kalp kırmak ile ilgili deyimler / Kalp ile ilgili atasözleri deyimler ve anlamları - Laf Sözlük

Kalp Kırmak Ile Ilgili Deyimler

kalp kırmak ile ilgili deyimler

ANLAMINI ÖĞRENMEK İSTEDİĞİNİZ DEYİMİNİN İLK HARFİNİ AŞAĞIDAKİ LİSTEDEN SEÇİNİZ!
A · B · C · Ç · D · E · F · G · H · I · İ · J ·K· L · M · N · O · Ö · P · R · S · Ş · T · U · Ü · V · Y · Z

K Harfi ile Başlayan Deyimler

Kabak (birinin) başına (başında) patlamak: Birçok kimsenin ilgili olduğu olaydan yalnızca bir kimse zararlı çıkmak; beklenmediği halde, bir işin zararlı sonucuna katlanmak.

Kabak tadı vermek: Bıktırmak, usanç vermek, tatsız olmaya başlamak. &#;Senin bu şakaların da artık kabak tadı vermeye başladı.&#;

Kabına sığmamak: Sevinç ve heyecanından taşkın hareketlerde bulunmak.

Kabir azabı çekmek: Çok sıkılmak, eziyet çekmek. &#;Kabir azabı çekmeye daha ne kadar devam edeceğiz?&#;

Kabuğuna çekilmek: Tek başına kalmak, dış dünya ile ilgisini kesmek, kimse ile görüşmemek. &#;Geçirdiği kazadan sonra iyice kabuğuna çekildi.&#;

Kafadan atmak: Bir konu üzerinde inceleme yapmadan, rast gele konuşmak. &#;Derse hiç çalışmadığın belli, öyle kafadan atıyorsun ki&#;&#;

Kafadan kontak (sakat): Düşüncesiz, delice işler yapan, aklı kıt. &#;Bırak şu elindeki baltayı, kafadan kontak mısın nesin?&#;

Kafa dengi: Davranışları, anlayışları, dünya görüşleri birbirine uymuş kimselerden her biri. &#;Kafa dengi bir arkadaşa öylesine ihtiyacım var ki.&#;

Kafa patlatmak: Bir konu üzerinde pek çok düşünmek, zihin yormak. &#;Bu makine üzerinde az kafa yormamışsın, öyle karışık ki.&#;

Kafa tutmak: Karşı gelmek, direnmek, boyun eğmemek. &#;Her önüne gelene kafa tutmakla bir yere varacağını mı sanıyorsun?&#;

Kafası almamak:1. Anlayıp kavrayamamak. 2. Zihin yorgunluğundan ötürü anlayamaz olmak. 3. Olabileceğine inanmamak. &#;Boşuna nefes tüketme, kafası almaz onun.&#;

Kafası işlemek (çalışmak): Bir konu üzerinde kavrayışı çok iyi olmak.

Kafası kazan (gibi) olmak, (veya kafası şişmek):1. Zihni yorulmak. 2. Gürültülü, patırtılı şeyler dinlemekten rahatsız olmak, yorgunluk duymak. &#;Kesin artık şu makinenin sesini, kafam kazan gibi oldu.&#;

Kafası kızmak: Çok öfkelenip sinirlenmek. &#;Kafamı kızdırmadan çekip gidin buradan.&#;

Kafasına dank etmek (demek): Çoktandır anlayamadığı bir meseleyi bir olay sebebiyle birden bire kavramak, doğruyu yakalamak.

Kafasına koymak: Bir şeyi yapmaya kararlı olup zamanını beklemek. &#;Yarın onunla görüşmeyi kafama koydum.&#;

Kafası yerinde olmamak: 1. O anda kafası çok yorgun olmak. 2. Başka şeyler düşündüğünden, o anda konuşulana hemen intibak edememek. &#;Kusura bakmayın, ne söylediğinizi anlayamadım, kafam yerinde değildi de.&#;

Kafese girmek: 1. Hapse girmek. 2. Aldatılmak, hile yoluyla kendisinden çıkar sağlanmak, oyuna gelmek. &#;Zavallı kafese girmekten kurtulduğunu sanmıştı.&#;

Kafese koymak: Tuzağa düşürüp çıkar sağlamak.

Kağıda dökmek: Düşüncelerini, duygularını yazıya geçirmek.

Kağıt üzerinde kalmak: Yapılması kararlaştırıldığı halde uygulanmamak; konuşulan, kararlaştırılan yazıda kalmak. &#;O kadar yol yapımı, sulama kanalı hep kağıt üzerinde kaldı.&#;

Kalbini kırmak: İncitmek, küstürecek kadar üzmek, gönlünü kırmak, gücendirmek. &#;Onu, kalbini kırmadan uyarmaya çalış.&#;

Kalburla su taşımak: Verimsiz, verim alınamayacak, olmayacak bir işle uğraşmak.

Kalbur üstü: Benzerleri arasında üstün, seçkin, görünür.

Kaldırım mühendisi: İşsiz güçsüz, sokaklarda dolaşan kimse.

Kale almamak: Önemsiz görmek, sözünü etmeye değer bulmamak. &#;O, kale alınacak bir insan değil.&#;

Kalem efendisi: Kalemde çalışan görevli, yazman.

Kalem oynatmak: 1. Yazı yazmak. 2. Bir yazıyı düzeltmek. 3. Bir yazıda değişiklik yapmak.&#;Ben senin gibi kalem oynatmayı beceremiyorum.&#;

Kaleyi içinden fethetmek: Karşı taraftan birinin yardımını alarak davasını kazanmak.

Kalıbını basmak: Bir şeye bütün içtenliği ile güvenmek, bir şeyi doğrulamak. &#;Kalıbımı basarım ki o, bu işi yapmamıştır.&#;

Kalıbının adamı olmamak: Görünüşünden bekleneni yapamaz olmak, umulanı ortaya koymamak.

Kalıptan kalıba girmek: 1. Sık sık iş değiştirmek. 2. Çıkar sağlamak için değişik kılıklara girmek.

Kalp kazanmak: Güzel bir davranış ve sözle birilerinin sevgisini kazanmak, ilgisini çekmek. &#;Bir demet çiçekle annemizin kalbini kazanabiliriz.&#;

Kambersiz düğün olmaz (olur mu?): &#;Bir toplantı, eğlence veya iş, en çok ilgili kişiler bulunmadan yapılırsa tadı çıkmaz&#; anlamında alay yollu kullanılır.

Kambur üstüne kambur (kambur kambur üstüne): &#;Sıkıntı üstüne sıkıntı, terslik üstüne terslik, borç üstüne borç, aksilikler birbirini kovalıyor&#; anlamında kullanılır.

Kanadı altına almak: Korumak, gözetmek, himayesi altına almak. &#;Yeğenini kanadının altına aldı.&#;

Kan ağlamak: Büyük bir üzüntü içinde olup yakınmak. &#;Dört çocuk tek başıma kaldım, çaresizim, içim kan ağlıyor ama kimseye açılamıyorum.&#;

Kana susamak: Birini öldürme hırsı içinde olmak. &#;Bırak elindeki bıçağı dedim ama dinletemedim, kana susamış gibiydi.&#;

Kanat germek: Birini korumak, gözetimi altına almak.

Kan başına sıçramak (beynine çıkmak): Çok sinirlenmek, öfkelenmek. &#;Kan başına sıçramıştı, sağa sola bağırıp duruyordu.&#;

Kancayı takmak: Bir kimsenin zararı, kötülüğü için uğraşmak.

Kan çıkmak: Cinayet işlenmek, kan dökülmek. &#;Şu adamı götürün gözümün önünden, yoksa kan çıkacak.&#;

Kandilli temenna: Eli yere kadar uzatarak yapılan selâmlama.

Kan dökmek: Ölüme yol açmak, yaralanıp ölmek veya birini yaralayıp öldürmek.

Kan gövdeyi götürmek: Çok kan akıtılmış olmak, çok insan öldürülmek. &#;Düşmanla göğüs göğüse gelmiştik, biliyordum ki birazdan kan gövdeyi götürecek ve pek çoğumuz ölecekti.&#;

Kan gütmek: Kan dökerek öç almayı istemek.

Kanı ağır: Davranışları yavaş, sevimsiz, konuşması insana sıkıntı veren, hoşa gitmeyen kimse.

Kanı bozuk: Soysuz, iğrenç işler yapmaktan geri durmayan. &#;Toplum bu kanı bozuk insanlardan temizlenmelidir.&#;

Kanı kaynamak: 1. Hareketli, coşkun olmak. 2. Birine içten bir sevgi beslemek, yakınlık duymak. &#;Çocuğa, ilk rastladığımda kanım kaynamıştı.&#;

Kanına girmek: 1. Birini öldürtmek veya öldürmek. 2. Bir şeyi harcamak, ziyan etmek.

Kanına susamak: Belasını aramak, kendisinin öldürülmesine yol açacak bir davranışta bulunmak. &#;Kanına mı susadın sen, o katilin üstüne böyle gidilir mi hiç!&#;

Kanını emmek: Hiç insaf etmeden sömürmek, varını yoğunu elinden almak.&#;Yıllardır kanımızı emiyor bu soysuz herifler!&#;

Kanı pahasına: Yaralanmayı veya öldürülmeyi göze alarak. &#;Kanım pahasına da olsa, o adamlara, buradan adımlarını attırmayacağım.&#;

Kanı sıcak: Sevimli, kendisini sevdiren, sempatik, sıcakkanlı.

Kanıyla ödemek: Yaptığı işin cezasını hayatıyla ödemek. &#;Yaptığını kanıyla ödettiler zavallıya.&#;

Kan kusmak: Çok eziyet, sıkıntı çekmek.

Kan kusturmak: Çok büyük sıkıntı ve eziyet çektirmek. &#;Bana kan kusturmaya yemin etmişler, haydi görelim.&#;

Kanlı bıçaklı olmak: Birbirlerinin kanını dökecek, birbirlerini öldürecek kadar birbirlerine düşman olmak. &#;Küçücük bir tarla yüzünden kanlı bıçaklı olduk.&#;

Kanlı canlı: Sağlıklı, sapasağlam, dinç ve diri olduğu yüzünden belli olan. &#;Kanlı canlı oluncaya kadar hastanede tutuldum.&#;

Kan ter içinde kalmak: Çok yorgun, terli, bitkin ve perişan durumda olmak. &#;Elindeki kazmayı bırakmaya niyetli değildi, kan ter içinde kalmış bedenini doğrultarak yüzüme baktı.&#;

Kan tutmak: 1. Kan görünce bayılmak. 2. (Adam öldüren kimse korku ve heyecandan) şok geçirmek, kaçamamak, olduğu yere yığılıp kalmak.

Kapağı atmak: Sıkıntılı bir yerden kurtulup rahat edeceği bir yere kavuşmak; uygun bir yere yerleşmek, işe girmek. &#;Evimize kapağı attık mı tamam, gel keyfim gel o zaman.&#;

Kapalı kutu: İçinde ne sakladığını belli etmeyen, niteliği gizli kalan.

Kapı dışarı etmek: Kovmak, dışarı atmak. &#;Ben de bu evin insanıyım, beni kapı dışarı edemezsiniz!&#;

Kapı kapı dolaşmak: 1. Ev ev gezmek, her eve uğramak. 2. Hemen her devlet dairesine başvurmak. &#;Kapı kapı dolaştı, ne var ki bir iş bulamadı.&#;

Kapısında büyümek: Birinin evinde eğitim görüp yetişmek. &#;Onun kapısında büyümüştü, ona bu kötülüğü nasıl yapmıştı aklı almıyordu.&#;

Kapısını aşındırmak: İstediğini elde edinceye kadar birinin yanına çok sık gidip gelmek.

Kapıyı açmak: 1. Başlama. 2. Bir işte birilerine örnek olmak. &#;Açık artırmada kapı bir milyon liradan açıldı.&#;

Kara çalı: İki kişi, iki dost arasına girerek arayı bozan kimse.

Kara çalmak: Birine iftira etmek, leke sürmek, haksız yere suçlamak. &#;Kadıncağıza yok yere kara çaldılar.&#;

Kara gün dostu: Yalnız iyi günlerde değil sıkıntılı, üzücü, düşkünlük günlerinde de insanın yardımına koşan, dostunu yalnız bırakmayan kimse.

Karalar bağlamak (giymek): Bir felaket dolayısıyla yas tutmak, siyah elbise giymek ya da siyah örtü bağlamak.

Karaman&#;ın koyunu sonra çıkar oyunu: &#;Dış görünüşe aldanmamalı, bir kişi ya da iş olağan görünebilir, ancak altından neler çıkabileceği hiç belli olmaz, o sonra görünür.&#; anlamında kullanılır.

Karar kılmak: Dönüp dolaşıp o şeyin üstünde durmak, onu tercih etmek, birçok şeyi deneyip onu seçmek. &#;Ben bu elbisede karar kıldım.&#;

Karda gezip izini belli etmemek: Kimsenin sezemeyeceği biçimde gizli bir iş çevirmek, uygunsuz işler yapmak. &#;Onun ne biçim bir insan olduğunu bana sorun; o, karda gezer izini belli etmez biridir.&#;

Kargacık burgacık: Eğri büğrü, kötü, okunması güç, çarpık, düzensiz (yazı).

Kardeş payı yapmak: Eşit oranlarda bölmek, taksim etmek, paylaştırmak. &#;Çok açtılar, buldukları ekmeği oracıkta kardeş payı yaptılar.&#;

Karga tulumba etmek: Birkaç kişi, birini kollarından bacaklarından tutup havaya kaldırmak. &#;Hep birlikte babalarını karga tulumba edip havuzun başına getirdiler.&#;

Karınca duası gibi: Çok küçük, sık ve okunaksız, birbirine girmiş (yazı).

Karınca yuvası gibi kaynamak: Çok kalabalık ve hareketli olmak (bir yer). &#;Pasajın girişi adeta karınca yuvası gibi kaynıyordu.&#;

Karınca kararınca: Az, önemsiz ve küçük de olsa, gücü yettiği kadar, elinden geldiğince. &#;Caminin yapımına karınca kararınca o da katkıda bulunmaya karar verdi.&#;

Karman çorman: Karmakarışık, çok karışık, düzensiz, alt üst olup birbirine girmiş. &#;Ortalık karman çormandı, nereden işe başlayacağını bilemiyordu.&#;

Karnı geniş: Hiçbir şeyi tasa etmeyen, titizlenmeyen, gamsız, umarsız.

Karnı karnına geçmek: Çok acıkmak, çok zayıflamış olmak. &#;Günlerdir ağzına bir lokma koymamıştı, karnı karnına geçmiş ve bitap düşmüştü.&#;

Karnı tok (olmak): &#;O sözlerine kanmıyorum, önem vermiyorum&#; anlamında kullanılır. &#;Geç babam, geç bu sözleri, karnımız tok bu sözlere, paradan söz et sen, verecek misin, vermeyecek misin?&#;

Karnı tok sırtı pek: Geçimi iyi, hali vakti yerinde, para sıkıntısı olmayan, birinin yardımına ihtiyaç duymayan (kimse). &#;Herkesin karnı tok sırtı pek olacaktır, bize güvenin!&#;

Karnı zil çalmak: Çok acıkmış olmak. &#;Bugün hiçbir şey yiyemedim, karnım zil çalıyor!&#;

Karşı çıkmak: 1. Gelenleri karşılamak üzere yola ya da kapı önüne çıkmak. 2. İleri sürülen fikrin, tutulan yolun yanlış olduğunu söylemek. &#;Her fikrime karşı çıkmak zorunda mısın?&#;

Karşı durmak: Bir güce boyun eğmemek, direnmek. &#;Düşmana karşı durmak boynumuzun borcudur.&#;

Karşı koymak: Engel olmaya çalışmak, direnmek, güç kullanarak dayanmak, boyun eğmemek. &#;Hırsızlar polise silahla karşı koymaya çalıştılar.&#;

Kasıp kavurmak: 1. Bir afet çok zarar vermek, mahvetmek. 2. Baskı yaparak, kıyıcı davranışlarda bulunarak bir topluluğu ezmek; zulmetmek, ortalığı korku ve dehşet içinde bırakmak. &#;Eşkıyalar ortalığı kasıp kavurmaya başladılar!&#;

Kaş göz etmek: Kaş ve göz hareketleriyle bir işaret vermeye, istediğini bu yolla anlatmaya çalışmak. &#;Kalabalıkta kaş göz ederek Hasan&#;ı çağırmayı düşündü.&#;

Kaşıkla yedirip, sapıyla göz çıkarmak: Bir iyilik yaptıktan sonra, bu iyiliği hiçe indirecek bir kötülük yapmak.

Kaşla göz arasında: Çok çabuk, kimsenin sezmesine fırsat vermeyecek kadar az bir zaman içinde. &#;Kaşla göz arasında kapıverdi mendili.&#;

Kaşlarını çatmak: Kızgın, öfkeli ve sinirli olduğunu kaşlarını birbirine yaklaştırarak göstermeye çalışmak. &#;Bana öyle kaşlarını çatıp durma!&#;

Kaş yapayım derken göz çıkarmak: İşi düzelteyim, bir iyilik yapayım derken büsbütün bozmak ve büyük bir zarar vermek.

Katı yürekli: Acımasız, merhametsiz, acı veren şeylere aldırmayan. &#;Onun gibi katı yürekli bir insan daha görmedim desem yeridir.&#;

Kayıtsız kalmak: Umursamamak, önem vermemek, ilgi göstermemek. &#;Onun bu kötülüklerine kayıtsız kalmak mümkün mü?&#;

Kazan kaldırmak: Yönetime karşı topluca karşı gelmek, baş kaldırmak. &#;Maden işçileri kazan kaldırmış diyorlar.&#;

Kazık yutmuş gibi: Dimdik (duran, oturan, yürüyen).

Kazın ayağı öyle değil: &#;Durum, mesele senin sandığın gibi değil&#; anlamında kullanılır.

Keçileri kaçırmak: Düşünme yeteneğini kaybetmek, aklını oynatmak, delirmek, bunalım içinde olmak. &#;Doktor, keçileri kaçırmış diyorlar!&#;

Kedi ciğere bakar gibi (bakmak): İmrenerek, iştahla, ele geçirme isteği ile bakmak.

Kedi gibi dört ayak üstüne düşmek: En zor, en tehlikeli durumdan zarar görmeden kurtulmak.

Kedi olalı bir fare tuttu: İlk defa, neden sonra kendisinden beklenen bir iş yapabildi. &#;Temsilcimiz, nihayet kedi olalı bir fare tuttu, yüklü bir iş yakaladı.&#;

Kefeni yırtmak: Ağır bir hasta ölüm tehlikesini atlamak. &#;Üzülmeyin, kefeni yırttı büyük anneniz.&#;

Kel başa şimşir tarak: Pek çok ihtiyaç giderilmeyi beklerken gereksiz özenti ve gösterişi belirtmek için kullanılır.

Keli görünmek: Bir kabahati, kusuru ortaya çıkmak.

Kelle götürür gibi: Gerekli olmayan bir acelecilikle, bir şey ulaştıracakmış gibi çok hızlı koşarak.

Kelleyi koltuğuna almak: Ölümü göze alarak bir işe kalkışmak. &#;Kelleyi koltuğuna alıp düşman karşısına çıkmak her babayiğidin harcı değil.&#;

Kemerleri sıkmak: Tutumlu davranmak, açlığa ve susuzluğa katlanmak. &#;Kemerleri sıktıra sıktıra millette hâl bırakmadılar.&#;

Kem küm etmek: Anlatmak istediğini açık seçik ifade edememek, bir soru karşısında bocalayıp cevap bulamayarak anlamsız sözler söylemek. &#;Kem küm etme de ne söyleyeceksen söyle çabuk!&#;

Kendi halinde (olmak): Sessiz, hiçbir şeye karışmayan, karışmak istemeyen, sakin (kimse). &#;Yazık olmuş, kendi halinde biriydi, kimsenin etlisine sütlüsüne karışmazdı.&#;

Kendi göbeğini kendi kesmek: İstediği yardım gelmeyince kendi işini kendi yapmak durumunda kalmak. &#;O her zaman kendi göbeğini kendisi kesmiş, kimseden yardım beklememiştir.&#;

Kendi kendine gelin güvey olmak: Başkalarının ne diyeceğini hesaba katmadan, bir işi sadece kendi başına tasarlayıp olmuş sayarak sevinmek. &#;Kendi kendine gelin güvey olmayı bırak, bakalım kız ne diyecek bu işe.&#;

Kendi kendini yemek: İstediği iş olmadı diye gizli gizli üzülmek, kaygı duymak. &#;Kendi kendimi yedim bitirdim bu iş yüzünden.&#;

Kendinden geçmek: 1. Kendini kaybetmek, bayılmak, bilinci işlemez olmak. 2. Sevindirici bir olay karşısında coşkuya kapılmak, duygulanmak. &#;Dün gece bizim adam yine kendinden geçti, hastaneye zor yetiştirdik.&#;

Kendinden pay (paha) biçmek: Bir durumu kendi durumu ile ölçüştürmek.

Kendine gelmek: 1. Sarhoşluktan, bayıldıktan sonra ayılmak. 2. Aklı başına gelmek. 3. Bozuk olan durumu düzelmek. &#;Oh, nihayet kendine geldi bizim adam!&#;

Kendine yedirememek: Yapılan bir işi onur kırıcı görüp, kişiliğine dokunmuş sayarak tepki göstermek; kendisinin başkasına yapması söz konusu olan işi, kişiliği için uygun görmeyip yapmamak.

Kendine yontmak: Ortaya çıkan fırsattan yararlanıp başkalarını düşünmeyerek hep kendi çıkarını sağlayacak yönde hareket etmek. &#;Hep kendine yontma, biraz da bizi düşün, biz de insanız!&#;

Kendini ağır satmak: Kendisinden yapılması istenen işi, birçok ricadan, birçok ısrardan sonra yapmayı kabul etmek. &#;Kendini ağır satmakla adam olduğunu mu kanıtlayacak?&#;

Kendini alamamak: İstemeyerek bir işi yapmak durumunda kalmak, yapmamayı edememek, kendini tutamayıp yapmak. &#;O pastayı yemekten kendimi alamadım işte!&#;

Kendini ateşe atmak: Bilerek zor ve tehlikeli bir işe girişmek. &#;Kendisini ateşe atmasına izin mi vereceksiniz?&#;

Kendini bulmak: 1. İyi bir duruma kavuşmak. 2. Kişilik kazanıp olgunluğa erişmek. 3. Farkında olmadan bir yere ulaşmış olmak. &#;Nihayet kendimi buldum, bundan böyle ekonomik sıkıntı çekmeyeceğim.&#;

Kendini dev aynasında görmek: Kendisini olduğundan büyük bir adam sanmak; üstün, yetenekli, güçlü görmek. &#;Kendini dev aynasında görmekten ne zaman vazgeçeceksin?&#;

Kendini dinlemek: 1. Önemsiz, küçük rahatsızlıkları büyütmek; hastalık kuruntusu içinde bulunmak. 2. Yalnız, sakin kalmak. &#;Uzun bir süre kendimi dinledim, olup biteni tekrar tekrar gözden geçirdim.&#;

Kendini göstermek: 1. Ortaya çıkmak, belirmek. 2. Beğenilecek, takdir edilecek niteliklerini ortaya koymak; gücünü göstermek. &#;Uzun bir aradan sonra sergi açmaya, kendini göstermeye karar verdi.&#;

Kendini kaptırmak: Bir şeyin etkisinden kendini kurtaramamak. &#;Bu yaştan sonra kendimi sigaraya kaptıracağım hiç aklıma gelmezdi doğrusu.&#;

Kendini kaybetmek: 1. Düşüp bayılmak. 2. Kızgınlık, öfke yüzünden ne yaptığını bilmeyecek hale gelmek. &#;Bir iki söz söyledikten sonra kendini kaybetti, oraya yığılıverdi.&#;

Kendini toplamak: 1. Kötü, bozuk olan durumunu düzeltmek. 2. Bir konu üzerinde dikkatini yoğunlaştırmak. 3. Şişmanlamak. &#;Bizim oğlan kendini iyice toparladı, şimdi ev almayı düşünüyor.&#;

Kendini tutamamak: Bir durum karşısında sessiz ve heyecana kapılmadan durmayı başaramamak, kendine hakim olamamak. &#;Kendimi tutamadım, ben de ağlamaya başladım.&#;

Kendini vermek: Bir şeye bütün varlığıyla bağlanmak, başka şeylerle ilgisini kesip yalnızca onunla ilgilenmek, bir şeyi tüm gücüyle yapmaya çalışmak. &#;İşe henüz kendini vermiş sayılmaz.&#;

Kendi yağıyla kavrulmak: Elindekiyle yetinmeye, kimseye muhtaç olmadan yaşamaya çalışmak; ihtiyaçlarını kendi karşılayarak kimseden yardım istememek. &#;Nasıl olalım, kendi yağımızla kavrulup gidiyoruz işte&#;&#;

Kene gibi yapışmak: Yakasını bir türlü bırakmamak; istenmediği hâlde, çıkar sağladığı için birinin peşini bırakmamak. &#;Kene gibi yapışmıştı adamın yakasına, peşini bir türlü bırakmıyordu.&#;

Kesenin ağzını açmak: Bol para harcamaya başlamak. &#;Babam kesenin ağzını açtı nihayet.&#;

Keyfinin kahyası (olmamak): Birisine karışmaya hakkı olmamak, istediği gibi yaşamasına engel olmamak. &#;O benim keyfimin kahyası olamaz, ben dilediğim gibi yaşarım, karışamaz bana!&#;

Keyif çatmak: Neşeli olmak, hoş ve eğlenceli zaman geçirmek. &#;İşi nihayet bitirmiştik, sıra keyif çatmaya gelmişti.&#;

Keyif ehli: Rahatına düşkün kimse, zevkinden bol bol yararlanan. &#;Oldukça rahat, keyif ehli bir insandı.&#;

Kılı kırk yarmak: Titizlenmek, çok dikkat ederek en ince ayrıntılarına kadar incelemek, önemle üstünde durmak. &#;Bir malı almadan önce kılı kırk yararcasına evirir çevirir ve öyle alırdı.&#;

Kılına dokunmamak: Bir kimseye, zarar verebilecek en ufak davranıştan bile kaçınmak. &#;İnan anne, kılına bile dokunmadım kardeşimin!&#;

Kılını bile kıpırdatmamak (veya oynatmamak): Bir durum karşısında en küçük bir tepki bile göstermemek, ilgisiz kalmak, harekete geçmemek. &#;Onca insan üstüme yürüdü ama o kılını bile kıpırdatmadı.&#;

Kıl payı (kalmak): Çok az, az bir fark (kalmak). &#;Araba o hızla virajı alamadı, uçuruma yuvarlanmasına kıl payı kalmıştı.&#;

Kıran girmek: 1. Daha önce bulunan şey bulunmaz olmak. 2. Hayvanlar ya da insanlar arasında öldürücü bir hastalık yayılmak. &#;Kıran girdi, bütün koyunlar telef oldu.&#;

Kırık dökük: 1. Eski çürük, sağlam olmayan, değersiz (şey). 2. Düzgün olmayan, parça parça, dağınık (söz). &#;Şu kırık dökük eşyaları ortadan kaldırın hemen!&#;

Kırıp geçirmek: 1. Yakıp yıkarak, baskı yaparak, öldürerek büyük zarar vermek. 2. Çok sert davranarak darıltmak. 3. Garip olan söz ve davranışlarıyla herkesi güldürmekten katıltmak.

Kırk dereden su getirmek: Birini kandırmak için çok dolambaçlı gerekçeler ileri sürmek, ikna edebilmek için çok uğraşmak. &#;Ne inatçı adammış, bir evet demek için kırk dereden su getirtti bana.&#;

Kırklara kırışmak: Bir kimse artık ortalıkta görünmez olmak.

Kırk tarakta bezi bulunmak: Birbirinden farklı birçok işle uğraşmak, birçok ilişkisi bulunmak, gizli ilişkileri olmak. &#;Ne iş yaptığı belli değil, kırk tarakta bezi var adamın.&#;

Kısmeti açılmak: 1. Kazancı artıp bolluğa erişmek. 2. Bir kızı isteyenlerin çoğalması. &#;Bu miras kızın kısmetini de açtı hani!&#;

Kısmetini (nimetini) ayağıyla tepmek: Kavuşacağı iyi bir durumu, kıymetini bilmeyerek reddetmek; istememek, değerlendirememek.

Kıssadan hisse almak: Bir olaydan, anlatılan bir hikâyeden ders almak.

Kıt kanaat (geçinmek): Yoksulluk içinde, zar zor ve güçlükle (geçinmek). &#;Bir zamanlar biz de kıt kanaat geçiniyorduk.&#;

Kıvamına gelmek (bulmak): En uygun zamanında olmak, gerekli ve istenilen şartlar yerine gelmek, istenilen duruma gelmek.

Kıyamet kopmak: 1. Kıyamet günü gelmek. 2. Bir yerde çok gürültü ve patırtı kavga, telaş olmak. &#;Kıyamet günü gelecek ve insanlar sonunda hesaba çekilecekler.&#;

Kızarıp bozarmak: Utanarak renkten renge girmek, kimi duyguların etkisiyle yüzünün rengi değişmek. &#;Pot kırdığını anlayınca ne yapacağını şaşırdı, kızarıp bozaran yüzünü kapatmaya çalıştı.&#;

Kızıl (kızılca) kıyamet kopmak: Bir meselede büyük, aşırı, gürültülü bir kavgaya yol açmak; yüksek sesli tartışma başlatmak. &#;Sizin bostanlara su vermeyeceğim deyince kızılca kıyamet koptu.&#;

Kilit noktası: Bütün işlerin çözümlenmesi ona bağlı olan önemli unsur, üzerinde durulması gereken en önemli nokta, makam veya yer.

Kimseye eyvallah etmemek: Kimseden yardım ve iyilik beklememek, kimsenin minneti altına girmemek. &#;Bu yaşa kadar kimseye eyvallah etmedim, bundan sonra da edecek değilim.&#;

Kim vurduya gitmek: Bir kargaşa anında ve kalabalık arasında kimin tarafından vurulduğu veya dövüldüğü belli olmamak.

Kirişi kırmak: Kaçıp gitmek, bulunduğu yerden gizlice ve çabucak ayrılmak. &#;Kavga başlayınca kirişi kırarım diye düşündü.&#;

Kirli çamaşırlarını ortaya dökmek: Ayıp, suç ve kusurlarını, gizli kalmış yolsuzluklarını açığa çıkarmak; açıklamak, söylemek. &#;Kirli çamaşırları ortaya dökülünce ne yapacağını şaşırdı.&#;

Kitaba el basmak: Elini kutsal kitap olan Kur&#;ân-ı Kerim üzerine koyarak yemin etmek.

Kitabına uydurmak: Yasal olmayan bir işi kimi boşluklardan yararlanarak yasalmış gibi göstermek. &#;İşi kitabına uydurmuşlar, çok zengin olmuşlardı.&#;

Kof çıkmak: İşe yaramadığı, sanıldığı gibi olmadığı, boş ve değersiz bir kişi olduğu anlaşılmak.

Kokusu çıkmak: Gizli yapılmış bir iş, daha sonra herkes tarafından bilinir olmaya başlamak. &#;Bu işin kokusu çıkar diye korkuyorum.&#;

Kolaçan etmek: Çevresini ya da kendisinden istenilen yeri dolaşıp ne var ne yok diye bakmak, olup biteni anlamak amacıyla dolaşmak. &#;Bir kişi etrafı şöyle bir kolaçan etsin de gelsin.&#;

Kol kanat olmak: Yardım etmek, gözetmek, bir kimseyi koruyuculuğu altına almak.

Koltukları kabarmak: Kendisine ya da yakınlarına yapılan övgüden ötürü kıvanç duyup büyüklenmek, böbürlenmek. &#;Oğlun oldukça becerikli dedikleri zaman koltuklarım kabardı doğrusu.&#;

Kolu kanadı kırılmak: Çaresiz duruma düşmek, bir şey yapamaz hale gelmek. &#;Kolu kanadı kırılmış bir vaziyette dolaşıyordu.&#;

Korktuğu başına gelmek: Endişe duyduğu, kaygılandığı, olmasını istemediği şeyle karşı karşıya gelmek. &#;Korktuğum başıma geldi, ne yapacağım şimdi ben!&#;

Koyun kaval dinler gibi: Düşünmeden, hiçbir şeyi anlamadan, ne denildiğini kavramadan dinlemek. &#;Beni koyun dinler gibi dinleyip çekip gittiler.&#;

Kozunu paylaşmak: Aradaki anlaşmazlığı zora başvurarak, üstün olan güce dayandırarak çözümlemek, sona erdirmek. &#;Onunla kozunu paylaşmaya can atıyordu.&#;

Kök salmak: 1. Bir yere iyice, ayrılmamacasına yerleşmek. 2. İyice tutunmak, köklenmek, sağlamlaşmak, yayılmak. &#;Onun sevgisi, içine iyice kök salmıştı.&#;

Kök söktürmek: Uğraştırmak, güçlük çıkarmak, engel olmak. &#;O takıma kök söktürmeye yemin ettik.&#;

Köküne kibrit suyu dökmek: Bir daha belirmeyecek, ortaya çıkmayacak biçimde yok etmek, ortadan kaldırmak.

Köprüleri atmak: Girişilen, başlanılan bir işten vazgeçmeye ya da geri dönmeye imkânı kalmayacak şekilde kesin bir davranış göstermek; ilişkileri bir daha kurulamayacak biçimde bozmak.

Kör değneğini beller gibi: Bir değişiklik, yenilik düşünmeden, hep aynı biçimde davrananların durumunu anlatmak için kullanılır.

Kör dövüşü: Sonuç alınamayacak ve birbirini engelleyecek biçimde, bir birinden habersiz düzensiz ve uyumsuz çabalama.

Kör kadı: Sözünü esirgemeyen; doğru bildiğini hatır gönül dinlemeden her yerde, herkesin yüzüne karşı söyleyen.

Köstek olmak: Engel olmak.

Körü körüne: Düşünüp taşınmadan, nasıl sonuçlanacağını hesaplamadan, dikkat etmeden. &#;Bu işe öyle körü körüne giremem, anladın mı?&#;

Kötüye kullanmak: Suistimal etmek, yetkisini yanlış bir yolda kullanmak, istenilmeyen yolda yararlanmak. &#;Benim yumuşaklığımı kötüye kullandı.&#;

Kraldan çok kralcı olmak: Birinin davasını ondan daha çok savunur olmak.

Kucak açmak: İhtiyaç sahibi birine sığınacak yer vermek, onu korumak. &#;Muhtaçlara kucak açmak insanlık görevidir.&#;

Kukumav kuşu gibi: Yapayalnız, tek başına.

Kulağı delik: Olup bitenleri çabuk haber alan, hemen her şeyden haberi olan. &#;Ne kulağı delik adamdır o, ne öğreneceksen ona sor.&#;

Kulağı kirişte (olmak): Söylenecek sözü, gelecek haberi dikkatlice (beklemek). &#;Kulağınız kirişte olsun, ne duyarsanız iletin hemen.&#;

Kulağına çalınmak: Bir söz, bir haber başkasına söylenirken kendisi de şöyle böyle duymak.  &#;Senin şehre gideceğin kulağıma çalındı, ne diyorsun?&#;

Kulağına kar suyu kaçmak: Rahatını bozan bir haber işitmek, sıkışık bir duruma düşmek.

Kulağına küpe olmak: Başına gelen bir işten, gördüğü olaydan ders alıp hiç unutmamak. &#;Umarım bu iş senin kulağına küpe olur da aynı hataya bir daha düşmezsin.&#;

Kulağını açmak: Bütün dikkatini vererek dinlemek, söylenenlere dikkat etmek. &#;Kulağını aç da beni iyi dinle!&#;

Kulağını bükmek: Dikkatli olması için uyarıda bulanmak.

Kulağını çekmek: 1. Uyarmak için hafif bir ceza vermek. 2. Ceza olarak kulağını büküp çekmek. &#;Şimdi bana kulağınızı çektireceksiniz!&#;

Kulak asmamak: Aldırıp önemsememek, dinlememek. &#;Kulak asma sen onun söylediklerine.&#;

Kulak dolgunluğu: Duya duya elde edinilen yarı buçuk bilgi.

Kulak kabartmak: Çaktırmadan, belli etmemeye çalışarak dinlemek. &#;Dayanamayıp yanındakilerin konuşmalarına kulak kabarttı.&#;

Kulak kesilmek: Çok iyi, bütün dikkatini vererek dinlemek; dikkatini toplayarak duymaya çalışmak. &#;Ne konuştuklarını merak ediyordum, yanlarına yaklaşarak kulak kesildim.&#;

Kulaklarını çınlatmak: Birini iyi duygularla anmak.

Kul köle (veya kurban) olmak: Tam bir doğruluk içinde gönülden bağlanmak, bağlılığın gerektirdiği fedakarlığı yapmaya hazır olmak.

Kulp takmak: Bir kusur, bir bahane bulmak.

Kumpas kurmak: Birini aldatmak için tuzak kurmak, gizli bir iş düzenlemek.

Kundak sokmak: 1. Yangın çıkarmak için bir yere tutuşmuş yağlı bez parçası koymak. 2. Ara bozacak bir söz ya da davranışta bulunmak.

Kurban olayım: 1. Aşırı sevgi ve hayranlık anlatmak için kullanılır. 2. Yalvarmak için söylenir. &#;Kurban olayım yavruma dokunmayın!&#;

Kurşuna dizmek: Ölüm cezasını askerî bir birliğin attığı kurşunlarla yerine getirmek, sıkılan kurşunlarla öldürmek.&#;Bütün köy halkını kurşuna dizdiler!&#;

Kurtlarını dökmek: Öteden beri yapmak istediği şeyi bol bol yapıp hevesini almak. &#;Bu akşam biraz kurtlarımızı dökelim, ne dersin?&#;

Kurt masalı okumak: İnandırıcı, gereksiz, asılsız sözler (söylemek).

Kuru iftira: Hiçbir kanıtı olmayan suçlama. &#;Allah kuru iftiradan korusun hepimizi!&#;

Kuru kalabalık: 1. Yararsız kırık dökük eşya. 2. Hiçbir işe yaramayan insan topluluğu. &#;Bu kuru kalabalığa güvenip de sakın yola çıkma.&#;

Kuru kuruya: Boşuna, boş yere.

Kuru sıkı: 1. Korkutmak amacıyla söylenen sözler, blöf. 2. Yalnız barutla sıkılanmış tüfek veya fişek dolgusu.

Kuş beyinli: Akılsız, aptal, ahmak.

Kuş kadar canı olmak: Küçük, cılız, zayıf, çelimsiz bir vücuda sahip olmak.

Kuş sütüyle beslemek: En pahalı, değerli az bulunur besinlerle yiyip içirmek.

Kuş uçmaz, kervan geçmez: Çok ıssız, sapa, kır, insanın uğramadığı yer. &#;Başını alıp kuş uçmaz kervan geçmez bir diyara gitti.&#;

Kuş uçurmamak: Hiç kimsenin geçmesine, kaçmasına izin vermemek; imkân tanımamak, bunun için çok dikkatli davranmak. &#;Sıkı gözcülerdir, kuş uçurtmazlar, merak etme!&#;

Kuvvetten düşmek (kesilmek): Gücü iyice azalmak.

Kuyruğuna basmak: Birini tahrik etmek, incitip saldırmasına yol açmak.

Kuyruklu yalan: İnsanın kanması için süslenmiş büyük yalan. &#;İnanmayın ona, söyledikleri kuyruklu yalandan başka bir şey değil!&#;

Kuyruk sallamak: Yaltaklanmak, birisine yaranmak için yapmacık davranışlarda bulunup şirin görünmeye çalışmak. &#;Bütün gece boyunca şirket müdürüne kuyruk sallayıp durdu.&#;

Kuyusunu kazmak: Birinin kötü duruma düşmesi, felakete uğraması, zarar görmesini sağlamak için zemin hazırlamak, tuzak kurmak. &#;Adamın kuyusunu kazıp da elinize ne geçecek.&#;

Küçük dilini yutmak: Çok şaşmak, hayrete düşmek, donakalmak, hiçbir şey söyleyemez hale gelmek. &#;Ne o dostum, küçük dilini mi yuttun?&#;

Küçük düşürmek: Onurunu kırmak, birilerinin yanında itibarını sarsmak ve değerini düşürmek. &#;Dikkatli ol, bir pot kırıp da kendini küçük düşürme sakın.&#;

Küçük görmek: Önemsememek, değer vermemek. &#;Hasmınızı sakın küçük görmeyin çocuklar!&#;

Külahıma anlat: &#;Söylediklerin hiç de inandırıcı değil, sana inanmıyorum&#; anlamında kullanılır.

Külahını ters giydirmek: Çok kurnaz olmak; oyuna getirmek, kendisine iyi davranmayanları bir hile ile yaptıklarına pişman etmek.

Külahları değişmek: &#;Araları bozulmak, bozuşmak&#; anlamında tehdit olarak kullanılır. &#;Hareketlerini düzeltmezsen külahları değişiriz, ona göre!&#;

Kül kedisi: 1. Çok üşüyen, ateşin yanından ayrılmayan (kimse). 2. Uyuşuk, miskin, rahatına düşkün, tembel.

Kül kesilmek: Heyecan ve korkudan yüzünün rengi atmak, solmak. &#;Katili karşısında görünce yüzü kül kesildi.&#;

Kül olmak: 1. Bir şey bütünüyle yanmak. 2. Varını yoğunu yitirmek, elinde bulunanlar yok olmak. 3. Büyük bir felakete uğrayıp çok üzülmek.

Külünü (göğe) savurmak: Bir şeyi tamamiyle bitirip yok etmek, harcayıp tüketmek, telef edip bir şey bırakmamak.

Kül yutmamak: Oyuna gelmemek, tuzağa düşmemek, kurnazca yapılan bir hileye aldanmamak. &#;Bana kül yutturamazsınız diyemem ama yeterince dikkatli olduğumu söyleyebilirim.&#;

Künyesi bozuk: Eskiden kötü durumları görülmüş olan, kötü işlere girmiş bulunan. &#;Künyesi bozuk diye, bu adama hiç kimse iş vermeyecek mi?&#;

Küplere binmek: Haddinden fazla öfkelenme, kızmak, sağa sola ateş saçmak. &#;Yeni saatimi kırdığımı öğrenen annem küplere bindi.&#;

Küpünü doldurmak: Eline geçen fırsatları değerlendirerek çok para biriktirmek. &#;Küpünü doldurmayı becerebilenlerden olamadım hiç.&#;

Kürek kadar (pabuç kadar) dili olmak: Hemen her söze cevap yetiştirmek, büyüklerine karşı saygısızca karşılıklar verir olmak.

Kalp kazanmak deyiminin anlamı
* Bir kişinin sevgisini kazanmak.
* Güzel bir davranış ve sözle birilerinin sevgisini kazanmak, ilgisini çekmek.
Örnek: Bir demet çiçekle annemizin kalbini kazanabiliriz.

Kalbini kırmak deyiminin anlamı
* Birisini küstürmek, üzmek, duygusal yönden incitmek. Gönlünü kırmak, gücendirmek.
* Çok üzmek, kırmak. Kaba söz ve davranışlarla üzmek.
Örnek: Onu, kalbini kırmadan uyarmaya çalış.

Kalbini okumak deyiminin anlamı
Birinin duygu ve düşüncelerini, niyetini anlamak.
Örnek: Ne istediğini nereden bileyim, kalbini mi okuyorum senin.
Örnek 2: Sen yine bir şeylere kızmışsın, kalbini okurum senin.

Kalbini çalmak deyiminin anlamı
Sevgisini kazanmak, kendine âşık etmek.
Örnek: En büyük amacım onun kalbini çalmaktı.
Örnek 2: İnsanların kalbini çalıp öylece gitmeyin.
Örnek 3: zamanında senin kalbinin çalabilmek için az uğraşmadım.

Kalbi temiz deyiminin anlamı
Kötü düşüncesi olmayan kimseleri nitelemek için kullanılır.
Örnek: Kalbi temiz insanların yaşadığı bir yerdi burası.

Kalbine doğmak deyiminin anlamı
Malûm olmak, bir işin olduğunu ya da olacağını sezinlemek, tahmin etmek.
Örnek: Onun bize geleceği sanki kalbime doğmuştu.
Örnek 2: Beni arayacağın inan kalbime doğdu.

Kalbi boş olmak deyiminin anlamı
Sevgilisi bulunmamak.
Örnek: Yakın arkadaşım olur, kalbinin boş olduğunu biliyorum.
Örnek 2: Kalbinin boş olmasına sevindim, çünkü kendisini çok beğeniyorum.
Örnek 3: Kalbi boş olanın, gönlünü hoş etmek daha kolay olur.

Kalbi dayanmamak deyiminin anlamı
* Aşırı heyecan, üzüntü, yorgunluk veya herhangi bir hastalık yüzünden kalbi durmak, ölmek.
* Çok acı duymak, acısına katlanamamak.
Örnek: Yaşlı kalbi daha fazla dayanamadı.
Örnek 2: İki kez kalp krizi geçirdi, üçüncüye kalbi dayanamaz.
Örnek 3: Ailesinin son ferdini de kaybedince kalbi dayanmadı ihtiyar kadının, yatağa düştü.
Örnek 4: Çocuğunun ölümüne kalbi dayanmıyordu.

Kalbi ferahlamak deyiminin anlamı
İçi kaygıdan, sıkıntıdan kurtulmak.
Örnek: Seninle konuştuktan sonra kalbim ferahladı, Allah razı olsun.
Örnek 2: Kalbi ferahlasın diye nasihatlerde bulundum.
Örnek 3: Uzun bekleyişten sonra çocuklarını karşısında görünce kalbi ferahladı.

Kalbi parçalanmak deyiminin anlamı
Bir kişinin acınacak ve üzücü durumunu görüp üzülmek. Yüreği parçalanmak.
Örnek: Sokakta yatan çocukları gördükçe kalbim parçalanıyor.

Kalbi sızlamak deyiminin anlamı
Acıma duygusuyla üzülmek. Yüreği sızlamak.
Örnek: Köpeği yaralanmıştı, kalbi sızlıyordu.
Örnek 2: Şehitlerin hayat hikayesini dinledikçe, kalbi sızlıyor insanın.

Kalbi yerinden fırlamak deyiminin anlamı
Birdenbire heyecanlanmak veya korkmak.
Örnek: Balon patlayınca, kızcağızın kalbi yerinden fırladı.
Örnek 2: Görmeyince aklına bile gelmiyor, ama görünce kalbi yerinden fırlıyor.

Kalbi yırtılmak deyiminin anlamı
Acı duymak.
Örnek: İmdat çığlıklarını işittikçe adeta kalbim yırtıldı.

Kalbini burmak deyiminin anlamı
Üzmek, sıkıntı vermek.
Örnek: Sizin yaşadıklarınız hepimizin kalbini burdu.

Kalbini fethetmek deyiminin anlamı
Birinin sevgisini, güvenini kazanmak.
Örnek: Ne yaptı etti, sonunda o kızın kalbini fethetmeyi başardı.
Örnek 2: Bir demet çiçekle annemizin kalbini fethedebiliriz.

Kalbi olmamak deyiminin anlamı
Acıma duygusundan yoksun, acımasız olmak.
Örnek: Bu çocuğa eziyet ediyorsunuz. Kalbiniz yok mu sizin?

Kalbini doldurmak deyiminin anlamı
Yüreğini sevgiyle ısıtmak.
Örnek: Şu sözlerin insanın kalbini dolduruyor.

Kalbi ağzına gelmek deyiminin anlamı
Birden bire çok korkmak, kalbi yerinden fırlayacakmış gibi hızlı hızlı atmak.
Örnek: Karanlık ve ıssız sokakta yürürken bir çığlık duydu, kalbi ağzına geldi o an.
Örnek 2: Birden karşısında beni görünce kalbi ağzına gelmişti.

Kalbi çarpmak deyiminin anlamı
* Korku ve kaygı duyup merak etmek, bu sebeple tedirgin olmak, huzursuz olmak.
* Adrenalin artışı nedeniyle yüreği hızlı vurmak.
* Kalbi çarpmak veya çalışmak.
Örnek: Sen miydin baba ya! Korkuttun beni, kalbim çarpıyor hala.
Örnek 2: Paraşütle atlayış yaptığımda kalbimin çarpması uzun süre geçmedi.
Örnek 3: Kazadan sonra baktığımızda kalbi çarpmaya devam ediyordu.

Kalbi dolu olmak deyiminin anlamı
Sevgilisi olmak.
Örnek: Kalbi dolu olduğundan, tüm teklifleri düşünmeden reddediyordu.
Örnek 2: Her güne mutlulukla uyanıyordu, çünkü kalbi artık doluydu.

Kalbi kararmak deyiminin anlamı
* İnancını kaybetmek.
* İçine bir karamsarlık, bir sıkıntı çökmek; iyimserliği ortadan kalkmak.Yüreği kararmak.
Örnek: Senin kalbin temelli kararmış, ne diyeyim ki.
Örnek 2: Kalbin kararmasın, onu bulacağımızdan emin ol.

Kalbi sıkışmak deyiminin anlamı
* Kalp atışları düzensiz olmak, sıkıntı duymak.
* Bir meseleden dolayı aşırı üzülmek.
Örnek: Fazla yemek nedeniyle kalbi sıkışmış, hastaneye gittiler.
Örnek 2: Şöyle anlatma Perihan, kalbim sıkışıyor.

Kalbi yerinden oynamak deyiminin anlamı
Birdenbire heyecanlanmak veya korkmak.
Örnek: Balon patlayınca, kızcağızın kalbi yerinden oynadı.
Örnek 2: Görmeyince aklına bile gelmiyor, ama görünce kalbi yerinden oynuyor.

Kalbi yerinden çıkmak deyiminin anlamı
Birdenbire heyecanlanmak veya korkmak.
Örnek: Balon patlayınca, kızcağızın kalbi yerinden çıktı.
Örnek 2: Görmeyince aklına bile gelmiyor, ama görünce kalbi yerinden çıkıyor.

Kalbine saplanmak deyiminin anlamı
Aşırı derecede acı duymak, içine oturmak.
Örnek: Şu elime bir diken battı, acısı kalbime saplandı sanki.

Kalbini eritmek deyiminin anlamı
Acımasını sağlamak, yumuşatmak.
Örnek: Ailenin kalbini eritmen lazım ki seni affetsinler.

Kalbiyle konuşmak deyiminin anlamı
Düşüncelerini, duygu ağırlıklı bir biçimde anlatmak.
Örnek: Başından geçen olayları anlatırken genellikle kalbiyle konuştu.

Kalp ağrısı deyiminin anlamı
Aşk acısı.
Örnek: Bu yaşlarda kalp ağrısı çekmek normaldir.

Kalp kırmak deyiminin anlamı
Davranışıyla birini incitip üzmek, kırmak, gücendirmek.
Örnek: Kalp kırmaktan çok gönül yapmaya çalışın.
Örnek 2: İnsanlara değer ver, kalp kırmakla eline bir şey geçmez.

Kalp fethetmek deyiminin anlamı
Güzel bir davranış ve sözle birilerinin sevgisini kazanmak, ilgisini çekmek.
Örnek: Bir demet çiçekle annemizin kalbini fethedebiliriz.
Örnek 2: Ne yaptı etti, sonunda o kızın kalbini fethetmeyi başardı.

Kalp çalmak deyiminin anlamı
Sevgisini kazanmak, kendine âşık etmek, kalbini çalmak.
Örnek: Kalp çalmayı iyi bilirsin, ama sana değer verenlere değer vermiyorsun.

Kalp etmek deyiminin anlamı
Bir durumdan başka bir duruma çevirmek, dönüştürmek.
Örnek: Zararımıza olan işi kalp edip kârlı bir duruma çevirdik.

Kalp olmamak deyiminin anlamı
Acıma duygusu olmamak.
Örnek: Sende kalp olsa, bu kadar zalimlik yapmazdın.

Kalp ağrısı çekmek deyiminin anlamı
* Aşktan doğan üzüntü, yürek ağrısı çekmek.
* Sıkıntı, keder, yürek ağrısı çekmek.
Örnek: Şu kıza kendini kaptırma, sonra çok kalp ağrısı çekersin.
Örnek 2: Kalp ağrısı çekmek bizim kaderimizde var.

Kalbe dokunmak deyiminin anlamı
Acı veya üzüntü vermek.
Örnek: Ünlü şarkıcı, kalbe dokunan şarkılarla geri döndü.
Örnek 2: Kalbe dokunan haberleri izlemeyi hiç sevmiyorum.

Kalbe doğmak deyiminin anlamı
Malûm olmak, bir işin olduğunu ya da olacağını sezinlemek, tahmin etmek.
Örnek: Onun bize geleceği sanki kalbe doğmuştu.
Örnek 2: Beni arayacağın inan kalbe doğdu.

Kalbe işlemek deyiminin anlamı
Derin üzüntü uyandırmak.
Örnek: Bu olaylar benim kalbime işliyor.

Kalp kırmak deyiminin anlamı nedir

Kalp kırmak deyiminin anlamı nedir

Kalp kırmak deyiminin anlamı ve açıklaması nedir, kalp kırmak deyiminin anlamı ile ilgili örnek cümleleri yazımızın devamından okuyabilirsiniz.



Kalp kırmak deyiminin anlamı, açıklaması ve örnek cümleleri:

Davranışıyla birini incitip üzmek, kırmak, gücendirmek.

  • "Kalp kırmaktan çok gönül yapmaya çalışın."
  • "İnsanlara değer ver, kalp kırmakla eline bir şey geçmez."
BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!

👏

👎

😍









◁ GÜNÜN HABERLERİ İÇİN TIKLAYINIZ ▷ Önemli not: Habere dosya, resim ve video ekleme özelliği geçici olarak devre dışı bırakılmıştır. Yorum ve düşüncelerinizin bizim için çok değerli olduğunu biliyor musunuz? Yorumlarınızla soru cevaplarımıza katkıda bulunabilirsiniz.
Sitemizde yer alan tüm hizmet ve içerikler eğitim ve öğretim amaçlı olarak öğrencilerin kullanımına sunulmaktadır.

▼ SIRADAKİ HABER ▼

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir