göktürk devleti ne zaman kuruldu / Göktürkler – Göktürk Devleti Tarihi | Çseafoodplus.info - Türkçe ve Edebiyat Güncesi

Göktürk Devleti Ne Zaman Kuruldu

göktürk devleti ne zaman kuruldu

Efsaneye göre Hunlar bir taarruz neticesinde Wu-sun kralını öldürmüş, onun oğlu Kun-mo küçük olduğu için Hun hükümdarı ona kıyamamış ve çöle atılmasını emretmiş. Küçük Kun-mo dişi bir kurt tarafından emzirilmiş ve bu olayı uzaktan seyreden Hun hükümdarı, çocuğun kutsal biri olduğuna inanarak, büyüdüğünde onu Wu-sunların kralı yapmış, içinden Göktürkleri de çıkaran, Çinlilerin Kao-çı (Yüksek Tekerlekli Arabalılar) ve T&#;ieh-li (Tölös) dedikleri, Orhun nehrinden Volga kıyılarına kadar geniş bir alana yayılan bu güçlü Türk kavimler topluluğu için de &#;kurttan türeyiş&#; efsanesi aynı motifi işler. Çin&#;deki Toba sülalesi devri kaynaklarında efsane özetle şöyle anlatılır:

&#;Kao-çı kağanının çok akıllı iki kızı varmış. Öyle iyi kalpli ve akıllılarmış ki, babaları onların ancak tanrı ile evlenebileceklerini düşünerek, kızlarını bir tepeye götürmüş. Ancak tepeye ne tanrı gelmiş ne de onlarla evlenmiş. Kızlar burada beklerken ihtiyar bir erkek kurt tepede dolaşmaya başlamış. Küçük kız, kardeşine bu kurdun tanrının kendisi olduğunu söyleyerek tepeden inmiş ve kurtla evlenmiş. Bu suretle Kao-çı halkı bu kız ve kurttan türemiş.&#;.

Bu efsanelerin tekamül etmiş şekli, tarihî realiteye de uygun olarak, Göktürk menşe efsanelerinde ve Ergenekon Destanı&#;nda görülür. M.S&#;te ortaya çıkan Çin&#;deki Sui Sülâlesi devrinde Göktürklerle yakın münasebet kuran Çinliler, Türklerden öğrendikleri efsaneyi tarih yıllıklarında not etmişlerdir. Efsane şöyledir:

&#;&#; (Göktürklerin) ilk ataları Hsi-Hai, yani Batı Denizi&#;nin kıyılarında oturuyorlardı. Lin adlı bir memleket tarafından, onların kadınları, erkekleri, büyüklü-küçüklü hepsi birden yok edilmişlerdi. Yalnızca bir çocuğa acımışlar ve onu öldürmekten vazgeçmişlerdi. Bununla beraber onun da kol ve bacaklarını kendisini Büyük Bataklığın içindeki otlar arasına atmışlardı. Bu sırada dişi bir kurt peyda olmuş ve ona her gün et ve yiyecek getirmişti. Çocuk da bunları yemek suretiyle kendine gelmiş ve ölmemişti. (az zaman sonra) çocukla kurt, karı koca hayatı yaşamaya başlamışlar ve kurt da çocuktan gebe kalmıştı. (Türklerin eski düşmanı Lin devleti, çocuğun hâlâ yaşadığını duyunca) hemen kendi adamlarını göndererek, hem çocuğu hem de kurdu öldürmelerini emretmişti. Askerler kurdu öldürmek için geldikleri zaman, kurt onların gelişinden daha önce haberdar olmuş ve kaçmıştı. Çünkü kurdun kutsal ruhlarla ilgisi vardı. Buradan kaçan kurt, Batı Denizi&#;nin doğusundaki bir dağa gitmişti. Bu dağ, Kao-ch&#;ang (Turfan)&#;ın kuzey-batısında bulunuyordu. Bu dağın altında da çok derin bir mağara vardı. (Kurt) hemen bu mağaranın içine girmişti. Bu mağaranın ortasında büyük bir ova vardı. Bu ova, baştan başa ot ve çayırlıklarla kaplı idi. Ovanın çevresi de milden fazla idi.

Kurt, burada on tane erkek çocuk doğurdu. (Göktürk Devleti&#;ni kuran) A-şi-na ailesi, bu çocuklardan birinin soyundan geliyordu.&#;

Efsanede Türklerin yaşadığı ve göç ettiği yer olarak gösterilen Batı denizi, kimi tarihçilere göre Turfan&#;ın kuzey batısında yer alan Balkaş gölü veya Aral, hatta Hazar iken kimi tarihçilere göre de Isık göldür. Isık göl ve civarı, Kırgızların millî destan kahramanı olan Manas&#;ın da yaşadığı bir bölgedir. Ancak burada önemli olan menşe efsanesinin, Göktürklerin &#;Ergenekon Destanı&#;nın ilk şekli olmasıdır. Bütün Türk boylarında derin izler bırakan bu destan, içinde tarihî olayları barındırması bakımından da dikkate değerdir. Destan özetle şöyledir:

&#;Türk illerinde Göktürk oku ötmeyen, Göktürk kolu yetmeyen bir yer yoktu. Bütün kavimler birleşerek Göktürklerden öç almaya yürüdüler. Türkler çadırlarını, sürülerinin bir yere topladılar. Çevresine hendek kazdılar, beklediler. Düşman geldi. Vuruş başladı. On gün vuruştular, Göktürkler üstün geldi.&#; Düşman, Türkleri er meydanında yenemeyeceklerini anladığından hileye başvurur ve Göktürkleri gafil avlayıp, çadırlarını basar. Büyük bir katliam gerçekleşir. İl Han&#;ın küçük oğlu Kayan (Kıyan) ve yeğeni Tukuz (Negüz) kadınlarıyla birlikte düşmanın elinden kaçar ve onların bulamayacağı bir yere &#;Ergenekon&#; a (Sarp Dağ Beli) gelirler. Burası geçit vermez, sarp dağlarla çevrili orta yeri düz, verimli bir ovadır. Burada bir müddet sonra nüfusları gittikçe çoğaldığında, birbirine akraba, ayrı ayrı &#;oba&#;lar oluşturdular. Nihayet dört yüz yıl sonra kendileri ve sürüleri Ergenekon&#;a sığamaz oldu. Kurultay toplayıp, Ergenekon&#;dan çıkma kararına vardılar. Çıkış için tek bir geçit vardı fakat burası da demirdendi. Bir demirci ustasının fikriyle demir dağ büyük bir ateş yakılıp, devasa körüklerle harlandırılarak eritildi. Nihayet, Börteçene (Bozkurt) adlı bir başbuğun liderliğinde, Türkler Ergenekon&#;dan çıkıp bütün dünyaya yayıldılar.

Özetlenen bu destan, İlhanlı tarihçisi Reşideddin tarafından nakledilirken, araya Moğollar da serpiştirilerek, büyük ölçüde tahrif edilmiştir. Ancak destanda geçen motifler ve çağrıştırdıkları olaylar, destanın Göktürklere ait menşe efsanelerinin tekamül etmiş hâli olduğunu açıkça göstermektedir. Nitekim Börteçene, Göktürklerin soylarını dayandırdıkları Asena gibi mübarek ve yol gösteren bir kurttur. Hun birliği dağıldıktan sonra, destanın girişinde belirtildiği gibi, Türkler Altay dağları civarına çekilmişler ve bir müddet Juan-Juanlar&#;ın hâkimiyeti altında yaşamışlardır. Demircilikte ileri giden Göktürkler, Juan-Juan hükümdarının &#;Sizler demircilikle uğraşan kölelerimsiniz&#; diye aşağılanmalarını hazmedemeyerek, onlara savaş açmışlar ve yaklaşık dört yüz yıl süren suskunluktan sonra, yılında büyük bir zafer kazanarak istiklâllerinin temelini atmışlardır. Reşideddin&#;in de Camiü&#;t-Tevarih&#;te yazdığı üzere, Ergenekon&#;dan çıkış, bir bayram olarak kutlanmış, önce Türk kağanı, ardından beyler, bir parça demiri ateşe salıp kızdırdıktan sonra, örs üstünde çekiçleyerek, Ergenekon&#;u Türk an&#;anesinde canlı tutmuşlardır.

Göktürk hükümdarlık ailesi Aşına soyundan gelmekteydi. Yukarıda ifade ettiğimiz efsanelere göre Aşına soyu dişi bir kurttan türemişti ve bu inanış sebebiyle de Göktürk Devleti alâmeti, altından kurt başlı sancak olmuştur. Ergenekon efsanesi, Hun devletinin yıkılmasından sonra, Türklerin yaşadığı zorlukları anlatmaktadır. Dolayısıyla, tarihen yaşanmış olaylar, Göktürklerin, Hun devletinin bir devamı olarak ortaya çıktıklarının bir delilidir. Nitekim devlet yapılanmasının Hunlarla aynı olması da bu fikri kuvvetlendirir.

BİRİNCİ GÖKTÜRK KAĞANLIĞI

Göktürkler&#;in tarih sahnesine çıktıkları sıralarda Orta Asya Moğol asıllı Juan-Juanların hâkimiyetinde idi. Göktürkler de Altay dağları civarında, önemli bir siyasî güç hâlinde onlara bağlı olarak yaşıyorlardı. Bu esnada geleneksel sanatları demircilikle uğraşan Göktürkler, Juan Juanların silâhlarını imal etmekteydiler.

Göktürkler, daha yıllarında Çin ile diplomatik ilişkiler kuracak güce erişmişlerdi. Bu sıralarda başlarında Bumın bulunuyordu. Bumın, bir Türk boyu olan Töleslerin isyanını bastırması karşılığında Juan Juan Kağan&#;ının kızı ile evlenmek istedi. Ancak bu isteğinin kabaca geri çevrilmesi üzerine Bumın, üst üste vurduğu darbelerle onların bütün topraklarını ele geçirmiş ve kağanlarını da öldürmüştür. yılında meydana gelen bu olayla Göktürk devleti de kurulmuş oluyordu. İl-Kağan ûnvanını alan Bumın, devletinin merkezî olarak da, Büyük Hun devletinin merkezinin bulunduğu Ötügen&#;i (Orhun ırmağının hemen batısı) seçti.

Türk devlet geleneğine göre devlet doğu ve batı olmak üzere iki kanat hâlinde teşkilâtlanmaktaydı. Devletin batı kanadı doğunun yüksek hâkimiyetini tanımak durumundaydı.

Bumın doğuda kağan olduğu zaman, küçük kardeşi İstemi de Yabgu unvanıyla devletin batı kanadının başına geçti. (). Bumın Kağan&#;ın devleti kurduğu yıl içerisinde ölmesi üzerine yerine oğlu Ko-lo (Kara) kağan olmuştur. Ancak O&#;nun da erken ölümü ile kısa süren kağanlığının ardından, Bumın&#; ın diğer oğlu Mukan Kağan&#;ı (), devletin doğu kanadının başında görüyoruz. Onun zamanında İstemi Yabgu batı kanadını yönetmeye devam etmiştir. Mukan Kağan, devleti daha da güçlendirerek, hâkimiyetini genişletmiş ve Çin üzerinde baskı kurmuştur.

Devletin batı kanadını idare eden İstemi Yabgu, kısa zamanda, Altayların batısını Isık göl ve Tanrı dağlarına kadar hâkimiyeti altına aldı. batıdaki faaliyetleri sonucunda, Orta Çağ&#;ın en büyük iki devleti Sasani ve Bizans imparatorlukları ile ilişkiler kuruldu. İpek Yolu&#;nu ellerinde tutan Akhun (Aftalit) devleti, Sasanilerle iş birliği yapılarak ortadan kaldırıldı . Toprakları Ceyhun nehri (Amuderya) sınır olmak üzere iki devlet arasında paylaşıldı (). Böylece Göktürkler egemenliklerini Kuzey Hindistan&#;daki Keşmir bölgesine kadar uzatacaklardır.

Göktürkler&#;le Sasaniler&#;in arası İpek Yolu meselesinden dolayı bozuldu. Sasanilere karşı Bizans ile iş birliğine yönelen İstemi, İstanbul&#;a bir elçilik heyeti gönderdi.

İmparator II. Justinos tarafından kabul edilen bu heyet, aynı zamanda Orta Asya&#;dan Doğu Roma&#;ya giden ilk resmî heyetti (). Bizans da ipek ticaretinde Sasaniler&#;in aracılığından memnun değildi. Bu sebeple Göktürklere karşı bir elçilik heyeti göndererek iki devlet arasında ittifak yapıldı (). Bu ittifak neticesinde yılında 19 yıl sürecek olan Sasani-Bizans savaşları başlamıştır. Bu savaşlar her iki devleti de sarsmış ve İslâmiyet&#;in İran&#;da yayılıp yerleşmesinde büyük rol oynamıştır. Dünya tarihinde çok önemli gelişmelere yol açan bu duruma, İstemi&#;nin batı siyasetinin katkısı büyüktür.

Mukan Kağan&#;ın yılında ölmesi üzerine Göktürk tahtına kardeşi Ta-po geçti. Ağabeyinden sağlam bir devlet düzeni devralan Ta-po, daha çok kültür meseleleri ile uğraşmıştır. O&#;nun zamanında, Çin edebiyat ve fikir eserleri Türkçeye tercüme edilmiştir. Ta-po devri Göktürk kağanlığının en parlak devri olmakla birlikte çöküşün de başladığı devirdir. O kağanlığın kendi idaresinde bulunan doğu kanadını ikiye ayırarak doğu tarafındaki kısma kardeşi Ko-lo&#;nun oğlu İşbara&#;yı, batıdaki kısma küçük kardeşi Jo-tan&#;ı tayin etti. Ayrıca Türk töresi ile çelişen Budizm&#;i benimsemiş olması hata olarak kabul edilmektedir. Çünkü büyük sürülere sahip olan atlı ve savaşçı Türklerle, et yemeyen, hayvanları bile öldürmeyen Budistler&#;in temel inançlarının uyuşmasının hiç imkânı yoktu.

Göktürk Kağanlığının doğu kanadında bu zayıflama belirtilerinin görüldüğü bir sırada batı kanadının başında bulunan İstemi Yabgu öldü ().

İstemi&#;nin yerine kağanlığın batı kanadının başına oğlu Tardu geçti ( ). Kağanlığın doğu kanadında ise Tapo Kağan&#;ın yılında ölmesi üzerine yerine kardeşinin oğlu İşbara kağan oldu.

İşbara&#;nın kağanlığı devrinde, batı kanadında görev yapan Tardu, ihtirası yüzünden doğunun üstünlüğünü tanımaması üzerine devlet yılında resmen ikiye ayrılmış oldu.

DOĞU GÖKTÜRK KAĞANLIĞI

İşbara&#;nın kağanlığı zamanında Çin&#;in Doğu Göktürk Devleti üzerinde baskısını artırdığını görüyoruz. Onun yılında ölümünden sonra, başa geçen kağanlar zamanında bu baskı ve Çin&#;e has entrikalar artarak devam etmiştir. Devlet Şi-pi Kağan devrinde () toparlanır gibi olmuş ise de, onun ölümü ile Çin tehdidi kendini tekrar göstermiştir. Nihayet Kie-li, kağanlığı zamanında, yılında yapılan bir savaşta yenildi ve yakalanarak Çin&#;e gönderildi . Bu tarih, Doğu Göktürkleri&#;nin istiklalinin de sonu kabul edilir.

yılında başlayan Çin hâkimiyeti yarım yüzyıl sürdü. Bu süre içerisinde Çin&#;e karşı birçok ayaklanma gerçekleşmesine rağmen, bunların hepsi Çinliler tarafından kanlı bir şekilde bastırılmıştır. Bunlar içerisinde en dikkat çekeni, Kürşad isimli bir Türk prensinin 39 arkadaşı ile kalkıştığı ayaklanmadır. Bu ayaklanma hepsinin kahramanca ölümü ile sonuçlanmıştır. Ancak bu tür hareketler, Türklerin hürriyet ve istiklâl arzularını sürekli canlı tutmuştur.

BATI GÖKTÜRK KAĞANLIĞI

yılında ikiye ayrılan bu iki Göktürk kanadı, hâkimiyet mücadelesi yüzünden birbirlerinin düşmanı hâline gelmişlerdi. Batı Göktürkleri&#;nin başında bulunan İstemi Yabgu&#;nun oğlu Tardu, bir yandan doğuya üstünlüğünü kabul ettirmek için uğraşırken, bir yandan da batıda yeni fetihlere girişmişti. Bu faaliyetleri neticesinde Maverâünnehir ve Harezm bölgesi yanında Ötügen, Kuzeybatı Moğolistan ve Kaşgar&#;a kadar hâkimiyetini genişletti. Ancak Tardu, Göktürk birliğini sağlamak için çok şiddetli davranıyordu. yılında Çin başkenti yakınlarında yapılan savaştan sonuç alınamaması pek çok Türk ve yabancı kavimlerin isyanına sebep oldu. Tardu, bu isyancılar ile baş edemeyerek yılında tarih sahnesinden çekildi. Tardu&#;dan sonra Batı Göktürkleri&#;nde iç karışıklıklar uzun yıllar devam etti. Bir ara Tardu&#;nun torunu olan Tong-Yabgu zamanında ( ) devlet nizamı sağlanmış ise de yılında bir mücadelede ölmesi, Batı Göktürklerinin sonunu hazırlamıştır. yılı Göktürk tarihî için kara bir yıl olmuş, her iki Göktürk devleti de aynı yıl içerisinde Çin&#;e bağlanmıştır.

İKİNCİ GÖKTÜRK KAĞANLIĞI

yılında başlayan 50 yıllık esaret döneminde Çin, Türk kavimlerini durmadan yerinden oynatır, parçalar ve böler. Yapılan ayaklanmalar da çok kanlı bir şekilde bastırılır. Ancak bu baskı ve şiddet dönemi Türklerin millî benliklerini yok edemez. Aksine Türklerdeki millî şuuru daha da perçinler. Türklerin bu devirde içine düştükleri hüzün ve kederin, acıklı ve ibret dolu ifadelerini Orhun Kitabeleri&#;nde görmek mümkündür.

II. Göktürk Kağanlığı, baskı ve zulüm devirleri ardından yılında Göktürk hanedan soyu Aşına&#;dan gelen Kutlug tarafından kuruldu. Kutlug, az zamanda akıl hocası Tonyukuk ile kağanlığı, Ötügen başkent olmak üzere yeniden teşkilâtlandırmıştır. Bu sebeple Kutlug Kağan&#;a İl&#;i=devleti derleyip toplayan manasına İlteriş ûnvanı verildi. Ordu ve diplomasi işlerini Bilge Tonyukuk&#;a bırakan İlteriş Kağan, kardeşi Kapagan&#;ı da şat tayin etti. Devlet kurulduktan sonra, elli yıllık esaret hayatının acısını çıkarmak ve Türklerin kırılan gururlarını tamir etmek için Çin&#;e karşı sayısız akınlar yapıldı. Hatta bu akınların birinde 23 Çin şehrinin tahrip edildiği ve Okyanus&#;a kadar ulaşıldığından bahsedilmektedir. Orhun Kitabeleri&#;nde İlteriş Kağan&#;ın en büyük destek ve yardımcılarından birinin eşi İlbilge Hatun olduğu belirtilmektedir.

İlteriş Kağan yılında öldüğü zaman Göktürk Devleti eski haşmet ve gücüne erişmiş bulunuyordu. Yerine biri 8 yaşında Bilge, diğeri 7 yaşında olan Kül Tigin adlı oğullarının yaşlarının küçüklüğü sebebiyle, kardeşi Kapagan, kağan oldu ().

Kapagan Kağan devri, fetihlerin devam ettiği ve Türk birliğinin kurulduğu bir devir olmuştur. Kapagan, bu birliği gerçekleştirmek için gerektiğinde çok şiddetli davranmıştır. Bu sebeple Kırgızlar, Türgişler ve Basmıllar itaat altına alınmış, Karluklar ve Oğuzlar cezalandırılmıştı. Ayrıca onun zamanında tarım reformu ve tohum ıslahı gibi hareketlere de girişilmişti. Bu amaçla gelişmiş Çin tarımının tekniklerinin uygulanması için Çin ile savaşılmıştır.

Kapağan Kağan yılında öldüğü zaman şiddet politikasının bir neticesi olarak devlet içerisinde büyük karışıklıklar baş gösterdi. Yerine geçen oğlu İnal bu meselelerle baş edecek kabiliyette olmadığı için idareyi İlteriş&#;in oğulları Bilge ve Kül Tigin almak zorunda kaldılar.

Her ikisi de amcaları Kapagan&#;ın kağanlığı zamanında önemli devlet görevlerinde bulunmuşlar ve başarı göstermişlerdi. Bilge, şat ûnvanı ile devletin Batı ( Sol) kanadının başında bulunmuştu. yılında Bilge, Kağan olunca küçük kardeşi Kül Tigin, ağabeyinin yerine devletin batı kanadının başına geçti. Kül Tigin aynı zamanda ordunun düzenlenmesi işini de üzerine almıştı. Babalarının başveziri olan Bilge Tonyukuk tecrübeli bir devlet adamı kimliği ile aynı görevine devam etti.

Eski Türk devlet anlayışına göre iyi bir kağanın başlıca iki özelliği olmalıydı: Bilgelik ve alplik. Bu iki kardeşten Bilge Kağan, bilgelikle; Kül Tigin ise alpliği, cesareti ile şöhret kazanmıştır.

Bilge Kağan zamanında devlet, eski güç ve itibarına kavuştu. Çin ile ittifak hâlinde olan güçlü Moğol kabileleri ve Basmılların oluşturduğu tehdit ortadan kaldırıldı . Böylece doğuda ve batıda kağanlık sınırları doğal sınırlarına kavuşmuş oldu. Bilge Kağan devri (), İkinci Göktürk Devleti&#;nin en parlak devri olmuştur. Bu başarılar, üç Göktürk büyüğünün; Tonyukuk, Bilge ve Kül Tigin&#;in azim, gayreti ve hepsinden önemlisi uyumlu çalışmaları ile elde edilmişti .

Önce Tonyukuk&#;un , sonra Kül Tigin&#;in yılında ölümü üzerine, iki büyük yardımcısını kaybeden Bilge Kağan da yılında öldü. Bu üç Türk büyüğü adına ayrı ayrı dikilen kitabeler, bu çağın ölmez hatıralarıdır.

Göktürk Kitabeleri&#;nde de söylendiği gibi, küçükler, büyükler gibi yaratılmadığı için, Bilge Kağan&#;dan sonra gelen Türk devlet adamları da bilgisiz ve kötü olmuşlardı. Ayrıca Dokuz Oğuzlar yani Uygurlar, Karluklar ve Basmıllar gibi Türk kavimleri de güçlenmişlerdi. İşte yılında bu üç Türk kavminin, Basmıl Türklerinin başkanlığında toplanıp, Göktürk Devleti&#;ni yıkmalarıyla Göktürk devri de sona ermiştir.

Başlangıçta yalnızca akın ve savaşlar için kurulmuş gibi görünen Göktürk Kağanlığı, artık VIII. yüzyılda, bir kültür devleti olma yoluna girmişti. Ayrıca Türkçe konuşan ve kendilerini birbirine yakın hisseden bütün Orta Asya halklarını bir araya getirmişti .

Göktürklerin kurup geliştirdiği yüksek devlet anlayışı Orta Asya Türk boylarının kolay kolay hafızalarından çıkmamıştır. İşte bu açıdan &#;te kurulan Uygur devleti Göktürklerin bir devamı gibidir.


seafoodplus.info:

 

TÜRK ADI 


“Türk” adının anlamı ile ilgili olarak çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Adları “Türk” sözcüğüne benzediği iddia edilen bazı toplulukların “Türk” milleti ile herhangi bir ilişkisi olmadığı bilimsel çalışmalarla ortaya konmuştur. Bu çalışmalara göre, “Türk” sözcüğü; “güç, kuvvet, güçlü, kuvvetli, cesur, türeli (kanun ve nizam sahibi) ve türeyen, çoğalan” anlamlarına gelmektedir.
Tarihte “Türk” adıyla adlandırılan ilk devlet “Gök-Türk Devleti” olmuştur. Coğrafî ad olarak “Türkiye” kavramı, tarihte ilk kez Bizans kaynaklarında yer almaktadır. VI. yüzyılda “Türkiye”, Orta Asya’yı ifade etmek üzere kullanılmıştır. IX. ve X. yüzyıllarda Volga’dan Orta Avrupa’ya kadar olan alana “Türkiye” adı verilmiş (Doğu Türkiye = Hazar ülkesi; Batı Türkiye= Macar ülkesi); XIII. yüzyılda Mısır ve Suriye de “Türkiye” olarak adlandırılmıştır. Anadolu ise XII. yüzyıldan itibaren “Türkiye” olarak tanınmıştır.

 

 

İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK DEVLETLERİ

 

Hun İmparatorlukları

 

Asya Hunları

 

 

 

Asya Hun Devleti, tarihte bilinen ilk Türk devletidir ve Orta Asya’da yaşayan Türk boylarını bir araya getirerek, siyasî birliği sağlamıştır. Kuruluşu hakkında kesin bilgiler bulunmamakla birlikte, M.Ö. yıllarından Teoman tarafından kurulduğu ve devletin Mete tarafından bir imparatorluk hâline getirildiği, Çin kaynaklarından anlaşılmaktadır. Mete zamanında Hun İmparatorluğu; Sibirya, Çin Denizi, Japon Denizi ve Hazar Denizi arasında kalan topraklara hakim olmuştur.

 

Mete’nin ölümünden sonra, Asya Hun İmparatorluğu, gücünü bir süre daha korumuş, ancak devlet yönetimindeki veraset sistemi, yani devletin hükümdar ailesinin ortak malı olarak kabul edilmesi ve imparatorun her çocuğunun yönetimi ele alma hakkı bulunması ve Çinli prenseslerle evlilik sonucunda yaşanan karmaşalar nedeniyle devlet, Doğu ve Batı Hun İmparatorluğu olmak üzere ikiye bölünmüştür.

 

Hun İmparatorluğu, kurulduğu coğrafî bölgenin yapısına paralel olarak at yetiştiriciliğine ve hayvancılığa dayalı bir ekonomiye sahiptir. Bu ekonomik yapı, devletin askerî başarısını da beraberinde getirmiştir. Tarıma elverişli olmayan uçsuz bucaksız bozkırda, at yetiştiren Hunlar, Mete zamanında hem askerî, hem sosyal hem de ekonomik bakımdan oldukça başarılı bir merkeziyetçi devlet sistemi kurmuşlardır.

 

Göktürkler

 

Göktürkler, tarihte Türk adı ile kurulmuş ilk devlettir. Hun İmparatorluğunun zayıflaması ve dağılmasından sonra yılında Türk boyları arasında hakimiyet sağlanarak Göktür Devleti kurulmuştur. ’te Uygurlar, İkinci Doğu Göktürk (Kutluk) Kağanlığını mağlup etmesiyle, Göktürk devleti yıkılmıştır.
Göktürk dönemi ile ilgili olarak, aynı dönemden Orhun-Yenisey vadisine dikilen ve Göktürk alfabesi kullanılarak yazılan Orhun abidelerinden bilgi alınabilmektedir.

 

 

 

 

Uygurlar

 

 

yıllarında Orta Asya’da Uygurlar hakimiyet sürmüşlerdir. Göktürk Devletinin yıkılmasından sonra kurulan Uygur Kağanlığı, yerleşik hayata geçilmesi ve ticaretle uğraşılması bakımından Türk tarihinin en önemli dönemlerinden birini teşkil etmektedir. yılında Uygur hakimiyeti sona ermiştir.

 

 

 

İslamiyet  Öncesi Türk Devletlerinde Devlet Yönetimi

 

Han, Hakan, Kağan, Yabgu, Tanhu: Devlet yöneticileri veya imparatorlar İslamiyet öncesi Türk devletlerinde Han, Hakan, Kağan, Yabgu veya Tanhu olarak adlandırılmıştır.

 

Kut: Türk inanış ve düşünüş siteminde, devleti yönetme yetkisinin Tanrı tarafından Türk Kağanına verildiği kabul edilmektedir. Bu düşünceye “Kut” adı verilmektedir.

 

Tigin: Kağan’ın erkek çocuğuna “Tigin” adı verilmektedir.

 

Şad: Kağan’ın erkek çocuklarının, devlet yönetiminde tecrübe kazanmaları için ülkenin çeşitli bölgelerinde “Şad” adı verilen kişilerin yanında eğitilmeleri sağlanırdı.

 

Hatun: Devlet yönetiminde Kağan’ın yanında yer alan eşi, “Hatun” olarak adlandırılır ve Hakan sefere çıktığında ülke “Hatun” tarafından yönetilir, elçiler “Hatun” tarafından kabul edilir. Bu anlayış, Türk kültüründe kadına verilen değeri göstermesi bakımından da önemli bir anlayıştır.

 

Veraset Sistemi: İslamiyet öncesi Türk devletlerinde Kağan’ın ölümünden sonra tahta kimin geçeceği hususunda belirli bir sistem yoktur. Devlet, Kağan’ın ailesinin ortak malı olarak kabul edildiğinden, Kağan’ın erkek çocuklarından herhangi birinin tahta talip olması veya tahtı ele geçirmek için diğer kardeşleri ile mücadeleye girişmesi sık yaşanan durumlardan biriydi. Belirli bir devlet teşkilatı oluşturan Mete’den sonra bile, İmparatorluk kardeşler arasında Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Bu durum, Türk devletlerinin kısa sürede bölünmesine ve gücünün zayıflayarak yıkılmasına neden olmuştur.

 

İkili Sistem: Devlet; doğu-batı veya sağ-sol olmak üzere ikiye bölünerek yönetilmiştir. Türk inanç ve düşünüş sisteminde doğu, kutsal kabul edildiğinden devletin merkezi doğuda bulunmuştur ve devletin başına da doğuda bulunan Kağan geçmiştir. Batıya ise, Kağan’ın kardeşlerinden biri veya Kağan’ın oğlu atanmış, bu kişiye de “Yabgu” ünvanı verilmiştir.

 

Kurultay-Kengeş: Devlet, Kağan ailesinin malı olarak kabul edilmekle birlikte, devlet işleri, “Kurultay” veya “Kengeş” olarak adlandırılan danışma meclisi aracılığıyla yürütülmüş; çeşitli sosyal, askerî, siyasî ve dinî konular bu Kurultaylarda görüşülüp, karara bağlanmıştır.

 

Toygun: Kurultaya katılma hakkı bulunan kişilere “Toygun” adı verilmektedir.

 

Toy: Kağan tarafından düzenlenen yemekli toplantılar ve eğlenceler “Toy” olarak adlandırılmıştır.

 

Başkentler: Hun ve Göktürk döneminde “Ötüken”, Uygur döneminde ise “Karabalgasun-Ordubalık” başkent olarak kabul edilmiştir.

 

Aygucı: Başbakan

 

Buyruk: Bakan

 

Bitikçi: Sözlük anlamıyla “Yazan, yazıcı” anlamına gelen bu sözcük, İslamiyet öncesi Türk devletlerinde “Katip”lere, devletin yazışmalarını yapan kişilere unvan olarak verilmiştir.

 

Tamgacı: Devletin dış işlerinden sorumlu olan kişiye “Tamgacı” adı verilmiştir. Tarkan: İslamiyet öncesi Türk devletlerinden ordu komutanları “Tarkan” unvanı ile anılırdı.

 

Apa: Devlet içerisinde çeşitli görevleri olan sivil yöneticiler “Apa” olarak adlandırılır.

 

Tudun: Devletin vergiye bağladığı diğer devletlerden vergilerin tahsili ve denetimi işi “Tudun” adı verilen memurlar tarafından yapılmıştır.

 

Yargucı: Yargıçlar

 

Yargu: Hakan’ın başkanlık yaptığı mahkemeler. Siyasi suçlara bakılırdı.

 

Ağılığ: Hazine görevlisi

 

 

İslamiyet  Öncesi Türk Toplumunda Din ve İnanış:

 


İslamiyet öncesi Türk toplumunda “Gök Tanrı Dini” olarak adlandırabileceğimiz bir dinî inanış hakimdi. Bu inanç sistemine göre “Gök Tanrı” göğün yedinci katında oturmaktaydı. Dünya; yer, gök ve yer altı olmak üzere üçlü bir yapıda kabul edilmekteydi. “Gök Tanrı”nın Türk hakanına dünyayı idare etmesi için “Kut” verdiğine inanılırdı.

Şamanizm: İslamiyet öncesi Türk toplumlarında dinî törenler “Şaman”lar (Kam, Baksı) tarafından idare edilmiştir.

Atalar Kültü: Türkler, hayatın ölümden sonra da devam ettiğine inanırlardı. Bu nedenle ölen atalarını unutmazlar, onları belirli dönemlerde anarlar ve onlar için çeşitli büyüsel uygulamaları yaparlardı. Bu uygulamalar “atalar kültü” olarak adlandırılmaktadır.

Tabiat Kuvvetlerine İnanma: Eski Türk inancına göre, her varlığın bir ruhu vardır. “Yer-Su” ruhları olarak adlandırılan bu inanış, eski Türk inanç sisteminin önemli bir parçasını oluşturmaktadır.
Sadece Uygurlar, yerleşik hayata geçtikten sonra Maniheizm ve Budizm’i, Hazarlar Musevilik inancını, Bulgarlar ise Hıristiyanlık inancını kabul etmişlerdir.

Eski Türklerde Aile: İslamiyet öncesi Türk toplumunda aile, toplumun temel yapı taşı olarak kabul edilmiş ve aile hayatına çok önem verilmiştir. Türklerde erkek, aile reisi olarak kabul edilmiş, ancak kadına da toplumsal yaşam içerisinde çok değer verilmiştir. Türklerde “Tek Eşli” evlilik biçimi görülmektedir.

 
 

İSLAMİ DÖNEMDEKİ İLK  TÜRK DEVLETLERİNDE DEVLET YÖNETİMİ: 

yılında Çinliler ve Abbasiler arasındaki Talas savaşında, Arapların yanında yer alan Karluk, Yağma ve Çiğil gibi Türk boyları, İslamiyet’i kabul etmişler ve Türkler bu tarihten X. yüzyıla kadar büyük oranda Müslüman olmuşlardır.

İslamiyet’in kabulü sadece sosyal ve kültürel hayatı değil, aynı zamanda devlet yönetimini de etkilemiştir. “Türk cihan hakimiyeti mefkuresi” olarak adlandırılan ve Türklerin, Tanrı’dan “kut alarak”, dünyaya düzen vermeye gönderildiği düşüncesinden hareketle düzenlenen seferler, İslamiyet’in kabulü ve “cihat” düşüncesinin benimsenmesiyle birlikte, İslamiyet’i yaymak için düzenlenmeye başlamıştır.
İlk Türk-İslam devleti “Karahanlılar”dır. Gazneli ve Selçuklu hükümdarları “Sultan” unvanını kullanmışlardır.

Hükümdarlık Sembolleri: Türklerde; “Otağ, Sancak, Davul, Tuğra, Arma, Unvan, Hilat (Giysi), Taht, Asa ve Çetr (Saltanat Şemsiyesi)” hükümdarlık sembolleri olarak kullanılmıştır.
Selçuklular döneminde yönetim sistemi, diğer Türk devletlerine göre daha da gelişmiş, devlet yönetimi ile ilgili meseleler “Divan-ı Saltanat” olarak adlandırılan, büyük bir divanda görüşülmüş ve karara bağlanmıştır.

Sultan: Türk-İslam devletlerinde devlet başkanları “Sultan” olarak adlandırılmıştır.

Veraset: İslamiyet öncesi Türk devletlerinde görülen “Veraset” anlayışı, İslamiyet’in kabulünden sonra da devam etmiştir.

Melik: Sultan’ın çocukları “Melik” unvanı ile anılmıştır.

Hacip: Divan üyeleri ile Sultan arasındaki ilişkiyi düzenler.

Atabey: Sultan’ın çocuklarının eğitim ve öğretimlerinden sorumlu olan kişilerdir.

Menşur: İslamiyet öncesi Türk toplumlarında yoktur. Herhangi bir olay veya kararla ilgili olarak halifenin onayının alınması işlemine “Menşur” denir.

Vezir: Sultanın vekili olarak bütün devlet işlerinden sorumludur.

Divan-ı Saltanat (Hükümet): Divanda iç ve dış işler, maliye, ordu, eğitim, genel teftiş ve yazışma işleri görüşülür.

Divan-ı Arz: Askerlik, ordu işlerinden sorumludur.

Divan-ı İstifa: Mali işlere bakar. Divanın sorumluluğunu da yapardı.

Divan-ı İşraf: Askeri ve hukuki işler dışında tüm işler dışında her türlü denetim işine bakardı.

Divan-ı Tuğra: İç ve dış yazışma işlerine bakardı.

 
 

Bazı Önemli Türk Bilim Adamları:

 

Özellikle X. yüzyıldan itibaren bazı önemli bilim adamları da Selçuklu coğrafyasında yetişmiştir.

Nizamülmülk: “Siyasetnâme” adlı bir eseri olan Nizamülmülk, kurmuş olduğu ve kendi adı ile anılan medreseler ile bilimin gelişmesine büyük katkı sağlamıştır.

Farabi: Felsefe, matematik, astronomi ve fizik bilimleriyle ilgili önemli çalışmaları vardır.

Gazali: Yaşadığı dönemin en önemli felsefe alimlerinden biridir.

İbn-i Sina: Özellikle tıp alanındaki çalışmaları ile ün kazanmıştır. Biyoloji, fizik ve felsefe ile ilgili de çalışmaları vardır.

El-Birunî: Astronomi, tarih, coğrafya ve matematik alanında çalışmaları olan dönemin en önemli bilim adamlarından biridir.



 

B. TÜRK KÜLTÜR TARİHİNDE YAZI, DİL VE EDEBİYAT

Alfabe:
Tarih boyunca Türkler “Göktürk”, “Uygur”, “Arap”, “Latin” ve “Kiril” alfabelerini kullanmışlardır. Türklerin kullandığı ilk alfabe Türk yaşam biçiminin ve kültürünün etkisi ile oluşturulmuş olan Göktürk alfabesidir. Kiril harfleri ise, Türkiye Cumhuriyeti dışındaki Türk boyları tarafından kullanılmıştır.

Orhun ve Yenisey Anıtları ve Yazıları:
Göktürkler döneminde, Göktürk alfabesi kullanılarak Orhun-Yenisey Yazıtları veya Orhun Abideleri olarak adlandırılan Türkçenin ilk yazılı örnekleri verilmiştir. Türkçenin günümüze ulaşan ilk yazılı örnekleri olan Orhun Abidelerinin dil tarihi bakımından önemi çok büyüktür. Ayrıca, taşlara yazılan metinlerin içeriği Türk devlet yönetimi ve Türk kültürü ile ilgili de önemli bilgiler içermektedir. Bu yazıtlar içerisinde hem içerik bakımından hem de hacim bakımından en önemlileri “Kül Tigin”, “Bilge Kağan” ve “Tonyukuk” Yazıtlarıdır.



Sözlü Edebiyat:
İslamiyet öncesi Türk kültüründe, sözlü edebiyat ürünlerinin önemli bir yeri vardır. Bu dönemde sözlü kültür ürünlerinden “Sav”, “Sagu” ve “Koşuk”lar dikkati çekmektedir. Atasözü karşılığı olarak kullanılan “Savlar”ın ilk örneklerine Orhun Abidelerinde, Divanü Lügati’t-Türk’te ve Kutadgu Bilig’te rastlanmaktadır.

“Sagu” ve “Yuğ” terimleri ölü gömme törenlerinde okunan ağıtlar için kullanılmaktadır. “Koşuk”lar ise, “Şölen” adı verilen, kutlama ve av törenlerinde okunan ezgili şiirlerdir.
Bu döneme ait sözlü kültür ürünleri içerisinde “Oğuz Kağan Destanı”, “Göç” ve “Türeyiş Efsaneleri” ile “Alper Tunga Destanı”; Türk destancılık geleneğinin ilk örnekleri ve Türk kültür hayatına dair veriler içermesi bakımından önemlidir. Ancak bunların daha sonraki dönemlerde yazı geçirildiği hatırlanmalıdır.

 

İslami Dönemde Yazılan İlk Eserler: 

 

 

Türklerin İslamiyet’i kabulü ile birlikte, Türk dilinde ve kültür hayatında önemli değişiklikler olmuştur. Türkler, eski kültürel yaşam biçimlerini İslamiyet’le birleştirmişler, hatta İslamî dönem Türk edebiyatının ilk örnekleri olarak kabul edilen “Divanü Lügati’t-Türk”, “Kutadgu Bilig” ve “Atabetü’l-Hakayık”ta “Din Türkçesi” olarak adlandırılan Türkçe bir dinî terminoloji gelişmiştir. 

Divanü Lügati’t-Türk: Kaşgarlı Mahmut tarafından Araplara Türkçe öğretmek amacıyla yazılmış olan bu eser, bir sözlük niteliğindedir. Ancak, klasik bir sözlük olmanın ötesinde; Türk dili, tarihi, edebiyatı, kültür ve sanatı hakkında zengin ve önemli bilgiler içermesi bakımından oldukça önemli bir eserdir.

Kutadgu Bilig: Eser, Yusuf Has Hacib tarafından yazılmıştır. Türk devlet anlayışı ve yönetimi, devlet ve halk ilişkisi ile ilgili önemli bilgiler içermektedir.

Atabetü’l-Hakayık: Yüknekli Edip Ahmet tarafından yazılmıştır. İnsanın ahlâki gelişimi ve iyi insan olmanın özellikleri üzerine yazılmış bir kitaptır.


Selçuklu Dönemi Türk Edebiyatı:


Selçuklu döneminde önemli edebî şahsiyetler yetişmiştir.

Yunus Emre: Şiirlerini Türkçe yazan Yunus Emre, Türk tasavvuf edebiyatının en önemli isimlerinden biridir.

Hacı Bektaş-ı Velî: Bektaşilik tarikatının kurucusu olarak kabul edilen Hacı Bektaş-ı Velî, büyük bir şair ve mutasavvıftır.

Mevlânâ: “Mesnevî” adlı eseri ile Türk edebiyatının en güzel örneklerinden birini vermiş olan Mevlânâ, eserlerini Farsça yazmıştır.
Türk edebiyatı içerisinde sözlü edebiyat ürünleri önemli bir yer tutmaktadır. Bu ürünler hakkında bazı genel bilgiler vermek yerinde olacaktır.


 

Türk Destanları 


Destan; “Bir millet veya toplumun hayatında derin bir iz bırakmış olaylardan kaynaklanıp; çoğunlukla manzum, bazen de manzum-mensur karışık; birden fazla olayın aktarımına izin veren genişlikte; usta bir anlatıcı tarafından veyahut da ustalardan öğrendiğini aktaran bir çırak tarafından, bir dinleyici kitlesi önünde bir müzik aleti eşliğinde ya da bir melodiyle anlatılan; sözlü olarak anlatılanlarından bazıları yazıya geçirilmiş; bir milleti veya toplumu sonuçları bakımından ilgilendiren bir kahramanlık konusuna sahip; dinlendiğinde veya okunduğunda milli değerleri, şahsî değerlerin üstünde tutmayı benimseten sözlü veya yazılı edebi yaratmadır.”
Türk destanları, Türk boylarında “Ozan”, “Baskı”, “Bahşı”, “Jırav”, “Akın”, “Olonhohut”, “Kayçı”, “Sasan”, “Çaçan”, “Destancı”, “Koşakçi” ve “Âşık” adı verilen destan anlatıcıları tarafından yaratılan ve aktarılan ürünlerdir.

“Oğuz Kağan”, “Köroğlu”, “Dede Korkut Kitabı içindeki anlatmalar”, “Manas” ve “Alpamış” destanı Türk destancılık geleneğinin en önemli örnekleridir.

Âşık Edebiyatı:
Türk destancılık geleneğinin temsilcisi olan “Ozan”lar, yerleşik hayata geçilmesi ve toplumsal yaşamda meydana gelen değişmelerin ve İslamiyet’in etkisi ile yerini “Âşık”lara bırakmış, XVI. yüzyıldan itibaren cönk ve mecmualar aracılığıyla takip edebildiğimiz Türk âşıklık geleneği teşekkül etmiştir. Günümüzde Türkiye, Azerbaycan ve İran’ın kuzeyinde canlı olarak yaşamaya devam eden âşıklık geleneği, bağımsız veya özerk Türk cumhuriyetlerindeki destancılık geleneği ile bir bütünlük oluşturmaktadır.

Halk Hikâyeleri:
“Âşık” adı verilen şair-anlatıcılar tarafından saz eşliğinde icra edilen, aşk veya aşk- kahramanlık konulu manzum ve mensur karışık anlatmalara halk hikâyesi adı verilir.
Türk Halk Edebiyatında; “Âşık Garip ile Şahsenem”, “Kerem ile Aslı”, “Tahir ile Zühre”, “Ferhat ile Şirin”, “Arzu ile Kamber” vb. gibi halk hikâyeleri vardır.

 
 

seafoodplus.info VE MİMARİ



İlk Türk kültür ve medeniyeti, Türklerin devlet kurduğu coğrafyanın etkisi ile “Bozkır Kültürü” ve “Bozkır Medeniyeti” olarak adlandırılmaktadır. Hayvancılığa dayalı yaşam biçimi, Türk sanatında hayvan üslubu olarak adlandırılabilecek bir üslubun baskın olmasını sağlamıştır. Türk sanatının en tipik özelliği hayvan motiflerinin çok fazla kullanılmış olmasıdır.

Türkler “Göçebe” ve “yarı göçebe” bir hayat tarzı sürdürdüklerinden, yani yazın “Yaylak” adı verilen yerlerde, kışın ise “Kışlak” olarak adlandırılan yerlerde yaşadıklarından “Çadır” yapma ve burada kullanılan eşyaları süslemeye dayalı bir “süsleme” sanatları gelişmiştir. Bu durum Türk sanatında “Kubbe” ve “Yuvarlak Kümbet” anlayışının ortaya çıkmasını ve bunun geliştirilmesini sağlamıştır.
İslamiyet öncesi Türk devletlerinde, dinî inanışların etkisi ile mezarlara dikilen “balballar” ve “heykeller”, ölen kişinin mezarına konan eşyalar, günümüzde yapılan arkeolojik kazılarda gün yüzüne çıkarılmış ve Türk sanatının erken dönemleri hakkında önemli bilgilerin elde edilmesini sağlamıştır.

İslamiyet öncesi Türk toplumunda müzik, “Kam”ların veya “Şaman”ların “Şaman Davulu” kullanarak oluşturdukları ritmik ezgi eşliğinde yönettiği dinî törenlerde icra edilmiştir. Daha sonraları “Ozan”lar, “Kopuz” adı verilen sazları eşliğinde destanları icra etmişlerdir.

Özellikle Uygur döneminde yerleşik hayata geçilmesiyle birlikte, sanat bakımından da önemli gelişmeler yaşanmıştır. Türk boyları arasında “Kubbeli Türbeler” ve “Köşe Üçgenlerin” yaratıcıları Uygurlardır. Ayrıca Uygurlar, minyatür sanatının İslam dünyasına yayılmasını sağlamışlardır.

Türkler İslamiyet’i kabul ettikten sonra özellikle dinî mimariye büyük önem vermişlerdir. Karahanlılar döneminde ilk camiler kerpiçten yapılmış ve alçılarla kaplanmıştır. Daha sonraki dönemlerde ise tuğla kullanılarak çeşitli yapılar inşa edilmiştir. Selçuklular döneminde ise mimaride önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bu dönemde Türkler; Orta Asya Türk mimarisi ile İslam mimarisini birleştirerek önemli eserler vermişlerdir.

İslamiyet’in kabulünden sonra, özellikle de Selçuklu döneminde Türk mimarisinde de belirgin bir gelişme göze çarpmaktadır. Bu dönemde süsleme amacıyla bitki ve hayvan motiflerinin yanında, yazı ve geometrik şekiller de kullanılmıştır. İslamiyet’in etkisi ile insan figürleri kullanılmamıştır.
Selçuklu döneminden günümüze ulaşan cami, mescit, türbe, külliye, han ve hamamlar, saray ve köşkler; Türk mimarisinin en güzel örneklerini oluşturmaktadır. BU mimari eserlerin büyük bir kısmı Türkiye’de bulunmaktadır.

Bu dönemde, dinî mimaride cami, türbe, kümbet, medrese, tekke ve zaviyeler; askerî mimaride sur, kale ve hisarlar; ticarî mimaride köprü ve kervansaraylar; sivil mimaride ise saray, köşk, han ve hamam gibi eserler inşa edilmiştir. Süsleme sanatlarından “Minyatür, Çini, Halı ve Kilim” çok gelişmiştir.

Selçuklu dönemindeki bu gelişme, Osmanlı döneminde zirveye ulaşmıştır. Mimar Sinan gibi bir dahi tarafından yapılan mimarî eserler, birer şaheserdir. XVIII. yüzyılda “Lale Devri”nde, Türk sosyal ve kültürel hayatında Avrupa etkisi, mimaride de görülmeye başlanmıştır.

’de İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte yaşanan hürriyet ortamında ve milliyetçilik akımının etkisi ile Türk kültür ve sanatında da millî bir tarz yaratma çabaları ağırlık kazanmıştır. Mimar Kemalettin Bey ve Vedat Beylerin öncülüğünde Türk mimarlığı yeni bir döneme girmiştir.

Türkiye Cumhuriyetinin kurulduğu yıllarda da mimaride millî bir tarz yaratma çabaları devam etmiş, ve sonrasında ise Batılı mimarların yaptığı eserler, Türk mimarisine damga vurmuştur. İkinci dünya savaşı öncesinde yaşanan siyasî gelişmelerin etkisi ile yeniden bir millî mimarî yaratma çabası başlamıştır. Türk mimarisinde, ’li yıllardan sonra Batı etkisine dayalı bir mimarî anlayışı görülmektedir. Mimaride yaşanan bu gelişme evreleri, Türk sanatının bütünü için geçerli bir gelişme çizgisidir.


D.TÜRKLERİN KULLANDIKLARI TAKVİMLER:

 

Türkler ilk olarak “On İki Hayvanlı Türk Takvimi”ni kullanmışlardır. İslamiyet’in kabulü ile “Hicrî”, “Celalî” ve “Rumî” takvim kullanıldıktan sonra, Cumhuriyet döneminden itibaren “Miladî” takvim kullanılmaya başlanmıştır. 

 

seafoodplus.infoİ 

İslamiyet öncesi Türk toplumunda, temel ekonomik faaliyet olarak hayvancılık görülmektedir. Türkler bu dönemde at ve koyun yetiştirmektedirler. Yerleşik hayata geçen Uygurlar ise tarımla uğraşmışlar ve Çin ile ticaret yapmışlardır.

Türklerin İslamiyet’i kabul etmesiyle birlikte, yerleşik hayata geçiş de hız kazanmıştır. Buna bağlı olarak, tarım ve ticaret de gelişmiştir. Gazneli Mahmut döneminde “İpek Yolu” ve “Baharat Yolu”nun hâkimiyeti Türklere geçmiş, böylece ticarî gelirler artmıştır.

Selçuklular döneminde, I. Mesut zamanında ilk para, II. Kılıçaraslan zamanında ilk gümüş para ve I. Alaattin Keykubat zamanında ise ilk altın para bastırılmıştır.
Gazneliler, tarım faaliyetlerinde ilerlemişler ve sulama kanallarını kullanarak üretimi arttırmışlardır.

Büyük Selçuklu Devleti’nin ticarî merkezi “Horasan”dır. Selçuklular da ticarî faaliyetlerde başarılı olmuşlar, bu amaçla çok sayıda çarşı ve kervansaray yaptırmışlardır.

1. Ahîlik Teşkilatı:Bu teşkilatın, Ahi Baba olarak da adlandırılan Ahi Evran tarafından kurulduğu kabul edilmektedir. Selçukluların ticarî merkezî olan Horosan kökenli bir meslek birliğidir. Selçuklular döneminde, esnafın ekonomik faaliyetlerini düzenlemek ve denetlemek amacıyla kurulan Ahîlik teşkilatı, devletin askerî faaliyetlerine de destek vermiştir. “Ahi” kelimesinin Arapça, kardeşim demek olan “Ahi” kelimesinden veya Türkçe eli açık, cömert, yiğit, delikanlı anlamlarına gelen “Akı” kelimesinden geldiği kabul edilmektedir.

Osmanlı döneminde ise temel ekonomik faaliyetler; tarım, hayvancılık, ticaret ve çeşitli vergilerden oluşmaktadır. Osmanlı İmparatorluğunda esnaflar “Lonca” olarak adlandırılan birlik etrafında toplanmışlardır. Ayrıca, Bursa’da “İpekçilik”; Kayseri, Manisa ve Tokat’ta “Dericilik” yapılmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu’nda savaş araç gereçleri de üretilmiştir. İlk büyük Osmanlı tersanesi Gelibolu’ya Yıldırım Bayezit tarafından yaptırılmıştır. Daha sonraki dönemlerde ise İstanbul, Sinop, İzmit gibi şehirlerde de tersaneler inşa edilmiştir. İstanbul’un fethinden önce Edirne ve Bursa’da, fetihten sonra ise İstanbul’da top dökümhaneleri kurulmuştur. İlk baruthane de Gelibolu’da kurulmuştur.

 
OSMANLI İMPARATORLUĞU


TARİH

Osmanlı İmparatorluğu tarihi, belirli dönemlere ayrılarak incelenmekte ve değerlendirilmektedir. Bu dönemler; Beylik Dönemi ( ve öncesi), Kuruluş Dönemi (), Yükselme Dönemi (), Duraklama Dönemi (), Gerileme Dönemi () ve Dağılma Dönemi () olarak adlandırılmaktadır.

Beylik Dönemi: Osmanlı Beyliği, Kayı boyuna mensup bir beyliktir. Selçuklular döneminde, Ertuğrul Gazi, Söğüt ve civarına gelerek yerleşmiştir. Ertuğrul Gazi’nin vefatı üzerine beyliğin başına Osman Bey geçmiştir.

Kuruluş Dönemi (): Osman Bey, yaptığı fetihlerle, yıkılmak üzere olan Anadolu Selçuklu Devleti’nin varisi konumuma yükselmiştir. Bilecik, Yarhisar ve İnegöl’ün fethinden sonra Osmanlı Devleti’nin kurulduğu kabul edilmekte ve tarih araştırmalarında kuruluş tarihi olarak, yılı kabul edilmektedir.

Osman Bey’den sonra başa geçen Orhan Bey zamanında fetihler hız kazanmış, Bursa ve İznik fethedilmiştir. Orhan Bey, para bastırarak, bağımsızlığını ilan etmiş ve Osmanlı Beyliği, Osmanlı Devleti hâline gelmiştir.

Kuruluş Dönemi’nde Osmanlı ilerlemesi Balkanlara doğru yayılmıştır. Edirne fethedilmiş, Balkanlar’da Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan ele geçirilmiştir. Aynı zamanda Anadolu’da da Selçuklu sonrası kurulan Beylikler, Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti altına girmeye başlamıştır.

Kuruluş Dönemi’nde sırasıyla Osman Bey, Orhan Bey, I. Murad, Yıldırım Beyazid, seafoodplus.info ve II. Murat Osmanlı Devleti’nin başına geçmiştir. Kuruluş Dönemi, İstanbul’un fethiyle sona ermektedir.

Yükselme Dönemi (): Doğuda ve Batıda önemli topraklar fethedildikten ve Devletin sınırları genişledikten sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un fethedilmesiyle “İmparatorluk” haline gelen Osmanlı Devleti’nin bu tarihten itibaren yükselme dönemine girdiği kabul edilmektedir. II. Murad’tan sonra tahta geçen Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u yılında fethetmiş ve İstanbul, imparatorluğun yeni başkenti ilan edilmiştir.
Yükselme döneminde sırasıyla Fatih Sultan Mehmet, II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman ve II. Selim tahta geçmiştir. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman döneminde () İmparatorluk, en şaşaalı dönemini yaşamıştır.

Duraklama Dönemi (): Osmanlı İmparatorluğu’nun duraklama dönemi, Sokulu Mehmet Paşa’nın vefat etmesiyle başlamıştır. Sokulu Mehmet Paşa; Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murad dönemlerinde sadrazamlık yapmıştır. Sokulu Mehmet Paşa, 14 yıl boyunca yaptığı Sadrazamlık döneminde, devletin siyasî ve askerî başarısı için çalışmış önemli bir devlet adamıdır ve onun vefat etmesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun duraklama dönemine girmesinin başlangıcı olarak kabul edilmektedir.

Deneyimsiz kişilerin tahta geçmesi ve merkezî yönetimin zayıflaması ile birlikte iç isyanlar çıkmış, özellikle Yeniçerilerin otoriteye karşı başkaldırması ile huzursuzluk iyice artmıştır. Tımar sisteminin bozulması ve İran ve Avusturya seferlerinin getirdiği ekonomik sıkıntılar da duraklamada önemli rol oynamıştır.

Duraklama döneminde sırasıyla III. Murad, III. Mehmet, I. Ahmet, I. Mustafa, II. Osman, IV. Murad, I. İbrahim, IV. Mehmet, II. Süleyman, II. Ahmet ve II. Mustafa tahta geçmiştir.

Gerileme Dönemi (): Osmanlı İmparatorluğu tarihinde ’da imzalanan Karlofça Antlaşması ile ’de imzalanan Yaş Antlaşması arasındaki dönem gerileme dönemi olarak kabul edilmektedir. Karlofça Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı’da büyük miktarda toprak kaybettiği ilk antlaşmadır. Bu tarihten sonra imparatorluğun temel politikası kaybettiği toprakların geri alınması üzerine kurulmuştur.

Gerileme döneminde sırasıyla, II. Mustafa, III. Ahmet, I. Mahmut, III. Osman, III. Mustafa, I. Abdülhamit ve III. Selim tahta geçmiştir.

Dağılma Dönemi (): Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş ve dağılma dönemine girdiği döneme dağılma dönemi adı verilmektedir. Bu dönem, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kırım’ı geri almak amacıyla ’de Rusya’ya savaş açması, Avusturya’nın da savaşa dâhil olmasıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun aleyhine gelişen olayların ’de Yaş Antlaşması’nın imzalanması ile başlatılmaktadır.
Dağılma döneminde sırasıyla III. Selim, IV. Mustafa, II. Mahmut, I. Abdülmecit, I. Abdülaziz, V. Murat, II. Abdülhamit, Sultan Mehmet Reşat ve Sultan Mehmet Vehdettin tahta geçmiştir.
yılında saltanatın kaldırılması ile birlikte Osmanlı dönemi de sona ermiştir.


OSMANLI İMPARATORLUĞU'NDA DEVLET YÖNETİMİ:
 
Sultan/Padişah: Osmanlı İmparatorluğunda, devlet yöneticileri ilk zamanlarda “Bey” unvanını, daha sonra “Sultan” unvanını ve tarihinden itibaren de “Halife” ve “Padişah” unvanını kullanmışlardır.
Divan/ Divan-ı Humayun: Devlet işleri “Divan-ı Hümayun” olarak adlandırılan Divanda görüşülmüştür.

Divan-ı Hümayun üyeleri ve görevleri şu şekildedir:


Vezir-Azam (Sadrazam): Padişahtan sonraki en yetkili devlet adamıdır ve padişahın mührünü taşır.
Vezir: Sadrazamdan sonraki en yetkili kişi Vezir’dir ve Sadrazam tarafından verilen görevleri yapar.
Kazasker: Osmanlı İmparatorluğu’ndan “Adalet” ile ilgili işler “Kazasker”ler tarafından görülürdü. Anadolu ve Rumeli Kazaskeri olmak üzere iki ayrı Kazasker bulunurdu.
Defterdar: “Maliye” ile ilgili işler “Defterdar” tarafından görülür. Anadolu ve Rumeli Defterdarı olmak üzere iki Defterdar bulunurdu.
Nişancı: “Tapu” ve “Kadastro” işleri ile fethedilen yerlerin kayıt işlemlerini “Nişancı” adı verilen görevliler yerine getirirdi.
Şeyhülislam: Devlet kararlarının İslam’a uygun olup, olmadığını denetleyen ve bu konuda karar veren kişi “Şeyhülislam” olarak adlandırılmıştır.
Kaptan-ı Derya: Donanma ve denizcilikle ilgili işlerden sorumlu kişidir.
Divan-ı Hümayun, II. Mahmut döneminde kaldırılmış ve yerine “Nazırlık (Bakanlık)”lar kurulmuştur.
İdari Bölünme: Osmanlı yönetim sisteminde, devlet toprakları “Vilayet”, “Sancak”, “Kaza”, “Nahiye” ve “Karye” olarak adlandırılan idarî birimlere ayrılmıştır. 

 
DİL VE EDEBİYAT:


Osmanlı İmparatorluğu döneminde Arap alfabesi kullanılmıştır. Selçuklu döneminden kalma edebî miras, Osmanlı döneminde daha da gelişmiştir. Özellikle yazılı edebiyat alanında çok ciddi bir edebî ve kültürel ortam oluşmuştur. Şair ve yazarlar saraylılar tarafından korunmuş ve kollanmıştır. Özellikle bazı Osmanlı padişahlarının da şair olması bu edebî ortamın daha da gelişmesini sağlamıştır.
“Klasik Türk Edebiyatı” veya “Divan Edebiyatı” olarak adlandırılan bu edebiyat, Türk edebiyatının en önemli safhalarından birini oluşturmaktadır.

Divan Edebiyatı’nın dili Türkçe olmakla birlikte, bu dönem Türkçesinde Arapça ve Farsça terkip, tamlama veya kelimelerin, dönemlere göre değişmekle birlikte, yoğunluk kazandığı görülmektedir.
yüzyılda Hoca Dehhanî ile başlatılan Divan Edebiyatı, yüzyılda Fuzulî ve Bakî gibi önemli isimlerin yetişmesiyle zirve dönemini yaşamıştır. Divan şiirinde “Aruz” ölçüsü kullanılmıştır.

Bu dönemde Divan Edebiyatı’nın yanı sıra, Halk Edebiyatı da çok büyük bir gelişme göstermiştir. Âşıkların, zaman zaman saray çevrelerinde göründüğü ve sanatlarını kırsaldaki yerleşim birimlerinde olduğu kadar, başta payitaht İstanbul olmak üzere, Bursa gibi dönemin ticari ve kültürel bakımlardan gelişmiş şehirlerinde icra ettikleri de bilinmektedir.


 

SANAT VE MİMARİ:

Osmanlı İmparatorluğu’nda bilim ve sanata özel bir önem verilmiştir. Bilim adamları desteklenmiş ve böylece çağın en ileri askerî gücü Osmanlı İmparatorluğu elinde bulunmuştur. Fethedilen topraklar, her anlamda mamur edilmiştir. Buralara cami, han, hamam ve medreseler gibi dini, kültürel, bilimsel ve sosyal işlevleri olan kurumlar inşa edilmiş ve böylece askerî olarak fethedilen topraklar, kültürel anlamda da Türk kılınmıştır.

 


Osmanlı sanatı, başlangıçta Selçuklu mimarisinin genel özelliklerini taşımaktadır. Ancak zamanla ve özellikle de XV. yüzyıldan sonra, klasik Osmanlı eserleri ortaya çıkmıştır. Bu dönemde Türk kültürünün kendine has üslubu İslam kültürü ile birleştirilmiş ve özgün eserler meydana getirilmiştir. Bu dönemde özellikle Mimar Sinan ve öğrencileri tarafından yapılan eserlerin çoğu günümüzde de ayakta durmaktadır.


Osmanlı kültürve sanat hayatında Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı ve İkinci Meşrutiyet ilanı gibi dönemlerin önemli etkisi vardır. Tanzimat döneminde, Osmanlı kültür ve sanat hayatında Batı etkisi ve tesiri görülmeye başlanmış, Islahat Fermanı ile birlikte bu etki daha da baskın şekilde hissedilmeye başlanmıştır. Tanzimat edebiyatı olarak adlandırılan dönemde, edebiyatta ve sanatta yeni kavramlar ve yeni yaklaşımlar etkisini göstermeye başlamıştır. ’de İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte, Türkçülük ve Türk milliyetçiliği ekseninde yapılan tartışmalar, kültürel anlamda yeni bir döneme girilmesini sağlamış ve ileride kurulacak milli devletin kurulmasına zemin hazırladığı gibi, yeni devletin ilk yıllarındaki sanat anlayışının da belirleyicisi olmuştur.

 
EKONOMİ:

 

Osmanlı İmparatorluğu, daha beylik döneminde iken sistemli bir ekonomik teşkilata sahiptir. İlk maliye teşkilatının I. Murat döneminde kurulduğu ve sistemli bir şekilde geliştiği kabul edilmektedir.
Osmanlı maliyesinin başında “Defterdar” olarak adlandırılan kişi bulunurdu. Toprakların genişlemesi üzerine “Defterdar” sayısı ikiye çıkarılmıştır.

Osmanlı hazinesi “Miri Hazine” ve “Enderun Hazinesi” olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. “Miri Hazine” devletin dış hazinesi olup, genel olarak yapılan masrafları, gelir ve giderleri kapsamaktadır. “Enderun Hazinesi” ise padişahın kendi hazinesidir ve iç hazine olarak da kabul edilmektedir.

Osmanlı ekonomik sisteminde, vergilerin önemli bir yeri vardır. Ayrıca, tarım ve hayvancılık da ekonomik faaliyetlerin önemli bir kısmını oluşturmaktadır.

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ


Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomik ve askerî anlamda yaşadığı çöküş, I. Dünya Savaşı’nın ardından imparatorluk topraklarının işgal edilmesine neden olmuş, 23 Nisan ’de Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulmuş, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Türk milleti tarafından verilen milli mücadelenin ardından TBMM’de 29 Ekim tarihinde “Türkiye Cumhuriyeti” kuruluşu ilan edilmiştir.

Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte, Türk kültür ve sanat hayatında da önemli değişimler yaşanmıştır. Yeni devlet, millî kültür üzerine inşa edildiğinden, Türk dili, edebiyatı ve tarihi ile ilgili çalışmalar bu dönemde hız kazanmıştır. Yeni devletin temelleri, her şeyden önce Türk kültürüne dayanmaktadır. Kültürel anlamda yaşanan bu yenilik, devlet yönetimi ve sisteminde de görülmektedir. Cumhuriyet’in ilan edilmesi, Halifeliğin ve Saltanat’ın kaldırılması, Latin harflerinin kabulü gibi yenilikler, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti devletinin ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli dildir, kültürdür.” sözleri ile özetlenebilecek olan Türk kültürü temeline dayalı millî devlet anlayışı, Kurtuluş Savaşı sonrasında yapılan çalışmalarda da kendini göstermektedir.

İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra Ziya Gökalp ve Fuat Köprülü tarafından “Halk Bilimi”ni tanıtmak amacıyla kaleme alınan yazılar ve sonrasında yapılan alan araştırmaları ile elde edilen veriler, Türk kültürü ile ilgili bilimsel çalışmaların hız kazanmasını sağlamıştır. Bu dönemde kültürel çalışmalar “Türk Yurdu”, “Türk Ocağı” ve “Türk Derneği” gibi dernekler tarafından yürütülmüştür.

1 Kasım ’de kurulan “Anadolu Halk Bilgisi Derneği”, bir süre sonra adını “Türk Halk Bilgisi Derneği” olarak değiştirmiştir ve bu dernek, Türk kültürü ile ilgili çalışmalar yapan ilk bağımsız bilimsel organizasyon olarak tarihe geçmiştir. Derneğin ilk yayın organı olan “Halk Bilgisi Mecmuası” ve daha sonra çıkardığı “Halk Bilgisi Haberleri”ndeki yazılar, bu dönem halk bilimi çalışmalarının akademik ve bilimsel zemine oturtulması bakımından önemlidir.

yılında Türk Ocaklarının kapanmasıyla birlikte, ’de Halkevleri kurulur. Halkevleri, çıkardığı dergiler ve yaptığı araştırma ve eğitim faaliyetleriyle Türk kültür ve sanatının gelişmesine katkı sağlamıştır. Mustafa Kemal Atatürk döneminde, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin “millî mimari, millî sanat ve millî kültür” temeline dayalı bir devlet olması için çalışmalar yapılmıştır ve Atatürk bu dönemde dil, tarih ve kültür araştırmalarına büyük önem vermiştir. ’de “Türk Tarih Kurumu”, ’de de “Türk Dili Tetkik Cemiyeti” Türk tarihi ve dili alanında çalışmalar yapmak üzere kurulmuştur.

’da Ankara Üniversitesi, DTCF’de Pertev Naili Boratav ve ’lı yıllarda Mehmet Kaplan tarafından Atatürk Üniversitesinde yürütülen çalışmalar, Türkiye’de halk kültürü ile ilgili çalışmaların bilimsel ve akademik bir zeminde yürütülmesini sağlamıştır.

 

 

 BİBLİYOGRAFYA

 

 

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir