini gösterir, anlamını hıçkırtır. Yazarın tarihsel üçgen sınırlarında gösterdiği olaylara okur tribününün yabancılaşması yapıtı gizemli hale getirir. Bunu okuyucu açısından ele alacak olursak, çünkü okuyucunun yazarın gösterdiği tarihi olaylardan haberdar olmaması esere karşı hem bir gizem hem de bir yabancılaşma serüveni yaratır. Yazarın ideolojik hamle göstermesi, ister istemez karşı ideolojide bir mesafe yaratmaya yöneltecektir. Gelişmeye dayalı (düzenleşen olaylar ve bakışlar) deneyim olanağı yayıklığıyla, ‘iletişim’ çağının iletimsiz barbarlığında dışa sinen, içte kabul görmeyen kodların, birey ve toplum çelişkisinde kendini tutundurması zor olduğundan, yazarın meramını anlatmaya çalışması da o derece güçlüğe erişiyor.

Yavuz Ekinci, Günün Birinde romanında merkezde masalı hikâyeyle yürüterek çağımızın yaşanmışlığında fır dönen felaketleri önümüze serpiştiriyor. Romanı Ortadoğu kritiğinde ve Kürdistan sorunsalında görecek olsak da, yine de bütünsel pencerede Kürdistan sarmaşığında yetişmişliğe varmalıyız. Felaket bekleyişinde tarumar sıralanmış hikâyeler, karakterler arasında gide gele sağaltılmıştır. Mitolojik baskınlığın hikâyeye itici güç oluşturduğu Amar Dağı’ndaki korku pençesi, Cevizler Vadisi’ndeki Sara ile Amar’ın ‘büyülügerçeklik’le kalıplara dökülen aşkı at gürbüzlüğüyle teşne ediliyor. Felaket olduktan sonra da felaketin bekleyişi sürüyor; felaket sonrası bekleyiş okuyucuya sonsuz devamlılık bırakıyor. Metin masalsı olarak lanse edilse de, tam anlamıyla masalsı değildir. Masal eserde yalpalıdır, asıl olan gerçeğin oturuşudur, istikamet yaratmasıdır. Kitapta masal serpiştirilerek değil, ayrı hikâyeler biçimlendirilerek anlatılmıştır; iç içe bir geçiş yok, gerçeklikle kaplanmış masal bitişiyle birlikte gerçeklikle kendini yine hemen metne atar. Kurgudan da bunu çıkarabiliriz; kitap açılışı gerçeklikle yapar ve gerçeklikle kapatır.

Kitabın girişindeki  “Amar Dağı’ndan bir adam koşarak köye geldi.” cümlesi dağ, kaçış, haber, bekleyiş duygularını; terleyen, heyecan içinde kalan, nefes nefese kalan bir adamı gözlerimizin önüne getiren, gölgeli, doğurgan ve çoğul bir anlatımdır. Yavuz Ekinci, hikâye anlatımının yanında, hikâyeye maruz kalmanın olanaklarını da eserde bir üstyorum pergeli çizgisinde bizi gezdirir. Doğaya, eşyaya, insana, hayvana, zihne toplu kıyımın anlatıldığı romanda uzun soluklu bir karanlığın içinde hayallerin kaçışlara zimmetlendiği, kaçışların kapalılığa doluştuğu olaylar dizini burkulma çitiyle anlatılıyor. Günün Birinde hikâyeye uğramışlığı olanlar, bunu etinin ve tırnaklarının kirinde yeniden yaşayabilir; uğramamışlara da bir sorgulama nöbeti verdirir. Nitekim anlatılarda bu ağırlık her okuyucunun aklının ve gövdesinin bakracına düşüp ses çıkaracaktır. İnsana ağır bir itham da bu cümlelerle kıvrılır çağın omuzlarına: “Karanlık… Her şeyden önce karanlık vardı. Eskiden karanlık bugünkü gibi insanın kalbinde, ruhunda, yüzünde ve sesinde değildi. Karanlık evvel zaman önce gecede, kuytu yerlerde, mağaraların derinliklerinde, ceviz ağacının gölgesinde, vadinin ıssızlığında saklanırdır.”

Yavuz Ekinci, Cemşid karakteriyle geçmişteki felaketleri anlatırken, ağaç metaforuyla da günümüze politik bir ayraç esnetir zihnimizde. Felaketin ve barbarlığın nefes kesici çaresizliği altında kalan Cemşid’in evdeki eşyaları, sarıp, torbalara doluşturup ağacın tepesine çıkarmasıyla bizi bir hatırlatmanın eşiğine ittiriyor.

Felaketin ardında çırpınan taşlar, yanmış yılanlar, kaplumbağalar, yuvası dağılmış kuşlar, kertenkeleler, karıncalar, ağaçkakanlar, islenmiş kuş yumurtaları, sincaplar; kırılmış, kül olmuş ağaçlar, yıkılmış evler, insan bedenleri sadece insan değil, doğa soykırımını da açıkça gösteriyor okuyucuya.

Orhan Pamuk-Yavuz Ekinci

yavuz-ekinciYavuz Ekinci’yi eserleri bağlamında görece bir kalıpta karşılaştıracağımız yer Orhan Pamuk örneğidir. Orhan Pamuk eserlerinin temelinde kitleleri hem ayıran hem de eser bütüncülüğüyle bir arada tutan Batı Modernizmi ve Doğu Mistisizmi formülünde masaya yatırabiliriz. Tartışma yaratan bu durumlar bize yazarın işlevsel kanıtlarını da göz önüne getirmemizi sağlar. Özellikle Pamuk için sıkça dile getirilen Oryantalizm tanımı çerçevesinde, sırtını ‘Doğu’ya dayayıp ‘Batı’yı elinde tutabilme özelliği kötü bir raya oturtulsa da Pamuk’un yazarlık merdivenlerindeki tırmanışının kıymetini arzını ortadan kaldıramayacaktır. Yavuz Ekinci de bu bağlamda ‘Mitoloji’ ve ‘Kürdistan’ yerelliğini kullanarak eserlerini ortaya çıkarıyor. Fakat burada ayrı bir tabela göstermek lazım, Ekinci’nin hem öykü kitaplarında hem de romanlarında bu her daim göz önündedir. Ekinci’nin Pamuk’u işaret ettiğimiz yerde, sırtını Kürdistan yerelliğine dayayıp Türkiyelilere anlatma özentisi tartışması da yaratmıştır, -bir metne dökülmese de, konuşulmuştur- yaratacaktır da.Yavuz Ekinci’yi yazarlık dışında bir insan olarak tanıdığım için bu sırtını dayama mevzusundan uzaktır diyebilirim; çünkü yazar burada kendine dert ettiği durumları eserde gövdeleştirmeye çalışıyor. Günün Birinde romanında Ekinci’nin diğer romanlarında daha derli toplu bir eser inşasına giriştiği görülüyor. Diğer romanlarında nadasaya bırakma işlemini yapması gerekliliğini bu romanda açıkça göstermiştir.

Yer Demir Gök Bakır  ve Günün Birinde bekleyişler

Yaşar Kemal’in Dağın Öte Yüzü üçlemesinin Yer Demir Gök Bakır kitabındaki ‘bekleyiş’ ile Yavuz Ekinci’nin Günün Birinde romanı arasındaki ‘bekleyiş’in tezahüründe birleşen ve ayrışan birçok yön vardır.Yer Demir Gök Bakır romanında karakterlerin yine başına gelecek felaketlerde çaresizliklerini ve korkularını birer ‘mit’ yaratarak, onlara sığınıp tutunacak dal arayışı sürekli yer edinir. Doğanın tahakkümü seremonisinde kurtuluşunu ‘mit’lerde arayan köylülerin korku kayışını ‘iç monolog’lara sarar, karakterler arası zihinsel odaklanmanın yanında tanrısal bir anlatıcı roman boyunca izini belli ettirir; çünkü tanrısal anlatıcı yorumlama olanağını da sürekli beraberinde gezdirir. Yaşar Kemal, tarihselliği iyimserliğe dövdürür.

Yavuz Ekinci’nin Günün Birinde romanında ise, ‘masalsı’ bekleyişler merkezde bilinçli bir tercihle tutulmuş, parça bütün ilişkisinde anlatma yoluna gidilmiştir. Romanın giriş bölümünde doğa ve canlılar yarılarak, karakterler hakkında küçük bir panoda gösteri başlatılıyor; gerçeğin sırtı burada okuyucuya hissettirilirken aniden ‘masalsı’ hikâyelerin içine geçiş yapılıyor. Ekinci’yi Yaşar Kemal’deki ‘mit’ yaratıp onlara sığınan karakterler çapraşıklığında gözeteceksek, Günün Birinde böyle bir durum yok, çünkü beklenen felaketin nereden geldiği, kimden geldiği, neler olacağı bellidir; Yer Demir Gök Bakır’da beklenen felaket gelmediği gibi insanların bekleyişinde derin felaketler yaratmıştır (Ağa karakteri Yaşar Kemal’de bir gizlilik dikişi attırır). Ekinci’nin romanında felaket ve barbar kavramı direkt Kürdistan’daki devlet tahakkümünü ve mekanizmalarını işaret ediyor. Ekinci’nin karakterleri felaketin bekleyişinde ‘Allah’a ya da duaya sığınır. Ekinci, iyimserliğe değil, tarihin kötülüğüne vurgu yapar.

Son niyetine

Yavuz Ekinci, Günün Birinde romanında, diğer romanlarındaki eksiklik ve fazlalıkları aza indirgeyerek, imgesel vuruşlarıyla, politik gürültüsüzlüğüyle, bilinç tabutuyla nakşetmeyi renklendirdiği hikâyeler anlatmış bizlere.

Yayınevlerine ısrarla ve bin ricayla

Yayınevlerinin son dönemlerde yayınladığı kitapların çoğundaki özensizlik, noktalama ve yazım yanlışları aşırı derecede göze çarpıyor. Çok eski baskıları baktığımızda ve o dönemdeki zor şartlara hatırladığımızda hatalar daha az iken, günümüzde olanaklar fazlasıyla sunulurken hatalar da artış gösteriyor. Yavuz Ekinci’nin Günün Birinde romanı 7. kitabı olmasına rağmen, kitapta en az hata var; evet hepimiz insanız, hata yapabiliriz, gözümüzden kaçırabiliriz, yine de bu kadar göze batan hatalar yapılmaması gerektiğini düşünüyorum. Ahkam kestiysem affola…

Mustafa Orman &#; seafoodplus.info (15 Nisan )

Kategoriler Uncategorized

YENİ TÜRK EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI Modern Turkish Literature Researches Temmuz-Aralık / () ÇÖPLÜĞÜN GENERALİ ROMANINDA KARŞIÜTOPYAYI KURAN ÖGELER: KOLEKTİF BELLEK YİTİMİ VE UNUT(TUR)MA Pınar DAĞ1 ORCID: ÖZ Karşıütopya yazını, gelecek üstüne karamsar bakış sunar ve türlü kaygıları dillendirerek ileride yaşanılabilecek olumsuz durumları gösterme işlevi üstlenir. Karşıütopyalarda erk, özgürlük alanlarını daraltarak bireyler üzerinde totaliter bir yaklaşım sergiler. Buna uygun olarak oluşturulan bürokratik yapılanma; teknoloji, bilim ve medya gibi çeşitli ögeleri ideolojik denetim aygıtı olarak kullanarak baskı, tehdit ya da korku yaratır ve konformist bireylerin oluşumuna zemin hazırlar. Oya Baydar'ın karşıütopya özelliği gösteren Çöplüğün Generali adlı yapıtında, totaliter erk tarafından teknolojik uygulamalarla kolektif belleğin yitime uğratılması ve sonucunda farkındalık yoksunluğu yaşayan, kanıksayan, üç maymunu oynayan konformist bireylerin ortaya çıkışı ve bunun yaratmış olduğu toplumsal kaos konu edilir. Alegorik bir anlatı olarak öne çıkan yapıtta, başkişi durumundaki Psikiyatr'ın kayıp bir coğrafyada bulduğu roman taslağının ışığında, unutulan geçmişin adım adım sorgulanması ve şimdinin anlamlandırılmaya çalışılması ele alınır. Bu çalışmada, Çöplüğün Generali romanının sunduğu veriler çerçevesinde karşıütopyayı kuran ögeler incelenmiştir. Anahtar Kelimeler: Karşıütopya, roman, unutma, bellek yitimi, konformizm, Çöplüğün Generali, Oya Baydar. 1 Süleyman Demirel Üniversitesi,Eğirdir Meslek Yüksekokulu, Türk Dili Okutmanı. eposta: [email protected] Çöplüğün Generali Romanında Karşıütopyayı Kuran Ögeler: Kolektif Bellek Yitimi Ve Unut(Tur)Ma THE FACTORS CONSTİTUTİNG DYSTOPİA İN THE NOVEL THE GENERAL OF THE GARBAGE DUMP: COLLECTİVE AMNESİA AND FORGETTİNG, CAUSİNG TO FORGET ABSTRACT Literature of dystopia presents a moody view for the future and undertakes a mission of showing the negative cases that will be able to be experienced in the future by expressing the various anxieties. Power in dystopia displays a totalitarian attitude on the individuals by restricting the areas of freedom. Bureaucratic structuring, which has been constituted accordingly, creates oppression, threat or fear by using various factors such as technology, science and media as an ideological control instrument and triggers the occurrence of the conformist individuals. In Oya Baydar’s work called The General Of The Garbage Dump that shows the characteristics of dystopia, the fact that the collective memory has been subjected to the loss through the technological applications by the totalitarian power, as a result of this, occurrence of the conformist individuals who have awareness deprivation, get used, and play ostrich and social chaos coming out of this situation are mentioned. In the work that becomes prominent in terms of allegorical narration, the fact that the forgotten past has been questioned gradually and the fact that the present time has been tried to be interpreted are handled in the light of the draft of the novel that psychiatrist, in the situation of the leading character, found in a lost geography. Key Words: Dystopia, novel, forgetting, amnesia, conformism, The General Of The Garbage Dump, Oya Baydar. Giriş Ütopya ve Karşıütopya İlk örneği Platon'da görülen ütopya düşüncesi felsefeden sonra gelişimini edebiyat alanında da sürdürmüştür. İlk kez yılında Thomas More tarafından kullanılan ve kökü Yunanca olan ütopya (utopia) terimi, yer anlamına gelen topos sözcüğünün önüne yok anlamını içeren ou takısının ve aynı zamanda iyi anlamına gelen eu olumsuz takısının getirilmesiyle oluşturulmuş, olmayan yer anlamıyla birlikte mutlu yer anlamını da taşıyan bir sözcüktür (Bezel 8). Özellikle Thomas More’un Utopia adlı yapıtından sonra gerçekte var olmayan ideal dünyalar, yaşantının olumsuz koşullarına seçenek olarak belirir. Ütopya, içinde bulunduğu dönemin siyasal, toplumsal, ekonomik vb. yapısından hoşnut olmayan yazarın farklı bir zaman, mekân ve coğrafyada ideal toplum tasarımını ortaya koyduğu bir türdür. Var olan düzene getirilen eleştiri ve karşıt bir yapı oluşturma, yazarın yaşadığı döneme ve toplumun yapısına göre farklılıklar gösterir. Geleceğe yönelik bir tasarı için bugünden yola çıkılır ve içinde bulunulan zamana, mekâna ve yaşam koşullarına tercih edilebilecek yeni bir düzen oluşturulur. Ütopya, hem hiçbir yerdir hem de iyi bir yerdir. Olası olmayan, ancak insanın bulunmayı dileyeceği bir dünyada yaşamak (Kumar 9) biçiminde de tanımlanabilir. Dolayısıyla ütopya sözcüğünün, kavram olarak türünün sınırlarını ve anlam alanını olumlu yönde çizdiğini söylemek olanaklıdır. XIX. 76 Pınar DAĞ yüzyıldan itibaren ise ütopya geleneği içerisinden; distopya, karaütopya ya da antiütopya olarak da adlandırılan karşıütopya ortaya çıkar ve önemli örneklerini XX. yüzyılda verir. Ütopya mutlu bir yaşam için bir düzeni belirgin kılarken 1. ve 2. Dünya Savaşı, Stalin ve Nazi Almanya’sı dönemini yaşamakta olan ya da yaşamış yazarlar tarafından ortaya konan karşıütopyalarda insanlığı gelecekte bekleyen tehlikeleri gösteren örnekler verilir. Karşıütopya, malzemesini ütopyadan alır ve ütopyanın olumlamasını reddeden bir tavırla onu yeniden kurar (Kumar ). Nail Bezel’in söyleyişiyle ütopya bir yeryüzü cennetini ifade ederken karşıütopya kafalarındaki cenneti kurmak isteyenlerin yol açtıkları yeryüzü cehennemini sergiler (Bezel 8). Mükemmel toplum düzeni ve bu düzene ayak uydurmak, mutluluğa giden yolu gösterse de karşıütopyada, uyumlu toplumun gerçekleştirilmesi adına ezilip yok edilen bireyin acısı ifade alanına dökülür. Teknoloji, bilim ve medya gibi çeşitli ögeler, iktidarın elinde birer denetim aygıtına dönüşerek baskı, tehdit ya da korku yaratır. Bu bağlamda toplumu gelecekte bekleyen tehlikeler, karşıütopyaların ortak özelliği olarak görünüm kazanır. Edebiyat dünyasında karşıütopyalara, ütopyalardan sonra rastlanmaya başlanır. Martin Meyerson, ütopyaların Platon’un ideal devlet tasarımına dayandırıldığında, karşıütopyaların izinin de, en azından Aristophanes’in The Birds’ine dek sürülebileceği değerlendirmesinde bulunur. Ancak, karşıütopyaların kaynağını modern dönemde aramak yerinde olacaktır. Modern çağda bilim alanındaki gelişmeler, ideolojik planda şekillenen baskıcı yönetim modelleri, savaşlar, askeri darbeler karşıütopik kurguların ortaya çıkmasına ve artmasına zemin hazırlamış görünmektedir (Gariper vd. ). XX. yüzyılda Rus yazar Yevgeni Zamyatin, karşıütopya türünün ilk örneği olan Biz (Mıy) adlı romanını yayımlar. Distopya (karşıütopya), Yunanca zor anlamına gelen dus ve yer anlamına gelen topos sözcüklerinden türetilmiştir. Türün en bilinen örneği George Orwell’ın adlı romanıdır. Ray Bradbury’nin Fahrenheit adlı romanı da yine bu türün örnekleri arasındadır. Karşıütopyalarda yönetenler tek egemen güçtür. İnsanlar yöneticilerin korkusu ile sinmiş, özgürlükler kaldırılmış, ahlâki ve insani duygular yok edilmiş, düşünme ve düşündüğünü söyleme yasaklanmıştır. Hiç kimse birbirine güvenememektedir. Bireylerin kişilikleri tamamen silinmiştir. Devletin birey üzerinde mutlak bir otorite sahibi olduğu totaliter devlet düzeni, özellikle XX. yüzyıldan itibaren karşıütopyanın ana sorunsalını oluşturur. Karşıütopyalar, ütopyanın kendi içindeki seçeneksizliğini, eşitlik ve toplumun mutluluğu adına bireysel değerlerin ve özgürlüklerin bastırılmasını ve mekanik mükemmelliği eleştirir. Bunu yaparken ütopyanın özelliklerini aşırılaştırarak, bürokrasi ve teknolojinin yardımıyla baskıyı artırarak kurduğu totaliter, zorba rejimleri kullanır. Devletin yönetimi için oluşturulmuş olan bürokratik yapılanma, halk üzerinde yarattığı baskı ve tehdit ortamıyla rejimin devamını sağlamakta ve bunun için kişileri yok saymakta, teknoloji ise bu denetim için gerekli olan aygıtları sağlamaktadır (Temizarabacı Yıldırmaz 59). Batı edebiyatlarında olduğu gibi, Türk edebiyatında da karşıütopya kurgusunda örneklerle karşılaşılır. Cüneyt Arcayürek’in Ku-de-ta ()’sı, Buket Uzuner’in İki Yeşil Susamuru Anneleri, Babaları, Sevgilileri ve Diğerleri () ile Kumral Ada~Mavi Tuna ()’sı, Alev Alatlı’nın 77 Çöplüğün Generali Romanında Karşıütopyayı Kuran Ögeler: Kolektif Bellek Yitimi Ve Unut(Tur)Ma Schrödinger’in Kedisi Kâbus ()’u, Cem Akaş’ın Olgunluk Çağı Üçlemesi (), Dr.’nin Yedi Uyuyanlar () ile Uykusuzlar ()’ı, Mehmet Açar’ın Siyah Hatıralar Denizi (), Tahsin Yücel’in Gökdelen ()'i karşıütopyalar arasında yer alır (Gariper vd. ). Türk edebiyatında karşıütopya olarak yazılmış, yazarının ifadesiyle distopik bir gelecek tasvirini gözler önüne seren yapıtlardan biri de Oya Baydar'ın kaleme aldığı Çöplüğün Genarali ()'dir. Bu çalışmada, Çöplüğün Genarali romanının sunduğu veriler çerçevesinde, toplumu bellek yitimine götüren süreç ve nedenleri totaliter erk-birey ana yöneliminde ve karşıütopyayı kuran ögeler bağlamında ele alınacaktır. Çöplüğün Generali Romanında Karşıütopyayı Kuran Ögeler Bilindiği gibi, roman yaşamı olduğu gibi yansıtmaz, âdeta yeniden yorumlar. Bu nedenle anlatma esasına bağlı edebî yapıtlardan olan romanda gerçek olarak değerlendirilen şey, değişikliğe uğrayarak yansır. “İtibarî âlem, hârici âlemin bir düşünce sistemi etrafında sanatkâr tarafından yorumlanması neticesi vücut bulur.” (Aktaş 15). Yazar da yapıtında içinde bulunulan sosyal ve siyasal yaşamdan hareketle kurmaca dünya oluşturma yoluna gider. Güncele ilişkin sosyal gerilimler, çatışmalar ve bunalımlar yapıtta kendisini duyumsatır. Oya Baydar sözü edilen durumu bir söyleşide şöyle dile getirir: “Roman, en kısa tanımıyla, doğa, toplum ve tarih içindeki bireyi anlatır. Bireyi etkileyen, belirleyen, yolunu kaderini biçimlendiren, kendi doğası kadar dış çevre ve koşullardır. Aşktan umuda, sevinçten acıya, doğumdan ölüme kadar, toplumsal-siyasal gelişmelerin girdabında deviniriz. Lafı uzatmazsam; ben bütün romanlarımda insanı yazmaya çalışıyorum. Ama kurgusal, soyut, yapay insanı değil, gerçek insanı. Onun macerasını, onun acılarını, umutlarını, yaşamını, duygularını. Çöplüğün Generali’ni bir farkındalık yaratması için yazdım.” (seafoodplus.info?BlogNo=, ). Güncel gerçekliğe dair tanıklığını estetize ederek belgelendirmeyi seçen yazar, karşıütopya yazınının çizebileceği bir kaosu belirginleştirir. Alegorik bir anlatı olarak öne çıkan yapıtta gelecek içinde geçmişin betimlendiği ya da anımsanmaya çalışıldığı gözlenebilir. İçinde bitmemiş bir roman da barındıran yapıt, dört bölümden oluşmaktadır. Bölümler Çöplüğün Generali, Yolunu Şaşıran Yolcu, Bir Roman Taslağından Artakalanlar, Kediyi Merak -Ve Hatırlamak- Öldürür biçiminde adlandırılmıştır. Romanda ilgisizlik, umursamazlık, kolektif bellek yitimi modern yaşam içerisinde problem alanı olarak görünüm kazanır. Olay örgüsü, bilimsel bir toplantıda bildiri sunmak için yola çıkan bir psikiyatrın havaalanına giderken yolunu kaybetmesi, kendisini yitik bir coğrafyada bulması, bunun üzerine geçmişin ve gerçeğin peşine düşmesi üzerine kurulur. Psikiyatr, yaşadıklarını biri Gazeteci, diğeri Jeolog iki arkadaşıyla paylaşır. Bunun üzerine üç arkadaş araştırmaya koyulurlar. Psikiyatr bu yitik coğrafyada, son bölümü kaybolmuş bir roman bulur. Gazetede yer alan bir röportajdan, altmış sekiz yıl önce yazıldığı anlaşılan romanda, çöplüklerin altına, boş arazilere gömülmüş silahlardan, mermilerden ve bombalardan söz 78 Pınar DAĞ edilmektedir. Cesetler de bu silahların gübresi gibidir. Romanda politika, bilim, şiddet ve ordu da yerini alır. Çöplüğün Generali, toplum hafızasının zayıflığını, bunu çıkarlarına kullanan derin odakları ve çevreleri, gittikçe duyarsızlaşarak üç maymunu oynayan kişileri ironik bakışla dikkatlere sunan yapıda gelişir (Gariper vd. ). Erki elinde tutanlar; yarattığı sosyal gerilimler, çatışmalar ve bunalımlarla totaliter düzeni belirgin kılar. Totaliter erk, bireyleri denetim ve gözetim altında tutabileceği toplumsal düzenleme araçları belirler. Teknoloji, bilim, medya ve din kolaylıkla ideolojik bir aygıta dönüştürülebilir. Yapıtta teknoloji, bilim, medya ve din ideolojik aygıt olarak kullanılarak korku ve tehditle düşünce kontrolü sağlanır. Sonuç olarak denetim ve gözetime kayıtsız ve duyarsız kalan, kanıksayan ve bellek yitimi yaşayan bireyler kendilerini toplumsal kaos içinde bulurlar. Bu bağlamda yapıtta karşıütopyayı kuran ögeler, kolektif bellek yitimi ve unut(tur)ma; ideoloji aygıtı olarak teknoloji ve bilim; ideoloji aygıtı olarak medya ve bunların sonucunda ortaya çıkan toplumsal kaos olarak belirlenmiştir. Kolektif bellek yitimi ve unut(tur)ma Karşıütopya yazını, geleceğe dair sunduğu karamsar bakış ile yaratıldığı dönemdeki kaygılara ışık tutarak ülkenin ya da dünyanın ileride alacağı kötü durumu ve sonucu gösterme işlevi üstlenir. Erk iyelerinin elinde demokrasi, despotizmi; bilim, barbarlığı ve akıl da akıldışılığı üretir (Kumar ). Karşıütopyanın ana sorunsalı olan totalitarizm "toplumu bir bütün olarak ele alan, bir bütün olarak dönüştürmek isteyen ve tam bir kontrol sistemi ile toplumu sürekli düzenleyen devlet, ideoloji, siyasal parti ve liderlik olgularının bütünlüğü için kullanılır. Totalitarizmin en önemli özelliği toplumun, siyasal olarak total kontrolünün sağlanmasıdır. Totalitarizm, devlet ve toplumu bir ve bütünlük içerisinde birbirine eklemleyen, birbiriyle uyumlulaştıran ve ortak bir dünya görüşünü topluma dayatan bir siyasal sistemdir. Totaliter sistemde toplum bir ideolojik totalite içerisinde plan ve programa tabi kılınarak kontrol altına alınır. Totalitarizm, plüralizme karşı zorunluluğun, özgürlüğe karşı otoriterizmin esas olduğu siyasal düzendir." (Çetin 12). Çöplüğün Generali'nde totalitarizm, belirgin bir yazınsal söylem alanı oluşturur. Totaliter erk-birey çatışması düzleminde, bireyin öz yapısal niteliklerini yitirme süreçleri ve nedenleri sorgulanır. Bu bağlamda bellek yitimi temel izlek olarak ana çatışmayla bütünleşir ve bireyi aşarak toplumun geneline yayılan bir yapıya bürünür. Bu nedenle yapıtta kolektif belleğin totaliter devlet eliyle yitirildiği, baskı altındaki bir toplum içkinleştirilir. Kurgulanan gerçeklikte; sosyal kontrolü sağlamak için gözetim ve denetim aracı olarak teknoloji, bilim, medya, din gibi çeşitli ögeler kullanılarak özgürlük ve yaratıcı düşünce ortadan kaldırılmış, geçmiş yok edilmiş ve tanık olduklarına duyarsız kalan, özgür akıl ve eleştirel bakıştan yoksun, rahatını sürdürmek amacıyla kendisine dikte edileni ve toplum normlarını kolaylıkla benimseyen konformist olarak nitelendirilebilecek bireyler yetişmiştir. Geçmişi anımsamayan, geleceğe ilişkin tasarılar ve beklentiler oluşturamayan, öz güven yoksunluğu yaşayan bireyler egemen erkin dışına çık(a)maz. Dış etkenlerin katkısıyla ortaya çıkan koşullanmış bir bilinç tıkanıklığı/boşluğu/yitimi yaşadıkları için farkındalık geliştiremez. Bireylerdeki eleştirel 79 Çöplüğün Generali Romanında Karşıütopyayı Kuran Ögeler: Kolektif Bellek Yitimi Ve Unut(Tur)Ma düşünme yetisinin yok olması toplumsal öz soyutlama eğilimine evrilen bir süreci yakalamayı olanaklı kılar. Çöplüğün Generali adlı ilk bölümde büyük depremden önceki kent ile büyük depremden sonra kurulan Yeni Kent ve burada yaşayanların durumları dışa vurulur. Bir roman taslağı yapısıyla sunulan üçüncü bölümde ülkenin büyük depremden önceki durumu anlatılır. Ülkedeki güncel olayları roman olarak ortaya koymaya karar veren Yazar, bir bölümünü oluşturduğu romanını tamamlayamadan ortadan kaybolur ve sonrasında büyük deprem gerçekleşir. Yapıtta depremden sonra kurulduğu belirtilen Yeni Kent'e ve yaşama ilişkin bilgilere de yer verilir. Büyük deprem sonrası oluşturulan Yeni Kent, Merkez tarafından yönetilmektedir. Merkez, totaliter yönetimi simgeler ve Yeni Kent'te yaşayanlar da duyarsız, merak etmeyen, sorgulamayan, buyruğa uyan konformist bireylerden oluşur. Öz yapısal niteliklerinden yoksunluk, kolektif bellek yitimi yaratımıyla son bulur. Bu durum romandan alıntılanan şu ifadelerle dikkatlere sunulur. “O gün orada ne oldu? Kimse bilmiyor, hatırlamıyor. () Kaç kuşak geriye gidersen git, olayı çocukluğunda yaşamış olması gereken kaç yaşlıyla konuşursan konuş, kimse bir şey anlatmıyor, anlatamıyor. Ne kulaktan kulağa bir söylence ne korkuyla fısıldanan bir sır ne bir görgü tanığı Akıp giden tarihten hoyratça koparılmış bir zaman parçası; ya da bileni, duyanı, anlatanı kalmamış, unutulmuş bir masal." (Baydar 7) Kolektif bellek yitiminin ön plana çıkarıldığı bu bölümde başkişi, bir sempozyumda "Unutmanın ve Hatırlamanın Beyin Hücrelerindeki Diyalektik Etkileşim Süreçleri" konulu bildiri sunmak üzere yola çıkan ancak yolunu kaybedip kentin bilmediği bir yerine gelen Psikiyatr’dır. Burada dikkati çeken, başkişinin unutma konusu üzerine çalışma yapıyor olmasıdır. Psikiyatr, kaybolduğu yerde bir roman taslağı bulur ve ilerleyen bölümlerde biri Gazeteci diğeri jeolog olan iki arkadaşıyla bu taslakta anlatılanların izini sürer. Bir Roman Taslağından Artakalanlar adlı bölümde içeriğinden söz edilen bu roman taslağı, kurmaca yapının içerisinde bir başka kurmaca dünyayı dikkatlere sunar. Bu taslakta çöplüklerden, denizden, toprağın altından, çocuk parklarındaki kum havuzlarından çıkan bomba, silah, mermi ve generallere ait olduğu anlaşılan askeri üniformalardan, telefon dinlemelerinden, şifreli kroki ve planlardan, gelen ihbarlar sonucu açılan çukurlarda üst üste yığılmış cesetlerden ve cinayete kurban giden mühendislerden söz edilmektedir. Bu bölümler büyük depremden öncesini imlemektedir. Romanda farklı sınıflara mensup insanların yaşantıları çerçevesinde kolektif bellek yitimi ifade alanına dökülür. Burada farklı ancak belirli noktalarda birbiriyle kesişen yaşantılardan söz edilir. Yaşanılan coğrafyada büyük bir deprem olduğu düşünülmekte ancak ayrıntılar konusunda kimse hiçbir şey anımsamamaktadır. Her bir karakter toprağa gömülen bombalarla, mermilerle, askerî mühimmatla ilişkilendirilir. Temizlikçi Kadın, Müdür Bey, Doktor Hanım, Hacker, Yaşlı Adam, Mühendis, Müsteşar, Komutan, Şair, Muhabir, Oğlunu Arayan Köpekli Ana, Her Şeyi Unutmak İsteyen Adam, Genç Anaokulu Öğretmeni, Mikrobiyoloji Profesörü Hanım ve romanın başkişisi Psikiyatr da dâhil olmak üzere romanda karakterler meslekleriyle verilir, adlarıyla yapıtın 80 Pınar DAĞ dünyasında yer almazlar. Bunun yanı sıra mekânların da adlarına yer verilmemiştir. Böylelikle anlatıcı, toplumun tüm katmanlarını içine alan kolektif bir bellek yitimini yansıtma olanağı yakalar. Nitekim farklı statülere, farklı yaşantılara sahip olsalar da karakterlerde ortak olan öge duyarlıklarını yitirmiş olmaları, olanları sorgulamamaları ve kanıksamalarıdır. Yapıtta bu durum çöplük olgusu etrafında belirginleşir. Böylelikle toplumun çürüyen ve kokuşan yanları dikkatlere sunulur. Öte yandan insanların çöpü, çöplüğe dönüşen kenti ve yeni yaşamlarını kanıksamaları ve bu durumun bir alışkanlığa dönüşümü anlatılır. Yeni Kent’te dikkati çeken, çöp tepeleridir. Çöp tepeleriyle çarpık kentleşme ve göç eleştirilir. Çöp ya da çöplük metaforu yalnızca toplumun kirlenmişliğini, çürümüşlüğünü ya da kokuşmuşluğunu vermekle kalmaz aynı zamanda toplumsal kaosla beraber bellek yitimini de simgeler. Yaşam döngüsünü ve sürecini simgeleştiren ve yeni bir varoluş mekânı olan çöplükler, geçmişten izleri gün yüzüne çıkarır. Sitelerin eteklerinde bulunan ve yalıtılmış yaşamlara gözdağı oluşturan gecekondular, çöpe dönüşmüş kenti içine alır ve onların yok edilmek istenen nesneleri yeni bir varoluşla yaşatması beklenir. Ancak kanıksama tüm kente yayılmış görünür. Bu durum, çöplüğe dönüşen kentte gecekondular arasında dolaşan Şair ve Muhabir tarafından belirginleştirilir. Çöplüğün eteklerindeki gecekondu semtinde dolaşan Şair ve Muhabir önce çöp kokusundan rahatsız olur fakat sonra Muhabir tarafından durum şöyle özetlenir: “Biraz sonra kokuyu duymaz olacağız. Belli ki buradakiler duymuyorlar artık, alışmışlar, kanıksamışlar.” (Baydar 95) Toplumun farkındalık geliştiremeyişini belirginleştiren bu söylem, inançlar söz konusu olduğunda da aynılık taşır. Bu nedenle birey/toplum-totaliter erk çatışması bellek yitimi üzerinden sorgulanırken yapıt boyunca moral değerlerdeki çürüme de gözler önüne serilir. İnançlar da çürüyerek bir çöplüğe dönüşmüştür. Yazgıcı toplum yapısı bireylerdeki etkin güçtür. Karakterler hiçbir şeyin farkında değildirler; olanları, duyduklarını ve gördüklerini olağan karşılarlar ve bunlarla ilgili düşünmemeyi tercih ederler ya da yazgıcı bir anlayış ileri sürerler. Bellek yitimi, kanıksama ve farkındalık geliştirememenin bireylerin yaşantılarını ve ruhsal durumlarını etkilediği Mikrobiyolog ve Gazeteci tarafından şöyle dile getirilir: “Karşıdan seyirci gibi izliyoruz, yazıp çiziyoruz, sonra kanıksıyoruz, sonra da unutuyoruz. Toplumsal belleği yok bu ülkenin. Hani şu ödüller kazanan filmdeki gibi, hepimiz üç maymunu oynuyoruz. Genel o kadar bunaltıcı ki, insanın ruh sağlığını, dinginliğini koruması mümkün değil son zamanlarda. Sanki toplumca cinnet geçiriyoruz. Sokakta, evde, şehrin ortasında, ücra kırlarda, dağlarda, her yerde şiddet, kan. Millet yoktan nedenlerle birbirini öldürüyor, bir de şu topraktan fışkıran silahlar, bombalar, cesetler; ölüm, cinayet, bunca pislik…” (Baydar ) Bütün bu kirlenmişliklerin ortasında çöp insanların ülkesi olarak nitelendirilen yitik yerde yaşayanlar unutma virüsünden etkilenmemiş ve kendilerine yaşama alanı oluşturabilmişlerdir. 81 Çöplüğün Generali Romanında Karşıütopyayı Kuran Ögeler: Kolektif Bellek Yitimi Ve Unut(Tur)Ma Başkişi olan Psikiyatr bu durumu "Temiz kalmış tek yerdi çöplükler.” (Baydar ) diyerek ifade eder. Psikiyatr, çöplükte yaşayan ve Çöplüğün Generali olarak bilinen karakterle konuşarak büyük depremin nasıl olduğunu, sonrasında neler yaşandığını öğrenir. Unut(turul)an toplum ise bütün teknolojik gelişmelere karşın geçmişten kopuk olarak yaşamaktadır. İnsanlar mutlu olmak için çeşitli haplar kullanır, toplumda unutma durumu süreklilik kazanmıştır ve toplum geçmişiyle olan bağlarını âdeta koparmıştır. O ana tanıklık edenleri de içine almak üzere kimse altmış sekiz yıl önce olan depremle ilgili hiçbir şey anımsamamaktadır. Psikiyatr'ın yitik bir coğrafyada bulduğu roman taslağı ise geçmişten izleri gün yüzüne çıkarır. Bu bağlamda kimi karakterler özgür akıl ve eleştirel bakışla bireysel var oluşunu anlamlandırarak durumları irdelemeye, çözümlemeye koyulur. Psikiyatr, Gazeteci ve Jeolog arasında geçen konuşmalardan bunun izini sürmek olanaklıdır: “Bu şehrin tarihinde, gelecek kuşakların bilmesi istenmeyen, hatırlanmaması için tüm belgelerden silinmiş, çıkarılmış, yok edilmiş bir kesit, tuhaf bir zaman dilimi var. Burada bir şeyler olmuş, muhtemelen korkunç bir şeyler; bilen, gören, hatırlayan kalmasın istenen bir şeyler…” (Baydar ) Kolektif bellek yitiminin totaliter erke dayandırılmasıyla, toplumda başat olan konformist yaklaşımı besleyen yapıların aşılabilmesi için eleştirel, sorgulayıcı, araştırmacı ve düzene meydan okuyan çığlıkların varlığı bir gereksinim olarak belirir. Yaşamın anlama kavuşabilmesi için direnmenin gerekliliği ve bunun düzenin sorgulanmasıyla başlayacağı düşüncesi sezdirilir. Panopticon Mimar Jeremy Bentham'ın cezaevi modeli olarak tasarladığı ve panopticon 2 adını verdiği gözetim ve denetim mekanizması Foucault tarafından modern zamanlarda iktidarın işleyiş biçimini gözler önüne seren bir metafor olarak belirlenir. Sözcük, zihin için zihin üzerinde iktidar uygulama biçimi anlamında kullanılmıştır. Herkesin denetim altında olacağı, devlette hiçbir karanlık alanın kalmayacağı bir yapıyı ifade eder. Gözetim ve denetim altında olduğunu algılayan birey, zamanla gözleyenin beklentileri doğrultusunda hareket etmeye başlar ve bir gözleyenin varlığı da anlamını yitirir. Birey, otoritenin bakış açısını içselleştirerek kendisine biçilen rolü üstlenmiş ve alışkanlık 2 Panopticon, bir kişinin herkesi gözleyebileceği mimari bir yapının adıdır. Çevrede halka biçiminde bir bina, merkezde bir kule; kulenin, halkanın iç bölümünü gören geniş pencereleri vardır. Çevre bina hücrelere bölünmüştür ve bunların her biri binanın tüm kalınlığını katetmektedir. Bunların, biri içeri bakan ve ışığın hücreye girmesine olanak veren ikişer pencereleri vardır. Bu durumda merkezi kuleye tek bir gözetmen ve her bir hücreye tek bir deli, bir hasta, bir mahkûm, bir işçi veya bir okul çocuğu kapatmak yeterlidir. Geriden gelen ışığın yardımıyla, çevre binadaki hücrelerin içine kapatılmış küçük silüetler olduğu gibi görülebilmektedir. Görülmeden gözetim altında tutmaya olanak tanıyan mekanizma, sürekli görmeyi ve tanımayı sağlayacak mekânsal birimler oluşturur. Sonuç olarak, hücre ilkesi tersine döndürülmektedir. Kapatmak, ışıktan yoksun bırakmak ve saklamak tersyüz edilerek kapatmak korunmakta, tam ışık altında olma ve bir gözetmenin bakışı, koruyucu olan karanlıktan daha fazla yakalayıcı olmaktadır. Hapsedilen bilginin nesnesidir fakat iletişimin öznesi olamamaktadır (Ayrıntılı bilgi için bkz. Foucault a). 82 Pınar DAĞ durumuna getirmiş olur. Böylelikle panopticonun temel özelliği bir şeyin olup olmadığını belirlemek değil, bireyin gerektiği gibi davranıp davranmadığını belirlemeye çalışan bilgi olarak belirir (Ayrıntılı bilgi için bkz. Foucault b: ). Romanda erki elinde tutanlar, kendisini bireyler üzerinde işleyerek ve içselleştirerek güç kazanmıştır. Bireyler, sistem tarafından verilen yönergelerle yaşamlarını sürdürmeyi alışkanlığa dönüştürürler. Bu durum zaman içerisinde erki elinde tutanların girişimde bulunmasına gerek bırakmayacak bir yapıya dönüşür. Böylelikle erkin elinde, yaşamın her alanı için ereğine uygun biçime evrilmiş bireyler var olur. Romanda bunu sağlayan yapı teknoloji, bilim ve medya üçgeninde gerçekleşecektir. İdeoloji aygıtı olarak teknoloji ve bilim Karşıütopyaların çıkış noktası totaliter düzene getirilen eleştiridir. Karşıütopyalarda erk, özgürlük alanlarını daraltarak bireyler üzerinde totaliter bir yaklaşım sergiler. Buna uygun olarak oluşturulan bürokratik yapılanma; teknoloji, bilim ve medya gibi çeşitli ögeleri ideolojik denetim aygıtı olarak kullanarak baskı, tehdit ya da korku yaratır ve konformist bireylerin oluşumuna zemin hazırlar. Erki elinde tutanlar, varlığını korumayı amaçlayan yaptırımları gözetime ve doğrudan denetime dayalı olarak oluşturur. Sosyal kontrol mekanizması olarak beliren bu durum, bütün olanları bilme ve kontrol altında tutma isteği biçiminde ortaya çıkar. Yönetenin panopticona dayalı denetim mekanizmasının temeli, bilgi edinimi üzerine kurulsa da totaliter düzende erk, bireyin her türlü bilgiyi edinimini uygun görmez. Panoptik, salt erkin korunmasına ve güçlenmesine hizmet etmeye başlar. Teknoloji, bilim, medya gibi ögeler kitlelerin istenilen biçimde yönlendirilmesi ve denetim altında tutulması gibi amaçları yerine getirmek için kullanılır. Erk, yapıtın dünyasında dilediği bilgiyi üreten ve çeşitli ögeleri ideolojisine aygıt kılarak yayan, dilediği bilgiyi ortadan kaldırabilen, denetlenmeyen ve gözetlenmeyen ancak denetleyen ve gözetleyen bir panoptik durumundadır. Bu durum bir roman taslağıyla geçmişin ardına düşen Psikiyatr ve arkadaşı Jeolog arasında geçen bir diyalogla ifade edilir: "Yaşadığımız 'saydam iletişim toplumu' çağında, uydular aracılığıyla yeryüzündeki en ince ayrıntıları, bir bahçedeki çiçek tarhından köpek kulübesine, hatta evlerin içindeki eşyalara kadar kaydetme, bu kayıtları yansıtma olanağı varken hâlâ gizli haritalar olmasına gerçekten şaşırmıştım. ‘Ne anlamı var bunun!’ dedim, “Neyi, kimden gizliyorlar?” Arkadaşımsa benim şaşkınlığıma şaşırdı. Yapma! Anladık bilim adamısın, ama hangi uzak galakside yaşıyorsun sen? Gizlilik her zaman vardır. Belki de hiçbir zaman bugünkü kadar yoğun olmamıştı. Bizden önceki kuşaklar iktidarların gizlilik zırhına bürünmelerine karşı saydamlık için mücadele vermişler. Onlar hiç değilse farkındaymış olayın. Sonra saydam toplum düzenine geçilmiş, yani Merkez için her şey saydamlaşmış, ama bizler için değil. Mesele şu ki, bizler huzur ve güvenlik uğruna bazı soruları sormaktan vazgeçtik, razı olduk. Kim, neyi, neden gizliyor, sırların sahibi kim? Böyle sorular soranlar kalmadı artık, kimsenin umurunda değil." (Baydar ) Düşünme, sorgulama gibi bireysel kimliği oluşturan yapıları sekteye uğratan ya da ortadan kaldıran şeyin kaynağı Merkez tarafından şehrin şebeke suyuna karıştırılan 3M (Üç Maymun 83 Çöplüğün Generali Romanında Karşıütopyayı Kuran Ögeler: Kolektif Bellek Yitimi Ve Unut(Tur)Ma Virüsü) virüsüdür (Baydar ). Erk, ereğine varmasını sağlayacak araçlar için teknolojiden destek alır. Merkez de, sahip olduğu erki elinde tutmak adına bireylerin belleklerinde bu virüs yardımıyla boşluk oluşturur. Bu durum totalitarizmin ulaştığı boyutları göstermesi bakımından dikkate değerdir. Bireyin özgürlüğünü yok sayan totaliter erk, bireyi oluşturan alanı yok etme amacındadır. Çünkü içinde bulunduğu toplum ve yaşantısı hakkında bir düşünce geliştiremeyen insanların oluşturduğu yapı, erkin egemenlik kurmasını kolaylaştıracaktır. Böylelikle erk, düzene uyum sağlayan, duyarsız ve etkisiz bir kitle yaratmış olacaktır. 3 Totaliter erkin, birey üzerindeki denetiminin varacağı boyutları gösteren bu durum, kültürün dejenerasyona uğramasıyla temellenir. Böylelikle Merkez'in ideolojisine uygun; düşünmeyen, sorgulamayan, irdelemeyen ve farkındalığı gelişmemiş nesneleşen bireyler yaşamda yerini alır. Bu nedenle yapıtta erkin sürdürülebilmesi için 3M olarak adlandırılan virüsler oluşturulur. "Bugün iktidar kendini salt teknoloji aracılığıyla değil, tersine teknoloji olarak ölümsüzleştirmekte ve genişletmektedir, ve bu da bütün kültür alanlarını içine alan, geniş politik erki, büyük meşrulaştırmayı sağlamaktadır. Teknoloji bu evrede insanlığın özgürsüzlüğünün büyük rasyonelleştirilmesini de sağlamakta ve özerk olmanın, yaşamını kendi kendine belirlemenin 'teknik' olanaksızlığını da kanıtlamaktadır." (Habermas 36) Yapıtta teknoloji, erk tarafından bireyi kontrol altında tutma aygıtı olarak kullanılır. Böylelikle kolektif bellek yitimi toplumun büyük katmanına yayılma olanağı yakalar. 3M virüsü büyük depremin nedenlerini ve koşullarını unutturmak için Merkez'ce geliştirilen ve amnezi yaratan bir virüs olarak yapıtın dünyasında konumlanır: “Duymadım, görmedim, konuşmadım… Özeti: Bilmiyorum, hatırlamıyorum… Amnezi demiştim hani. İnsanları üç maymuna benzeten bir bilmeme, görmeme, konuşmama, yani unutma hali.” (Baydar ) Totaliter erkin baskısı altında sistemin bir parçası durumuna gelen birey zayıf düşer, erkin belirlediği koşulları içselleştirir ya da benimser. Sonuç olarak birey, varlığı için erke göbekten bağlanır. Bu, kendi seçimi olmayan fakat paradoksal biçimde özne olma durumunu açığa çıkaran bir bağımlılık hâlidir (Butler 10). Bu bağlamda Mikrobiyolog ve Gazeteci arasında geçen diyalog, toplumun yaşadığı amnezinin, belli güçlerin tasarımı ve uygulaması olduğunu gözler önüne serer: “Yaygın bir bellek kaybı, toplumda travma yaratan belli olayların hatırlanmaması kimilerinin işine gelebilir. Tarihin bir bölümünü silmek, bir zaman dilimini yok etmek iktidar çarklarını ellerinde tutanlar için nasıl da bulunmaz bir fırsat olurdu!” 3 "Hafızanın ideoloji haline getirilmesi anlatısal tasarım çalışmasının sunduğu değişik kaynaklarca olanaklı kılınır. Tıpkı anlatıda kişilerin anlatılan olayla aynı anda olay içine yerleştirilmesi gibi, anlatısal tasarımda da eylemin çerçevesi çizilirken bir yandan da eylemin taraflarının kimliği oluşturulur. () Anlatının sunduğu manipülasyon kaynaklarının harekete geçtiği yer ideolojinin iktidarı, tahakkümü haklı çıkarma söylemine dönüştüğü yerdir. Tahakküm de fiziksel zorlamadan ibaret değildir." (Ricoeur ). 84 Pınar DAĞ -Yani sen diyorsun ki… İnsanlara bir şeyler unutturulmak isteniyor. Ama ne?” (Baydar ) Manipüle edilen bir bellekle ısmarlama unutuş yaşayan karakterler, insani bütün niteliklerini bir tarafa bırakarak özünden korkar hâle gelmiştir. Totaliter bir düzende bireyler, sistem dışına atılacağı korkusunu yaşamaya başlarlar. Geçmişte yaşananları araştırmaya başlayan, unutma konusunda uzman olan Psikiyatr ve arkadaşları Jeolog ve Gazeteci bir süre bu korkuyu yaşarlar: “Mutlu ve güvenli yeni hayatın bedeli: Öğrenirsen, bilirsen sorular sormaya başlarsın, sorgulama süreci bir kez başladı mı, huzurun bozulur. Hatırlarsan araştırırsın, araştırırsan güvenliğin tehlikeye girer, en azından huzurun kaçar.” (Baydar ) Öğreneceklerinden ve anımsayacaklarından (Baydar ) korksalar da yenilmek yerine bilme isteği yönlendirici güç olur. "Bu soruların cevabını bilen, hâlâ hatırlayan biri var. Bir bilen olduğunu kimseler bilmese de ben biliyorum. Yine de 'bilen, duyan yok' dedim. Neden? Lafın gelişi mi, yoksa bilmekten, hatırlamaktan duyduğum korku mu? Ürperiyorum, sakın amansız hastalığın pençesine düşmüş olmayayım! Hem de tam şu sırada, karanlığın yırtılması bu kadar yaklaşmışken… Üç maymun vebasını yenmenin tek yolunun korkuyu aşmak, düzene sorgusuz boyun eğiş karşılığında kazanılan huzur, refah ve güvenliği yitirmeyi göze alıp hastalığın üstüne üstüne gitmek, öğrendiğimiz gerçekleri herkese duyurmak, unutmanın önüne geçmek olduğunu artık biliyorum. Virüs ancak böyle etkisizleştirilebilir. Korkuyu yenmeliyim, cesaret etmeliyim, kendimi hastalığın pençesine bırakmamalıyım. Bilen biri var, diye tekrarlıyorum kendi kendime, bilen biri var." (Baydar 9) Yapıtta çöp insanların ülkesi olarak nitelendirilen yitik yerde yaşayanlar, unutma virüsünden etkilenmemiş ve kendilerine yaşama alanı oluşturabilmişlerdir. Roman kahramanı olan Psikiyatr, çöplükte yaşayan ve Çöplüğün Generali olarak bilinen karakterle konuşarak büyük depremin nasıl olduğunu, sonrasında neler yaşandığını öğrenir. Zaman zaman gerçeği bilme gereksinimiyle, topluma dayatılan kodlar arasında çatışma yaşayan Psikiyatr bir savaşım içine girer. Büyük deprem öncesinde yaşananları romanına aktaran Yazar ve romanı koruyan Çöplüğün Generali'yle toplumsal belleğin yeniden inşası için bir umut belirir ve bu düzene meydan okuyan bir çığlıktır. İdeoloji aygıtı olarak medya Bireylerin bilgi alma özgürlüğüne yanıt veren medya, modernizmle birlikte toplumları biçimlendiren, olay ve olguları yönlendirebilen güç odaklarına dönüşmüştür. Romanda, endüstriyel kurumların ya da egemen güçlerin elinde bulunan medya, bireylerdeki seçiciliği azaltan ya da etkisizleştiren, bireylerin etkinliğini azaltan, paranoyalar oluşturan ve toplumsal yabancılaşmaya neden olan bir yapı olarak görünüm kazanır. Büyük depremden sonra kurulan yeni yaşamda çöplüklerin altına ya da boş arazilere gömülmüş silahlar, mermiler, bombalar ve 85 Çöplüğün Generali Romanında Karşıütopyayı Kuran Ögeler: Kolektif Bellek Yitimi Ve Unut(Tur)Ma ceset torbaları her gün gazete, televizyon ve radyo haberlerine konu olur. Erk, medya yoluyla bireyler üzerinde algı yaratarak korku oluşturur. Romanda bu durum şöyle dile getirilir: "Neden bomba olabileceğini düşündüm şu sertliğin, neden büyücek bir taş, bir ağaç kökü olmasın? Hepsi ülkenin üstüne çökerttikleri uydurma terör senaryoları yüzünden; inanan inanmayan, hepimizi manyaklara, paranoyaklara dönüştürdüler. Halkın gözü açılmasın, hesap sorulmasın diye yapmayacakları yok bunların. Medyayı da almışlar yedeklerine Ekranda gördüklerimizi gerçek sanmaya başladık." (Baydar 29) Kimileri bu yayınlara inanırken kimi bireyler ise bu yayınları psikolojilerini bozmaya çabalayan çalışmalar olarak değerlendirir ve bunlara kuşkuyla yaklaşır. Bu nedenle erkin elinde medya, bireylerin -duyduğu güvensizlik nedeniyle- sorgulamasını önleyecek bir araca dönüşür: "O güzel küçük kafacığını bu saçma sapan korku masallarıyla doldurma canım. İşleri büyüten, çarpıtan, kafamızı her gün yeni bir dehşet haberiyle ütüleyen biraz da şu gazeteler, televizyonlar. Göreceksin, bir zaman sonra bu bomba momba hikâyeleri bitecek, başka hikâyeler sürecekler piyasaya…" "Başka hikâyeler… En az bunlar kadar korkunç, pis hikâyeler." (Baydar 81) Yapıtta ayrıca, 'İletişim Olanaklarının Bireyin Yaratıcılığı ve Kimlik Oluşması Üzerindeki Etkileri' konulu sempozyumda iletişimdeki teknolojik gelişmelerin bireyin yaratıcılığını öldürecek bir yapıya bürünüp bürünmediği tartışılır ve bilginin üretim ve dağıtımının merkezileşmesiyle ilgili olarak çeşitli görüşler dillendirilir. Özellikle devlet eliyle güdümlü bilginin aktarılmasına dönüşen haber ve bilgi aktarımının ve buna yardımcı olan basının, bireyin özgür gelişmesini ve yurttaşların doğru bilgiye ulaşabilme yetisini engellediği üzerinde durulur. Toplumsal Kaos Büyük deprem sonrası ülkeye toplumsal kaos egemendir. Ülkenin her yerinden bombalar, silahlar çıkmakta, esrarengiz ölümler yaşanmaktadır ve bu durum ülkenin geneline yayılmış görünmektedir. Ülkede gittikçe derinleşen bir ekonomik kriz vardır. Bireyler ise bu kaosun içinde yitmiştir. Karakterlerden Ekip Başı, "işsizliğin kol gezdiği" ülkede sendikalardan umut olmadığını, yönetimle sendikaların adeta kuzu sarması olduğunu söyleyerek toplumun her katmanında sorunlar olduğunu dillendirir. Bütün bunların yanı sıra yolsuzluk dosyaları, iktidarla muhalefet arasındaki çatışmalar ve ülkenin durumu okuyucuya sezdirilir. Kentler çöp tepelerine dönüşmüştür. İhbar üzerine yapılan kazılarda kentin çöp alanlarından çok sayıda bomba, silah, mermi ve generallere ait olduğu anlaşılan askeri üniforma bulunur. İntiharlar ve ölümler yaşanır. Çocukların oynadığı parkın kum havuzundan bomba çıkar. Bütün bunlara tanık olan insanlar, televizyonda olanları izlediklerinde anlatılanların abartı olduğunu düşünür. Çöplüğe dönen gecekondular arasında gezen Şair, ülkenin içinde bulunduğu durumu şöyle özetler: 86 Pınar DAĞ “Tarlalara mermi saçtım, yeşerip çiçek açtılar/ dağa taşa asker dizdim vurulup şehit oldular/oğullar kızlar öldüler, kör çukura doldular/ Çöpler boğacak gayri sahiplerini…” (Baydar 94) Şairin bu sözleri, ülkeyi yönetenlere de eleştiri barındırmaktadır. Romanın birçok yerinde ülkeyi yönetenlere eleştiri söz konusudur. Kahramanlar böyle bir kaos ortamında unutmayı kabullenmek durumunda kalır. Olaylara karşı farkındalık geliştirmezler, harekete geçmezler ve kolektif bellek yitimi yaşarlar. Az sayıda insan, kaçış isteğine kapılır ancak bu, bir isteğin ötesine geçmez. Bunun nedeni kaosun, güvensizliklerin ve ölümlerin başat olduğu dünyadan kaçarak dinginlik ve erinç içinde güven dolu bir ortama sığınma isteğidir. Bu bir ada olarak görünüm kazanır. Eşine söylediklerinden küçük bir adaya yerleşmek istediği anlaşılan Genç Adam, uzaklara gitme isteği duysa da bunu yalnızca dile getirmekle yetinir. Karşıütopya yazınının çizdiği toplumsal kaos, yapıtın başından sonuna kadar kendisini duyumsatır. Yaşanan toplumsal kaosun ancak sorgulama, irdeleme ve anımsamayla sona ereceği, romanın temel savıdır. Kurtarıcı olarak belirlenen karakter ve onu bu misyona yönlendiren süreçlerin sunumuyla ilgili ileti açıktır ve aydın sorunsalına dikkati çekmektedir. İnsanların baskı, korku ve gözdağından kurtularak öz yapısal niteliklerine kavuşması ancak savaşım vermekle gerçekleşecektir. Toplumun kurtuluşu, bireyin kurtuluşuyla var olacaktır. Aydın bu nedenle toplumdaki tüm bireyleri kuşatarak erki elinde tutan odakları ortadan kaldırmalı, yeni bir yapı oluşturmalı ve toplumu buna eklemlemelidir. Bunu geçmişi canlı tutarak, kolektif belleğe sahip çıkarak ve toplumun içerisindeki bireyleri ötekileştirmeyerek yapabilir. Roman kişilerinden olan Yazar'ın, toplumun içinde bulunduğu durumu geleceğe aktarma çabasıyla oluşturduğu roman taslağı; unutma üzerine uzman olan Psikiyatr'la arkadaşları Jeolog ve Gazeteci'nin geçmişin ardına düşmeleri ve çöplüğün içinden çıkan Çöplüğün Generali'yle gerçeğe ulaşmaları bu bağlamda değerlendirilmeye açık görünmektedir. Bu bağlamda egemen erkin dışına çıkmanın; özgür akıl, eleştirel bilinç ve hümanizmle mümkün olacağına inanılmaktadır. Sonuç Alegorik bir anlatı olarak öne çıkan roman, geçmişin ve şimdinin aynı zamanda izini sürmeye olanak tanıyacak biçimde kurgulanmıştır. Geçmişe ait izler, yapıta eklemlenmiş roman taslağıyla gün yüzüne çıkarken şimdiye dair yaşananlar, başkişi Psikiyatr olmak üzere adı verilmeyen ve belirli nitelikleriyle ön plana çıkarılan karakterler aracılığıyla sunulur. Yapıt, devlet eliyle geçmişin izlerinin silindiği ve ânla ilgili farkındalığın geliştirilemediği karamsar bir gelecek üzerine odaklanır ve bu yönüyle karşıütopya yazınına model oluşturur. Roman boyunca baskı altındaki bir toplum gözler önüne serilir. Totaliter otoritenin erkini elde tutma çabası, bireyler üzerinde tahakküm kurulması sürecine evrilir. Bireylerin özgürlüklerini yadsıyan, kimliklerini ortadan kaldıran bu girişimler; teknoloji, bilim, medya ve din gibi çeşitli ögelerin ideolojiye kurban edilişiyle kendisini gösterir. Teknoloji ve bilim, kentin şebeke suyuna karıştırılan virüsün üretimini 87 Çöplüğün Generali Romanında Karşıütopyayı Kuran Ögeler: Kolektif Bellek Yitimi Ve Unut(Tur)Ma sağlayacak ideolojik bir aygıta dönüşür. Bireylerin belleklerinde oluşturulan boşluk, üzerlerinde egemenlik kurmayı kolaylaştırır. Korku, baskı ve tehdit yoluyla ve teknoloji, bilim, din ve medyanın da yardımıyla sorgulamayan, kanıksayan, duyarsız bireyler yaşamda yerini alır. Otoritenin erkini elde tutma savaşımı kolektif bellek yitimine neden olur. Buna çöplüklerin altında, boş arazilerde, oyun parklarında bulunan bombalar, mermiler ve ceset torbaları eşlik eder. Bireyler geçmişten kopuk, şimdiye duyarsız ve geleceğe dair umudunu yitirmiş olarak yapıtın dünyasına konumlanır. Psikiyatr'ın yitik bir coğrafyada bulduğu roman taslağı ise geçmişten izleri gün yüzüne çıkarır ve yapıt, geçmişin aydınlatılması yoluyla geleceğe umutla bakılabileceği vurgusu üzerine oturur. Kaynakça Aktaş, Şerif (). Roman Sanatı ve Roman İncelemesine Giriş. Ankara: Akçağ. Baydar, Oya (). Çöplüğün Generali. İstanbul: Can. Bezel, Nail (). Yeryüzü Cennetlerinin Sonu (Ters Ütopyalar). Ankara: Güldikeni. Bezel, Nail (). Yeryüzü Cennetleri Kurmak (Ütopyalar). Ankara: Güldikeni. Butler, Judith (). İktidarın Psişik Yaşamı. Fatma Tütüncü (Çev.). İstanbul: Ayrıntı. Çetin Halis (). "Totalitarizm: İdeolojik Kökenleri ve Toplumsal İnşa Araçları". C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi. Mayıs Cilt: No: 1. Foucault, Michel (a). Hapishanenin Doğuşu. Mehmet Ali Kılıçbay (Çev.). Ankara: İmge. Foucault, Michel (b). Büyük Kapatılma. Işık Ergüden ve Ferda Keskin (Çev.). İstanbul: Ayrıntı. Gariper, Cafer ve Küçükcoşkun Yasemin (). " Sonrası Türk Romanında Anti- Ütopyalar". Uluslararası IX. Dil-Yazın-Deyişbilim Sempozyumu (Yaratıcılık Ve Yenilik Yılında Yeni Yaklaşımlar) Sempozyum Bildirileri Cilt 1. Gariper, Cafer ve Küçükcoşkun Yasemin (). "Tahsin Yücel'in Gökdelen Romanında Anti Ütopik Kurgu Olarak Yılının İstanbul'u". I. Uluslararası Türk Edebiyatında İstanbul Sempozyumu Bildirileri (Editörler: Yrd. Doç. Dr. Erol Ülgen-Prof. Dr. Emin Özbaş). İstanbul: Beşir. Habermas, Jürgen (). 'İdeoloji' Olarak Teknik ve Bilim. Mustafa Tüzel (Çev.). İstanbul: Cogito. seafoodplus.info?BlogNo=, (erişim tarihi: ). Kumar, Krishan (). Modern Zamanlarda Ütopya ve Karşıütopya. Ali Galip. (Çev.). İstanbul: Kalkedon. Kumar, Krishan (). Ütopyacılık. Ali Somel (Çev.). Ankara: İmge. Ricoeur, Paul (). Hafıza, Tarih, Unutuş. M. Emin Özcan (Çev.). İstanbul: Metis. Temizarabacı Yıldırmaz, Yasemin (). Ütopyanın Kadınları Kadınların Ütopyası. İstanbul: Sel. 88

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir