abdülbaki gölpınarlı meali / Belagat ilmini yeterince bilmemekten kaynaklanan meal hataları

Abdülbaki Gölpınarlı Meali

abdülbaki gölpınarlı meali

Tekâsür suresi (At-Takathur) 3 ayet , Ayet kelimesinin türkçe karşılığı.

  1. Ayet
  2. mp3
  3. Sayfada
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Resmi Kur'an-ı Kerim Sayfasıdır , Abdulbaki Gölpınarlı meali, Kuran Araştırmaları Vakfı & ayet nasıl okunur : Tekâsür suresi - At-Takathur aya 3 (The Piling Up - Competition - Greed for More and More).

﴿كَلَّا سَوْفَ تَعْلَمُونَ﴾
[ التكاثر: 3]

ayet nasıl okunur

kellâ sevfe ta`lemûn.


Diyanet Kur'an-ı Kerim

Hayır; öyle olmayın; yakında bileceksiniz.

Tekâsür suresi Diyanet

Mokhtasar tefsiri

Bununla böbürlenmek sizleri Allah’a itaat etmekten alıkoymamalıydı. İleride bu meşguliyetin sonunu öğreneceksiniz.


Ali Fikri Yavuz

Hayır, (bu hareketiniz uygun değildir). İleride (ölürken size ne yapılacağını) bileceksiniz


İngilizce - Sahih International


No! You are going to know.

Tekâsür suresi oku

Abdulbaki Gölpınarlı meali


İş öyle değil, yakında bilirsiniz.


Azerice Bunyadov Memmedeliyev


Xeyr! (Belə yaramaz!). Siz (öləndən sonra bu yaramaz əməllərinizin aqibətini) mütləq biləcəksiniz!


Kuran Araştırmaları Vakfı


Hayır! Yakında bileceksiniz!

كلا سوف تعلمون

سورة: التكاثر - آية: ( 3 ) - جزء: ( 30 )  -  صفحة: ( )





Türkçe Kur'an-ı Kerim ayetler

  1. O, göklerin ve yerin Allah'ı, içinizi dışınızı bilir, kazandıklarınızı da bilir.
  2. Kim yararlı iş işlerse kendi lehinedir; kim de kötülük işlerse kendi aleyhinedir. Rabbin, kullara karşı
  3. Cehennem alevlendirildiği zaman;
  4. Şayet boşanmaya kararlı iseler, bilsinler ki Allah şüphesiz işitir ve bilir.
  5. Bizi anmaktan yüz çevirenlere ve dünya hayatından başka bir şey istemeyenlere aldırma.
  6. Yaptıkları kendilerine bir fayda sağlamadı.
  7. İbrahim'in yanına girdiklerinde selam vermişlerdi. O: "Doğrusu biz sizden korkuyoruz" demişti de: "Korkma, biz sana,
  8. Rabbin seni ne bıraktı ve ne de sana darıldı.
  9. De ki: "Ben Rabbim'den bir belgeye dayanmaktayım, halbuki siz onu yalanladınız; acele istediğiniz de elimde
  10. Seni yalancı sayıyorlarsa bil ki, onlardan önce Nuh milleti, Ad, Semud, İbrahim milleti, Lut milleti

türkçe Kuran sureleri :

En ünlü Kur'an okuyucularının sesiyle surah Tekâsür indirin:

Tekâsür Suresi mp3 : Tekâsür suresini dinlemek ve indirmek için okuyucuyu seçin Yüksek kalitede tamamlayın
Tekâsür Suresi Ahmed El Agamy
Ahmed Al AjmyTekâsür Suresi Bandar Balila
Bandar BalilaTekâsür Suresi Khalid Al Jalil
Khalid Al JalilTekâsür Suresi Saad Al Ghamdi
Saad Al GhamdiTekâsür Suresi Saud Al Shuraim
Saud Al ShuraimTekâsür Suresi Abdul Basit Abdul Samad
Abdul Basit Tekâsür Suresi Abdul Rashid Sufi
Abdul Rashid SufiTekâsür Suresi Abdullah Basfar
Abdullah BasfarTekâsür Suresi Abdullah Awwad Al Juhani
Abdullah Al JuhaniTekâsür Suresi Fares Abbad
Fares AbbadTekâsür Suresi Maher Al Muaiqly
Maher Al MuaiqlyTekâsür Suresi Muhammad Siddiq Al Minshawi
Al MinshawiTekâsür Suresi Al Hosary
Al HosaryTekâsür Suresi Al-afasi
Mishari Al-afasiTekâsür Suresi Yasser Al Dosari
Yasser Al Dosari


Sunday, June 18,
Bizim için dua et, teşekkürler

desteğin için teşekkürler

Kuran Suresi sitesi, sevgili kitabı ve arındırılmış Sünnet'i hizmet etmek, Kuran ve Sünnet müfredatında şeriat bilimlerini kolaylaştırmak, bilginin öğrencilerine önem vermek ve şeriat bilimlerini kolaylaştırmak amacıyla mütevazı bir girişim olarak kurulmuştur ve bize desteğinizden memnunuz ve Yüce Allah'tan bizi şerefli bir şekilde kabul etmesini ve amellerimizi kabul etmesini diliyoruz. .

1 KUR AN I KERİM MEALİ Abdulbaki Gölpınarlı

2 SURELER 1. FATİHA SURESİ BAKARA SURESİ ÂL-İ İMRAN SURESİ NİSÂ&#; SURESİ MÂİDE SURESİ EN&#;ÂM SURESİ Â&#;RAF SURESİ ENFÂL SURESİ TEVBE SURESİ YÛNUS SURESİ HÛD SURESİ YÛSUF SURESİ RAD SURESİ İBRAHİM SURESİ HİCR SURESİ NAHL SURESİ İSRÂ SURESİ KEHF SURESİ MERYEM SURESİ TÂHÂ SURESİ ENBİYÂ&#; SURESİ HAC SURESİ MU&#;MİNÛN SURESİ NÛR SURESİ FURKÂN SURESİ ŞUARÂ SURESİ

3 NEML SURESİ KASAS SURESİ ANKEBÛT SURESİ RÛM SURESİ LOKMAN SURESİ SECDE SURESİ AHZÂB SURESİ SEBE&#; SURESİ FÂTIR SURESİ YÂ SÎN SURESİ SÂFFÂT SURESİ SÂD SURESİ ZÜMER SURESİ MÜ&#;MİN SURESİ FUSSİLET SURESİ ŞÛRÂ SURESİ ZUHRUF SURESİ DUHÂN SURESİ CÂSİYE SURESİ AHKAF SURESİ MUHAMMED SURESİ FETH SURESİ HUCURÂT SURESİ KAF SURESİ ZÂRİYÂT SURESİ TÛR SURESİ NECM SURESİ KAMER SURESİ RAHMÂN SURESİ VÂKIA SURESİ HADÎD SURESİ

4 MÜCÂDELE SURESİ HAŞR SURESİ MÜMTEHİNE SURESİ SAF SURESİ CUMUA SURESİ MUNÂFIKUUN SURESİ TAGABUN SURESİ TALAK SURESİ TAHRÎM SURESİ MÜLK SURESİ KALEM SURESİ HAKKA SURESİ MAÂRİC SURESİ NÛH SURESİ CİN SURESİ MUZZEMMİL SURESİ MÜDDESSİR SURESİ KIYÂMA SURESİ DEHR SURESİ MURSALÂT SURESİ NEBE&#; SURESİ NAZİAT SURESİ ABESE SURESİ TEKVİR SURESİ İNFİTÂR SURESİ MUTTAFFIFÎN SURESİ INŞIKAK SURESİ BURÛC SURESİ TÂRIK SURESİ TÂRIK SURESİ A&#;LÂ SURESİ

5 GÂŞİYE SURESİ FECR SURESİ BELED SURESİ ŞEMS SURESİ LEYL SURESİ DUHA SURESİ İNŞİRÂH SURESİ TÎN SURESİ ALAK SURESİ KADR SURESİ BEYYİNE SURESİ ZİLZÂL SURESİ ÂDİYÂT SURESİ ÂDİYÂT SURESİ KÂRIA SURESİ TEKÂSUR SURESİ ASR SURESİ HUMEZE SURESİ FÎL SURESİ KUREYŞ SURESİ MÂ&#;ÛN SURESİ KEVSER SURESİ KÂFİRÛN SURESİ NASR SURESİ TEBBET SURESİ İHLÂS SURESİ FALAK SURESİ NÂS SURESİ

6

7 1. FATİHA SURESİ Mekkidir, yedi âyettir. Rahman ve rahim Allah adiyle 1- Hamd, alemlerin rabbi Allah&#;a: 2- Rahmandır, rahîmdir, 3- din gününün sahibidir. 4- Ancak sana ibadet ederiz ve ancak senden yardım dileriz. 5- Bize doğru yolu göster, 6- nimetlendirdiğin kişilerin yolunu; 7- gazaba uğramışların da değil, sapıkların da monash.pw SURESİ Medenidir, ikiyüz seksen altı âyettir. Rahman ve rahîm Allah adiyle 1- Elif lâm mîm. 2- Bu, bir kitaptır ki onda şüphe yok. Takvâ sahiplerine yol göstericidir. 3- Onlar, gaybe inanırlar, namaz kılarlar, rızıklandırdığımız şeylerin bir kısmını yoksullara harcarlar. 4- Onlar, sana indirilene de inanırlar, senden önce indirilenlere de; ahirete de iyice inanmışlardır. 5- Onlardır rablerinden doğru yolu bulanlar, onlardır kurtulup muratlarına erenler.

8 6- Kâfir olanlara gelince: İster korkut onları, ister korkutma, birdir; inanmazlar. 7- Allah kalplerini, kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinde de perde var, pek büyük azâb onlara. 8- İnsanlardan Allah&#;a ve son güne inandık diyenler de var, inanmamışlardır. 9- Allah&#;ı ve inanları kandırırlar sanki Halbuki haberleri yok, ancak kendilerini kandırırlar. Kalplerinde hastalık var, Allah da hastalıklarını arttırmıştır. Yalan söylediklerinden dolayı onlara elemli bir azap var. Onlara, yeryüzünde fesat çıkarmayın dendi mi, derler ki: Biz ıslâh edicileriz. Bilin ki onlardır fesatçılar ama anlamazlar. Onlara, inanan insanlar gibi siz de inanın dendi mi, derler ki: Akılsızlar gibi biz de mi inanacağız? Bilin ki aklı az olanlar onlardır ama bilmezler. İnananlarla buluştular mı inandık derler. Şeytanlarıyla yalnız kaldılar mı şüphe yok ki derler, biz sizinleyiz, biz ancak alay etmekdeyiz. Allah onlarla alay eder, taşkınlıklarında, azgınlıklarında başı boş dolaşsınlar diye mühlet verir onlara. Onlardır doğru yolu satıp azgınlığı alanlar. Alış-verişlerinden faydalanmadıkları gibi bir kazanç yolu da tutmamışlardır. Onlar, bir ateş yakıp ışıklanmak isteyen kimseye benzerler. Ateş, çevrelerindeki şeyleri aydınlattı mı Allah, nurlarını alıverir de onları karanlıklarda bırakır, görmezler. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, doğru yola dönemezler. Yahut da gökten boşana boşana yağan yağmura tutulmuşa benzerler; orada karanlıklar var, gök gürlemede, şimşek çakmada. Ölüm korkusuyla yıldırımların sesini duymamak için parmaklarıyla kulaklarını tıkarlar. Allah&#;sa inanmayanları çepçevre kaplamış, kavramıştır. Şimşek neredeyse gözlerini alacak onların. Çakıp etraf aydınlandı mı yürürler, karanlıkta kaldılar mı dururlar. Allah dilerse duymalarını da alır, gözlerini de kör eder. Şüphe yok ki Allah&#;ın her şeye gücü yeter. Ey insanlar, sizi de, sizden öncekileri de yaratan Rabbinize ibadet edin de takvâ sahiplerinden olun. Öyle bir Allah&#;tır ki size yeryüzünü döşek etmiştir, gökyüzünü tavan. Gökten yağmur yağdırır, o yağmurla meyveler yetiştirir. Sizi rızıklandırır. Ona eşitler var demeyin, zâten olmadığını bilirsiniz de. Kulumuza indiregeldiğimiz Kur&#;ân&#;da şüpheniz varsa ona benzer bir sûre getirin, doğrucuysanız Allah&#;tan başka tanıklarınızı da çağırın. Bunu yapamazsanız, kesin olarak da yapamazsınız ya, sakının odunu insanlarla taşlar olan ve kâfirlere hazırlanan ateşten. İnananlara ve iyi işlerde bulunanlara müjde ver: Onlar içindir kıyılarından ırmaklar akan bahçeler. Orada bir meyveyle rızıklandılar mı bundan önce de bunu tatmıştık derler, onları dünyadakilere benzetirler. Onlara, dünyadakilere benzer rızıklar sunulur. Orada tertemiz eşler de var onlara, orada ebedî kalırlar.

9 Şüphe yok ki Allah, sivrisineği de örnek getirmekten çekinmez, ondan üstün olanları da. İnananlar bilirler ki bu örnek, yerindedir ve Rablerindendir. Fakat inanmayanlar, Allah bu örnekle ne demek istiyor ki derler. O, bununla çoklarını şaşırtıp azdırır, çoklarını da doğru yola getirir. Azdırıp şaşırttıkları, ancak kötü işler yapanlardır. Kötülükte bulunanlar onlardır ki Allah&#;la ahdettikten sonra ahitlerini bozarlar. Allah&#;ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler, yeryüzünde bozgunculuk ederler. Onlardır ziyankârlar.1[1] [1] Âyette bahis konusu olan Allah ahdi hakkında çeşitli sözler var. Ahid bir şeyi korumak anlamına gelir. İnsanların akıllarıyla, eserlerini görüp, peygamberlerle, kitaplarla doğruluğunu anladıktan sonra gene Tanrının varlığını, birliğini inkâr etmeleri; peygamberlerin sözlerini, buyruklarını duyduktan sonra itaat etmemeleri, Tanrı ahdini bozmalarıdır denmiştir. Eski kitaplarda Hz. Muham-med (s.a.a)&#;in Peygamber olarak gönderileceği yazıldığı halde inanmayanların, Tanrı ahdini bozmuş olduklarını söyleyenler de olmuştur ki Tabari, bunu kabûl eder. Allah&#;ın, ulaştırılmasını buyurduğu şey de, insanların, Peygamberlere ve inananlara ulaşmaları, onlara katılmalarıdır. Yakınları görüp gözetmek, bütün peygamberlere inanmak, inanca ibâdetleri katmaktır diyenler de vardır. Allah&#;ı nasıl inkâr edebilirsiniz ki ölüydünüz, diriltti sizi. Sonra öldürür, sonra gene diriltir, sonra da gerisin geriye ona dönersiniz. Öyle bir Allah&#;tır ki yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı, sonra iradesini yücelere yöneltti de gökleri nizam ve intizam üzere yedi kat olarak yarattı. O, her şeyi bilir.2[2] [2] Ahd-i Atıyk, Tekvin, ve devamı, Bu kitapta aynen Kur ân&#;daki gibi Âdem Peygamber yaratılır, yalnız cennete değil de doğu tarafında Aden&#;de kurulan bir bahçede konaklar. Her şeyden yiyip içmesine izin verilir, yalnız hayrı, şerri bilmek ağacından yememesi emrolunur ve yediğin gün ölürsün denir. Tanrı, Hz. Âdem&#;e bütün hayvanların adlarını koydurur. Yalnız olduğunu görüp ona bir uyku verir, eğe kemiklerinin birini alıp ondan Havva&#;yı yaratır. İkisi de çırçıplaktır, fakat utanmayı bilmezler. Kur an&#;daki Şeytan yerine Ahd-i Atıyk&#;te hayvanların en zekisi olan yılan geçer. Yılan, bu ağaçtan yerseniz gözleriniz açılır, hayrı şerri tanır, Tanrılar gibi olursunuz diyerek önce Havva&#;yı kandırır, ağacın meyvesinden yedirir, sonra Adem de yer. Çıplak olduklarını anlarlar, utanıp incir ağacının yaprağıyla edep yerlerini örterler. Tanrı, yılana, sen karnının üstünde sürüneceksin, insanoğlu, topuğuyla başını ezecek der. Kadına, sen de doğururken zahmet çekeceksin der. Adem&#;e de rızkını güçlükle kazan deyip her üçünü de bahçeden çıkarır. Ahd-i Atıyk&#;te meleklerin Adem&#;e secde etmesi yoktur. Ahd-i Atıyk&#;teki hikayelerin çoğu, halk rivayetlerine girmiştir.

10 Hani Rabbin meleklere, ben yeryüzünde mutlaka bir halife yaratacağım demişti. Demişlerdi ki: Orada bozgunculuk edecek ve kan dökecek birini mi yaratacaksın? Biz, sana hamd ederek noksan sıfatlardan arılığını söylemede, seni kutlamadayız ya; ben, sizin bilmediğinizi bilirim demişti. Âdem&#;e bütün adları bildirmişti de meleklere o adlarla anılan şeyleri gösterip hadi demişti, doğrucuysanız bunların adlarını haber verin. Demişlerdi ki: Noksan sıfatlardan seni arı biliriz, bize bildirdiğin şeylerden başka bilgimiz yok. Şüphe yok ki sen, her şeyi bilirsin, hüküm ve hikmet sahibisin. Demişti ki: Ey Âdem onlara, yaratıkları adlarıyla haber ver, Âdem, her şeyi adlı adınca haber verince demişti ki: Ben size demedim mi, göklerdeki gizli şeyleri de bilirim, yeryüzünde ki gizli şeyleri de. Açığa vurduğunuzu da bilirim, gizlediğinizi de. Hani meleklere, Âdem&#;e secde edin demiştik de İblisten başka bütün melekler secde etmişlerdi. O, secde etmekten çekinmiş, ululanmak istemişti de kâfirlerden olmuştu.3[3] [3] İblis kelimesinin, şiddetli sıkıntıya, kedere uğramak anlamına gelen "iblâs" kelimesinden geldiği söylendiği gibi bu sözün Arapça olmayıp yabancı bir dilden Arapça&#;ya geçtiği de söylenmiştir (al-müfredât, s. 59, Mecma&#;-ül-Beyan, c.1, s). Demiştik ki: Ey Âdem, sen ve eşin cennette oturun, dilediğinizi bol bol yiyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın, yoksa haddini aşanlardan olursunuz. Şeytansa oradan onların ayaklarını kaydırdı, onları bulundukları makamdan çıkarıverdi. Dedik ki: Bâzınız, bâzınıza düşman olarak inin buradan. Bir zamana kadar yeryüzünde oturmanız, oradan rızıklanmanız mukadder. Âdem, Rabbinden bâzı sözler belledi de Allah tövbesini kabul etti. Şüphe yok ki o, bütün tövbeleri kabul eder, rahîmdir. Dedik ki: Hepiniz de cennetten inin. Fakat benden size bir doğru yol gösterici geldi mi o doğru yolu gösterenin izinden gidenlere ne korku vardır, ne hüzün. İnanmayanlarla delillerimizi yalanlayanlara gelince: Onlardır ateş ehli; onlar, orada ebedî kalırlar. Ey İsrailoğulları, anın size verdiğim nîmeti. Vefa edin ahdime de vefa edeyim ahdinize ve ancak benden korkun artık. İndirdiğim Kur&#;ân&#;a inanın. Sizdeki kitabı da doğrulayıcıdır o. Ona ilk inanmayan siz olmayın. Delillerimi az ve değersiz bir parayla değişmeyin, ancak benden sakının. Doğruyu bâtılla karıştırıp da bile bile gerçeği unutup gizlemeyin. Namaz kılın, zekât verin, rükû edin rükû edenlerle.

11 İnsanlara iyilik etmelerini emrediyorsunuz da kendinizi unutuyor musunuz? Ve kitabı okumaktasınız siz. Aklınız mı yok, düşünmez misiniz? Sabretmek ve namaz kılmak hususunda Allah&#;tan yardım dileyin. Bunlar ağır ve büyük şeylerdir ama saygılı kimselere göre değil. Saygılılar, öyle kimselerdir ki Rablerine ulaşacaklarını iyiden iyiye umarlar, ona döneceklerini iyiden iyiye bilirler. Ey İsrail oğulları, anın size verdiğim nîmetlerimi, anın sizi bütün âlemlerden üstün ettiğimi. Korkun o günden ki hiç kimse, bir başkasının yerine bir şey ödeyemez o gün; kimsenin kimseye şefaati kabul edilmez, kimseden karşılık da alınmaz, onlara yardım da edilmez. Hatırlayın o zamanı ki sizi Firavun&#;un soyundan kurtardık. Onlar, size kötü bir sûrette azâp ediyorlar, oğullarınızı kesiyorlar, kızlarınızı diri bırakmak istiyorlardı. Bu işte Rabbinizin bir sınaması vardı. Bir vakit sizin için denizi yardık da kurtardık sizi; Firavun&#;un soyunu sopunu sulara boğduk; siz de buna bakıp duruyordunuz. Bir vakit Mûsâ&#;ya kırk gecelik vâde verdik. Sonra siz, o yokken tuttunuz da buzağıya kapıldınız, böylece zulmediyordunuz işte. 4[4] [4] Kırk gece. Bu bahis Ahd-i Atıyk&#;ın Huruc bölümünde geçer (24, 32). Yalnız Ahd-i Atıyk&#;te buzağıyı yapan, Hârûn&#;dur, Kur ân&#;sa sûrenin âyetinde Hârûn&#;un bunu yapmadığını, hattâ bu hususta İsrailoğullarına öğütler verdiğini, fakat Samîri&#;nin onları kandırarak bu işi yaptığı anlatılır. Bundan sonra gene sizi affettik, şükretmeniz gerekti. Doğru yolu bulasınız diye bir vakit Mûsâ&#;ya kitap ve doğruyla eğriyi ayırt eden hükümler verdik. Hani Mûsâ, kavmine, siz buzağıya kapılmakla gerçekten kendinize zulmettiniz; tertemiz yaratıcınıza tövbe edin de nefislerinizi öldürün. Bu, yaratıcınız katında sizin için çok hayırlıdır demişti de Allah, bu yüzden tövbenizi kabul etmişti. Şüphe yok ki o, tövbeleri kabul eden rahîmdir. Bir zamanlar yâ Mûsâ demiştiniz, Allah&#;ı apaçık görmedikçe inanmayız sana. Derken bakınıp duruyordunuz, bir yıldırım düşmüş de sizi yakıvermişti. Sonra da gene şükredesiniz diye ölümünüzden sonra sizi dirilttik. Bulutla gölgelendirmiştik sizi. Rızıklandırdığımız tertemiz şeylerden yiyin diye size kudret helvasıyla bıldırcın indirmiştik. Onlar, zulmü bize etmediler, kendilerine ettiler. Bir vakit şu şehre girin, nîmetlerinden, nerede dilerseniz orada bol-bol yiyin, kapısından secde ederek girin, burası yurttur deyin, yarlıganma dileyin de suçlarınızı örtelim; iyilikte bulunanların sevabını daha da arttıracağız demiştik.5[5] [5] Bahsedilen şehir Kudüs&#;tür demiştir.

12 Fakat zulmedenler, sözü, kendilerine söylenen şekilden başka bir şekle sokmuşlar, değiştirmişlerdi. Biz de zulmedenlere, kötülükte bulunduklarından dolayı gökten bir azap indirivermiştik. Gene bir zaman oldu ki Mûsâ, kavmi için su diledi de ona, sopanla vur taşa demiştik. Vurunca taştan on iki pınar fışkırmıştı. Halkın her bölüğü, su içeceği kaynağı bilmiş, anlamıştı. Allah&#;ın rızkından yiyin, için de haddinizi aşıp yeryüzünü fesada vermeyin. 6[6] [6] ) Ahd-i Atıyk, Huruc, 17, Bir zaman demiştiniz ki: Yâ Mûsâ, biz bir türlü yemeğe dayanamayız. Rabbinden bizim için iste de bize yerin yetiştirdiği şeylerden versin. Yerden yeşillik, kabak, sarımsak, mercimek, soğan bitirsin. Mûsâ demişti ki: Daha hayırlı olanı, ondan daha aşağılık bir şeyle değiştirmek mi istiyorsunuz? Mısır&#;a inin, orada dilediğiniz şey var. Üzerlerine aşağılık ve yoksulluk çullanmıştı, Allah&#;ın da gazabına uğradılar. Evet, öyle de oldu; çünkü Allah&#;ın delillerine inanmamışlardı, haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Evet, öyle de oldu; çünkü isyana boğulmuşlardı, çünkü aşırı gidiyorlardı. Şüphe yok ki insanlarla Yahûdi olanlardan, Nasrânîlerden, Sâbiî-lerden, Allah&#;a ve son güne inanan ve iyi işler gören kimselere, Rableri katında ecir var. Onlar için ne korku vardır, ne hüzün.7[7] [7] Sâbie&#;ye Hanif de denir. Bunlar, İbrahîm Peygamberin dinine salik olanlardır denmiştir. Ansiklopedya Britanika&#;ya göre Babil&#;de, yarı Hıristiyan bir mezhebe tabi olanlardır. Bunlar, Yahya Peygambere uyanlara benzerlerdi. Habib-i Neccâr, Ebu-Zerr, Selman ve saire gibi bâzı kişiler, bu mezhepten sayılmışlardır. Şehristanî, "al-mileli ven-nihal" inde bu fırkayı Sâbie ve Hunefâ diye ikiye ayırıyor. Ona göre Sâbie, cismani bir mutavassıtla değil de ruhani bir vasıtayla Tanrı bilinebilir ve ona ulaşılır derler. Hunefa ise bir insan vasıtasıyla ulaşılacağını söyleyerek peygamberliği ve peygamberleri kabul ederler. Sabie, ruhanileri, yani yıldızları takdis ederlerdi (Beyrut, al-matbaat-al-ananiyye, taş basması, s ). Cevher, araz, akıllar, nefisler gibi hükema felsefesini geliştiren ve tasavvufu besleyen esaslar, hep bunlardan ve bunların inançlarından geçmiştir (Aynı eser, s. ve devamı). Bunlara, Mandeens denirdi. Bu ad, ilim ve irfan anlamına gelen yunanca Gnosis kelimesinin müradifi olan Manda sözünden alınmıştır. Zemahşeri, bunları Ehl-i Kitap tan bir fırka sayar. Yahûdilikten dönüp melekleri kutlarlar. No&#;man-İbn-i-Sabit&#;e isnad edilen bir rivayete göre Hıristiyanlardan bir fırkadır ve Zebur okurlar. Müslümanlığın başlangıcında merkezleri, Urfa&#;nın güneyindeki eski Haran şehriydi. Hille ve Kerbela&#;da da hala bu mezhebe tabi kişiler vardır. Bunların Ginza denen birtakım mukaddes kitapları mevcuttur. Bunlar vaftizi de kabul ederler. Bunlarca İsa yalancıdır, gerçek peygamber Yahya&#;dır. Manihaizmin

13 kurucusu Mani de önce bu mezhepteydi (M. Şemseddin: Kablelislam Araplar ve Tedeyyünleri, Darülfünün, İlahiyat Fakültesi Mecmuası, 1. sene, sayı. 3, İst. Evkaf Matbaası, , s Sabie hakkındaki kısım, s ). Buharı, Kureyş&#;in, Ebu-Zerr-i Gıfari&#;ye, Sabii dediklerini kaydediyor (al-tecrid, c. 2, s. 48). Mecusi, Zertüşt dinine uyanlara denir, sonradan, puta tapan ve Kitap Ehli olmayanların hepsine denmiştir. Ayette, Zerdüşt dinine uyanlar kasdedilmiştir. Ömer, Avf oğlu Abdurrahman, Hz. Muhammed (s.a.a)&#;in Yemen&#;deki Mecusilerden cizye aldığına tanıklık edinceye dek onlardan cizye almamıştı (al- Tecrid, Kitabu Bed&#;il-halk, 2, 39). Bu hadis, bize, Hz. Muhammed (s.a.a)&#;in Mecusilerden Kitap Ehli&#;nden aldığı gibi cizye aldığını göstermesi bakımından pek önemlidir. Gene bir vakit sizden söz almıştık, Tur dağını üstünüze yüceltmiştik. Size verdiğimiz kitabı azimle alın, sakınanlardan olmak için de içindeki emirleri anın demiştik. Bundan sonra gene yüz çevirmiştiniz. Allah&#;ın ihsânı ve rahmeti ol-masaydı ziyankârlardan olurdunuz ya. Bilirsiniz elbet, içinizde cumartesi gününe hürmet etmeyip emirden çıkanlara aşağılık maymun olun demiştik.8[8] [8] Mücalid, kalplerinin çarpıldığını söyler (Mecma&#;ül-Beyan 1, 56). O zaman bunu görenlerle sonradan gelenlere ibret, sakınanlara da bir öğüt olmak üzere onları maymun şekline sokmuştuk. Gene bir zaman Mûsâ, kavmine demişti ki: Şüphe yok ki Allah, size bir inek boğazlamanızı emrediyor. Kavmi, bizimle alay mı ediyorsun demişti. Mûsâ, Allah&#;a sığınırım bilgisizlere katılmaktan demişti. Peki demişlerdi, Rabbine dua et de ne biçim inek keselim, açıklasın bize. Mûsâ, Allah diyor ki demişti, ne işten kalmış kart olacak, ne genç. İkisi arası dinç bir inek olmalı. Hadi, size emredilen şeyi yapın. Demişlerdi ki: Rengi nasıl olsun? Rabbine dua et de açıklasın bize. Mûsâ, Allah diyor ki demişti, sapsarı, lekesiz olacak, bakanlara sevinç, neşe verir bir renk. Demişlerdi ki: Bu nasıl inek? Bizce inek ineğe benzer. Rabbine dua et de bize bildirsin. Allah dilerse buluruz elbet. Mûsâ, Allah diyor ki demişti, ne çifte koşulup tarla sürmüş olacak, ne ekin sulamış olacak. Ayıpsız, lekesiz, alacasız olmalı. Hah demişlerdi, şimdi gerçeği söyledin. İneği boğazladılar, boğazladılar ama az kaldı bu emri yerine getiremeyeceklerdi. O vakit birisini öldürmüş, çekişip suçu üstünüzden atmıştınız hani. Allah&#;sa gizlediğinizi açığa vuracaktı.

14 Demiştik ki: O adama, ineğin bir uzvuyla vurun işte Allah, aklınız başınıza gelsin diye ölüleri böyle diriltir, delillerini size böyle gösterir. Ama bundan sonra kalpleriniz katılaştı, taşa döndü, Hattâ taştan da katı bir hale geldi. Çünkü öyle taşlar var ki içinden nehirler kaynar. Öylesi var ki çatladı mı bağrından su fışkırır. Öylesi de var ki Allah korkusundan yerlere yuvarlanır. Allah, yaptığınızdan gafil değil ki. Bunların, size inanıvereceklerini mi umuyor, buna mı tamah ediyorsunuz? İçlerinde bir bölük var ki Allah sözünü duyduktan, akılları o sözleri aldıktan sonra da bile-bile değiştirirlerdi o sözleri. Onlar, inananlarla buluştular mı inandık derler de sonra birbirleriyle yalnız kaldılar mı aklınız mı yok derler, Rabbiniz indinde sizinle çekişsinler, aleyhinize delil göstersinler diye mi Allah&#;ın size açıkladığı şeyi tutup onlara söylüyorsunuz? Bilmezler mi ki Allah, onların gizlediklerini de bilir, açığa vurduklarını da. İçlerinde, anasından doğduğu gibi kalan, okuma yazma bilmeyenler de var ki onlar, kitap nedir bilmezler. Bildikleri şey, ancak kuruntularıdır, onlar, ancak zanna kapılırlar. Elleriyle kitap yazıp sonra da az bir para almak için bu, Allah tarafından geldi diyenlerin vay hallerine. Elleriyle yazdıklarından, o kitabı, kendileri düzdüklerinden dolayı vay hallerine, kazançları yüzünden vay hallerine. Dediler ki: Ateş, bizi yaksa bile birkaç gün yakar. De ki: Allah&#;tan bir söz mü aldınız? Aldınızsa Allah sözünden hiç dönmez. Yoksa Allah hakkında bilmediğiniz şeyi mi söylüyorsunuz? Hayır, iş öyle değil; kim bir günah kazandı, vebali kendisini sardı, kapladıysa işte o çeşit adamlardır ateş ehli. Onlar, ateşte ebedî kalırlar. İnananlarla iyi işler görenlere gelince: Onlar cennet ehlidir, onlar da cennette ebedîdir. Bir zaman İsrailoğullarından, Allah&#;tan başkasına tapmamak, anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik etmek üzere kesin söz almıştık. İnsanlara güzellikle söz söyleyin, iyi şeyler buyurun, namaz kılın, zekât verin demiştik. Sonra pek azınız müstesna, sözünüzden dönmüştünüz, hâlâ da dönmedesiniz zâten. Bir zaman birbirinizin kanını dökmemek, yerinizden yurdunuzdan çıkmamak hususunda kesin söz almıştık sizden. Sonra siz de bunu ikrar etmiş, siz de buna tanık olmuştunuz. Sonra da sizler, o kişilersiniz ki birbirinizi öldürüyorsunuz. Bir bölüğünüzü yerinden yurdundan çıkarıyorsunuz. Onların aleyhinde, kötülükte, düşmanlıkta bulunmak üzere birleşiyorsunuz. Elinize esir düşerlerse onlara karşılık esirler veriyor, gene onları yurtlarına sokmuyorsunuz. Halbuki onları yurtlarından çıkarmak bile haramdı size. Yoksa kitabın bir kısmına inanıyor, bir kısmına inanmıyor musunuz? İçinizde bunları yapanların kazancı, dünya hayatında ancak horluktan ibaret, kıyamet günüyse onlar daha çetin bir azâba atılırlar. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir ki.

15 Onlar, ahireti dünya yaşayışına satmış kimselerdir. Onların azâbı da hafifletilmez, onlara yardım da edilmez. Şüphe yok ki Mûsâ&#;ya Tevrat&#;ı verdik, ardından birtakım peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa&#;ya apaçık deliller verip onu Rûh-ül-Kudüs&#;le kuvvetlendirdik. Nefsinizin hoşlanmadığı bir emirle peygamber geldi mi demek ululanmak isteyeceksiniz, kiminiz onları yalanlayacak, kiminiz öldürecek ha.9[9] [9] Rûh-ül-Kudüs, bu âyette ve gene bu sûrenin , 5. sûrenin âyetlerinde geçer ve bütün bu âyetlerde İsa&#;nın Ruh-ül-Kudüs&#;le teyit edildiği bildirilir. sûrenin 2. âyetinde "Ruh" diye adı geçer ve meleklerin, Tanrı kullarından dilediğine ve emriyle, Ruh&#;la melekleri indirdiğini bildirir. Aynı sûrenin âyetinde Ruh-ül-Kudüs&#;&#;ün, gerçek olarak, inananları, inançlarında tespit için Rab tarafından indirildiği söylenir. sûrenin âyetinde, Ruh-ül-Emin diye anılır ve Hz. Peygamberin kalbine, Kur ân&#;la indiği söylenir. sûrenin âyetinde Ruh&#;un, kullarından dilediğine, emriyle ilga edildiği, sûrenin âyetinde inananların Ruh&#;la teyit edildiği, sûrenin 4. âyetinde meleklerle Ruh&#;un, uzunluğu elli bin yıl olan bir günde, göğe ağacağı, sûrenin âyetinde Ruh&#;la meleklerin, kıyamette ayrı birer saf teşkil edeceği, sûrenin 4. âyetinde Rablerinin izniyle meleklerle Ruh&#;un kadir gecesi yere ineceği, sûrenin âyetinde Ruh&#;un, Meryem&#;e bir insan sûretinde temessül ettiği bildirilir. Matyus İncil inin son babı olan babının ayetinde Baba, Oğul, Ruh-ül- Kudüs teslisine rastlarız. Yuhanna İncil inde, İsa&#;nın müjdelediği teselli edici gerçeklik ruhu da Hıristiyanlarca Ruh-ül-Kudüs&#;tür (14, ). Hıristiyanlarca Ruh-ül-Kudüs, Tanrı kudretidir ve Baba&#;yla Oğul&#;dan, yani hayatla kelamdan ayrılmaz. Peygamberler ve erenler, olağanüstü şeyleri bu kudretle yaparlar. Müslümanlarsa İncil&#;de geçen teselli ediciyi, Paraklet (Arapça da Firaklit) tarzında kabul edip Hz. Muhammed (s.a.a)&#;in İsa tarafından müjdelendiğini iddia ederler (Mesela bakınız; Seyyid Hibetüddin-i Şehristani: Rah-nüma-yı Yahûd ü Nasara ya Beybilha, Encümen-i Tebligat-i İslami yayınlarından, Tehran - Şemşi-hicri , bilhassa s ). Dediler ki: kalplerimiz örtülü, kılıf içinde. İş öyle değil. Küfürleri yüzünden Allah onları rahmetinden uzaklaştırdı. Onun için azı, pek azı inanır. Evvelce kâfir olanlara üst gelmek için imdat isterlerken Allah tarafından, onların inandığı kitabı tasdik eden bir kitap geldi, bildikleri, tanıdıkları zuhur etti mi ona kâfir oldular. Hay Allah&#;ın lâneti kâfirlere olsun. Ne pis şeydir o kendilerini satmaları, bu sûretle de Allah&#;ın indirdiği Kur&#;ân&#;a kâfir olmaları, Allah&#;ın, kullarından dilediğine ihsân edip kitap indirmesine haset ederek kâfirlikte bulunmaları. Bu yüzden gazap üstüne gazaba uğradılar. Kâfirler için aşağılık bir azap var.

16 Onlara, Allah&#;ın indirdiğine inanın denince biz, bize indirilene inandık derler de ondan başkasına inanmazlar. Halbuki o, gerçektir, onlara inen kitabın gerçekliğini söyler. De ki: İnanmışsanız neden önceleri Tanrı peygamberlerini öldürdünüz? Andolsun ki Mûsâ, size açık delillerle geldi de ondan sonra tuttunuz, buzağıya taptınız, siz o zâlimlersiniz işte. De ki: O vakit sizden kesin söz almıştık, Tur dağını üstünüze yüceltmiştik. Size verdiğimizi azimle tutun, dinleyin demiştik. Onlar da duyduk demişlerdi ve âsi olduk. Buzağı sevgisi, küfürleri yüzünden tâ iliklerine işlemişti. İnanmışsanız inancınız, ne de kötü ve pis şey emrediyor size. De ki: Âhiret yurdu, Allah katında başkalarının değil de bilhassa sizinse ve sözünüzde doğrucuysanız ölümü dilesenize. Fakat elleriyle kazandıkları suçlardan dolayı hiçbir zaman dilemezler. Allah, zâlimleri iyice bilir. Andolsun ki onları, insanların hayata en düşkünü olarak bulursun. Onlar, müşriklerden de düşkündür hayata. Her biri bin yıl yaşamayı arzular. Fakat yaşasa ne olacak? Onu azaptan kurtaramaz ki. Allah, ne yapıyorlarsa görmede. De ki: Kim Cibrîl&#;e düşmansa iyi bilsin ki o, Allah&#;ın izniyle evvelce inen kitapların doğruluğunu bildiren, inananlara doğru yolu gösteren ve bir müjdeci olan Kur&#;ân&#;ı, senin kalbine indirmiştir[10] [10] Cibril, Cebreil, Cebrail, Cibrâl tarzlarında da kullanılır. Bu sözün Arapça olmayıp Süryaniciden geldiği ve Süryanicide cebr kelimesinin kul, il, kelimesinin de Allah anlamını ifade ettiği ve bu sözün Tanrı kulu demek olduğu söylenmiştir. (Mecma&#;ül-Beyan, 1. 71). Tanrı kudreti anlamına geldiğini söyleyenler de vardır. Ahd-i Atıyk&#;te, Cebrail&#;in vahiy meleği olduğu, Danyâl bölümünden anlaşılıyor (8, 16). Fakat aynı kitaptan, İsrailoğullarının Mikâil&#;i daha çok sevdikleri anlaşılmaktadır (12, 1) Fedekli Yahûdilerin bir kısmının, Cebrail bizim düşmanımızdır, bize azapla, harple gelir; Mikâl, bollukla, iyilikle gelir demişlerdi. Bu âyet, bunun üzerine vahyedilmiştir. Cebrail, İslâm inancında, peygamberlere vahiy getiren melektir. Kim, Allah&#;a ve meleklerine ve peygamberlerine ve Cibrîl&#;e ve Mîkâl&#;e düşman olursa bilsin ki Allah da kâfirlere düşmandır[11] [11] Mik kelimesinin, kulcağız anlamına Süryanice bir kelime olduğu ve Mikâil&#;in Allah kulcağızı anlamına geldiği söylenmiştir (Mecma&#;ül-Beyan, aynı sahîfe). Mikâil, yelleri estiren, yağmuru yağdıran, Tanrı dileğine göre rızıkları bölen, paylaştıran melektir. Sur&#;u da bu melek üfleyecektir. Mikâil, Mikâl tarzında da söylenir. Andolsun ki sana apaçık âyetler indirdik. Onlara, ancak kötü işlerde bulunanlar kâfir olur.

17 Onlarla bir ahde girişildi mi içlerinden bir bölüğü o ahdi bozacak ha. Bir bölüğünün ahdini bozması şöyle dursun, zâten çokları inanmazlar Allah tarafından onlarda bulunan kitabın doğruluğunu bildiren bir peygamber geldi mi kitap ehlinin bir kısmı, Allah&#;ın kitabını artlarına atarlar, sanki de bilmezler Tuttular da Süleyman&#;ın saltanatı aleyhine, Şeytanların kapıldıkları şeylere uydular. Halbuki Süleyman kâfir olmamıştı, Şeytanlar kâfir olmuşlardı. İnsanlara büyü yapmasını ve Babil&#;deki Hârût, Mârût adlı iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı. O iki melek, hiçbir kimseye biz, ancak ve ancak Allah tarafından bir sınamayız, sakın kâfir olma demeden bir şey öğretmiyordu. Onlardan, karıyla kocanın arasını açan şeyleri öğreniyorlardı. Öğrenenler de Allah&#;ın izni olmaksızın hiçbir kimseye zarar veremezlerdi. Kendilerine zarar verecek, fakat hiçbir faydası olmayacak şeyleri öğrenmekteydiler. Andolsun ki bu bilgiyi satın alanın âhiretten nasibi yoktur, bunu iyice bilmişlerdi de. Fakat bir de canları pahasına satın aldıkları o şeyin ne pis şey olduğunu bilselerdi. 12[12] [12] Ahd-i Atıyk&#;te Süleyman&#;ın, kadınlarının hatırı için putlara mabetler yaptırdığı ve Tanrının, onun aleyhine gazebe geldiği anlatılır (Müluk-i Sâlis, 11, 1 Y. d.). Kur ân, bu rivâyeti reddeder. Hârut, Mârut adlı iki melekten bahseden bu âyetteki "melekeyn"i, "melikeyn" diye okuyanlar vardır ki bunlara göre Hârut ve Mârut Babil&#;de hüküm süren iki padişahtır. Bunlar Dâvut ve Süleyman Peygamberlerdir diyenler de vardır. Dâvut ve Süleyman, Ahd-i Atıyk&#;e göre peygamber olmayıp iki padişahtır, halbuki Kur ân bunları peygamber olarak kabul eder. Bu âyetler, "Süleyman kâfir olmadı, fakat insana büyü belleten Şeytanlar kâfir oldular. İki meleğe sihir indirilmedi, fakat Babil&#;deki Hârut ve Mârut&#;a büyü bilgisi verildi" tarzında tevil de edilmiştir, fakat bu tevil, nassın sarahatına uymaz. Bu melekler hakkında türlü türlü rivâyetler ve hikâyetler vardır (Bakınız; İslâm Ansiklopedisi, Azer: Garbi Asya ve Anadolu Akvam-ı Kadimesinin Din Tarihi, Konya Mecmuası, sayı. 34, 5. Konya , s ) İman edip de kötülüklerden korunsalardı elbette Allah&#;tan elde edecekleri sevap, daha hayırlı olacaktı. Bir bilselerdi bunu Ey insanlar, "bizi de gözet, bırak da anlayalım" demeyin. "Bize de bak, bizi de gözet" deyin ve dinleyin. Kâfirlere pek elemli bir azap var. 13[13] [13] Bizi de gözet anlamına gelen "Râinâ" sözünü Yahûdiler, "Râinâ - çobanımız" tarzına çevirdiler. Bu âyet, bu yüzden vahyedildi Ne kitap ehlinden kâfir olanlar, ne de müşrikler, size Rabbinizden bir hayır indirilmesini istemezler. Allah&#;sa dilediğini rahmetiyle seçer de ona bir hususiyet verir. Allah büyük bir ihsân sahibidir.

18 Bir âyetin hükmünü değiştirir, yahut geri bırakırsak ya ondan hayırlısını getiririz, yahut onun eşidini. Bilmez misin ki Allah&#;ın her şeye gücü yeter Bilmez misin ki şüphesiz göklerin saltanatı da Allah&#;ındır, yeryüzünün saltanatı da ve sizin için Allah&#;tan başka ne bir dost vardır, ne bir yardımcı Yoksa siz de peygamberinizi, evvelce Mûsâ&#;ya olduğu gibi sorguya mı çekmek istersiniz? Kim küfrü imanla değişirse artık doğru yoldan sapmış, azıtmış gitmiştir Kitap ehli olanların çoğu, sizi imana geldikten sonra döndürmek ister, kâfir olmanızı diler. Gerçek, kendilerince de besbellidir ama sonra bunu, özlerindeki hasetlerinden isterler. Allah emri gelinceye dek bırakın, aldırış bile etmeyin. Şüphe yok ki Allah&#;ın her şeye gücü yeter Namaz kılın, zekât verin. Kendiniz için; Önceden ne hayırda bulunursanız onu, Allah katında bulursunuz. Şüphe yok ki Allah, yaptıklarınızı görür Cennete Yahûdi yahut Nâsranî olmayan kesin olarak giremez dediler, kendi kuruntuları bu. De ki: Doğrucuysanız hadi, delillerinizi getirin bakalım Evet, kim, özü halis olarak yüzünü tertemiz bir sûrette Allah&#;a çevirir, ona teslîm olursa ecri Rabbinin katındadır. Onlara ne korku vardır, ne de mahzun olurlar Yahûdiler, Nâsranîlere, hiçbir şeye dayanmıyorlar dediler. Nâsranîler de, Yahûdiler, hiçbir şeye dayanmıyorlar dediler. Halbuki hepsi de kitap okurlar. Bilgisi olmayanlar da tıpkı onların dediklerini dedi. Allah, aykırılığa düştükleri şey yüzünden, kıyamet gününde aralarını bulur, gerçek hükmü verir elbet Allah için yapılan mescitlerde Allah&#;ın adının anılmasını men&#;eden ve onların yıkılmasına çalışan kimseden daha zâlim kim var ki? Bunlar, ancak oralara korka korka girebilirler. Onlara dünyada horluk var, âhirette de pek büyük bir azap Doğu da Allah&#;ındır, batı da. Artık nereye dönerseniz dönün, orada Allah&#;a dönmüş olursunuz. Şüphe yok ki Allah&#;ın lütfü, rahmeti boldur, o her şeyi bilir Allah, kendisine oğul edindi dediler, hâşâ. Belki göklerde de ne varsa onundur, yeryüzünde de; hepsi de ona ram olmuştur Gökleri de eşsiz, örneksiz yaratan odur, yeryüzünü de. Bir işin olmasını diledi mi ona ancak ol der, o iş oluverir Bilgisi olmayanlar, Allah bizimle konuşsa, yahut bize bir delil, bir mucize gelse dediler. Önce gelenler de tıpkı onlar gibi söylemişlerdi. Kalpleri, ne kadar da birbirine benzedi onların. Gerçeği iyice bilmek isteyenlere âyetlerimizi apaçık gösterdik Şüphe yok ki biz, seni dosdoğru bir müjdeci ve korkutucu olarak gönderdik, zâten sen, o cehennemliklerden sorumlu da değilsin Onların dinine uymadıkça ne Yahûdiler senden razı olurlar, ne Nasrânîler. De ki: Ancak Allah&#;ın hidâyet yolu, doğru yoldur. Bilgi sahibi olduktan sonra da onların nefsanî dileklerine uyarsan sana Allah&#;tan başka ne bir dost vardır artık, ne bir yardımcı.

19 Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, onu hakkıyla okurlar. İşte onlar kitaba inanırlar. Ona inanmayanlarsa ziyankârların ta kendileridir Ey İsrailoğulları, size verdiğim nîmetimi ve sizi âlemlere üstün ettiğimi anın Sakının o günden ki kimse, o gün kimsenin bir şeyini ödeyemez, kimseden bir karşılık kabul edilmez, kimsenin kimseye şefaati fayda vermez, onlara yardım da edilmez[14] [14] Bu ve buna benzer âyetler, Mûsâ Peygamber zamanındaki vahiyleri, hikâye yollu tekrarlar, yoksa hüküm bakımından bütün devirlere şamil değildir O zamanlar Rabbi, İbrahîm&#;i bâzı sözlerle sınadı. O, bunları yerine getirip tamamlayınca dedi ki: Ben seni insanlara imam edeceğim. İbrahîm, soyumu da imam et dedi. Allah, benim ahdime dedi, zâlimler nail olamazlar[15] [15] Hz. İbrahîm&#;in sınandığı sözler, oğlunun kesilme emridir diyenler bulunmuş, âyette, Âdem Peygamberin bellediği sözler olduğunu söyleyenler de olmuştur (Mecma-ül Beyan, ) O sıralarda Kâ&#;be&#;yi sevap kazanma yeri ve emniyet yurdu ettik. İbrahîm&#;in makamını namazgâh edinin. İbrahîm&#;le İsmâîl&#;e de, evimi, dönüp dolaşanlara, burada oturup ibadette bulunanlara, rükû ve sücud edenlere tertemiz tutun diye kesin emir verdik O zaman İbrahîm, Yâ Rabbi dedi, bu şehri emniyetli bir yer et. Buradakilerden Allah&#;a ve son güne inananları meyvelarla rızıklandır. Allah, kâfir olanı da bir müddet rızıklandıra-cağım da sonra zorla onu, ateşle azâba uğratacağım. Oraya gidiş, ne yaman bir sonuçtur, ne kötü bir gidiştir dedi O vakit İbrahîm ve İsmâîl Kâbe&#;nin temel duvarlarını yükselttiler de Rabbimiz dediler, bu evi yaptık, sen kabul et. Şüphe yok ki sen, her şeyi duyansın, bilensin Rabbimiz, bizi sana teslîm olmuş kullardan et, soyumuzdan da Müslüman bir ümmet izhar eyle. İbadet yerlerini, ibadetimizin yolunu yordamını göster bize. Tövbe ettikçe tövbemizi kabul et. Şüphe yok ki sen, tövbeleri kabul eden rahîmsin Rabbimiz, onların içinden bir peygamber gönder de onlara, senin âyetlerini okusun, kitabı, hikmeti öğretsin, onları tertemiz bir hale getirsin. Şüphe yok ki sen, yücelik, hüküm ve hikmet sahibisin Kendini bilmeyenden, aklı başında olmayandan başka kim, İbrahîm&#;in dininden döner? Andolsun ki biz onu dünyada seçtik, âhirette de şüphe yok ki o, sâlihlerdendir O zaman Rabbi, İbrahîm&#;e, râm ol, teslîm ol dedi. İbrahîm dedi ki: Âlemlerin Rabbine teslîm oldum.

20 İbrahîm de bunu oğullarına vasiyet etti, Yakup da, oğullarım dedi, Allah şüphesiz sizin için bir din seçti, siz de artık ancak Müslüman olarak ölün Yoksa Yakup ölürken oradaydınız da gözlerinizle mi gördünüz? Yakup, ölüm haline gelince oğullarına, benden sonra kime tapacaksınız dedi. Dediler ki: Senin Allah&#;ına tapacağız. Babalarının, İbrahîm&#;in, İsmâîl&#;in, İshak&#; ın Allah&#;ı olan bir Allah&#;a. Biz, ona teslîm olanlarız Onlar birer ümmetti, gelip geçtiler. Onların kazançları kendilerine, sizin kazancınız size. Onların yaptıkları sizden sorulmaz Yahûdi, yahut Nasrânî olun da doğru yolu bulun dediler. De ki: Hayır, küfürden, şirkten uzak ve temiz olan İbrahîm&#;in dinindeyiz. O, hiçbir zaman şirk koşanlardan olmadı Deyin ki: Allah&#;a, bize indirilen kitaba, İbrahîm&#;e İsmâîl&#;e, İshak&#;a, Yakup&#;a, Yakup&#;un oğullarına indirilenlere, Mûsâ&#;ya, İsa&#;ya ve peygamberlere Rablerinden verilene inandık, onların hiçbirini öbüründen ayırt etmeyiz ve biz, Allah&#;a teslîm olanlarız. 16[16] [16] Hanif sözü, bâtıl dinlerden gerçek dine daha mail, doğru, düz anlamlarına gelir. Yahûdilikten ve Hıristiyanlıktan meyledip doğruyu kabul ettikleri cihetle bu inancı benimseyenlere denmiştir. Hanif, doğru dinde sabit ve haniflik, doğruluk anlamlarına gelir diyenler de vardır. Hanif dini, Müslümanlıktan önce Araplar arasında bâzı kimseler tarafından benimsenmişti. Haşimoğullarının çoğu bu inançtaydı ( âyetin izahına da bakınız) Sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse mutlaka doğru yolu buldular demektir. Fakat yüz çevirdiler mi onlar, ancak ayrılık, aykırılık içindedir. Onlara karşı koymak için sana, Allah yeter ve o, her şeyi duyandır, bilendir Allah&#;ın verdiği renk. Allah&#;tan daha güzel renk veren kim? Ve biz ona tapanlarız[17] [17] Allah&#;ın verdiği renk. İbn-i Abbas, Hasen, Katâde ve Mücâhid&#;e göre Allah dinine yapışmaktır. İmam Ca&#;fer-üs-Sâdık (a.s), Allah rengine, Müslümanlık demiştir. Ferrâ ve Belhi, bu sözü, sünnet anlamına almışlardır. Tanrı yaratışı diyenler de vardır (Mecma&#;ül-Beyan, 1. 92). Râgıb-ı İsfahanî&#;ye göre Tanrının, insanları hayvanlardan ayırt etmek üzere ihsân ettiği akıldır ve gene ona göre Hıristiyanlar, doğan çocuğu, doğumunun yedinci günü Amudiyye suyunda Vaftiz ederler ve böylece çocuğun tam Hıristiyan olduğuna inanırlardı, ayet, yaratılışı gerçek vaftiz, yani doğru dine sahip oluş diye kabul ediyor (al-müfredat, s. ). Hz. Muhammed (s.a.a) de "Her doğan çocuk, Tanrı yaratışına uygun doğar, sonra dil beller de anası babası, onu Yahûdi yapar, Hıristiyan yapar, Mecusi yapar" mealindeki hadisinde, Tanrı yaratışını, Müslümanlık olarak kabul etmiştir (Süyuti: al-camii-al-sakıyr fi Ahadis-il-Beşir-in-Nezir, Matbuat-ül- Hariyye h. c. 2, s. 79).

21 De ki: Allah hakkında bizimle mücadeleye mi girişiyorsunuz? O, bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbi-niz. Bizim yaptıklarımız bize ait, sizin yaptıklarınız size ve biz, bütün kalbimizle Allah&#;a bağlıyız Yoksa İbrahîm de, İsmâîl de, İshak da, Yakup da, oğulları da Yahûdi, yahut Nasrânîydi mi diyorsunuz? De ki: Siz mi daha iyi bilirsiniz, Allah mı? Allah&#;ın bildiği, bildirdiği şeyi bilerek gizleyenden daha zâlim kim var? Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir ki Onlar birer ümmetti, gelip geçtiler. Onların kazançları onlara, sizin kazancınız size. Onların yaptıkları sizden sorulmaz İnsanlardan aklı, idraki olmayanlar diyecekler ki: Bunları, yöneldikleri kıbleden döndüren sebep de nedir? Doğu da Allah&#;ındır de, batı da. Dilediğine doğru ve düz yolu buldurur İşte böylece bütün insanlara tanıklık etmeniz, Peygamberin de size tanık olması için sizi, doğru yolun tam ortasında giden bir ümmet yapmışızdır. Zâten evvelce yöneldiğin Kâ&#;be&#;yi kıble yapışımızdan maksat da ancak Peygambere uyacak olanları, iki topuğu üstünde gerisin geriye döneceklerden ayırt etmektir. Bu, elbette Allah&#;ın doğru yolu gösterdiği kimselerden başkalarına ağır gelecek. Allah, imanınızı zayi etmez. Şüphe yok ki Allah, insanları esirgeyicidir, rahîmdir[18] [18] İman dan maksat, gerçek inancı belirten namazdır ve âyet önceden Kudüs&#;e karşı kılınan namazın zayi olmayacağını bildiriyor Gerçekten de yüzünü göğe çevirip arandığını görmekteyiz. Seni, razı olacağın bir kıbleye yönelteceğiz. Hadi, yüzünü Mescid-i Harâm&#;a çevir. Siz de Nerede bulunursanız bulunun, yüzlerinizi o tarafa döndürün. Kendilerine kitap verilenler de bilirler ki bu, Rablerinden gelmiştir, yerindedir, gerçektir ve Allah, onların yaptıklarından gafil değildir. 19[19] [19] Kıble, ibadette dönülen cihete ve mabede denir. Müslümanlıkta ilk kıble, Kudüs&#;tü. Hicretten on altı ay sonra Kâ&#;be, kıble oldu ve bir öğle namazında bu emir vahyedildi. Namaz kılınan yere bir mescit yapılmış ve bu yüzden o mescide iki kıble mescidi anlamına gelen "Mescid-ül-Kıbleteyn" denmiştir Andolsun ki sen, kendilerine kitap indirilmiş olanlara bütün delilleri getirsen gene de senin kıblene uymazlar. Sen de onların kıblesine uymazsın. Zâten onların bir kısmı da bir kısmının kıblesine uymaz. Bunu iyice bildikten sonra artık tutar, onların dileklerine uyarsan şüphe yok ki zâlimlerden olursun Kendilerine kitap indirdiğimiz kimseler, Peygamberi, oğullarını tanır gibi tanırlar. Tanırlar ama gene de içlerinden bir kısmı bile-bile gerçeği gizler Gerçek, Rabbindendir. Artık sakın şüpheye düşenlerden olma.

22 Herkesin yöneldiği bir yer var, oraya döner. Siz de hep hayırlara yönelin, hayır yolunda yarışın. Nerede olursanız olun, Allah sizi toplar, birleştirir. Şüphe yok ki Allah&#;ın her şeye gücü yeter Nerede bulunursan bulun, hemen yüzünü Mescid-i Harâm&#;a doğru çevir. Bu emir şüphesiz gerçektir, Rabbindendir ve Allah yaptığınız şeylerden gafil değildir Nerede bulunursan bulun, yüzünü Mescid-i Harâm&#;a çevir. Nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa çevirin de insanlar, aleyhinizde bir itirazda bulunamasınlar, ama haksızlık edenler ve zulümde bulunanlar başka. Siz korkmayın onlardan, benden korkun da hem size verdiğim nîmetimi tamamlayayım, hem de bu sûretle hidâyete erişin Nasıl ki içinizden size bir Peygamber gönderdik. Size âyetlerimizi okumada, ahlâkınızı temiz bir hale koymada. Size kitap ve hikmet öğretmede ve bilmediğiniz şeyler hakkında size malûmat verip sizi bilgi sahibi etmede Artık siz de anın beni, anın da ben de anayım sizi. Nankörlüğü bırakın da şükredin bana Ey inananlar, sabretmek ve namaz kılmakla Allah&#;tan yardım dileyin. Şüphesiz ki Allah, sabredenlerledir Allah yolunda öldürülenlere de ölü demeyin. Onlar diridir ama siz anlamazsınız Andolsun ki mutlaka sizi birazcık korkuyla, açlıkla, mal, can ve meyve noksanıyla sınayacağız. Müjdele sabredenleri O sabredenleri ki onlar, bir musîbete uğradılar mı biz Allah&#;ınız, gene de gerisin geriye ona döneceğiz derler Öyle kimselerdir onlar ki Rablerinden yarlıganma ve rahmet onlara. Onlardır doğru yolu bulanlar Şüphe yok ki Safâ ve Merve, Allah alâmetlerindendir. Artık kim hac veya umre etmek için Kâ&#;be&#;yi tavaf edip Safâ ve Merve arasında koşarsa suçsuzdur. Kim gönlünden koparak hayır işlerse şüphe yok ki Allah, ona mükâfatta bulunur ve her şeyi de bilir. 20[20] [20] Safâ, düz taş anlamına gelir. Toz toprak gibi başka bir madde ile karışmamış taşa da derler. Merve de yumuşak bir hale gelmiş katı taşa denir. Hac, lügatte, tekrarlamak niyetiyle bir şeyi kastetmektir. Şeriatta, malla ve bedenle yapılan bir ibadettir. Yol eminse ergenlik çağına gelen Müslüman, hasta değilse, ailesinin geçimi yerindeyse ve kendisi zenginse ömründe bir kere Mekke&#;de muayyen töreni yapmak zorundadır. Safâ ve Merve, Mekke civarında iki tepedir. Câhiliyye devrinde Safâ&#;da Üsâf, Merve&#;de Nâile denen iki put vardı. Müslümanlıktan önceki Hac töreninde Müşrikler Safâ ile Merve arasında sa&#;y yaparlarken, yani yedi kere gidip gelirlerken bu iki puta ellerini, yüzlerini sürerlerdi. Hac törenini, ekonomik bir zaruret olarak teşri eden ve sa&#;y geleneğini de bırakan Müslümanlık, Safâ ile Merve&#;den bu putları kaldırmıştır.

23 İndirdiğimiz apaçık delilleri, bildirdiğimiz dosdoğru yolu, insanlara Kur&#;ân&#;da tamamıyla anlattıktan sonra bunu gizleyenlere gelince: Allah da onlara lânet eder, lânet edenler de Ancak içlerinden tövbe edenler, hallerini düzeltenler ve doğruyu söyleyenler müstesna. Onların tövbesini kabul ederim. Ben tövbeleri kabul eden rahîmim Kâfir olup küfründe ısrar ederek bu halle can verenler yok mu! Allah&#;ın lâneti de onlara, meleklerin lâneti de, bütün insanların lâneti de Ebedî olarak lânette kalırlar. Ne azapları hafifletilir, ne yüzlerine bakılır Allah&#;ınız, bir Allah&#;tır ondan başka tapacak yok, rahman ve rahîm odur Göklerin ve yeryüzünün yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara fayda vermek üzere denizde yürüyüp giden gemide, Allah&#;ın, gökten yağmur yağdırarak yeryüzünü, ölümünden sonra diriltmesinde, sonra da yeryüzüne, yürüyen hayvanları yaymasında, yelleri dilediği gibi estirip değiştirmesinde, gökle yer arasında emrine münkad olan bulutta, şüphe yok ki aklı erenler için varlığına, birliğine deliller var İnsanların bir kısmı Allah&#;tan başka ona birtakım eşitler edinirler de onları, Allah&#;ı sever gibi severler. İnananlarsa, Allah&#;ı onlardan daha kuvvetli bir sevgiyle severler. Zulmedenler, bir görselerdi ki azâba düşecekleri vakit bütün kuvvet, ancak ve ancak Allah&#;ındır ve Allah, çok şiddetli azâp eder O vakit kendilerine uyulanlar, azâbı görerek kendilerine uyanlardan kaçınır, uzaklaşırlar, aralarındaki vesile ve sebepler de tamamıyla kesilir gider Onlara uyanlar da muhakkak derler ki: Keşke bir kere daha dünyaya dönseydik de onlar bizden nasıl kaçındıysa biz de onlardan kaçınsaydık, çekinseydik. İşte Allah, onlara yaptıkları işleri, üstlerine çöken bir hasretten ibaret olarak gösterir. Onlar, ateşten dışarı çıkamazlar Ey insanlar, yeryüzünde helâl ve temiz olan şeyleri yiyin. Şeytan&#;ın izini izlemeyin. Şüphe yok ki o, size apaçık bir düşmandır O, size ancak ve ancak çirkin ve kötü şeyler buyurur, Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder Onlara, Allah neyi indirdiyse ona uyun dendi mi dediler ki: Hayır, biz atalarımız neye uyduysa ona uyarız. İyi ama atalarınızın aklı bir şeye ermiyorsa ve doğru yolu bulmadılarsa ne olacak? Kâfirler, hiçbir şey duyup dinlemeden, anlamadan bağırıp çağıran kimseye benzerler. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, akıl da edemez onlar Ey inananlar, size rızık olarak verdiğimiz temiz şeyleri yiyin ve ancak ona tapıyorsanız karşılık olarak şükredin Söz budur ancak. O, size ölü hayvan etini, kanı, domuz etini, Allah&#;tan başkası için kesilen hayvanı haram etmiştir. Fakat zorda kalan, başkasının hakkına el uzatmamak ve zaruret miktarını da aşmamak üzere yerse günah etmiş olmaz. Çünkü Allah, suçları örten rahîmdir. 21[21]

24 [21] Ölü eti, Mûsâ dininde de haramdır (Lâvililer, 7, 24), kan (26, 27) ve domuz da öyle (11, 7) O kimseler ki Allah&#;ın indirdiği kitaptan bir emri, bir hükmü gizlerler de buna karşılık değersiz bir miktar para alırlar, işte muhakkak onlardır ateş yiyenler. Karınlarında ateşten başka bir şey yoktur. Allah kıyamet gününde onlarla ne konuşur, ne de onları temizler. Onlara ancak elemli bir azap var Onlardır sapıklığı doğru yola, azâbı yarlıganmaya karşılık olarak satın alanlar; ateşe ne de sabırlı kimselerdir ya Bu, haksız da değildir. Çünkü Allah, kitabı şüphe yok ki hak olarak, doğruyu söylemek için indirdi. Allah kitabında ihtilafa düşenler, elbette haktan uzak bir ayrılıktadırlar Yüzlerinizi doğuya, batıya çevirip durmanız, hayır sayılmaz ki. Hayır ve taat sahipleri, Allah&#;a, son güne, meleklere, kitaba, peygamberlere inanan, Allah sevgisiyle yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, isteyenlere ve esirlere mal veren, namaz kılan, zekât veren, ahdettikleri zaman ahitlerine vefa eden, sıkıntı ve şiddet vakitlerinde sabreden kişilerdir. Onlardır sözleri doğru olanlar, onlardır sakınanlar Ey inananlar, öldürülenler hakkında size kısas farz edilmiştir: Hüre karşılık hür, kula karşılık kul, kadına karşılık kadın. Fakat öldüren, kardeşinden azıcık bir affa nail olursa o zaman kısas kalkar; öldürülenin velîsinin, akla ve örfe uygun olarak iyiliğe uyması, öldürenin de, öldürdüğü kişinin velîsine güzellikle bir şey vermesi kalır. Bu, Rabbinizden hükmü hafifletmedir, rahmettir. Bundan sonra da gene zulme kalkan ve aşırı giden olursa artık ona elemli bir azap var Ey aklı erenler, özü sözü temiz kimseler, korunmanız, sakınmanız için kısasta size hayat var Biriniz ölürken kendisinden sonra bir hayır bırakacaksa anasına, babasına ve yakınlarına, örfe uyarak vasiyette bulunmalı. Bu, sakınanlara bir haktır, bir borçtur Vasiyeti duyduktan sonra değiştiren olursa şüphe yok ki bu işin vebali, ancak değiştirenedir. Muhakkak ki Allah, her şeyi duyar ve bilir Vasiyet edenin yanılmasından, suç işlemesinden ürküp aralarını bulana suç yok. Şüphe yok ki Allah, suçları örter, rahîmdir Ey inananlar, kötülüklerden, şüpheli şeylerden korunmanız için oruç, sizden öncekilere farz edildiği gibi size de farz edilmiştir[22] [22] Oruç herhangi bir şeyden nefsi çekmektir. Şeriatta muayyen bir zaman içinde nefsi, yemekten içmekten, cimâdan menetmektir. Oruç Musevilerle Hıristiyanlarda da vardır Oruç, sayılı günlerdedir. İçinizden biri hastalanır, yahut yolda bulunursa orucunu yer, sonra başka günlerde, o yediği gün sayısınca oruç tutar. Kime oruç

25 zor gelirse her gün için bir yoksulu doyurur. Hayır için verdiği şeyi çoğaltırsa bu da kendi hayrına. Fakat bilseniz oruç tutmanız, sizin için daha hayırlıdır[23] [23] Oruç tutmaya kudreti varken yiyen kişinin her gün bir yoksulu doyurması, bir rivâyete göre neshedilmiştir. Bunu kabul edenlere göre bu âyetin hükmünü kaldıran âyet, bu sûrenin âyetidir ve o âyette yalnız hasta olanın, yahut seferde bulunanın orucunu yiyebileceği bildirilmiştir. Bu, İbn-i Abbas,ın sözüdür. Hasen ve Atâ&#;ya göre bu hüküm, kaldırılmamıştır. Yüklü kadına, çocuk emzirene, çok yaşlı kişiye racidir, ancak ilk ikisine şümulü, sonradan neshedilmiştir. Bazılarına göreyse "Yutıykuunehu" sözünde, bir "la" takdir edilmiştir ve oruç tutmaya gücü yetmeyenler anlamına gelir. Fakat bu söz, ayetteki, "Bilseniz oruç tutmanız, sizin için daha hayırdır" sözüne aykırı olduğu için kuvvetli sayılamaz. İmam Ca&#;fer-üs-Sadık (a.s)&#;a göre çok yaşlı, susuzluk illetine tutulmuş, yahut bunlara benzer kişilere aittir. Gene aynı hazretten, ramazan ayında hastalanıp orucunu yiyen kişi iyileşir, fakat öbür ramazan ayına kadar yediği günleri kaza etmezse bu kişi, ramazan geçince yediği oruçları kaza etmekle beraber her gün de bir yoksulu doyurur (Mecma&#;ül-Beyan, 1, ) Ramazan ayı, bir aydır ki insanlara doğruyu bildiren, doğruluğa ait apaçık delillerden ibaret olan, hakla bâtılı ayırt eden Kur&#;ân, bu ayda indirildi. Sizden kim, bu aya erişirse orucunu tutsun. Hasta olan ve yolcu bulunan, hastalığında, yolculuğunda orucunu yer, sonra yediği günler kadar tutar. Allah sizin için kolaylık diler, güçlük değil. Bu da sayıyı tamamlamanız, Allah&#;ın size doğru yolu göstermesine karşılık onu ululamanız içindir, böylece de ona şükretmiş olabilirsiniz Kullarım, sana beni sorarlarsa bilsinler ki ben, muhakkak onlara pek yakınım. Beni çağıran, bana dua eden kişiye çağırdığı, dua ettiği anda icabet ederim. Artık onlar da benim çağırmama koşsunlar, bana inansınlar da doğru yolu bulsunlar Oruçlu olduğunuz günün gecesinde kadınlarınızla buluşmanız, size helâl edilmiştir. Onlar sizin için elbisedir, siz onlar için elbisesiniz. Allah bildi ki nefsinizi yenemeyecek, sabredemeyecek, bir iştir, işleyeceksiniz, bu yüzden tövbenizi kabul etti, sizi bağışladı. Gayri onlarla buluşun ve Allah&#;ın size yazdığını dileyin. Fecir doğup da aydınlığıyla kara iplik, sizce beyaz iplikten ayırt edilinceye dek yiyin, için. Sonra orucu ertesi geceye kadar tamam olarak tutun. Fakat mescitlerde ibadet için niyetlendiniz, oturdunuz kaldınız mı kadınlarınıza dokunmayın. İşte bunlar, Allah sınırlarıdır, yaklaşmayın o sınırlara. İnsanlar, sakınıp korunsunlar diye Allah, delillerini bu sûretle apaçık bildirir Mallarınızı aranızda boş yere yemeyin. İnsanların bir kısım mallarını da günah ederek yemek için bile-bile hâkimlere mal vermeyin.

Daha göster

Dünya Bizim Kültür Portalı

Meal yazarlarının çoğunun hiç belagat bilmediğini söyleyebiliriz.[1] Belagata hâkim olmak, Arap edebiyatında ihtisaslaşmanın sonunda kazanılan bir melekedir. Uzun süreli gayretin ürünüdür. Belagat bilmeyenlerin ortaya koydukları eserler hastalıklarla malüldür; okuyucuya da okuma zorluğu çektirmektedirler. Zaten doğru anlamlar verilmediği için meallerin çoğundan hiçbir şey anlaşılmamaktadır. İddiamızı ispat sadedinde herkesin bildiği bir sureden; Fil Suresi’nden örnek vermekte yarar görüyoruz. Malum, Fil Suresi’nin son ayetinde teşbih edatı vardır. Şayet bu edata anlam verilmez ise ortaya farklı anlamlar çıkabilir. İlk müfessirlerin tamamı ayetteki teşbih edatına anlam vermişlerdir.[2] Konunun iyi anlaşılması için önce ayeti hatırlayalım: “فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَأْكُولٍ” “Ve böylece (Allah) onları, (kurtlar, böcekler tarafından) yenilmiş ekin yaprakları gibi (delik deşik) yaptı.”[3] Surenin sonunda, Kâbe’ye saldıran Ebrehe’nin ordusunun akıbeti anlatılmaktadır. Teşbih edatını yok sayan meal yazarları başta Kur’an yolu mealcileri olmak üzere ayete şu anlamı vermişlerdir: “Böylece Allah onları yenilip çiğnenmiş ekine çevirdi.” Kur’an Yolu meal yazarları hatalarını tefsirlerindeki meallerinde de düzeltmemişlerdir.[4] Teşbih edatının anlamının verilmediği bu meal, reankarnasyon çağrışımı yapmaktadır. Diyanetin bu mealine; Abdülbaki Gölpınarlı, Ali Fikri Yavuz, Ahmet Tekin, Besim Atalay, İzmirli İsmail Hakkı, İlyas Yorulmaz, Mahmut Kısa, Mustafa Çavdar, Süleymaniye Vakfı Meali, Ümit Şimşek, Hüseyin Atay, Yaşar Nuri Öztürk ve Mustafa Öztürk’ün çalışmaları da eklenebilir. Bu saydığımız mealler de teşbih edatına anlam vermemişlerdir. Muhammed Esed’in meali ise sanki kelimeleri buharlaştırmıştır: “Ve onları yalnız sap dipleri kalasıya yenmiş bir ekin tarlasına benzettiler.” Bu izah klasik kaynaklardan oldukça kopuktur. Süleymaniye Vakfı meali de edattan yoksun bir anlam yüklemiş ve anlam garip hâle gelmiştir: “Sonunda Rabbin onları içleri yenmiş bitki kabuklarına çevirmişti.” Abdülbaki Gölpınarlı’nın mealinde ayetin metninden ne var acaba? “Onlar da içi boş ekin saplarına, kırılıp ezilmiş samanlara döndüler.” Bu meal yazarlarına teşbih edatını kaldırtan neden nedir? Sorusunu sormak gerekir. Elbette edatın kalkmasıyla beliğ teşbih ortaya çıkar ama durum böyle bir teşbihe müsait değildir, çünkü edat metinde gözükmektedir.

Fil Suresi’ne gelmişken burada 4. ayete verilen meallerden de bazı örnekler vereceğiz. Bir lafız nasıl bu kadar anlaşılmaz hâle getirilir bunu örnekleriyle ortaya koymak istiyoruz. Önce lafza bir bakalım: “تَرْم۪يهِمْ بِحِجَارَةٍ مِنْ سِجّ۪يلٍۖ” Bu ayete anlam verirken “سِجّ۪يلٍۖ” “siccil” kelimesine verilen anlamları tercihteki sıkıntı ayeti anlaşılmaz hâle getirmiştir. Ahmet Tekin’in verdiği meali bir düşünelim: “Kuşlar, onlara, belirlenmiş cezanın infazı için balçıktan dökülerek pişirilmiş taş mermiler atıyorlardı.” Böyle bir meal lafızla ne kadar bağlantılı ve okuyucu gerçekten manayı anlar mı? Faruk Beşer ise; “Hani balçıktan taşlar atıyorlardı onlara” manasını vermiştir. Meal veren Faruk Beşer Hoca böyle bir cümleyi Türkçe’de kullanmakta mıdır? İzmirli İsmail Hakkı’nın mealini anlamak oldukça zordur: “Ki onlara tuğladan yapılmış taşlar atmışlardı.” Diyanet Vakıf meali anlaşılması aklı zorlayan bir anlam yüklemiştir: “O kuşlar, onların üzerlerine pişkin tuğladan yapılmış taşlar atıyordu.” “Pişkin tuğladan yapılmış taş” ne demekse? Mustafa Öztürk’ün meali: “Onların üzerine pişmiş çamurdan taşlar atan kuş sürüleri göndermedi mi?!” şeklindedir. Milletin aklıyla alay eden Yaşar Nuri Öztürk’ün meali ise evlere şenlik: “Atıyorlardı onlara kurumuş çamurdan damgalı taş.” Akıl çalıştırılarak yazılan (!) parantezsiz bir meal ki hazırlayan kişi sağlığında bu mealle övünmüş ve diğerlerini tezyif etmiştir.[5]

Muhammed Esed ise okuyucularının Batılılar olması hasebiyle “Ebabil”i uçan varlıklar diye çevirdi ve bu ayete de şöyle ilginç bir anlam takdir etti: “Onlara önceden tesbit edilmiş taş gibi sert azap darbeleri vurdular.” Batılı insana dini kabul ettirebilmek için bu kadar zorlamaya ve metnin anlamını yok etmeye gerek mi vardı acaba? Mustafa İslamoğlu ise Esed’i taklit ederken bir önceki ayete şu meali vermiştir: “Onların üzerine katar katar bilinmeyen nitelikte uçan taşıyıcı varlıklar saldı.” Verilen mana, ufoları çağrıştırmaktadır. Mealin evveli böyle olunca ahiri de şöyle olacaktır: “Onlara taş kesilmiş balçık türü tanımlanamayan (şeyler) atıyorlardı.” Esed’in ilk okuyucuları rasyonel düşünen Batılılar, İslamoğlu’nun okuyucuları ise Türkiyeli Müslümanlar’dır. Bir meali bu kadar anlaşılmaz duruma getirmeye ne gerek vardı? Elmalılı Muhammed Hamdi’nin üzerinden aslında doğruyu yakalamak mümkündür. Onun verdiği meali paylaşalım: “Atıyorlardı onlara «siccil» den taşlar.” Ayetteki “siccil” kelimesinin sözlük anlamlarını toplayarak anlaşılmaz bir mana yerine, Taberi’deki mana üzerinden gidilebilirdi. Taberi, “siccil”i yakın gök diye nakletmiştir.[6] Taberi’den önce vefat eden İbni Vehb (ö.h: ), Hud Suresi’nin ayetinde geçen “siccil”e dünya seması, manası vermiştir.[7] Bu anlamlardan hareket ederek; “Kuşlar (Allah’ın izni ile) gökten taş yağdırıyorlardı” gibi anlaşılır bir anlam verilebilirdi. Bu ifade kültürümüzdeki “Başımıza taş yağacak” özdeyişine de uygundur. Yukarıda Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır mealinin aslından aldığımız anlamda belki de bu belirttiğimiz; “dünya seması” kastedilmiş olabilir. İlköğretim ve ortaöğretimdeki öğrenciler böyle dolambaçlı ve anlaşılmaz mealler yüzünden dini anlamakta zorlanmaktadırlar. Çocuklar bazen meali ezberlerken güçlük çekmektedirler. Ağır olan din dili mealler sayesinde daha da anlaşılmaz hâle getirilmektedir. Dilden doğan güçlük, dine karşı soğukluk doğurmaktadır. Meal hazırlayanlar biraz da bu tarafı düşünselerdi güzel olurdu.

Konu mufassal surelerden açılmışken Mesed Suresi’nden de örnek vermekte yarar görüyoruz. Yeri olmadığı için surenin arka plânı ve nüzul ortamına detaylı girmeyeceğiz. Sure Mekke’de nazil olmuştur. Konusu ise Ebu Lehep ve karısının Hz. Peygamber’e yaptıkları düşmanlıklardır. Resulullah’a; “En yakın akrabalarını (eğer iman etmeyecek olurlarsa başlarına gelecek dünyevi ve uhrevi cezalar nedeniyle) uyar”[8] ayeti gelince, Hz. Peygamber (s.a.v.), Kureyş’i Safa Tepesi’ne topladı ve onları Allah Teâlâ’ya imana davet etti. Ahireti hatırlattı. Ebu Leheb bu duruma kızdı ve “Bizi bunun için mi topladın! Tebben leke” dedi.[9] Arapça’da “tebben leke” demek; “kahrolasıca, helak olasıca, geberesice” anlamlarına gelir. “Sürekli hüsrana uğrama” anlamları da vardır. “Her türlü hayırdan mahrumiyet” manası da vardır.[10] Surenin girişinde Ebu Leheb’in, Hz. Peygamber’e yaptığı bedduaya cevap verilmiştir. Allah Teâlâ’nın, Ebu Leheb’e yaptığı bedduadır.[11] Allah Teâlâ’dan Ebû Leheb’e bir ilençtir. Meallerde, bedduanın anlama yansıması gerekir. Diyanet meali başta olmak üzere mealcilerin çoğunun tercih ettiği; “Ebû Leheb’in elleri kurusun. Zaten kurudu.” Veya “İki eli de kurusun, kurudu da” gibi çevirilerden bir şey anlaşılmamaktadır. Çeviri o kadar yüzeysel ki “iki el” demeyi bile mealciler ihmal etmemişlerdir.

Ebu Leheb’in Bedir Savaşı’nın neticesini öğrenince kahrından öldüğünü düşünecek olursak, henüz elleri de hemen kurumamıştır! Kur’an diline vakıf olanlar iyi bilirler ki bazen mazi sigasıyla gelecek kastedilir. Burada da bu durum vardır. Buna göre çeviri yaparken; “(Asıl) Ebu Leheb kahrolsun, zaten yakında da kahrolacaktır.” Şeklinde bir anlam takdir edilmelidir. Taberî’deki; “Allah seni kahretsin zaten kahredecektir”[12] manasının meal için uygun olduğu kanaatindeyiz. Durum böyleyken Muhammed Hamdi Yazır’ın mealindeki; “Yuh oldu iki eli Ebu Leheb’in, kendi de yuh” çevirisini nasıl anlamak gerekir? Doğru bir anlam vermek mümkün mü? Bu meal nasıl garip ise Bayraktar Bayraklı’nın “Ebû Leheb'in sosyal gücü de kahrolsun, kendisi de kahrolsun!” çevirisi de oldukça moderndir. Hermenötik kokmaktadır. Ayetteki deyimle çevirinin bir ilgisi yoktur. Hz. Peygamber’in sosyal gücüne hakaret ettiği için ilahi bedduayı böyle mi aldı demeliyiz? Meallerdeki gariplikler yazmakla bitmez. Bunun nedeni hazırlayan şahısların her ayet üzerinde yoruluncaya kadar çalışmamalarıdır. Türkçe çevirideki garipliğe bir de köksüzlük eklenince durum vahimleşmektedir.

Belki deyimler ile ilgili hatalarda ele almak gerekirdi ama aynı surede olunca burada vermekte yarar görüyoruz. Ebu Leheb’in karısı ki bizim meallerimize göre cehenneme odun taşımaktadır. Biraz musavver olarak zihin jimnastiği yaparsak meseleyi daha iyi anlarız. Cehennemde ateşte odun taşımak gibi garip bir mana düşünmek zorunda bırakılıyoruz. Ayeti hatırlayalım: “وَامْرَاَتُهُۜ حَمَّالَةَ الْحَطَبِۚ” Bizim araştırmamıza göre şöyle bir anlam verilebilirdi: “Kovuculuk yapan; laf taşıyan karısı da (cehenneme Ebu Leheb ile beraber girecektir.)” Çünkü ilk müfessirlerden ve İbni Abbas’ın öğrencisi olan Mücahid (ö.h: ) “حَمَّالَةَ الْحَطَبِۚ” ifadesine; “kovuculuk yapmak, laf taşımak” anlamı vermiştir.[13] Aynı kanaate sahip olan başka müfessirler de vardır.[14] Ebu Leheb’in karısı Ümmü Cemil, Hz. Peygamber’in yollarına dikenler döşeyerek ona acı vermek ve işkence yapmak isterdi. Belki de ayette bu yönüyle bir telmih vardır. Buna göre ise şu meal uygun olabilir: “(Peygamber’in yolllarına işkence için) dikenler döşeyen karısı da cehennemi boylayacaktır.” Tefsir kitaplarımızdaki malumat böyle bir meal vermeye uygundur.[15] Hâl böyleyken; “Karısı da! Odun hamalı olarak!”, “Ateşine odun taşıyıcı hanımı da yanında olacak.”, “Karısı da odun hamallığı yapacak” türünden verilen mealler hiç de vakıaya ve edebi üsluba uygun değildirler. Diyanet gibi bir kurumun meallerinden birindeki şu ifadeleri Türkçe bakımından insaf ehlinin hakemliğine arz ediyoruz: “Boynunda bükülmüş hurma liflerinden bir ip olduğu hâlde sırtında odun taşıyarak karısı da (o ateşe girecektir).” İlginç bir çeviri değil mi? Boynundaki ipten kasıt acaba bir telmih olamaz mı? Meal yazarı bu telmihe atıfta bile bulunmamıştır. En son çıkan meallerin öncekilerin hatalarını düzeltmeleri gerekirken Faruk Beşer’in meali şöyledir: “Yakında o alevli bir ataşe yaslanacak. Karısı da öyle, hem de odun taşır hâlde.” Görüldüğü üzere önceki meal hataları düzeltilmemiş, bilakis tekrarlanmıştır. “Aleve yaslanmak” anlamı ise oldukça ilginç sayılır. Meale bu kadar lafızcı yaklaşılması, deyim ve belagatten kopuklukla alakalıdır. 

Mecaz konusuyla ilgili yapılan hatalı meal örneklerini Tevbe Suresi’nden vermek istiyoruz. Örnek ayetimiz Tevbe Suresi’nin ayetidir. Bazı müfessirler ise bu ayette “müşâkele”nin[16] olduğunu söylemişlerdir. Ayet metin ve meal olarak şöyledir: “اَلْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ بَعْضُهُمْ مِنْ بَعْضٍۢ يَأْمُرُونَ بِالْمُنْكَرِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ وَيَقْبِضُونَ اَيْدِيَهُمْۜ نَسُوا اللّٰهَ فَنَسِيَهُمْۜ اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ هُمُ الْفَاسِقُونَ” “Erkek de olsa, kadın da olsa bütün münafıklar, birbirlerin(in velileri; idarecileri, vekilleri, dostları, yardımcıları ve koruyucularıdırlar. Çünkü kişiliklerini oluşturan kaynak, aynıdır. Karakterleri, huyları, ruh yapıları birbirlerine çok benzer. Hele şu temel vasıflar, onların en belirgin özelliklerin)dendir: Kötülükleri emrederler, iyilikleri yasaklarlar ve olabildiğince cimridirler. (Hayatlarında Kur’an’a yer vermeyerek) Allah’ı unuttular, Allah da onları (dünyada) kendi hallerine terk etti. Gerçekten de münafıklar (kötülük ve ahlâksızlığı hayat tarzı edinmiş) fasıkların ta kendileridir.”[17] Biz, kendi müktesebatımız ve kaynaklardan aldığımız yardımla böyle bir meal tercih ettik. Halkımıza meal hazırlayan zevat ise ayetteki “نَسِيَ” fiiline ilk akla gelen anlamı yüklemişler ve “unutmak” diye çeviri yapmışlardır. Aynı anlamı ayete yükleyince “Allah unuttu” şeklinde bir meal ortaya çıkmıştır. Allah’ın unutacağına inanan birisi günah işlemekte sakınca görmez. Ayrıca Allah’a “unutkanlık” vermenin itikadi bir tehlike olduğunu görememişlerdir. Hâlbuki ilk tefsir çalışmalarına ve dil tefsirlerine baksalardı bu kelimenin mecazî anlamda kullanıldığını bilirler ve böyle büyük bir yanlışa düşmezlerdi.  Önce Allah’a “unutkanlık” atfeden bozuk anlamlı mealleri verelim. Bunlar; Ahmet Akgül, Abdulbaki Gölpınarlı, Ahmet Tekin, Ahmet Varol, Ali Bulaç, Ali Fikri Yavuz, Besim Atalay, Diyanetin eski, yeni ve vakıf mealleri, Bayraktar Bayraklı, Erhan Aktaş, Faruk Beşer, İsmail Hakkı İzmirli, Kadri Çelik, Muhammed Hamdi Yazır, Mehmet Akif Ersoy, Ömer Nasuhi Bilmen, Süleyman Ateş, Şaban Piriş, Yaşar Nuri Öztürk, Ahmet Didin, Mahmut Toptaş, Hasan Tahsin Feyizli, Muhammed Hamidullah’ın mealinin çevirisi, Salih Akdemir, Tuncer Namlı ve Orhan Çeker’dir. Bunlara ek olarak bazı mealler ise önce unutmak anlamını verip sonradan mecazî anlamı parantez içerisinde kullanmışlardır. Hasan Basri Çantay, Mahmut Kısa ve Hayrat Neşriyat mealleri bunlardandır.[18] Muhammed Esed; “gözden çıkarmak” anlamı verirken, birçok yerde onun kelimelerini eş anlamlılarıyla değiştiren Mustafa İslamoğlu ise “hatırlamaya değer bulmamak” manasını vermişlerdir. Aynı kelimeye klasik müfessirlerimiz; zikrini hatırlamaktan mahrum etmek,[19] dünyada kendi hallerine bırakmak,[20] tevfik ve hidayetini terk etmek,[21] lütuf ve rahmetini kesmek,[22] lütuf ve fazlından men,[23] anlamlarını vermişlerdir.  Bu ayetin yorumuyla ilgili en doyurucu açıklamayı müfessir Alauddin Ali b. Muhammed el-Hazin (ö: /) yapmış ve şöyle demiştir: “Bu ayetteki unutmayı hakiki anlamına hamletmek imkânsızdır. Allah Teâlâ hakkında nisyan (unutmak) muhaldir. Nisyan, zikrin karşıtıdır. Münafıklar Allah’ı unutunca O da onları lütfundan mahrum etti, demektir.[24]” Burada hatırlatmak istediğimiz, meal yazarlarımızın klasik kaynaklardan kopuk çalışmalarının, belagat ilmini ya bilmemekten veya göz ardı etmekten ya da işlerini ciddiye almamaktan dolayı ortaya çıkan sonucun vahametini ortaya koymaktır. Bu yazarlardan bir kısmının çok kıymetli tefsirleri vardır. Orada bu hatalarını telafi etmiş olabilirler. Unutmayalım ki her meal bir tefsirdir. Doğru anlamların meallere de yansıtılması elzemdir. Meselenin açıklığa kavuşması için sadece bu iki örnekle yetiniyoruz. Hâlbuki meallerde onlarca örnek vardır.

İstiare konusunda yapılan öyle bir hata var ki insanı cidden düşündürmektedir. Bu hata Rahman Suresi’nin ayetinde yapılmıştır. Bu ayette Yüce Allah cennet ehli olan hanımları anlatmaktadır. Onların temizliğine ve iffetli oluşlarına atıf vardır. Ayet şöyledir: “لَمْ يَطْمِثْهُنَّ اِنْسٌ قَبْلَهُمْ وَلَا جَٓانٌّۚ” bu ayetin olması gereken meali şöyledir: “O hanımlar ki daha önce ne bir insan eli değmiştir onlara, ne de bir cin.”[25] Çünkü Allah, cennet kadınlarını, oraya lâyık üstün özelliklerle yaratmış ve tertemiz, taptaze olarak eşlerine hazırlamıştır. Onlara ne insan ne cin, hiçbir kimsenin eli bile değmemiştir. “يَطْمِثْهُنَّ” şeklindeki bu muzari fiilin kökü olan “tamese”, bakireliğin yok olması, hayız ve âdet kanı anlamlarına gelir. İstiare olarak şu ifade Araplar arasında yaygındır: “Mâ tamise hâzihirravdate ehadün kablenâ. (Daha önce bu bahçeye bizden önce kimse dokunmadı.)”[26] Zaten aynı surenin ayetinde bu hanımlar Ümmü Seleme annemizin bir sorusu üzerine tarif edilirken Resulullah(s.a.v.), şu cevabı vermiştir: “Ahlâken çok hayırlılar ve yüzleri de çok güzeldirler.”[27] Burada gördüğümüz; dinimizin cinsel konuları anlatırken sanatlı bir dil kullanması ve edebi her zaman gözetmesidir. Huriler cennette yaratıldıklarından dolayı, ayette onlara kimsenin dokunmadığı, tertemiz oluşları vurgulanmıştır.[28] Bu da bir görüştür. Konuyla ilgili onlarca örnek bulmak mümkündür. Klasik tefsir kaynaklarımız yeterince kelimeye açıklık getirmişlerdir. Durum böyleyken bu ayete Yaşar Nuri Öztürk şu anlamı vermiştir: “Daha önce onları ne cin kirletmiştir ne de insan.” Yaşar Nuri Öztürk’e rahmet okutacak bir meali ise tefsir hocası Süleyman Ateş vermiştir ki ilginç meali şöyledir: “Bunlardan önce onları ne insan ne de cin kanatmamıştır.” Meal, sanatları gözetmeden sadece kelime anlamı üzerinden verilmiştir. Verilen meal, özellikle hanım okuyucuları irite etmektedir. Aile ortamında ve öğrenci gruplarında ise insanların yüzlerini kızartmaktadır. Aynı hatanın Süleyman Ateş tarafından mealinin yeni baskılarında düzeltilmemesi ise ilginçtir. Bazen insanlar hatalarını düzeltmeyecek kadar akademik hiyerarşide katı tutum sergilerler. Böyle olunca da doğruyu bulmak zorlaşır.

Dr. Mehmet SÜRMELİ

Yorumunuz Onaylanmak Üzere Gönderildi

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır