eyüp peygamber in kıssası / HZ. EYYÜP KISSASI - Peygamber Kıssaları

Eyüp Peygamber In Kıssası

eyüp peygamber in kıssası

Hz. Eyüp’ün (a.s.) Hayatı

Hz. Eyüp (a.s) kimdir? Hz. Eyüp’ün (a.s) hastalığı ve hastalığı için yaptığı şifa duası neydi? Allah’a teslimiyet ve sabrın sembolü olan, nice ağır imtihanlara karşı şeytanın oyununa gelmeden şükreden Hz. Eyüp’ün (a.s.) hayatı

Hazret-i Eyüp, Yakup Aleyhisselâm’ın kardeşi Iys’ın neslindendir. Şam civârında yaşamıştır. Kendisine az sayıda kişi îmân etmiştir.

Dedesi Hazret-i İshâk’ın duâsı bereketiyle Allâh Teâlâ kendisine çok mal, mülk ve evlâd verdi. Hizmetçileri, tarlaları ve hayvanları çok boldu. Fakir, yetim ve dullara çok yardım eder, sofrasında fakir bulundurmadıkça yemek yemez, Allâh’ın kendisine verdiği nimetleri misâfirlere ikrâm etmeyi ziyâdesiyle severdi.

HZ. EYÜP’ÜN (A.S.) SABRI İLE İLGİLİ AYET

Ömrünün başlangıcında zengin, ortasında fakir ve garîbdir; sonunda ise şükrü ve darb-ı mesel hâline gelen sabrının netîcesinde tekrar ihsân-ı ilâhîye gark olmuştur. Cenâb-ı Hak, onun sabırdaki tahammülünü şu şekilde senâ eder:

“Gerçekten Biz Eyyûb’u sabırlı (rızâ hâlinde bir kul) bulmuştuk. O, ne iyi kuldu! Dâimâ Allâh’a yönelirdi.” (Sâd, 44)

Eyyûb -aleyhisselâm- Şam civârında yaşayan insanlara peygamber olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’de ilâhî vahye mazhar bir peygamber olduğu şöyle bildirilir:

(Habîbim!) Biz Nûh’a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve (nitekim) İbrâhîm’e, İsmâîl’e, İshâk’a, Ya’kûb’a, esbâta (torunlara), Îsâ’ya, Eyyûb’a, Yûnus’a, Hârûn’a ve Süleymân’a vahyettik…” (en-Nisâ, )

“Daha önce de Nûh’u ve O’nun soyundan Dâvûd’u, Süleymân’ı, Eyyûb’u, Yûsuf’u, Mûsâ’yı ve Hârûn’u doğru yola (peygamberliğe) iletmiştik. Biz ihsân sâhiplerini işte böyle mükâfâtlandırırız.” (el-En’âm, 84)

HZ. EYÜP (A.S) VE ŞEYTANIN KONUŞMASI

Eyüp -aleyhisselâm-’ın mal-mülk zenginliği, evlâdları ve nâil olduğu bütün nîmetler imtihân-ı ilâhî olarak birer birer elinden alındı. Ardından ağır bir hastalığa dûçâr oldu. Ancak Hakk’a tevekkül ve teslîmiyeti ile, bedenine, malına ve evlâdına gelen musîbetlere karşı büyük bir sabır göstererek ilâhî takdîre râzı oldu.

O’nun dillere destân olan sabır ve teslîmiyeti, bir ibret numûnesi olarak insanlık târihine geçti.

Eyüp -aleyhisselâm-’ın imtihânı peygamberlik devresine âittir. Başına gelen her türlü musîbet imtihânına, mel’ûn şeytan sebep kılınmıştır. O’ndaki fazîleti hazmedemeyen iblîs, insan kılığına girerek halk arasında:

“–Bu kadar nîmet ve bolluk içinde kulluk yapmak kolaydır. Eyüp’ü bir de darlık ve belâ ânında iken görmeli!..” diyor ve devamlı olarak O’nun îtibârını zedelemek istiyordu.

Bunun üzerine Allâh Teâlâ da, Eyüp -aleyhisselâm-’ın kendisine olan tevekkül ve teslîmiyetini izhâr etmek için bu sevgili peygamberine çeşitli musîbetler verdi.

Cenâb-ı Hak, Eyüp -aleyhisselâm-’ı imtihân etmeyi murâd edince, ilk olarak mallarını elinden aldı. Bir sel ile koyunlarını, bir rüzgar ile de ekinlerini mahvetti. Şeytan, çoban kılığına girerek hemen Hazret-i Eyüp’a koştu. Eline geçen fırsatı değerlendirecekti. Ağlaya ağlaya olup biteni O’na haber verdi:

“–Ey Eyüp! Büyük bir felâket oldu. Allâh Teâlâ senin bütün mal ve mülkünü telef etti.” dedi.

Hazret-i Eyüp, bu haber karşısında telâşlanmadan, büyük bir tevekkül ve sükûnet içinde Rabbine hamd etti ve insan kılığına girmiş bulunan şeytana:

“–Mal ve mülkü bana Rabbim vermişti. Şimdi de aldı. Yegâne sâhip O’dur! Dilerse verir, dilerse alır!..” dedi.

Bu söz ve tavırlar, şeytanı perişan etmeye yetmişti.

Daha sonra ise Eyüp -aleyhisselâm-’ın ders okumakta olan çocukları bir zelzele ile vefât etti. Şeytan bu sefer de feryâd ü figân ederek Hazret-i Eyüp’ün yanına geldi. O’nu isyân ettirmek için gözlerinden seller gibi yaşlar döküp:

“–Ey Eyyûb! Allâh Teâlâ evini bir zelzele ile yıktı. Bütün çocuklarını elinden aldı. Onların canhıraş feryadları dayanılacak gibi değildi. Sen hâlâ duruyor musun?” dedi ve hâdiseyi o kadar acıklı bir şekilde nakletti ki, Hazret-i Eyüp’ün tevekkül ve teslîmiyet ile yoğrulmuş kalbindeki merhamet hissiyâtı taşarak mübârek gözlerinden yaş geldi. Ancak bu imtihân karşısında da büyük bir sabır göstererek ilâhî tecellîye rızâ gösterdi.

Maksadına yine nâil olamayan şeytan öfkeden kudurdu. Yine birşeyler demek üzere idi ki Hazret-i Eyüp:

“–Ey mel’ûn! Sen iblîs’sin ve beni Rabbime karşı isyâna teşvîk etmek istiyorsun! Bilesin ki evlâdlarım birer emânetti. Sâhibi geri aldı! Veren O, alan O; niçin incineyim? Ben, her ahvâlde Rabbime hamd eden bir kulum!” dedi.

Sâlih kulların Hakk’a teslîmiyetini, Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri bir beytinde ne güzel dile getirir:

Alan Sen’sin veren Sen’sin kılan Sen;

Ne verdinse odur; dahî nemiz var!..

İSMİ BİLİNMEYEN BİR HASTALIK İLE HZ. EYÜP’ÜN (A.S.) İMTİHANI

Allâh Teâlâ, Eyüp -aleyhisselâm-’a son olarak Kur’ân-ı Kerîm’de ismi belirtilmeyen bir hastalık[1] verdi. Hastalığı o derece arttı ki, hiç kimse yanına uğramaz oldu. Yalnız, şefkat timsâli hanımı Rahîme Hâtun, eşsiz bir sadâkat ve vefâ örneği sergileyerek O’nun hizmetine devâm etti. El işi yaparak maîşet te’mînine çalıştı. Her türlü hizmeti severek îfâ etti.

Eyüp -aleyhisselâm-, bu hastalığında da hâlinden şikâyetçi olmadı. Rabbine sığınarak sabretti, hamd ü senâsına devâm etti. Nebevî bir edeb göstererek hastalık ve yorgunluğunu şeytana izâfe etti. Bu hâl, âyet-i kerîmede şöyle bildirilmektedir:

(Rasûlüm!) Kulumuz Eyyûb’u da an! O, Rabbine: «Doğrusu şeytan, bana bir yorgunluk ve eziyet verdi.» diye seslenmişti.” (Sâd, 41)

Çünkü şeytan, Eyüp -aleyhisselâm-’ın güzel hâline hased edip kendisine musallat olmak iştemişti. Fakat Eyüp -aleyhisselâm- her şeyin Allâh’tan olduğunun idrâki, tevekkülü ve teslîmiyeti içindeydi.

Eyüp -aleyhisselâm-’ı şükür, hamd ve rızâ hâlinden uzaklaştırma husûsunda bütün çabaları boşa giden şeytan, bu defa şehir halkına vesvese vermeye başladı:

“–Aman Rahîme ile görüşüp kendisine yardımcı olmayın! Yoksa Eyüp’ün hastalığı size de geçer! Derhal onu şehrinizden kovun!” dedi.

Şehir halkı da bu fesâda meylederek Rahîme’ye:

“–Eyüp’le beraber burayı terk edin! Yoksa sizi taşlayarak öldürürüz!” diye tehdîd ettiler.

Rahîme Hâtun, çâresiz kalarak Hazret-i Eyüp’ü sırtına aldı ve oradan ayrıldı. Şehir dışında bir yer edindi. Eyüp -aleyhisselâm-’ın altına kumlar yayıp başına taştan yastık koydu. Sonra da küçük bir kulübe yaptı ve hizmetine sadâkatle devâm etti.

Allâh’ın sabırlı peygamberi Hazret-i Eyyûb bu durumda bile, oradan gelip geçenlere “emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker”de bulunuyordu.

Zevcesi Rahîme Hâtun, geçimlerini temin için şehirdeki hanımlara iplik bükmekteydi. Bir ara efendisine:

“–Sen bir peygambersin! Allâh Teâlâ’dan sıhhat ve âfiyet istesen de bu dertleri Sen’den alsa!” deyince Eyüp -aleyhisselâm-:

“–Sıhhat ve âfiyetle geçen günlerimiz ne kadardı?” diye sordu.

Rahîme Hâtun:

“–Seksen yıl idi.” dedi.

Bunun üzerine Hazret-i Eyüp:

“–Ey Rahîme! Şiddet ve belâ zamânı sıhhat ve safâ süresi kadar olmadan Cenâb-ı Mevlâ’ya şikâyet etmekten hayâ ederim. Allâh Teâlâ, bizlere nîmetler verirken (râzı oluyoruz da), O’ndan gelen belâlara niçin sabretmeyelim?!” dedi.

Hazret-i Eyüp’ün bu tahammül ötesi sabrı, âyet-i kerîmede medhedildiği gibi, hadîs-i şerîfte de senâ buyrulmuştur:

“Hazret-i Eyüp, insanların en halîmi, en sabırlısı ve en çok gazabını(öfkesini) yeneni idi.” (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, III, )

O’nun Hakk’a karşı rızâsı tam ve kusursuzdu. Sanki şu şiir, O’nun yüksek sabır ve teslîmiyet hâlini yansıtmaktadır:

Hoştur bana Sen’den gelen,

Ya gonca gül, yâhut diken,

Ya hil’at ü yâhut kefen,

Nârın da hoş, nûrun da hoş!..

YOLUNA ÇIKAN İBLİSE DİKKAT ET!

Eyüp -aleyhisselâm-’a vesvese veremeyen şeytan, bu sefer hanımı Rahîme Hâtun’a musallat oldu. İkide bir onun önüne çıkıyor ve aklını çelmeye çalışıyordu. Rahîme Hâtun da, bunları Hazret-i Eyüp’e naklediyordu. Eyüp -aleyhisselâm- ise hanımına:

“−Ey hanım! O senin yoluna çıkan iblîs’tir. Dikkatli ol; seni vesvese ile benden ayırmak istiyor!..” diyerek îkâzda bulunuyordu.

Rahîme Hâtun, Yûsuf -aleyhisselâm-’ın torunlarından idi. Kendisinde ceddi Yûsuf’un güzelliğinden bir akis vardı. Civârında ondan daha güzeli yoktu. Bunun için şeytan, birgün onun karşısına yakışıklı bir kişi sûretinde çıktı:

“−Senden daha güzel birini görmedim.. Ben şu yakın köydenim. Servetimin de hadd ü hesâbı yoktur” dedi.

Rahîme Hâtun Rabbine sığınarak:

“−Ben hasta olan Eyüp Peygamber’in hanımıyım. O’na hizmet etmekteyim. Ve ben, o şerefli peygamberden başkasına aslâ meyletmem” dedi ve yürüyüp gitti.

Rahîme Hâtun, Hazret-i Eyüp’ün yanına döndüğünde, olup biteni anlattı. Hazret-i Eyüp bu sözlerden sıkıldı. Hiddetle:

“–Ey Rahîme! Ben sana ondan sakınmanı söylemiştim. Eğer sıhhate kavuşursam, sana yüz sopa vuracağım!” diye yemîn etti.

HZ. EYÜP’ÜN (A.S.) ŞİFA DUASI

Eyüp -aleyhisselâm-’ın hastalığı gün geçtikçe şiddetlendi. Bu durum O’nun peygamberlik vazîfesini yapmasına mânî olmaya başladı. O da yüce dergâha ellerini açtı ve:

“…Bana gerçekten hastalık isâbet etti. Sen merhametlilerin en merhametlisisin!” (el-Enbiyâ, 83) diyerek, ilâhî merhametin kendisi üzerine tecellî edip şifâ bulması için kalben Cenâb-ı Hakk’a yöneldi.

Eyüp -aleyhisselâm-’ın bu şekilde duâ etmesinin sebebi husûsunda tefsîrlerde değişik rivâyetler bulunmaktadır:

İmâm Câfer es-Sâdık buyurdu ki: “Musîbet müddeti uzayınca şeytan: «Ey Eyüp! Hastalıktan kurtulmak istersen, bana secde et!» dedi. Hazret-i Eyüp’ün kalbi gâyet mahzûn oldu ve: «Hastalıktan değil, düşmanın harîs olmasından rahatsızım.» deyip Rabbine: «Bana bu hastalık isâbet etti.» dedi.”

Diğer bir rivâyet: Kendisine îmân etmiş bulunan birkaç kişi: «Eğer bunda hayır olsaydı, bu belâya dûçâr olmazdı!» demişti. Nâdânların bu sözleri de, Hazret-i Eyüp’ü son derece rencide etmişti.

Diğer bir rivâyet: Rahîme Hâtun çâresizlik içinde kalarak yiyecek almak için elbisesini satmıştı. Eyüp -aleyhisselâm- bunu öğrenince büyük bir üzüntüyle Rabbine ilticâ etti.

Diğer bir rivâyet: Cebrâîl -aleyhisselâm-, Hazret-i Eyüp’e gelerek: «Hak Teâlâ’nın hazînesinde musîbet imtihânı çoktur. Onlara tâkat getiremezsin. Sen Allâh’tan âfiyet talebinde bulun!» demiş ve şifâyâb olması için Cenâb-ı Hakk’a duâ etmesini söylemişti.

Rivâyete göre, bir kimse Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mescidine girdi ve Eyüp -aleyhisselâm- ile alâkalı bazı suâller sordu. Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ağladılar ve şöyle buyurdular:

“Allâh Teâlâ’ya yemîn ederim ki, Eyüp belâdan inlemedi, sızlanmadı. Lâkin yedi sene, yedi ay, yedi gün, yedi gece o belâda kaldı. Ayakta namaz kılmak istedi; duramadı, düştü. Hak yolundaki hizmetinde kusur görünce: «Bana gerçekten hastalık isâbet etti» dedi.”[2]

Hazret-i Eyüp’ün ifâdeleri görünüşte sızlanma gibi ise de, gerçekte bir duâ idi. Çünkü sızlanma, insanlara yapılan şikâyete denir. Allâh Teâlâ’ya yöneliş, bir sızlanma değildir. Nitekim Yakup -aleyhisselâm- da, oğlu Yûsuf -aleyhisselâm-’ın ayrılık ıztırâbı ve hasreti ile büyük bir elem içindeydi ve âyet-i kerîmede buyrulduğu gibi:

“Dedi ki: Ben bütün kederimi ve hüznümü ancak Allâh’a arz ediyorum. Ve ben, sizin bilemeyeceğiniz şeyleri de Allâh tarafından (vahiy ile) biliyorum.” (Yûsuf, 86)

HZ. EYÜP’ÜN (A.S.) DUALARI

HASTALIKTAN KURTULUŞ

Rahîme Hâtun, yiyecek aramaya çıkmıştı. Bu arada Cebrâîl -aleyhisselâm- gelerek Cenâb-ı Hak’tan:

“–Ey Eyüp! Belâ verdim, sabrettin.. Şimdi de tekrar sıhhat ve nîmet vereceğim!” haberi ile şu emri getirdi:

“Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su!” (Sâd, 42)

Eyüp -aleyhisselâm-, ilâhî emir mûcibince ayağını yere vurdu. Hemen bir pınar fışkırdı. O da bu su ile yıkandı ve böylece mûcize olarak iç ve dış hastalıklarının hepsinden kurtuldu.

Bir başka rivâyete göre, Eyyûb -aleyhisselâm- ayağını yere vurduğunda biri sıcak, diğeri soğuk iki kaynak çıkmış, O da, sıcak olan suyla yıkanmış, soğuk olandan da içmiştir.

Âyet-i kerîmede “Ayağını yere vur!” diye emredilerek, mûcizede bile kulun gayret, emek ve teşebbüsünün bulunmasının taleb edilmesi dikkat çekicidir. Demek ki kulun, sebeplere sarılmakta kusur etmemesi, oturup sâdece duâ ile yetinmemesi gerekir. Ayrıca duânın îcâb ve şartlarını da yerine getirmek lâzımdır. Bu emir, Meryem kıssasındaki “Hurmanın dalını kendine doğrusilkele!..” (Meryem, 25) emrine benzer. Ayrıca:

“…O’na ancak güzel sözler yükselir. Onu da (Allâh’a) sâlih amel yükseltir!..” (Fâtır, 10) ifâdesini hatırlatır.

Nitekim Eyüp -aleyhisselâm-’ın büyük bir edeb ve tâzîm içinde Cenâb-ı Hakk’a yönelişi netîcesinde duâsı kabûl olmuş ve kendisine şifâ, rahmet ve lutuf kapıları açılmıştı. Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Bunun üzerine Biz, tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenler için bir hâtırâ olmak üzere O’nun duâsını kabûl ettik. Kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdik ve O’na âile efrâdını, ayrıca bunlarla birlikte bir mislini daha verdik.” (el-Enbiyâ, 84)

Hazret-i Cebrâîl, sıhhati iâde edilen Eyyûb -aleyhisselâm-’ın başına Allâh’ın emri ile bir tâc koydu. Güzel elbiseler giydirdi. Lutuf bulutu geldi ve üstüne altın parçacıkları serpildi.

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular ki:

“Eyüp, mûcizeli suda yıkandığı sırada, önüne bir sürü altın çekirge düşmüştü. Eyyûb, bunları hemen toplayıp elbisesine doldurmaya başladı. Bunun üzerine Allâh Teâlâ:

«–Ey Eyüp! Görüyorsun, Ben malını sana iâde etmek sûretiyle seni zengin kılmadım mı?» buyurdu. Hazret-i Eyyûb:

«–Evet yâ Rabbî! Beni o sûretle zengin kıldın. Fakat Sen’in hayır ve bereket hazînelerinden müstağnî kalamam. Bu sebeple ind-i ilâhîden her ne buyrulursa kabûlümdür. Çünkü veren Sen’sin, Sen’in verdiğin şeyi nasıl reddederim?!» dedi.” (Buhârî, Gusl, 20; Enbiyâ, 20; Nesâî, Gusl, 7)

Bu sırada Rahîme Hâtun şehirden döndü. Hazret-i Eyyûb’u tanıyamadı. O’nun kaybolduğunu zannederek sahrâya koştu. Feryâd edip ağladı. Eyyûb -aleyhisselâm- seslendi:

“–Ey hanım! Kimi arıyorsun?”

“–Bir hastam vardı, hayat arkadaşım idi. Bu kadar sıkıntı çekmiş iken, şimdi o hazîneyi yitirdim”

“–O nasıl bir kimse idi.”

“–O sabırlı Eyüp’tü. Sağlıklı iken sana benzerdi.”

“–Ey Rahîme! İşte o benim. Allâh Teâlâ, bana sıhhat verdi.”

Her ikisi de sevinçle ağlaşarak Cenâb-ı Hakk’a şükürde bulundular.

Eyüp -aleyhisselâm-, artık eski gençlik ve dinçliğine kavuşmuştu. Buna ilâveten Allâh Teâlâ, O’na evvelkinden daha fazla mal ve evlâd ihsân etti:

“Biz’den bir rahmet ve akl-ı selîm sâhipleri için de bir ibret olmak üzere, O’na hem âilesini, hem de onlarla beraber bir mislini bağışladık.” (Sâd, 43)

Nihâyet Eyüp -aleyhisselâm- ve âilesi, darmadağın bir hâlde iken tekrar bir araya toplandı. Eskisinden daha büyük lutuflara nâil kılındı.

Hazret-i Eyüp -aleyhisselâm-, hastalıktan âfiyete kavuşmuş olarak geçirdiği ilk gecenin sabahında derinden bir «ââh!» çekti. Sebebini sordular. Dedi ki:

“–Her gece seher vaktinde: «Ey bizim hastamız, nasılsın?» diye bir ses duyardım. Şimdi yine o vakit geldi, fakat: «Ey bizim sıhhatli kulumuz, nasılsın?» sesini duymadım. Bunun için ağlıyorum.”

 RAHİME HATUN’UN HİZMETİNİN MÜKAFATI

Rivâyete göre Eyüp -aleyhisselâm-, hanımının bir hatâsından dolayı sıhhate kavuştuğunda ona yüz değnek vurmaya yemîn etmişti. Ancak zevcesinin O’na karşı hizmet ve fedâkârlığı büyüktü. Bu sebeple Allâh Teâlâ, yüz tâne ekin sapından oluşan bir demetle bir kere vurulmasını kâfî görerek onlara merhamet buyurdu ve şöyle emretti:

“Eline bir demet sap al da onunla vur; yemînini böyle yerine getir. Gerçekten biz Eyyûb’u sabırlı (bir kul) bulmuştuk. O, ne iyi bir kuldu! Dâimâ Allâh’a yönelirdi.” (Sâd, 44)

Âyet-i kerîmedeki ruhsat, şer’î cezâ ve yeminlerde “Eyyûb ruhsatı” adıyla bâkî kalmıştır. Âyette bu demetin, ne demeti olduğu açıkça belirtilmediği için daha başka mânâlara da hamledilmiştir. Yâni bu emir, yalnız o ruhsatı göstermekle kalmamış, aynı zamanda eli altında bir cemâat kurulması gerektiğine de işâret etmiştir.

ALLAH’A TESLİMİYET İLE İLGİLİ AYETLER

Âyet-i kerîmelerde buyrulur:

“Erkek ve kadın bütün mü’minler, birbirlerinin dostları ve velîleridirler. Ma’rûfu emrederler, münkerden nehyederler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat ederler. İşte bunlara Allâh rahmetiyle muâmele edecektir. Şüphesiz Allâh Azîz’dir, Hakîm’dir.”  (et-Tevbe, 71)

“Allâh, mü’min erkek ve kadınlara, zemîninden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler ve Adn cennetlerinde hoş meskenler va’detti. Allâh’ın rızâsı ise hepsinden büyüktür. İşte asıl büyük kurtuluş da budur.” (et-Tevbe, 72)

Bütün bu sayılan nîmetler en ileri derecedeki îman ve hizmet ehline va’dolunmuştur. Allâh’ın rızâsından olan küçücük bir şey bile, sayılan bu cennet nîmetlerinin hepsinden daha büyüktür. Çünkü her hayrın, her mutluluğun, her şerefin ve her yüceliğin mesnedi odur.

Allâh Teâlâ kendi rızâsını arayarak infakta bulunan sâlih kullarını da şöyle medheder:

“Allâh’ın rızâsını aramak ve kalblerinde olan îmânı kökleştirip takviye etmek için karşılığının verileceğine kat’î bir şekilde inanarak mallarını hayra sarf edenlerin hâli, tepenin üzerinde bulunan güzel bir bahçenin hâline benzer ki ona bolca yağmur isâbet etmiş de ürünlerini iki kat vermiştir. Böyle bir bahçeye yağmur yağmasa bile az bir çisinti dahî kâfî gelir. Allâh yapmakta olduklarınızı hakkıyla görendir.” (el-Bakara, )

“O mü’minler ki, Rablerinin rızâsını arzu ederek sabrederler, namazı hakkıyla kılarlar, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden gizlice ve açıkça (Allâh yolunda ) sarf ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlara dünyâ yurdunun güzel âkıbeti vardır.” (er-Ra’d, 22)

Hak yolunda insanın varabileceği en yüce makam, Allâh Teâlâ’nın kulundan râzı olmasıdır ki, bu da kulun Allâh’tan râzılığı ve O’na teslîmiyetinin bir mükâfâtıdır.

Ömer bin Abdülazîz, kendisine:

“−Neyi seversin?” diye soranlara:

“−Benim sevincim, yalnız mukadderâttadır. Ben Allâh Teâlâ’nın hükmünü severim” derdi.

Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

(Kıyâmet günü) Allâh Teâlâ şöyle buyurur: Bu, sâdıklara sadâkatlerinin fayda verdiği gündür. Onlar için zemininden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır. Allâh onlardan râzı olmuş, onlar da Allâh’tan râzı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş budur.” (el-Mâide, )

Rivâyete göre Allâh Teâlâ cennet ehline:

“–Râzı oldunuz mu? Hoşnut musunuz?” buyuracak, onlar da:

“–Ey Rabbimiz, nasıl hoşnut olmayız ki! Bize başka kullarından hiç birine vermediğin nîmeti verdin.” diyecekler. Bunun üzerine Allâh Teâlâ buyuracak ki:

“–Size bundan da büyüğünü vereceğim.”

“–Bundan daha üstün ne olabilir ya Rabbî?” diyecekler. İşte o zaman Allâh Teâlâ:

“–Sizden râzı olacağım ve artık size ebediyyen gazap etmeyeceğim.” buyuracak. (Buhârî, Rikâk, 51; Müslim, Cennet, 9)

ALLAH’IN RIZASINA NAİL OLABİLMEK

İlâhî ünsiyetin yolu muhabbettir. Sevilenleri takliddir. Sevenler, sevdiklerinden geleni hoş karşılamak mecbûriyetindedirler. Sevenler, sevdiklerini dillerinden ve gönüllerinden düşürmezler. Îman hayâtının zevk u safâsını yaşamak isteyen gönüller de, Allâh’ın zikrini kalblerinde devâm ettirirler. Ayaktayken, otururken, yatarken her hâlükârda zikredip semâvât ve arzın yaratılmasındaki ince ve nâzenîn hikmetlere dalarlar da:

“…Yâ Rabbî! Bunları boşuna ve abes yaratmadın! Sen’i tesbîh ederiz! Bizleri cehennem azâbından koru!” (Âl-i İmrân, ) derler.

Allâh Teâlâ da, kendisinden bu şekilde râzı olan her kuluna:

“Sen O’ndan râzı, O da senden râzı olarak Rabbine dön! (Seçkin ve sâlih) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!” (el-Fecr, ) buyurur.

Onları ebedî nîmetleriyle taltîf eder ve cemâliyle müşerref kılar.

Dipnotlar:

[1] Kur’ân-ı Kerîm’de hastalığın ismi belirtilmemiştir. Çünkü burada esas anlatılmak istenen hastalık değil, Eyyüb -aleyhisselâm-’ın sabrı ve her hâlükârda Allâh’tan râzı olmasıdır.

[2] Bkz. Kurtubî, Tefsîr, XI, ,

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi-3, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

Kur’an’da Geçen Peygamberlerin Hayatı

Kur’an’da Adı Geçen Peygamberler ve Mucizeleri

PAYLAŞ:                
kaynağı değiştir]

Tanrı Eyüp'le konuşmaya başlamadan önce Elihu isimli dördüncü bir arkadaş Eyüp'ün acılarına anlam verme amacıyla ortaya çıkar. Bu bölümde Elihu diğerlerinden farklı olarak tanrının sebep olduğu acıların bir eğitim olduğunu ileri sürer.

Eyüp [değiştir kaynağı değiştir]

Ana madde: Eyüp kitabı

Tanah'ta Eyüp adına taşıyan bir kitap bulunmaktadır.[4] Bu kitap Rut ve Yunus gibi diğer kitaplara kıyasen yazarının adını değil, ana karakterinin ismini taşır. Biyografik olarak tespit edilmesi zor olan Eyüp karakteri, kitapta sohbet ettiği arkadaşları gibi bir paradigma olarak okuyucu karşısına çıkmaktadır.

Giriş Bölümü Eyüp [değiştir

Hz. Eyyub&#;ın hayatı hakkında bilgi verir misiniz?

Değerli kardeşimiz,

HZ. EYYÛB (A.S.)

A. Soyu, Zamanı Ve Ülkesi

Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Eyyûb (a.s.)'dan dört yerde bahsedilmiş ve hakkında çok az bilgi verilmiştir. Onun hakkındaki bu bilgiler, peygamber olarak görevlendirilmesi, üstün ahlâkı, ağır bir hastalığa yakalanması ve Cenab-ı Hakk'ın lütfuyla bu hastalıktan kurtulmasıyla sınırlıdır. Konunun akışı içinde aktaracağımız bu âyetlerde, onun soyu, ne zaman ve hangi ülkede yaşadığı veya görevi sırasında nelerle karşılaştığı hususlarında bilgi bulunmamaktadır. Buna karşılık, kısas-ı enbiyâ, tarih ve tefsir kaynaklarında, Hz. Eyyûb (a.s.)'ın soyu ve yaşadığı zaman hakkında farklı rivayetler aktarılmıştır. İbn İshak'ın aktardığı bir rivayete göre, Hz. Eyyûb (a.s.), Hz. Yakub (a.s.)'ın Rumların atası olan oğlu Ays evlâdındandır ve soy kütüğü şöyledir: Eyyûb b. Âmûs b. Râzic (veya Ruil) b. Ays. Annesi ise Hz. Lût (a.s.) soyundandır. Hanımı da, Efrâhim b. Yusuf'un kızıdır.

Diğer bir rivayete göre, Hz. Eyyûb (a.s.)'m babası, Hz. İbrahim (a.s.)'ın Nemrut tarafından ateşe atılması esnasında iman edip onunla birlikte hicret edenlerden biri, annesi Hz. Lût (a.s.)'ın; hanımı ise Hz. Yakub (a.s.)'ın kızıdır. Taberî ve İbnü'l-Esir, birinci rivayeti tercih etmekle birlikte, Hz. Eyyûb (a.s.)'ın hal tercümesini, Hz. Yusuf (a.s.)'dan önce vermişlerdir. Hz. Eyyûb (a.s.)'ın, Hz. Yakub (a.s.) zamanı nebilerinden olduğunu bildiren ikinci rivayeti buna gerekçe göstermişlerdir. Onun Hz. Dâvud (a.s.) ve Hz. Süleyman (a.s.) zamanında yaşayan Arap asıllı bir nebî olduğunu ileri sürenler de çıkmıştır. Mevdûdî, Ahd-i Atik'teki Eyyûb kitabından daha güvenilir olarak nitelediği İşâyâ ve Hezeikel kitaplarına istinaden Hz. Eyyûb (a.s.)'ın M.Ö. IX. yüzyıl veya daha önce yaşadığı görüşünü benimsemiştir.

B. Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Eyyûb (as) Hakkında Verilen Bilgiler

Az önce geçtiği gibi, Kur'ân dört yerde Hz. Eyyûb (a.s.)'dan bahsetmiştir. Bunlardan birincisi olan Nisa sûresinin âyetinde Allah Teâlâ, Rasülullah (s.a.v.)'e hitaben ona gönderdiği gibi, diğer bütün peygamberlere de vahiy gönderdiğini bildirerek Onlardan bâzılarının isimlerini vermektedir. Hz. Eyyûb (a.s.) da bunların arasındadır:

"(Ey peygamber) Biz, Nuh'a ve ondan sonraki bütün peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Tıpkı İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyüb'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettiğimiz ve Davud'a Zebur'u verdiğimiz gibi."

En'am sûresinin âyetinde ise, yine bâzı peygamberlerin isimleri sayılmakta, onların hidâyete ulaştırıldıkları ve yaptıkları iyi işler karşılığında ödüllendirildikieri bildirilmektedir.

"Bundan başka ona (İbrahim'e) İshak ve Yakub'u ihsan ettik ve her birini hidâyete erdirdik. Nuh'u da daha önce hidâyete erdirmiştik. Onun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyûb'u, Yusuf u, Musa'yı, Harun'u da. İşte iyi işler yapanları böyle mükafatlandırırız. "

Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Eyyûb (a.s.)'m isminin üçüncü defa zikredildiği Enbiya sûresinde Cenab-ı Hak, bâzı peygamberlerine verdiği imkânlar ve onlara yaptığı yardımlardan bahsederken, Hz. Eyyûb (a.s.)'in yakalanmış olduğu hastalıktan kurtulmak için yaptığı duaya da işaret etmiş ve onun bu duasını kabul ettiğini, ona şifa ile birlikte yeniden evlât ve bol miktarda mal verdiğini açıklamıştır. Ayrıca onun bu durumunu, musibetlere mâruz kalan mü'minlerin, bu belâların giderilmesini Allah'tan istemeleri ve ihlâsla O'na sığınmaları hususunda örnek göstermiştir:

"Eyyûb'u da hatırla! O, bir zaman rabbine, 'Doğrusu ben bir hastalığa yakalandım. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin, bana merhamet et!' diye duâ etmişti. Bunun üzerine duasını kabul ettik ve onu yakalandığı dertten kurtardık. Ayrıca katımızdan bir rahmet ve bize kulluk edenlere bir ders olmak üzere, ona aile fertlerini ve onlarla birlikte bir o kadarını daha verdik."

Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Eyyûb (a.s.)'dan son kez bahsedilen Sâd süresindeki âyetlerde () de onun hastalığı ve Allah'ın lütfuyla şifa bulması hakkında bilgi verilmiştir. Burada, önceki bilgilere ilâve olarak, onun yakalandığı dertten nasıl kurtulduğuna, malına mülküne yeniden kavuştuğuna, engin sabrına ve hammıyla ilgili bir duruma işaret edilmiş; ayrıca onun Allah'a yönelen çok güzel bir kul olduğu belirtilmiştir:

"Ey Muhammedi Kulumuz Eyyûb'u hatırla! Hani bir zaman O, Rabbine, 'Gerçekten şeytan bana meşakkat ve ıztırap dokundurdu!' diye nida etmişti, ona, 'Ayağını yere vur! İşte sana, yıkanılacak ve içilecek soğuk bir su!' dedik. Nezdimizden bir rahmet ve akıl sahiplerine bir öğüt olmak üzere biz, ona aile fertlerini ve önceki mal-mülkünü bahşettik, bir o kadar da artırdık. Biz, Eyyûb'a, 'Eline bir demet sap alıp onunla hanımına vur, yeminini bozma!' demiştik. Gerçekten biz, onu sabırlı bulmuştuk. O, ne güzel kuldu! Daima Allah'a yönelirdi."

Kur'ân-ı Kerim'in Hz. Eyyûb (a.s.) hakkında verdiği bilgiler, bunlardan ibarettir. Görüldüğü gibi, orada onun peygamber olduğunun bildirilmesi ve güzel ahlakı yanında sâdece hastalığı ve Cenab-ı Hakk'ın lütfuyla bu hastalıktan kurtuluşundan söz edilmiştir. Bu hastalığından bahsedilirken de, duyduğu rahatsızlık, bu rahatsızlığı yüzünden yaşadığı acıyı şeytana nispet etmesi, Yüce Allah'ın emrine uyarak hastalıktan şifa bulma şekli, yeniden mal mülk ve evlâda kavuşması, hastalığı sırasındaki bir yemini ve bu yeminini yerine getirmesiyle ilgili tavsiyeye yer verilmiştir. Dolayısıyla Kur'ân-ı Kerim'de, onun hastalığının sebebi, ne tür bir hastalık olduğu ve safhaları hakkında bilgi yoktur. Tevrat ve diğer kaynaklarda anlatılanları bir tarafa bırakıp, sâdece âyetlerdeki bilgileri esas aldığımız takdirde, onun bu hastalığının, diğer peygamberlerin tâbi tutulduğu imtihanlar cinsinden, derecesinin yükseltilmesine vesile kılman bir imtihan olduğu anlaşılmaktadır. Hz. Eyyûb (a.s.), büyük bir sabır göstererek bu imtihanı başarıyla tamamlamıştır. Şimdi onun hastalığıyla ilgili olarak sâdece Kur'ân'da işaret edilen hususları ve bu konularda yapılan açıklamaları vermek istiyoruz:

C. Üstün Sabır Sahibi Güzel Bir Kul

Allah Teâlâ, mealini aktardığımız son âyette, hastalığı sırasında gösterdiği fevkalâde sabrı ve tevekkülü dolayısıyla Hz. Eyyûb (a.s.) hakkında şöyle buyurmuştur:

"Gerçekten biz, onu sabırlı bulmuştuk. O, ne güzel kuldu! Daima Allah'a yönelirdi."

Kavmine peygamber olarak görevlendirilen Hz. Eyyûb (a.s.), tefsirlerde ve diğer kaynaklarda anlatıldığına göre büyük bir zengindi. Geniş topraklar, bağlar, bahçeler ve kalabalık sürüler sahibiydi. Son derece sağlıklı bir bünyeye sahip olup çok sayıda çocuğu vardı. Ömrünün bolluk ve sağlık içinde geçirdiği yıllarında, varlıklı ve sağlıklı bir kulun yapabileceği en güzel kulluk şeklini göstermişti. Son derece muttaki, Allah'ın verdiği nimetlere şükreden ve muhtaçlara yardımcı olan bir kul olmuştu. Dünya malı hiçbir şekilde onu tuzağına düşürememişti. Bunlarla alâkalı olmalı ki, Yüce Allah, onu kendisine bol bol verdiği bu nimetlerle, çocuklarının çokluğu ve bedeninin sıhhatiyle imtihan etmek istedi. Onu malını mülkünü ve ardından yakınlarını elinden almakla imtihan etti. Bütün mal varlığını ve çocuklarını kaybeden Hz. Eyyûb (a.s.), aynı zamanda ağır bir hastalığa yakalandı. Bu durumda ise o, hasta ve muhtaç sâlih kullar için örnek bir hayat yaşadı. Başına gelen bu sıkıntılara karşı sabır zırhına bürünerek Allah'a hamdine ve yoğun ibâdetine devam etti. Asla kırgınlık göstermedi, büyük bir tevekkülle Allah'tan gelen her şeye razı olduğunu gösterebilmek için elinden geleni yaptı. Bolluk zamanında olduğu gibi, darlık hallerinde nasıl olunması gerektiği hususunda sâlih kullar için güzel bir örnek oldu. Hatta neticede, Allah Teâlâ tarafından "sabırlı, güzel bir kul olarak tanıtılma" yanında, sabırlı kişiler hakkında en önemli örnek hâline geldi. Rivayete göre sâliha bir hatun olan hanımı da, bollukta ve darlıkta ondan farksızdı. Nimetlere şükretmesini bilen bu bahtiyar kadın, sıkıntı ve ağır hastalık günlerinde, kocasını terk etmedi, onu yalnız bırakmamak için elinden geleni yaptı ve her türlü hizmetini yürütmeye çalıştı.

D. Şeytanın Vesvesesi

Müfessirler, son âyette, Hz. Eyyûb (a.s.)'ın hastalığı sırasında duyduğu meşakkat ve acıyı, şeytana nispet etmesinin yanlış anlaşılabileceğini düşünerek, bu işin hakikatini şöyle açıklamışlardır; Hz. Eyyûb (a.s.), "Gerçekten şeytan bana meşakkat ve ıztırap dokundurdu!" derken, şeytanın insanlar üzerinde hastalık ve sıkıntı meydana getirdiğini veya onun böyle bir güce sahip olduğunu kastetmemiştir. Zâten şeytanın böyle bir gücü de yoktur. Çünkü böyle bir güce sahip olması durumunda insanların onun kötülüklerinden kurtulmaları mümkün olamazdı. Şeytanın insanlar üzerindeki yetkisi, vesvese vermek suretiyle onları etkilemesinden ibarettir. Hz. Eyyûb (a.s.)'ın kastettiği de işte bu vesvesedir. Şeytanın Hz. Eyyûb (a.s.)'a verdiği vesvesenin keyfiyeti hakkında ise farklı açıklamalar yapılmıştır. Bu hususta söylenenler özetle şöyledir:

Hz. Eyyûb (a.s.)'ın hastalığı şiddetlenince, ona gelen şeytan, önceden sahip olduğu nimetleri ve o andaki hastalığını hatırlatarak, onu rahatsız etmeye çalışırdı. Veya vesvese suretiyle gelir, sıhhat bulamayacağından bahsederek onun zihnini karıştırırdı. Yahut eşine, "Kocan bana itaat ederse, hastalığını gideririm." der, bunun üzerine eşi, şeytanın sözlerini aktararak Eyyûb' u rahatsız ederdi. Bu yollardan hangisiyle olursa olsun, onun vesvesesi kendisini rahatsız ettiğinden, Hz. Eyyûb (a.s.), onun şerrinden kurtulmak için Allah'a duâ etmiştir. Bu hususta Mevdûdî, şöyle demektedir:

"Hz. Eyyûb (a.s.), 'Gerçekten şeytan bana meşakkat ve ıztırap dokundurdu!' ifadesiyle, şeytanın bir musibet ve hastalık verme gibi bir güce sahip olduğunu söylemek istememiştir. Zîrâ Hz. Eyyûb (a.s.), şiddetli bir hastalığa yakalanması, tüm servetini ve evlâdını kaybetmesi ve tüm yakınlarının kendisinden yüz çevirmesinden ziyâde, şeytanın vesvese yoluyla kendisine eziyet etmesinden yakınıyordu. O, 'Şeytan bana vesvese vererek me' yus olmamı istiyor, beni nankör olmaya sevk ediyor ve sabrı terk etmem için elinden geleni yapıyor.' demek istiyordu."

E. Şifa Bulması

Kur'ân-ı Kerim'de açıklanan diğer bir husus, Hz. Eyyûb (a.s.)'ın şifa bulmak için yaptığı duânın Allah Teâlâ tarafından kabul edilmesi ve hastalıktan kurtulması için ne yapması gerektiğinin bildirilmesidir. Cenab-ı Hak, ona "Ayağını yere vur! îşte sana, yıkanılacak ve içilecek soğuk bir su!" buyurarak hastalığından nasıl kurtulacağını açıklamış, bunun üzerine ayağını yere vurduğunda, oradan soğuk bir su fışkırmış ve Hz. Eyyûb (a.s.), o sudan içip ardından banyo yapınca şifa bulmuştur.

Hz. Eyyûb (a.s.)'ın hastalığı, Enes b. Mâlik'ten nakledilen bir hadise göre on sekiz yıl devam etmiştir. Bu hastalığın yedi veya üç yıl sürdüğünü bildiren rivayetler de vardır. Bir hadiste de Hz. Eyyûb (a.s.)'ın bu hastalığa bir çarşamba günü yakalandığı ve bir salı günü kurtulduğu belirtilmiştir.

F. Kendisine Yeniden Çocuk ve Mal Verilmesi

Kur'ân-ı Kerim, Allah Teâlâ'nın, duasını kabul ederek sağlığına tekrar kavuşturduğu Hz. Eyyûb (a.s.)'a, önceden olduğu gibi, çok sayıda çocuk ve büyük bir servet bahşettiğini, hatta önceki servetini ikiye katladığını da haber vermiştir:

"Nezdimizden bir rahmet ve akıl sahiplerine bir öğüt olmak üzere biz, ona aile fertlerini ve önceki mal-mülkünü bahşettik, bir o kadar da artırdık."

"Bunun üzerine duasını kabul ettik ve onu yakalandığı dertten kurtardık. Aynca katımızdan bir rahmet ve bize kulluk, edenlere bir ders olmak üzere, ona aile fertlerine ve onlarla birlikte bir o kadarına daha yerdik."

Rasülullah (s.a.v.) ona bahşedilen nimetlerle ilgili olarak şöyle buyurmuştur;

"Eyyûb peygamber bir gün çıplak olarak yıkanırken, üzerine altın çekirgeler düşmeye başladı. Eyyûb, onları toplayıp elbisesinin içine doldurmaya başlayınca, Cenab-ı Mevlâ, 'Ya Eyyûb! Ben seni bu gördüklerine dönüp bakmayacak kadar zengin kılmadım mı?' diye seslendi. Eyyûb ise, 'Evet, izzetine yemin ederim ki, beni çok zengin kıldın; fakat ben senin lutfettiğin bereketten müstağni olamam.' dedi!.."

Rivayete göre Hz. Eyyûb (a.s.) hastalanmadan önce yetmiş, sıhhatine kavuştuktan sonra da yetmiş yıl yaşamıştır. Ancak onun bütün ömrünün 93 yıl olduğu da söylenir.

G. Yüz Değnek Meselesi

Âyetteki "Biz, Eyyûb'a, 'Eline bir demet sap alıp onunla hanımına vur, yeminini bozma!' demiştik." ibaresiyle işaret edilen hususa gelince, Fahreddin Râzî ve Beyzâvî'nin naklettiklerine göre, hastalığı günlerinde, eşi bir ihtiyaç için gittiğinde geç gelmiş, bu duruma öfkelenen Hz. Eyyûb (a.s.), "Hastalığımdan kurtulursam sana yüz değnek vurayım!" diye yemin etmişti. Cenab-ı Hak, onun yeminini yerine getirmesi için bir kolaylık gösterdi. Çöplerden bir demet yaparak bir defa vurmasıyla yemininin yerine geleceğini bildirdi.

Başka bir rivayete göre ise, hastalığı arttığında hanımı, "Sen duası makbul bir adamsın, dua et de Allah şifanı versin!" deyince, "Biz yetmiş yıl nimetler içinde yüzdük, yetmiş yıl da belâ ve sıkıntıya sabredelim! Allah bana şifa verirse sana yüz sopa vuracağım." diye yemin etmiştir. Elmalılı, bu konu hakkında şöyle demiştir:

"Deniliyor ki, Hz. Eyyûb (a.s.}, bir hâdise dolayısıyla eşine yüz değnek vurmaya yemin etmişti. Böylece bir demet yaparak vurmakla yeminin yerine geleceği kendisine ruhsat olarak gösterilmiş, şer'i ceza ve yeminlerde bu "Eyyûb ruhsatı" adıyla bakî kalmıştır. Âyette ne demeti olduğu açıkça belirtilmediği için, daha geniş mânâlara ihtimali vardır. Bizim kanaatimizce bu emir, yalnız o ruhsatı göstermekle kalmıyor, eli altında bir cemâat kurulması gerektiğini de anlatmış bulunuyor."

Derveze, Hz. Eyyûb (a.s.)'a verilen bu ruhsatı, Allah'ın kullan için, tehlike, zarar ve günâha düşürecek problemlerden kurtulmaları hususunda meşru vesilelere tevessül edilmesine izin verdiğine delil olarak değerlendirmekte ve bunun Kur'ân'ın tekrarlarla prensip haline getirdiği bir kaide olduğunu söyleyerek çeşitli örnekler vermektedir. Hz. Eyyûb (a.s.)'a tanınan ve Allah'ın onun vefakar eşine büyük bir lütfü kabul edilen bu uygulama, fukâha arasında çeşitli görüşlere mesned olmuştur.

H. Kitab-ı Mukaddes'te Hz. Eyyûb (A.S.)

Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Eyyûb (a.s.) hakkında verilen bilgiler yukarıda aktardıklarımızdan ibarettir. Bu bilgilerin dışında onun milleti, mensup olduğu aile, yaşadığı dönem, hayatı ve bilhassa meşhur hastalığı ile ilgili olarak diğer kitaplarda pek çok şey söylenmiştir. Bu bilgilerin ekserisinin kaynağı Tevrat veya Ehl-i Kitab'ın elinde bulunan diğer bâzı kitaplardır. Onun yakalandığı şiddetli hastalık ve hastalığı esnasındaki durumu hakkında söylenenlerin ekseriyetinin uydurma olduğu açıktır. Onun hakkındaki bu bilgileri özet olarak vermek ve bilhassa uydurma olduğu bilinen rivayetlere işaret etmek istiyoruz.

Ahd-i Atik, Hz. Eyyûb (a.s.)'ın başından geçenleri tafsilatıyla anlatmaktadır. Burada onun Edom diyarının bir bölgesi olan ve Ölüdeniz'in güneydoğusunda yer aldığı söylenen veya Celîle gölünün kuzeydoğusundaki Haranla aynı yer olduğu ileri sürülen Uts bölgesinde yaşadığı bildirilmektedir. Kendi adını taşıyan kitapta anlatıldığına göre, o, yedi oğul ve üç kız babasıdır; binlerce koyunu ve devesi, pek çok kölesi vardır. Şark'taki insanların en büyüğüdür. Bütün bunlarla birlikte son derece kâmil bir insandır, Allah'tan hakkıyla korkar ve bütün kötülüklerden kaçınır. Bir defasında Rab, onun bu durumunu şeytana hatırlatınca, onu kıskanan şeytan, onun Allah'tan korkusunun, malının elinden alınma endişesinden kaynaklandığını söyler. Bunun üzerine Allah, Hz. Eyyûb'u denemek için şeytana onun malını mülkünü tahrip imkânı verir. Şeytan, onun çocuklarını öldürür ve bütün mallarını tahrip eder. Ancak Eyyûb, şeytanı yanıltmıştır. Bütün bu sıkıntıları büyük bir tevekkül ile karşılar, Allah'ın hükmüne teslim olarak, hamd ve şükrünü devam ettirir.

Hz. Eyyûb (a.s.)'ın peşini bırakmayan şeytan, bu defa Allah'tan onun ağır bir hastalıkla denenmesi için izin alır. Neticede onun bütün vücudu çıbanlarla kaplanır. Çıbanları kazımak için bir çömlek parçası alır ve küller içinde oturur. Onun bu durumuna üzülen karısı, "Allah'a lanet et de öl!" der. Eyyub, bütün bunlara rağmen, hastalığının ilk günlerinde büyük bir sabır örneği sergiler ve önceden olduğu gibi şükrüne devam eder. Ancak hastalık uzayınca yakınmaya başlar ve bu yakınmalar giderek isyana ve doğduğu güne lanet yağdırmaya dönüşür. Bunun büyük bir haksızlık olduğunu söyler. Allah'ın bu isyanı sebebiyle kendisini kınamasına kadar isyan ve şikayetlerini devam ettirir. İşte o zaman pişman olup isyanına tövbe eder. Onu bağışlayan Allah, hastalıktan kurtarır, önceki çocukları sayısınca çocuk ve önceki servetinin iki katı da mal verir. Hz. Eyyûb (a.s.) bu musibetten sonra yıl daha yaşar.

Görüldüğü gibi, Kur'ân'da tanıtılan Eyyûb ile Kitab-ı Mukaddes'te tanıtılan Eyyûb arasında önemli bir fark vardır. Kur'ân geçtiği gibi, onu, Allah'a kulluk hususunda mükemmel bir örnek, sabır ve metanet âbidesi bir şahsiyet olarak takdim eder. Ancak Kitab-ı Mukaddes'in Eyyûb kitabında tanıtılan Eyyûb, sabırdan ziyâde sabırsızlığı ve sonuçta isyanıyla dikkat çeker. Gerçi bu kitabın ilk bölümündeki Eyyûb, Kur'ân'm tanıttığı Eyyûb'a benzer. O, Allah'tan korkan mükemmel bir insandır. Ancak daha sonraki bölümlerde, açık bir isyankârdır. Kitabın bu iki bölümündeki çelişki, bu kitabın tahrif edildiğinin, dolayısıyla oradaki bilgilerin önemli bir kısmının Allah sözü olmayıp insanlar tarafından uydurulup ona isnâd edildiğinin açık bir delilidir.

Diğer taraftan, Hz. Eyyûb (a.s.)'ın hastalığı, Tevrat'taki rivayetlerde insanların kendisinden nefretini gerektiren bir hastalık şeklinde anlatılmıştır, Kısas-ı enbiyâ, tarih ve tefsir kitaplarında geçen bu yöndeki malûmat da, tamamen İsrâilî kaynaklardan alınmış bulunmaktadır. Onun hastalığı hakkında Kur'ân-ı Kerim ve güvenilir hadis kaynaklarında bulunmayan bu tür rivayetlerin önemli kısmının sonradan uydurulduğu açıktır. Çünkü peygamberler, kendilerinden nefrete ve uzaklaşmaya yol açacak, insanları tiksindiren her türlü hastalık ve noksanlıklardan korunmuşlardır. Bu korunmuşluk, yürüttükleri önemli görevin zarurî bir şartıdır. Daveti yürütecek kişilerin halk ile birlikte olmasını ve onları doğru yola çağırmasını engelleyen, insanları onlardan uzaklaştıran bu durumlar, peygamberlik hikmetine aykırı görülmüştür. Bu konuyu giriş bölümünde ele aldığımız için burada hatırlatmakla yetiniyoruz.

I. Evladı

Bâzı tarihçiler, çok sayıda çocuk sahibi olduğu bildirilen Hz. Eyyüb (a.s.)'ın haklarında bilgi olan iki oğlundan bahsederler. Bunlardan biri, Havmel, diğeri ise, kendisinden sonra peygamber olarak görevlendirildiği belirtilen ve "Zülkifl" olarak isimlendirilen Bişr'dir. Hayatını Anadolu veya Şam'da geçiren Bişr (a.s.), 75 veya 95 yaşında ölmüştür.

(bk. Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları)

Selam ve dua ile
Sorularla İslamiyet

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir