islamda bireysel ve toplumsal yaşama ilişkin düzenleyici kurallar bütünü / Calaméo - Kur'ana göre Toplumsal Düzen

Islamda Bireysel Ve Toplumsal Yaşama Ilişkin Düzenleyici Kurallar Bütünü

islamda bireysel ve toplumsal yaşama ilişkin düzenleyici kurallar bütünü

ÜNİTE 1 - İSLAM HUKUKUNUN MAHİYETİ VE TEMEL ÖZELLİKLERİ

Toplumsal düzen kuralları muhtelif  kıyaslar göz önünde bulundurularak din, ahlâk,hukuk, örf-âdet ve görgü kuralları biçiminde beş kısma tasnif edilerekincelenmektedir. Sözü edilen kural gruplarının her biri, toplumsal düzeningerçekleşmesinde işlevseldir. Bununla birlikte hukuk, özellikle günümüztoplumları bakımından toplumsal düzenin sağlanmasında en çok işlevsel olankural grubunu temsil etmektedir. Hukuk kurallarının din, ahlâk, örf-âdet vegörgü kurallarına göre daha fazla işlevsel olmaları, devlet gücü iledesteklenmiş olmalarından kaynaklanmaktadır. Hukuku, belli bir ülkedekişilerin birbirleriyle, toplumla ve devletle ilişkilerini düzenleyen, devletgücüne dayalı, maddi zorlamaya kadar varan yaptırım araçları iledesteklenen kurallar bütünü biçiminde tanımlayabiliriz.

İslam dininde ferdi ve toplumsal yaşama ile alakalı düzenleyici kurallarbütününü ifade etmek için fıkıh terimi kullanılmaktadır. Fıkıh, ibadetler baştaolmak üzere, dinî yükümlülüklerle ilgili esaslar yanında, toplumsal yaşamıdüzenleyen kuralları da içermektedir. Diğer bir ifadeyle fıkıh, kişininkendisine, Allah’a ve doğaya dönük davranışlarının yanı sıra, toplumsalilişkileri de düzenleyen ve kendine özgü bir sistematiği bulunan bir hukukdüzeni niteliğindedir.

FIKIH KAVRAMI

Fıkıh Kelimesinin Etimolojik ve Semantik Analizi

İslâm’ın belli nitelikteki kurallarını belirtmek amacıyla fıkıh kelimesininseçilmesi, onun etimolojik anlamıyla doğrudan ilgilidir. Fıkıh, “bilinenden(ilm-i şâhid) bilinmeyene (ilm-i gâib) ulaşmak” biçiminde tanımlanmakta vebunun, zihinsel bir çaba olarak, salt bilme (ilm) eyleminden daha özel olduğuifade edilmektedir (er-Râğıb el-Isfahânî, ). Aşağıda ayrıntılı olarak elealacağımız üzere, fıkhın, Kitâb ve Sünnet’te hükmü bildirilen meselelerdenhareketle hükmü bilinmeyen meselelerin çözüme kavuşturulması biçimindekimahiyeti ile etimolojik anlamı arasında semantik bir bağ, yani bir anlamuyumu açıkça kurulabilmektedir. Benzer bir semantik ilgi, derin kavrayışsahibi kimse anlamına gelen fakîh kelimesinin, zaman içinde helâl ve haramıbirbirinden ayırt edebilme yeteneğine sahip (âlim) kimse için kullanılmayabaşlanmasında da mevcuttur.

Fıkıh Kavramının Tarihsel Gelişimi

Hicrî I. yüzyılın sonlarına doğru hadis tedvin sürecinin başlaması, fıkıh veilim kelimelerinin anlamları üzerinde bir değişim meydana getirmiştir. İlimsözcüğü, yer yer, Hz. Peygamber’den ve sahabeden nakledilen haberleri, yanirivayeti ifade etmek üzerede kullanılmaya başlamıştır.Fıkıh ve ilim kelimeleri arasında kavramsal bakımdan açığa çıkanfarklılık, dinî bilgilerin konu itibariyle tasnif edilmesinden değil, söz konusubilgilerin elde edilme yöntemlerinden kaynaklanmaktadır. Buna göre fıkıhbaşlangıçta dinî bilginin her türünü (itikadî, ahlakî, hukukî vd.) içerecek birgenişlikte kullanılmıştır. Nitekim Ebû Hanîfe (ö. /)’ye nisbet edilen“Kişinin haklarını ve sorumluluklarını bilmesi” (ma‘rifetu’n-nefs mâ lehâ vemâ aleyhâ) biçimindeki fıkıh tanımı, itikad alanı da dâhil, dinî bilginin hertürünü içine alacak genişliktedir.

Ebû Hanîfe’nin itikadî konuları ele aldığı eserinin el-Fıkhu’l-Ekber adıylaanılması, fıkhın kavramlaşma sürecine ilişkin diğer bir aşamayı temsiletmektedir. Eserin başlığında fıkhın ekber biçiminde nitelenmesi, eserinkonusunun tüm dinî bilgilerle değil, yalnızca itikad alanına dair bilgilerleilgili olduğunu belirtme amacını taşımaktadır. Bu niteleme, fıkhın dinî alaniçinde ayrı bir bilimsel disiplin haline dönüşmeye başladığını göstermesiaçısından tarihsel bir öneme sahiptir. Ebû Hanîfe’nin el-Fıkhu’l-Ebsâtbaşlıklı bir diğer eserinde “Dinde fıkıh, ahkâmda fıkıhtan daha üstündür”(Ebû Hanîfe, , 44) demesi de, fıkhın bağımsız bir disiplin olarak açığaçıkmaya başladığı aşamayı işaret etmektedir. Dinde fıkıh tabiriyle itikadîmeselelerde; ahkâmda fıkıh tabiriyle ise amelî meselelerde bir kimsenin derinkavrayış ve bilgi sahibi olması kastedilmektedir.

Fıkhın Terim Anlamı

Tarihsel süreçte fıkıh, iki ayrı biçimde tanımlanmıştır:Birinci tanıma göre fıkıh, “Şer’î amelî hükümleri tafsîlî delillerine dayalıolarak bilmek”tir.

Şer’î amelî hüküm tamlaması, fıkhın inceleme alanınıbelirlemekte ve esas itibariyle hükümleri konu edinen bir faaliyet olduğunugöstermektedir. Hüküm, bir durumun diğerine olumlu ya da olumsuz olarakyüklenmesi (isnat edilmesi) demektir. Hükümler, elde ediliş kaynağına görekendi içinde aklî, hissî ve şer’î hükümler biçiminde üç kısma ayrılmaktadıseafoodplus.infoşka bir kaynağa gerek olmaksızın yalnızca akıl yoluyla elde edilebilen, ‘ikibirden büyüktür’ gibi hükümler aklî; duyu organları vasıtasıyla ulaşılan, ‘ateşyakıcıdır’ gibi hükümler hissî; dinin kaynaklarından çeşitli yöntemlerebaşvurularak elde edilen “namaz farzdır” gibi hükümler ise şer’î hükümlerolarak isimlendirilmektedir. Diğer bir ifadeyle, bir hükmün şer’î olaraknitelendirilmesi, onun ilahî iradeye dayandığı anlamındadır. Burada şer’înitelemesi, dinî olan, yani ilahî iradeyi yansıtan her bir hükmü içerecekgenişliktedir.

Fıkıh, ikinci tanıma göre, “şer’î amelî hükümler bütünü” anlamındadıseafoodplus.infoîhlerin benimsediği bu yaklaşımda fıkıh, şer’î amelî hükümlerinkendisinden ibaret sayılmaktadır. Klasik taksime göre ifade edersek, ibâdât,muâmelât ve ukûbâta ilişkin mevcut şer’î hükümler bütünü fıkhı teşkiletmektedir. Hanefî ya da Mâlikî fıkhı dediğimizde de fıkıh terimini hükümlerbütünü anlamında kullanıyoruz.

Fıkıh ve Şeriat İlişkisi

Şeriat, bir terim olarak, klasik kaynaklarda kapsam bakımından biri genişdiğeri de dar olmak üzere iki farklı anlamda kullanılmaktadır. Geniş anlamdaşeriat tabiriyle, ‘ilahî irade tarafından öngörülen dinî hükümler bütünü’ (el-Kurtubî, , XIX, ) kastedilmektedir. Bu kapsamı itibariyle şeriat, dinve millet kelimeleri ile eş anlamlı olup, itikadî, vicdânî ve amelî hükümlerintümünü içine alacak genişliktedir. Yani şeriat, din ve millet kelimeleri, aynıhükümler bütününü gösteren farklı isimlerdir. Şeriat teriminin dinîhükümlerin tamamını içerecek biçimde kullanımına, yukarıda da izahettiğimiz üzere, fıkhı tanımlarken bir unsur olarak başvurulan şer’î amelîhükümler tamlamasındaki şer’î nitelemesi açık bir örnektir. Bu tamlamadaşer’î nitelemesi, usûlcülerin büyük çoğunluğuna göre, itikadî, vicdânî veamelî hükümlerin tümünü belirtmek için tanımda zikredilmektedir. Amelînitelemesi de, tüm dinî hükümler içinden fıkhın kapsamına girenleri ayırtetmek için tanıma eklenmiştir.

Fıkıh, şer’î amelî hükümler bütünü olarak tanımlandığında, genişanlamdaki şeriatın bir parçasını oluşturmaktadır. Yani şeriat ve fıkıh arasındatam girişimlilik ilişkisi bulunmaktadır. Her bir fıkhî hüküm şer’î olduğuhalde, her şer’î hüküm fıkha dâhil değildir. Çünkü fıkıh sadece amelî hükümlerdenoluşmaktadır.

Fıkhın Temel İslam Bilimleri Arasındaki Yeri

Kelâm ve fıkıh, diğer temel İslam bilimlerinden farklı olarak hükümkoyucu (normatif) karaktere sahip iki bilimdir. Kelâm itikadî hükümleri, fıkıhise amelî hükümleri belirlemektedir. Kelâm ve fıkıh dışındaki bilimler dekurallar oluşturmakla birlikte, onların inceleme alanına giren kurallar, tıpkıaklî ya da hissî hükümler gibi, bir gerçekliği konu edinir. Aslında itikadîhükümler de gerçeklikler üzerine kurulur. Fakat, onlar yalnızca belligerçekliklerden haber vermekle yetinmez, aynı zamanda kişilerden onlarainanmalarını talep eder. Âhirete inanılmasını öngören hüküm, onungerçekliği hakkında da bir bilgi içerir. Amelî hükümler ise, gerçekleşmesimümkün olan davranışlar üzerine kurulmakla birlikte, sadece ne yapılmasıgerektiğini ifade eder, hiçbir şekilde somut bir gerçeklikten haber vermeamacı taşımaz. Demek ki, itikadî, ahlakî ve amelî hükümler kişilere aklî,kalbî ya da bedensel olarak nasıl davranmaları gerektiğini söyleyenhükümlerdir. Bu itibarla, kelâm, tasavvuf ve fıkıh, ulaştığı sonuçları yaptırmalıönermeler; diğer bilimler ise bildirmeli önermeler biçiminde ifadeeder. Kur’ân-ı Kerîm (Kitâb), şer’î amelî hükümlerin elde edilmesindebaşvurulması gereken ilk kaynaktır. Bu durum, fıkhın tefsirle ilişkisiniaçıklamaktadır. Çünkü Kur’ân’dan hüküm çıkarılabilmesi, onun öncelikledoğru biçimde anlaşılmasına bağlıdır. Kur’ân’ın doğru anlaşılması, ilahî iradetarafından kastedilene uygun biçimde anlaşılması demektir. İşte, bir disiplinolarak tefsirin temel işlevi, Kur’ân ifadelerinin gerçek anlamlarını, herhangibir yargıda bulunmaksızın tespite çalışmaktır. Fıkıh, Kur’ân’ın anlaşılmasıhususunda tefsirin verilerinden yararlanır. Ancak nihai anlamı belirleme yetkisifakîhe aittir. Fıkıh ve hadis arasında da benzer bir ilişki bulunmaktadır.Sünnet, fıkhın bir diğer temel kaynağıdır. Sünnet’i temsil eden söz, fiil ve

takrirlerin (hadisler) Hz. Peygamber’e ait olup olmadığını araştırmak, hadisbiliminin aslî işlevidir. Fıkıh, ancak hadis bilimince Hz. Peygamber’e aitolduğu belirlenmiş sözleri, fiilleri ve takrirleri bir hüküm kaynağı olarakkabul edebilir.

İSLAM HUKUKU KAVRAMI

Fıkıh ve Hukuk: İslam Hukuku

Fıkıh, şer’î amelî hükümleri bilmek ya da şer’î amelî hükümler bütünübiçiminde tanımlanmaktadır. Fıkhın düzenleme alanı amel terimi ile ifadeedilmektedir. Amel, başka canlıların davranışları ile eşyanın hareketini içinealmamakta, yalnızca beşerî davranış anlamına gelmektedir. Amel kavramı,kişilerin dış organları ile yaptıkları davranışların yanı sıra, etkileri dışayansıyan içsel davranışlarını içermektedir. Fıkıh, amel kavramı kapsamınagirmeyen davranışlarla ilgilenmemekte, onlara hüküm bağlamamaktadır.

Fıkıh, hukuka oranla davranışlar bakımından çok dahageniş bir alanı düzenlemektedir. Hukuk, beşerî ilişkilerin yalnızca belli birkısmını düzenlediği halde, fıkıh, her türlü beşerî ilişkinin yanı sıra, Allahinsanve insan-eşya ilişkilerine ve bir kimsenin sırf kendisine dönükdavranışlarına da hüküm bağlamaktadır. Bu, fıkıh ve hukuk arasında düzenlediklerialan bakımından tam girişimlilik ilişkisi bulunduğu anlamındadır.Şu halde fıkıh, kapsamı itibariyle dinî, hukukî ve ahlâkî hükümler bütünüolarak tanımlanabilir.

Fıkıh ve hukuk arasında kuralların bağlayıcılık niteliğini esas almaksuretiyle de bir karşılaştırma yapabiliriz. Fıkıhta davranışları düzenleyen

kuralları bağlayıcılık niteliği bakımından emredici, tavsiye edici ve tecviz edici biçimde üç kategoride toplamak mümkündür. Bir davranışınyapılmasını ya da yapılmamasını kesin olarak talep eden (vâcib veya haramkılan) kurallar emredici, yapılmasını ya da yapılmamasını kesin olmayanbiçimde talep eden (mendûb veya mekrûh kılan) kurallar tavsiye edici, birdavranış konusunda kişilere yetki ve izin veren (mübah kılan) kurallar isetecvîz edici niteliktedir. Hukuk kuralları ise, emredici ve tecvîz edici biçimdeiki kategori teşkil etmektedir. Tavsiye edici kuralların, hukuk kurallarıkapsamında yer alması düşünülemez.

İslam Hukukunun Kaynağı Meselesi ve Diğer Hukuk Düzenleri ile İlişkisi

İslam hukuku Kitâb ve Sünnet’in temsil ettiği ilahîiradeye dayalı bir hukuk düzenidir. Bununla birlikte modern dönemde İslamhukuk tarihi araştırmacıları arasında İslam hukukunun oluşum sürecindekendinden önceki ya da çağdaşı olan hukuk düzenlerinden etkilenip etkilenmediğihususunda üç farklı görüş açığa çıkmıştır. Bir kısım araştırmacılaragöre fıkhın tamamı değil, fakat İslam hukuku olarak nitelenen kısmı Romahukukuna dayanmaktadır. Hatta onlara göre İslam hukukunun Yahudihukukundan aldığı kısımlar da gerçekte Roma hukukuna aittir. Çünkü Romahukuku Yahudi hukukunu da etkilemiştir. Bu görüşe karşı bazı araştırmacılarise, İslam hukukunun hiçbir hukuk düzeninden etkilenmesinin söz konusuolmadığını, aksine, İslam hukukunun, sonraki dönemlerde, özellikle Endülüsyoluyla, önce Roma hukukunu ve Batı uluslararası hukukunu ardından daİngiliz ve Fransız, hatta İsrail hukuklarını etkilediğini ileri sürmüşlerdir.Üçüncü bir grup araştırmacı ise, İslam hukukunun kaynağı itibariyle vahyedayalı ve özgün olduğu, hiçbir hukuk düzeninden etkilenerek açığaçıkmadığı; ilke, kavram ve kurumlarının başka bir hukuk düzenindenalınmadığı fikrini savunmuştur. Onlara göre İslam hukukunun öteki hukukdüzenlerinden etkilenmesi, kaynağı ve oluşumu ile ilgili değil, sonrakidönemlerde ve özellikle kamu hukuku alanında olup, o da çok sınırlı birdüzeyde kalmıştır.

İslam Hukukunun İlahî Hukuk Düzenleri ile İlişkisi

İslam hukuku da vahiy kaynaklı olması nedeniyle ilahî birhukuk düzenidir. Nübüvvet geleneği boyunca çok çeşitli ilahî hukukdüzenlerinin (şeriat) bulunduğu bilinmektedir. İslam hukukunun diğer ilahîhukuk düzenleri ile kaynak birliği bulunmaktadır. Kaynak da, tarih boyuncapeygamberler aracılığıyla gönderilen vahiydir. Vahiy, doğrudan bir hukukdüzenini temsil etmez. Fakat hukuk düzenine vücut veren ilkeleri içseafoodplus.info hukuku da dâhil, ilahî hukuk düzenlerinin her biri, ilahî iradeyi temsileden vahye dayalı ilkeler üzerine kurulmuştur. İslam hukuku ile diğer ilahîhukuk düzenleri arasında amaç birliği de mevcuttur. İlahî hukuk düzenlerininasıl amacı, insanları âhiret mutluluğuna ulaştırmaktır. Dünyadaki yaşamın,âhiret mutluluğuna ulaşmayı sağlayacak biçimde düzenlenmesi gerekir. Buitibarla hukuk kurallarının amacı, toplumsal yaşamı yalnızca düzenlemekdeğil, aynı zamanda insanları, âhiret mutluluğunu kazanabilmeleri için doğru,iyi ve âdil olana yönlendirmektir.

İslam Hukukunun Roma Hukuku İle İlişkisi

İslam hukuku ile Roma hukuku arasındaki ilişki hususunda birbirine karşıt ikigörüş açığa çıkmıştır. Onlardan ilki, Roma hukukunun İslam hukukunuetkilediğini, hatta İslam hukukunun varlığını Roma hukukuna borçluolduğunu iddia etmektedir. Bu görüşün dayandığı gerekçeleri ve onlaraverilen bilimsel cevapları beş madde halinde özetlememiz mümkündür:

1. Hz. Peygamber yaptığı seyahatlerde Suriye’de uygulanan Doğu Roma(Bizans) hukukunu öğrenmiş ve Roma hukuku da bu yolla İslamhukukunu etkilemiştir. Hz. Peygamber Suriye’ye sekiz ve yirmi dört yaşlarında iki kez gitmiş,son gidişinde ise sadece on beş gün kadar kalmıştır. Üstelik seafoodplus.infober Roma hukukunun kaynaklarına ulaşmak için gerekli dilleri debilmezdi. Bu koşullarda bir insanın Roma hukukunu kavramasıimkânsızdır.

2. Beyrut ve İskenderiye’de Roma hukuku eğitimi veren okullar ve buhukuku uygulayan mahkemeler mevcuttu. Buralar Müslümanlar tarafından ele geçirildikten sonra, el-Evzâî (ö. /) ve eş-Şâfiî (ö/) gibi İslam hukukçuları Roma hukukunu öğrenmiş ve İslamhukukuna aktarmışlardır.

İleri sürülen iddiaların hiçbiri tarihsel bakımdan doğru ve geçerli değildir.Çünkü sözü edilen hukuk okullarından İstanbul, Beyrut ve Roma dışındakalanların tamamı İmparator Justinien tarafından yılında kapatılmıştıseafoodplus.info göre İskenderiye hukuk okulu, oranın Müslümanlarca fethinden yüzyıldan daha fazla bir süre önce kapatılmıştır. Beyrut hukukokulu da müslümanlar orayı fethetmeden yaklaşık seksen yıl önce depremsebebiyle yıkılmış, yılından sonra ondan hiçbir eser kalmamıştır. el-Evzâî’nin Beyrut’a ve eş-Şâfiî’nin de Mısır’a yerleşmesi hayatlarının sondönemindedir. Özellikle eş-Şâfiî’nin Mısır’a yerleştiği dönemde İslamhukuku oluşumunu büyük ölçüde tamamlamıştı.

3. İslam hukukçuları fetihlerle birlikte Roma hukukunun uygulandığıbölgelere dağıldılar ve oralarda yerleştiler. İslam hukukunda hükümbulamadıkları konularda, örf-âdet kuralı halinde halkın uygulamalarınadönüşmüş olan Roma hukuku kurallarına başvurmuşlardır. Roma hukukufethedilen bölgelerin örf-âdeti yoluyla İslam hukukunu etkilemişseafoodplus.infolarda İslam hukukçularından herhangi birinin Roma hukukukuralları hakkında bir şey bildiğine dair hiçbir kayıt bulunmamaktadır.Üstelik onlar Roma hukukunu bilselerdi bile, mahkemelerde uygulamalarımümkün olmazdı. Çünkü İslam mahkemelerinde yargılanan kimse, birgayr-i müslim vatandaş (zimmî) da olsa, davaya İslam hukuku hükümlerininuygulanma zorunluluğu vardır. Diğer taraftan örf-âdet, İslamhukukunda bağımsız bir delil değildir. Kitâb ve Sünnet’te bir hükmünbulunmaması, örf-âdet kuralına mutlak olarak başvurmayı haklı kılmaz Roma hukuku, İslam hukukunu Yahudi ve Câhiliye hukukları vasıtasıylaetkilemiştir. Roma hukuku kuralları, önce Talmud’un hukukî içeriğini veCâhiliye örf-âdet kurallarını etkilemiş, dolaylı olarak da İslam hukunaaktarılmıştır.

Câhiliye hukukunun Roma hukukundan etkilendiğine dair hiçbir bilimselkanıt bulunmamaktadır. Câhiliye dönemi Arapları’nın Romahâkimiyetindeki bölgelerle ilişki içinde olmaları, onların hukukkurallarını da benimsedikleri anlamına gelmemektedir.

5. Roma ve İslam hukuklarındaki bir kısım ilke ve kurumların benzerliği, birhukuk iktibasının olduğunu göstermektedir. Roma hukuku tarihselbakımdan önce olduğu için İslam hukukunun ondan etkilendiği sonucunavarmak doğaldır.

Roma hukukundaki bir kısım ilke ve kurumların benzerlerine İslamhukukunda rastlanması, İslam hukukunun oradan alındığı ya daetkilendiği iddiasını kanıtlamaz. Çünkü benzerlikler evrensel hukukdüşüncesinin genel ilkelerinden ya da ortak toplumsal gereksinimlerdenkaynaklanmış olabilir. Ayrıca Roma hukuku ile İslam hukuku arasındakaynak irade, hukuk sistematiği ile temel ilke ve kurumlar açısındanfarklar bulunmaktadır.

İslam hukukunun Roma hukukundan iktibas edildiği iddiası, günümüzdeartık bilimsel olarak çürütülmüş bir görüş niteliğindedir. Roma hukukununİslam hukukunu etkilemesi de, kaynak irade, hukuk sistematiği, temel ilke vekurumlar düzeyinde söz konusu değildir.

İslam Hukukunun Câhiliye Hukuku ile İlişkisi

İslam, Câhiliye hukukuna yönelik üç temel tutum benimsemişseafoodplus.infoan ilki, câhiliye örf-âdet hukuku içinde İslam’ın ilkeleri ile tamamenuyumlu olan kural ve kurumları aynen benimseyip devam ettirmesibiçimindedir. Buna ibkâ, yani kural ve kurumların olduğu gibi bırakılmasıdenilmektedir. Mesela İslâm, Câhiliye’de uygulanan çeşitli evlenme biçimleriarasından yalnızca İslam hukukunda tanımlanan evlenme biçiminibenimsemiş ve olduğu gibi bırakmıştır. Benzer şekilde bir tür ortaklık akdiolarak mudârebeyi de değiştirmemiştir. İslam’ın Câhiliye hukukuna ilişkinikinci bir tutumu, bazı kural ve kurumların düzeltilerek kabul edilmesibiçimindedir. Buna da ıslâh denilmektedir. Mesela Câhiliye hukukuna görebir erkek aynı anda istediği kadar kadınla evli olabiliyordu. İslam, birdenfazla kadınla evlilik kurumunu, belli şartlar öngörmek ve sayı bakımındansınırlı hale getirmek suretiyle düzeltmiştir. Yine İslam, hukukî bir kurumolarak boşamanın (talâk) Câhiliye hukukundaki biçimini değiştirmiş, bellişartlar ve sınırlamalarla düzelterek kabul etmiştir. Üçüncü tutum ise, İslam’ıntemel ilkeleri ile uyumlu olmayan Câhiliye hukukuna ait kimi kural vekurumların tümüyle yürürlükten kaldırılması biçimindedir. Kural vekurumların geçersiz sayılıp, tümüyle yürürlükten kaldırılması işlemine ilgâdenilmektedir. Buna da, Câhiliye’de yaygın olan çeşitli evlenme biçimlerinin,mesela mehirsiz ve mübadele suretiyle evliliklerin, rızaya dayanmayan, hileve aldatma niteliği taşıyan alım-satım türleri ile faizin yürürlüktenkaldırılması örnek olarak verilebilir.

İSLAM HUKUKUNUN TEMEL ÖZELLİKLERİ

Bunları aşağıdaki şekilde açıklayabiliriz:

  1. İlahî iradeye dayalı olması.
  2. Yaptırımın ikili karakterde olması.
  3. Bilimsel doktrin niteliğinde teşekkül etmesi.
  4. 4. Meseleci (kazuistik) yöntemle oluşturulması.

DERS ÖZETİNİN TAMAMINI VE DAHA FAZLASINI ONLİNE SİPARİŞ VERMEK İÇİN AÖF ÇIKMIŞ SORULAR

İSLAM HUKUKUNA GİRİŞ - &#;nite 1: İslam Hukukunun Mahiyeti ve Temel &#;zellikleri &#;zeti :

Ünite 1: İslam Hukukunun Mahiyeti ve Temel Özellikleri

Giriş

İnsan, doğası gereği medeni/toplumsal bir varlıktır. Çünkü insanın yaşamsal gereksinimlerini elde edebilmesi, diğer insanlarla bir arada bulunmasına ve çeşitli ilişkiler kurmasına bağlıdır. İnsanların birbirleriyle ilişki kurmalarını sağlayan yapıya ‘‘toplumsal düzen’’ diyoruz.

İnsan, yaratılıştan toplumsal yaşama eğilimli bir varlık olmakla birlikte, doğasında, toplumsal yaşamın kurulmasını ve devam ettirilmesini olumsuz etkileyebilen bencillik, hırs ve tahakküm gibi bir takım başka eğilimler de barındırmaktadır. Toplumsal düzenin kurulması da, ancak bireylerin davranışlarını, nasıl olmaları gerektiği hususunda yönlendiren bir takım kurallar aracılığı ile gerçekleşebilir. Toplumsal yaşamı düzenleyen bu kurallara toplumsal düzen kuralları denilmektedir. Toplumsal düzen kuralları çeşitli ölçütler dikkate alınarak din, ahlâk, hukuk, örf-âdet ve görgü kuralları biçiminde beş kısma tasnif edilerek incelenmektedir. Hukuku, ‘ belli bir ülkede kişilerin birbirleriyle, toplumla ve devletle ilişkilerini düzenleyen, devlet gücüne dayalı, maddi zorlamaya kadar varan yaptırım araçları ile desteklenen kurallar bütünü ’ biçiminde tanımlayabiliriz. Buna göre, hukukun toplumsal düzeni sağlama, toplumsal gereksinimleri karşılama ve adaleti gerçekleştirme biçiminde üç temel işlevi yerine getirmesi gerekir.

İslam’da bireysel ve toplumsal yaşama ilişkin düzenleyici kurallar bütününü ifade etmek için ‘fıkıh’ terimi kullanılmaktadır. Fıkıh, ibadetler başta olmak üzere, dinî yükümlülüklerle ilgili esaslar yanında, toplumsal yaşamı düzenleyen kuralları da içermektedir.

Fıkhın, İslam hukuku olarak anılmaya başlanması, XIX. yüzyılın ikinci yarısına rastlamaktadır. İslam hukuku tabiri, kimi zaman fıkha kavramsal açıdan denk bir içerikte, çoğunlukla da ibadetler dışında kalan ve yalnızca hukukî nitelik taşıyan kurallar bütününü belirtmek için kullanılmaktadır. Fıkıh, İslam hukukunun özel ve geleneksel adı olduğu halde, günümüzde, fıkıh kelimesine de, hukuk kavramını ifade etmek için başvurulabilmektedir.

Fıkıh Kavramı

Fıkıh (fıkh) kelimesi bir mastar olup, etimolojik bakımdan F-K-H kökünden alınmadır. Fıkıh, bir şeyi bilmek anlamına gelmektedir. Ancak fıkıh kelimesi ile mutlak anlamda bir anlama ya da bilme eylemi değil, anlamaya ve bilmeye konu olan şeyin idrâk edilmesi kastedilmektedir. Sözü edilen düzeyde bir kavrayışın (fıkıh) kendisinde sıfat ve karakter haline geldiği kimseye ise, ‘fakîh’ denilmektedir. Fıkıh, “bilinenden (ilm-i şâhid) bilinmeyene (ilm-i gâib) ulaşmak” biçiminde tanımlanmakta ve bunun, zihinsel bir çaba olarak, salt bilme (ilm) eyleminden daha özel olduğu ifade edilmektedir.

İslam’ın gelmesiyle birlikte fıkıh kelimesi, derin ve ince kavrayış biçimindeki sözlük anlamına nispetle daha özel bir içeriğe kavuşmuştur. Kelimenin fiil hali Kur’an-ı Kerim’de yalnızca bir ayette İslâm’la birlikte kazandığı özel anlamında kullanılmaktadır. Ayette kelimeye dinde derin kavrayış sahibi olma (dinde tefakkuh) anlamı yüklenmiştir. Artık fıkıh kelimesi, ister aklî bir faaliyete, isterse nakle dayalı olsun, her tür dinî bilgiyi içerecek genişlikte bir anlama sahiptir.

Hicrî I. yüzyılın sonlarına doğru hadis tedvin sürecinin başlaması, fıkıh ve ilim kelimelerinin anlamları üzerinde bir değişim meydana getirmiştir. Ebû Hanîfe’nin itikadî konuları ele aldığı eserinin ‘ ’el-Fıkhu’l-Ekber ’’ adıyla anılması, fıkhın kavramlaşma sürecine ilişkin diğer bir aşamayı temsil etmektedir.

Tarihsel süreçte fıkıh, iki ayrı biçimde tanımlanmıştır. İki ayrı tanım biçimi, onların birbirine alternatif olmasından değil, iki farklı bilimsel disiplin olarak fıkıh usûlü ve fıkhın kendilerine özgü gereklerinden kaynaklanmıştır. Fıkıh tanımının şer’î amelî hüküm, tafsîlî delil ve bilme (ilm) gibi çeşitli unsurları içerdiği görülmektedir.

Tanımdaki şer’î amelî hüküm tamlaması, fıkhın inceleme alanını belirlemekte ve esas itibariyle hükümleri konu edinen bir faaliyet olduğunu göstermektedir.

Tanımda yer alan bir diğer unsur tafsîlî delil terimidir. Buna cüz’î delil de denilmektedir. Tafsîlî delil, her bir davranışla ilgili hükmün dayandığı özel delil anlamındadır. Bir hükme delil olan tek bir ayet ya da hadis, tafsîli delil niteliğindedir. Mesela “namazı kılın” ayeti, namaz kılmanın farz olduğunu gösteren tafsîlî bir delildir.

Hükümlerin tafsîlî delillerine dayalı olarak bilinmesi ’ ifadesinin tanımda yer alması, usûlcülerin fıkhı kavrama biçimiyle ilgilidir. Onlara göre fıkıh, hükümleri tafsîlî delillerinden çıkarma işleminden ibaret olup, Bilme (ilm) tabiriyle usûlcüler, fıkhın bilimsel bir faaliyet olduğunu vurgulamak istemektedirler.

Şeriat, uzayıp gitme, açık ve görünür olma anlamlarına gelen ‘şer’ kökünden türemiş bir isimdir. Şeriat, kelime olarak, insanların ya da hayvanların su içmek için gittikleri yol anlamındadır. Kur’an-ı Kerîm’de ise, insan yaşamını yönlendirmeyi amaçlayan din esaslı hükümler bütünü anlamında kullanılmaktadır.

Şeriat, bir terim olarak, klasik kaynaklarda kapsam bakımından biri geniş diğeri de dar olmak üzere iki farklı anlamda kullanılmaktadır. Geniş anlamda şeriat tabiriyle, ‘ilahî irade tarafından öngörülen dinî hükümler bütünü’ kastedilmektedir. Şeriat, dar anlamda kullanıldığında ise, yalnızca değişime açık hükümler bütünü anlamında kullanılmaktadır.

Fıkıh, şer’î amelî hükümler bütünü olarak tanımlandığında, geniş anlamdaki şeriatın bir parçasını oluşturmaktadır. Yani şeriat ve fıkıh arasında tam girişimlilik ilişkisi bulunmaktadır.

Temel İslam bilimleri tabiriyle, klasik İslam düşüncesinde şer’î (dinî) ilimler olarak tasnif edilen kelâm, tefsir, hadis, fıkıh usûlü ve fıkıh alanlarını kastediyoruz.

Kelâm ve fıkıh, diğer temel İslam bilimlerinden farklı olarak hüküm koyucu (normatif) karaktere sahip iki bilimdir. Kelâm itikadî hükümleri, fıkıh ise amelî hükümleri belirlemektedir. Kelâm ve fıkıh dışındaki bilimler de kurallar oluşturmakla birlikte, onların inceleme alanına giren kurallar, tıpkı aklî ya da hissî hükümler gibi, bir gerçekliği konu edinir. Bu itibarla, kelâm ve fıkıh, ulaştığı sonuçları yaptırmalı önermeler; diğer bilimler ise bildirmeli önermeler biçiminde ifade eder.

Fıkıh, Kur’an’ın anlaşılması hususunda tefsirin verilerinden yararlanır. Ancak nihai anlamı belirleme yetkisi fakîhe aittir. Fıkıh ve hadis arasında da benzer bir ilişki bulunmaktadır.

İslam Hukuku Kavramı

Fıkhın düzenleme alanını, öncelikle, kişilerin kendilerine dönük davranışları ve bir ilişki (münâsebet) teşkil eden davranışları biçiminde ikiye ayırabiliriz:

  1. Kişilerin kendilerine dönük davranışlarını düzenleyen fıkhî hükümler, konu bakımından sübjektif ahlâk kuralları ile örtüşmektedir.
  2. Sırf vecibe yükleyen ve hak talebine imkân vermeyen beşerî ilişkileri düzenleyen kurallar objektif ahlâk kuralları olarak anılmaktadır.

Fıkıh, yalnızca beşerî ilişkileri değil, Allah-insan ve insan-eşya ilişkilerini de düzenlemektedir.

Hukuka gelince, o tümüyle toplumsal bir yapıdır. Sadece insanlar arasında ilişki kuran davranışları düzenler. Toplumun olmadığı ve beşerî ilişkilerin kurulamadığı yerde hukuk ve hukuk kurallarından söz etmek mümkün değildir.

Görüleceği üzere fıkıh, hukuka oranla davranışlar bakımından çok daha geniş bir alanı düzenlemektedir. Fıkıh, kapsamı itibariyle dinî, hukukî ve ahlâkî hükümler bütünü olarak tanımlanabilir.

Kuralların bağlayıcılık niteliği açısından da fıkıh ve hukuk arasında bir karşılaştırma yaptığımızda, fıkhın bir hukuk düzeninden daha geniş bir yapıyı temsil ettiğini anlıyoruz.

İslam hukuku, fıkhın içinde yalnızca karşılıklı hak ve vecibe ilişkisi kuran davranışları düzenleyen emredici ve tecvîz edici kurallar bütünüdür. Bu tanıma göre, İslam hukuku, daha geniş kapsamlı olan fıkhın hukuka karşılık gelen bir parçasıdır.

İslam hukukunun oluşum sürecinde kendinden önceki ya da çağdaşı olan hukuk düzenlerinden etkilenip etkilenmediği hususunda üç farklı görüş açığa çıkmıştır. Bir kısım araştırmacılara göre fıkhın tamamı değil, fakat İslam hukuku olarak nitelenen kısmı Roma hukukuna dayanmaktadır. Hatta onlara göre İslam hukukunun Yahudi hukukundan aldığı kısımlar da gerçekte Roma hukukuna aittir.

Bazı araştırmacılar ise, İslam hukukunun hiçbir hukuk düzeninden etkilenmesinin söz konusu olmadığını, aksine, İslam hukukunun, sonraki dönemlerde, özellikle Endülüs yoluyla, önce Roma hukukunu ve Batı uluslararası hukukunu ardından da İngiliz ve Fransız, hatta İsrail hukuklarını etkilediğini ileri sürmüşlerdir. Üçüncü bir grup araştırmacı ise, İslam hukukunun kaynağı itibariyle vahye dayalı ve özgün olduğu, hiçbir hukuk düzeninden etkilenerek açığa çıkmadığı; ilke, kavram ve kurumlarının başka bir hukuk düzeninden alınmadığı fikrini savunmuştur.

Hukuk düzenleri arasındaki bir kısım benzerlikler, onların mutlak surette birbirinden etkilendiği anlamına gelmez. Bir hukuk düzeninin kaynağı, içerdiği değerler ve sistematiği onun özgün olup olmadığını belirler. Öyleyse, İslam hukukunun ilahî hukuk düzenleri, Roma ve Câhiliye hukukları ile ilişkisini belirtilen ilkeler ışığında değerlendirebiliriz.

İslam hukukunun diğer ilahî hukuk düzenleri ile kaynak birliği bulunmaktadır. Kaynak da, tarih boyunca peygamberler aracılığıyla gönderilen vahiydir. İslam hukuku ile diğer ilahî hukuk düzenleri arasında amaç birliği de mevcuttur. İlahî hukuk düzenlerinin asıl amacı, insanları âhiret mutluluğuna ulaştırmaktır.

İslam hukuku ile Roma hukuku arasındaki ilişki hususunda birbirine karşıt iki görüş açığa çıkmıştır. Onlardan ilki, Roma hukukunun İslam hukukunu etkilediğini, hatta İslam hukukunun varlığını Roma hukukuna borçlu olduğunu iddia etmektedir.

İslam hukukunun Roma hukuku ile ilişkisinde savunulan ikinci görüşe gelince, ilk görüşün tam tersi olup, İslam hukukunun Roma hukukunu etkilediğini ileri sürmektedir.

İslam, Câhiliye hukukuna yönelik üç temel tutum benimsemiştir. Onlardan ilki, câhiliye örf-âdet hukuku içinde İslam’ın ilkeleri ile tamamen uyumlu olan kural ve kurumları aynen benimseyip devam ettirmesi biçimindedir. Buna ‘ibkâ’, yani kural ve kurumların olduğu gibi bırakılması denilmektedir. İkinci bir tutumu, bazı kural ve kurumların düzeltilerek kabul edilmesi biçimindedir. Buna da ‘ıslâh’ denilmektedir. Üçüncü tutum ise, İslam’ın temel ilkeleri ile uyumlu olmayan Câhiliye hukukuna ait kimi kural ve kurumların tümüyle yürürlükten kaldırılması biçimindedir. Kural ve kurumların geçersiz sayılıp, tümüyle yürürlükten kaldırılması işlemine ‘’ilgâ’’ denilmektedir.

İslam Hukukunun Temel Özellikleri

  1. İlahî iradeye dayalı olması: İslam hukukunun kaynağı ilahî iradeyi temsil eden Kitâb ve Sünnet’tir.
  2. Yaptırımın ikili karakterde olması: Âhirette, dünyadaki davranışların mükâfât ya da azap olarak karşılığının görüleceğine inanmak, bir din olarak İslam’ın temel iman esasları arasında bulunmaktadır.
  3. Bilimsel doktrin niteliğinde teşekkül etmesi: İslam hukuku, İslam hukukçuları (fukahâ) tarafından devletsel yetki kullanılmaksızın kişisel ictihad yöntemiyle geliştirilmiştir. Kişisel ictihad, salt bilimsel bir faaliyet niteliğindedir.
  4. Meseleci (kazuistik) yöntemle oluşturulması: İslam hukukçuları hukukî fiil ve olaylardan benzer olanlar için ortak hükümler belirlemek yerine, onları tek tek ele alıp, her birinin hükmünü özel olarak açıklama yöntemini benimsemişlerdir.

islamda bireysel ve toplumsal yaşama ilişkin düzenleyici kurallar bütünü?

İslam dininin bireysel ve toplumsal yaşama ilişkin düzenleyici kuralları, insanların hayatlarının her alanında doğru ve adil bir şekilde hareket etmesine rehberlik eder. Bu kurallar ahlaki değerler, sosyal ilişkiler, ekonomik faaliyetler ve hukuk sistemleri gibi çeşitli konularda yönergeler sunarak, İslam toplumunun sağlıklı ve sevgi dolu bir şekilde yaşamasını sağlar.

Islamda Bireysel ve Toplumsal Yaşama İlişkin Düzenleyici Kurallar Bütünü

İslam, sadece bir din değil aynı zamanda bir yaşam tarzıdır. Müslümanlar, bireysel ve toplumsal yaşamda belli kurallara uymakla yükümlüdürler. Bu kurallar, İslam&#;ın temel prensiplerine dayanmaktadır.

Bireysel Yaşam

Bireysel yaşamda, İslam bireye saygı duyulmasını ve belirli değerlere uygun davranılmasını öğütler. İşte İslam&#;a göre bireysel yaşamla ilgili bazı önemli kurallar:

1. Adil ve Doğru Olmak

İslam&#;a göre doğruluk ve adalet, en önemli erdemlerdir. Herhangi bir haksızlık yapmak ya da yalan söylemek, İslam&#;da büyük bir günahtır.

2. Öfkeyle Başa Çıkmak İçin Sabır Göstermek

İslam, öfkenin insanı kötü sonuçlara götürebileceği gerçeğine inanır. Bu nedenle, öfkeyle başa çıkmak için her zaman sabırlı ve sakin olmaya çalışmak önemlidir.

Toplumsal Yaşam

Toplumsal yaşamda, İslam insanların birbirlerine saygı duymalarını ve hoşgörü göstermelerini öğütler. İşte İslam&#;a göre toplumsal yaşamla ilgili bazı önemli kurallar:

1. Yardım Etme ve Paylaşma

İslam, insanların birbirlerine yardım etmelerini ve zor durumda olanlara yardım etmelerini öğütler. Ayrıca, insanlar arasında var olan zengin-fakir ayrımının azaltılması ve insanların ihtiyaçlarının karşılanması için paylaşımın önemli olduğuna inanır.

2. Aile ve Toplum Değerleri

İslam, aileyi çok önemli bir kurum olarak görür. Ailenin korunması ve değerlerinin korunması için İslam, evliliği kutsal kabul eder ve evlilik dışı ilişkileri yasaklar.

Sonuç

İslam, bireysel ve toplumsal yaşam ile ilgili belli kurallara uymayı öğütler. Bunlar, doğruluk, adalet, hoşgörü, paylaşım ve aile kurumunun korunması gibi erdemleri kapsar. İslam&#;a göre, bu kurallara uyarak insanlar mutlu, huzurlu ve sağlıklı bir yaşam sürdürebilirler.

Sıkça Sorulan Sorular

1. İslam&#;da bireysel yaşamla ilgili hangi kurallar bulunmaktadır?

İslam, doğruluk, adalet ve öfke kontrolü gibi erdemlere dayanan bireysel yaşam kurallarını öğütler.

2. İslam&#;da ailenin önemi nedir?

İslam, aileyi çok önemli bir kurum olarak görür ve evliliğin kutsal olduğunu öğütler. Aile değerlerinin korunması için evlilik dışı ilişkileri yasaklar.

3. İslam&#;da toplumsal yaşamla ilgili hangi kurallar bulunmaktadır?

İslam, insanların birbirlerine saygı duymalarını, hoşgörülü ve yardımsever olmalarını öğütler. Paylaşımın önemine inanır ve zengin-fakir ayrımını azaltmaya çalışır.

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir