fatih hasan 1453 ilahileri / Peygamber Müjdesine Mazhar Olan Fatih Sultan Mehmed Han ve İstanbul'un Fethi

Fatih Hasan 1453 Ilahileri

fatih hasan 1453 ilahileri

"Kostantiniyye Muhakkak Fetholunacaktır.
Onu Fetheden Kumandan Ne Güzel Kumandandır, Onu Fetheden Askerler Ne Güzel Askerlerdir." (Ahmed bin Hanbel)

 

"İmtisâl-i câhidû fillâh oluptur niyyetüm
Din-i İslâm'ın mücerred gayretidür gayretüm."
Fâtih Sultan Mehmed

 

29 Mayıs İstanbul'un fethi sebebiyle; Fâtih Sultan Mehmed Hân'dan, gayesinden ve Allah için yapılan mücadele sonucu İstanbul'un fethinden kısa ve öz olarak bahsedip, tüm ecdadımızı rahmet ve minnetle bir kez daha anmaya vesile olması gayesiyle arz ediyoruz:

 

Fâtih Sultan Mehmed Hân:

Muhammed Sûre-i şerif'ini okurken oğlunun doğum müjdesini alan Gazi Murad Hân, adını Mehmed koydu, devrinin en değerli âlimlerinin elinde yetişen Sultan Mehmed 19 yaşında hükümdar oldu. Osmanlı hükümdarları içinde hem en dâhi asker, hem en güzide devlet adamı, hem de en büyük âlim olanıdır. Akşemseddin Hazretleri ve Molla Güranî Hazretleri gibi zâtların dizinde yetişmiştir. Yaratılıştan sahip olduğu kabiliyet bir yana, babasının yanında büyük meydan muhaberelerine katılmış, tam bir askerlik tecrübesi elde etmişti.

Osmanlı topraklarına saldıran Karaman beyini cezalandırdıktan sonra, ilk iş olarak İstanbul'un fethi hazırlıklarına başladı. Bizansı ortadan kaldırmayı kafasına koymuştu. Projesini bizzat kendisinin yaptığı Rumelihisarı denilen azametli kale dört ayda bitirildi. Asya kıyısında Yıldırım'ın inşâ ettirdiği Anadolu hisarı vardı, böylece boğaz kesilmiş oldu.

Kışı Edirne'de geçirerek savaş hazırlıkları yaptı. Ortaçağ insanının hafsalasının alamayacağı azamette, iki tonluk gülle savurabilen, iki bin asker tarafından çekilen muazzam toplar döktürdü. 6 Nisan 'de muhasara başladı. 22 Nisan gecesi yetmiş parçalık donanma Kasımpaşa sırtlarından kaydırılarak Haliç'e indirildi. Sultan Mehmed'in karadan gemi yürütmesi akıllara durgunluk vermişti. 29 Mayıs günü sabah namazını müteakip yapılan duâdan ve hükümdarın hitabesinden sonra yapılan nihai taarruzda İstanbul fethedildi.

Osmanlı bayrağını Topkapı üzerinde gören ve o andan itibaren Fâtih ünvanını alan Sultan Mehmed, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in müjdesine mazhar olmanın verdiği sevinçle atından inip yere kapandı ve Allah-u Teâlâ'ya hamd ve senâda bulundu.

Resulullah Aleyhisselâm Fetih'ten sekiz yüz sene kadar evvel bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştu:

"Kostantiniyye muhakkak fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır, onu fetheden askerler ne güzel askerlerdir." (Ahmed bin Hanbel)

İlk Osmanlı hükümdarı Osman Gazi'nin evlât ve ahfâdına bir buçuk asır öncesinden bir de vasiyeti vardır:

"İslâmbol'u aç gülzar yap!" buyurmuştur.

Sebe sûre-i şerif'inin Âyet-i kerime'sinde geçen: "Beldetün Tayyibetün" sözü ebced hesabı ile Hicrî olan İstanbul'un fethine tarih düşürülmüştür.

İstanbul'u fethettiğinde Fâtih Sultan Mehmed 21 yaşında idi. Otuz yıllık hükümdarlığı sırasında yirmiden fazla devleti ve bu arada iki imparatorluğu tarih sahnesinden silmiş, topraklar kendisinden bir asır sonra yirmi milyon kilometre kareye ulaşmıştır.

Devrinde üç yüz sekiz cami yapılmış, büyük âlimler yetişmiş, mühim eserler yazılmıştır. Fâtih, her sene en son keşiflere göre ordunun silâhlarını yeniletmiş, ikinci derecede bir deniz kuvveti olarak teslim aldığı donanmayı, dünyanın birinci deniz kuvveti haline getirmiştir.

Ortaçağ'ı kapatarak Yeni Çağ'ı açan Fâtih Sultan Mehmed Hân, güya ihtida edip Yakup Paşa adını alan Venedikli bir yahudi tarafından zehirlenerek şehid edilmiştir. Vefat ettiğinde kırk dokuz yaşında idi ve nereye yapılacağını kendisinden başka kimsenin bilmediği bir sefere çıkıyordu.

Fâtih Sultan Mehmed Hân, hıristiyan mimarla, muhakeme esnasında gayri ihtiyari bir adım önde bulunmuştu. Bunu gören kadı Hızır Efendi; "Beyim geç şuraya hasmının yanında dur." diyerek kendilerini ikaz etmişti. Fâtih Sultan Mehmed döneminde, cami yapmak amacıyla arsası elinden alınan bir kişinin kadıya müracaat etmesi sonucu, kadı Fâtih Sultan Mehmed'i suçlu bulmuştu. Adama arsası iâde edildi.

 

İşte Fâtih'in Gâyesi!..

Tursun Bey'in "Târîh-i Ebu'l-Feth"inde kaydedildiğine göre; Fâtih Sultan Mehmed Hân Trabzon üzerine sefere çıktığında, şehre arkadan ulaşmak için ordusuyla birlikte dağlık ve ormanlık bir araziden geçiyordu. Yol geçişe uygun olmadığından, bazen baltacılar önden yol açıyorlardı. Yolun hiç bulunmadığı kayalık ve dağlık bir yerde, Fâtih Sultan Mehmed Hân'ın atı kaydı ve sarp bir yere doğru yuvarlandı. Fâtih, o an bir kayaya tutunmaya çalışırken elleri sıyrıldı ve kanamaya başladı.

Trabzon Rum imparatorluğu ile akrabalık bağı kurmuş olan Uzun Hasan, daha önce annesi Sâra Hâtun'u, bu seferden vazgeçmesi için Fâtih'e elçi olarak yollamıştı. Fâtih'in içine düştüğü bu zor ve kötü durumu fırsat bilen Sâra Hâtun, tam zamanı olduğunu düşünerek;

"Ey oğul! Hân oğlu hansın, bir ulu hükümdarsın! Trabzon gibi küçük bir kal'a için bunca meşakkat niye?" dedi. Elleri sıyrıklarla dolu olan Fâtih, o an güçlükle doğruldu ve Sâra Hâtun'a hayretle bakarak şöyle dedi: "Ey koca analık! Bilmez misin ki, elimizde tuttuğumuz dîn-i İslâm'ın kılıncıdır? Sen zanneyleme ki, bizim çektiğimiz bunca zahmetler, kuru bir toprak parçası içindir. Bilesin ki, bütün gayretlerimiz Allah'ın dinine hizmet ve insanların hidâyete kavuşmasına vesîle olmaktır. Yarın huzûr-u Hakk'a vardıkda, yüzümüz kara olmasın diyedir. Elimizde İslâm'ı teblîğ ve ta'zîze imkân varken, zahmete katlanmayıp da ten rahatını tercîh edersek, bize gâzî denmesi yalan olmaz mı? Ehl-i küfrün üzerine İslâm'la gitmez, onların azgınlıklarına mânî olmaz isek, huzûr-i ilâhîye hangi yüzle çıkarız?!." (Târîh-i Ebu'l-Feth) Bu zâtlar böyle idi, eğer sen de bu zâtların torunu isen yolunda bulunman lâzım.

 

Onlar Allah İçin ve Allah Yolunda Çalıştılar:

On dördüncü asrın başında kurulan Osmanlı Devleti dünya tarihinde eşi ve emsali görülmemiş bir yapıya sahipti. Asr-ı saâdet ve Hulefa-i râşidîn devirlerinden sonra hak ve adalette çok dikkatli, İslâm ve ehl-i sünneti yaşamaya çok riayetli idi.

Dünya tarih sahnesinde yüzyıllar boyunca hüküm sürüp, müstesna yeri olan Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa, Asya ve Afrika'da İslâm dininin yayılması için büyük bir aşk ve şevkle mücadele ve mücahede etmiş, kuruluşundan yıkılışına kadar İslâmiyet'in bayraktarlığını yapmıştır. Zaten bu imparatorluğun bu kadar muazzam ve muhteşem oluşu, hizmet ettiği gayenin ilâhî oluşundan kaynaklanmaktadır. Allah-u Teâlâ, Osmanlılar'dan İslâm'ı âli kılma niyetlerini muhafaza ettikleri sürece maddî ve manevî desteğini eksik etmemiştir. Başlangıçta bir beylik iken çok kısa zamanda imparatorluğa dönüşen Osmanlılar gerek zamanının gerekse günümüzün tarihçi ve ilim adamlarının dikkat ve hayranlığını celbetmiştir.

Osmanlı Beyliği daha kuruluşundan itibaren adli, askeri, mali kısaca bir bütün olarak devlet teşkilatına büyük önem vermiştir. Devlet çarkının muntazam işlemesi Osmanlılar'ın muvaffakiyetinin sebeplerini hazırladı. Fakat bu zahiri sebepler cihan imparatorluğu olan Osmanlılar'ın muhteşem yükselişinin ana sebebi değildi. Osmanlılar kendilerine rehber olarak yalnız Kur'an-ı kerim ve Sünnet-i seniyye'yi almışlardı. Kur'an ve Sünnet düsturlarını ve emirlerini yerine getirmeyi toplum ve devlet olarak niyet ve hedef edinen bu âli insanların başarısının gerçek sebebi işte budur.

Bu uğurda yaşadıklarından dolayı onlar için yaşam da, ölüm de birdi. Onlar İslâm'dan uzak ve şerefsizce yaşamaktansa ölümü tercih ediyorlardı. Madde, makam, mevki ve nam uğruna yaşamadıkları, Allah rızâsını gaye edindikleri için Allah-u Teâlâ'nın desteğini de devamlı beraberlerinde buluyorlardı.

Bunun yanında Osmanlılar her zaman Evliyâullah Hazerâtı'nın ve hakiki ilim adamlarının duâ ve himmetlerini almaya ihtimam göstermişlerdir. Şeyh Edebali Hazretleri'nden başlayan bu silsile Akşemseddin Hazretleri ile doruğa çıkmış, Aziz Mahmud Hüdâi Hazretleri, Yahya Efendi Hazretleri ile devam etmiştir. Allah-u Teâlâ'nın sevgili, veli kulları olan bu zâtlar hürmetine, birçok belâ Osmanlı İmparatorluğu üzerinden kaldırılmış ve pek çok zafer ihsan edilmiştir. Bunlar Osmanlı Devleti'nin bir nevi mânevî padişahlarıdır.

Müesseselerini, cemiyetin çeşitli ihtiyaçlarına cevap verebilecek şekilde kuran Osmanlılar, ilim, sanat, imar ve ictimai yardım faaliyetlerine önem vermişlerdir. Vakıflar, cami, medrese, kütüphane, han, hamam, kervansaray, çeşme, sebil, köprü, yol, şifahane, aşhane yapmışlar, ırk ve din gözetmeksizin her muhtaca yardımda bulunmak suretiyle medeniyetin en üstün seviyesine çıkmışlardır.

Osmanlılar'ın İslâm dininden feyz alıp kemâlleşen şahsi ve devlet ahlâkı fethettikleri yerlerde yaşayan gayr-i müslim halkın şaşkınlık ve hayranlığını celbetmiştir. Kendi dindaşlarının yönetiminde bulamadıkları huzur ve sükunu Osmanlı Devleti'nin hakimiyeti altında yakalamışlardır. İslâm'ın bahşettiği adalet, eşitlik, cesaret, hayırseverlik, merhamet, doğruluk ve dürüstlük prensipleriyle yüzyıllarca cihana İslâm nurunu yaymışlardır.


  ÖncekiSonraki  

İletişim


Eğer Sultan Olmasaydım, Ulubatlı Hasan Olmak İsterdim

Ulubatlı Hasan (Uluabat, Karacabey, Bursa; d. - ö. 29 Mayıs ; İstanbul), İstanbul'un fethi sırasında Bizans surlarına ilk sancağı diken tımarlı sipahi.

Bizans tarihçisi Phrantzes'in anlatışına göre, Türklerin 29 Mayıs Salı günü sabaha karşı Edirnekapı ile Topkapı arasında umumi bir hücüm başlattıklarını ve savunmanın temel direği olan Venedikli General Giustiniani'nin yaralanıp cepheyi terketmesi üzerine Türk askerlerin heyecana gelmesi ve Fâtih'den gelen Topkapı Surlarına tırmanılması emrinin alınmasıyla birlikte Uluabatlı Hasan isimli küçük rütbeli ve genç bir asker veya subay, maiyyetindeki 30 askerle beraber, Osmanlı bayrağını surlara dikmişlerdir.

Bizdeki bazı kaynaklarda ise olay şöyle anlatılır;
Ulubatlı Hasan, fetih günü ön saflarda yer almak ve İstanbul&#;a ilk girmek için bizzat Fatih Sultan Mehmet Han&#;dan özel izin isteyen yiğitlerden biridir. İstanbul&#;un fethinde, ordunun cesaretinin doruk noktaya erişmesinde, onun düşman safları arasına, elinde bayrak olarak dalması ve surlara dikmesi, gönüllerde fethin meşalesinin yanmasına vesile olmuştur.

&#;Osmanlı ordusu 29 Mayıs Salı günü sabaha karşı Edirnekapı ile Topkapı arasında umumi bir hücum başlatmışlardır. Savunmanın temel direği olan Venedikli General Giustiniani&#;nin yaralanıp cepheyi terk etmesi Müslüman askerleri heyecana getirmesi ve Fatih&#;ten dördüncü saf Osmanlı askerinin de Topkapı surlarına tırmanması emrini almasıyla birlikte Ulubatlı Hasan, maiyetindeki 30 askerle beraber, Osmanlı bayrağını surlara dikmişlerdir. Nitekim beraberindeki 30 kişiden, atılan ok ve ateşlerle, 18&#;inin şehit olduğu gelen nakiller arsındadır.&#;(bilgi;Osmanlı araştırmalar vakfı )

Şöyle ki;
Ulubatlı Hasan surlara tırmanmadan gece önce Otağ-ı Hümayün (Padişah Çadırı) nda Padişah çok güzel bir dua etmiştir Dışarıdan bir amin sesi gelmiştir[kaynak belirtilmeli]. Bunun üzerine II. Mehmed amin diyen kişinin bulunmasını istemiştir. Bu da Uluabatlı Hasan'dır. Neden Otağ-ı Hümayün e bu kadar yakında olduğu sorulunca oda ilk saldıranlar arasında olmak istediğini ama kumandanının izin vermediğini söylemiş. Padişahın izni ile en ön safa geçmiştir ve en ön saflarda yer alıp kahramanca savaşmıştır

Çok genç yaşta şehitlik rütbesini kazanan Ulubatlı Hasan'ın vücuduna 27 ok saplanmıştı. Arkadaşları bu okları çıkardılar ve bu mübarek şehidi Fatih'in huzuruna götürdüler. Fatih Sultan Mehmet Han, dua ettikten sonra şöyle demiştir: "Ulubatlı Hasan'ım! Ne kadar şanlısın. Eğer sultan olmasaydım, Ulubatlı Hasan olmak isterdim!"


Osmanlı Tarihi

monash.pw

Bahattin Demiray

“Ya İstanbul beni alır, ya ben İstanbul'u alırım” diyen İstanbul'un Fatihi, Fatih Sultan Mehmet Han'ı ve Askerlerini Fethin yılında rahmetle ve dualarla anıyoruz.

Ruhları şad, makamları cennet olsun.

29 Mayıs İstanbul'un fethi kutlu olsun.

Peygamber efendimizin müjdesi ne mazhar olarak gerçekleşen, İstanbul'un Fethi'nin heyecanını yaşıyoruz.

Fetih, bir işgal olayı değildir. Tagutu düzenlere ahlaksızlığa yolsuzluğa hırsızlığa ve haksızlığa, ideolojiye malayaniliklere faydasız amaçsız gayesiz yaşama son vermek ve de Tüm insanlığı sevgi ve özgürlük ülkesine taşıma arzusudur. Mutluluğa kanat açmaktır. Kilitli gönüllerin açılması, fetih ile gerçekleşir. Zaten fetih de “açma”, “başlatma” anlamlarına geliyor. Fedai olmadan fetih olmaz. Can feda etmeden İslam yayılmaz. Uğrunda ölünebilen davalar ebedî olarak yaşar.

Fetihten önce 22 kere kuşatılmış, bu kuşatmanın 11'i Müslümanlar, 11'i ise diğer kavimler tarafından gerçekleştirilmiştir. Mekke'den Medine'ye Hicret'i sırasında, tüm Medineli Müslümanlar Yüce Rasülümüze kucak açmışlar, bir yandan “Ay doğdu üzerimize Veda Tepesi'nden” diye ilahiler okurken, bir yandan da, her biri kendi evlerinde misafir etmek istemişlerdi. Peygamber Efendimiz de hiç kimseyi kırmamak için “devesinin çöktüğü yerde” misafir olmak istediğini belirtmişti. Devesi “Ebu Eyyub el-Ensarî” (Halid bin Zeyd) isimli fakir bir sahabenin evinin önünde çökmüş ve bu büyük sahabe, Efendimizi 7 ay evinde misafir etme şerefine mazhar olmuştur.

Ebu Eyyub el-Ensarî ve Müslüman ordusu Peygamber Efendimizin emrine muhatabı olmak için: “İstanbul mutlak fethedilecektir. O'nu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel askerdir.” Sahabe ve Müslümanlar bu müjdeli hadis için harekete geçmişlerdi.

İlk sefer, Hz. Osman zamanında yapıldı. Hz. Osman, bir komutanı başkanlığında bir donanmayı Bizans'a gönderdi. Bu sefer ile hem Bizans donanmasına büyük kayıplar verdirdi, hem de bu sefer İstanbul deniz yollarının Müslümanlara açılmasını sağladı.

İkinci sefer, 'de Emevi Halifesi Muaviye zamanında gerçekleşti. Bu seferde, Peygamber Efendimizi misafir etme şerefini elde etmiş Ebu Eyyub el-Ensarî hazretleri de bulunuyordu. 96 yaşına rağmen Medine'den İstanbul üzerine sefere çıkmakta kararlıydı. Evlatları, torunları, hatta evlatlarının torunları bile vardı. Her biri: “Babacığım, dedeciğim! Sen gitme! Senin yerine biz sefere çıkalım.” demelerine rağmen, O şunları söylüyordu:

- “Hayır! Ben Kur'an-ı Kerim'i okudum. Oradaki cihat ayetlerini ve Fetih Süresi'ni müteala ettim. Peygamber Efendimizin İstanbul hakkındaki müjdesine şahit oldum. Bu sefere mutlaka çıkacağım. “Bu sefere, Ebü Eyyüb el-Ensari yanında pek çok sahabe de katılmıştı. Bu ikinci kuşatmadan da sonuç alınamadı.  Ve Ebü Eyyüb el-Ensarî hazretleri İstanbul önlerinde şehit düşmüştü. O günün şartlarında şehitleri Medine'ye götürmek mümkün olmadığından, şehitleri gizli bir yere gömdüler.

Ayrıca “Ebu Eyyub”un tanınması için bir mermer üzerine “Kabri Eyyüb” yazısını işlemişlerdi. Emevîler, Abbasîler, Yıldırım Beyazıt, Musa Çelebi ve II. Murad'ın yaptığı seferler sonuçsuz kalmış ve sıra ve son kuşatmaya gelmişti. Murat oğlu II. Mehmed'e II. Mehmet daha çocuk yaştan itibaren devrinin en seçkin hocalarının elinde yetişmişti. Kalbine “İstanbul Sevdası” daha küçük yaşta düşmüştü. Çocukluk oyunları bile, İstanbul üzerine kurulmuştu.

Devrinin, Molla Gürani, Molla Hüsrev, Vezir Sinan, Ahmet Paşa, Akşemsettin gibi pek çok alimi, II. Mehmet'e dünyevî ve uhrevî ilimleri talim ettiriyordu. Sekiz yabancı dil öğreniyor, gün geçtikçe ufku açılıyordu.

'de babasının ölümü üzerine Padişah oluyor, ilk iş olarak İstanbul’un Fethi'ni programına alıyordu. Çünkü baştan beri Fetih ruhu ile yoğrulmuştu. Bu anlayışla devrinin teknolojisinden faydalanıyor, askerini bu disiplin içinde eğitiyordu. Bizans'ın geçit vermez surlarını yıkabilecek, 1,5 kilometre uzağa fırlatılabilen 2 ton ağırlığında toplar döktürdü. Ayrıca “Havan Topu”nu icat etti.

Bu sırada Bizans'ın durumu hiç de iç açıcı değildi. Halk ahlaki ve ekonomik çöküntüden bıkmış, Konstantin'in zulmünden yılmıştı. O kadar ki halk “Hristiyan külahı görmektense, Müslüman sarığı görmek daha iyidir.” diyecek duruma gelmişti. Çünkü o dönemde Osmanlı “Adil bir dünya düzeni” kurmayı başarmış, dünyanın hayranlığını kazanmışta.

İstanbul’u fethetmekte kararlı olan II. Mehmet tarihin ilk ağır toplarını döktürdü. Karadan ve denizden kuşatılması gereken bu şehir için her türlü tedbiri aldı. “Ya ben İstanbul’u alırım, ya da İstanbul beni.” diyordu. Ölümü göze alacak kadar kararlı alan bir insanın elinden hiçbir şey kurtulamazdı. Öyle de oldu.

Fatih, düşmanların hayallerinin bile ulaşamayacağı şeyleri “gerçek” haline getirmişti. Donanmayı bir gecede Dolmabahçe'den Haliç'e indirmeyi başardı. Gemileri karadan yürüttü. Hocası Akşemsettin Hazretlerinin izni ve duası ile kuşatmayı başlattı. 53 gün durmadan surlar dövüldü. Geçit vermez surlar delik-deşik oluyordu. Bütün tedbirlere rağmen İstanbul düşmüyordu. Son gece Fatih hocasının yanına geliyor:

-“Hocam, ne olur, artık himmet buyurun da İstanbul'u fethi müyesser olsun.” diye ağlıyordu. Akşemsettin Hazretleri kısa bir uykuya dalıyor, rüyasında “Ebu Eyyüb el-Ensarî'nin kabri gösteriliyordu. Bu fethin müjdecisiydi. Gece yarısı “Talebesini yeniden çağırıyor, 29 Mayıs sabahı için son hücum emrini veriyordu. Bu son hücuma surlar dayanmıyor, İstanbul Osmanlıya teslim oluyordu. Surlara Tevhid Bayrağı’nı dikme şerefi ise Ulubatlı Hasan'ın Genç Ulubatlı, bir ok yağmuruna maruz kalmasına rağmen, azim ve kararlılığından hiç bir şey kaybetmiyor, bayrağı burçlara diktikten sonra şehitlik rütbesine yükseliyordu.

Ulubatlı bir sembol şahsiyetti. Fatih’in ordusunda, Ulubatlı Hasan misali Peygamber müjdesine ulaşmanın aşk ve iştiyakiyle yanıp tutuşan, Anadolu’nun binlerce bağrı yanık delikanlısı bulunuyordu. Her biri genç ve kahramanlıkları destanlaşan yiğitler

Fatih, önde hocası Akşemsettin Hazretleri olduğu halde, coşkulu bir törenle İstanbul'a giriyordu. Bizans halkı ve kadınlar yollara dökülmüş, genç Fatih’i selamlıyor, üzerine çiçekler atarak tebrik ediyorlardı. Başka bir ülkenin tarihinde böyle göz yaşartıcı bir sahneye şahit olabilmek mümkün mü? Çünkü Bizanslılar, Osmanlı'nın zulmetmeyeceğini çok iyi biliyorlardı. Öyle de oldu. Fatih, Bizanslıları dinlerinde serbest bıraktı ve mabetlerine dokunmadı.

Fatih İstanbul’a girerken, yer yer Bizans halkı öndeki “Akşemsettin”i padişah zannediyor, Akşemsettin “hükümdar arkada” işaretini yapınca, Fatih'teki edep, terbiye ve inceliğe bakın ki, şöyle karşılık veriyordu:

“-Evet, hükümdar benim, lakin o da benim Hocam'dır!”

Fetih'ten sonra, başkent, Edirne'den İstanbul’a taşınıyordu. Daha önce Trakya bölgesi fethedildiği için, İstanbul orada kalmış, fetihle birlikte Trakya ile Anadolu arasındaki köprü de kurulmuş oluyordu.

İstanbul'un Fethi, yıkılmaz sanılan Bizans surlarının yıkılabileceğini,  “İmanın yenilmez kaleleri tuzla buz ettiğini” ortaya çıkarmıştı.

Kaos, huzursuzluk ve madde saltanatının hüküm sürdüğü bir dünyada fetih ruhuna o kadar muhtaç ki Fetih anlayışı, insanımıza hız ve hamle gücü kazandıracak, azim ve fedakarlık duygularını canlı tutacaktır.

Millet olarak, genç nesle zafer ve başarılarımızı yeteri kadar anlatabildiğimiz söylenemez. Eğer, Çanakkale, İstanbul, Preveze, Mohaç, Varna gibi zaferlerin birini batılılar gerçekleştirmiş olsaydı, sırf onun için yüzlerce film yapar, bu başarısını yeni nesle anlata anlata bitiremezdi. Nitekim tarihlerindeki basit direniş örnekleri için bunu uyguluyorlar. Bizlere düşen ise “Fatih Ruhunu” genç nesle taşımak ve yaşanmaya değer hayatın ne olduğunu göstermek.

Zaferlerimizi tanıtalım ki, “gençlerimiz inançları uğrunda fedakarlık yapabilme” zevkini tatsınlar.

Kahramanlarımızı tanıtalım ki, her gencimiz “Fatih, Ulubatlı Hasan, Yıldırım, Yavuz, Seyyid Çavuş” olmaya özensin. Fetih bereketiyle, bütün insanlığın yüzü gülsün.

İstanbul'un Fethi'nin Yıl dönümü, tüm milletimiz ve insanlık için hayırlara vesile olsun ve genç nesil “Fetih Ruhundan” mahrum kalmasın. Yeniden Fetih ruhuna uygun gençlerimiz insanımızın olması için dualar edelim. Müslüman Yüce Rabbimiz Türk Milletine de tekrar fetih ruhunu dünyada nice fetihler kazanmayı nasip etsin. Selam ve duayla…

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır