evrim ağacı sözler köşkü / Evrim Ağacı'nın İmdadına Sözler Köşkü'nün Yetişmesi! - Podcast - ekşi up

Evrim Ağacı Sözler Köşkü

evrim ağacı sözler köşkü

Sözler Köşkünün yayınladığı video ile ilgili ne düşünüyorsunuz verdikleri kanıtları çürütebilir misiniz?

Sorulara Dön
Anonim

AnonimÜye

Konuları tek tek incelerseniz çok memnun olurum

1, görüntülenme

Cevap Ver

  • Soruyu Takip Et
  • Raporla
  • Mantık Hatası Bildir

zaten evrim ağacı video çekti bence çok iyiydi izlemelisin. hem bence sözler köşkü dini bir kanal evrimi bu kadar yıllardır çürütmeye çelışıyorlar fakat yerine koyacak çok daha iyi teorileri yok evrşmden sonra en yaygınlarından biri olan yatatılış teorisin temel kaynağı tanrı bile daha kanıtlanamdı o yüzden evrimi çürütmeye çalışmak yerine evrimin açıklayamadığı şeyleri açıklmaya çalışmalıyız.

bu arada videonun linki

seafoodplus.info?v=X-YANedWrVc&t=s

evrim ağacı yine yok etti

görüntülenme

  • Raporla
  • Mantık Hatası Bildir

Daha Fazla Cevap Göster

Cevap Ver

Evrim Ağacı Soru & Cevap Platformu, Türkiye'deki bilimseverler tarafından kolektif ve öz denetime dayalı bir şekilde sürdürülen, özgür bir ortamdır. Evrim Ağacı tarafından yayınlanan makalelerin aksine, bu platforma girilen soru ve cevapların içeriği veya gerçek/doğru olup olmadıkları Evrim Ağacı yönetimi tarafından denetlenmemektedir. Evrim Ağacı, bu platformda yayınlanan cevapları herhangi bir şekilde desteklememekte veya doğruluğunu garanti etmemektedir. Doğru olmadığını düşündüğünüz cevapları, size sunulan denetim araçlarıyla işaretleyebilir, daha doğru olan cevapları kaynaklarıyla girebilir ve oylama araçlarıyla platformun daha güvenilir bir ortama evrimleşmesine katkı sağlayabilirsiniz.

Sorulara Dön

Evrim Ağacı'na Destek Ol

Evrim Ağacı'nın % okur destekli bir bilim platformu olduğunu biliyor muydunuz? Evrim Ağacı'nın maddi destekçileri arasına katılarak Türkiye'de bilimin yayılmasına güç katmak için hemen buraya tıklayın.

Popüler Yazılar

EA Akademi

Evrim Ağacı Akademi (ya da kısaca EA Akademi), yılından beri ürettiğimiz makalelerden oluşan ve kendi kendinizi bilimin çeşitli dallarında eğitebileceğiniz bir çevirim içi eğitim girişimi! Evrim Ağacı Akademi'yi buraya tıklayarak görebilirsiniz. Daha fazla bilgi için buraya tıklayın.

Etkinlik & İlan

Bilim ile ilgili bir etkinlik mi düzenliyorsunuz? Yoksa bilim insanlarını veya bilimseverleri ilgilendiren bir iş, staj, çalıştay, makale çağrısı vb. bir duyurunuz mu var? Etkinlik & İlan Platformumuzda paylaşın, milyonlarca bilimsevere ulaşsın.

Podcast

Evrim Ağacı'nın birçok içeriğinin profesyonel ses sanatçıları tarafından seslendirildiğini biliyor muydunuz? Bunların hepsini Podcast Platformumuzda dinleyebilirsiniz. Ayrıca Spotify, iTunes, Google Podcast ve YouTube bağlantılarını da bir arada bulabilirsiniz.

Aklımdan Geçen

Komünite Seç

Aklımdan Geçen

Fark Ettim ki

Bugün Öğrendim ki

İşe Yarar İpucu

Bilim Haberleri

Hikaye Fikri

Video Konu Önerisi

Bugün Türkiye'de bilime ve bilim okuryazarlığına neler katacaksın?

'te bilimi Türkiye'nin her yanına götürmemize yardım etmek ister misiniz?

Bu yıl sayfamızda gezdiniz.

Evrim Ağacı, Türkiye'nin en büyük, en çok ziyaret edilen, en güvenilir popüler bilim sitesi. Ancak bulunduğumuz noktaya oturduğumuz yerden gelmedik: yılından beri gece gündüz demeden çalışıyoruz. yılı sitemizi ve diğer tüm iletişim araçlarımızı baştan yarattığımız müthiş bir yıl olacak. Ancak bunu sürdürülebilir kılmamız için sizlerin desteğine ihtiyacımız var. Çünkü biz bu işi hobi olarak yapmıyoruz; Evrim Ağacı bizim yegane mesleğimiz, tek görevimiz. yılında da bunu yapmaya devam edebilmek için bize yardımcı olabilirsiniz. Tek seferlik destek olun veya daha iyisi, aylık destekçilerimiz arasına şimdi katılın.

Evrim Ağacı Logo

Kreosus (₺)YoutubePatreonDiğer Yöntemler

Geri Bildirim Gönder
Evrim Ağacı

Evrim Ağacı

Türkiye'deki bilimseverlerin buluşma noktasına hoşgeldiniz!

Şifrenizi mi unuttunuz? Lütfen e-posta adresinizi giriniz. E-posta adresinize şifrenizi sıfırlamak için bir bağlantı gönderilecektir.

Geri dön

Eğer aktivasyon kodunu almadıysanız lütfen e-posta adresinizi giriniz. Üyeliğinizi aktive etmek için e-posta adresinize bir bağlantı gönderilecektir.

Geri dön

Close

“ Öğrenen ancak düşünmeyen bir kimse kaybolmuştur. Düşünen ancak öğrenmeyen bir kimse tehlikededir.”
Konfüçyus

Bilim İçin 30 Saniyeniz Var mı?

Evrim Ağacı, tamamen okur ve izleyen desteğiyle sürdürülen, bağımsız bir bilim oluşumu. Ücretsiz bir Evrim Ağacı üyeliği oluşturmanın çok sayıda avantajından biri, sitedeki reklamları %50 oranında azaltmak (destekçilerimiz arasına katılarak reklamların %'ünü kapatabilirsiniz). Evrim Ağacı'nda geçirdiğiniz zamanı zenginleştirmek için, sadece 30 saniyenizi ayırarak üye olun (üyeyseniz, giriş yapmanızı tavsiye ederiz).

Üye Ol

Giriş Yap

Üyeliğin Avantajları

EVRİM KÖŞKÜ VE SÖZLER AĞACI

Yazının başlığında bir karışıklık olduğunu düşünmeyin lütfen. Ama karışıklık olduğunu düşünmekte de haksız değilsiniz. Sosyal medyanın ve özellikle Youtube’ın ucundan kenarından tutan hemen herkes, Youtube’ın önerileri arasında şu iki kanalı mutlaka görmüştür: Evrim Ağacı ve Sözler Köşkü.

Bir süre öncesine kadar İslâm’ı anlattığını iddia eden Sözler Köşkü’nün bâzı videolarını seyretmiştim. Zâten herhangi bir videoyu on dakikadan fazla seyredince iki defa reklama yakalanıp benzer veya aynı kanalların başka videolarına yönlendiriliyorsunuz. Bu yüzden önerilen videolar arasında Sözler Köşkü ve benzer kanallar çıkmakla kalmıyor ve kanalın hedefi olan ve bu kanalı hedef alan bir başka kanal da sıraya giriyor. Bu kanal da bilimsellikten zerre “tâviz” vermeden, gerçeklikten bir adım bile “geri” atmadan evrim teorisini konu alan yayınlar yapıyor.

Sözler Köşkü, adını Said Nursî’nin Risâle-i Nûr Külliyâtı’nın en bilinen kitabı olan Sözler’den alıyor. Türkiye’nin en seküler, en laik ve en Kemalist şehri olan İzmir’i merkez almış ama başka şehirlerde de teşkilatlanmış olan bir grup genç, kendilerinden yaşça küçük başka gençlerin hem dünyevî hem mânevî hatta cinsî sorunlarına bile çâre bulmaya çalışıyor. Kurdukları fizikî mekânları ve sosyal medya donanımını hangi maddî kaynakla oluşturdukları hakkındaki merâkım bu yazının konusu değil.

Sözler Köşkü adlı kanalda, “Üstâd”ın bir kitabı açılıp sohbet havasında konuşmaya başlanıyor. Ama video boyunca o kitaptan birkaç cümle okunup âdeta “İslâmî talkshow” yapılıyor. “Ehl-i dünyâ”nın hayâtını hem düzünden hem tersinden okuyup şimdi de okutacak kadar yüksek bir özgüvene sâhip olan Köşk ehlinin son ve nihâî hedefi Evrim Ağacı kanalı olmuş.

Bu iki kanalın birbirini muhatap alması, karıştırılmaması gereken kimyevî maddeler gibi tuhaf bir karışıklık ortaya çıkartıyor. Sözler Köşkü’ne yakın olduğunu düşündüğüm Kırmızı Asa adlı kanalının bir videosuna yazılan şu yorum bu karışıklığı özetliyor: “Abi kafam karıştı, şimdi evrim var mı, yok mu?” Benim kafam karışık değil ama bu karışıklığı göstermek bu yazının başlığını isimleri karıştırarak yazdım.

Ortam mesajın kendisidir

Öncelikle Sözler Köşkü’ndekilere şunu hatırlatmak istiyorum. İrşad ve tebliğ niyetiyle çektikleri o videoların yayınlandığı ortam (Youtube) onların mesajından daha güçlü bir mesaj oluşturuyor ve onları seyredenleri başka videolara yönlendirebiliyor. Onların videosundan sonra gelen videoyu onlar tâyin edemediğiniz için, hiç alâkasız hatta cinsel içerikli, satanist, ateist bir kanalın videosu da gelebiliyor. Sonra da “Abi kafam karıştı” diye yorumlar yazılıyor.

Ağacın kökleri ve dalları

Sözler Köşkü’nde anlatılanların tam aksi yönünde bir söyleme sâhip olan Evrim Ağacı ise bir taraftan Sözler Köşkü’nü “yobaz” ve benzeri kelimelerle tanımlayıp, diğer taraftan evrim konusunun ağababası Celal Şengör gibi “ultra bilimadamı”na kontra sorular sorarak “objektiflik” tavrı sergiliyor.

Her iki kanal da videolarda söylenen ve anlatılanlara niyet okumasıyla bakıyor ve satır aralarında dolaşıyor. Olan sayıları milyonları aşan tâkipçilerin kafasına oluyor.

Ateistlerin Tanrı merâkı

Tanrı fikriyle en çok uğraşanların ateistler olduğu söylenir. Bu iki kanal da kendilerini anlatma konusunda zorluk çekince karşı tarafa laf atma noktasında buluşuyorlar. Sözler Köşkü, birçok farklı yaklaşıma sâhip olan evrim teorisini bir açıdan ele alıp tüm yaklaşımlara toptan eleştiri gösterirken, Evrim Ağacı da işin içinde din ve İslâm var diye, hükmümü peşin peşin verip kör dövüşüne giriyor.

Açık fikirlilikle okunduğunda kolayca anlaşılır ki, İslâm’ın evrimi çürütme gibi bir derdi olmadığı gibi, evrim teorisinin de İslâm’ın temel akideleriyle bir alıp veremediği yoktur. Yâni bir Müslüman evrim teorisini kabul edebilir veya evrim teorisine inanan biri Müslüman olabilir. Bunun en bilinen örneği Sinan Canan’dır.

Elma ile armut karışınca

Bu iki Youtube kanalı enerjilerini boşuna tükettiklerini anlayıp kendilerini anlatmaya yoğunlaşırlarsa takipçilerinin doğruyu kendi kendilerine bulacağına inanıyorum. Böylece takipçilerine muhakeme ve karar verme özgürlüğü de tanımış olurlar.

Evrim Ağacı ve Sözler Köşkü kanallarının adını “Evrim Köşkü” ve “Sözler Ağacı” olarak yazmak ne kadar yanlış ise, bu iki kanalın içeriklerini kıyaslamak da, iki testiden hangisinin sağlam olduğunu anlamak için birbirine vurmak gibi, yanlış ve yıpratıcıdır.

Dur, seni ikna edeyim

Bir futbol maçını basketbol kurallarına göre oynamak veya yönetmek kabul edilebilecek bir davranış olmadığı gibi, her konuya dinî veya bilimsel kurallarla bakmak da havanda su dövmektir. Sözler Köşkü, müellifi ’ta vefat etmiş ve o devrin imânî ve ictimâî sorunlarına cevap vermek için yazılmış kitaplar üzerinden günümüz sorunlarına cevap vermeye çalışıyor. Evrim Ağacı ise, artık Saint Simon’un romantik hâtırası olarak kalmış salt pozitivist bakış açısı üzerinden bugün sorulan sorulara cevaplar sunma iddiasını taşıyor.

Bu iki kanal arasındaki tartışma ve gerilim, televizyon kanallarındaki tartışma programlarında bütün konukların bir ağızdan konuşmalarından pek de farklı değildir. Medyanın “tam da benim duymak/okumak istediklerimi söylüyor/yazıyor” duygusunu tatmin etme rolünü oynadığı ortamda, genç nesil televizyon ve gazeteden kaçıp kurtuluşu sosyal medyada ararken, aynı yanlış rol başka isimler tarafından sosyal medyada da oynanırsa – ki oynanıyor – genç neslin yağmurdan kaçarken doluya tutulmayacak kadar çabuk kararlar verebildiği gibi unutulmamalıdır.

Kafasındaki soruya net ve bir o kadar da kısa cevap arayan gençler, bu arayış içinde kafalarının daha çok karışmasına izin vermeyecektir. Bu, en azından istihsan edicinin bekâsına zarar verir ve ne kadar kâmil olursa olsun kıymet, sukut eder. Bilimsel düşünceyi idrak etmek için iyi bilinmesi gereken evrim düşüncesi de bir polemik malzemesi yapılarak itibarsızlaştırılmamalıdır. Her iki kanal da kaş yapayım derken göz çıkarma yanlışına sebep olabilir. Büyük fizikî ortamlar kurup, her yerde teşkilatlanmanın ve sorunlara “makro” çözümler bulmanın devri geçmiş ve yanlışlığı anlaşılmıştır.

 

 

 

 

Evrim konusunda en çok merak edilenler

1 İnsanın yaratılışı nasıl olmuş ve insan neden yaratılmıştır?

Yakın istikbâlde bile halli imkânsız bazı meselelere, bilimsellik maskesi altında yakıştırılan "yapmacık çözümler" maalesef teori olmak vasfını bile kaybetmiş olmasına rağmen, günümüzde birer gerçekmiş gibi telkin edildi ve böylece ilim adına bir sürü "dogma"lar icad edildi. Bunlardan en meşhuru da evrim teorisidir. Bu "yüz yamalı bohça'nın çoktan ilim çevrelerinde iflası ilân edilmiştir. Fakat yerine konulmak istenilenler de tatmin edici bir yaratılış modeli olamamıştır. Bunun sebebi de, yaratılış mevzuunda batlıların dayandıkları kaynaklanan aslı kaybolmuş muharref dînî metinler olmasıdır. Bu yazı ise, orijinalitesini muhafaza eden Kur'ân gibi bir kaynağa dayanılarak yazılmıştır. Bu bakımdan hem ilk insanın yaradılışı, hem de anne karnındaki yaratılış safhaları, âyetler ve ilmî gerçekler açısından ele alınırken, şaşırtıcı beraberliklerin tesbiti, araştırıcı ruhlar için düşündürücüdür.

Evet, ilâhi mesaj, insanın ve bütün canlıların, su ve topraktan yaratıldığını ifade ederken bakıyoruz ki, gerçekten canlıların esas maddesini teşkil eden nesneler, toprakta ve suda bulunan elementlerden ibarettir. Bilhassa insan organizmasının % 30'unun organik (katı) madde, % 70'nin sudan olduğu ilmen tesbit edilmiştir.

Anne karnındaki teşekkülü, Kur'an-ı Kerim'in ele alışı, ilim adamlarını hayret ve hayranlığa sevk edecek derecede, bu günkü ilmî tesbitlerle aynen uyuşmaktadır. Bilhassa erkeklik ve dişilik faktörünün erkek menisine (sperme) ait olduğunu ifade eden Kıyâme Suresinin âyetleri fevkalâde dikkat çekici bir hüviyet taşımaktadır. Bu çeşit araştırmaların artması, Keith Moore gibi gerçek ilim adamlarına hep şunları söylettirecektir;

"Ayet ve hadislerin, ilmî gelişmeler konusundaki açıklamalarını bilgimin artması ile daha iyi değerlendireceğimi hissediyorum. Din ile ilim arasındaki yıllar boyu bırakılan mesafenin Kur'ân ve hadislerin ışığı altında kapatılacağına inanıyorum."

Çağımızda insanların çoğu "bilimsel" adı altında takdim edilen pek çok şeyin gerçeğin ta kendisi olduğunu kabul etmek temayülünde bulunuyor. Böylece insan çok defa "çağdaş insan" ya da "çağdaş düşünce sahibi" olarak kabul ediliyor ve itibar görüyor. Halbuki "bilimsel" olarak takdim edilen konuların birçoğu nazariyelerden ibarettir; hatta bunların bazısı bilimin çözemediği ve istikbâlde çözemeyeceği meseleler olarak gözüküyor. Böylece çağımızda bilim adına bilimde "reddetmek; aksine kendi icad ettikleri varsayımlara itibar etmek gibi bir tezadın içine düştükleri görülüyor. İşte Darwin nazariyesi bu konulardan biridir. Halbuki insaflı hatta ilmî mantığa uygun olarak en az ilmî hipotezler kadar inanç esasına dayalı naslar da dikkate alındığı takdirde, hem bilimin gelişmesine hem de tefekkür hayatımızda yeni ufukların açılmasına sebep olabiliriz.

İnsanın yaratılışı hakkındaki "bilimsel" hipotez, tabiî seleksiyonla basit bir türden yüksek yapılı organizmaların teşekkül ettiği, neticede maymundan insanın geliştiği görüşüdür. Son günlerde ise Havva annemizin zenci olduğu, şempanzenin insandan türediği hipotezi ortaya atıldı. Halbuki Kur'ân-ı Kerim insanın insan olarak yaratıldığını bütün insanların Adem'den türediğini bildiriyor.

Gerçekten Kur'ân-ı Kerim'de sadece insanın yaradılışı gibi biolojik değil, hukukî, ahlakî, sosyal ve ekonomik konular yanında astronomi, jeoloji, botanik, zooloji ve tıp gibi çeşitli bilim dallarına dair bilgiler görüyoruz. Tıp bilimlerine dair konular oldukça önemli bir yer tutuyor(1). Pek çok kimse bir din kitabında bilimle ilgili bu gibi konuların bulunmasını, bunların incelenmesini, "bilimsel" veri ve hipotezlerle karşılaştırılmasını tuhaf bulabilir. Bu düşünce tarzı bile batılı bilim adamlarından intikal etmiştir. Batılı bilim adamları bilim ve din ilişkisinden bahsederken çok defa sadece hristiyanlık ve yahudiliği göz önüne alır, katiyen İslâm'ı nazar-ı itibare almazlar. Batıdaki bu yanlış değerlendirme bazen bilgisizlik; fakat çok defa orientalistlerin kıskanç ve kasıtlı aleyhtarlıklarından ileri gelmektedir(2). Son yıllarda batılı bilim adamlarının İslâm'ı doğru değerlendirmeye; hatta batılı entelektüeller arasında İslâm'ı seçenlerin dikkati çekecek derecede çoğalmaya başladığını söylemeliyiz.

Kur'ân-ı Kerim'e göre insanın yaradılışını iki bölümde inceleyebiliriz. Hz. Adem'in yaratılışı. Anne rahminde insan yavrusunun yaratılışı. Birinciye Havva annemizin, ikinciye seafoodplus.info (a.s.)'nın yaratılışı ilave edilmelidir.

Hz. Âdem'in (a.s.) yaratılışına dair Kur'an ayetleri şu mealdedir(3):

"Hani Rabbin meleklere 'Muhakkak ben yeryüzünde bir halife (bir insan, Âdem) yaratacağım.' demişti." (Bakara, 2/30).

"And olsun biz insanı kuru bir çamurdan suretlenmîş balçıktan yarattık." (Hicr, 15/26).

"O insanı (Âdemi) bardak gibi (çınlayan) kupkuru bir balçıktan yarattı." (Rahman, 55/14)

"Yaratılışta kendileri mi daha kuvvetli yoksa bizim yarattıklarımız mı? Hakikat biz onları cıvık bir çamurdan yarattık." (Saffat, 37/11)

"Ki o, yarattığı her şeyi güzel yapan, insanı (Âdemi) yaratmaya da çamurdan başlayandır." (Secde, 32/7)

"And olsun biz insanı (Âdemi) çamurdan (süzülmüş) bir hulâsadan yarattık." (Mü'minun, 23/12)

"O, sîzi çamurdan yaratan sonra ölüm zamanını takdir edendir." (En'am,  6/2).

"Sizi (aslınızı) ondan (topraktan) yarattık." (Taha, 20/55)

"Sizi bir topraktan yaratmış olması O'nun ayetlerindendir. Sonra siz (her tarafa yayılır) bir beşer oldunuz." (Rum, 30/20)

" İblis dedi: Ben bir çamur olarak yarattığın kişiye secde eder miyim?" (İsra, 17/61; Araf, 7/12; Sâd, 38/76)

Bu âyetler özetlenecek olursa,

"Âdem çamurdan yaratılmıştır." (İsra, 17/61; A'raf, 7/12; Sad, 38/76; Secde, 32/7),

"Âdem cıvık çamurdan yaratılmıştır." (Saffat, 37/11)

"Âdem çamurdan süzülmüş bir hulâsadan yaratılmıştır." (Mü’minun, 23/12)

"Âdem kuru çamurdan suretlenmiş balçıktan yaratılmıştır." (Hicr, 15/27; Rahman, 55/4).(3).

Adem (yerden çıkmış varlık) edim (yeryüzü, toprak) anlamında İbranice bir kelimeden gelmektedir, Âdem'in çamurdan, yani toprağın su İle karışımından yaratıldığı, daha açık bîr ifade ile kuru çamurdan şekillenmiş bir balçıktan yaratılıp ilâhi ruhtan üflendikten sonra canlandığı beyan ediliyor:

"Ki o yarattığı her şeyi güzel yapan, insanı (Âdem'i) yaratmaya çamurdan başlayandır." (Secde, 32/7)

"Sonra onu (Âdem'i) düzeltip tamamladı, içine ruhundan üfürdü, sizin İçin kulaklar, gözler, gönüller yarattı." (Secde, 32/9)(3).

Gerçekten sadece insanın değil tüm canlıların yapısını teşkil eden esas maddenin topraktaki elementler ve sudan ibaret olduğu özellikle insan organizmasının % 30'nun inorganik ve organik (katı) madde, % 70'nin sudan ibaret olduğu bilinmektedir. Bu terkip göz önüne alınırsa, insan organizması suyu galip bir yapı gösteriyor. Hayatı su veriyor. Keza bitkiler, hayvanlar ve her şey topraktan geliyor, tekrar ona dönüyor ve toprak oluyor.

Elmalılı Hamdi tefsirinde Hz. Âdem'in çamurdan çıkarılan bir hulâsadan, yani önce çamurdan istifa (temiz olanı seçme) ile ayrılan bir hulâsadan yaratıldığını ifade ediyor (4); âdeta insanın anne rahminde bir nutfeden yaratılması gibi, önce çamurdan ayrılan nutfe mahiyetini almış hulâsadan halk edilmiş; sonra ruh verilmiş ve böylece Adem yaratılmış oluyor. Fahreddin Razi(5)de Tefsir-i Kebir'inde Hz. Âdem'in topraktan seçilmiş bir hulâsadan yaratılmış olduğunu vurguluyor.

Hz. Âdem'in yaratılışı bugün bilim adamının laboratuarda tekrarlayacağı bir deney gibi gözükmüyor. Bu, muhteşem bir araştırma olarak* karşımızda duruyor. Burada en önemli nokta Adem'in vücudunu teşkil eden topraktaki inorganik elementlerin nasıl organik bir hayat biçimine dönüştüğüdür(6). Bugün bilim bunun cevabını vermiş değildir. Bu muhteşem olayı kör bir tesadüfe bağlıyarak yaradılışı bu şekilde izah etmek kesinlikle mümkün değildir^ Bu konuda Kur'ân-ı Kerîm Âdem'in ve ondan insan neslinin türemesini öldükten sonra dirilme yada yeryüzünde kuruyan tabiatın tekrar nasıl canlandığına yemyeşil olduğuna dikkatimizi çekerek, topraktan bir canlı yaratmanın bir ölüyü tekrar diriltmekten daha yüksek bir kudret gerektirdiğini bildiriyor:

"Ey insanlar; eğer siz öldükten sonra dirilmek hususunda herhangi bir şüphe içinde iseniz, şu muhakkaktır ki biz sizin aslınızı topraktan, sonra onun zürriyetini insan suyundan, sonra pıhtılaşmış bîr kandan, daha sonra da hilkati belli belirsiz bir çiğnem etten yarattık ve bunları size kudretimizi apaçık gösterelim diye yaptık. Siz dileyeceğimîz muayyen bir vakte kadar rahimlerde duruyorsunuz. Sonra sizi çocuk olarak daha sonra da kuvvetinize, yiğitlik çağına ermeniz için büyütüyoruz. Kiminiz öldürülüyor, kiminiz de evvelki bilgisinden sonra artık hiçbir şey bilmemek üzere ömrün en fena devresine doğru gerisin geri itiliyor. Sen yeryüzünü kupkuru ve ölü görürsün. Fakat biz onun üstüne yağmuru indirdiğimiz zaman o harekete gelir, kabarır, her güzel çiftten nice nebat bitirir." (Hac, 22/5)(3).

"De ki yeryüzünde gezip dolaşın da (Allah'ın) hilkate nasıl başladığını görün. Allah yeni bir ahiret hayatını da tekrar yaratacaktır. Çünkü Allah her şeye hakkıyle kadirdir." (Ankebut, 29/20).

Nihayet Kur'ân-ı Kerim göklerle yeryüzünün, dağların, diğer canlıların yaratılışı hakkında bilgiler veriyor:

"İnkâr edenler görmediler mi ki göklerle yer bitişik halde iken bizim onları birbirinden ayırdığımızı, her canlı şeyi de sudan yarattığımızı o küfür (ve inkâr) edenler görmediler mi? Hâla inanmayacaklar mı onlar?"

"Yer (yüzün) de onları (insanları) çalkalar diye sabit sabit dağlar yarattık. Aralarında da bol bol yollar yaptık. Biz gökyüzünü de korunmuş bir tavan (gibi) yaptık onlar (münkirler) ise bunun ayetlerinden (Allah'ın varlığına birliğine işaret) yüz çeviricidirler."

"O geceyi-gündüzü, güneşi, ayı yaratandır ve bütün bunlar kendi yörüngesi içinde yüzmekte (devretmekte) dîr." (Enbiya, 21/)(3).

"Allah her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi kanat üstünde,kimi ayağı üstünde yürüyor, kimi de dört (ayağı) üstünde yürüyor." (Nur, 24/45)(3).

Tekrar insanın yaradılışına dönelim. Âdem'den sonra Havva'nın yaradılışı hakkında Kur'ân-ı Kerîm;

"Ey insanlar, sizi bir tek candan (Âdem'den) yaratan, ondan da yine onun zevcesini (Havva'yı) vücuda getiren ve ikisinden de birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabbiniz (e karşı gelmek) den sakının." (Nisa, 4/1)(3).

"O, sizi bir candan (Âdem’den) yaratan, bundan da (gönlü) kendisine ısınsın diye eşini yaratan O'dur (Allah'tır) vaktâ ki o (eşini) örtüp bürüdü (cinsi münasebet) o'da hafif bir yük yüklendi de (gebe oldu) bununla gidip geldi nihayet (gebeliği) ağırlaşınca ikisi de Rablerine şöyle dua ettiler. 'Eğer bize düzgün (hilkati tam) bir çocuk verirsen andolsun ki her halde şükredenlerden olacağız.'" (Araf, 7/)

"Size nefislerinizden kendilerine ısınmanız için zevceler yaratmış olması, aranızda bir sevgi ve esirgeme yapması onun ayetlerindendir." (Rum, 30/21).

"Sizi bir kişiden yarattı. O, sonra ondan da eşini meydana getirdi. Sizin için davarlardan sekiz çift indirdi. Sizi analarınızın karnı içinde bir yaradılıştan öbür yaradılışlara (kalb ile) halk edip duruyor" (Zümer, 39/6).

" Size hem kendi (cins) inizden eşler hem davarlardan eşler yaptı. Sizi bu suretle (zürriyetlendirip) üretiyor" (Şûra, 42/11)

Havva, Âdem'den nasıl vücuda gelmiştir? Bu konuda Kur'ân-ı Kerim'de geniş tafsilat yoktur. Havva Arapça bir kelime olan 'Hayy (canlı)'dan seafoodplus.infoıdan (Adem'den) yaratıldığı için bu isim verilmiştir. İslâm kaynaklarında Havva'nın yaratılışı hakkında iki görüş vardır (7):

Ekseri ulemanın görüşüne göre Cenab-ı Hak Adem'e bir uyku hali verdi, sonra O'nun sol kaburga kemiklerinin birinden Havva'yı yarattı. Adem uyanınca onu gördü O'na meyletti ve onunla ülfet peyda ederek ısındı. Çünkü o kendinden, bir parçasından yaratılmıştı (7). Bazıları Havva'nın Âdem'in kaburga kemiğinden yaratılmasının İsrailiyyat (ben-i İsrail kitaplarındaki masallar) olduğunu bildirmişlerdir. Bazı hadis-i şeriflerde kadınlar kaburga kemiğine benzetilmiş ya da "kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır, onu doğrultmaya çalışırsan kırarsın; olduğu gibi kabul edersen istifade edersin" şeklinde bir ifade mevcuttur (9,10).

Araştırıcılar bu hadislerden Havva'nın yaradılışına ait herhangi bir tafsilat çıkarmanın mümkün olmadığını söylerler ve çeşitli mecazi yorumlara müsait olan bu hadislerin esas hedefinin kadınlara karşı yumuşak davranma olduğunu kabul ederler.

Diğer görüş Ebu Müslim Isfahanî'ye aittir. İsfahanı, Havva'nın yaratılmasından bahseden ayetten maksat onun Âdem'in cinsinden olmasıdır. Allah "size kendinizden eşler yaratmıştır", "kendinizden peygamberler göndermiştir" buyruğunda olduğu gibi kaburgadan değil, Âdem gibi Havva da topraktan yaratılmıştır diyor(7).

Kaldı ki birinci görüş daha kuvvetlidir. Zira "sizi bir tek nefisten yarattı" ayeti bu görüşü takviye ediyor; eğer Havva da topraktan yaratılmış olsaydı bu halde sizi iki nefisten yarattık buyurulması gerekirdi. Bazıları da ayetteki "min"den bir gayenin başlangıcı anlamındadır, Yaratılış , Âdem ile başlamış ve Âdem topraktan yaratıldığına göre Havva'da topraktan yaratılmış olabilir denilmektedir(7).

İnsanın yaradılışı hakkındaki ayetlerin izahı bu şekildedir. Kur'ân-ı Kerim'e göre insanın insan olarak yaratıldığı anlaşılıyor. Ama son günlerde Darvin'in aksine yukarıda bahsedildiği gibi Fransız L’express gazetesinde Allan Wilson bilimsel araştırmalara dayanarak yepyeni bir hipotez ortaya attı. Ona göre Havva'nın zenci olduğu, maymunun insandan türediğini iddia etti. Bazı Türk gazeteleri ise Kur'ân-ı Kerim'deki

"Biz onlara (Yahudilere) hor ve hakir maymunlar ve domuzlar olun dedik." (Bakara, 2/65; Maide, 5/60; A'raf, 7/)

mealindeki ayetler ile insandan maymunun türemesi arasında bir irtibat kurmak eyilimi gösterdiler. Halbuki bu ayetler sapıtmış Yahudi kavmine ilâhi bir ceza ile helak olma anlamında tefsir edilmiştir. Ayrıca Kur'ân-ı Kerim'de münkirler hakkında "hayvandan aşağı" (Araf, 7/) müminler hakkında ise "yaratılmışların bir çoğundan üstün kılınmış" (İsrâ, 17/70) gibi ifadeler dikkati çekmektedir.

İnsanın ana rahminde halk oluşu Kur'ân-ı Kerim'de şu şekilde İfade edilmektedir:

"İnsanın üzerine uzun devirden öyle bir zaman gelip geçti ki o anılmaya değer bir şey bile değildi. Hakikat biz insanı birbiriyle karışık (erkek ve kadın suları ile) bir damla sudan yarattık." (Dehr, 76/1, 2).

"Sonra onu (insan) sarp ve metin bir karargâhda (rahimde) bir nutfe yaptık. Sonra o nutfeyi bir kan pıhtısı haline getirdik, derken o kan pıhtısını bir çiğnem et yaptık, o bir çiğnem eti de kemik (ler)'e kalb ettik de o kemiklere de et giydirdik. Bilahare onu başka yaratılışa inşa ettik. Suret yapanların en güzeli olan Allah'ın şanı ne yücedir." (Mü’minun, 23/13, 14).

"Ki O sizi bir topraktan, sonra bir meniden sonra bir kan pıhtısından yaratıp sonra bebek olarak çıkaran sonra sizi güçlü kuvvetli bir çağa erişmeniz için, sonra da ihtiyarlar olmanız için yaratandır." (Mümin, 40/6, 7).

"Ey insanlar, biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık, sizi birbirinizle tanışasınız diye büyük cemiyetlere ve kabilelere ayırdık." (Hucurat, 49/13)

"Hakikaten meniden (rahme) döküldüğü zaman erkek ve dişi iki çifti o yarattı." (Necm, 53/)

"Döl yataklarında size nasıl dilerse öyle kılık veren odur" (Âli İmran, 3/6)
"İnsanı bir damla sudan yarattı." (Nahl, 16/4).
"O sizi yer (yüzün) de yaratıp türetendir." (Mü'minun,23/79)
"And olsun sizi (evvela) yarattık, sonra size suret verdik." (Araf, 7/11)
"O sudan bir beşer yaratıp da onu soy sop yapandır." (Furkan, 25/54)
"İnsan kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmedi mi." (Yasin, 36/77)
"Halbuki o sizi hakikat türlü türlü tavırlar (haller) le yaratmıştır." (Nuh,71/14)

"Biz sizi hakir bir sudan yaratmadık mı? Onu sağlam bir yerde tutup da, malûm bir vakte kadar." (Mürselat, 77/)

"O (döl yatağına) dökülen meniden bir damla su değil miydi? Sonra o (meni) bir kan pıhtısı olmuş derken insan biçimine koyup yaratmış düzenlemiştir. Hülâsa ondan erkek, dişi iki sınıf çıkarmıştır." (Kıyame, 75/)

"O sizi bîr tek candan yaratandır." (Enam, 6/98)

"Onu (yaratan) hangi şeyden yarattı? Bir damla sudan yarattı da onu biçimine koydu. Sonra onun yolunu kolaylaştırdı." (Abese, 80/)

"Biz hakikat insanı en güzel bir biçimde yarattık." (Tin, 95/4)

"Yaratan Rabbinin adı ile oku. O insanı bir kan pıhtısından yarattı." (Alak, 96/1, 2)(3).

Kur'ân-ı Kerim'de anne rahminde ceninin teşekkülünü ifade eden bu ayetler, adeta embriyolojik gelişimin bir tasviri gibidir. Bu konuda Kanada Toronto Üniversitesi Anatomi Profesörü Keith Moore (11)'un en son teknik metotlarla tesbit ettiği anne rahminde ceninin teşekkülü ve gelişme safhaları ile Kur'an ayetleri ve hadis-i şeriflerle mukayeseli araştırması yukarıda zikrettiğimiz Kur'an ayetleri ile İslâm Peygamberi (asm)'nin hadislerinin bilimsel bir ispatı mahiyetindedir.

Hz. İsa'nın anne rahminde yaratılması daha değişiktir. Bu konuda Kur'ân-ı Kerim:

"Muhakkak ki İsa'nın hali de (yani babasız dünyaya gelişi de) Allah indinde Âdem'in hali gibidir. (Allah) onu (Âdem'i) topraktan yarattı. Sonra ona 'Ol!..' dedi. O da (can gelip) oluverdi." (Al-i İmran, 3/59).

"Irzını (bir kal'a gibi) koruyan o kızı da (yâd et) ki biz ona ruhumuzdan üflemiş kendisini de oğlunu da âlemlere rahmet kılmıştık." (Enbiya, 21/71)

"Ey Meryem, Allah kendinden bir kelimeyi sana müjdeliyor. Adı İsa (lakabı) Mesih sıfatı Meryem oğludur." (Al-i İmran, 3/45).

"O, benim nasıl bir oğlum olacakmış dedi (evlenip de) bana bir beşer dokunmamıştır, ben bir iffetsiz de değilim." (Meryem, 19/20).

"Meryem dedi ki, 'Ey Rabbîm bana bir beşer dokunmamışken benim nasıl çocuğum olabilir.' Allah (dedi) Öyle, fakat Allah ne dilerse yaratır. Bir işe hükmedince ancak 'Ol!..' der. O da oluverir." (Al-i İmran, 3/ 47)(3).

Hz. İsa'nın yaradılışı hakkındaki bu ayetler, tabiatta bazı örneklerini gördüğümüz sadece döllenmemiş dişi yumurta hücresinden bir canlının meydana geliş biçimini düşündürmektedir.

Böylece hiçbir zaman bilimin laboratuvarına sığmayacak kadar muazzam ve tekrarı mümkün olmayan Kur'ân-ı Kerim'e göre insanın yaradılışı olayını ana hatları ile bildirmiş bulunuyoruz. Gerçekten daha evvel cereyan etmiş Âdem'in yaradılışı bilim adamı için meçhuldür. Ama gene Kur'ân-ı Kerim'de ayrıntıları ile bildirildiği şekilde her gün tekerrür etmekte olan anne rahmindeki yaradılış olayını hepimiz her gün hayranlık hatta şaşkınlıkla izliyoruz. Evet, eskilerin "Sünnetullah" adını verdikleri ilâhi kanunlar hükmünü icra ediyor. Fakat insan yeryüzünde Allah'ın halifesi (vekili), Allah'ın sıfatlarından hepsini zerreler halinde taşıyan bir nüsha-ı kûbrâ, yaratılmışların en şereflisi (eşref-i mahlûkat) ve tüm yaratılmışların kendisi için yaratılmış olduğunu unutmuş görünüyor. İnsanoğlu bunu bilebilse. Kur'ân-ı Kerim bilmemekte ısrar edenleri "çok zulûmkâr ve câhil" olarak vasıflandırıyor (Ahzab, 33/72). Ama bilimin laboratuvarına sığmayanı kalblerine sığdıranlar, bazılarının varsayım olarak bile kabul etmediklerini bilimsel muta (veri) den daha değerli kabul ederler. Çünkü onlar gene Kur'ân-ı Kerim'in "siz düşünmez misiniz" "siz akıl etmez misiniz" gibi ilme ve araştırmaya teşvik edici emirleri yanında; "(zaten) size az bir ilimden başkası verilmemiştir" İfadesi ile de bilgilerinin sınırlı olduğunu bilirler ve yüce Allah'a iman ederler.

Sözümü Keith Moore'un şu ifadesi ile noktalamak istiyorum:

"Ayet ve hadislerin ilmi gelişmeler konusundaki açıklamalarını bilgimin artması ile daha iyi değerlendireceğimi hissediyorum. Din ile ilim arasında yıllar boyu bırakılan mesafenin Kur'an ve hadislerin ışığı altında kapatılacağına inanıyorum."

KAYNAKLAR:

1. Ataseven, A.- Din ve Tıp Açısından Domuz Eti. Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Sh. 25 Emel Matbaası. Ankara
2. Yıldınm. S.: Kitab-ı Muhaddes, Kur'an ve Bilim (La Bible, 1« Coıan et la Science) Mau-rice Bucaillel TÖV yayınları No: 3 Silin matbaası izmir
3. Çantay, H.B.: Kur'ân-ı Hakim ve Meâl-i Kerim. Elit Ofset tesisleri, , İstanbul.
4. Yazar, A.H.: Hak dini Kur'an dili. Cilt 4 Ebu Ziya Matbaası Sh. ,, istanbul,
5. Fahreddin Razi: Et-Tefsttü'l Kebir. Cilt 23, Mısır baskısı Sh ().
6. Kutup, S.: Fîzılâl-il-Kur'ân tercümesi cilt 9 Hikmet yayınevi istanbul, Sri
7. Fahreddin Razi: Et-Tefsirin seafoodplus.info 9, Mısır baskısı Sh, , ().
8. Aydemir, A.: Tefsirde israiliyat Diyanet işleri Başkanlığı yayınlan, Ayyıldız matbaası A.Ş.Ankara Sh
9. lbn-i Hacer el-Askalani: Fethü'l bari cilt 11, Mısır baskısı Sh, ().
Miras, K.: Sahih-i Buharı tecrid-i saıih tercümesi. Cilt seafoodplus.infol Tarih Kurumu Basımevi,
Moore, K.L.: D eveloping Human with İslamic edition third ed. seafoodplus.infoıs CoPhl-ladelphie London Toronto

2 Allah'ın varlığına kanıt göremiyorum?

- Diyorsunuz ki, "Herkesin inanması kötü bir şey mi?"  Evet kötü bir şeydir. İnanmak kötü bir şey değil, fakat “herkesin mecburen inanacağı kadar basitleştirilmiş" bir imtihanın değeri düştüğü için, imtihan kalitesini düşürdüğü için kötü bir şeydir.

Acaba, çok ciddi olması gereken bir imtihanı herkes kazansın diye en basit soruları sormak; örneğin; üniversite imtihanına girmiş olan herkesin kazanması için ilkokul öğrencilerine sorulan soruları sormak sizce komik olmaz mı?  Böyle bir imtihanın olmaması, olmasından daha makul olmaz mı?  Peki imtihan olmasın mı? Herkesi vali yapalım mı? Herkesi doktor yapalım mı? Herkesi mühendis yapalım mı?  Size tuhaf gelmiyor mu?

Bu takdirde en çalışkan en zeki en kaliteli bir öğrenci ile en tembel bir öğrenci aynı kefeye konmuş olmuyor mu?

Farz edelim ki, eleman alan bir kuruma bir profesör ile bir ilkokul mezunu birlikte müracaat etmiş. Belli bir bilgi seviyesine göre elemanın alındığı bu kurumun açtığı imtihanda ilkokul seviyesinde sorular sorulsa ve ilkokul mezunu arkadaş bu imtihanı kazansa sizce âdil olur mu?  İnsaflı bir yargıya göre, böyle bir imtihan ne bizce ne de dünyanın herhangi bir ülke insanınca âdil olmaz.

Şimdi “Hiç bilenler ile bilmeyenler bir olur mu?” diyen yüce Allah’ın, cennete en kaliteli, en değerli insanları almak üzere açtığı bir imtihanda, bu imtihanın altını üstüne çeviren bir kopyayı vermesi düşünülebilir mi?

- Allah’ın kendini göstermesi meselesine gelince; bu mesele sadece imtihanla ilgili değildir. Bunun en açık delili, imtihana tabi olmayan meleklere de Allah’ın kendini göstermemesidir.

Büyüklerin herkese görünmemesi, insanlar için de kabul gören bir prensiptir. Herkesin, istediği zaman cumhurbaşkanlarının, başbakanlarının evlerine gidememesi, aralarda özel kalem müdürler türünden perdedarların bulunması bunun açık göstergesidir. Hele, ülkede yegane hâkim ve sultan olan padişahların, kralların halk ile kendi aralarına çok perdeler koymaları, onların azamet ve yücelikleriyle atbaşı gidiyor.

Bundan anlaşılıyor ki, azamet ve kibrya / büyüklük ve yücelik, celal ve cemal / mehabet ve güzellik gibi harikulade sıfatlar, öyle basit bir şekilde herkese kendini göstermezler.

Bu pencereden bakıldığında şunu söyleyebiliriz ki, Allah bütün evrenin yegâne hâkimi ve sultanıdır. Bir padişah-ı ezeli olarak kendi celal ve cemal sıfatlarının kaynağı olan Zat-ı Akdesini gizli tutması, -imtihan için de önemli olmakla beraber- onun nihayetsiz azametinin, eşsiz ululuğunun, benzersiz büyüklüğünün bir gereğidir.

Bununla beraber, her türlü kusurdan ve noksanlıklardan münezzeh; bütün mükemmellikler ve güzelliklerin kaynağı olan Allah’ın -imtihanın bitmesine rağmen, ahiret aleminde- sadece cennete gidecek olan kullarına kendini göstereceğine dair ayet ve hadislerin verdiği bilgiye bakılınca, aslında aklı başında herkesin görmeye çok müştak olduğu Allah’ın, sevmediği dinsizlere, inkârcılara kendini ne dünyada ne de ahiret aleminde göstermek istemediği anlaşılmaktadır.

Allah’ın kendini gizlemesinin tam hikmetini bilemeyebiliriz. Belki de bilsek akıl ve vicdanımız çok rahat edecektir.

Ancak, Allah’ın varlığını, birliğini bilmek sadece onu görmeye bağlı değildir.

Milyonlarca ilim ve din adamının değişik delillerle Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğuna iman etmişlerdir. Mesela:

1. Kur’an on beş asırdan beridir, insanlara meydan okuyor ve kendisinin Allah’ın kelamı olduğunun göstergesi olarak, hiç kimsenin bir tek suresine benzer bir sureyi ortaya koyamayacağını ilan ediyor. Ve bu meydan okuyuş şimdi de devam etmektedir.

2. Kur’an’da, İranlıların Bizanslılarla -bir kaç yıl içerisinde- savaşa başlayacakları ve Bizanslılar İranlılara galip geleceklerini haber vermiş ve bu haberler olduğu gibi ortaya çıkmıştır. (Rum, 30/3)

3. Mekke fethinden iki yıl önce, Mekke’nin fethedileceğine dair kesin olarak haber vermiş ve bu haber de aynen çıkmıştır. (Fetih suresi)

Mesela:

1. Hz. Muhammed (asm)’in peygamberliğini tasdik eden yüzlerce mucizesi vardır. Bunları en sağlam hadis, siyer ve tarih kaynaklarında yer almaktadır.

2. Hayatı boyunca herkesten daha fazla Kur’an’a tabi olması, herkesten daha çok Allah’tan korkması, ona saygı ve sevgiyle bağlanması onun gerçekten peygamber olduğunun göstergesi değil de nedir?

3. Başka insanlardan farklı olarak, kendisine gece namazı kılmanın Allah tarafından farz kıldığını söylemiş ve hayatı boyunca her gece kalkıp rabbine ibadet etmiştir. Bu kadar zahmet ve meşakkate katlanmasının dünya menfaati açısından ne ile izah edilebilir?

Mesela:

1. Siz diyorsunuz ki,“Masamdaki kalem şuan kendiliğinden birkaç santim kımıldasa, o benim için bir mucize olacaktı” Allah’ını seversen bir iyi düşün, sen mi önemlisin, yoksa kaleminin kımıldanması mı?  Sen kımıldıyorsun, güneş kımıldıyor, ay kımıldıyor, yerküresi kımıldıyor, evren baştan başa kımıldıyor Ve sen hâlâ kalkıp “Kalemim kımıldasa!..” diyorsun. Bu mantık size biraz tuhaf gelmiyor mu?

2. Diyorsun ki, “Tamam, bu evren güzel bir sistem dahilinde işliyor, ama dışarıdan bir müdahale görmüyorum ben. Fizik kuralları dahilinde her şey”

Bu nasıl bir fizik bilgisidir?

Fizik, mevcut olan varlıklardan söz eder; mevcut olmayan varlıklardan söz etmez, edemez

Evrenin bir kaç milyar yıl önce var olduğu bugün kesine yakın bir bilgidir. Peki evren yokken fiziksel nesneler var olabilir mi?  Fiziksel nesneler yokken, fizik kanunları bulunabilir mi? Fiziksel kanunlar yokken, herhangi bir yokluğa varlık verip, onları harika bir düzene sokabilir mi? Bu gibi sorularının hepsinin cevabı bilimsel olarak havada kalır.

3. Bütün kâinatta, mevcut olan fizik, kimya, astro-fizik, quantum fiziği şeklinde adlandırılan hiçbir kanun kainattan önce var değildir. Ve bunların hiçbiri bir şey var etme gücünde değildir. Ve bunların hiçbirinin diğer kanunlardan daha güçlü, daha akıllı, daha bilgili olduğunu söylemek mümkün değildir. O halde, bu sağır, kör, cansız, sonradan var olan kanunların bir kanun koyucuya ihtiyaçları vardır. Sonradan var olduklarına göre bir yaratıcıya ihtiyaç duyarlar.  

- Bediüzzaman Hazretlerinin ifade ettiği gibi:

 “(Kanunların bir tarlası olan) tabiat dedikleri şey, olsa olsa ve hakikat-ı hariciye sahibi ise; ancak bir san'at olabilir, Sani  olamaz. Bir nakıştır, Nakkaş olamaz. Ahkâmdır, hâkim olamaz. Bir şeriat-ı fıtriyedir, Şâri' olamaz. Mahluk bir perde-i izzettir, Hâlık olamaz. Münfail bir fıtrattır, Fâtır bir fâil olamaz. Kanundur, kudret değildir; kâdir olamaz. Mistardır, masdar olamaz.” (bk. Asa-yı Musa, s. )

- Bu hususta size can-ü gönülden destek olmak istiyoruz. Önce bu konuda size Bediüzzaman Hazretlerinin Risale-i Nur adlı eserlerini okumanızı tavsiye ederiz.

Bizim imanınızın kurtulmasından başka hiçbir gaye ve maksadımız yoktur. Böyle bir hizmeti bir menfaat vesilesi yapmaktan Allah’a sığınırız. Tek menfaatimiz bu hizmetimizle, Allah’ın rızasını kazanmak, günahlarımızın bağışlanmasını temin etmek ve kendimizin affını sağlamaktır.

Bu yolu denemeniz  önce biraz zor gelebilir, fakat denemeye değer. Zira Hz. Ali’nin inanmayan bazı kimselere söylediği gibi, biz de deriz ki:

“Eğer sizin dedikleriniz doğru ise, bizim bir zararımız olmaz. Hepimiz yok olup gideriz. Ya bir de bizim dediklerimiz doğru ise, o zaman bütün zarar ve ziyan omuzlarınıza biner”

Evet, zararsız yolu / veya zararsız olma ihtimali kuvvetli olan bir yolu, zararlı / veya zararlı olma ihtimali kuvvetli olan bir yola tercih etmek, aklın gereğidir.

Rahman ve Rahim olan Rabbimiz, hepimiz için akl-ı selimin yolu olan hidayet yolunu bizlere açsın Nefsin vesveselerinden, şeytanın telkinlerinden, kuvve-i vahimenin evhamından bizleri kurtarsın inşallah.

İlave bilgi için tıklayınız:

- Allah var mı; bunun mantıki delilleri nelerdir?
- İnsanı aldanmaya götüren sebepler nelerdir?
- Allah'ın varlığının delilleri nelerdir?..
- Allah'a imanın maddi ve manevi faydaları nelerdir?
- Eğer Allah görünseydi, herkes iman etmek zorunda kalırdı ve
- Evrimi sadece dine inananlar kabul etmemektedir. Evrimi kabul edenler, nasıl yanılabilir?

3 Dinozorlar neden yok olmuşlardır?

Bu konuda herhanig bir hadis rivayeti bilmiyoruz.

Dünyanın yaratılmasının ardından, ilk insanların yeryüzünde yaşamaya başlaması arasında belli bir süre geçmiştir. Bu süre içerisinde bu varlıklar dünya üzerinde yaratılmıştır.

Bunun hikmetine gelince, bugün yeryüzünde insanlığın kullandığı enerji kaynaklarının çoğu dinozor gibi büyük mahlukların fosillerinin ürünüdür. Cenab-ı Allah yeryüzünün asıl sahipleri gelmeden önce onlar için yeryüzünde hertürlü ihtiyacı görecek ortamı hazırlamıştır.

Dinazorların ölmesine gelince, bu mahlukların yaşamasına Cenab-ı Allah izin verseydi, bu devasa mahluklar insanlık için büyük bir tehlike arzederdi. Bu nedenle vazifesini yapan bu yaratıklar, Allah'ın hikmetinin neticesi olarak vazifeden terhis edilerek bâki ruh konumuna geçmişlerdir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Evrimcilerin 'dinozorların, kuşa dönüşmesi' düşünceleri hakkında ne söylenebilir?

4 Evrimcilerin "dinozorların kuşa dönüşmesi" düşünceleri hakkında ne söylenebilir?

Korkunç sürüngen anlamına gelen "dinozor" sık sık duyduğumuz, pek de yabancı olmadığımız bir kelime. Bu yaratıklar, fosillerinden anladığımız kadarıyla yıl önce yeryüzünde yaşamaya başladılar ve yıl önce aniden tamamen yok oldular.

Halkın merakını uyandıran bu yaratıkların gündeme gelmesi, eskiden beri bazı yerli ve yabancı dergilere evrim konusuna zemin hazırlama fırsatı verir. Mesela, TÜBİTAK'ın "Bilim ve Teknik Dergisi", Ekim sayısında, kapak yaptığı dinozorların hayatı ve yok oluşları ile ilgili yazının devamında Darwin'in görüşlerini yayınlıyordu. Aynı derginin Ağustos sayısında da dinozorların yok oluşları kapak yapılmış, ardından da "Hayat Nasıl Başladı?" başlıklı evrim senaryolarına yer verilmişti. Ağustos tarihli "National Geographic" adlı araştırma dergisinde de dinozorların hayatları ve ölümleri ele alınarak, evrimleşerek nasıl kuş oldukları izah edilmeye çalışılmıştı.

Ne var ki bu iddia, yılında ilim dünyasına açıklanan Protoavis adlı yıllık bir kuş fosili tarafından bir anda yıkılıverdi. Anlaşıldı ki, dinozorlar ilk tarih sahnesinde görüldüğü sıralarda, kuşlar gökyüzünde serbestçe kanat çırpıyorlardı.

Dinozorların ortaya çıkışları, hayatları ve yok oluşları, evrimi çağrıştırmak şöyle dursun, tamamen aleyhinde bir takım deliller sergiliyor. Onlar tarih sahnesinden nasıl ve neden silindi? Bu soruya verilen cevaplardan evrime bir pay çıkarmak, pek de inandırıcı gözükmüyor. Çünkü evrim görüşüyle asıl cevaplandırılmak istenen, türlerin nasıl yok olduğu değil, nasıl ortaya çıktığı problemidir. Ne enteresandır ki, evrimle ilgili kitaplarda dinozorların kökeni konusunda hemen hemen hiçbir bilgiye ve tatmin edici delile rastlanmaz.

Ayrıca şu bilinmelidir ki, dinozor türlerinin felaketlerle aniden yok oluşu gerçeği, tedrici Darwinist evrime izin vermemektedir. Eğer bu yaratıkların başka bir türe dönüşerek zamanla yok oldukları gösterilse idi, bu evrimcilerin bir malzemesi olabilirdi. (bk. Gerçeğe Doğru, seafoodplus.info, Zafer Yayınları)

5 İslam alimlerinin evrim görüşü nasıldır? İbrahim Hakkı Hazretlerinin yaratılışla ilgili sözlerinin evrimle ilgisi var mıdır?

İslam alimlerinin, canlıların yaratılışı ve gelişmesiyle alakalı düşünceleri zaman zaman yanlış değerlendirilmektedir. Bunda bazı tabir ve terimlerin değişik anlaşılmasının rol oynadığı muhakkak. Farklı değerlendirmeye sebep sadece bu değil, tabii. Bilhassa evrimciler, onların bu konudaki görüşlerini istismar ediyorlar. Bu tip yanlış anlaşılmalara ve istismara mani olmak için, İslam alimlerinin konuyla alakalı eserlerinden bazı pasajlar vererek hakikati açıklamaya çalışacağız.

Bilindiği gibi evrim; "kademeli olarak gelişme ve değişme" demektir. Lügat manası böyle olmakla beraber,terim manası, bir türden bir başka türün veya bir varlıktan başka bir varlığın yavaş yavaş ve tesadüfen meydana gelmesidir. Bütün canlıların tek bir menşe (orijin)'den türeyip silsile halinde birbirinden tesadüfen geliştiğini savunan teori de "evrim teorisi"dir. Bu evrim felsefesinin dayandığı prensipleri dört kategoride toplamak mümkündür.

Bunlar:

1. Tedricilik (kademeli gelişme), yani, evrim hadiseleri uzun zaman içinde ve adım adım cereyan etmiştir.

2. Bir türden başka bir tür veya bir varlıktan başka bir varlık hasıl olmuştur.

3. Günümüzdeki bütün varlıklar, tek bir hücrenin farklılaşmasıyla meydana gelmiştir. Yani tek hücreden omurgasız çok hücreliler, onlardan balık, balıktan kurbağa, kurbağadan sürüngen, sürüngenden kuş ve memeli ve neticede maymundan insan hasıl olmuştur.

4. Bütün hadiseler, tesadüfen ve kendi kendine cereyan eder.

Burada hemen şunu ilave edelim ki, İslam alemindeki her alimin şahsi görüş ve düşüncelerini, yorum ve içtihatlarını İslam adına kabul etmek doğru değildir. Bu sahada çalışanlar iki grupta mütalaa edilebilir. Birinci gruptakiler, İslami kaynaklardaki hükümlerin tefsir ve yorumunu yaparlar. Diğer grubu da felsefeciler teşkil ederler. "İslam alimleri" deyince, daha ziyade birinci gruptakiler anlaşılmalıdır. Çünkü, felsefeciler başka kaynakların etkisinde de kalmış olabilirler.

Şu hususu da belirtmek yerinde olacaktır. O da yaratılışçı görüştür. Varlıkların meydana gelişini tamamen ilmi esaslarla açıklamaya çalışan ve evrimci düşünceye zıt olarak ortaya çıkmış bir görüştür.

Esasen şu anda, geçmişteki Müslümanların evrim konusundaki değerlendirme ve düşüncelerini aktüel hale getiren evrimcilerdir. Yaratılışçılar bu konunun fenni sahada tartışılmasını istemektedirler. Fakat evrimciler, zaman zaman dinden de medet istiyorlar. Kendi evrim teorilerine İslam alimlerinden destek arıyorlar. Bu çabaları her şeyden önce iddialarını destekleyen ilmi delillerinin bulunmadığını gösterir.

Türlerin orijinini ve getirdikleri değişiklikleri mantıkla çözmek mümkün değildir. Bu hususta isabetli bir şey söyleyebilmek için ya deney ve tecrübeye dayanacaksınız ya da vahye. Bu konunun fiilen ele alındığı yüz elli yıldır, yapılan deney ve elde edilen tecrübeler, tatmin edici bir netice hasıl etmemiştir. İnsanın topraktan yaratılışının dışında dini bir hüküm de yoktur. Dolayısıyla, yirminci asrın sağladığı her türlü bilgi birikimine rağmen, türlerin menşei hakkında kesin bir şey söylenemezken, günümüzden asırlarca önceki alimlerin bu sahada fazla bilgi sahibi olması elbette mümkün değildir. Kaldı ki, çoğu zaman herhangi bir vahye veya deneye dayanmayan bir felsefecinin görüş veya düşüncesi bize ne dereceye kadar delil olacaktır? Bir başka ifadeyle, bize, evrimin felsefesi değil, delilleri lazımdır.Evrim, bir felsefecinin ne "var" demesiyle var olur, ne de "yok" demesiyle yok olur.

Evrimcilerin iddialarına geçmişten delil aramalarına elbette kimsenin bir diyeceği olamaz. Ancak, geçmişteki bu mana ve mefhumların nasıl ifade edildiğine dikkat edilmesi kaydıyla. Şimdiye kadar yapıla geldiği gibi uydurma terimlerle mesele izaha kalkışılır, değişim ve başkalaşımı ifade eden her kelime yerine "evrim" kullanılırsa, belirli bir sonuca varmak mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla evrim görüş ve düşüncelerinin kritiği yapılırken, bilhassa bu konuda geçmişte kullanılmış Arapça ve Osmanlıca kelimelerin manası iyi anlaşılmalıdır. Nitekim bu hassasiyetin yeterince gösterilemeyişinden dolayı, her sahada olduğu gibi, burada da kavram kargaşasına yol açılmıştır. Bu ifade ve terimleri tam yerinde kullanmayanlar, belki de farkında olmayarak bütün İslam alimlerinde evrimci düşüncenin hakim olduğu imajını uyandırmışlardır.

Bu hususta mefhum anarşisine, kavram kargaşasına mani olunması veya en azından asgariye indirilmesi, evrim terminolojisine gereken hassasiyetin gösterilmesiyle mümkündür.

EVRİM TERMİNOLOJİSİ

Evrim konusunda aynı mana ve mefhumların aynı kelimenin farklı kimseler tarafından değişik manalarda kullanılması halinde, karşılıklı ithamların ötesinde bir sonuca varmak mümkün olmayacaktır.

Evrimin karşılığı olarak kullanılan ve fakat değişik mefhumları ifade eden kelimelerden bazıları şunlardır:

Tekamül: Tekamül kelimesi, evrimin manasını karşılamamaktadır. Çünkü tekamül bir canlının kendi iç bünyesindeki değişikliklerle belirli bir seviyeye ulaşması, kemale ermesidir. Mesela, elma çekirdeği tekamül eder, elma ağacı haline gelir. Tek hücreden ibaret olan zigot tekamül ederek Allah'ın izniyle yetişkin bir insan olur.

Biyolojide bir canlının embriyodan itibaren olgun hale gelinceye kadar geçirdiği safhalara "ontogeny" denir. Tekamül bunun yerine kullanılmalıdır. Bir canlının ilk yaratılışından itibaren günümüze kadar geçirdiği farz edilen ve ilmi tahkikle açıklanmaya çalışılan ve henüz nazariye olmaktan ileriye gidemeyen safhalara da "filojeni" denir. Evrim de bunun karşılığı olarak alınmalıdır.

Bu manada kainattaki bütün varlıklar tekamül kanununa tabidir.

İstihale: Evrim meselesinin münakaşa sahasına geçmesinden sonra bu polemiğe temas eden İslam alimleri, istihale kelimesini kullanmayı tercih etmişlerdir. Daha önceki alimler de bu kelimeyi kullanmışlarsa da onların bu kelimeye yükledikleri mefhum ile evrim kelimesinin ifade ettiği mana arasında hiçbir irtibat yoktur. Esasen evrim yeni bir mefhum olduğu için Arapça’da tam oturmuş bir karşılığı yoktur. Bu sahadaki bazı otoriteler, evrimin tam karşılığı olarak "tatavvur" kelimesinin kullanılabileceğini ileri sürerler. Nitekim Arapça lügat "el-Müncid"in Darwin maddesinde bu teori, "Tatavvur teorisi" olarak adlandırılmıştır.

Netice olarak şu kesinlikle söylenebilir ki, tekamül ve istihale kelimeleri, evrim mefhumunu karşılamaktan çok uzaktıseafoodplus.info ıstılahların tam oturmamış olmasını, evrim teorisinin yeniliğinden başka, teoriye yapılan tali ilavelerle kazandığı farklı manada aramak gerekir.

Tahavvül: Bu konuda yanlış değerlendirmelere sebep olan kelimelerden biri de tahavvüldür. Bunun ifade ettiği mana da "evrim" kelimesiyle karşılanmaya çalışılmaktadır. Tahavvül kelimesinin yerine de "evrim"in kullanılması mümkün değildir. Çünkü, tahavvülle izah edilmeye çalışılan, atom veya moleküllerin bir mertebeden başka bir mertebeye geçişidir.

Buraya kadar yapılan açıklamaların ışığında, bu husustaki görüşleri en çok istismar edilen İslam alimlerinin evrimi değerlendirişlerini görelim. Düşünceleri farklı kimseler tarafından değişik şekillerde yorumlananların başında şüphesiz İbrahim Hakkı Hazretleri gelir.

İbrahim Hakkı Marifetnamesi'nde meseleyi şöyle nakleder:

"Allah'ın emriyle felekler ve yıldızlar hareket edip dört unsur, (ateş, hava, su ve toprak) birbirlerine karışır ve birleşir. Bu karışım ve birleşmeden önce madenler meydana gelir. Bundan da bitkiler, maden ve bitkilerin birleşmesinden de hayvanlar meydana gelir ve hayvan soyu kemalini, en uygun şeklini bulunca insan hasıl olur." (Hakkı, İ., Marifetname, s).

İbrahim Hakkı Hazretleri buradatahavvülat-ı zerrat'tan (atom ve moleküllerin hal değiştirmesi) bahsetmekte, bu elementlerin kademe kademe hangi mertebelerden geçerek insan vücudunda yer aldığına işaret etmektedir. Nitekim, bu ifadelerinden bir kaç paragraf sonra meseleyi iyice açıklığa kavuşturmakta ve şöyle demektedir:

"O akıcı vücut, bitki alemine girerken bazı afetler, hastalıklar ona saldırır ve bu yüzden bitki olmaz. Yahut bitki olurken kemale gelmeden, olgunlaşmadan evvel bozulur. Bitkilik vasfını kaybeder ve hayvanlara yem olmaktan çıkar. Yahut hayvana yem olacak duruma gelir. Fakat yenmeden evvel yok olur gider ve bu yolda, bu suretle nice yıllar gecikir. Bazen de bir hayvan, insanın yemesine elverişli bir duruma gelmişken yenmeden evvel bozulur ve bu yüzden hayvanı insan mertebesine naklettirmeye, dönüşmeye engel olur. Bazen de bozulmadan insan mertebesine naklolur." (a.g.e., s. 30).

Bu ifade hiçbir yoruma yer bırakmayacak kadar açıktır. Burada nazara verilmek istenen husus; elementlerin tahavvülat (hal değiştirme)'la bir mertebeden diğerine geçtiğidir. Topraktan bitki vasıtasıyla alınan faraza bir sodyum atomu, çiçekte canlılık kazanmakta, koyunda daha hareketli bir hale geçmekte, insan bünyesine gelince en yüksek mertebeye ulaşmış olmaktadır. Şimdi fennen tesbit edilen de bunun haricinde bir şey midir? Vücudumuzda görev yapan atom ve moleküller, bitki ve hayvani gıdalardan aldığımız elementler değiller mi? Aslında toprakta bulunan elementlerden doğrudan istifade edemediğimiz için bitki ve hayvanlar devreye girmektedir. İslam alimleri bu geçişi tasvir etmektedirler.

İbrahim Hakkı, canlıların yapı benzerliklerine göre sınıflandırıldığına da dikkati çekmekte ve madenlerle bitkiler arasında ara varlığın mercan, bitkilerle hayvanlar arasındakinin hurma, hayvanlarla insanlar arasındakinin de maymun olduğuna işaret etmektedir.

Görüldüğü gibi, bu bir sınıflamadır. Canlıların hikmetle ve kademe kademe yaratıldığına, bunlar arasında yapı benzerliklerinin bulunduğuna dikkat çekilmektedir. Darwin'in, "tabii seleksiyonla basit bir türden yüksek yapılı organizmaların tesadüfen teşekkül ettiği" görüşüyle yukarıdaki ifadeler, birbirleriyle iltibas edilmeyecek kadar açıktır.

Bütün bunlara rağmen, belirtmeye çalıştığı görüşlerde yanlış anlaşılma söz konusu ise, mesuliyet yine O'na ait değildir. Çünkü İbrahim Hakkı eserinin çoğu yerinde başkalarının görüşlerini nakleder. Nitekim bu konuya da; "Ey aziz, hikmet ehli demişlerdir ki" sözüyle başlamış ve böylece bu hususla alakalı mesuliyeti onlara yüklemiştir. İşin aslı da odur. Çünkü bunlar ayet ve hadislerden değil, hikmet ehlinden nakillerdir.

İbrahim Hakkı Hazretleri ilk insanın yaratılışıyla alakalı olarak da şu ifadeyi kullanmıştır:

"Cinlerin yaratılışından yıl sonra Cenab-ı Hak, Hz. Âdem (as)'i yaratmak isteyince Azrail (as)'i yeryüzüne gönderip ona, yedi iklimden toprak aldırmış ve sonra Cebrail (as)'i gönderip o kuru toprağı yoğurtup hamur haline getirtmiş ve kırk gün o şekilde bekletmiştir. Sonra Cenab-ı Hak bu hamura, Numan vadisinde, en güzel şekilde suret vermiş ve kendi ruhundan başına üfürerek diriltmiş ve melekleri ona secde ettirip, yeryüzünde evlatlarına peygamber yapmıştır." (a.g.e., s. 18).

Şimdi bu fikirleri, dile getiren bir alimi, insanın maymundan evrimleştiğini savunan bir kimse olarak takdim etmek, İbrahim Hakkı'yı kendi adına konuşturmak olur ki, bu da en azından tarafsız ilim ahlakıyla bağdaşmaz.

O'nun, bütün canlıların en uygun tarzda yaratıldığını belirten şu ifadesi de oldukça dikkat çekicidir:

"Cenab-ı Hak, her şeyi münasip, yerli yerinde ve güzel bir ortamda yaratmıştır. Her canlıya yaraşan ve yarayan ve her organın durumuna uygun olan mizacı, tabii bir yapıyı ona vermiştir. Ve bütün alemde olan mizaçların en uygununu ve en mükemmelini insana ihsan etmiştir. Her organa en uygun ve yararlı mizacı, tabiatı, yapıyı vermiştir." (a.g.e., s. ).

Bu ifadeleri kullanan birisinin evrimci olması mümkün mü? Esasen insanoğlunun ilk yaratılışına izah araması tabii bir ihtiyaçtır. Dolayısıyla İslam alimleri de müşahedeye uygun yorum getirmişlerdir. Geçmişteki ilim, günümüzdekinden farklı bir yoruma imkan vermiş de olabilir. Bu bakımdan yaratılış meselesine izah getirmeye yönelik yeni ilmi buluşlara, eski düşüncenin hükümleriyle karşı çıkmanın makul bir izahı yoktur.

Son devrin Diyanet işleri başkanlarından A. Hamdi Akseki de evrim meselesini şöyle değerlendirir:

"Ahadis (hadisler) ve asar (selef alimlerinin sözleri) ile Ayat-ı Kerime'nin hey'et-i umumiyesinden bilistidlal Hz. Âdem'in ilk insan ve ilk peygamber olduğuna ve topraktan yaratıldığına itikad ediyoruz. Cumhur-u müsliminin ve Ehl-i sünnetin mezhebi budur." (İslam-Türk Ansiklopedisi Mecmuası, No. 87, s. 2, )

Bu konudaki görüşü istismar edilenlerden birisi de Merhum Hamdi Yazır'dır. Aslında O'nun bu konuyu değerlendirişi, hiçbir yoruma yer bırakmıyacak kadar açıktır. Şu ifadeleri meseleyi gayet güzel açıklar:

"Bütün hayvan vücutları mükemmel bir tasnif ile tertip edildiği zaman görünüyor ki, aralarında noksanlıktan kemale doğru, yani, basitten mürekkebe giden bir derecelenme vardır. Bununla beraber her bir cinsin diğer cinsten hasıl olduğuna dair bir tecrübeye, bir şahide de rastlamıyoruz. İnsan insandan doğuyor, aslan aslandan, at attan, maymun maymundan, köpek köpekten vs. Böyle olmakla beraber, bu tecrübeye rağmen, aynı menşeden, yani topraktan gelmeye dayanılarak burada da bir mantık yapılıyor. Hayvan cinslerinin birbirine benzemesini, istihale veya tekamülle basitten yüksek yapılının hasıl olduğuna bağlıyorlar. Bu suretle bir gün gelmiş ki, hayvanın biri ve mesela bir takdire göre maymunun biri veya birkaçı, insan doğuruvermiş ve insanlar bunlardan türemiş. Biz daima göğsümüzü gere gere ve ilmi yoldan hiç ayrılmayarak deriz ki, aynı menşeden gelme davası doğrudur. Evvela bütün hayvanat için bu menşein aslı maddedir, basit unsurlar ve elementlerdir. Bir başka ifade ile topraktır. Bu maddeden hayatın meydana gelebilmesi ise, ilim, irade, kuvvet, kudret sahibi harici bir sebebe bağlıdır ki, o basit şeyden canlı hasıl olabilsin. Çünkü, noksandan, kendi kendine bir kamil hasıl olamaz. Mesela bir okkalık siklet (ağırlık) iki okkalık sıkleti sürükleyemez. Çıktığı, sürüklediği farz edilse, bir şeyin yok iken sebepsiz, illetsiz meydana geldiğini kabul etmek lazım gelir. O zaman akıl, ilim ve fen yoktur."

"Aralarında mertebe yakınlığı bulunan hayvan cinslerini, tecrübenin aksine olarak, birbirinden istihale ettirmek veya doğurtmak ne tabiidir, ne de zaruridir 'Kurbağalar balıktan doğmuş.' demek için, görülmüş bir misale ihtiyaç vardır. Gözlenmiş bir numune olmadığı ve mantıki bir zaruret de bulunmadığı halde böyle bir hüküm, elbette fenni ve felsefi bir hüküm değildir."

"Bunun hangisinin hangisinden doğduğunu mantık bildiremez. Bunu ya müşahede (gözlem) ya tecrübe veya vahiy bildirir. Halbuki şimdiye kadar balıktan kurbağa, maymundan insan doğduğu asla görülmemiştir. Ve bu iddia tecrübe mahsulü olan Pastör nazariyesine de tamamen muhaliftir Vahiy ise bize, 'Siz insansınız. İnsan olunuz, kardeş olunuz, hepiniz bir babanın evladısınız' diyor Bütün bunlardan yakini olarak bildiğimiz bir şey varsa, o da ilk insanın arzın sinesinde doğmuş olmasıdır." (Yazır, Hak Dini, 1/).

İslam'ın bu konuya bakışını şu cümleler ne güzel dile getirmektedir:

"Alemde görünen şu nakışlar, şu cilveler bütün isimleri kudsiyye ve cemile olan Celal sahibi Cemil bir Zatın tazelenen sanatlarıdır, tahavvül eden nakışlarıdır. Hikmetle değişen mühürleridir"

"Meyveler, güzel tad, koku ve şekilleriyle iştahımızı açıp, kendilerini müşterilerine feda ediyorlar. Ta ki, nebati hayat mertebesinden hayvani hayat mertebesine terakki etsinler."

Görüldüğü gibi, İslam alimlerinin bu konudaki görüşleri tahavvülat-ı zerreye (elementlerin hal değiştirmesine) dayanmakta, topraktan canlılar tarafından alınan elementlerin, onların bünyelerinde kazandığı mertebelere dikkat çekilmektedir.

El-Cahız, İhsan-üs-Safa, İbn-i Miskeveyh, Nizam-i Aruzi Semerkandi, Nasır-ı Tusi, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Muhammed Kazvini, İbn-i Haldun, Kınalızade Ali Efendi, Abdü'l-Kadir-i Bidil gibi İslam alimleri ve felsefeciler, bu konuyla alakalı olarak, ufak tefek ifade farklılıklarının ötesinde, esasta aynı manaları tekrar ettikleri için, onların görüşlerine yer vermeye gerek görmedik.

Esasen İslam alimlerinin evrim diye bir problemi yoktur. Çünkü onlar, alfabenin 29 harfini bilen ve bununla istediği kelimeyi yazabilen birisinin, "balık" yazdıktan sonra, "kurbağa" yazmak için muhakkak "balık" kelimesindeki harfleri kullanmasının gerekli olmadığını çok iyi bilirler. Dolayısıyla balığı yaratan bir kudretin, kurbağayı da maymunu da insanı da ayrı ayrı yaratabileceğini düşünürler. Ve onlar;

"Neviler için birer evvel baba lazımdır Beşeriyet ve sair hayvanatın teşkil ettikleri silsilelerin mebdei (başlangıcı) en başta bir babada kesildiği gibi, nihayeti de son bir oğulda kesilip bitecektir."

görüşünü kabul ederler.

6 İnsanla maymun arasındaki genetik benzerlik %98 midir?

Evrimciler tarafından, insanla maymun arasındaki genetik benzerliğin %98 olduğu iddia edilmekte ve dolayısıyla maymunla insan arasında evrim bakımından bu yönüyle ilişki kurulmaya çalışılmaktadır. Bu, iddianın bilimsel dayanağı yoktur. İnsan ve maymun genlerinin %98 birbirine benzediği iddiası, yıllar önce evrimciler tarafından üretilmiştir ve devamlı olarak bir slogan gibi kullanılmaktadır. İnsanda ve şempanzede bulunan civarındaki temel proteindeki aminoasit dizilimlerinin ayniliği, bu benzerlik iddiasına delil olarak ileri sürülmektedir.

İnsanda yaklaşık  protein vardır. Bunların içerisinde 40 tanesinin benzer olması, insanla maymunun %98 benzer olduğunu göstermez. Böyle bir yaklaşım, bilimsel olmaktan çok, propaganda amaçlıdır. Kaldı ki, bu 40 proteinin DNA benzerliği konusu da tartışmalıdır.

Bu benzerlik iddia edildiği gibi %98 bile olsa, bu iki canlı grubu arasında evrimsel bir ilişki kurulamaz. Çünkü, türler çok hususi genetik şifrelere sahiptir.

Temel proteinler, bütün canlılarda ortak hayati moleküllerdir. Dolayısıyla bu yapılar bakımından canlılar arasında benzerlikler fazladır. Çünkü bütün canlılar, aynı moleküllerden oluşmaktadır. Bu bakımdan genetik yapı temellerinin de benzemesi  gayet normaldir. Temel yapıların benzerliği,  evrimin değil, bütün varlıkların ustasının aynı olduğunun ve hepsinin aynı plan üzerine yaratılmış olmalarının delilidir. Nitekim, nematod solucanları ile insan DNA'ları arasında %75'lik bir benzerlik vardır(1).

Bu demek değildir ki, solucanla insan arasında benzerlik %75’tir. İki canlı türündeki genetik yapı farklılığı %1 bile olsa, bu fark, o iki canlı türünün tamamıyla farklı özelliklere sahip olması manasına gelmektedir. Burada göz önünde tutulması gereken önemli bir husus, canlı vücutlarında bulunan bir genin, birden fazla özellik üzerinde etkili olmasıdır. Bir başka deyişle, bir özellik birden fazla gen tarafından kontrol edilmektedir(2).

İnsana benzerliği olan canlılar sadece maymunlar da değildir.  Anatomik yapısı itibariyle maymun, zeka itibariyle at, konuşma yönüyle papağan, sanat yönüyle bal arısı, sosyal yaşayış itibariyle karıncalar, yavrularına gösterdiği şefkat yönü itibariyle penguenler, insana diğer canlılardan daha yakındır. Kaldı ki, insanı diğer canlılardan ayıran sadece anatomik yapı ya da birkaç özellik değildir. İnsanın muhakeme etmesi, akletmesi, vicdan sahibi olması, yargıda bulunması, hayali, hafızası, muhabbeti, konuşması, düşünmesi ve inanç sahibi olması en önde gelen vasıflarıdır.

Değerlendirme

İnsanla maymun arasında iki kromozom yapısı bakımından benzerlik olduğunu ileri süren kimsenin, yaratılışı savunanlardan ne öğrenmek istediğini anlamış değiliz. Bazı kromozomların kısmi benzerliklerinin onun iddia ettiği gibi olduğu farz edilse bile, bu neyi gösterecektir?

- Varlıkların tesadüfen ve gelişigüzel ortaya çıktığını mı?
- Bütün canlıların silsile halinde tesadüfen birbirinden meydana geldiğini mi?
- Bütün görünen varlıkların plansız gelişi güzel ve karmakarışıklığın bir sonucu olduğunu mu?

Yaratılışı savunanların belirttiği şudur:

- Eşya vardır ve sanatlıdır.
- Gelişigüzel değil, planlı ve programlı ortaya çıkmaktadır.
- Bu meydana gelişte bir değil, pek çok gaye ve hikmet gözetilmiştir.

-  Bütün bu varlıkları, her şeye gücü yeten, bir atomu hangi kolaylıkla yaratıyorsa, bütün kainattaki varlıkları da aynı kolaylıkla yaratan bir yaratıcının varlığını kabul etmek gerekir. Böyle bir yaratıcı, istediğini istediği tarzda yaratır. İsterse ve hikmeti gerekli görürse, itten atı, attan iti de yaratır.

 Ancak, yaratılışa inananların, tesadüfçü ve tabiatperestlerden, yani eşyanın varlığını tabiata ve tesadüfe havale edenlerden sorduğu şudur:

“Siz canlıların birbirinden silsile halinde, ilk canlının da tek hücreden gelişigüzel ortaya çıktığını iddia ediyorsunuz. Fakat, bu iddialarınızı doğrulayacak deliliniz elde yok. Kaldı ki, günümüzdeki her  bir tür, hatta her bir fert tek hücreden meydana gelmiyor mu?"

Ortaya konacak bazı benzerlikler, milyonlarca türün tesadüfen birbirinden meydana geldiği genellemesini yapmak için, bilim bakımından hiç yeterli değildir. Ama ideolojik bakılır, bir yaratıcı kabul etmemek için tabiata ilahlık görevi yüklenirse, o noktada söylenecek çok fazla bir şey yoktur.

Mesela bu soruyu soran zat her halde bunu düşünecek ve şöyle diyecektir:

“Beni tek hücreden yaratan yaratmış, bir hücreden gözümü takıp, kulağımı yerleştirmiş. O tek hücreden kalbimi ve böbreklerimi yapmış ve bana güzel bir insan suretini vermiş. Benim dünyaya gelmemi sağlamış. Beni o kadar sevmiş ki, dünyaya geldiğim gibi kendi halime bırakmamış. Eğer öyle olsaydı, ben halen bebek şeklinde olurdum. Devamlı vücudumu yenileyip yetişkin bir insan olarak beni besleyip büyütmüş. Hem öyle büyütmüş ki, bütün iç ve dış organlarım hep birbiriyle orantılı olmuş. Yoksa, kolumun biri ya da ayağımın veya gözümün biri, o dünyaya geldiğim ilk halinde kalsa idi, benim için ne kadar sıkıntılı olurdu."

  "Benim yaratıcım, elementlerde olmayan hayatı bana vermiş. Bu hayatımı akıl, hayal, hafıza, muhabbet, sevgi, şefkat duygularıyla bezetmiş. Bütün dünya nimetlerini benim önüme sermiş ve bana onlardan faydalanabilecek iştahlı bir mide vermiş."

"Beni böyle yaratan ve seven acaba benden ne istiyor? Bütün bu nimetlerine karşı nasıl teşekkür edebilirim?"

"Benim İlahım, benim ebede uzanan isteklerimi, bütün sevdiklerimle ebedî olarak beraber olma ve ebedî yaşama arzumu yerine getirecek mi? Onu bilmek isterdim.”diyecektir ve devam edecektir:

“Beni tek hücreden bu hale getiren ve her an benim trilyonlarca hücremi yenileyen ve tekrar yaratan bir Yaratıcı, elbette istediğini istediği şekilde yaratır.”

İlave bilgiler için tıklayınız:

- İslam alimlerinin evrim görüşü nasıldır?

- Varlıkların yaratılması evrimle açıklanabilir mi?

Dipnotlar:

1. Karen Hopkin, "The Greatest Apes", New Scientist, 15 Mayıs , s.
2. Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, Burnett Books Ltd., London, , s.

7 İnsanlık medeniyetle mi, yoksa vahşetle mi başladı?

Çoğumuzun zihnini kurcalar: İlk insanlar ne idi, vahşi mi, medeni mi? Bu mesele üzerine kafamıza girmiş olan fikirleri ciddi şekilde tetkikten geçirecek olsak, onları pek karışık ve hatta birbirine zıt buluruz. Biz burada, teferruata girmeden bu konudaki fikirlerin başlıcalarını ve kaynaklarını belirtmeye çalışacağız.

İnsanlığın başlangıcı hakkında hâlen üç görüş yaygındır(*):

1. Evrimci görüş,
2. İslami görüş,
3. İlmi görüş.

1. Batı Kaynaklı Evrimci Görüş:

Buna göre, insanların atası maymundur. Maymun kılını atarak insan olmuştur. Maymunluktan sonra teşekkül eden ilk insan cemiyeti (bazılarına göre cemiyetleri), korkunç bir vahşet devri geçirmiştir. El yordamıyla ilerleyen bu ilk vahşiler, bir kısım tesadüflerin de yardımıyla bazı teknikleri elde etmişlerdir. Söz gelişi, kuru odunları birbirine sürterek ateşi bulurlar. Bir orman yangınında telef olan hayvanla pişirmeyi, ocağın yanında yanarak sertleşmiş olan çamurla da seramiği keşfederler vs. Bu şekilde, gittikçe ilerleyen insanlık, en üst seviyeye Batı'da ulaşmıştır. Batı medeniyeti insanlığın en yüce, en üstün medeniyetidir. Bütün insanlık onu benimsemek zorundadır. Onun dışında kalan sistemlere "medeniyet" denemez. Çin, Hint, İslam medeniyetleri, bu sebeple barbarlıktır, vahşettir, geriliktir. "Medenileşmek" isteyen her fert, her cemiyet onu benimsemeye mecburdur, mahkumdur vs.

2. İslamî Görüş:

Kur'an-ı Kerim tarafından ortaya konan bu görüşe göre, ilk insan Hz. Âdem (as)'dir ve bir peygamberdir. Hz. Âdem , peygamber olması hasebiyle, vahye mazhardır ve kendisine kitap gelmiştir. Bu kitapta insanlar için zaruri ve gerekli olan bilgiler vardır.

Gerekli bilgilerden maksat sadece dini olanlar değildir. Maddi hayatla ilgili olanlar da buna dahildir Nitekim, bazı rivayetler, Hz. Âdem 'in cennetten, beraberinde, insan hayatının devamı ve teknolojinin gelişmesi için şart olan teknik teçhizatı da getirdiğini belirtir: Örs, kerpeten, çekiç, iğne, gürz bunlardandır. (Razi, Tefsir, 29/; İbn Kesir, 6/)

Dinimiz bu temel görüşe ilaveten, hiç bir devirde insanların başı boş bırakılmadığını, her kavme mutlaka Peygamber gönderildiğini de haber verir. Kur'an-ı Kerim, geçmiş kavimlerden Allah'ın emirlerine uyanların güçlü medeniyetler kurduğunu, azanların ilahi cezalara maruz kalarak yıkılıp gittiklerini ve yeryüzünde isimlerinin bile unutulduğunu tekrar tekrar ifade eder.

Bu söylenen görüşler, insanların düşüncelerine, derin etkilerde bulunmuştur. Bir kaç tanesini belirtelim:

- Avrupa medeniyetinin en üstün, en son medeniyet olduğu görüşü, Avrupalılara, bir egoizm vermiştir. Bu bencillik, askeri ve ekonomik üstünlüğü elinde tutan Batılıların, tarihte görülmeyen vahşi metotlarla sömürgeleştirdikleri kavimleri "medenileştirme" adına imha etmelerine sebep olmuştur. Keşfedildiği asırda milyonlarla Kızılderilinin yaşadığı Amerika'da bugün o ırk sönmüştür. Okyanus adalarında ve Afrika'da yaşayan "medenileşmeyecek yaratılışta" olduğuna hükmedilen vahşiler (!) (yerli, iptidai, barbar, şarklı kelimeleri de aynı manada kullanılır) günümüzde bile aynı telakkinin kurbanları olmaya devam ediyorlar.

- Bilhassa XIX. asırla XX. asrın ilk çeyreğinde hemen hemen bütün dünya "aydın"larını yönlendirmiş olan Batı menşeli görüş, Batı dışında kalan milletleri "medenileşmek için Batılılaşmak" kompleksine iterek, maddi ve manevi büyük yıkımlara sebep olmuştur. Bunun en güzel örneği Türkiye'mizdir. Bu maksatla yapılan bütün çalışmalar -herhangi bir müspet ve yapıcı hizmet sunmaksızın- korkunç bir anarşide karar kılmıştır.

- Peygamberlerin teknikte de örnek oldukları, insanlık tarihinde kaydedilen teknik merhalelerin peygamberler sayesinde gerçekleştirilmiş bulunduğu prensip olarak benimsenmeyince, geçmişle ilgili durumlar sağlıklı bir şekilde izah edilememiştir. Eski devirlerden günümüze intikal eden harika eserler var. Bunlar o kadar harika ki, yukarıda açıklanan Batılı anlayış gereğince vahşi addedilen eski insanların eliyle yapılmış olması mümkün değildir. Mesela Piri Reis'in çizdiği dünya haritası, bu zihniyete sahip bir Batılıya göre, "Fezadan gelen devlerin çizdiği, asıllarının kopyasının kopyasının kopyasıdır." Çünkü Piri Reis Batılı değildir, şu hâlde barbardır, vahşidir ve dolayısıyla böyle mükemmel bir eser vermesi mümkün değildir.

Bu zihniyet, Batı menşeli olmayan bütün tarihi eserleri böyle izah edecektir. Aynı yazar, Peru'da, kuru çamurun içinde bulunmuş olan ve fevkalade mükemmelliği belirtilen bir takvimle alakalı olarak da şu açıklamayı yapar: 

"Bu mükemmellikde onu tasarlayan, ortaya koyan ve kullananların bizden üstün bir uygarlık (medeniyet) seviyesine ulaşmış olduğunu ispatlamaktadır. KENDİMİZE OLAN SONSUZ GÜVENİMİZ BU İSBATI NASIL KABUL EDECEK BİLMİYORUM."

Keza, bir heykel üzerindeki şekillerde okunan bir kısım astronomik bilgilerle alakalı olarak da şu yorum ileri sürülür: 

"Bu astronomi bilgisini, yapı sanatında bile pek geri olan iptidai insanlar mı bir araya getirmişti, yoksa bu bilgi dünya dışı bir kaynaktan mı gelmiştir?"

Kendi dışında kalan insanlığı vahşete mahkum eden Batı zihniyeti, geçmiş devletlerden intikal eden, izahı imkansız(!) pek çok ilmi ve teknik harikaları saydıktan sonra, bunları izah sadedinde, şu safsataya düşer: 

"Bizden önce yüksek bir kültürün ya da eşit seviyede bir teknolojinin varlığını kabul edemeyeceğimize göre, bir tek nazariye kalıyor: Uzaydan (fezadan) bir ziyaretçi"

Kur'an-ı Kerim'in verdiği bir espri ile bakınca, böylesi harika eserlerin, insani olduğu, ancak İlahi vahye mazhar peygamberlerin irşadına dayandığı kabul edilir. Zira Kur'an-ı Kerim, insanlığın geçmişini vahşet ve cehalete mahkum etmez. Aksine, bir kısım eski milletlerden bahsederken, onların "kuvvetçe daha ileri", "mal ve evlatça daha çok" olduklarını ve "yeryüzünde daha çok, daha sağlam eserler bıraktıkları"nı belirtir. (Şu ayetler görülebilir: Tevbe, 69; Fatır, 44; Muhammed, 12; Mü'min, 21, 82; Kasas, ).

Terakkiyi inkâr mı? 

Kur'an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerden (Hz. Peygamberin sözlerinden) esasını alan İslam telakkisi, insanlığın gitgide terakki ettiğini inkar etmez. "İlk cemiyet medenidir" derken, bugünkü manada içtimai ve teknik teçhizata sahiptir demek istemez. Onlar duyulan ihtiyaç nispetinde teknik ve kültürel teçhizata sahiptir. Kanunu ve kaideleri ilk cemiyetin sadeliği nispetinde basit ve mahduttur. Nüfus artıp, içtimai tansiyon (sosyal gerilim) kesafet kazandıkça, gerek teknik ve gerekse kanun ve kaideler yönüyle zenginleşmeye, gelişmeye ihtiyaç duyulmuştur.

Bu ihtiyaç da birbirini takip eden peygamberlerle karşılanmıştır. Peygamberler sadece dini ve içtimai kaideler getirmekle kalmamış, maddi problemlerin hâllinde de önder olmuşlardır. Nitekim, kumaştan yapılan elbiseye Hz. İdris, demirciliğin -ve burada zırhın- gelişmesine Hz. Davud, tıbba Hz. Lokman, gemiciliğe Hz. Nuh, saatçiliğe Hz. Yusuf öncülük etmiştir. Bu teknikler, bugünkü "medenilik"in gelişmesinde küçümsenmesi mümkün olmayan sıçrama ve dönüm noktalarını teşkil eder.

3. İlmi Görüş:

Batılı görüşün, ilmi temelden mahrum ve tamamen hissi ve bencil hesaplara dayandığı, bizzat Batılılar tarafından ifade edilmeye başlanmıştır. Bilhassa etnoloji ilmi gelişip, yeryüzünün her tarafında yaşayan insanların dilleri, inançları, efsaneleri, ahlak anlayışı ve örfleri öğrenildikten sonra, insanlığın geçmişi hakkında ileri sürülen bu tekamülcü nazariyeler (teoriler) iyice itibardan düşmüştür. Çünkü, binlerce yıldır birbirleriyle hiçbir temasta bulunmamış olan Avustralya, Afrika, Amerika, Okyanus adaları ve kutuplarda yaşayan iptidai denen kavimlerin dillerinde, inançlarında, kültür ve tekniklerinde kuvvetli benzerlikler görülmüştür. Bu benzerlikler, insanların tek bir kaynaktan çoğaldıklarını, oldukça ileri müşterek bir medeniyet seviyesine ulaştıktan sonra yeryüzünde dağıldıkları fikrini ilham etmiştir.

Bu fikir, asrımızda, her geçen gün kuvvet kazanmaktadır.

Bu noktada da kalmayan sağ duyu sahibi bir kısım Batılı alimler, "vahşi" ve "medeni" gibi değerlendirmelerin tamamen izafi hükümler olduğunu belirtirler. Onlara göre, yeryüzünde mevcut insan cemaatleri mutlaka bir kısım içtimai değerlere ve bazı teknik malzemelere sahiptir. Alet kullanmayan ve kaideye uymayan hiçbir cemaat mevcut değildir. Her cemaatin kendi dışındakini hor görüp tahkir edici isimler taktığı, "iptidai" denen insanların da medeni Batılılara "vahşi" nazarıyla baktığı görülmüştür. Bu durumları değerlendiren Batılı bir meşhur, batılıların anlamış olduğu şekilde bir vahşetin insanlar arasında hiçbir devirde mevcut olmadığını belirttikten sonra, sözünü şöyle noktalar: "Asıl vahşi, vahşetin varlığına inanan kimsedir."

Birlikten çokluk; medeniyetten vahşet nasıl çıktı?

Kuran-ı Kerim'de belirtilen, başlangıçtaki medeni olan tek insan cemiyetinden çeşitli ırkların, dillerin nasıl çıktığı, bir kısım iptidai grupların nasıl teşekkül ettiği merak konusudur. Bu mesele henüz ilmen kesin hatlarıyla tam olarak izah edilmiş değildir. Ancak oldukça tatminkâr açıklamalar yapılmıştır. Bunlardan birini aşağıda sunmaya çalışacağız.

Prof. Gish, "Fosiller ve Evrim" adıyla tercüme edilen kitabında; ilk insanların topluluk halinde yaşadıklarını belirtir. Zamanla mevcut kaynakların artan nüfus karşısında yetersiz duruma gelmesiyle, bu topluluk fertlerinin de küçük gruplar hâlinde yeryüzüne dağıldıklarına işaret eder. Farklı ülkelere giden ve birbirinden iyice koparak aralarındaki irtibat kesilen bu grupların çoğalmaları da yine kendi içlerinde olmaya başlamıştır. Önceleri aynı yerde bulunmuş olan gruplar, daha sonra bu bütünün üyeleri olarak çoğalmaya devam etmişlerdir. Bu grupların her birisinde yüksek oranda melez meydana gelerek gruplar arasındaki fertlerin genetik yapılarında farklılık ortaya çıkmıştır. Neticede bu gruplar çeşitli kabile ve ırkları hasıl etmiştir.

Topluluğun orijinal merkezinden ayrılan bu küçük grupların bir kısmı, önceden sahip oldukları bilgi ve sanatlarını devam ettirirken, bazıları bunları kaybetmiştir. Bu kaybetme muhtemelen bazı faktörlerin tesiriyle olmuştur. Mesela, önceleri yağmacı akınlara karşı arazilerini müdafaa için silah yapma ihtiyacı duyan gruplar, toplumdan ayrılarak geniş ve boş sahalara yayılınca, bu ihtiyacı hissetmez oldular. Böylece silah yapımı terkedilmiş, toplanan az bir besin gruba kâfi geldiğinden bazı kabilelerde önceki ziraat işleri de bırakılmıştır. Bu devrede her grup kendi içine kapanık yaşadığından, sanatlar komşu gruplar arasında karşılıklı değişmeden mahrum kalıyordu. Sonuçta "ilerleme" olarak ifade edebileceğimiz hususlar bazı kabilelerde gecikmiş, hatta çok iptidai bir seviyeye doğru dejenere olup bozulmuştur.

Bir merkezden yayılmış olan insanlardan bir kısmının ilerlerken bazılarının yerinde saydığına ve hatta gerilediğine dikkati çeken Gish şöyle der:

"Avrupa ve Asya'ya yayılan kalabalık topluluklarda medeniyet hızlı bir şekilde gelişirken, Amerika ve Avustralya ile Güney Afrika'da dağınık hâlde yaşayan gruplar, eskiden sahip oldukları medeniyeti de yavaş yavaş terk ettiler. Neticede günümüzdeki ilkel topluluklar hâline geldiler."

"İnsanlara ait sanat eserlerinin her tarafta bulunuşu, ilk insanların bu şekilde dağınık olarak yaşadıklarına işaret eder. Geçmişteki topluluklar oldukça ileri seviyede silah ve aletler yapabiliyorlardı. Ayrıca bunlar, inanç sahibi idiler. Ölülerini çiçekler ve çeşitli maddelerle birlikte gömmeleri bunların dindar topluluklar olduğunu ve ahirete inandıklarını gösterir."

İlmi verilere dayanarak yapılan bu açıklamanın Kur'anî görüşe ne kadar uyduğu nazar-ı dikkatten kaçmamaktadır. Zira Kur'an'da gelen açıklamalara göre de insanlığın ilerlemesi, terakkisi devamlı olmamış. Bunu bir kısım zikzaklar ve kesintiler takip etmiştir. Bu neticeye yine o cemiyetlerin kendileri sebep olmuştur. Teknik yönden ilerleyip maddi bakımdan güçlenen toplumların, zaman zaman ilahi irşattan ayrılmaları gerilemelerine yol açmıştır. Çeşitli sapıklık ve ahlaksızlıklara düşmüş bu tip kavimlerin cezalandırılarak ellerindeki nimetlerin alındığı Kur'an-ı Kerim'de bildirilir. Bunların bir kısmı toptan helak edilmiş, bir kısmı da büyük maddi musibetlere, belalara maruz bırakılmıştır.

Geçmiş milletlerden bazılarının "kuvvetçe daha ileri", "mal ve evlatça daha çok" oldukları nazara verilir (Tevbe, 9/69; Fatır, 35/44; Muhammed, 47/13). "Yeryüzünde daha çok ve daha sağlam eserler bıraktıkları" ifade edilir (Mü'min, 40/21, 82). Kasas suresinin ayetinde Karun'a "Anahtarlarını güçlü bir topluluğun" zor taşıyacağı kadar çok mal verildiğinden bahsedilir. Hatta, "Allah'ın önceleri ondan (Karun) daha güçlü ve topladığı şey daha fazla olan nice nesilleri helak ettiği"ne dikkat çekilir (Kasas, 28/).

Rum suresinde de geçmişteki medeni kavimlerden söz edilir:

"Yeryüzünde dolaşıp kendilerinden önce geçmiş kimselerin sonlarının nasıl olduğuna bakmazlar mı? Ki onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler, yeryüzünü kazıp alt-üst ederek onlardan çok imar etmiş kimseydiler. Ve onlara bürhanlarla peygamberler gelmişti. Böylece onlara zulmetmiyor, onlar kendilerine zulmediyorlardı. Sonra Allah'ın ayetlerini yalan sayıp onları alaya alarak kötülük yapanların sonu pek kötü oldu." (Rum, 30/).

Bütün bu bilgilerin ışığında, şimdi insanlığın başlangıcını, geçmişini, vahşi kabul etmek mümkün mü? (**).

Dipnotlar:

(*) Bu taksimin yanlış anlaşılmaması için şunu belirtmek isteriz: İslami görüş doğrudan nassa, âyet ve hadîste gelen açıklamalara dayanır, bunu öbürleri ile karıştırmamak gerekir. 

Evrimci görüş, daha çok modern çağda mevcut ibtidai kavimlerde rastlanan bazı müessese ve an'anenin ifratkar bir kıyasla ilk insanlara teşmiline ve bu prensipten geliştirilen spekülasyona dayanır. İlmi görüş ise, dünyanın her tarafında yaşayan farklı cemiyetlerin sunduğu benzer kültürel unsurların, yani objektif verilerin yorumuna dayanır. Bu sonuncu spekülatif sayılmaz.

(**) Daha fazla bilgi için bk. Cânan, İ.; Peygamberimizin Hadislerinde Medeniyet, Kültür ve Teknik, Cihan Yayınları, İstanbul

8 Birçok bilim adamı evrim teorisini kabul ettiğine göre, bunun bir gerçekliği olamaz mı?

Çoğu insan bir bilim adamından duyduğu her şeyi, mutlak doğru sanır. Bu bilim adamının birtakım felsefi ya da ideolojik ön yargılara kapılmış olabileceğinden endişe etmez. Oysa bilim adamlarının bir bölümü, sahip oldukları bazı ön yargıları ya da bağlı oldukları felsefi görüşleri, bilimsel bir görünüm altında topluma empoze ederler. Örneğin, tesadüflerin karmaşa ve düzensizlikten başka bir şey oluşturamadığını gözleriyle gördükleri halde, evrendeki ve canlılardaki tasarım, plan ve düzenin tesadüfler sonucu ortaya çıktığını savunurlar.

Söz gelimi bu tür bir biyolog, canlılığın yapıtaşı olan bir protein molekülünde inanılmaz bir düzen olduğunu ve bu düzenin tesadüflerle oluşma olasılığının bulunmadığını rahatlıkla anlar. Ama buna rağmen, proteinin, milyarlarca yıl önce ilkel dünya şartlarında rastlantılar sonucu meydana geldiğini iddia eder. Bununla da kalmaz, yalnızca bir değil, milyonlarca proteinin tesadüflerle oluşup, sonra inanılmaz bir plan ve düzen içinde biraraya gelerek ilk canlı hücreyi oluşturduklarını da çekinmeden iddiasına ekler ve bunu ısrarla savunur. Bahsettiğimiz kişi "evrimci" bir bilim adamıdır.

Oysa aynı bilim adamı, boş bir arazide yürürken üst üste dizilmiş üç tuğla görse, bunların tesadüfen meydana gelip, sonra yine tesadüfen üst üste dizildiklerine asla ihtimal vermez. Hatta böyle bir şey iddia eden kimsenin aklından kuşkulanır.

Peki, sıradan olayları normal değerlendirebilen bu insanlar, konu kendilerinin nasıl var olduğu sorusunu araştırmaya gelince, nasıl olup da bu denli akıl dışı bir tutum sergilerler?

Elbette, bu davranışın bilim adına olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü bilimsel düşünceye göre, eğer bir olayın iki muhtemel nedeni varsa, her iki ihtimal üzerinde de düşünmek gerekir. Eğer iki ihtimalden birisi diğerinden çok daha düşükse, örneğin yüzde bir ise, bu durumda akılcı ve bilimsel olan hiç kuşkusuz ki yüzde doksan dokuz olan diğer ihtimal üzerinde yoğunlaşmaktır.

Bu bilimsel ölçüyü akılda tutarak düşünelim. Canlıların bu dünya üzerinde nasıl ortaya çıktığı konusunda öne sürülen iki görüş vardır. Birincisi,tüm canlıları, şu an sahip oldukları kompleks yapılarıyla Allah'ın yarattığıdır. İkincisi ise,canlılığın bilinçsiz tesadüfler sonucunda meydana geldiğidir. Bu ikincisi, evrim teorisinin iddiasıdır.

Bilimsel verilere, örneğin moleküler biyolojiye baktığımızda ise, tek bir canlı hücrenin, hatta onda bulunan milyonlarca proteinden tek bir tanesinin bile, evrimin savunduğu şekilde tesadüfler sonucu oluşmasına ihtimal olmadığını görürüz. İlerleyen bölümlerimizde de ele alacağımız gibi, olasılık hesapları bu gerçeği açık ve net olarak ortaya koymaktadır. Bu durumda, canlıların ortaya çıkışı hakkında öne sürülen evrimci görüşün doğru olma ihtimali "sıfır"dır.

O halde, birinci görüşün doğru olma ihtimali "yüzde yüz"dür. Yani, canlılık bilinçli bir biçimde var edilmiştir. Diğer bir deyişle "yaratılmış"tır. Tüm canlı varlıklar, üstün bir güç, bilgi ve akıl sahibi olan Allah'ın yaratmasıyla var olmuşlardır. Bu gerçek yalnızca bir inanç biçimi değil, akıl ve bilimin vardığı ortak sonuçtur.

Elbette bu gerçek karşısında, evrimci bir bilim adamının bu iddiasından bütünüyle vazgeçmesi, açık ve ispatlanmış gerçeğe teslim olması gereklidir. Aksine bir davranış, kendisinin "bilim adamı" olmaktan çok, bilimi felsefesine, ideolojisine ve dogmatik inançlarına alet eden bir kişi olduğunu gösterecektir.

Oysa bütün bunlara rağmen söz konusu evrimci "bilim adamı"nın, gerçeklerle yüzleştiği her durumda, öfkesi, inadı ve önyargıları bir kat daha artar. Onun bu tutumu tek bir kelimeyle açıklanabilir: "İnanç" Ama batıl bir inanç. Zira, gerçeklerle karşı karşıya geldiği halde, bunlara gözünü kapayıp, hayalinde kurduğu akıl dışı bir senaryoya ömür boyu bağlanmanın başka bir açıklaması olamaz.

Bilim adamlarını evrimci ve materyalist olmaya zorlayan mekanizmalar da vardır. Batılı ülkelerde bir bilim adamının yükselebilmesi, doçent, profesör gibi ünvanlara ulaşabilmesi, bilimsel dergilerde yazılarını yayınlatabilmesi için bazı standartlara uyması gerekir. Evrim teorisini kayıtsız şartsız kabul etmek, bir numaralı standarttır. Bu sistem, söz konusu bilim adamlarını bütün bilimsel kariyerlerini dogmatik bir inanç uğruna harcamaya kadar götürür. Amerikalı moleküler biyolog Jonathan Wells, yılında yayınlanan Icons of Evolution adlı kitabında bu zorlayıcı mekanizmalardan şöyle söz eder:

Dogmatik Darwinistler işe, kanıtlar hakkında dar bir yorum empoze ederek ve bunu bilim yapmanın tek yolu olarak göstererek başlarlar. Bunun ardından eleştiri getirenler bilimsel olmamakla damgalanır; yazdıkları makaleleler, yönetim kurullarına dogmatik (evrimci)lerin hakim olduğu önde gelen bilim dergileri tarafından reddedilir, kendilerine gelen bilimsel projeleri "ön yorum" için dogmatik evrimcilere yollayan devlet kurumları ise (evrim teorisine) eleştiri getirenlere fon sağlamazlar; ve sonuçta evrimi eleştirenler bilimsel camiadan tamamen dışlanır. Bu süreç içinde, Darwinist bakış açısı aleyhinde deliller yok edilir, güçlüler karşısındaki şahitlerin susturulması gibi. Ya da deliller özelleşmiş teknik bilim dergilerinin içine gömülür, öyleki bunları buradan ancak kararlı bir araştırmacı bulup çıkarabilir. Eleştiri getirenler susturulduktan ve karşı deliller gömüldükten sonra, artık dogmatik evrimciler teorileri hakkında bilimsel bir tartışma bulunmadığını ve aleyhinde de bir delil olmadığını ilan ederler.

İşte sık sık duyabileceğiniz "Evrim, bilim dünyasında kabul görmeye devam ediyor." hikayesinin ardındaki gerçek budur. Evrim, bilimsel bir değeri olduğu için değil, ideolojik bir zorunluluk olduğu için ayakta tutulmakta ve bu durumun farkında olan bilim adamlarının da sadece bir kısmı "kral çıplak" demeyi göze almaktadır.

İnsan kendisini bu büyüden kurtarır; açık, önyargısız ve özgür bir biçimde düşünürse, apaçık olan gerçeği görür. Modern bilimin de her yönden gözler önüne serdiği bu kaçınılmaz gerçek, canlıların bir tesadüfler zinciri sonucunda değil, üstün bir yaratılış sonucunda var olduklarıdır. İnsanoğlu sadece kendisinin nasıl var olduğunu, bir damla sudan nasıl oluştuğunu düşünse ya da herhangi bir canlının mükemmel özelliklerini incelese bile, bu yaratılış gerçeğini kolaylıkla görebilir.

Yukarıda da belirtildiği gibi, evrimci bilim adamları, aslında evrim teorisinin bilimin hiçbir ilgili dalı tarafından ispatlanamadığının ve tutarsız bir iddia olduğunun farkındadırlar. Ancak inandıkları ideoloji uğruna bu teoriyi savunmaktadırlar. Bu bölümde evrimcilerin evrim teorisinin genel olarak geçersizliği ile ilgili itiraflarına yer verilecektir.

Pierre Paul Grassé (Fransız Bilimler Akademisi Eski Başkanı, Evolution of Living Organisms (Canlı Organizmaların Evrimi) isimli kitabın yazarı):

"Bugün, bizim görevimiz, bizden daha önce baş gösteren ve basit, anlaşılır ve açıklanmış bir olgu olarak kabul edilen evrim mitolojisini yıkmaktır. Hile (aldatma) bazen bilinçsiz olur, ama her zaman değil, çünkü bazı insanlar, tarafgirlikleri nedeniyle, amaçlı olarak gerçeği görmezden gelirler ve inançlarının yetersizliğini ve yanlışlığını kabul etmeyi reddederler."1

Rastgele mutasyonların, tüm canlılık aleminin ihtiyaçlarını karşılamış olmasının imkansızlığını anlattıktan sonra Grassé şöyle diyor:

Hayal kurmaya karşı bir yasa yok, ama bilim buna dahil edilmemelidir.2

Prof. Derek Ager: 

"Öğrenci iken öğrendiğim bütün evrim hikayelerinin bugün doğru olmadıklarının anlaşılması oldukça önemli."3

Dr. Robert Milikan (Nobel ödüllü, ünlü bir evrimci):

"Şu çok acıklı: Biz bilim adamları şu ana kadar hiçbir bilim adamının kanıtlayamadığı evrimi kanıtlamaya çalışıyoruz."4

Dr. Lewis Thomas:

"Biyolojinin, evrimde yönlendirici güç için 'hata' sözcüğünden başka bir sözcüğe ihtiyacı var. Tesadüf doktrini ile uzlaşmam mümkün değil. Doğadaki amaçsızlık ve kör tesadüfler kavramına tahammül edemiyorum. Ve bununla beraber zihnimi sakinleştirmek için bunun yerine ne koyabileceğimi hala bilmiyorum."5

Jerry Coyne (Chicago Üniversitesi Evrim ve Ekoloji Bölümü'nden):

"Neo-Darwinist görüş için çok az delil olduğunu söylemeliyiz: Bu görüşün teorik temelleri ve deneysel delilleri oldukça zayıftır."6

H. S. Lipson:

"Eğer canlılık atomların, doğa güçlerinin ve radyasyonun karşılıklı etkileşimleri sonucunda oluşmamışsa nasıl oluşmuştur?.. Sanırım tek kabul edilebilir açıklamanın yaratılış olduğunu kabul etmeliyiz. Bundan ne kendim ne de fizikçiler hoşlanmamaktadır. Ancak eğer bir teoriyi bilimsel deliller destekliyorsa, o teoriyi sırf hoşlanmadığımız için reddedemeyiz. Aslında evrim bir anlamda bilimsel bir din haline geldi; hemen hemen bütün bilim adamları bunu kabul etti ve birçoğu onunla uyumlu olması için gözlemlerini eğip bükmeye hazırlandılar."

"Evrim teorisinin yaşayan canlıların tüm özelliklerini sayabilme yeteneği beni daima teoriden kuşkulanmaya itmiştir (Örneğin zürafanın uzun boynu). Bu nedenle son otuz yıllık biyolojik araştırmaların Darwin'in teorisine uygun olup olmadığına baktım. Uygun olduğunu düşünmüyorum. Bana göre teori ayakta bile duramamaktadır."7

Gregory Alan Pesely:

"Ayrıca bilim adamlarının temel prensibi "gereksiz söz tekrarı" olan bir kanundan memnun kalmaları utanılacak bir şeydir. Bu problem ile ilgili başarılı bir çözüme kavuşulmadıkça doğal seleksiyon teorisi asla ciddi bir bilim olamaz."8

Dr. Colin Patterson (İngiltere Doğa Tarihi Müzesi yöneticilerinden, evrimci paleontolog. Doğa Tarihi Müzesi Gazetesi'nin editörü, Evolution kitabının yazarı):

"Bu anti-evrimci bakış açısını almaya başlamamın nedenlerinden birisi, bu şey üzerinde yirmi yıl çalışıp bu konuda tek bir şey bilmemenin yaptığı etkiydi. Bir kişinin bu kadar uzun bir süre yanlış yönlendirildiğini öğrenmesi onun için oldukça büyük bir şok. Bu yüzden geçen birkaç hafta, çeşitli insanlara ve insan gruplarına basit bir soru sormaya çalıştım. Soru şu: 'Bana evrim hakkında bildiğiniz bir şeyi, doğru olan bir şeyi anlatabilir misiniz?' Bu soruyu Doğa Tarihi Müzesi'ndeki jeoloji grubuna sordum ve aldığım tek cevap sessizlikti. Chicago Üniversitesi'ndeki Evrim Morfoloji Semineri'ndeki (Evolutionary Morphology Seminar) prestij sahibi evrimci üyelerde denedim ve aldığım tek cevap uzun süren bir sessizlikti ve sonunda bir kişi şöyle dedi: "Tek bir şey biliyorum, evrim teorisi liselerde okutulmamalıdır."9

Dr. Albert Fleischman (Zoolog):

"Çöküşte olan Darwin'in teorisi doğa aleminde ispatlanması gereken tek gerçek değildir. Bilimsel araştırmaların bir sonucu değildir, ama kesin olarak hayal gücünün bir ürünüdür."10

W. R. Thompson (Commonwealth Institute of Biological Control - Ottowa'nın başkanı):

"Bilim adamı olmayan kişilerin dikkatini, evrimle ilgili anlaşmazlıkların üzerine çekmek uygun ve doğru olacaktır. Fakat bazı evrimcilerin son görüşleri bunu makul bulmadıklarını gösteriyor. Bilimsel olarak tanımlayamayacakları bir doktrini savunmak için biraraya gelen bilim adamlarının zorlukları elimine ederek ve eleştirileri gizleyerek inançlarını halkın gözünde devam ettirme girişimi bilimsel açıdan anormal ve istenmeyen bir durumdur."11

E. O. Wiley (CUNY, Balık Bilimi (Ichthyology) Bölümü ve Amerikan Doğa Tarihi Müzesi), Norman Macbeth tarafından yazılan Darwin Retried (Yeniden Darwin) adlı kitap hakkındaki düşünceleri:

"Macbeth, evrime yeni bir göz ile bakmamızı, halka ve gerekirse kendimize Darwinizm'in yanlış verilere sahip yapay bir teori olduğunu itiraf etmemizi öneriyor. Sanırım bunlar mükemmel öneriler."12

Roger Lewin (Ünlü evrimci bilim yazarı, New Scientist dergisi eski editörlerinden):

"Zekamızı gösteren anlayışımız, son derece geniş teknolojik imkanlarımız, son derece kompleks olan dilimiz, ahlaki değerlerimiz tüm bunlar galiba doğayla insanları birbirinden ayırmaya yeterli olacaktır.? Evrimciler için bu durum açıklanması gereken bir utançtır."13

Herribert Nillson:

"Evrimi bir deney ile ispat etme girişimlerim kırk seneden fazla sürdü ve başarısızlıkla sonuçlandı. Hiç olmazsa deneyime ön yargılı anti-evrimsel bir başlama noktasından başlamakla suçlanmayacaktım."14

P. Lemoine:

"Evrim teorileri ile araştırma yapmayı seven gençlerimiz kandırıldı. Bütün dünyanın öğrenmeye devam ettiği bir dogma oluşturuldu. Zoologlar ya da botanikçiler yapılan hiçbir açıklamanın yeterli olmadığını saptamıştır?. Bu özetten şu sonuç çıkmaktadır ki, evrimin gerçekleşmiş olması imkansızdır." 15

Norman Macbeth:

"Maalesef evrim alanındaki açıklamaların çoğu iyi değil. Doğrusu bunların açıklama olarak değerlendirilmeleri bile çok zordur. Öneri, önsezi ve boş hayallerdir, hipotez olarak adlandırılmaları bile yanlış olur."16

Prof. Cemal Yıldırım (Yerli evrim savunucularından, felsefe profesörü):

"Hiçbir bilim adamı (Darwinist ya da neo-Darwinist olsun) evrim kuramının ispat edildiği düşüncesini ileri süremez."17

"Doğrudur, evrim kuramı ispat edilememiştir."18

Darwin'in evrim kuramı bugün geçerliliğini koruyorsa, bunun başlıca nedeni yerine geçecek daha doyurucu, alternatif bir kuramın yokluğundandır. Yetersiz de olsa Darwin'in kuramını, başka bir kuram ortaya çıkıncaya kadar korumak zorundayız

François Jacob (Hücre Genetiği Profesörü - Nobel Tıp Ödülü):

"Ama yine de, özellikle evrimin mekanizmalarına ilişkin nihai açıklamaya sahip olmanın uzağındayız Ayrıca, örneğin kromozomların yapısıyla ilgili şu yakınlarda gerçekleştirilen bazı gözlemlerin de ortaya koyduğu gibi, evrimin temelinde yer alan bütün mekanizmaları bilebilmenin de çok uzağındayız."20

C. D. Darlington:

"Bize insanoğlunun sanatı kademe kademe geliştirdiği ve sonunda tarihin ışığında ortaya çıktığı anlatıldı. Bu "yavaş yavaş" ve "adım adım" gibi insanın beynini uyuşturmak için kullanılan kelimeler sürekli olarak tekrarlandılar. Amaç büyük bir bilgisizliği örtmekti. Biri şu soruyu sormalıydı: "Hangi kademeler?" Ancak bu soruyu soran kişi de verilen yavan cevaplarla uyuşturuldu ve vazgeçti. Çünkü hiç kimse medeniyetin bir anda oluştuğunu düşünmek bile istemiyordu."21

Christopher Wills (San Diego California Üniversitesi'nde biyolog ve evrim dersleri veriyor.) Darwin ve Alfred Russel Wallace'tan söz ederek şöyle diyor:

"Evrim kuramının iki büyük kurucusundan birinin (Wallace) sonunda bu kuramın çoğunu reddetmesi şaşırtıcı."22

Kaynaklar:

1. Pierre Paul Grassé, Evolution of Living Organisms, Academic Press, New York, , s
2. Pierre Paul Grassé, Evolution of Living Organisms, s
3. Derek Ager, "The Nature of the Fossil Record." Proceedings of the Geological Association, Vol. 87, No:2, , s.
4. SBS Vital Topics, David B. Loughran, Nisan , Stewarton Bible School, Stewarton, Scotland.
5. Lewis Thomas, "On the Uncertainty of Science", Key Reporter, vol (Sonbahar ), s
6. H.A. Orr ve Jerry Coyne (), "The Genetics of Adaptation: A Reassessment", American Naturalist, ,
7. H. S. Lipson, "A Physicist Look at Evolution", Physics Bulletin, 31 (), s.
8. Gregory Alan Pesely, "The Epistomological Status of Natural Selection", Laval Theologique et Philosophique, vol. 38 (Şubat ), s.
9. Dr. Colin Patterson, "Evolution and Creationism", American Museum of Natural History'deki konuşmasından, New York City, 5 Kasım
SBS Vital Topics, David B. Loughran, Nisan , Stewarton Bible School, Stewarton, Scotland, Charles Darwin, Origin Of The Species (Türlerin Kökeni) kitabının "Everyman's Library" baskısının Önsöz'ü,
Charles Darwin, Origin Of The Species (Türlerin Kökeni) kitabının "Everyman's Library" baskısının Önsöz'ü,
seafoodplus.info, "Review of Darwin Retried by MacBeth" Systematic Zoology, cilt 24 (Haz), s.
Roger Lewin, In the Age of Mankind, Washington D.C.: Smithsonian Books, s
Herribert Nillson, Synthetische Artbildung (lund, İsveç: Verlag CWK Gleerup, ), s.
Introduction: De (Evolution), Encyclopedie Française, Vol.5 () s
Norman Macbeth, Darwin Retried: An Appeal to Reason, Boston: Gambit, , s.
Cemal Yıldırım, Evrim Kuramı ve Bağnazlık, Bilgi Yayınevi, Ocak , s
Cemal Yıldırım, Evrim Kuramı ve Bağnazlık, s
Cemal Yıldırım, Evrim Kuramı ve Bağnazlık, s
François Jacob, Mümkünlerin Oyunu, Kesit Yayıncılık, İstanbul , s.
C.D. Darlington, "Origin of Darwinism", Scientific American, Mayıs , s
Christopher Wills, Genlerin Bilgeliği, Sarmal Yayınevi, Mart , İstanbul, s

9 Varlıkların yaratılması evrimle açıklanabilir mi?

Hayalen geçmiş zamana doğru uzanalım. Git gide tâ dünyanın lâv hâlinden yeni yeni uzaklaşmaya başladığı, soğumaya yüz tuttuğu devreye varalım. İçi kızgın ateş, dışı ise yavaş yavaş sakinleşmekte olan bu arz küresinin başında durup, bugün şahit olduğumuz eşyanın isimlerini birer birer sayalım. Sözlükteki bütün isimleri burada sıralayacak değiliz. Sadece konuya ışık tutmaya yetecek birkaç kelimeyi hatırlayalım:

El, ayak, kanat, göz, ince bağırsak, pankreas, pençe, gaga, tırnak, dal, kök, yaprak, çam, söğüt, elma

Bu kelimelerle evrim safsatasına bir bıçak atalım, sonra bunlara yeni kelimeler ekleyelim. Bu gün dünyamızda hayat süren bitki ve hayvan türlerini sayalım birer birer. Her birinin organlarını tek tek hatırlayalım. Ve soralım kendimize:Bütün bunlar sonsuz bir ilim ve hikmetten haber vermiyorlar mı? Bunların bir ateşin soğumasıyla kendi kendine, zamanla evrim geçirerek meydana geldiklerine nasıl inanılabilir?..

Yine mâziye dönüyoruz. Dünya dayanmış döşenmiş. Boş bir saray gibi, misâfirlerini bekliyor. O an kâinatta olmayıp, bugün iç âlemlerimizi kuşatmış olan manevî hâdiseleri bir bir hayalimizden geçirelim: Sevgi, korku, merak, endişe, kin, merhamet, zulüm, kurnazlık, saflık, hırs, umursamazlık, şefkât

Bütün bunlar, yeryüzündeki canlılara nereden ve nasıl ithal edildiler? Sonsuz denecek kadar çok olan bu farklı karakterler, hangi evrimle vücut buldular?

Yaratılış ister âni olsun, ister milyarlarca sene sürsün. İnsan, ister doğrudan yaratılsın ister dolayısıyla. Şu soruların cevabı nasıl verilecek:

- Görmeyen kâinattan gören insanları kim çıkarttı?

- Bilmeyen şu âlemden, bilen meyveleri (insanları) kim süzdü?

- Hissetmeyen, sevmeyen, korkmayan şu saraya, bu hissiyatla donatılmış misafirleri kim getirdi?

- Görmemek nasıl evrim geçirdi de görmek oldu?

- İşitmemek işitmeye, anlamamak anlamaya nasıl inkılâp etti?

- Can nedir bilmeyen bu kâinat ağacı, canlı meyveleri nereden elde etti?..

- Akıllara durgunluk veren bu olayları cahil unsurların uzun süre beklemesiyle izah etmek mümkün mü?

Şimdi bir perde daha gerilere gidelim. Kâinatın şu hazır hâle getirilmek üzere ilk hareket noktasına hayalen uzanalım. O noktadan evvel hiçbir mahlûk mevcut değil. Şu sayacağım kelimeleri hayalimizden sıra sıra geçirelim: Su, taş, hava, yıldız, ay, gezegen, güneş, demir, azot, krom, nikel, dağ, ova, sema, samanyolu, cazibe, radyoaktif dalgalar, elektrik Ve daha niceleri.

Bu eşyanın yoktan yaratılışı, sonsuz bir ilim ve kudret sahibine verilmezse nasıl izah edilecektir? Dünkü boş arsada bugün bir köşk görüyorsak hemen soruyoruz: “Bu köşkü kim yaptırdı?" sorusu değil aklımızdan, hayalimizden dahi geçmiyor ki; arsa evrim geçirdi de köşk oldu diyelim. O hâlde, yokluk üzerine halk ve inşa edilen bu kâinat için, bu safsata nasıl ileri sürülebiliyor. Yokluk, evrim geçirdi de varlık mı oldu?

Bütün bunlar bir yana, şu sorunun cevabını arayalım:

Dünya ile güneş başlangıçta aynı mahiyette iken, dünya okyanuslarla, ormanlarla, hayvanlarla, insanlarla doldu da beriki neyi bekliyor; niçin evrim geçirmiyor? Çok iyi biliyoruz ki o da tekâmül etse ortada ne güneş kalır, ne dünya. O hâlde, soruyu şöyle değiştirelim: Güneşin tekâmülüne kim müsaade etmiyor?

Bazıları, Darwin’in yaratıcıya inanan bir evrimci olduğunu iddia ederler. Ben aksini savunacak değilim. Yalnız, şu var ki, bir evrimci yaratıcıya inanıyorsa, savunduğu teori ile bu inanç birlikte düşünüldüğünde, ortaya şöyle garip bir tablo çıkar:

“Bu kâinat, bir yaratıcı tarafından güneşi, ayı, yıldızlarıyla; havası, toprağı, yer altı kaynaklarıyla, tam tamına canlıların yaşayabilecekleri şekilde yaratılmış. Sonra, artık o yaratıcı işe karışmamış Evrimle, isteyen deve olmuş, isteyen tilki, isteyen maymun olmuş, isteyen insan, isteyen elma vermiş, isteyen zeytin"

Evrimi, Darvin’den de önce savunan Lamark şöyle diyor:

“Zürafanın atası, geyiğe benzeyen ve boynu uzun olmayan bir tip idi. Ortamda yeterince ot bulamayınca ağaç yapraklarını yemeye mecbur kaldı. Alt yapraklar bittikçe daha yükseklere erişebilmek için çabaladı. Böylece boynu uzadı, nesilden nesile geçtikçe daha fazla arttı ve bugünkü zürafa ortaya çıktı.”

Bu iddiayı ciddiye alanlara soralım:

Zürafa boynunu uzattı ki, ağacın yukarı kısmındaki yapraklarını yesin, deniliyor. İyi ama, meyve ağaçları niye meyve verecek şekilde evrim geçirdiler?.. Meyveleri kendileri mi yiyeceklerdi, yoksa yavruları mı?

- İnsanın hizmetine verilen at, bu çevikliğini otları yakalamak için mi kazanmış dersiniz?

- Öküz, yükümüzü taşımak için mi güçlü oldu?

- Tavuk, elimizden kaçmamak için mi uçamayacak şekilde evrim geçirdi?

Âlemdeki varlıklar için, “mektubat-ı rabbaniye” tâbiri kullanılmakta Yâni, her varlık bir ilâhî terbiyeden geçmiş, çok mânâlar yüklenmiş, ayrı bir şahsiyet kazanmış ve bir rabbanî mektup olmuş. Bu mektupların mürekkebi: Atomlar. Bir materyaliste göre, mektupları mürekkepler yazmışlardır. Tabiatçıya göre mürekkebin mektup olması tabiîdir. Ve bir evrimciye göre; “Mektuplar mürekkeplerin çok uzun süre beklemesiyle yazılmışlardır!”

Kâinat kitabının mürekkebi atomlardır, dedik. Bu atomlar ilâhî kudret ile var edilmişler ve yüz kadar elementten sonsuz denecek kadar çok yıldız, güneş, gezegen yaratılmış. Bunların tamamına birden kâinat diyoruz ve onun kendi kendine var olmayacağını, yahut bir başka kâinatın evrim geçirmesiyle meydana gelemeyeceğini çok iyi biliyoruz.

Güneş sistemimize bakalım: O da ayrı bir sistemin evrimleşmesiyle ortaya çıkmış değil.

Bugün her türün ayrı bir genetik yapıya sahip olduğu ispat edilmiş durumda. Canlılardaki, terbiye fiili, bu genetik yapı ve bu ilâhî program üzerine cereyan ediyor. O sonsuz ilim ve kudret sahibi, milyarlarca çekirdeği, yumurtayı, nutfeyi harika bir terbiyeden geçiriyor. Âdetâ noktalardan kitapları, damlalardan ummanları çıkarıyor

Evrim felsefesini dâvâ edinenler, bu sonsuz rahmeti ve bu ilâhî terbiyeyi hiç nazara almazlar ve insanlara şöyle seslenirler:

“Ne bu âlem düşünülmeye değer, ne de kendi varlığınız! Siz bunları bir tarafa bırakınız! Sadece ve sadece ilk insanın hangi hayvandan evrimleştiğine kafa yorunuz!..”

10 Erkeklerde meme ucu varlığının hikmeti nedir?

Meme uçları, ceninde henüz erkeklik dişilik teşekkül etmeden önce mevcuttur. Doğumdan sonra erkek ve kız çocuklarında durum aynı olup, ergenlik dönemiyle farklı hormonların salgılanmasıyla birlikte değişim başlar.

Meme uçları sinir hücrelerinin bol olduğu bir yerdir. Erkekteki meme uçlarının cinsel uyarılmada etkisi bilinmektedir.

Yüce Allah hiçbir şeyi boş yere yaratmamıştır. Bizim şimdilik bu konuda fazla bilgimizin olmaması faydasız olduğu manasına gelmez.

Meme uçlarının, insanın önceki atalarından kalmış körelmiş organ olarak nitelendirilmesi, bilimsel değil, felsefî bir görüştür. Çünkü bir organın kullanılmamasıyla zayıflaması, ya da kullanılmasıyla gelişmesi sadece vücut hücrelerindeki bir değişikliktir; genlerde olan bir değişiklik değildir. Dolayısıyla bu değişiklik yavrularına geçmez.

Mesela, trafik kazasında ya da savaşlarda eli kopan bir kimsenin çocuklarının elleri sağlam olarak dünyaya gelir.

11 Evrim ile tekamül arasındaki fark nedir?

Bazıları tekâmülü, evrim karşılığı olarak kullanırlar. Oysa, bu iki kelime kavram olarak birbirinden çok farklıdırlar. Evrimcilerin “tekâmül” derken kastettikleri mânâ, bir türün zaman içerisinde bir başka tür hâline gelmesidir.

Halbuki, tekâmül, ilâhî terbiye ile kemâle ermek demektir. Daha açık bir ifade ile tekâmül, meselâ, bir kavun çekirdeğinin çeşitli safhalardan geçerek kavun hâline gelmesidir. Evrimci tekâmülü böyle anlamaz. Ona göre, söz konusu çekirdek çok uzun bir zaman sonra karpuz, kabak yahut bir başka meyve veya sebze hâline gelebilir.

İlim, hikmet, rahmet gibi nice hakikatleri bize ders veren “terbiye” ve “tekâmülü”, “evrim” gibi, donuk ve ruhsuz, bir kelimeye sığıştırmak mümkün değil.

12 "Allah dilerse sizi giderir ve yeni bir halk getirir." anlamındaki ayetleri açıklar mısınız?

İlgili ayetlerin meallerine bakıldığında, bu ayetlerin soruda geçen konularla hiçbir ilgisinin olmadığı anlaşılacaktır:

“Görüp anlamadın mı ki Allah gökleri ve yeri, hikmetle ve ciddi bir maksat için yaratmıştır. Eğer dilerse sizi ortadan kaldırıp yepyeni bir halk getirir. Allah'a göre bu, sözü edilecek bir şey değildir.” (İbrahim, 14/)

“Allah, içinizden iman edip makbul ve güzel işler işleyenlere kesin olarak vaad buyurur ki: Daha önce müminleri dünyada hakim kıldığı gibi kendilerini de hakim kılacak, kendileri için beğenip seçtiği İslâm dinini tatbik etme gücü verecek ve yaşadıkları korkulu dönemin arkasından, kendilerini tam bir güvene erdirecektir. Çünkü onlar, yalnız bana ibadet edip hiçbir şeyi bana şerik yapmazlar. Artık bundan sonra kim küfrana saparsa, işte onlar yoldan çıkıp Allah'a karşı gelmiş olurlar.” (Nur, 24/55)

“Eğer topyekün seferber olmazsanız, Allah sizi acı bir azaba uğratır ve sizin yerinize başka bir topluluk getirir de siz savaşa çıkmamakla onun dinine zerrece zarar veremezsiniz. Çünkü Allah her şeye kadirdir.”(Tevbe, 9/39)

“Eğer haktan yüz çevirirseniz, ben müsterihim, zira size ulaştırmakla görevli olduğum buyrukları size tebliğ ettim. Rabbim dilerse, sizi gönderip yerinize başka bir topluluk getirir. Ama siz ona hiçbir şekilde zarar veremezsiniz. Muhakkak ki Rabbim her şeyi denetlemektedir.” (Hud, 11/57)

“Zulme batmış nice beldelerin bellerini kırdık, onlardan sonra da başka toplumlar yarattık.” (Enbiya, 21/11)

“Onlardan sonra yine başka nesiller dünyaya getirdik.” (Müminun, 23/42)

“O dilerse sizi ortadan kaldırır ve yerinize başka mahlûklar yaratır. Bunu yapmak Allah'a zor değildir.” (Fatır, 35/)

“Aranızda ölümü biz takdir ettik. Sizi yok edip yerinize benzerlerinizi getirmeyi ve sizi bilemeyeceğiniz bir biçimde ve vasıfta yaratmayı dilersek, bize mani olacak hiçbir güç yoktur.”(Vakıa, 56/)

“Hayır, Allah'ın nizamı onların sandığı gibi değildir! Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki, biz onların yerine kendilerinden daha hayırlı insanlar getirmeye kadiriz. Bizim elimizden kurtulan, gücümüzün yetmediği hiçbir şey yoktur.”(Mearic, 70/)

“Onları yaratan ve organlarını birbirine bağlayan ve onlara bu sağlam bünyeyi veren biziz. Dilediğimiz vakit elbette onların yerine başkalarını getirebiliriz.” (İnsan, 76/28)

Bu ayetlerin meallerinden de anlaşılacağı üzere, söz konusu ayetlerin hiç birisinde ne insanların neslinden başka farklı bir türün yaratılmasına, ne de bir evrimin varlığına işaret eden bir ifade söz konusudur.

Bu ayetlerde genel olarak söz konusu olan belli kavimlerdir. Kavim ise, bir ırk manasına geldiği gibi bir topluluk manasına da gelir. Kur’an'da özetle söz konusu edilen “dilersek onları helak / yok eder, yerlerine başkalarını getiririz” ifadeleri,insanlık camiası içerisinde tarih boyunca peygamberlere karşı isyan eden kavimler / topluluklarla ilgilidir.

Buna göre, bu ayetlerin ifade ettiği “yok etme, değiştirme, yerlerine başkalarını getirme” vurgularının ortak paydası; muhatap olan ilgili kavimlerin yok edilmesi / helak edilmesi / öldürülüp dünyadan silinmesi ve onların yerine başka kavimlerin / toplulukların / başka nesillerin yerlerine ikame ettirilmesigerçeğidir.

Örneğin, Hz. Nuh (as)’ın kavmi helak edilmiş, yerlerine (yeni yaratılan farklı insanlar veya türler değil), aynı topluluğun neslinden olan Hz. Nuh (as) ve ona iman edenler yeryüzü halifeleri yapılmıştır.

Keza, Âd kavmi helak edilmiş, yerine Semud kavmi yerleştirilmiştir. Bizim tarihimizden bir misal verecek olursak; Emeviler yok edilmiş, yerine Abbasiler getirilmiş, Abbasiler yok edilmiş, yerine Osmanlılar getirilmiş, Osmanlılar yok edilmiş, yerine Türkiye ve daha bir sürü devletler ikame edilmiştir.

Görüldüğü gibi, bu tarihi gerçekler, insan neslinin tamamen yok edilip de yerine başka türden bir insan neslinin ikame edilmesi diye bir şey söz konusu değildir. Söz konusu olan, o günkü dünyada var olan  bazı toplulukların yok edilmesi ve yerlerine -yine dünyada var olan- başka topluluklara imkan tanınmasıdır.

”İşte bunlar, Allah’ın nimetine mazhar olmuş olan bu zatlar, Âdem neslinden, Nuh ile beraber gemide taşıdıklarımızın evlatlarından, İbrahim ve İsrailin nesillerinden ve hidâyete erdirip seçtiğimiz kimselerdendir. Onlar Rahman’ın ayetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı.” (Meryem, 19/58)

mealindeki ayette, peygamberlerin hepsinin Hz. Adem (as) ve Hz. Nuh (as)’ın neslinden geldikleri belirtilmiştir. İslam literatüründe olduğu gibi, Kitab-ı Mukaddes ve tarih kitaplarında da insanlığın ikinci babası sayılan Hz. Nuh (as)’ın Hz. Adem (as)’in torunlarından olduğu bildirilmiştir. Demek ki, mevcut insanlık ailesi Hz. Adem (as)’den beri devam edip gelmiştir. Hiç bir zaman insanlık ailesi tamamen ortadan kaldırılıp da yerine başka bir Adem (as)’den gelen bir soy getirilmemiştir.

“Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem de topraktandır.”(Müsned, 2/; Ebû Dâvud, Edeb, , ) manasındaki hadis ile

“Allah bütün mahluklar arasından Âdem’in çocuklarını / İnsan oğlunu seçti, Âdem’in çocuklarından Arapları seçti, Araplardan Mudar kabilesini seçti, Mudar’dan Kureyş kabilesini seçti, Kureyşten Haşim oğullarını seçti, Beni de Haşim oğullarından seçti, böylece ben, seçkinlerin seçkini oldum.” (Mecmau’z-zevaid, 8/)

manasındaki hadis-i şerifte de bu günkü insanların kökünün Hz. Âdem (as)’e dayandığı ifade edilmiştir.

Demek ki orta da ne bir evrim ne de farklı insanlık türleri vardır. Farklı Âdemlerin olduğuna işaret etmiş olan İbn Arabî gibi zatların sözleri, sadece misal aleminde boy gösteren simgesel varlıklarla ilgilidir.

"Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden (Âdem ile Havva'dan) yarattık. Hem de sizi boylara ve kabilelere ayırdık ki, birbirinizi tanıyasınız. Biliniz ki Allah katında en iyiniz, takvası en üstün olanınızdır.”(Hucurat, 49/13)

13 Virüslerin değişime uğraması evrimin delili midir? Evrim Teorisi gerçek mi?

Burada evrimden kastedilen şey çok önemlidir. Kâinatta pek çok şey kararında değildir, her şey değişmektedir. Evrimden kasıt, bir türün başka bir türe dönüşmesi ise, bunun bilimsel hiçbir dayanağı yoktur.

 

Eğer değişim kastediliyorsa, o evrim değil tekamüldür. Faydalı mutasyonlarla tür içerisinde gerçekleşen değişiklikler evrim değildir, planlı esnek yaratılıştır. Canlının genetiği müsade ettiği ölçüde canlı değişebilir. Fakat başka bir türe dönüşemez. Virüs yine virüstür, bakteri yine bakteridir.

 

Bilgi için tıklayınız:

 

- Faydalı mutasyonun olabileceği iddiası evrim teorisinin doğru olabileceğine dair bir delil teşkil eder mi?..

14 Maddeciler maddenin ezeli olduğunu öne sürüyorlar. Bu iddiaya nasıl cevap verebiliriz?

Maddeciler, maddeye, o cansız, şuursuz ve iradesiz varlığa uluhiyet isnat etmelerinin saçmalığını, kendi iç âlemlerinde, çok iyi bildiklerinden, oyunlarını bir başka sahada sergilemeyi tercih ettiler. Maddenin ezelî oluğunu iddia etmeye başladılar. Bu, maddeye “İlâh” demenin bir başka şekliydi. Ama bunu bir felsefe olarak ileri sürdüler ve kendini adatmak isteyen gafillerden, oldukça taraftar da buldular.

Evrimciler, insanı anne ve babasının yaptığını iddia etmenin ne kadar saçma olacağını çok iyi bildiklerinden, onun yaratılışını milyonlarca yıl öncesine götürüp, meseleyi bir başka hayvandan evrimleşme şeklinde açıklamaya kalkıştıkları gibi, bunlar da insanı aynı oyunla maziye götürüyor, maddenin ezeliyetiyle meşgûl ederek ona kendi yaratılışını unutturuyorlardı. Maddenin bir yardımcı mahlûk olduğu meydanda iken, onu bir ilâh olarak takdim etmeğe çalışıyorlardı.

Nur Külliyatı'ndan bütün materyalistleri susturan bir hakikat dersini burada aktarmak isteriz: 

“Madde dedikleri şey ise; suret-i mütegayyire, hem de hareket-i zâile-i hâdiseden tecerrüd etmez. Demek hudûsu muhakkaktır.” (Muhakemat)

Hudus, bir şeyin sonradan meydana gelmesi; bir başka ifadeyle, bir şeyin evvelinin olması demektir. Hadis, ise evveli olan şeye deniliyor.

Maddenin hudusu, yani sonradan var edilmesi muhakkaktır, çünkü suret değiştiriyor ve hareket ediyor. Bir hareketi bir başkası takip ediyor. Bu ikinci hareketle, birinci hareket ortadan kaybolmuş oluyor.

Yukarıdaki hakikat dersinde, maddenin sıfatlarının hâdis olduğu ortaya konuldu. Hareket hadistir, bir hareketin yok olması ve yerine bir başkasının gelmesi her iki hareketin de hadis olduğunu gösteriyor. Buna göre madde bu hadis sıfatları taşıdığından, kendisinin de hadis olması icap eder. Zira hadis sıfatlar ancak hâdis olan bir varlıkta bulunabilir. Bu son hüküm “hudusu muhakkaktır" ibaresiyle net biçimde ortaya konulmuş.

Aynı şeyi suret için de söyleyebiliriz. Madde, suret yani şekil değiştirdiğine göre, önceki şekli de sonradan takındığı suret de hâdistir. Hâdis bir sıfatı taşıyanın kendisi ezelî olamaz, o da hâdistir, sonradan yaratılmıştır, mahlûktur.

Başta da kısaca değindiğimiz gibi, maddenin ezeli olduğu iddiası maddecilerin ve materyalistlerin kendi batıl davalarını ispat edememelerinden doğmuştur.

Bir cam kâseyi düşünelim: “Onun aslı olan cam, kâse hâlini nasıl aldı?” sorusuna bir materyalistin verecek cevabı yoktur.

Bir de camın imâl edilmesi var. Camın aslı kum, kireç ve soda maddeleri. Bunlar bir işlemden geçerek cam hâlini alıyorlar. Bu sonucun arkasında bir ilim, bir kudret, bir irade yatıyor. Yoksa bu maddelerin cam olmaya ne ihtiyaçları var ki, böyle uzun ve çileli bir yola kendiliklerinden girsinler. Bu bir terbiye meselesidir.

İşte, şu kâinat sarayı da cansız elementlerle yapıldı. Ama kâinat ilk noktadan itibaren durmadan yol aldı, büyüdü, gelişti, yayıldı, değişti. Ve sonunda bu gün gördüğümüz hâlini aldı. Bütün bu faydalı ve hikmetli işler cansız maddelere verilemeyeceğine göre, onları büyüten, değiştiren ve geliştiren biri var.

Dünün tuğlaları bugün ev olmuşsa, dünün mürekkebi şimdi kitap olarak karşımıza çıkmışsa, dünün hareketsiz maddeleri bu gün bir taksi yahut uçak hâline gelmişse, biraz düşünmek ve bu gelişme ve değişmelerin onların yapılmasında kullanılan maddenin ezeli oluşuyla açıklamak aklen mümkün değildir. Ama kendini aldatmak isteyenleri böyle bir vehim doyurabilmektedir.

15 Hz. Âdem ile Hz. Havva'nın göbek deliği var mıydı? Yoksa evrime delil midir?

Bu ilk insanlarda göbek bağının varlığı veya yokluğunu bizzat göstermek mümkün olmadığına göre, sadece bazı sebeplere ve yaratılıştaki hikmete göre bir yorum yapılabilir. 

Bilindiği gibi, insan anne karnında göbekten beslenmektedir. Dünyaya gelince ağızdan beslendiği için, göbekteki bu açıklık zamanla kapanmakta ve sadece belirli bir izi kalmaktadır. İlk insanın yaratılışında anneden beslenme olmadığına göre, mantıken göbek bağının da bulunmaması gerekir. Cenab-ı Hak, onun rızkını göbek bağı olmadan da verir. Yumurtanın içindeki civcivi, göbek bağsız besleyip büyüten, elbette ilk insan Hz. Âdem babamızı ve Hz. Havva validemizi de öyle besleyip büyütmüştür.

Ateistler burada cerbeze ve kelime oyunu yaparak, insanları yanıltmaya çalışıyorlar. İnsan, göbek bağı olsa da olmasa da bir hücre halinden gelişip farklılaşarak insan şekline geliyor. Daha da ilerisi, her bir insanın her an binlerce hücresi değişip yenileniyor. Bir saniye sonraki insan, bir saniye önceki insan değildir. Bu değişme ve farklılaşmalara biz tekâmül diyoruz; yani, gelişip farklılaşarak kemale erme. Bu tarzdaki gelişme bir kanundur. Canlı ve cansız kâinattaki bütün varlıklarda bu kanun geçerlidir. Onlar buna evrim diyorlarsa, o zaman, evolüsyon manasında kullandıkları, bir canlıdan bir başka canlının tesadüfen meydana geldiği iddialarını başka bir kelime ile ifade etmeleri gerekir. Onlar cerbeze yaparak ikisine de evrim diyorlar. Hâlbuki tahavvül ve tekâmül manasındaki değişiklikler bir kanundur. 

Evolüsyon manasında meydana geldiğini iddia ettikleri değişiklik ve farklılaşmanın dayandığı bir hakikat yoktur. Farazi ve felsefî bir düşüncedir.

16 Allah sakat veya mutasyona uğramış canlıları niçin yaratıyor?

Konuyu birkaç noktada değerlendirecek ve analizin sentezini sizlere bırakacağız.

1. Kâinat Allah’ın mülküdür. O, mülkünde istediği gibi tasarruf hakkına sahiptir. Hangi canlıların yaratılacağı ve bunların ne şekilde olacağı tamamen onun takdirine bağlıdır. Bu yaratılışta Allah; büyüme, gelişme, farklılaşma ve çoğalma gibi bazı kanunlar koymuş ve bu kanunları da bir takım sebeplere bağlamıştır. Bu kanunlar sadece insanlar için değil, bütün canlılar için geçerlidir.

Allah her canlı türüne en gelişmiş ve o canlıya en uygun bir uç noktası vermiştir. Buna kemal noktası, yani o canlının en mükemmel hali deniyor. Lalenin en güzeli, en mükemmeli olduğu gibi, gülün de bülbülün de ineğin de sineğinde ve atın da bir kemal noktası vardır. Bu kemal noktaya o canlı türünün ulaşması için bir takım sebep ve kanunlar vardır. O kanunlara uyulmaması halinde,  o canlı kemal noktasına ulaşamadan ömrünü tamamlar. Bunun insan olması, bitki veya hayvan olması fark etmez.

Mesela, ihtiyacı olan suyu veya besini yeterince alamayan bir canlının yapısında bir takım kusurlar meydana gelir. Bu noksanlığın ve hastalığın derecesi, o canlının ihtiyacı olan maddenin temini ile doğru orantılıdır.

Aynı şekilde, embriyo safhasında radyasyona maruz kalan bir canlıda, mutasyon adı verilen bazı değişiklikler olabilir. Radyasyonun süresine ve şiddetine göre, o canlıda sakatlıklar ve anormallikler ortaya çıkabilir. Bir canlının radyasyon veya benzeri kimyevî reaksiyonlara maruz kalması tabiî ortamda olabileceği gibi, laboratuarda da yapılabilir.

Mesela, farelere veya tavşanlara laboratuarlarda uygulanan kimyasal bir takım deneyler, onların şu veya bu şekilde sakat kalmasına yol açabilir. Bu yolla olabilecek bütün değişiklik ve farklılaşmalar, araştırma ve inceleme konusu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu ön bilgilerden sonra sorudaki;  “Allah sakat veya mutasyona uğramış canlıları niçin yaratıyor?” sorusuna dönersek bunun iki cevabı olabilir.

Birincisi, siz sebep ve kanunları ne kadar değiştirirseniz değiştirin, her canlı mutlaka en mükemmel şekilde yaratılır. Diğeri de siz sebep ve kanunlara müdahale ettiğiniz zaman, ona göre sonuç alırsınız.

Şu anda kâinatta cereyan eden ikinci şıktır. Yani Cenab-ı Hak, bizim sorduğumuz soruya cevap veriyor. Bu onun hikmetine ve adaletine daha uygun değil mi?

Mesela, biz anne karnındaki on günlük bir fare embriyosuna belli dozda X ışını vererek nasıl bir cevap alacağımızı merak ediyoruz. Bu sorumuzu sorduğumuz, yani uygulamayı yaptığımız zaman cevabını alırız. Bunun cevabı belki sakat veya hastalıklı bir fare olacaktır.

Cenab-ı Hak, her şeyi bir kanuna ve sebebe bağlamış. Bu sebeplere veya kanunlara uyup uymamaya göre, canlılar âlemindeki fertlerde bir takım şekil bozuklukları veya hastalıklı yapılar ortaya çıkmaktadır. Siz buna isterseniz soruya göre cevap diyebilirsiniz. Canlılar âleminde hangi soruya ne cevap alınacağı da deneme ve uygulamalarla anlaşılmaktadır. Allah’ın yaratılıştaki hikmeti, adaleti ve hâkimiyeti bunu gerektiriyor.

2. Allah, mülkün tek sahibidir. Bütün dünya ve ukbanın tasarrufu ona aittir. Mülk sahibi mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. İsterse arsasına bina diker, dilerse ekin eker. Hiçbir surette onun bu tasarrufu kendisini haksız konuma sokmaz ve sorumlu yapmaz.

Allah’ın bin bir ism-i celili vardır ki, bunların her birisi farklı bir sanat, farklı bir tecelli, farklı bir yansımayla tezahür etmek ister. 

Mesela, Rezzak ismi rızka muhtaç olan canlıların varlığını istediği gibi, Şafi ismi de hastaların / hastalıkların olmasını ister Kâinattaki farklılıklar, bu isimlerin farklı tecellilerinden kaynaklanmaktadır. 

Allah’ın sonsuz ilim, kudret ve hikmetinin -muhatapları olan şuurlu varlıklar tarafından- tam anlaşılması için sanat eserlerinin farklı estetiğe, biribirine ters düşecek şekilde bir zıtlık içerisinde olması gerekir. Çünkü, “Eşya ancak kendi zıddıyla bilinir.” ilmî kaidesi gereğince varlıklarda zıtlıkların olması şarttır. Ta ki, “hakaik-i nisbiye” denilen izafî, nisbî, göreceliği olan gerçekler ortaya çıksın ve bu şekilde farklı sanatlar arasındaki farklılık idrak edilsin. Bu açıdan denilebilir ki, güzellerin güzellikleri, çirkinlerin çirkinliğine, mükemmellerin mükemmelliği, noksanların kusurlarına borçludurlar.

Allah, insanların ve hayvanların cesedini ruhlarına bir elbise olarak giydirmiştir. Ruhu değişik isimlerinin tecellilerini göstermeye bir model yapmıştır. Farklı ceset / beden gömleklerini bu her kalıba uyan esnek ruh modeli üzerinde -kısaltarak, uzatarak, eksilterek, kesip biçerek- farklı biçimlerde dikmeyi irade etmiştir. İşte bu farklılığın olması, ilahî ilim, kudret ve hikmet gibi daha pek çok isimlerinin tecellisini göstermeye yöneliktir. Buna göre, aksaklar, âmalar dahil her varlık bir harika sanattır; Allah’ın ilmini, kudretini, hikmetini yansıtmaktadır. Biz insanlara göre noksan görülen durumlar da aslında harika birer sanat eseridir.

Nazik, nazenin ve biraz da nazlı olan insanoğlu dışındaki varlıklar genellikle kendi durumlarından memnundurlar. Örneğin hiçbir karınca fil olmadığı için, hiçbir sinek deve olmadığı için şikayette bulunmaz. Her şey kendi kamet-i kıymeti nispetinde Rabbine medyun-u şükran olduğunu bilir ve şükreder.

Bu pencereden bakıldığında, aksak insanların da -iman şuuruyla- kendi hallerine şükretmek durumunda olduklarını idrak etmeleri, kısa birkaç gün dünya hayatında bu noksanlıklarına karşı büyük bir mükâfat göreceklerini düşünmeleri, “biri veren bini kazanan kimsenin zarar etmediğini, aksine büyük kâr ettiğini”bilmeleri ve rablerine şükretmeleri gerekir.

Ruhları bakî olan hayvanların da varlıklarının bir şükrü olarak -aksak da olsalar- Rablerine teşekkür ediyorlar. “Her şey Allah’ı hamd ile tesbih ediyor.”(İsra, 17/44) mealindeki ayetten bu gerçeği anlamak mümkündür.

17 Çipura balığı (Sparus aurata) iki yaşından sonra cinsiyet değiştiriyormuş. Bunun hikmeti ne olabilir?

Canlılar cinsiyet bakımından farklı şekillerde yaratılmışlardır. Bir kısmı erkek, bir kısmı dişi, bir kısmı da hem dişi ve hem de erkek karakterine sahiptir. Bu iki karakterli olanlara hermafrodit denir. Bunların örnekleri hem bitkiler âleminde, hem hayvanlar âleminde ve hem de insanlarda vardır.

Mesela, armut, şeftali kiraz gibi ağaçların çiçeklerinde hem erkek ve hem de dişi organ bir aradadır. Hâlbuki cevizde erkek ve dişi çiçekler ayrıdır. Salkım şeklinde erken ilkbaharda teşekkül eden çiçekler erkek, daha sonra teşekkül eden ve cevizi verecek olan çiçekler ise dişidir. Diğer taraftan söğüt de ise, erkek çiçekler ayrı ağaçta, dişi çiçekler ise ayrı ağaçta bulunur. Bunlar erkek ve dişi ağaçlar olarak ifade edilir.

İnsanlardan da cinsiyet değiştirenlere zaman zaman şahit oluyoruz. Bu tip kimselerde hem erkek ve hem de dişi organ bulunuyor. Ancak, salgılanan hormona göre o şahsın cinsiyeti gelişiyor. Vücutta erkeklik hormonu hâkim ise, o şahısta erkeklik duyguları, dişilik hormonu hâkim ise, kadınlık hisleri öne geçiyor.

Çipura balığında da hem dişi ve hem de erkek organ mevcuttur. Bu hayvanın hayatının ilk devresinde dişilik karakterleri hâkim iken, ileri yaşlarda veya ortamın kimyasal etkileri ile erkeklik hormonu etkisini göstermektedir. Dolayısıyla bu hayvan, hayatının ilk devresinde dişi davranışı, belli yaştan sonra da erkek davranışı sergilemektedir.

Çipura balığında görülen bu çifte cinsiyetin hikmeti soruluyor. Tek cinsiyetli balıkların da olduğu dikkate alındığında, biyolojik olarak böyle cinsiyete sahip oluşun bir takım farklılıkları söylenebilir. 

Her bir canlının yaratılışında, şekil ve yapısında, bitkilere, hayvanlara ve insanlara bakan faydaları olduğu gibi, doğrudan yaratıcısına bakan binlerce hikmeti bulunabilmektedir.

Canlılar âleminde böyle çifte cinsiyette yaratılışın da elbette pek çok hikmet ve ibretli tarafları olacaktır. Bunun birkaç özelliğini sayarak hikmetlerini sınırlama yerine, herkesin kendine göre bir takım yaratılış gayelerini ve hikmetlerini görmesi ve kendisine buradan dersler çıkarmasının daha isabetli olduğunu düşünüyoruz.

Böyle bir yaratılışın evrimi savunanlara delil teşkil edeceği gibi bir endişe dile getiriliyor. Evrimciler, bir yaratıcıyı kabul etmeyip her varlığın tesadüfen ve silsile halinde birbirinden meydana geldiğini kabul edip buna göre delil topluyorlar. Allah, her varlığı bir sebebe bağlamış. Elmayı ağaçtan, sütü inekten alıyoruz. Hikmetle ve dikkatle bakan o elmanın ve sütün arkasında Allah’ın kudret elini görür, tesadüf gözlüğüyle bakan da sütü ineğin, elmayı da ağacın yaptığına hükmeder ve her şeyi tesadüfe verir.

Dünya imtihan dünyasıdır. Dolayısıyla her varlık ve yaratılış, bir ve belki birçok soruyu temsil etmektedir. Herkes bu sorulara verdiği cevapla kendi makamını tayin etmektedir.

18 Canlılar arasındaki bir kafa, iki kulak, iki göz, bir ağız gibi benzerlikler nasıl açıklanabilir?

- Evet, bu benzerlikler insan türü için de geçerlidir. Öyle anlaşılıyor ki, canlılardaki farklılıklar ve benzerlikler, ilahî hikmet tarafından özenle seçilmiş birer olgudur. Bu husus, insanlar için çok daha belirgindir. İnsan bir tek nevi olmasına rağmen, saydığınız temel unsurlarda aynı olduğu halde, genel simasıyla hiçbirisinin tıpa tıp diğerine benzememesi şüphesiz bir hikmet dersi veriyor. Bu hikmetlerin birçok yönü olmakla beraber, en büyüğü, Yüce Yaratıcının varlığını / birliğini, iradesini göstermektir.

Canlıların, özellikle de insan nevinin ittifak ettiği benzer yönleri, kendilerini yaratan Allah’ın birliğinin açık belgesidir. Çünkü “El-vahidu la yasduru illa anil’vahidi = Birliği olan şey, ancak bir tek kaynaktan gelir.” kaidesi gereğince, sözgelimi insanların, onlarca -iç ve dış- organlarında birbirine benzerlik göstermesi, bu yapılan sanatın yaratıcısının bir olduğunu gösterir. Kâinattaki fiziksel ve kimyasal entegrasyon, birlik kümelerinin varlığı gibi binlerce vahdet rabıtaları, Yüce Yaratıcının birliğini gösteren ontolojik imzalardır.

Farklılıklar ise, Allah’ın küllî iradesinin belgeleridir. İnsanın küçük simasında, parmaklarının ucunda kendini gösteren -adeta sonsuz- farklı nakışlar, Allah’ın sonsuz ilim ve kudretini gösterdiği gibi, dilediğini yapabilen mutlak iradesine de işaret / delalet etmektedir. Çünkü bir tek ferdin farklı bir simaya kavuşturulması için, geçmiş ve gelecek bütün fertlerin simasını gören, onlarda bulunmayan yepyeni bir nakış dokumakla bu ferdin simasına  farklı bir şekil veren sonsuz bir ilim, irade ve kudret gerekir. Bu sonsuz sıfatlar ise, Allah’da bulunması zorunlu olduğu gibi, ondan başkasında da bulunmaması zorunludur. Aksi takdirde -haşa- başka ilahları kabul etme zorunluluğu doğar ki, ne dinen, ne ilmen ve ne de aklen böyle bir şeyin varlığı kabul edilemez, ispat da edilemez. (Bu konu için bk. Nursi, Lem'alar, Otuzuncu Lem'a, Dördüncü Nükte).

19 İnsan neden bu kadar çok şempanzeye benzer yaratılmış?

Her bir canlının yaratılışında, bir değil, belki binlerce hikmet var. Biz o canlının yaratılışına ait tek hikmetini biliyoruz. Ama onun yaratılışında Allah’ın bin bir ismi adedince yaratılış hikmetleri olabilir.

İmtihanda doğru sorunun yanında, "çeldirme soruları" diye isimlendirilen ve dikkatli tetkik edilmezse, doğru soruya benzerliğinden insanı yanıltan sorular vardır.

Sanki bu benzerlik (insanın şempanzeye benzerliği) de tabiatta ve sebeplerde boğulan günümüz insanının en büyük sorusu gibi.

Bazı kimseler, maymunun bu benzerliğinden hareketle, insanı maymunla aynı kategoriye koymakta ve maymunu insanın atası olarak almaktadırlar.

Allah’ın insanı en güzel şekilde yarattığını, ilk insanı topraktan, onun neslini de bir damla su olarak adlandırılan meniden yarattığını bildirmesini dikkate almayıp, insan-maymun benzerliğinden hareketle, insanı maymuna bağlayanlar için yeterli bir sebep değil mi?..

20 Siyah tenli ırkların Afrika'da yaşamasının sebebi nedir?

Bazıları, zenci ırkın tropik bölgelerdeki yoğun ultraviyole ışınlarına uyum sağlayarak meydana geldiğini iddia ederler. Halbuki bu görüş, Kuzey ve Güney Amerika'da aynı ışınlara maruz kalanların niçin siyahlaşmadıkları sorusunu izah edememektedir.

Son yapılan çalışmalar, deri rengindeki bu farklılığın irsî olduğunu ortaya koymuştur. Dolayısıyla, ırkların teşekkülüyle ortaya çıkan siyahlar, kendileri için zararlı olmayan ışınların bulunduğu sahaya göç etmiştir. Diğer taraftan açık renkli ve mavi gözlü İskandinav ırkı ise, ekvator yakınındaki yoğun ultraviyole ışığından kurtulmak için kuzeye gitmiştir.

Rum sûresinin ayetinde bu hususta mealen şöyle buyurulur:

"Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olması, onun varlığının delillerindendir. Doğrusu bunlarda bilenler için dersler vardır."

Allah Teala her bölgenin şartlarına göre bitki ve hayvanları yarattığı gibi, o bölgenin insanının ten rengini de ona mahsus yaratmıştır.

21 “Evrim teorisi ispatlandı.” şeklinde yapılan açıklamaların doğruluk payı var mıdır?

Propagandadan başka hiçbir doğruluk payı yoktur. Evrim görüşünü ortaya koyan Darwin’in konu ile ilgili kitapları yılları arasında yayınlanmıştır. Yani yaklaşık yıllık bir geçmişi vardır. Bu kadar zaman içinde evrim görüşünü ispatlayan değil, çürüten yüzlerce delil, bizatihi evrim görüşünü savunan bilim insanları tarafından ileriye sürülmüştür.

Burada gaye bilimsel bir konunun ortaya konması olmayıp, ateizmi esas alan ideolojik bir düşüncenin hâkim kılınması olduğundan gerçekler hep bilimsel bilgi adı altında gizlenmiş veya perdelenmiştir.

Sorunun ikinci şıkkında "aldosteron hormonu"ndan söz ediliyor. Bu hormon, bedendeki elektrolit ve su dengesinin korunmasında rol alır. Böbrek üstü bezinin kabuk kısmından salınır. Böyle bir hormonun, canlı varlık olmaksızın hormon olarak görev yapması mümkün değildir. Her bir oluşumun temelinin elementler olduğu gibi, bu hormonun da neticede temel maddesi karbon, hidrojen, oksijen ve azot gibi elementlerdir.

Bunların belli türev ve bileşikleri canlılardan önce var edilmiş veya birleştirilmiş olmalıdır. Böyle hormonun veya molekülün yapısından hareketle, yukarıda ifade edilen evrim görüşünün ispatlandığını ileri sürmek, sağlıklı bir düşüncenin ürünü olamaz.

Şempanzenin genetik yapısına müdahale ederek, bundan bir insanın hasıl olacağı senaryosuna gelince, bunun iki yönü var.

Birincisi, varlıkları yaratmak ve onlara hayat vermek Allah’a mahsustur. İnsanın burada da yapacağı şey, genetik yapının işleyişini yönlendirmektir. Allah insana o iradeyi vermiştir. Her bir varlığın hücrelerine hayat ve rızık vermek, o hücrelerin bütün ihtiyaçlarını karşılamak, hücreleri çoğaltmak ve farklılaştırmak, ömrü bitenleri yenileri ile değiştirmek Allah’ın sonsuz ilim, irade ve kudretiyle olmaktadır.

İkincisi, bir canlıya müdahale ile ondan bir başka canlının meydana gelmesi ya da Allah’ın bir müdahale olmadan mesela, bir şempanzeden bir insan meydana getirmesi, bizi bütün insanlığın o yolda olduğu genellemesine götürmez. Böyle bir genelleme bilimsel düşünceye ve bilimin kurallarına uygun değildir. Çünkü böyle bir genelleme için gerek genetik, gerekse biyokimyasal ve gerekse biyolojik yönden sorduğunuz her soruya doğru cevap almanız icap eder. Yoksa hasbelkader, bir canlıdan bir başkasının ortaya çıkması, her denemede aynı sonucu elde edemediğiniz sürece, o canlı grubunun soyu ile ilgili bir genellemeye esas olamaz.

Batı dünyasında bütün bilim adamlarının evrimi desteklediği iddiası, hakikate uygun değildir. Orada pek çok bilim adamı evrimi felsefî bir düşünce tarzı olarak alır. Bir kısmı da doğrudan yaratılışı kabul eder.

Ancak, evrim karşıtı düşüncede olanlar akademik baskı altında oldukları için, bir kısmı açıktan evrime cephe almaktan çekinmektedirler. Bir kısmının da evrim karşıtı görüşlerine bilimsel dergi ve kitaplarda yer verilmez. Çünkü dini dergilerin idarecileri dahi, insanın maymun soyundan geldiğine inanan evrimcilerin elindedir. Onlar, evrime gölge düşürecek en küçük bir evrim karşıtı düşünceye de müsaade etmezler. Onlar için bu konudaki fikrin bilimsel olması önemli değildir. Önemli olan, yazı veya makalenin bünyesinde evrime karşı bir görüş barındırmamasıdır.

Hâl böyle olunca, işin içinde olmayanlar, bütün bilim adamlarının evrimi desteklediğini düşünürler. Evrimciler de zaten herkesin evrimi desteklediği yalanını yaymaktadırlar.

 Evrim görüşünün iddiası şudur:

Basitten yüksek yapılılara kadar bütün canlılar tesadüfen ve silsile hâlinde birbirinden meydana gelmiştir. Canlı türlerinin evrimleşerek ve farklılaşarak birbirinden meydana geldiğini gösteren deliller zaman içinde bulunacak ve ispatlanacaktır.

Yüz altmış yıldır yapılan çalışmaların bir özeti mahiyetinde, evrim görüşüne sahip bilim insanlarının bu konudaki görüşlerini kısa vermeye çalışacağız.

Protozoalardan Omurgasız Metozoalara Geçiş

Yeryüzünde Protozoave suyosunu gibi ilk canlılığın görüldüğü devre İlk zaman (Prekambriyan devre) günümüzden yaklaşık 2 milyar yıl öncedir. Bundan sonra Palezoik (1. Zaman) gelir. Onun ilk devresi Kambriyan’dır ve günümüzden takriben milyon yıl öncedir (bk. Tablo 1).

Axelrod, George ve Kay gibi araştırıcılar eserlerinde, Kam­briyen omurgasızlarının, geçit formu olmadan Ante­kam­b­riyen devri sonunda birdenbire yeryüzünde göründüklerini belirtirler[1],[2],[3].

Richard Monestarsky de yeryüzünde kompleks hayatın aniden ortaya çıktığını belirtir ve şöyle der:

Günümüzdeki kompleks hayvan formları aniden ortaya çıkmışlardır. Bu gelişleri Kambriyen devrinin başına rastlar. Denizlerin ve yeryüzünün ilk kompleks yaratıklarla dolması bu devirde başlamıştır[4].

Evrimci İngiliz zoologlarından Richard Dawkins de komp­leks canlıların birden ortaya çıktığını belirtir:

Kambriyen tabakalarındaki omurgasız grupları, sanki hiçbir evrim tarihine sahip olmadan orada meydana gelmiş gibidirler. Tabii ki bu ani ortaya çıkış, yaratılışçıları memnun etmektedir[5].

Omurgasızlardan Omurgalılara Geçiş

Evrimci paleontolog Gerald Todd da, balık grupları arasında geçit formunun olmadığına dikkati çeker ve şöyle der:

Kemikli balıkların her üç sınıfı da, fosil tabakalarında aynı anda ve birdenbire ortaya çıkarlar ve kendilerini ata olabilecek hiçbir canlı grubuyla bağlantılı göstermezler[6].

Tablo 1. Jeolojik zaman tablosu. En eski (yaşlı) devirler tablonun alt tarafında, en yeni devirler de üst tarafında yazılmıştır.

Zaman

Devir

Seri

Periyodun

başlangıcı

Jeolojik olaylar ve iklim

Biyolojik   karakterler

 ANTROPOZOİK (seafoodplus.info)

Kuvaterner

Holosen

25 bin yıl

önce

  Mutedil iklim, Orta-

Doğu’da kuraklık 

ve çöllerin teşekkülü,

Günümüz insanı, hayvanı ve bitkileri

Pleistosen

60 bin yıl

önce

Periyodik

 buzullaşma, soğuk ve sıcak iklim

Büyük memeliler ve birçok bitki.

SENOZOİK (3. Zaman)

Neojen

Pliyosen

12 milyon

 yıl önce

Bugünküne benzeyen

 iklim, karaların yükselmesi.

Ağaç eğreltiler ve dev köpek balıkları ortadan kalktı.  

   Australopithecus’un

 görünmesi. Çeşitli Memeliler.

Miyosen

25 milyon

yıl önce

Volkanik faaliyetler, Alpler ve 

Himalayalar’ın teşekkülü

     Kemikli balıklar, dev köpek

balıkları, otobur memeliler,

kayın ve kavak gibi yaprak

 döken ağaçlar. Yüksek yerlerde

 Cedrus ve Sequoia ağaçları.

Pateojen

Oligosen

34 milyon

yıl önce

Yer kabuğu

hareketleri, Alpler’in  

teşekkülü, Serin iklim.

Çiçekli bitkiler, yapraklarını döken ağaçlar. İlkel maymunlar. Kedi, köpek ve ayılar

Eosen

55 milyon

 yıl önce

 Volkanik faaliyetler,  Tropikal şartlar

İlk atlar (Eohippus),

 günümüzün memeli ordoları, Subtropik ormanlar

Paleosen

75 milyon

 yıl önce

 

İlk memeli grubu balinalar denizde yaşamaya

başladı. Bütün dinosaurlar

 ortadan kalktı. Subtropik ormanlar.

MESOZOİK (seafoodplus.info)

Kretase

 

milyon

 yıl önce

Avustralya dışında

 ılıman iklim, Tebeşir yığılması

Dev kara reptilleri, keseli ve plasentalı memeliler.

Çiçekli bitkiler gelişti. Gymnospermler azaldı.

Jura

 

 milyon

 yıl önce

Kireç taşı (tebeşir), İklim mutedil

Dev dinozorlar ve diğer

reptiller, ilk memeliler ve dişli

kuşlar, ilk Angiospermler,

 Conifer ve Cycad’lar dominant

 

Tablo 1’inJeolojik zaman tablosu devamı.

Zaman

Devir

Seri

Periyodun

 başlangıcı
başl

 

Jeolojik

olaylar ve

 iklim

Biyolojik karakterler

MESOZOİK

(seafoodplus.info)

Triyas

 

milyon

yıl önce

Başlangıçta

sıcak ve kurak, sonra nemli
iklim

İlk dev dinozorlar. Deniz

 reptilleri, Gymnosperm devri,

tohumlu eğreltiler ortadan kalktı.

 İlk sinek ve termitler.

PALEOZOİK (1. Zaman)

Permiyen

 

milyon

 yıl önce

Kuzey yarım

küre sıcak, kurak, bazı bölgeler

nemli,

 güneyde buz

devri şartları

Trilobitler ortadan kalktı.

 Ammonitler gelişti. Coniferler ortaya çıktı. İlk Cycadlar. Pek çok böcek

 tipi ortaya çıktı.

Karbonifer

 

milyon

 yıl önce

İklim sıcaklık

 ve nemli,

kömür

 teşekkülü

Eğrelti otları dev ağaçlar hâlinde. gelişti. İlk reptiller ve amfibiler

(Ichthyostegidae).

Devoniyen

 

milyon

 yıl önce

Denizden

yükselmeler,

 yarı kurak

iklim

İlk böcekler, örümcekler, tatlı su

 balıklarının çoğu, eğreltiler,

 atkuyrukları, kibrit otları ortaya

 çıktı.

Silurien
yen

 

milyon

yıl önce

Sıcak ve

 kurak iklim

Bitkiler kara hayatına geçirildiler..

Denizlerde ilk omurgalılar.

Ordovisiyen

 

milyon

yıl önce

Sıcak iklim

Hayat sadece denizlerde mevcut.

Ostracodermler, Trilobitler çok

 gelişti. Cephalopodlar dominant

Kambriyen

 

milyon

 yıl önce

Mutedil iklim

Denizde yaşayan omurgasızlar

 (Trilobitler, Molluscalar

 Brachiopodlar, süngerler, deniz

 algleri).

KRİPTOZOİK

 (İlk Zaman)

Antekamb

riyen

Prekam

brium

2 milyar yıl

 önce

Sıcak iklim,

Tortul

kayalar.

Protozoa’lardan Radiolaria’ya ait

 az sayıda fosil, alger.

Arkeen
zoik

4 milyar yıl

 önce

Sıcak iklim,

az sayıda

tortul kaya

Bu devreye ait fosil yok

Balıklardan Kurbağalara Geçiş

İngiliz Doğa Tarihi Müzesi’nden Norman da balıkların geçmişine ait hiç fosil olmadığını belirtir:

Şimdiye kadar elde edilen fosillerin hiçbirisi, balıkların geçmişine dair delil ortaya koyamadılar[7].

Gordon Taylor da yüzgeçli ve eklemliler arasında geçit formunun olmadığını söyler:

Dünyadaki fosil koleksiyonlar içerisinde yüzgeçli ve eklemli canlılar arasında, birinin diğerinden meydana geldiğini gösteren hiçbir ara formu yoktur[8].

Robert Carroll, “Omurgalı Paleontolojisi ve Evrimi” adlı eserinde, balıklarla kurbağalar arasında geçiş formu bulunmadığına işaret eder ve şöyle der:

Elimizde, ilk kurbağalarla balıklar arasında geçiş formu özelliğine sahip fosil yoktur[9].

Edwin Colbert ve Morales de geçmişteki kurbağalarla günümüzdekilerin aynı yapıda olduklarına dikkati çeker:

Paleozoik devir (Birinci zaman) kurbağalarının ortak bir ataya sahip olduklarını gösterecek tek bir delil yoktur. Bilinen en eski kurbağalarla günümüzdekiler birbirlerine benzerdirler[10].

Sürüngenlerden Memelilere Geçiş

Romer, Omurgalı Paleontolojisi” adlı eserinde, uçan memelilerden yarasanın, sürüngenlerden geldiğini gösteren fosilin bulunmadığına dikkati çeker[11].

Ommaney de yaşlı tabakalar ara­sındaki yarasa formlarının günümüzdekilerden farksız olduğunu belirtir[12].

Neo-Darwinist Teori’nin kurucularından evrimci George Gaylord Simpson, “İnsandan Önceki Hayat” adlı eserinde, memelilere dair ara form olmadığını belirtir ve şöyle der:

Sürüngen devri’ olarak bilinen mesozoik çağ’ın canlıları, aniden memeliler devrinde değişmiştir. Sanki bütün başrol oyunculuğunu çok sayıda ve türdeki sürüngenlerin üstlendiği bir oyunun perdesi bir anda indirilmiştir. Perde yeniden açıldığında, başrolünde memelilerin yer aldığı, sürüngenlerin kenara itildiği yeni bir devir başlamıştır. Ortaya çıkan memelilerin bir önceki devre ait izleri yoktur[13].

 Atın Evriminin Kritiği

Dunouy ve Goldschmidt, tek toynaklı atın, günümüzden milyon yıl önce Mesozoik devrinde, yani çok toynaklı attan evvel yeryüzünde mevcut olduğunu belirtir. Onlara göre, çok toynaklı atların ilki ise Eosen devrinde, 55 milyon yıl önce ortaya çıkmış, sonuncusunun nesli de Miyosen’de yaklaşık 25 milyon yıl önce ortadan kalkmıştır[14],[15],[16].

Evrimci biyologlardan Boyce Rensberger, atın evrimini belirten fosil serilerinin gerçekte bulunmadığını, farklı canlılara ait iskeletlerin yan yana dizilerek bu serilerin elde edildiğini belirtir ve şöyle der:

Yaklaşık milyon yıl önce yaşamış dört toynaklı, tilki büyüklüğündeki canlılardan silsile hâlinde birtakım değişmelerle günümüzdeki atın evrimleştiği’ iddiası, geçerliliğini yitirmiştir. Kademeli değişim yerine, her türün fosilleri tamamen farklı olarak ortaya çıkmakta, hiç değişmeden kalmakta, sonra da bunların soyu tükenmektedir. Dolayısıyla bunlar ara form değil, her birisi ayrı yapıya sahip farklı birer formdurlar [17].

İngiltere Doğa Tarihi Müzesi yöneticilerinden evrimci Colin Patterson da benzer görüşü dile getirir ve şu değerlendirmeyi yapar:

Elli yıl önce hazırlanmış olan ve hâlâ müzenin alt katında (Amerika’da müze) duran atın evrimi sergisi, hayalî kötü bir hikâyeden başka bir şey değildir! Atın evrimi, birbirini takip eden yüzlerce ilmî kaynak tarafından ‘büyük bir gerçek’ gibi sunulmuştur. Ancak bu tip iddiaları ortaya atan kişilerin yaptıkları, spekülasyondan başka bir şey değildir [18].

Atın evriminin dayandığı fosillerin Hindistan, Güney ve Kuzey Amerika ile Avrupa’da değişik zamanlarda yaşamış, farklı tür canlılara ait fosillerin küçükten büyüğe doğru dizilmesiyle oluşturulduğu” belirtilir. Bu hususta evrimciler ara­sında da görüş birliği yoktur. Birbirinden farklı 20’den fazla atın evrim şeması vardır. Bu sıralamalardaki ortak nokta, 55 milyon yıl önce Eosen Devri’nde yaşamış Eohippus (Hyra­cotherium) adlı köpek benzeri bir canlının “atın ilk atası” olduğuna inanılmasıdır. Hâlbuki Hitching, “atın atası” olarak sunulan bu Eohippus’un, günümüzde Afrika’da yaşayan ve atla hiçbir ilgisi olmayan “Hyrax” isimli hayvanın aynısı olduğunu belirtir[19].

Evrimcilerden Gordon Taylor, “The Great Evolution Mystery” adlı eserinde, at serileriyle ilgili olarak şunu belirtir:

Paleontologlar, evrimciler tarafından ileri sürülen at serileriyle ilgili fosilleri ortaya koyamamışlardır. At serisi ‘evrim konusunda çözüme kavuşturulmuş örnek’ olarak takdim edilir, ama gerçek öyle değildir. Eohippus’tan günümüzdeki at Equus’a kadar uzanan sıralama çok tutarsızdır. Farklı kaynaklardan gelen canlılara ait fosillerin bir araya getirilip arka arkaya dizilmesi mümkündür, fakat canlılar tarihinde bu sıralamayı doğrulayacak hiçbir delil yoktur [20].

 Sonuç olarak, çok toynaklı at tiplerinin her birisi ayrı bir formdur ve belirli bir devre yaşayıp ortadan kalkmıştır. Günümüzdeki tek toynaklı atın nesli de tek toynaklıdır ve çok toynaklı attan önce yeryüzünde görünmüştür.

Sürüngenlerden Kuşlara Geçiş

Sürüngenden kuşa geçişte sürüngen pullarının tüye dönüştüğü ileri sürülür. Fakat bazı evrimciler bu görüşün yanlışlığına işaret etmektedirler. Bunlardan Barbara, konuyu şöyle değerlendirir:

Tüyler oldukça kompleks bir yapıya sahiptirler. Böyle bir yapının sürüngen pullarından evrimleşmesi için çok uzun zamana ve pek çok ara forma ihtiyaç vardır. Ancak pullarla tüyler arasında geçiş özelliğine sahip hiçbir form yoktur[21].

Brush da “tüylerin bir anda ortaya çıktığı” görüşündedir ve şöyle der:

Tüyler, fosil kayıtlarında sadece kuşlara has bir özellik olarak bir anda belirir [22].

Feduccia, sürüngenden kuşa geçişin imkânsız olduğunu şöyle dile getirir:

Sürüngenden kuşa geçiş, biyofizik açısından mümkün değildir[23]

Evrimcilerin iddiasına göre Arkeopteriks, dinozorlardan evrimleşmiş olmalıdır. Ancak son bulunan fosillerin ışığında evrimcilerin bir kısmı, Arkeopteriks’in ara form olma özelliğini kabul etmemektedirler. Bunlardan kuşlar üzerinde ihtisas sahibi olan Alan Feduccia, şu ifadeyi kullanır:

Yirmi beş sene boyunca kuşların kafataslarını inceledim. Dinozorlarla aralarında hiçbir benzerlik görmüyorum. ‘Kuşların dört ayaklılardan evrimleştiği’ görüşü, paleontoloji alanında yirminci yüzyılın en büyük utancı olacaktır![24]

Arkeopteriks’in “kuşların atası” olmadığı anlaşılınca, kuşlara ata ola­rak, John Ostrom tarafından Protoavis teklif edilmiştir. J. Ostrom, Pro­toavis’e ait elde fosil bulunmadığını, ancak kuşlara bir ata gerektiği için bunu farazi olarak teklif ettiğini belirtmektedir[25].

2 Eylül tarihli “Punch” dergisinde Arkeopteriks ile alakalı değişik bir iddia yer almıştır. “William Hewison” imzasıyla neşredilen makalede, yılında bulunan Arkeopteriks fosiline ait tüy izlerinin, Ric­hard Owen tarafından baskı kalıbıyla kertenkele benzeri bir fosile sonradan konduğu ileri sü­rülmektedir. Arkeopteriks hakkında yaygın kanaat, “dişli bir kuş olduğu ve belirli bir devre yaşayıp ortadan kalktığı” yönündedir[26], [27],[28],[29],[30].

Arkeopteriks dişli bir kuştur. Nitekim günümüzde bazı sürüngen ve amfibilerin dişleri varken diğer bazılarının yoktur.

Böceklerin Geçmişi

Böceklerin de kehribar, volkan külleri ve kömür gibi materyaller içinde fosilleri bulunmuştur. Kehribar içinde rastlananların iç organları, doku ve hücre yapıları dahi gayet güzel muhafaza edilmiş olduğundan mevcutlarıyla karşılaştırma im­kânı vermektedir. Brues, “Insects in Amber” adlı eserinde, milyon sene önce yaratılmış böceklerle günümüzdekiler arasında şekil yönünden farklılık olmadığını belirtir.

Ancak geçmiştekilerden bazıları bu­günkü akrabalarından daha büyük ve iri idiler. Meselâ büyük hamam böcekleri ve dev karıncalar gibi. Böceklerin bir özelliği, çok değişik formlara sahip olmalarıdır. Dolayısıyla hangi kaynaktan meydana gelmiş ola­bileceklerini ortaya koymak zordur. Olsen,“Hayatın Evrimi” adlı eserinde, böceklerde uçma hadisesinin nasıl başlamış olduğu hakkında hiçbir bilginin olmadığına dikkati çeker[31].

Geçiş Formlarıyla İlgili Genel Değerlendirme

Evrim görüşü canlıların yeryüzüne gelişlerini “kademeli ortaya çıkış”la açıklamaktadır. Basitten yüksek yapılılara doğru canlı organizmalar zaman içerisinde yavaş yavaş meydana gelmiş olmalıdır. Bunun da delili, fosiller olacaktır. ’li yıllarda bu teori ortaya atıldığı zaman genel düşünce bu yönde idi. Ancak geçen zaman içerisinde bu görüşü doğrulayacak fosil materyallerin bulunamaması, bu düşüncenin büyük oranda terkine sebep olmuştur.

Ünlü İngiliz paleontoloğu Derek, bu hususta şöyle der:

Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, kademeli evrimle gelişen değil, aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz”[32].

Evrimci Carlton da benzer görüşü dile getirir ve şöyle der:

Yeryüzünde hayat zaman içinde, yavaş yavaş ve kademe kademe mi gelişti? Fosil kayıtlarının bu soruya cevabı ‘hayır’dır[33].

Oxford Üniversitesi’nden Tom, türlerin birbirine geçişini gösteren fosilin olmadığını belirterek şöyle der:

Fosil kayıtlarına göre, pek çok tür, birdenbire ortaya çıkar, hiç değişime uğramadan birkaç milyon yıl kalır ve birdenbire kaybolur. Bir nesilden diğerine türlerin geçişini gösteren tek bir fosil örneği yoktur[34],[35].

Steven da kademeli evrimi doğrulayacak fosil delilinin bulunmadığına dikkati çeker ve şunu belirtir:

Bilinen fosil kayıtları, kademeli evrimin geçerli olabileceğine dair hiçbir fosil örneği sunamadı[36].

Adler, ara form bulma hususunda araştırıcıların elde ettikleri karşısında hayal kırıklığı içerisinde kaldıklarına dikkati çeker:

Türler arası formları ne kadar fazla sayıda bilim adamı ararsa, o kadar fazla hayal kırıklığına uğruyor [37].

Evrimci Mark, türlerin aniden ortaya çıkıp yine aniden kaybolduğunu dile getirir:

Türler aniden oluşurlar ve yine aniden yok olurlar. Bu durum, türlerin Allah tarafından yaratıldığını savunan yaratılışçılara destek sağlamaktadır [38].

 Harvard Üniversitesi’nden evrimci Gould, evrim soy ağacının, fosil kayıtlarına değil, evrimcilerin hayaline dayanılarak çizildiğini belirterek şu görüşü ifade eder:

Kitaplarımızda yer alan evrim soy ağaçları, fosil kayıtlarına değil, bizim tasarımlarımıza dayalıdır[39].

Yeryüzünde jeolojik devirler boyunca farklı organizmalar, değişik canlı tipleri ortaya çıkmış, bunların bir kısmı hiç değişiklik ge­çirmeden, bir kısmı da ufak tefek değişikliklerle günümüze kadar gel­miştir. Bazısı da belirli bir devre yaşayıp ortadan kalkmıştır. Burada dik­kati çeken bir husus, zamana bağlı olarak, yüksek yapılı organizmaların yavaş yavaş yeryüzünde görünmeleridir. Bunun tek açıklaması olabilir. O da, kademe kademe iyileşen yeryüzü şartlarına uygun canlıların yaratılmış olmasıdır. Bir başka ifadeyle koyun, çimenler ve otlar hasıl edil­dikten sonra yaratılmıştır. Koyun ot ve çimenlerden önce yaratılsa hayatı nasıl devam edecektir? Yeryüzünde uygun şartlar sağlanınca, o şartlara uygun canlılar yaratılıyor. Yani misafir gelmeden önce sofrası hazırlanıyor. Tıpkı yavrular dünyaya gönderilmeden önce annelerinin sinelerinde sütün hazırlandığı gibi.

Ara form veya geçiş formu olarak ileri sürülen fosiller hem çok az hem de bunların ara form olma özelliği yoktur. “Şimdiye kadarki fosillerin yeterli ve güvenli bir materyal olmadığı” artık genel bir kanaat hâline gel­miştir.

Mutasyonların Kritiği

Mutasyonların, zaman içinde, tek atadan günümüzdeki canlı çe­şidini hasıl ettiği görüşünün lehinde ve aleyhinde farklı görüşlere rastlamak mümkündür. Bazıları mutasyonları, sebebi ne olursa olsun, “tabii seleksiyon için ham madde” ve “evolüsyon için önemli bir faktör” ola­rak kabul ederler.

Meşhur evrimci Dobzhansky, bütün değişiklikleri mutasyona bağlar ve şöyle der:

Her şey aslen bir tek canlıdan türemişse, bütün organik fark­ların mutasyon değişiklikleriyle meydana gelmiş olması lazımdır[40].

Ernst Mayer de benzer şeyi söyler:

Mutasyon, tâbii popülasyonlarda bulunan genetik var­yasyonların son kaynağıdır [41].

Waddington da farklılaşmaların tek kaynağı olarak, tesadüfen meydana gelen mutasyonları görür ve bunu şöyle belirtir:

Katılımla ilgili yeni varyasyonun ortaya çıkmasından rastgele meydana gelen mutasyonlardan başka bir yol bilmiyoruz. Bu gerçekler hâlâ değişmemiştir[42].

Bununla beraber, mutasyonların evrim için yeterli delil sağlayamadığını da ifade edenler bir hayli fazladır. Bunlardan Ayala, şu ifadeyi kullanır:

Yüksek organizmalardaki mutasyon frekansının bir nesilde, bir gen başına on binde bir ile milyonda bir arasında olduğunu tah­min etmekteyiz[43].

Muller de şu görüşü dile getirir:

Mutasyonların yüzde 99’undan fazlası kesin olarak zararlıdır. Tesadüfi olaylardan da ancak böyle olması bek­lenir[44].

Evrimci Huxley de mutasyonların bozucu ve öldürücü olduğuna dikkati çeker:

Bin mutasyondan bir tanesinin faydalı olması nadiren gö­rülür. Fakat bu kadarı bile çok verimlidir. Çünkü mu­tasyonların birçoğu öldürücü, bir kısmı da bozucudur[45].

Bilhassa son yıllarda bakteriler üzerinde değişik deneyler ya­pılmıştır. Bakterilere ısının, kuruluğun, dondurarak vakumda kurutmanın, elektriğin, yüksek basıncın, çeşitli kimyevî maddelerin tesirleri araş­tırılmıştır. Sonuçta farklı çevre şartlarında mutasyonla yeni tür meydana gelmediği gözlenmiştir[46].

Bakteriler en sık mutasyon geçiren canlılardır. Özellikle Echerichiacoli bakterisi 20 dakikada bir bölünür. Bu bakterilerle son 50 yıldır yapılan deneyler sonucu çok fazla miktarda bakteri elde edilmiştir. Hatta 50 yıl­dır elde edilen bakteri sayısı, milyon seneden bu tarafa yaşayan herhangi bir hayvan türünün sayısından daha fazladır. Eğer mutasyonla bir tür değişimi olsaydı, bu bakterilerde tür değişimi mutlaka gözlenecekti.

Geesser Üniversitesi Tıbbi Fizik ve Palinoloji Enstitüsü, mil­yon sene önce yaşayan bakterilerin şimdi yaşayan bakterilerle hiçbir fark­lılığının olmadığını belirtir[47].

Aslında evolüsyonun koordine olmuş ve belirli yönde ilerlemiş şeklini, tesadüfen ve gelişigüzel teşekkül eden mutasyonlarla açıklamanın mümkün olmadığına sıkça temas edilir[48].

Moor, mutasyonlarla meydana gelebilecek değişikliklerin tür sınırını aş­amayacağını belirtir ve şöyle der:

Mutasyonlar, bir canlı organizma türü içinde meydana gelen ve türlerin hudutlarını aşmayan değişikliklerdir. Büyük canlı grup­ları, ne poliploidi ne de kromozom düzeni değişikliği ile izah edi­lir[49].

Meşhur evrimci Stephen Gould, mutasyonla yeni türün meydana gelemeyeceğini söyler:

Bir mutasyon yeni bir DNA oluşturmaz. Dolayısıyla türleri mutasyona uğratarak yeni türler elde etmek mümkün değildir[50].

Genetikçilerden evrimci Gordon Taylor, evrimi ispat için yapılan mutasyon çalışmalarının başarısız olduğunu itiraf eder ve şöyle der:

Altmış yıldır dünyanın dört bir yanındaki genetikçiler, evrimi ispat için meyve sinekleri yetiştiriyorlar. Ama hâlâ bir türün, hatta tek bir enzimin bile ortaya çıkışını gözleyemediler [51].

Sonuç olarak, canlılarda ani olarak meydana gelen ve mutasyon olarak adlandırılan değişiklikler genelde o canlı yapısını bozucu veya öldürücü tiptedir. Mutasyonla meydana gelen arızalı bir tipin yeni bir türün başlangıcı olması mümkün değildir.

İnsanın Geçmişi

“İnsanın aşağı yapılı organizmalardan evrimleşerek günümüze ulaş­tığı, bu gelişin son halkasında maymunla ortak ataya sahip olduğu” ileri sürülür. Buna delil olarak Hominid formlarından Dryopithecus, Ra­mapitheus, Australopithecus ve Homo erectus serisi nazara verilir.

Bu fosil materyallerinin her birisinin tek canlıya ait olmadığı, farklı or­ganizmalara ait parçaların tek organizmada birleştirilmiş bulunduğu pek çok bilim insanı tarafından müteaddit defalar dile getirilmiştir.

Diğer taraftan fosil yaşlarının güvenilir bir doğrulukta yapılamamaktadır. Mesela Leakey’nin fosili ile KNM-WT fosili, şim­diye kadar genel bir kabul gören Australopithecus ve Homo erectus se­risini desteklememektedir. Çünkü bu fosiller Austrolopithecus ve Homo erectus’lardan daha yaşlı, ancak KNM-WT fosili bazı karakterler bakımından onlardan daha ileri, bazı karakterler bakımından ise daha ge­ridir.

Schiller, insan neslinin diğer canlılardan ayrı olarak ortaya çıktığını şu ifadeyle belirtir:

İnsanın geçmişiyle ilgili fosiller, beklenen geçiş formlarını ortaya koyamadı. Bütün bunlardan sonra bizim, insandan aşağı bir varlıktan evrimleşmeyip doğrudan kendi neslimizden geldiğimiz rahatlıkla söylenebilir”[52] .

Pennsylvania State Üniversitesi’nden Antropoloji Profesörü Robert Eckhardt, Hominoid serisinde insanın atasının varlığını gösteren fosilin olmadığını şöyle ifade eder:

Hominoidler serisi, insanın hominid (insanımsı) atası olduğunu gösteren morfolojiye sahip bir fosil yoktur[53].

Ünlü paleontolog David Pilbeam, insanın geçmişiyle ilgili karar vermede ellerindeki materyallerin yetersizliğini belirtir:

Yayınlanan kitaplar şunu söylemeye çekiniyorlar ki, ben de dâhil olmak üzere, kuşaklar boyu insan evrimini araştıran kişiler, karanlık içinde çırpınıyorlar! Elimizde olan bilgiler, teorilerimizi şekillendirmek için son derece güvenilmez ve yetersizdir[54].

David Pilbeam, geçmişte ileriye sürdükleri teorilerinin ideolojik olduğunu şöyle dile getirir:

İnsanın geçmişiyle ilgili, içimize yerleşmiş bulunan ön kabullerin farkındayım. Bunları zihnimden çıkarmak için gerçekten çaba gösteriyorum. Geçmişteki teorilerimiz, elde olan gerçek bilgimizden çok, bizim o andaki ideolojimizi yansıtıyordu![55]

Arizona Devlet Üniversitesi antropoloğu Geoffrey Clark, yılında yazdığı eserinde, insanın geçmişini tespitte peşin bir kanaat ve hükümle hareket edildiğine dikkati çekerek şöyle der:

Bir asırdan fazla bir süredir bilim adamları, modern insanın kökenleri konusunda bir uzlaşmaya varmaya çalışıyorlar. Niçin başarılı olamadılar? Çünkü paleoantropologlar farklı eğilimlerden, ön yargılardan ve varsayımlardan yola çıkmaktadırlar. Bu nedenle insanın evrimini açıklayan modeller sırt sırta binmiş iskambil kâğıtlarına benzemektedirler. Bir kâğıdı hareket ettirdiğinizde, tüm yapı çökme tehlikesiyle karşı karşıya gelir[56].

Wells de “insanın hayvan neslinden geldiği” yönündeki çabaları, materyalist felsefe taraftarlarının gayretine bağlamaktadır:

İnsan evriminin peşin hükümlü açıklamalarının içinde genelde, ‘bizlerin hayvandan farklı olmadığımız’ mesajı saklıdır. Ne var ki bu mesaj, hikâyeleri bilimsel kılmak için şimdilerde onlara sokulan cılız delillerden çok uzun zaman önce ileri sürülmüştü. En son ikon, ister bir resim isterse bir hikâye içinde sunulsun, o, modern ampirik bilim kisvesi altında sunulan eski materyalist felsefedir. Hasılı, Gould’un tesadüfilik hakkındaki vaazları, Darwin, Huxley, Simpson, Monod ve Dawkins’in materyalist görüşleri gibi, deneysel bilime değil, öznel felsefeye dayanmaktadır. Her ne kadar Gould, herkes gibi düşüncelerini açıklama hakkına sahip olsa da, onların bilimmiş gibi öğretilmemesi gerekir. Bütün bunlara rağmen, Richard Dawkins’in felsefi görüşleri gibi Gould’­un görüşleri de şimdilerde bazı biyoloji ders kitaplarında yer almaktadır[57].

Kanadalı evrimci ve biyoloji felsefecisi Michael Ruse, evrimin bir “din” hâline getirilmesinden yakınmaktadır:

Eğer insanlar evrimi bir din yapmak istiyorlarsa, bu onların işidir. Fakat onlar, gerçek bilimin ötesine geçip ahlakî ve sosyal düşüncelerin alanına girmekte ve teoremlerini ‘her şeyi kuşatan bir dünya şeması’ olarak görmekte ve böylece bilimden kayış sergilemektedirler[58].

Nature dergisi başyazarı Henry Gee, fosillerin yetersizliğine dikkati çekerek şunu söyler:

Hiçbir fosil, nüfus kâğıdıyla gömülmez. Fosilleri ayıran zaman aralıkları öylesine uzundur ki, ata ve soy yoluyla onların mümkün olan bağlantıları hakkında hiçbir şey söyleyemeyiz. Yazılı kayıtlarla bir insan tarihini birkaç yüzyıl öncesine götürmek bile hayli zordur. Yaklaşık beş ile on milyon yıl öncesi arasındaki birkaç bin canlı nesli, insan evrimine ilişkin tüm deliller küçük bir kutuya sığabilmektedir. Dolayısıyla, ata ve soy çizgileri şeklindeki hâlihazırdaki insan evrimi şeması, olgudan sonra yapılmış, tamamen bir insan icadıdır ve insanın ön yargılarına göre şekillendirilmiştir. Bir fosil dizisini alıp onun bir nesli temsil ettiğini savunmak, test edilebilir bir bilimsel hipotez değil, çocukları uyutmak için anlatılan masallarla aynı geçerliliğe sahip bir değerlendirmedir. Eğlendirici, hatta öğretici olabilir, ama bilimsel değildir[59].

Bütün bunlardan anlaşılan odur ki, “insanın maymun benzeri bir atadan geldiği” iddiasını des­tekleyen tek bir delil yoktur. Maymundan insana doğru iler­leyen herhangi bir ara veya geçiş formu mevcut değildir. Hatta fosil ka­yıtları, diğer hayvan grupları arasında da geçiş formlarının bulunma­dığını ortaya koymaktadırlar. Bu neticeler, insan da dâhil bütün canlıların ayrı ve özel olarak yaratıldığını ve her birisinin kendine has bir atasının olduğunu göstermektedi.


[1] Axelrod, D. Early Cambrian Marine Fauna. Sci­ence. , Vol. p                                      

[2] George, T.N. Fossils in Evolutionary Perspective. Science Progress. ,  Vol. 48, January, p

[3] Kay, M. and Colbert, H.E. Stratigraphyand Life History. New York. John Wiley and Sons. , p

[4] Monestarsky, R. Mysteries of the Orient. Discover, Nisan, , s.

[5] Dawkins, seafoodplus.info Blind Watchmaker. London,W.W. Norton, , s.

[6] Todd, G.T. Evolution of the Lung and the Origin  of Bony Fishes: A Casual    Relantionship. American Zoologist, cilt 26, no: 4, , s

[7] Norman, J.R. Classification and Pedigrees: Fossils. A History of Fishes. British Museum of Naturel History. , s

[8] Taylor,G.R. The Great Evolution Mystery. Harper &Row, , s

[9] Carroll, L. R. Vertebrate Paleontology and Evolution. New York seafoodplus.infon and Co., , s. 4,

[10] Colbert, E. H., & Morales, M. Evolution of the Vertebrates. New York, John Wiley and sons, ,s

[11] Romer,AS. Vertebrata Paleontology. Chicago Press. , s

[12] Romer,AS. Vertebrata Paleontology. Chicago Press. , s

[13] Simpson, G. Life Before Man. New York, Time-Life Books, ,s

[14] Dunouy, seafoodplus.info seafoodplus.info New American Library. New York,P

[15] Gish, D.T. Have You Been Brain Washed? Terc. Âdem Tatlı,  Evolusyon. baskı, , s

[16] Goldschmidt, R.B. American Scientist. , Vol. p

[17] Rensberger, B. Houston Chronicle, 5 Kasım, , Bölüm 4, s

[18] Patterson, C. Harper’s.  Şubat, , s

[19] Hitching, F. The Neck of the Giraffe: Where Darwin Went Wrong? New  seafoodplus.infor and Fields, , s

[20] Gordon, R.T. The Great  Evolution  Mystery. London, Sphere Books, , s

[21] Barbar, J. Stahl. Vertebrate History: Problems in Evolution. New York: Dover    Publication, , s

[22] Brush, A.H. On the Origion of  Feathers. Journal of  Evolutionary Biology. Vol.9, , s

[23] Anonim. Jurassic Bird Challanges Origin Theories. Geotimes. Vol. 41, , s

[24] Shipman, P. Birds do itDid Dinosaurs? New Scientist, 1 Şubat , s

[25] Morris, H. and Parker,G.E. What is Creation Science? Master Book Publishers. California. Terc. Âdem Tatlı ve ark. Yaratılış Modeli. M.E.B.

[26] Beddart, F.E.  The Structure and Classification of Birds. Longmans, Green and Ca., London, p

[27] Gregory, W.K. New American Academy of Sci­ence. Annals, , Vol.  p

[28] Nouy, L. Human Destiny. The New American Lab­rary. New York. , p

[29] Swinton,W.E. In Biology and Comparative Physi­ology of Birds. seafoodplus.info A.J. Marshall Academic Press,New York, , Vol. p

[30] Brues, C.T. Insects in Amber. Scientific American. ,Vos

[31] Olsen,E.C. The Evolution of Life. The New Ame­rican Library. New York.  , p

[32] Derek, A. The Nature of the Fosil Record. Proceedings of British Geological   Association. Cilt 87, , s

[33] Carlton, B. Statis:The  Life in the Balcance. Geotimes, vol. 40, Mart , s

[34] Tom, S.K. A Fresh Look At The Fosil Record. New Scientist, vol. , , s.

[35] Tom, S.K. Mammal-Like Reptiles and the Origin of Mammals. New York American Pres, , s

[36] Steven, M. S. Macroevolution: Pattern and Processs. San Francisco. W.H. Freeman and C., , s

[37] Adler, J. Who Doubts Evolution? New Scientist, sayı 90,, s

[38] Mark C. The Revial of the Creationist Crusade. Maclen’s, 19 Ocak, , s

[39] Gould, S., J. Evrimin Düzensiz Adımları. Naturel History. Mayıs,, s

[40] Dobzhansky, T. Genetic of the Evolotionary Process. Colombia  Üniv. Press. , P.

[41] Mayer,E. Populations, Species and Evolution. Cambridge, Mass: Harward  Univ. , p

[42] Waddington,C. H. The Nature of Life. At­heneum. New York, , s.

[43] Ayala, J.F. Teological Explanations in Evolutionary Biology. Philosophy of Science. , Vop

[44] Muller, H.J. Radiation Damage to the Genetic Ma­terial. American Scientist. , Vop

[45] Huxley, J.  Evolution in Action. New seafoodplus.info Bros. , p. 4l.

[46] Bilgehan, H. Genel Mikrobiyoloji ve Bağışıklık Bi­limi. Ankara.

[47] Şengün, A. Evolusyon. İstanbul Üseafoodplus.infoınları, İstanbul. , sayı.

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir