kuranda devlet adamları ile ilgili ayetler / Din Adamlarının İlah Edinilmesi ile İlgili Ayetler - Kuran Meali

Kuranda Devlet Adamları Ile Ilgili Ayetler

kuranda devlet adamları ile ilgili ayetler

Şehir İle İlgili Ayetler Nelerdir?

Kur'an fihristi, Kur'an-ı Kerim'de bulunan ayetlerin konularına göre düzenlenmiş bir indekstir. Bu indeks, Kur'an'da bahsedilen konuların alfabetik bir şekilde sıralandığı ve her konunun hangi ayetlerde geçtiğini belirten bir referans kaynağıdır. Kur'an fihristi, Kur'an okuyucuları için oldukça faydalı bir araçtır ve Kur'an'ın içeriğini daha iyi anlamalarına yardımcı olur.

ŞEHİR Ayetleri Nelerdir?

Şehir ile ilgili ayetler de bu noktada sık sık araştırılan konulardan birisi olarak öne çıkmaktadır. Kuran-ı Kerim’de Şehir ile ilgili ayetler yer almaktadır

ŞEHİR İle İlgili Ayetler Nedir?

Bakara Suresi, 58. ayet:

Ve hatırlayın, demiştik ki: "Şu şehre girin ve orada istediğiniz yerde bol bol yiyin, yalnızca secde ederek kapısından girerken 'dileğimiz bağışlanmadır' deyin; (Biz de) hatalarınızı bağışlayalım; iyilik yapanların (ecirlerini) arttıracağız."

Bakara Suresi, 126. ayet:

Hani İbrahim: "Rabbim, bu şehri bir güvenlik yeri kıl ve halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları ürünlerle rızıklandır" demişti de (Allah: "Sadece inananları değil) inkar edeni de az bir süre yararlandırır, sonra onu ateşin azabına uğratırım; ne kötü bir dönüştür o" demişti.

Bakara Suresi, 259. ayet:

Ya da altı üstüne gelmiş, ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: "Allah, burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?" Bunun üzerine Allah, onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: "Ne kadar kaldın?" O: "Bir gün veya bir günden az kaldım" dedi. (Allah ona:) "Hayır, yüz yıl kaldın, böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl biraraya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?" dedi. O, kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: "(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, herşeye güç yetirendir."

En'am Suresi, 92. ayet:

İşte bu (Kur'an), önündekileri doğrulayıcı ve şehirler anası (Mekke) ile çevresindekileri uyarman için indirdiğimiz kutlu Kitap'tır. Ahirete iman edenler buna inanırlar. Onlar namazlarını (özenle) koruyanlardır.

Araf Suresi, 57. ayet:

Rahmetinin önünde rüzgarları bir müjde olarak gönderen O'dur. Bunlar ağırca bulutları kaldırıp yüklendiğinde, onları (kuraklıktan) ölmüş bir şehre sürükleyiveririz ve bununla oraya su indiririz de böylelikle bütün ürünlerden çıkarırız. İşte Biz, ölüleri de böyle diriltip-çıkarırız. Ki ibret alasınız.

Araf Suresi, 58. ayet:

Güzel şehrin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise kavruktan başkası çıkmaz. İşte Biz, şükreden bir topluluk için ayetleri böyle çeşitli biçimlerde açıklıyoruz.

Araf Suresi, 111. ayet:

Dediler ki: "Onu ve kardeşini şimdilik bekletiver (vereceğin cezayı ertele), şehirlere de toplayıcılar yolla";

Araf Suresi, 123. ayet:

Firavun: "Ben size izin vermeden önce O'na iman ettiniz, öyle mi? Mutlaka bu, halkı buradan sürüp-çıkarmak amacıyla şehirde planladığınız bir tuzaktır. Öyleyse siz (buna karşılık ne yapacağımı) bileceksiniz."

Araf Suresi, 161. ayet:

Onlara: "Bu şehirde oturun, ondan istediğiniz yerden yeyin, 'dileğimiz bağışlanmadır' deyin ve kapısından secde ederek girin, (Biz de) hatalarınızı bağışlayalım. İyilik yapanların (armağanlarını) artıracağız" denildiğinde,

Araf Suresi, 163. ayet:

Bir de onlara deniz kıyısındaki şehri(n uğradığı sonucu) sor. Hani onlar cumartesi (yasağını çiğneyerek) haddi aşmışlardı. 'Cumartesi günü iş yapma yasağına uyduklarında', balıkları onlara açıktan akın akın geliyor, 'cumartesi günü iş yapma yasağına uymadıklarında' ise, gelmiyorlardı. İşte Biz, fıska sapmaları dolayısıyla onları böyle imtihan ediyorduk.

Tevbe Suresi, 70. ayet:

Onlara, kendilerinden öncekilerin; Nuh, Ad, Semud kavminin, İbrahim kavminin, Medyen ahalisinin ve yerle bir olan şehirlerin haberi gelmedi mi? Onlara resulleri apaçık deliller getirmişlerdi. Demek ki Allah, onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.

Yusuf Suresi, 30. ayet:

Şehirde (birtakım) kadınlar: "Aziz (Vezir)'in karısı kendi uşağının nefsinden murad almak istiyormuş. Öyle ki sevgi onun bağrına sinmiş. Biz doğrusu onu açıkça bir sapıklık içinde görüyoruz." dedi.

Yusuf Suresi, 82. ayet:

"İçinde (yaşamakta) olduğumuz şehre sor, hem kendisinde geldiğimiz kervana da. Biz gerçekten doğruyu söyleyenleriz."

Yusuf Suresi, 109. ayet:

Biz senden önce, şehirler halkına kendilerine vahyettiğimiz kimseler dışında (başkalarını elçi olarak) göndermedik. Hiç yeryüzünde dolaşmıyorlar mı, ki kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görmüş olsunlar? Korkup-sakınanlar için ahiret yurdu elbette daha hayırlıdır. Siz yine de akıl erdirmeyecek misiniz?

İbrahim Suresi, 35. ayet:

Hani İbrahim şöyle demişti: "Bu şehri güvenli kıl, beni ve çocuklarımı putlara kulluk etmekten uzak tut."

Hicr Suresi, 67. ayet:

Şehir halkı birbirlerine müjdeler vererek geldi.

Nahl Suresi, 7. ayet:

Kendisine ulaşmadan canlarınızın yarısının telef olacağı şehirlere onlar, ağırlıklarınızı taşımaktadırlar. Şüphesiz sizin Rabbiniz şefkatli ve merhametlidir.

Nahl Suresi, 112. ayet:

Allah bir şehri örnek verdi: (Halkı) Güvenlik ve huzur içindeydi, rızkı da her yerden bol bol gelmekteydi; fakat Allah'ın nimetlerine nankörlük etti, böylece Allah yaptıklarına karşılık olarak, ona açlık ve korku elbisesini tattırdı.

İsra Suresi, 58. ayet:

Hiçbir ülke (veya şehir) olmasın ki, kıyamet gününden önce Biz onu (ya) bir yıkıma uğratacağız veya onu şiddetli bir azapla azaplandıracağız; bu (muhakkak) o kitapta yazılıdır.

Kehf Suresi, 19. ayet:

Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: "Ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık." Dediler ki: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir; şimdi birinizi bu paranızla şehre gönderin de, hangi yiyecek temizse baksın, size ondan bir rızık getirsin; ancak oldukça nazik davransın ve sakın sizi kimseye sezdirmesin."

Kehf Suresi, 82. ayet:

"Duvar ise, şehirde iki öksüz çocuğundu, altında onlara ait bir define vardı; babaları salih biriydi. Rabbin diledi ki, onlar erginlik çağına erişsinler ve kendi definelerini çıkarsınlar; (bu,) Rabbinden bir rahmettir. Bunları ben, kendi işim (özel görüşüm) olarak yapmadım. İşte, senin sabır göstermeye güç yetiremediğin şeylerin yorumu."

Enbiya Suresi, 74. ayet:

Lut'a da bir hüküm ve ilim verdik ve onu çirkin işler yapmakta olan şehirden kurtardık. Şüphesiz onlar, bozulmaya uğrayan kötü bir kavimdi.

Şuara Suresi, 36. ayet:

Dediler ki: "Bunu ve kardeşini oyala, şehirlere de toplayıcılar gönder,"

Şuara Suresi, 53. ayet:

Bunun üzerine Firavun şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi.

Neml Suresi, 48. ayet:

Şehirde dokuzlu bir çete vardı, yeryüzünde bozgun çıkarıyorlar ve dirlik-düzenlik bırakmıyorlardı.

Neml Suresi, 56. ayet:

Kavminin cevabı: "Lut ailesini şehrinizden sürüp çıkarın. Temiz kalmak isteyen insanlarmış" demekten başka olmadı.

Neml Suresi, 91. ayet:

(De ki:) "Ben, ancak bu şehrin Rabbine ibadet etmekle emrolundum ki, O, burasını kutlu ve saygıdeğer kıldı. Herşey O'nundur. Ve Müslümanlardan olmakla emrolundum."

Kasas Suresi, 15. ayet:

(Musa) Halkının haberi olmadığı bir zamanda şehre girdi, orda kavga etmekte olan iki adam buldu; bu kendi taraftarlarından, şu da düşmanlarından. Derken taraftarlarından olan, düşmanlarından olana karşı ondan yardım istedi. Bunun üzerine ona bir yumruk attı ve işini bitiriverdi. (Sonra da:) "Bu şeytanın işindendir; o, gerçekten açıkça saptırıcı bir düşmandır" dedi.

Kasas Suresi, 18. ayet:

Böylece şehirde korku içinde (çevreyi) gözetleyerek sabahladı. Derken, bir de baktı ki, dün kendisinden yardım isteyen (kişi, bugün de) kendisine yardım için bağırıyor. Musa, ona dedi ki: "Sen açıkça bir azgınsın."

Kasas Suresi, 20. ayet:

Şehrin öbür yakasından bir adam koşarak gelip dedi ki: "Ey Musa, önde gelenler, seni öldürmek konusunda aralarında görüşmektedirler, artık sen çık git; gerçekten ben sana öğüt verenlerdenim."

Kasas Suresi, 58. ayet:

Biz, yaşama biçimleriyle 'refah içinde şımarıp azmış' nice şehri yıkıma uğrattık. İşte meskenleri; çok az (bir zaman) dışında (onlarda) kendilerinden sonra oturulabilmiş değildir. (Onlara) Varis olanlar Biziz.

Kasas Suresi, 59. ayet:

Senin Rabbin, 'ana yerleşim merkezlerine' onlara ayetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe şehirleri yıkıma uğratıcı değildir. Ve Biz, halkı zulmeden şehirlerden başkasını da yıkıma uğratıcı değiliz.

Ahzab Suresi, 60. ayet:

Andolsun, eğer münafıklar, kalplerinde hastalık bulunanlar ve şehirde kışkırtıcılık yapan (yalan haber yayan)lar (bu tutumlarına) bir son vermeyecek olurlarsa, gerçekten seni onlara saldırtırız, sonra orada seninle pek az (bir süre) komşu kalabilirler.

Sebe Suresi, 15. ayet:

Andolsun, Sebe' (halkı)nın oturduğu yerlerde de bir ayet vardır. (Evleri) Sağdan ve soldan iki bahçeliydi. (Onlara demiştik ki:) "Rabbinizin rızkından yiyin ve O'na şükredin. Güzel bir şehir ve bağışlayan bir Rabb(iniz var)."

Sebe Suresi, 18. ayet:

Kendileriyle, içlerinde bereketler kıldığımız memleketler arasında (biri diğerinden) görünebilen şehirler var ettik ve orada yürüme (imkanlarını) takdir ettik: "Oralarda geceleri ve gündüzleri güvenlik içinde gezip dolaşın" (dedik).

Yasin Suresi, 13. ayet:

Sen onlara, o şehir halkının örneğini ver; hani oraya elçiler gelmişti.

Yasin Suresi, 20. ayet:

Şehrin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi: "Ey kavmim, elçilere uyun" dedi.

Mü'min Suresi, 4. ayet:

Allah'ın ayetleri konusunda inkar edenlerden başkası mücadele etmez. Öyleyse onların şehirlerde dönüp dolaşması seni aldatmasın.

Şura Suresi, 7. ayet:

İşte Biz sana, böyle Arapça bir Kur'an vahyettik; şehirlerin anası (olan Mekke halkı)nı ve çevresinde olanları uyarman için ve kendisinde şüphe olmayan toplanma gününü (haber verip onları) uyarman için de. (O gün onların) Bir bölümü cennette, bir bölümü çılgınca yanan ateşin içerisindedirler.

Zuhruf Suresi, 31. ayet:

Ve dediler ki: "Bu Kur'an, iki şehirden birinin büyük bir adamına indirilmeli değil miydi?"

Ahkaf Suresi, 27. ayet:

Andolsun, Biz çevrenizde bulunan şehirlerden (birçoğunu) yıkıma uğrattık ve belki dönerler diye ayetleri çeşitli şekillerde açıkladık.

Kaf Suresi, 11. ayet:

Kullara rızık olmak üzere. Ve onunla (o suyla) ölü bir şehri dirilttik. İşte (ölümden sonra) diriliş de böyledir.

Kaf Suresi, 36. ayet:

Biz bunlardan önce nice nesiller yıkıma uğrattık ki onlar, zorbaca yakalamak (yakıp-yıkmak, baskı ve şiddetle yönetmek, sindirmek) bakımından kendilerinden daha üstündüler; şehirlerde (yerin üstünü altına getirip, sayısız kazı, inşaat ve araştırmalarla her yanı) delik-deşik etmişlerdi. (Ama) kaçacak bir yer var mı?

Necm Suresi, 53. ayet:

Altı üstüne gelen (Lut kavminin) şehirlerini de O yerin dibine geçirdi.

Haşr Suresi, 7. ayet:

Allah'ın o (fethedilen) şehir halkından Resûlü'ne verdiği fey, Allah'a, Resûl'e, (ve Resûl'e) yakın akrabalığı olanlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. Öyle ki (bu mallar ve servet) sizden zengin olanlar arasında dönüp-dolaşan bir devlet olmasın. Resûl size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, cezası (ikabı) pek şiddetli olandır.

Haşr Suresi, 14. ayet:

Onlar, iyice korunmuş şehirlerde veya duvar arkasında olmaksızın sizinle toplu bir halde savaşmazlar. Kendi aralarındaki çarpışmaları ise pek şiddetlidir. Sen onları birlik sanırsın, oysa kalpleri paramparçadır. Bu, şüphesiz onların akletmeyen bir kavim olmaları dolayısıyla böyledir.

Hakka Suresi, 9. ayet:

Firavun (kavmi), ondan öncekiler ve yerle bir olan şehirler (halkı da hep) o hata ile (tarih sahnesine) geldiler.

Fecr Suresi, 8. ayet:

Ki şehirler içinde onun bir benzeri yaratılmış değildi.

Fecr Suresi, 11. ayet:

Ki onlar, şehirlerde azgınlaşmışlardı.

Beled Suresi, 1. ayet:

Hayır; bu şehre yemin ederim,

Beled Suresi, 2. ayet:

Ki sen, bu şehirde oturmakta iken,

Tin Suresi, 3. ayet:

Ve şu emin beldeye (güvenilir şehre).

 

GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ

Son dakika haberler, köşe yazılar, ekonomi, magazin, siyaset, spor gündeminin tek adresi HaberTurk.com; HaberTurk.com haber içerikleri kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz, haberler izinsiz olarak kopyalanamaz ve başka yerde yayınlanamaz.

Kur'an-ı Kerim - Diyanet İşleri Başkanlığı

Mâide Suresi - 21-26 . Ayet Tefsiri

Ayet


  • يَا قَوْمِ ادْخُلُوا الْاَرْضَ الْمُقَدَّسَةَ الَّتٖي كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْ وَلَا تَرْتَدُّوا عَلٰٓى اَدْبَارِكُمْ فَتَنْقَلِبُوا خَاسِرٖينَ

    ﴿٢١﴾

  • قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِنَّ فٖيهَا قَوْماً جَبَّارٖينَࣗ وَاِنَّا لَنْ نَدْخُلَهَا حَتّٰى يَخْرُجُوا مِنْهَاۚ فَاِنْ يَخْرُجُوا مِنْهَا فَاِنَّا دَاخِلُونَ

    ﴿٢٢﴾

  • قَالَ رَجُلَانِ مِنَ الَّذٖينَ يَخَافُونَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمَا ادْخُلُوا عَلَيْهِمُ الْبَابَۚ فَاِذَا دَخَلْتُمُوهُ فَاِنَّكُمْ غَالِبُونَ وَعَلَى اللّٰهِ فَتَوَكَّلُٓوا اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنٖينَ

    ﴿٢٣﴾

  • قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِنَّا لَنْ نَدْخُلَـهَٓا اَبَداً مَا دَامُوا فٖيهَا فَاذْهَبْ اَنْتَ وَرَبُّكَ فَقَاتِلَٓا اِنَّا هٰهُنَا قَاعِدُونَ

    ﴿٢٤﴾

  • قَالَ رَبِّ اِنّٖي لَٓا اَمْلِكُ اِلَّا نَفْسٖي وَاَخٖي فَافْرُقْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ الْقَوْمِ الْفَاسِقٖينَ

    ﴿٢٥﴾

  • قَالَ فَاِنَّهَا مُحَرَّمَةٌ عَلَيْهِمْ اَرْبَعٖينَ سَنَةًۚ يَتٖيهُونَ فِي الْاَرْضِ فَلَا تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْفَاسِقٖينَࣖ

    ﴿٢٦﴾

Meal (Kur'an Yolu)


﴾21﴿

Ey kavmim! Allah’ın sizin için (vatan olarak) yazdığı kutsal topraklara girin, sakın geri dönmeyin, sonra kaybedenler siz olursunuz.”

﴾22﴿

Dediler ki: “Ey Mûsâ! Orada zorba bir topluluk var, onlar oradan çıkmadıkça biz oraya asla giremeyiz. Ama oradan çıkarlarsa biz hemen gireriz.”

﴾23﴿

Korkanlar arasından Allah’ın kendilerine lütufta bulunduğu iki (yiğit) adam şöyle dedi: “Kapıdan üzerlerine hücum edin; oraya girdiğiniz an artık kesinlikle siz galipsiniz. Eğer müminler iseniz ancak Allah’a güvenin.”

﴾24﴿

İsrâiloğulları, “Ey Mûsâ! Onlar orada bulundukları sürece biz oraya asla girmeyeceğiz. Sen ve rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız!” dediler.

﴾25﴿

Mûsâ, “Rabbim! Ben kendimden ve kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum. Artık bizimle bu yoldan çıkmış kavim arasında sen hükmet” dedi.

﴾26﴿

Allah buyurdu ki: “Öyleyse onlar yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşmak üzere oradan (kutsal topraklar) kırk yıl mahrum bırakılmışlardır. Artık sen yoldan çıkmış toplum için üzülme!”

Tefsir (Kur'an Yolu)


Kutsal topraklardan maksat, içinde Beytülmakdis’in de bulunduğu Filistin topraklarıdır. Hz. İbrâhim ve ondan sonra gelen birçok peygamber burada yaşadığı ve defnedildiği için burası vahyin de iniş yeri olmuştur. Bu sebeple buraya “kutsal topraklar” (el-arzu’l-mukaddese) denilmiştir. Kur’an-ı Kerîm’de “Allah’ın bereketli kıldığı yurt” olarak da ifade edilen (meselâ bk. İsrâ 17/1; Enbiyâ 21/71) bu yerlerin sınırları kesin olarak belirtilmemiştir. Taberî’ye göre en doğrusu Hz. Mûsâ’nın dediği gibi “arz-ı mukaddese” demekle yetinmektir. Çünkü bu bilgilerin doğruluğu ancak haber-i sâdıkla bilinir. Oysa bu konuda kesin delil olabilecek hiçbir haber yoktur (VI, 172).

Aynı zamanda arz-ı mev‘ûd (vaad edilen topraklar) adıyla da anılan bu yerler Kitâb-ı Mukaddes’e göre Hz. İbrâhim ve onun soyundan gelenlere verileceği Tanrı tarafından vaad edilmiş olan (Tekvîn, 17/8) bugünkü Filistin toprakları olup burası “içinde süt ve bal akan ülke”dir; bütün memleketlerin süsü olan vatandır (Çıkış, 3/8). Sınırları Akdeniz’den Fırat’a, Sînâ yarımadasının güneyinden Lübnan’ın kuzeyine kadar uzanır. Bu topraklara ebediyen mirasçı olmanın birçok şartı vardır (Hezekiel, 20/6-26; Tesniye, 32/29); bunların başında Allah’a verilen sözün yerine getirilmesi gelmektedir. Diğer taraftan ilâhî emirlere uymak, peygamberlerin yolunu izlemek, hak ve adalete riayet etmek; garibi, öksüzü mağdur etmemek, suçsuz kanı dökmemek uyulması gereken kurallar arasındadır. Eğer İsrâiloğulları Allah’a verdikleri sözü tutmazlarsa arz-ı mev‘ûddan mahrum kalacak ve lânetleneceklerdir. Nitekim yahudiler Hz. Mûsâ döneminden itibaren tarih boyunca Allah’a verdikleri sözü unutmuş, ahdi bozmuş ve O’na isyan etmişlerdir. Eski Ahid, onların Tanrı’ya isyan edişlerinin hikâyeleriyle dolu olup bu isyan ve günahları yüzünden yahudiler, milâttan sonra 70 ve 135 yıllarında Romalılar tarafından Filistin topraklarından atıldıktan sonra hep o topraklara dönme hayaliyle yaşamışlar, zaman zaman mesîh iddiasıyla ortaya çıkan kişiler de bu duyguyu tahrik etmişlerdir. Siyon dağı ile sembolleşen siyonizm hareketinin ana hedefi de yahudileri, vaad edilen bu topraklara tekrar kavuşturmaktır. Günümüz İsrail Devleti’nin siyasî yayılmacılığının temelinde de, arz-ı mev‘ûdla ilgili dinî motif bulunmaktadır (bilgi için bk. Abdurrahman Küçük, “Arz-ı Mev‘ûd”, DİA, III, 442-444; Ömer Faruk Harman, “Arz-ı Mev‘ûd”, İFAV Ans., I, 161).

İsrâiloğulları’nın atası Hz. Ya‘kub, oğlu Yûsuf’un isteği üzerine diğer oğullarıyla birlikte Mısır’a yerleşmeden önce Filistin’de yaşamıştı. Uzun süre Mısır’da yaşamış olan İsrâiloğulları sonunda Firavun’un zulmüne mâruz kalınca Hz. Mûsâ’nın önderliğinde Mısır’dan çıkıp ata yurduna gitmeye karar verdiler. Ancak Sînâ çölüne geldiklerinde Filistin’de Amâlika ve Ken‘anlılar gibi güçlü kuvvetli toplulukların bulunduğunu, burayı işgal ederek güçlü bir devlet kurmuş olduklarını gördüler. Hz. Mûsâ ata yurdu olan bu bölgeyi fethedip Kudüs’e girmek isteyince Amâlika’nın ahvalini araştırıp hakkında rapor vermek üzere kendi kavminin on iki kabilesinden on iki gözlemci seçip casus olarak gönderdi. Düşmanın durumunu araştıran gözlemciler, burada yaşayanların güçlü kuvvetli bir kavim olduğunu gördüler ve durumu Hz. Mûsâ’ya bildirdiler. Tefsirlerde anlatıldığına göre Hz. Mûsâ, halk üzerinde korku yaratır endişesiyle bu durumun kavimlerine anlatılmamasını istedi ise de Kaleb ile Yûşa‘ b. Nûn dışındakiler bu sırrı yaydılar. Kaleb ile Yûşa‘ ise düşmanın güçlü olmasına rağmen İsrâiloğulları’nın bölgeyi fethedip Beytülmakdis’e girebilecek durumda olduklarını bildirdiler (Sayılar, 13/2-33).

Hz. Mûsâ bir önceki âyette bildirilen hatırlatmalarını yaptıktan sonra Allah’ın kendileri için vaad etmiş olduğu bu kutsal yurdu fethedip oraya girmelerini, düşman karşısında zaaf göstermemelerini kavmine emretti; aksi takdirde hüsrana uğrayacaklarını bildirdi. Fakat önceleri Mısır’da itibarlı bir hayat yaşamakla birlikte daha sonra yıllarca hatta asırlarca Mısır yöneticileri tarafından köle muamelesi gördükleri için şahsiyetleri zedelenmiş, dinî ve millî kimlikleri zayıflamış olan İsrâiloğulları bu cihadın önemini kavrayamamışlar ve istikballerini görememişlerdir. Bu yüzden kendilerini Firavun’un zulmünden kurtarmış olan Hz. Mûsâ’ya karşı çıkmışlar, orada güçlü kuvvetli topluluklar bulunduğunu ileri sürerek onlar çıkmadıkça oraya girmeyeceklerini bildirmişlerdir. Ancak düşman kavmin durumunu araştırmak için gönderilenlerden Yûşa‘ ile Kaleb İsrâiloğulları’nı atalarının yurdunu yeniden fethedip korkusuzca Kudüs’e girmeye teşvik etmişler, oraya girdikleri an kesinlikle galip geleceklerini söylemişlerdi. Fakat İsrâiloğulları’na bu teşvikler kâr etmedi. “Biz bu işte yokuz” dediler ve Hz. Mûsâ’nın, rabbi ile birlikte gidip düşmana karşı savaşmasını istediler. 24. âyetten anlaşıldığına göre Hz. Mûsâ’dan düşmanları yok edecek bir mûcize istemiş olmalıdırlar. Çünkü onun kendilerini Firavun’un zulmünden kurtardığını görmüşler, gerçek bir peygamber olduğuna inanmışlardı.

Kavminin Filistin’e girmemek için direnmesi karşısında hiçbir şeyin yapılamayacağını gören Hz. Mûsâ, üzüntü içerisinde yüce Allah’tan özür diler mahiyette O’na, “Rabbim! Ben kendimden ve kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum. Artık bizimle bu yoldan çıkmış kavmin arasında sen hükmet” diye yakardı. Hz. Mûsâ kavminin isyanından dolayı dünyada başlarına bir musibetin gelmesinden korktuğu için böyle bir yakarışta bulunarak herkese lâyık olduğunun verilmesini, kendisiyle isyankâr kavmin aynı cezaya çarptırılmamasını yüce Allah’tan niyaz etti. Allah da bu neslin böyle fütuhat gibi şerefli bir göreve lâyık olmadıklarını bildirerek onların bu kutsal topraklara girmekten kırk sene mahrum bırakıldıklarını, bu süre zarfında çölde dar bir alanda şaşkın şaşkın dolaşacaklarını Hz. Mûsâ’ya bildirdi. Ayrıca ona, yoldan çıkmış bir kavim için üzülmemesini öğütledi.

İsrâiloğulları, Hz. Mûsâ’ya itaat etmeyip düşman üzerine gitmedikleri için kırk yıl yersiz yurtsuz dolaşmaya mahkûm edilmişlerdi. Âyette, Medine yahudilerinin de Hz. Peygamber’e itaat etmezlerse benzer şekilde cezalandırılacaklarına işaret edildiği söylenebilir. İsrâiloğulları’nın yaşadığı bu tarihî olay Kitâb-ı Mukaddes’te (Sayılar, 13-15) ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır. Olay özet olarak şöyledir: Mûsâ, Faran çölünden kutsal ülkede casusluk yapmak üzere on iki İsrâil nakibini gönderdi. Bunlar kırk gün sonra gelip İsrâiloğulları’nın önünde raporlarını sundular. Raporlarında ülkenin zengin ve nimetlerle dolu olduğunu, ancak burada yaşayanlar güçlü oldukları için kendilerinin onlara karşı savaşacak durumda olmadıklarını söylediler. Bu rapor karşısında İsrâiloğulları Mısır’dan çıktıklarına pişman olduklarını ve oraya geri dönmenin daha uygun olacağını söylediler. Fakat, on iki casusun içinde bulunan Yûşa‘ ve Kaleb, korkaklık gösteren topluluğu azarladılar. Kaleb şöyle konuştu: “Hemen gidelim ve oraya sahip olalım, rahatlıkla bu işin üstesinden gelebiliriz. Sonra, Yûşa‘ ile birlikte dediler: Eğer Rab bizden razı olursa, bizi bu ülkeye götürecek ve orayı bize verecektir... Yeter ki, Rabbe karşı gelmeyin, o ülke halkından da korkmayın...” Ne var ki, topluluk bunları taşa tuttu. Bunun üzerine yüce Allah şöyle buyurdu: “Şüphesiz bu çölde kırk yıl dolaşacaksınız ve içinizde yirmi yaş ve daha yukarı olanlar bu çölde ceset haline gelecekler, küçükleriniz büyüyecek... onları kabul edip getireceğim ve onlar o ülkeyi bilecekler...” Bu süre içinde Mısır’dan çıkış sırasında genç olan herkes öldü. Ürdün’ün fethinden sonra Hz. Mûsâ da vefat etti. Ardından Nûn oğlu Yûşa‘ (Yeşû‘) zamanında İsrâiloğulları Filistin’i zaptedebildiler.

Kitâb-ı Mukaddes Hz. Mûsâ’nın casus olarak görevlendirip de dönüşlerinde kötü haberler getiren ve halkı düşmandan korkutup Hz. Mûsâ’ya karşı ayaklandıran şahısların tümünün çölde veba hastalığına yakalanarak öldüklerini de ibret alınacak bir olay olarak haber vermektedir (Sayılar, 14/37).

Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber Bedir Savaşı öncesinde Kureyş müşrikleriyle savaşıp savaşmama konusunda arkadaşlarıyla istişare etmiş, gerek muhacirler gerekse ensar Hz. Peygamber’in emrinde olduklarını bildirmişlerdi. Bu arada ensârdan Mikdâd b. Amr el-Kindî şöyle demişti: “Ey Allah’ın elçisi! Biz sana İsrâiloğulları’nın Mûsâ’ya dediği gibi ‘Git, sen ve rabbin beraber savaşın, doğrusu biz burada oturacağız’ demeyiz. Fakat, ‘Git, sen ve rabbin beraber savaşın, biz de sizinle birlikte savaşacağız’ deriz” (Buhârî, “Tefsîr”, 5/4).

Süleyman Ateş bu âyetlerin Bedir Savaşı’ndan çok sonra Hudeybiye Antlaşması ile Mekke’nin fethi arasındaki dönemde indiğini ileri sürerek bu sözlerin Bedir gününde söylenmiş olma ihtimalinin çok uzak olduğunu söylüyorsa da (II, 507) kanaatimizce Mikdâd bu tarihî bilgiyi başka kaynaklardan öğrenmiş ve Bedir gününde böyle bir hitabede bulunmuş olabilir. Nitekim hadis ve siyer kaynakları da olayın Bedir gününde cereyan ettiğini bildirmektedir (Buhârî, “Tefsîr”, 5/4; Müsned, I, 389, 390; İbn Kesîr, es-Sîre, II, 391-393; İbn Âşûr, VI, 166). Ayrıca bu sûre uzun bir zaman dilimi içinde parça parça indiği için tarihî olayı nakleden kısmın Bedir’den önce gelmiş olması ihtimali de yok değildir.


Kaynak :

Kur'an-ı Kerim Portalı

Diyanet İşleri Başkanlığı Kur'an-ı Kerim Portalında Kur'an hakkında istediğiniz biligilere ulaşabileceksiniz

Bağlantılar

  • Windows
  • Windows Store
  • IOS
  • Android
  • Mac

Uygulamalar

  • Windows
  • Windows Store
  • IOS
  • Android
  • Mac
 Kur’an’da Yönetim İlkeleri

Konumuz Kur'an’da yönetim ilkeleri.

Acaba İslam’ın temel kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’de bir yönetimde bulunması gereken ilkeler, değerler, kurallar ne olarak bahsediliyor? Bunu nasıl anlayabiliriz? Acaba böyle bir şey var mı?

Kur’an-ı Kerim her ne kadar memleketimizde mezarlıklarda okunuyorsa da esasında mezarlıklarda okunmak için değil; yaşayanlar için, diriler için indirilmiş bir kitaptır.

Kur’an ı Kerim’i kim okumalıdır?

Ölüsü olanlar, taziye evi, mezarlıkta ölülerini defnedenler mezar başında değil; alışveriş yapanlar parayla uğraşanlar, ticaret yapanlar, devleti yönetenler, idarecilik yapanlar, mahkemelerde karar verenler, örgütlerde görev alanlar, insan ilişkileri içinde olanlar Kur’an-ı Kerim okumalıdır. Çünkü Kur’an onlara sesleniyor.

Bir devleti yönetenlerde bulunması gereken temel özellikler nelerdir? Mesela bir muhtar nelere dikkat etmelidir? Bir dernek, bir örgüt yöneticisi, bir teşkilat başkanı, bir şirket müdürü, bir ülke bakanı, başbakanı, cumhurbaşkanı, yöneticide, kamu idarecisinde bulunması gereken özellikler nelerdir?

Bunları ben 2003 yılında çıkmış olan Adalet Devleti Ortak İyinin İktidarı başlıklı kitabımda anlatmıştım.  Kur’an-ı Kerim’de beş ilke var. Yönetim ilkeleri olarak Kur’an’dan beş tane prensip çıkarıyoruz. Ayetlere bakıyoruz, ne ile ilgili olduğuna bakıyoruz, eğer kamu İdaresi, yönetim meselesi ile ilgili bir davranışı kuralı veya değer vaaz ediyorsa onu alıyoruz. Yoksa Kur’an-ı Kerim’de bir sürü konu var.  

Bunların beş maddede toplandığını görüyoruz.

Birincisi adalet. Kur’an-ı Kerim’de der ki; İnsanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmediniz.”  Nisa Suresi 58. ayette ve buna benzer birçok ayette Allah adaleti emretmektedir. Yöneticilerinin adaletli olmasını istemektedir. Buradan yola çıkarak şunu söylüyoruz: Hükümet etmenin, hükmetmenin, insanlar arasında karar vermenin, insanların geleceği ile ilgili kararlar vermenin, insanlardan toplanan vergileri nereye harcayacağına dair kararlar vermenin bir tek gerekçesi var o da adalettir. Yani bütün bunlar adaletle yapılmalıdır, herkese eşit davranılmalıdır. Dinler, etnik kökenler, mezhepler, partiler, gruplar, ideolojiler, bölgeler, renkler, kültürler karşısında devlet ve o devletin yöneten eşit durmalıdır. Adaletin gereği budur ve herkese hakkını vermeli, kimsenin hakkını yememelidir. İnsanlar çeşitli şekillerde hak taleplerinde bulunabilirler. Bu haklar bizatihi devlet tarafından çiğnendiği an ve o devleti yöneten kişi adaletli davranmadığı zaman Kur’an’a aykırı hareket etmiş oluyor.  

Kur’an’da adaletle ilgili daha çok ayetler var ama adalet ilkesi aynı zamanda devletin varlık gerekçesini de açıklıyor. Bu ne demek? Bu şu demek: Eğer insanlar kendi aralarında adaleti sağlayabilselerdi devlete de gerek yoktu. Gereçekten de eğer insanlar yeryüzünün herhangi bir bölgesinde güven içinde, saldırıya uğramadan, kendi aralarında adaleti sağlayabilecek bir mekanizma kurabilseler ne yönetime, ne yöneticiye, ne de devlete gerek yoktur. Bu açıdan devlet tamamen sosyolojik bir zaruretten ibaret, ilahi bir yönü yok. Aslolan olan devlet değil toplum. İnsanların yeryüzünde, toplum halinde, birbirleri üzerinde hegomanya kurmadan adil, eşit ve özgürce yaşamaları. Adalet ilkesinden bu prensibi çıkarıyoruz.

İkincisi emanet. Yine Nisa Suresi’nin 58. ayetinde Emanetler ehil olana verilmelidir.” deniliyor. Yani emanetten maksat yöneticilik, bir kamu görevi, vergi toplamak, halkın çocukları üzerinde karar vermek, insanların yirmi yaşında asker gönderdiği çocuklarının savaşa sürülmesi veya barış içinde yaşamalarına karar vermek… Bütün bunlar makam oluyor. Makamlar ve rütbeler emanet. Yönetim, devlet dediğiniz şeyin kendisi zaten sosyolojik bir zaruretten ortaya çıkmış emanet. Devleti yönetimini,  tüm idareleri,  Allah’ın bir soya, kişiye, ırka, kavme veya gruba özel lütfu, verdiği özel bir mülk olarak değil; sosyolojik bir zaruret ve halkın verdiği bir emanet olarak görmek durumundayız.  Emanetler iade edilir. Emanete zarar verilirse tazmin edilir,  hibe değildir.  Birisine bir emanet verdiğiniz zaman zarara uğratırsa onu tazmin etmek durumundadır. Ama birisine bir hibe yaptığınız zaman artık onun olmuştur.  Makamlar, rütbeler hepsi de halkın emaneti, geri alınmak üzere verilmekte, yönetici oturduğu makamı böyle görmelidir.

Üçüncüsü liyakat. Yine Nisa Suresi 58. ayette Emanetler liyakat / ehliyet sahiplerine verilmelidir.” deniliyor. Ehliyet ve liyakat kimdeyse idare ona verilmelidir. Kişinin hangi dinden, mezhepten,  etnik kökenden,  doğulu mu, batılı mı, güneyli mi, kuzeyli mi, kadın mı, erkek mi, hangi cinsiyetten, zengin mi, yoksul mu olduğuna bakmaksızın konu ile ilgili ehliyeti ve liyakati varsa yani konu ile ilgili eğitimi, bilgisi, tecrübesi ve yeteneği varsa ona verilmelidir. Kim olduğuna da bakılmamalıdır. Saf ehliyet ve liyakat budur. Bu bütün partizanlıkların, bütün ahbap çavuş ilişkilerinin, kendi adamını kayırmanın, yandaşına iş vermenin, kendi adamını makamlara yerleştirmenin panzehirdir. Ehliyete ve liyakata bakacağız, başka hiçbir şeye bakmayacağız. Üçüncü ilke bu.

Dördüncü ilke meşveret. Buna çağımızda ortak akıl diyoruz. İstişare danışmak demek, insanların fikirlerini sormak demek. Şura kelimesi Arapçada arının çiçeklere konmasını ifade ediyor veya pazarcının devesini satması için pazara çıkarma anını ifade ediyor. Bu doğal ve sosyal kavramı siyasal ve politik kavrama dönüştürüyor Kur’an ve diyor ki;  Veemruhum şura beynehum.’ onların işleri aralarında şura iledir. Yani kamu işleri aralarında tıpkı bir arının çiçeklere konması gibi veya tıpkı bir satıcının devesini satmak için pazara arz etmesi gibidir. Buradan katılımcılık ve şeffaflık ilkelerini çıkarıyoruz. Çünkü halkın yönetime katılması gerekiyor. Tıpkı çiçeklerin arının bal yapımına katkı sunması gibi. Çiçekler olmasa arının bal yapamayacağı gibi devleti idare eden yönetici de halka sormadan hiçbir şey yapmamalıdır. Halkın tamamını çiçek yerine koymalı, hepsine tek tek konmalı, oradan aldığı özü yoğurarak süzmeli ve balını yapmalıdır. Kamu işleri işte böyle olmalıdır. Halk yönetime böyle katılmalıdır.  Sadece yöneticileri seçerken değil; seçtikten sonra da gerektiğinde seçtiği yöneticiyi arz edebilmelidir. Başkasını yerine getirebilmelidir. Kontrol tamamen toplumda, halkta olmalı devlette ve yönetcide değil. Kim layık ve ehil ise onu getirmelidir. Yöneticide halka sormadan bir iş yapmamalıdır. Hele hele bütün büyük meseleleri halka sormalıdır, insanlar nasıl istiyorsa o şekilde yapmalıdır. Kur’an-ı Kerim’in istişare, müşâvere etmek dediği şey budur.

Dolayısıyla Şura Suresi 38. ayet tam şöyle demiş oluyor: ‘‘Onların yani insan topluluklarının kamu işleri ortak akıl üreterektir.’’ Her şeyi tek kişinin aklına veren tek adam idareleri eninde sonunda çökmeye mahkumdur. Dünyanın neresinde tek adam idaresi varsa eninde sonunda çökmüş. Dünyanın neresinde ortak akıl üretilmişse o yaşamış ve sürüp gitmiş. Aralarda kesintiler olsa bile eninde sonunda yaşayan ortak akıl olmuş. Ortak akılla, herkesin aklını katarak, ortak İyiyi bularak gitmek…

Beşincisi maslahat. Buna da çağımızda kamu yararı diyoruz, kamu yararı. Yönetici kamunun yararını gözetmelidir. Yani başkalarının iyiliği için çalışmalı, kendine yontmamalıdır. Müddessir Suresi 6. ayette Peygambere hitaben denilir ki;  Çokluk beklentisi içerisinde olma yani peygamberlikten servet bekleme. Din-u devlet mülkü-millet doğu toplumlarında kamudur. Yani din için çalışanlar ve devlet için çalışanlar kamu adamlarıdır. Bunların şahsi mülkiyet değil millete ait mülktür. Çünkü tüm mülk Allah’ındır. Çeketleri ile gelir ceketleriyle giderler. Din-u devlet üzerinden yani din üzerinden ve devlet üzerinden para servet biriktirmek haram kılınmıştır. Bizatihi Peygamberin şahsına da haram kılınmıştır, onun üzerinden bütün din-u devlet için çalışanlar için de haram kılınmıştır.

Oysa günümüze baktığımızda genellikle siyasetçiler iktidara gelmeden önce seçim meydanlarında ağızlarından bal damlıyor. Bugün 16 sene önce bir siyasetçinin söylediğini bugün başka bir siyasetçi tekrar ediyor. Adalet diyor hak, hukuk diyor, herkese eşit davranacağız diyor, ortak akıl üreteceğiz diyor, bütün renkler kendini özgürce temsil edecek diyor. Bütün bunları siyasetçiler söylüyor. Bunların hepsi güzel şeyler ama nasıl oluyorsa iktidara gelince bir derin devlet mi var, ne var başkentte, yanına geliyor ve fısıldıyor: “ Bak artık ciddi ol, o seçim meydanlarında atıp tutmalar falan bitti sen artık devlet adamısın…” diyor. Bir siyasetçi seçim meydanlarında ağzından bal damlarken seçimleri kazanıp da “Devlette devamlılık esastır”  demeye başladı mı bilin ki o devleti teslim almaya gittiğini zannetmiş ama teslim alınmış demektir. Bir de lacivert bir elbise giyip siyah bir gözlük taktı mı bilinki onun işi bitmiştir.

Bu anlattığım şeyleri bir çok insandan duyuyor olabilirsiniz. Yani adaletle hareket edeceğiz, emaneti hıyanet etmeyeceğiz, halk istemezse gideceğiz, görevleri ehliyet ve liyakat sahiplerine vereceğiz, ortak akılla hareket edeceğiz, kendimizi zengin etmeyeceğiz, halktan birisi gibi yaşayacağız, ceketimizle gelip ceketimizle gideceğiz, Harun gibi gelip Karun gibi olmayacağız diyenleri çok duymuş olabilirsiniz. Bunları çeşitli partilerden çeşitli siyasetçiler söylüyor olabilirler. Bunların aslında hepsi ayettir, doğru sözlerdir. Kuran’a dayanmaktadır. Kur’an’ın istedikleri budur. O halde biz de şunu söylemek durumundayız yine Kur’an-ı Kerim der ki neden niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz. Buradan biz de diyoruz ki oy isterken nutuk atarken ağzınızdan bal damlıyor ama başkente gittiğiniz zaman siyah gözlüğü takıp, takım elbiseyi giyip, devlette devamlılık esastır, onlar geride kaldı, seçim vaatleriydi demeye başladınız an değişiyorsunuz. O zaman söylediklerinizi yapın , o vaatlerinizin yerine getirin. Bu bir siyasetçi için çok önemli konudur ve  Kur’an’dan ilham alınarak geliştirilebilecek yönetim ilkeleri bunlardan ibarettir. Her kim bunlara uyuyorsa, sahiden uyuyorsa sadece seçim meydanlarında değil, seçildikten sonra da uyuyorsa, icraat halindeyken esas uyuyorsa O, bu yönetim ilkelerine uygun hareket ediyor demektir.

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır