kadının beyanı esastır 6284 / Kadının beyanı esastır - Vikipedi

Kadının Beyanı Esastır 6284

kadının beyanı esastır 6284

Hukukta "kadın beyanı esastır" ilkesi nedir ne değildir? Suiistimal edilebilir mi? İstanbul Sözleşmesinde nasıl ele alınır?

Şimdi öncelikle cinsel suç olmayan suçlarda süreç nasıl işliyor onu görelim sonra cinsel suçlarla arasındaki farkı görelim. Örneğin birisi sokakta sizi darp ettiğinde o kişiden şikayetçi olduğunuzda ister karakola gitmiş olun ister savcılığa gitmiş olun isterseniz cimer'den yazın şikayetiniz bir şekilde yetkili Cumhuriyet savcısına gidecektir. Savcı emrindeki polislere talimat vererek kamera kaydını alabilir sağlık raporlarını toplattırabilir telefon HTS kayıtlarını inceleyebilir ve benzeri işlemlerle delilleri toplar. Savcı yeterince delil topladığında suçun işlendiğine dair yeterli şüphe varsa iddianame yazarak olayı mahkemeye intikal ettirir. Mahkeme iddianameyi kabul ettiği anda basit yargılama, seri muhakeme usulü veya bildiğimiz duruşmalı yargılama yöntemi ile kişiyi yargılar ceza verir ya da beraat ettirir. Eğer savcı delilleri topladığında suç işlendiğine dair yeterli kanaat yoksa veya kişiyi mahkemeye verdiğinde kişinin ceza alma olasılığı beraat alma olasılığından daha düşükse kişiyi durduk yere mahkemede süründürmemek masumiyet karinesini ve itibarını zedelememek için takipsizlik vererek dosyayı kapatır. Cinsel suç olmayan normal suçlarda uygulama bu şekildedir.

Şimdi girelim kadının beyanı meselesine. Eğer ki bir kadın cinsel dokunulmazlığının ihlal edildiğini iddia ediyorsa savcılık aşamasında yani soruşturma aşamasında kadının beyanı doğrudan somut delil sayılır. Yani bu şu anlama gelir bir kadın tecavüze uğradığını iddia ettiği anda %99 oranında savcı takipsizlik veremez ve dosyayı doğrudan mahkemeye gönderir kişi ağır ceza mahkemesinde yargılanır. Kadının beyanı ne kadar tutarsız da olsa alakasız da olsa hatta bunu geçtim kadının iddia ettiği yerde zamanda ve saatte şüphelinin orada olmadığı kamera kaydı ile şahitlerin ifadesi ile telefon sinyal kaydı ile bile ispatlanmış olsa yani mantıken tecavüze uğradığını iddia eden kadınla şüpheli erkeğin aynı ortamda hiçbir şekilde bulunmadığı net bir şekilde ortada olsa bile kadının beyanı esastır diyerek savcılar derdini mahkeme de anlat deyip kişiyi doğrudan ağır ceza mahkemesine gönderiyorlar. Eğer bir kadın tecavüze uğradığını iddia ediyorsa kişi %99 oranında ağır ceza mahkemesinde yargılanır. Sonrasında ceza alır veya beraat eder o kısma daha sonra gireceğim.

Bir de tutuklu yargılanma meselesi var. Tutuklama demek kişinin yargılama bitinceye kadar yani savcılık soruşturması ve mahkeme süreci bitinceye kadar özgürlüğüne geçici olarak el koyulması demektir. Tutuklama bir cezalandırma değil yargılamanın sağlıklı yürütülmesi adına bir tedbirdir. Çoğu zaman uygulanmaz. Türk ceza kanunu maddesine göre birisi hakkında hafif suçlarda suç işlediğine dair somut deliller varsa aynı zamanda kişinin kaçma ihtimali delilleri karartma ihtimali şahitler üzerinde baskı kurmak gibi ihtimaller söz konusuysa kişi hakkında tutuklama kararı verilebilir. Hafif suç olmayan daha ağır katalog suçlarda ise kişinin delilleri karartma mağdur ve şahitler üzerinde baskı kurma yurt dışına kaçma gibi sebepleri olmasa bile ağır suçlarda yani katalog suçlarda somut delil varsa delilleri karartma ihtimali olup olmadığına bakılmaksızın doğrudan tutuklama tedbirine başvurulabilir. Özetlemek gerekirse örneğin hakaret suçunda hem suça ilişkin somut delil varsa hem de delilleri karartma ihtimali varsa tutuklama verilebilir. Ancak adam öldürme suçunda delilleri karartma ihtimali olup olmadığına bakılmaksızın somut delil varsa tutuklama verilebilir. Aradaki fark budur. Ancak kadının beyanı esastır meselesinde kadının beyanı doğrudan somut delil sayıldığı için normal şartlarda tutuklama için somut delil olması gerekirken kadının beyanı varsa somut delil yoksa da kişi tutuklanabilir. İnternette zaten çokça örneğini gördüğümüz şekilde sadece kadının beyanıyla tutuklanan sonrasında suçsuz olduğu için serbest bırakılan onlarca kişi var.

Geçelim işin mahkeme yani kovuşturma kısmına. Normalde bir kişinin mahkemede ceza alması için sanığın her türlü şüpheden uzak şekilde suçu işlediğinin sabit olması gerekir. Kişinin suçu işlediğine dair %99 oranında kesinlik olsa bile %1'lik bir şüphe varsa şüphe daima sanık lehine değerlendirilir ve kişi delil yetersizliğinden veya suçun sabit olmamasından beraat eder. Hukukta buna şüpheden sanık yararlanır ilkesi denir. Normal koşullarda kişinin suç işlerine dair çok ciddi şüphe olsa bile hiç kimseye şüphe ile ceza verilemez suçun her türlü şüpheden uzak açık net bir şekilde işlendiğini sabit olması gerekir. Diğer tüm suçlarda bu durum böyleyken cinsel suçlarda kadının beyanı doğrudan somut delil kabul edildiği için sadece müştekinin beyanıyla kişiye 15 yıl hapis cezası alabilir. Yani hukukun temel kurallarından şüpheden sanık yararlanır ilkesi cinsel suçlarda çoğu zaman uygulanmaz. Normal koşullarda iddaa makamı iddiasını ispat ile mükellefken cinsel suçlarda kadın iddiasını ispat etmeye çalışmaz erkek tecavüz etmediğini ispat etmeye çalışır edemediğinde kadının beyanı esas sayılır. Yargıtaya göre bir kadın durduk yere yalan söylemez bir kadın durduk yere hiç kimseye tecavüz iftirası atmaz. Eğer bir kadın tecavüze uğradığını iddia ediyorsa ve gözle görünür iftira atmasını gerektirecek bir durum da söz konusu değilse sanığın 10 yılın üzerinde hapis cezası alması muhtemeldir.

Peki bir kadın birisine tecavüz iftirası atarsa o kişi % oranında ceza alır mı? Cevabımız hayır. Eğer kamera kaydı şahit veya adli tıp raporu gibi net somut deliller varsa zaten hakim bunlara bakarak karar verir. Ancak diyelim ki bunların hiçbirisi yok. Ortada bir tane şikayetçi olan kadın var Bir tane de ben yapmadım diyen erkek var başka kamera delil şahit adli tıp DNA raporu ve benzeri hiçbir şey yok bu durumda hakim neye göre karar verir? İşte olay burada kopuyor. Hukuk sistemi diyor ki; delil yetersizliği durumunda normalde beraat kararı verilmesi gerekirken eğer kadının iftira atmasını gerektirecek şekilde aralarında ispatlanabilir bir husumet yoksa kadın durduk yere iftira atmaz deyip kişiye 15 yıl hapis cezası veriliyor. Fakat bu aradaki husumet iki kişinin kendi arasındaki tartışma değil somut olarak adli makamlara intikal etmiş aralarında geçen bir şikayet gibi bir şey olmalı. Erkeğin çıkıp da aramızda tartışma vardı o yüzden bana iftira atıyor demesi geçerli değil.

Hukukta masumiyet karinesi vardır. Birisinden şikayetçi olduğumuzda o kişi doğrudan mahkemeye çıkartılmaz. Önce savcı soruşturma yapar suç işlediğine dair yeterli kanaat varsa kişi mahkemeye çıkar. Berat etme olasılığı yüksekse savcı kişiyi mahkemeye vermez böylece kişinin masumiyet karinesi ihlal edilmez itibari zedelenmez. Sadece ceza alma olasılığı yüksek olan kişiler mahkemeye gönderilerek kişilerin gereksiz yere mahkemelerde yargılanmasının önüne geçilir. Soruşturma aşaması yani savcılık aşaması zaten gizli olduğu için hiç kimse bu aşamadaki bilgileri dışarı paylaşamaz paylaşıldığında zaten suçtur. Soruşturma aşaması gizli olduğu için kişinin masumiyet karinesi ihlal edilmez. Ancak hiç savcıdan çıkıp da mahkemeye gittiğinde mahkemeler halka açıktır artık herkes o konu hakkında konuşabilir kişiye şüpheli değil sanık ünvanı verilir. Savcıların iki temel görevi vardır birisi delilleri toplamak ikincisi sadece ceza olasılığı yüksek olan dosyaları mahkemeye intikal ettirmek. Ancak yukarıda da anlattığım gibi savcılar cinsel suçlarda kişinin ceza almayacağını bilse bile yine de dosyayı her türlü ağır ceza mahkemesine gönderip kişinin yargılanmasını sağlıyorlar. Çünkü kadının beyanı özellikle de soruşturma aşamasında doğrudan delil kabul edildiği için kişiyi mahkemeye vermenin önü açılmış oluyor.

Olayın saçmalığına iki tane örnekle açıklık getireyim. Yargıtay'ın sayfasına girip orada Yargıtay kararlarını incelerseniz bir sürü benzer karar olduğunu görürsünüz.

Örnek 1: bir kadın husumetli olduğu erkeğin kendisine cinsel organından tecavüz ettiğini iddia edip suç duyurusunda bulunuyor. Kadın hastaneye götürülüp jinekolojik muayene yapılıyor kadının bakire olduğu geçmişinde hiçbir ilişki yaşamadığı doktor raporuyla açıklanıyor. Normalde bu durumda savcının takipsizlik vermesi gerekirken savcı kişiyi ağır ceza mahkemesine gönderip 10 yılın üzeri hapis cezası ile yargılanmasını sağlıyor. Kadının bekaret sonucu çıkıncaya kadar da adam tutuklu yargılanıyor. Mahkeme sonunda beraat ediyor ancak o ana kadar yaşadıkları yanına kar kalıyor.

Örnek 2: nişanlılık aşamasındaki kız ve erkek ayrılıyor. Kız erkekten kendisini dövdüğü gerekçesiyle şikayetçi oluyor. Bu şikayetinde erkekle kendi rızasıyla cinsel ilişkiye girdiğini belirtiyor bundan dolayı şikayetçi olmadığını söylüyor sadece cinsel ilişkiye girdikleri günden farklı bir günde aralarında bir tartışma geçtiğini ve darp edildiğini iddia ediyor. Bundan birkaç gün sonra ise kadın hızına alamıyor Bir önceki ifadesinde söylediğinin tam tersini söyleyip gönüllü ilişkiye girmedim tecavüze uğradım deyip suç duyurusunda bulunuyor. Normalde 2 ifadesinde çelişkili olduğu için savcının burada takipsizlik verip dosyayı kapatması gerekirken savcı kadının ilk beyanını değil ikinci beyanını esas alarak kişiyi yargılanması amacıyla ağır ceza mahkemesine gönderiyor. Kadının birbirinden farklı çelişkili ifadeleri olması önceden de erkek hakkında şikayetçi olması ve aralarında kayıtlara geçmiş husumetin bulunması sebebiyle erkek mahkemeden beraat ediyor ancak yaşadıkları ve itibarının zedelendiği de yanına kar kalıyor.

İnternette bu bunun gibi çok sayıda örnek bulabilirsiniz.

Konuyu özetlemek gerekirse Bir kadın Bir erkek hakkında kendisine tecavüz ettiğini iddia ederse erkek %99 ihtimalle ağır ceza mahkemesinde yargılanır. İlginç olanı kadının beyanı doğrudan somut delil kabul edildiği için TCK maddedeki şartlar sağlanmış olduğundan erkek doğrudan tutuklu yargılanabiliyor. Daha da kötü olanı şikayet zaman aşımı 8 yıl olduğu için bir kadın çıkıp 7 yıl önce olduğunu iddia ettiği bir olay hakkında bile şikayetçi olabilir. Ben bu yazıyı yılının Kasım ayında yazıyorum. 7 yıl önce yılındayken birlikte asansöre bindiğimiz bir kadın şu anda benden şikayetçi olsa hapı yuttum. Aradan çok uzun zaman geçtiği için muhtemelen tutuksuz yargılanırım ama ağır ceza mahkemesinde yargılanma ihtimalim çok yüksek.

Kendimden bizzat yaşadığım bir örnek üzerinden açıklama yapayım. Birkaç gün önce Antalya'dan muğla'ya kendi aracımla tek başına yolculuk ettim. Benzin almak için petrol ofisinde durdum. Petrolden çıkıp 50 metre kadar ilerlemiştim ki tam hızlanırken yan yoldan bir tane kadın şoför arabasıyla birden önüme atladı. Benim arkamdan gelen araç bana çarpmamak için ani manevra yapmak zorunda kaldı. Araçtan inmeden yola ani çıkan kadın şoförle tartıştık dikkatli olmasını az daha kaza yapacağımı söyledim. Sonra o yoluna ben yoluma devam ettim.

İşte o kadın benden şikayetçi olsaydı bana tecavüz etti veya tecavüz etmeye teşebbüs etti deseydi şu anda tutuklu yargılanıyordum. Çünkü kadın olaydan sonra sıcağı sıcağına şikayetçi olmuş, ayrıca aramızda kayıtlara geçmiş iftira atmasını gerektirecek bir husumet de olmadığı için benim arabanın plakasını vermiş olsaydı ve bana iftira atmış olsaydı şu anda tutuklu yargılanıyordum. İftira atmasını gerektirecek kayıtlara geçmiş bir husumet yok olaydan sonra sıcağı sıcağına şikayetçi olmuş bir de eğer kadın doktora gidip de bakire olmadığına dair rapor alırsa eğer şahit bulamazsam rahat 12 yıl yatardım. Çünkü Yargıtay diyor ki kadın olayın hemen arkasından şikayetçi olduysa ve kadının iftira atmasını gerektirecek şekilde aralarında kayıtlara geçmiş ispatlanabilir bir husumet durumu yoksa kadın durduk yere yalan söylemez ve iftira atmaz kadının beyanı bu durumda somut delildir. 12 yıl yatar çıkardım. İşte kadının beyanı esastır olayı bu.

görüntülenme

kaynağı değiştir]

Ceza yargılamasında, bazen bazı suçlarla ilgili bulunan tek delil, suçun mağdurunun beyanları olabilmektedir. Bu nedenle yargılama sırasında beyan edilen delillerinin, ispat açısından ayrı bir değere sahip olduğu düşünülmektedir. Yine de bu beyanlarda bulunan kişilerin isteyerek ya da istemeyerek yanlış beyanda bulunmaları ihtimali de gözetilmektedir. Bu beyanlara istinaden verilen mahkeme kararları, yüksek mahkemelerce başka delil bulunmaması nedeniyle bozulabilmektedir. Bu nedenlerle beyanların delil niteliği tespit edilirken birtakım kriterler göz önüne alınmaktadır. Yargıtay ve öğretiye göre; mağdurun ruh sağlığı, yaşı, kişiliği, beyanlarının çelişkili olup olmadığı, fail ile ilişkisi, ahlaki durumu ve güvenilirliği, sanığın savunmaları ile çelişip çelişmediği, mağdurun beyanları değerlendirilirken göz önüne alınması gerekmektedir. Tek delilin mağdurun beyanı olduğu suçlarda, mahkemenin hangi sebeplerle mağdurun beyanını sanığın beyanlarından üstün tuttuğunu somut ve inandırıcı gerekçelerle, denetime elverişli şekilde ortaya koyması gerekmektedir.

Yargıtay Ceza Dairesi, önüne gelen bir olayda, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma ve silahla tehdit suçlarıyla yargılanan bir sanığın, yerel mahkemece beraat ettirilmesine karşılık, olayın mağduru müştekinin yargılama aşamasındaki samimi ve istikrarlı anlatımlarını mahkeme kararının bozulması için bir gerekçe olarak saymıştır.[6] Yargıtay Ceza Genel Kurulu ise, önüne gelen bir olayda, tecavüz suçunun mağduru olan bir kadının, özünde değişmeyen ve birbirini destekleyen beyanlarının tamamının doğru kabul edilmesi gerektiğinden bahisle bu beyanlara itibar edilmesi gerektiğine hükmetmiştir.[7] Yargıtay'ın çeşitli dairelerince benzer olaylarda da bu yönde kararlar verilmektedir.[8]

Kaynakça[değiştir

Aynur Cengiz Nis

En basit tanımıyla “kadının beyanı esastır” demek; eşitsiz güç ilişkilerinin erkekler lehine süreklileştiği ataerkil toplumda () kadının sözünü/beyanını hareket noktası olarak kabul etmeyi ifade ediyor

Patriarkal kapitalizmin erkek egemen tahakküm düzeni içinde nesneleştirilen, salt biyolojik cinsiyet tanımlamasına indirgenen ve bu tanım üzerinden her alanda eşitsizleştirilen, bu eşitsizlikler toplamı üzerinden de bedeni, emeği ve kimliği sömürülen-sömürgeleştirilen bir kadın hakikati var. Yaratılan bu hakikat, kadın etrafında gelişen kurucu toplumsallıktan; süreç içinde kadının tarihsel-toplumsal varlığını parçalayarak iradesini yok saymış, kadını metalaştırarak inşa ettiği normlar ve kurumlar aracılığı ile de kendi iktidarını meşrulaştırıp günümüze kadar devam ettirebilmiştir.

İşte bu bağlamdan bakıldığında sosyal-toplumsal bir olgu olarak kadınların bedeni, emeği ve yaşamı üzerinde her türlü baskı ve denetim kurmanın yapısal bir aracı haline getirilen kadına yönelik erkek-devlet şiddetinin neden politik olduğu anlaşılacaktır.
Politiktir; çünkü kendini inşa ettiği toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden, şiddetten beslenir,
Politiktir; çünkü yarattığı tüm kurum(ları)sallıkları ile “rıza” üreten baskı ve zor’a dayanır.
Politiktir; çünkü şiddet üzerine kurduğu toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ezen-ezilen ilişkisi bağlamında doğal bir süreç olarak dayatmış, heteronormatif bir baskı aracı olarak kadınların varlığını, sözünü/beyanını, emeğini, iradesini hiçleştirerek “makbul kadınlık,” “kutsal aile” vd. kalıplarla ev içine hapsederek toplumla buluşmasını engellemiş, yerine kendi sistemini ikame etmiştir.

Ancak, kadınların her türlü kazanımlarına saldıran erkek-egemen sistem ve yarattığı eril tahakküm karşısında kadınlar bir yanda sistemi teşhir ederken, bir yandan da kendi hak ve özgürlük mücadelesini yürütmeye, kendi hakikatini açığa çıkarmaya devam etmişlerdir.

İşte bu mücadele sonucudur ki kadınların çokça bedel ödeyerek elde ettiği “Kadının beyanı esastır, erkek aksini ispatlamakla yükümlüdür” ilkesi önemli bir mücadele aracı ve kazanım olmuştur.

Peki nedir bu “Kadın Beyanı Esastır” ilkesi, ne anlama gelir?

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ve erkek-egemen eril tahakkümün bu kadar yoğun olduğu, devletin başta yargı olmak üzere neredeyse tüm kurumsallıklarını kullanarak erkeklerden yana bir ezen-ezilen hiyerarşisi yarattığı toplumlarda kadın ve erkeğin beyanlarını eşit derecede görmek ve eşitlik varmış gibi muamele etmek kadınların aleyhine ikincil bir eşitsizlik yaratacaktır.

Dolayısıyla en basit tanımıyla “kadının beyanı esastır” demek; eşitsiz güç ilişkilerinin erkekler lehine süreklileştiği ataerkil toplumda sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel ve toplumsal olarak türlü baskılar altında ezilen, yok sayılan ve her yönden ikinci plana atılan, toplum tarafından da yılların “mağdur suçlayıcılık” birikimi ile genel olarak suç atfedilen/suçu kendinde arayan kadının sesini duyma, sözünü/beyanını hareket noktası olarak kabul etmeyi ifade ediyor.

Burada tartışmanın hukuksal boyutuna çok girmeden diyebiliriz ki bu ilkenin esas alınması kadının beyanı doğrudur demek olmayacağı gibi, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yarattığı türlü baskı, korku ve kaygılar yüzünden kadınların susmak zorunda kalabileceği durumlarda hukukun (pozitif ayrımcılık ilkesi gereği) bu güç eşitsizliğini göz önünde bulundurarak bir denge yaratmaya çalışması demektir.

Kadının beyanını esas almak “masumiyet karinesi” ilkesiyle de çelişmeyeceği gibi özellikle delil yetersizliği olan cinsel suç ve şiddet vakalarında olayla ilgili etkin bir kovuşturma ve soruşturma yapılması, yargılama aşamasında da delil niteliği taşıması anlamına gelecektir.

Bu çerçeveden değerlendirildiğinde, “kadın beyanı esastır” ilkesi kadının toplumsal cinsiyet eşitsizliği-ayrımcılığı karşısında mücadele etme, hak arama sürecinin de başlangıcıdır.

İlkenin gereği gibi beyan kabul edilmesi, şiddete maruz bırakılmış kadınlar, çocuklar ve LGBTİ+ların gerek teşhir sürecinde, gerek başvuru mekanizmalarında, gerekse soruşturma ve yargılama aşamasında tekrar tekrar yaşadıkları travmaların ve mağduriyetlerin bir nebze de olsa önüne geçecektir.

İstanbul Sözleşmesi ve kapsamında ilkeye dönük saldırılar

Bugün günde en az dört kadının öldürüldüğü, kadınların, çocukların ve LGBTİ+ların her gün türlü şiddet halleriyle karşı karşıya kaldığı bir ülkede kadınların haklarına, kazanımlarına ve varoluşlarına saldırıların yaşandığı olağanüstü dönemlerden geçiyoruz. Ki bu saldırıların hiçbiri eril iktidarın güç kazandıkça dini, kültürel, geleneksel vd. kodlarla atadıkları kadınlık rollerini aile odağına indirgeyen politik söylem ve kadın düşmanı eylemlerinden azade değil. Kadınların binbir emek ve mücadele ile elde ettikleri bir kazanım olan İstanbul Sözleşmesi'nden bir gece yarısı tek bir kişinin kararı ile çekilinmesi aslında bu malumun açıkça ilamı oldu. Hız kesmeden devam eden tartışmalar sıranın bir diğer hak kazanımı olan ve kadının beyanını esas alan, bir nevi güvencesi olan sayılı yasaya geleceğinin göstergesi

Türkiye'de yılında imzalanan ve yılından ’e kadar yürürlükte olan Sözleşme imzacı olan taraf devletlere, kadına yönelik her türlü şiddetle mücadele konusunda sorumluluklar yüklerken; şiddetin kadınlar ile erkekler arasındaki eşitsiz güç ilişkilerinden, toplumsal cinsiyet temelli ayrımcılıktan kaynaklandığını söylüyor ve bu eşitsizliğinin ortadan kaldırılması için eğitimden, istihdama her alanda gerekli adımların atılması, bu yönde kapsamlı ve bütüncül politikalar geliştirmesi ve uygulanması noktasında bir yol haritası çiziyordu.

Bu Sözleşmeye dayanarak, yılında sayılı “Ailenin korunması, kadına karşı şiddetin önlenmesine dair” kanun çıkarıldı. Sözleşme hükümleri gereği yürürlüğe giren ve kadının beyanını esas alan bu kanun açıkça “şiddet tehdidi altında olduğunu beyan eden kadının, ilave delil aranmaksızın koruma, uzaklaştırma, gizlilik, sığınağa yerleştirilme, geçici velayet ve tedbir nafakası talebi, gizlilik kararı isteme, maddi ya da sağlık yardımı gibi koruyucu ve önleyici tedbirler talep etme hakkını” tanırken, beyan ile mağdurun kanunun öngördüğü gerekli mekanizmalara dahil edilmesini ve bu haklardan yararlanmasını güvence altına alıyor. Burada tartışmaların ve saldırıların aksine kadının beyanını esas alan kanun suç/fail hakkında bir hükme değil, fakat şiddete karşı korunma tedbiri alınmasına ve soruşturmanın başlatılmasına esas oluşturuyor.

Bu noktada, gerek Sözleşmeye gerekse ilkeye yönelik saldırılar en çok da sayılı yasanın kadınlara tanıdığı bu haklar bağlamından şiddetleniyor. Toplumsal cinsiyet eşitliğini temel eksene alan Sözleşmenin tam da bu gerekçeyle “aile ve toplum yapısını bozduğu,” “eşcinselliği özendirdiği,” eşcinsel birliktelikleri yasal teminat altına aldığı gibi argümanlar ön plana çıkarılırken, özünde kadın-erkek eşitliğine inanmayan, “fıtrata aykırı” bulan milliyetçi-muhafazakar, tahakkümcü zihniyetin Sözleşmeyi “marjinal feminist grupların, komünistlerin, bölücülerin ve din karşıtlarının toplum yapısını ve medeniyeti yıkmayı hedefledikleri" gibi akıl almaz savları basında ve kamuoyunda çokça dile getirilen itirazlar oluyordu.

Öyle ki belli zümrelerin, cemaatlerin-tarikatların saldırısı altında olan Sözleşmenin feshinden sonra bile ilgili çevreler Sözleşme artığı olarak gördükleri ’ü “yuva yıkan kanun” olarak tanımlıyor, kadınlar tarafından kötüye kullandığı, aileyi dağıttığı, şiddeti daha çok artırdığı, toplumun inanç ve kültür değerlerini alaşağı ettiği gerekçesiyle bu sefer de kanunun kaldırılması için baskı oluşturmaya çalıştıkları gözlerden kaçmıyor. Saldırılar, kapsamında kadının beyanı esas alınarak erkekler için verilen evden uzaklaştırma kararının aileleri parçaladığı; “ ve kadının beyanı esastır ilkesi sonucu milyondan fazla erkeğin yuvasından uzaklaştırıldığı, haksız nafakalar verildiği, adaletsizliğe yol açarak erkeklerin para ve hapis cezalarına çarptırıldığı” gibi manipülatif iddialar üzerinde yoğunlaşıyor ve liste uzayıp gidiyor

İstatistikler, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasından bu yana kadının erkekler tarafından katledildiğini, kadının ise şüpheli bir şekilde ölü bulunduğunu söylüyor. Bugün, içinde bulunduğumuz durum evde, sokakta, okulda, işyerinde, hapishanelerde kadınlara yönelik şiddetin, taciz-tecavüzün, hak ihlalleri ve baskıların adeta tavan yaptığı bir toplumda ne yasalara riayet edildiğini, ne de kadının beyanının esas alındığını kanıtlar nitelikte. Gelinen süreç kadın bedenine, iradesine, varlığına alenen savaş açmış bir iktidarın her fırsatta kadın kazanımlarına saldırısı karşısında kadın hareketleri ve kurumlarına dünden çok daha fazla sorumluluk düştüğünü gösteriyor. Zira kadınlar gasp edilen birçok hakkın, geriletilen kazanımların sonuçlarını kendi hayatlarında nasıl acı tecrübeler yaşattığına tanıklık ediyor.

Halkların Demokratik Kongresi Kadın Meclisleri olarak bizler de kadın dayanışmasına olan inancımızla, yıllardır binbir zorlukla mücadele ederek, çokça bedel ödeyerek elde ettiğimiz kazanımlarımızdan vazgeçmeyeceğimizi bir kez daha hatırlatıyor, genelde İstanbul Sözleşmesi, özelde ise ’e indirgenen “kadının beyanı esastır, erkek aksini ispatlamakla yükümlüdür” ilkesinin bunların çok ötesinde anlamlar barındırdığını biliyor; kadınların kurtuluşu-özgürlüğü ve kadın hakikatinin açığa çıkarılması noktasında ilkenin toplumsallaşması için çalışmalar yürütüyoruz.

Biliyoruz ki tarih onu var eden, yaşamı yaratan kadınlardan yana
Haklıyız,
Beyan ediyoruz,
Değiştireceğiz,
Biz kazanacağız!

*HDK İstanbul İl Eşsözcüsü


Etiketler : İstanbul Sözleşmesi, Kadının beyanı esastır, Kadının beyanı esastır ilkesi, Masumiyet karinesi, sayılı yasa,



\n

Eski Refah Partisi Milletvekili ve Haber Vakti yazarı Şevki Yılmaz, kadına karşı şiddetin önlenmesine dair hukuki düzenlemeleri içeren sayılı Kanunu hedef alarak, \"İktidarın oy kaybetmesinin ana sebeplerinden olan; geçen dönem hesabilerinin gaflet veya ihanetleriyle çıkarılan süresiz nafaka, genç evlilere mahkûmiyet, 'kadının beyanı esastır' gibi zulüm yasaları ya TBMM’de ya da Anayasa Mahkemesi'nde mutlak iptal ettirilmelidir! İftiraya dayalı itiraflarla; işinden, aşından hatta eşinden edilen, ceza yiyen Fetözede mağdurları kardeşlerimizden özür dilenerek tüm sosyal hakları acilen iade edilmelidir!\" ifadesini kullandı.

\n\n

Yılmaz, yazısında, ekonomik tabloyla ilgili dedi, \"Milletimiz vatandaşlık görevini yerine getirdi! Sıra İktidarımızda! Verilen sözleri yerine getirmek için yeni kabinemizde ‘Bismillah’ diyerek görevine başladı Elhamdülillah! Seçim bitti geçim derdine çözüm için seferberlik ilan edilecek inşallah\" dedi. Yılmaz, \"Aile ve mutfak yangınlarını söndürmek önceliğimiz olmalı! Aksi halde siyasi sonumuzun gelmesi kaçınılmaz bir gerçek! Maddi ve manevi yangınların söndürülmesinde ve her işte başarılı olmanın olmazsa olmaz şartı; Emanet, Ehliyet, Liyakat, Meşveret, Uhuvvet ve Sadakat ilkelerine uyan hasbi kadrolarla çalışmaktır! Yani ''adama iş değil işe adam'' ilkesinden asla taviz vermemektir!\" yorumunu yaptı. 

\n\n

Af çağrısı da yapan Yılmaz, \"Ayrıca din istismarıyla ve uyduruk rüyalarla aldatılan cezaevlerinde vardiyalı yatmaya devam eden çoğunluğunu hanımların oluşturduğu 'ibadet bölümü' dediğimiz mahkûmlara da mutlaka af çıkarılarak devlet millet kaynaşması yeniden sağlanmalıdır!\" dedi. 

\n\n

Yazının tamamı için tıklayın.

\n\n

TIKLAYIN - HÜDA PAR'dan açıklaması: Daha ahlâki bir düzenlemeye gidilmeli, erkeğin de mağdur olmasına mahal verilmemeli

\n\n
\n

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir