resimli atasözleri ve hikayeleri / Atasözü Hikayeleri, atasözleri öyküleri oku nelerdir | Çokbilgi.com - Türkçe ve Edebiyat Güncesi

Resimli Atasözleri Ve Hikayeleri

resimli atasözleri ve hikayeleri

Atasözü Hikayeleri / Öyküleri

atasözü hikayeleriAtasözleri hikayeleri, tıpkı deyim hikayeleri gibi çok eski zamanlarda gerçekten yaşanmış veya öyle rivayet edilegelmiştir. Eski zamanlarda insanların karşılaştığı olaylar, içinde bulunan durum karşısında söylenen zekice, özlü ve mecazlı sözler kalıplaşarak insanların sıkça kullandıkları sözler hâline gelmiştir. Bu hikâyeleryakıştırma da olabilir; nitekim efsanevi konuların doğruluğu tartışmaya açıktır. Fakat yakıştırma bile olsa, bu hikayeler dikkate değerdir.

Aşağıda bazı işlek (çok kullanılan) deyimlerin hikayeleri verilmiştir. Daha fazla deyim veya atasözü hikayesi için Prof. Dr. İskender Pala'nın "İki Dirhem Bir Çekirdek" adlı kitabından yararlanabilirsiniz.

Parayı Veren, Düdüğü Çalar

Bir gün Nasrettin Hoca pazara giderken çocuklar etrafını almışlar. Hepsi birer düdük ısmarlamış, ama para veren olmamış. Hoca çocukların tümüne olumlu cevap vermiş:

- Peki, olur...

Çocuklardan yalnız biri, elinde para olduğu halde, Hoca’ya şunları söylemiş:

- Şu parayla bana bir düdük getirir misin?

Hoca akşama doğru pazardan dönmüş. Yolunu bekleyen çocuklar hemen Hoca’nın etrafını sararak düdüklerini istemişler. Nasrettin Hoca, cebinden bir düdük çıkarıp kendisine para veren çocuğa uzatmış. Ötekileri bağırmaya başlamışlar:

- Ya bizim düdükler nerede ?

Hoca’nın cevabı kısa ve anlamlı olmuş:

- Parayı veren düdüğü çalar.

Vermeyince Mabud, Neylesin Sultan Mahmud?

Derler ki, Sultan Mahmut’lardan birine kısmeti bağlı bir adamdan söz etmişler. Sultan adamı bir de kendisi denemek istemiş. Bir koca tepsi baklava yaptırmış. Üst tabakadan başka tepsinin her tarafına görünmeyecek şekilde altın dizdirmiş. adamını gönderip ona tepsiyi birinin bir adağı diyerek kısmetsiz şahsa vermesini ve şahsı takip etmesini emretmiş. Adamımız tepsiyi almış. Yolda bir tanıdığına rastlamış. İkisinin de olaydan haberi yok. Adamımız hikayeyi anlatınca, "Senin." demiş tanıdığı gerçek bir hayırseverlik duygusuyla, “Baklavadan çok paraya ihtiyacın var. al şu iki altını, sat tepsiyi bana.” Teklif adamımızın da işine gelmiş ve tepsiyi satmış.

Sultan hikayeyi duyunca “Fesüphanallah!” demiş. Adamına adamımızın her gün geçtiği köprünün her gün geçtiği tarafına o gelmeden hemen önce altın dizmesini ve kenara çekilip izlemesini emretmiş. Adamımız köprüye gelince “Ya!” demiş, “Hep aynı taraftan geçiyorum, bu gün de diğer taraftan geçeyim, bir değişiklik olsun.” demiş. Sultan hikayeyi duyunca, “Ya hazreti pir!” demiş. Adamımızı yaka paça beylik arazilerden birine getirmelerini emretmiş. Getirmişler. Adam korkudan tir tir titrerken ona bir kasnak verilmesini emretmiş ve adamımıza, “Bu kasnağı atabildiğin kadar uzağa atacaksın. En son durduğu yere kadar olan arazi senin olacak.” demiş.

Adamımız kasnağı savurmuş. Kasnak havada bir yay çizip gelmiş ayaklarının dibinde durmuş. Sultan “Ya malik el mülk!” diye haykırmış, “Getirin onu! doğruca hazineye gitmiş. Adama bir kürek verilmesini emretmiş. “Küreği daldır, ne gelirse senindir.” Adam korku ve heyecandan küreği ters daldırmış ve gele gele bir metelik gelmiş. Sultan “kısmeti bağlı” olmanın ne demek olduğunu anlamış böylece.

Raviyan-ı ahbar, nakilan-ı esrar zikr idürler kim vermeyince mabut, neylesin Sultan Mahmut meselini dahi şol sultan irad buyurmuştur.

Ölme Eşeğim Ölme

Bir kış, neredeyse adam boyu kar yağmış. Aylarca bir toplu iğne başı kadar bile toprak görünmemiş. İnsanlar burunlarını dahi dışarıya çıkaramamış. Hazıra dağ dayanmaz hesabı, halkın yiyeceği de tükenmeye başlamış. İnsanlar lokmalarını sayar hâle gelmişler. Kıtlık sadece insanları değil hayvanları da vurmuş; bir deri bir kemik kalmışlar.

Hoca’nın emektar eşeği de kıtlıktan fazlasıyla nasibini almış; günden güne kötülemiş. Elinde avucunda bir şey kalmayan Hoca, eşeğin kulağına bir umut eğilip:

- Ölme eşeğim ölme, demiş, yonca bitecek. Sen de yersin ben de!

Tencere Yuvarlanmış Kapağını Bulmuş

Bir zamanlar Şenn adında çok zeki ve bilgili bir adam yaşamaktaydı.Bu adam bir gün kendisi gibi bilgin ve akıllı bir kız bulup evlenmek için atına atlayıp yola çıktı.Yolda bir adama rasladı.Adam köyüne gidiyordu.Şenn de adama katılıp birlikte yolculuk etmeye başladılar. Şenn adama sordu:

- Ben mi seni yükleneyim, yoksa sen mi beni yüklenirsin?

Adam:

- Bu nasıl söz?İkimiz de atlıyken birbirimizi nasıl yükleniriz?” diye yanıt verdi.

Biraz ilerleyip köye yaklaştıklarında, Şenn biçilmiş ekinleri görünce tekrar sordu:

-Bu ekinler yenmiş mi yenmemiş mi? Adam iyice sinirlendi:

-Be cahil adam! Ekini saplarıyla görüyorsun da yenip yenmediğini mi soruyorsun?

Köye varınca da bir cenazeye rastladılar. Şenn yine sordu:

- Bu tabutun içindeki ölü mü, yoksa diri mi?

Adam öfkeyle yüzünü çevirdi ve "Senin gibi tuhaf ve cahil bir adam görmedim!" diye çıkıştı. Adamcağız, sorularına bir anlam veremediği bu yol arkadaşını o gün evinde konuk etti.Evde Tabaka adında bir kızı vardı.Kız babasına konuğun kim olduğunu sordu.Adam da onun kendisine sorduğu aptalca soruları sıraladı ve pek tuhaf bir adam olduğunu söyledi.Fakat kız “Baba, o adam tuhaf değil” dedi.”Birinci sorusu,’Ben mi söze başlayayım sen mi?’ demektir.İkincisi, ‘Ekin sahipleri onun parasını yemişler mi acaba?’, üçüncüsü de,’Acaba bu ölü kendi adını yaşatacak evlat bırakmış mıdır?’ demektir.

Bunun üzerine adam, Şenn’in yanına dönüp soruların yanıtını aktardı.Şenn ise, “Bu sözler senin değil.Sahibini açıklar mısın?” deyince, adam kendi kızı olduğunu söyledi. Şenn , “Ben işte böyle bir kız arıyordum.” diyerek onunla evlenmek istedi. Anne babasının da rızasıyla Tabaka ile evlenen Şenn, kızı alıp ailesine götürdü.Çevre halkı da bu evlilik karşısında, “Vafeka şenn tabaka.”, yani “Kap kapağına uygun düştü.” dediler.Çünkü “Şenn” su kabı, “Tabaka” ise kapak anlamındadır. Türkçemizde ise bu söz, “Tencere yuvarlandı, kapağını buldu.” atasözüne dönüşmüştür.

İki Dirhem Bir Çekirdek

Keçiboynuzunun Yunanca adı "keration", İngilizcede "carob", Arapçada "kırrıt"tır. Keçiboynuzunun tohumu yıllarca elmas ölçmek için kullanılmış. Elmaslar,keçiboynuzu tohumları ile tartılıp satılırmış. Bu nedenle keçiboynuzu,kırat veya karat dediğimiz ölçü birimine isim babalığı yapmış.

Prof. Dr. Aydın Akkaya açıklamasına göre; Keçiboynuzu çekirdeği doğada ağırlığı değişemeyen bir tohumdur. Tohumlu bitkilerden yalnız keçiboynuzu uzun süre suda bekletildikten sonra filiz verebilir.Bu,hem çok kuruduğu ve meyvesinden çıktıktan sonra son ve sabit ağırlığını aldığı için hem de içine su alması ihtimalinin çok az ve çok uzun süreye bağlı olduğu içindir.

Bu sebeple Araplar,Selçuklular, Osmanlılar dönemlerinde ağırlık ölçüsü olarak kullanılmıştır. Dört tanesi bir dirhem eder. Dirhem 3 gr. ağırlığa eş kabul edilir. Satıcı, iki dirhemlik bir şey satarken (sekiz çekirdek) deyip,buda benim ikramım olsun derse, müşterinin saygın ve itibarlı olduğunu gösterirmiş. Çok şık ve gösterişli giyinen kişilere ‘’iki dirhem bir çekirdek‘’ denmesinin kökü buymuş.

Saman Altından Su Yürütmek

Vaktiyle köyün birinde ahalinin tarlaları ve meyve sebze bahçelerini suladığı bir su kaynağı varmış. Bu kaynak köyün ortak malıymış. Civarda başkaca su kaynağı olmadığından bütün köylü arazisini bu kaynaktan nöbetleşe sıra ile sularmış. Kimin ne vakit, ne kadar su kullanacağı belliymiş ve herkes kendi sırasını takip eder, komşularının hakkına da saygı gösterirmiş.

Ancak her köyde olduğu gibi bu köyde de açıkgöz bir adam varmış. Sebze bahçesi su kaynağının hemen yakınında bulunan bu adam,herkes gibi sırası geldiğinde gider, kaynaktan suyunu alırmış ama bununla yetinmeyip kaynak ile bahçesi arasına gizli bir su yolu kazmış.Kimseler farketmesin diye de su yolunun üzerini taşla tahtayla kapatıp üstüne de saman balyaları yığmış. Su , diğer vakitlerde bu saman altından aka aka açıkgözün tarlasına kadar gidermiş.

Yaz ortasında herkesin tarlası susuzluktan yanıp kavrulurken, onun ki fidanların boy üstüne boy attıkları, yemyeşil bir halde olurmuş.Üstelik bostanın ortasındaki sulama havuzu da, her zaman silme doluymuş. Köylüler “Bu işin içinde bir iş var.” diyerek araştırmışlar ve kısa bir süre sonra da bu uyanığın saman altından su yürüttüğünü farketmişler. Sonuç olarak bu deyim gizlice iş görmek, kimselere farkettirmeden işler çevirmek anlamında kullanılır.

Lafla Peynir Gemisi Yürümez

Rivayete göre bir zamanlar İsatnbul’da, Edirneli Aksi Yusuf adında bir peynir tüccarı var imiş. Madrabaz ve cimri birisi olup Trakya’dan getirttiği peynirleri İstanbul’da satar, artanını da deniz yoluyla İzmir’e gönderirmiş. İzmir’de peynir fiyatları yükseldikçe elinde ne kadar mal varsa gemilere yükletir ama navlunu peşin vermek istemeyerek, kaptanları yalanlarıyla oyalar durur, “Hele peynirler sağ salim varsın, istediğin parayı fazlafazla veririm.” diye vaatlerde bulunurmuş. Birkaç kez aldanan tüccar gemi kaptanlarından birisi, yine İzmir’e doğru yola çıkmak üzere iken diklenmiş:

-Efendi tayfalarıma para ödeyeceğim. Geminin kalkması için masarifim var. Navlunu peşin ödemezsen Sarayburnu’nu bile dönmem.

Aksi Yusuf her zamanki gibi:

- Hele peynirler salimen varsın… demeye başlar başlamaz gemici.

- Efendi, lafla peynir gemisi yürümez. Buna kömür lazım, yağ lazım.

Aksi Yusuf parayı ödemiş. O gün akşama kadar şu bir tek cümleyi sayıklayıp durmuş.

- Lafla peynir gemisi yürümez atasözü günümüze kadar ulaşmış.

Çıkar Ağzındaki Baklayı

Zamanında çok küfürbaz bir adam yaşarmış. Sonunda kendine yakıştırılan küfürbazlık ününe dayanamaz duruma gelmiş. Soluğu bir bilgenin yanında almış, ondan akıl danışmış. Her kızdığım konu karşısında küfretmek huyumdan kurtulmak istiyorum demiş. Adamın içtenliğini görünce bilge ona yardımcı olmaya karar vermiş. Bakkaldan bir avuç bakla tanesi getirtmiş ve bunları ‘küfürbazlık’tan kurtulmak isteyen adamın avucunun içine koydu.

Şimdi bu bakla tanelerini al, birini dilinin altına, ötekilerini cebine koy demiş. Konuşmak istediğin zaman bakla diline takılacak, sen de küfürden kurtulma isteğini anımsayıp o anda söyleyeceğin küfürden vazgeçeceksin. Bakla ağzında ıslanıp da erimeye başlayacak olursa cebinden yeni bir bakla çıkarırsın, dilinin altına onu yerleştirirsin. Adamcağız bilgenin dediğini yapmış. Bu ara da bilgenin yanından da ayrılmamaya çalışıyormuş. Yağmurlu bir günde birlikte bir sokaktan geçerlerken bir evin penceresi hızla açılmış ve genç bir kız başını uzatmış, seslenmiş:

Bilge efendi, biraz durur musun? demiş ve pencereyi kapatmış. Bilge söyleneni yapmış ama sicim gibi yağan yağmur altında iliklerine değin ıslanmış. Sığınacak bir saçak altı da yoktur. Üstelik niçin durdurulduğunu henüz bilmemektedir ve kız da pencereden kaybolmuştur. Bir ara evin kapısına varıp kızın ne istediğini sormak geçmiş içinden fakat tam kapıya yöneleceği sırada kız tekrar pencerede görünmüş ve aynı isteğini yinelemiş:

- Bilge efendi, lütfen birkaç dakika daha bekler misiniz?

Bilge içinden öfkelenmiş ama kızın isteğini de yerine getirmiş. Fakat yanındaki eski küfürbaz adam, kendini zor tutuyormuş. Bu arada yağmurun şiddeti gittikçe artıyor, bilge de, adam da, vıcık vıcık ıslanıyorlarmış. Bir süre sonra pencere açılmış ve kız yine seslenmiş:

- Gidebilirsiniz artık! demiş.

Bilge bu durumu çok merak etmiş ve sormuş:

- İyi de evladım bir şey yoksa bu yağmurun altında bizi niçin beklettin?

Penceredeki kız, bu soruyu pek umursamamış:

- Efendim, sizi elbette bir nedeni olmadan bekletmiş değilim demiş ve bekletme nedenini şöyle açıklamış:

Tavuklarımızı kuluçkaya yatırıyorduk. Yumurtaları tavuğun altına koyarken bir kavuklunun tepesine bakılırsa piliçler de tepeli olur, horoz çıkarmış. Annem sizi sokaktan geçerken görünce hemen yumurtaları kuluçkaya koydu ve yumurtaları tavuğun altına yerleştirene değin sizin pencerenin önünden ayrılmamanızı istedi.

Saygısızlığın böylesi karşısında bilgenin de tepesinin tası atmış. Yanındaki ‘eski’ küfürbaza dönmüş ve şöyle demiş;

- Hak ettiler bu ana kız demiş. Çıkar ağzından baklayı!

Dostlar Alışverişte Görsün

Nasreddin Hoca bir zamanlar yumurtacı esnaflığına soyunmuş. Ne var ki, on para saydığı yumurtayı dokuz paraya satıyormuş. Bakmışlar, Hoca iflas edecek.

- "Ne yapıyorsun Hocam?", demişler, "Bu külliyen zarar; artık alıp eksik satıyorsun."

Hoca: "Sağ olun dostlarım." demiş, "Ben yaptığımı biliyorum; dostlar alışverişte görsün."

Resimli Atasözleri ve Deyimler
https://www.kitapberlin.com/resimli-atasozleri-ve-deyimler
Resimli Atasözleri ve Deyimler
7 kitaptan oluşan Minik Kitaplar Serisi, Mavi Uçurtma Yayınları'ndan çıktı. Bu kitaplar küçük boyutları ve uygun fiyatları ile öne çıkıyor. Bununla birlikte özenle hazırlanmış bol resimli yapıları ve kısa ama öz ve eğitici içerikleri ile dikkat çekiyorlar. Bu kitaplardan biri olan Resimli Atasözleri ve Deyimler kitabı, çocukların yaşları göz önüne alınarak, ahlâkî öğretileri güçlü ve özenle seçilmiş 100 atasözü ve 100 deyimden oluşuyor. Bunlardan 52 atasözü ve 52 deyim için ayrı birer resim çizdirildi. Atasözleri ve deyimlerin ne için kullanıldığını açıklayan kısa birer cümle de çocukların atasözlerini daha iyi anlamalarını ve öğrenmelerini kolaylaştırmak için eklendi. Çocukların sıkılmadan okuyacağı bu eser, onların ahlaki ve kültürel gelişimine katkıda bulunacak.
  • Açıklama
    • 7 kitaptan oluşan Minik Kitaplar Serisi, Mavi Uçurtma Yayınları'ndan çıktı. Bu kitaplar küçük boyutları ve uygun fiyatları ile öne çıkıyor. Bununla birlikte özenle hazırlanmış bol resimli yapıları ve kısa ama öz ve eğitici içerikleri ile dikkat çekiyorlar. Bu kitaplardan biri olan Resimli Atasözleri ve Deyimler kitabı, çocukların yaşları göz önüne alınarak, ahlâkî öğretileri güçlü ve özenle seçilmiş 100 atasözü ve 100 deyimden oluşuyor. Bunlardan 52 atasözü ve 52 deyim için ayrı birer resim çizdirildi. Atasözleri ve deyimlerin ne için kullanıldığını açıklayan kısa birer cümle de çocukların atasözlerini daha iyi anlamalarını ve öğrenmelerini kolaylaştırmak için eklendi. Çocukların sıkılmadan okuyacağı bu eser, onların ahlaki ve kültürel gelişimine katkıda bulunacak.
  • Yorumlar
    © 2023 www.kitapberlin.com Tüm hakları saklıdır.

    nest...

    oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır