eş şifa ne demek / Ya Şafii ne demek? Eş Şafi esmasının Türkçe anlamı ve fazileti

Eş Şifa Ne Demek

eş şifa ne demek

Şifa nedir, ne demek? Şifa ne anlama geliyor?

Sözlükte “bir hastalığı tedavi etmek, hastayı iyileştirmek” anlamında masdar olan şifâ’ “hastalıktan kurtulma, iyileşme; ilâç” mânasında isim şeklinde kullanılır

Bunların ikisinde (el-İsrâ 17/82; Fussılet 41/44) Kur'an'ın inananlar için, birinde ise (Yûnus 10/57) göğüslerde bulunan hastalıklar için şifa olduğu belirtilir. Son âyette şifa mev'iza, hidayet ve rahmet kelimeleriyle birlikte ve onlarla yakın anlamda kullanılmıştır. Cehalet hastalığına ilâç anlamında ise besâir (cehaleti ve basîret körlüğünü gideren deliller, nurlar; el-En'âm 6/104; el-A'râf 7/203; el-Câsiye 45/20) ve burhan (en-Nisâ 4/174) kelimeleriyle benzer bir kapsama sahiptir. Fiil kipiyle geçtiği Tevbe sûresinin 14. âyetinde "içi ferahlatma, öfke, intikam vb. duyguları teskin etme" mânasındadır. Tefsirlerde kaydedildiğine göre âyet, Hudeybiye Antlaşması'na dayanarak Hz. Peygamber'le ittifak kuran Huzâalılar'a Bekiroğulları'nın antlaşmayı bozarak saldırması ve Kureyşliler'in de onlara yardım etmesi üzerine tecavüzkâr müşriklere karşı müminleri cihada teşvik etmek için inmiştir (Kurtubî, VIII, 87; Süyûtî, ed-Dürrü'l-mens̱ûr, IV, 138). Şifa kelimesi hadislerde de Kur'an'daki kullanımıyla paralellik arzedecek şekilde geçmektedir (Wensinck, el-Muʿcem, "şfy" md.). Şifanın karşıtı olan maraz (hastalık) Kur'an'da genellikle inkâr, şirk, nifak; vehim ve kuşku gibi dinî-itikadî hastalıkları, bir yerde de "şehevî zaaf" anlamında ahlâkî hastalığı (el-Ahzâb 33/12) anlatır. Bedensel hastalıklara ise daha çok marîz (hasta) kelimesi kapsamında işaret edilmiştir. İnanç, düşünce ve karakterdeki sapmayı, bozulmayı ifade eden hastalıkların kaynağı kalb/kulûb ve sadr/sudûr kelimeleriyle belirtilirken itikadî-fikrî ve ahlâkî hastalıklara yakalanmamış ya da yakalandıktan sonra mârifet/yakīn (tevhid) ve tövbe ilâcıyla şifa bulmuş kalpler için "kalb-i selîm" tabiri kullanılır (eş-Şuarâ 26/89). Yûnus sûresinin 57. âyetinde, "Size ... göğüslerdeki hastalıklara şifa olan Kur'an geldi" buyurularak dinî ve ahlâkî hastalıkların ilâcının Kur'an olduğu bildirilirken bedenî hastalıkların tedavisi bağlamında balın şifa verici özelliğine dikkat çekilir (en-Nahl 16/69). Hz. İbrâhim'in diliyle, "Hastalandığımda O bana şifa verir" âyetiyle de (eş-Şuarâ 26/80) İslâm'ın ulûhiyyet ve tevhid anlayışına göre asıl şifayı verenin Allah Teâlâ olduğu vurgulanır. Nitekim "eş-şâfî" (şifa veren) hadislerde Allah'ın isimleri kapsamında geçmektedir (Buhârî, "Ṭıb", 38; Ebû Dâvûd, "Ṭıb", 17; Tirmizî, "Cenâʾiz", 4).

Müfessirler Kur'an'ın şifa oluşunu dönemlere göre farklı şekillerde yorumlamışlardır. Kur'an'ın bedenî hastalıklar için de şifa olduğu düşüncesi eskiden beri bulunmakla birlikte ilk devir müfessirleri Kur'an'ın şifa niteliğini daha çok cehalet, inkâr, şirk, nifak, tereddüt ve fâsıklık gibi hastalıklara şifa diye yorumlamışlardır. Tıpla da uğraştığı bilinen Fahreddin er-Râzî ile birlikte Kur'an'ın cismanî hastalıklara şifa olabileceği dile getirilmeye başlanmıştır. Ruhanî/mânevî hastalıkların en zararlısının ulûhiyyet, nübüvvet, âhiret, kazâ ve kader konusundaki yanlış inançlar olduğunu belirten Râzî, Kur'an'ın doğru inancı ortaya koyup bâtıl inançları çürüterek itikadî hastalıklara, kötü ahlâktan menedip güzel ahlâka ve erdemli davranışlara yönelterek ahlâkî hastalıklara ve Allah'ın yüceltilip azgın şeytanların lânetlendiği âyetlerinin okunmasıyla da cismanî hastalıklara şifa olduğunu söyler (Mefâtîḥu'l-ġayb, XXI, 29). Kur'an'ın bedenî hastalıklara şifa oluşuyla ilgili yorumun daha sık zikredilmesinde, Hz. Peygamber'in ve ashabın bedenî hastalıkların şifası için Kur'an'la rukye yaptıklarına dair bir kısım rivayetlerin etkisi olduğu anlaşılmaktadır (bk. HAVÂSSÜ'l-KUR'ÂN; RUKYE). Sosyal bilimlerin bağımsız disiplinler haline gelerek kendi sistemlerini kurmaya çalıştıkları son devirlerde müfessirler Kur'an'ın şifa oluşunu, genellikle İslâm'ın fert ve cemiyetin istikamet ve ıslahı için getirdiği ilkeler temelinde sosyolojik bir bakışla açıklarlar. Buna göre Kur'an, İslâm'ın fert ve cemiyetin salahı için koyduğu kurallara bağlılığı engelleyen şehevî hastalıklarla kesin bilgiye ulaşmayı önleyen şüpheleri yok eden bir ilâçtır (Abdurrahman b. Nâsır es-Sa'dî, I, 367; krş. Ahmed Mustafa el-Merâgī, XI, 122-123; XV, 82). Mevdûdî bunu kısaca Kur'an'ın bütün zihinsel, psikolojik, ahlâkî ve toplumsal hastalıklara şifa olduğu şeklinde ifade eder (Tefhîmü'l-Kur'ân, III, 70; krş. Elmalılı, IV, 3195). Kur'an'ın hangi alanlarda şifa verdiği konusundaki farklı yaklaşımların yanı sıra onun ne türden bir şifa kabul edildiği konusunda da çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bu bağlamda Kur'an'ın helâl ve haramı açıklayan bir beyan (Mukātil b. Süleyman, II, 269), dini hurafe ve bid'atlardan arındırıp aslına döndüren bir ölçü (Mâtürîdî, VII, 82) olduğu yolundaki görüşler dikkate değerdir. İmâmiyye Şîası'nın müfessirlerinden Tabersî'ye göre Kur'an cehalet ve şüpheleri yok eden bir beyan, belâgat ve fesahatiyle Resûl-i Ekrem'in doğruluğunu gösteren bir mûcize, ihtiva ettiği tevhid ve adalet ilkeleri, hükümleri, emsal ve hikmetleriyle insanlar için hem dünyada hem âhirette bir şifadır (Mecmaʿu'l-beyân, V, 673).

Fussılet sûresinin 44. âyetinde Kur'an'ın inananlar için mutlak mânada şifa oluşundan bahsedilmesi, ayrıca muhtelif âyetlerde kötü yaratıkların ve şeytanın şerrinden Allah'a sığınmanın öğütlenmesi yanında (en-Nahl 16/98; el-Mü'minûn 23/97-98; Fussılet 41/36; el-Felâk 113/1-5; en-Nâs 114/1-6) Hz. Peygamber'den, ashap ve tâbiînden gelen rivayetleri dikkate alan İslâm âlimleri sözlerinin anlaşılması, faydanın Allah'tan umulması ve şirke sebep teşkil etmemesi kaydıyla Allah'ın kelâmı, ismi veya sıfatları okunarak rukye yapılmasında bir sakınca görmezler. Bunun bir kâğıt üzerine yazılıp taşınmasını İmam Mâlik, Saîd b. Müseyyeb ve Muhammed el-Bâkır bazı şartlarla, İbn Sîrîn şartsız câiz kabul eder (bk. MUSKA). Bu şekilde hazırlanmış kâğıdın suya batırılıp suyunun şifa niyetiyle hastanın vücuduna dökülmesi, sürülmesi ya da ona içirilmesini de hastaya zarar verilmemesi şartıyla câiz görenler bulunmakla birlikte Hasan-ı Basrî ve İbrâhim en-Nehaî gibi âlimlerce uygun görülmemiştir (Kurtubî, X, 318-319; Âlûsî, XV, 146).

Ortaya koyduğu ilkelerle insanların beden sağlığının korunmasına önem veren Kur'an, "Onda -balda- insanlar için şifa vardır" âyetiyle (en-Nahl 16/69) bedensel hastalıkların tedavisi için tıbbî müdahale ve ilâç kullanımının gerekliliğine dikkat çeker. Fiziksel ve ruhsal hastalıkların tedavisinde izlenecek yöntemlere dair işaretler taşıyan bu âyet hekimlere başvurularak hastalıkların iyileştirilmesi ve bu amaçla ilâç kullanılmasının İslâmiyet'in tevekkül, zühd ve takvâ anlayışına ters düşmediğini gösterir (Kurtubî, X, 138). Hz. Peygamber de Allah'ın ihtiyarlık ve ölüm dışında her hastalık için bir şifa yarattığını bildirmiş ve insanları tedavi olmaya teşvik etmiştir (Müsned, III, 156; IV, 278; Buhârî, "Ṭıb", 7; Müslim, "Selâm", 88, 89). Tıbbî gerçekleri dikkate alan müfessirler, bal hakkındaki âyetin umum ifadesini hususa yorarak balın ancak bazı hastalıklar için ilâç olabileceğini, hatta usulünce kullanılmadığı takdirde sağlığa zarar verebileceğini belirtirler (Semerkandî, II, 281; Zemahşerî, II, 418; İbn Atıyye, III, 406). Kur'an'daki ifadelerden ve hadislerden bedenî hastalıkların ilâcının esas itibariyle maddî, ruhî hastalıkların ilâcının ise mânevî olduğu anlaşılmaktadır (Çetin, VII [1992], s. 73). Bu sebeple tıbbî müdahalenin gerektiği yerde sadece dua ve telkin yoluyla, rukye yapmakla yetinilmesi İslâmiyet'in hastalığa ve tedaviye yaklaşımına uygun düşmemektedir. Kur'an okumanın bazı fiziksel hastalıkların tedavisinde etkisinin görülmesi, sebep-sonuç ilişkisi çerçevesinde süreklilik arzeden fiziksel bir yasa (sünnetullah) niteliğinde değil Allah'ın meşîetine bağlı olarak gerçekleşen doğa üstü bir lutuf ya da imanın kazandırdığı yüksek moral gücünün fiziksel yansıması şeklinde değerlendirilmelidir. Dolayısıyla bugün tedavi edilebilen bedensel ve ruhsal hastalıkların tedavisi sürecinde şifanın Allah'tan olduğu inancıyla Kur'ân-ı Kerîm gibi kutsal sözlerin ruhanî şifa iksirinden de yararlanılabilir (bk. TEDAVİ). Pozitif bilimlerin alanıyla ilgili âyetlerin yanında Hz. Peygamber'in hastalık ve tedaviye dair sözleri ve uygulamalarının, İslâmiyet'in erken dönemlerinden itibaren tıp biliminin ilgi görmesinin en önemli sebepleri arasında yer aldığı bilinmektedir. İslâm âlimleri konuyla ilgili naslardan hareketle bir literatür oluşturmuş (bk. TIBB-ı NEBEVÎ) ve tıbbı dinî ilimlerden sayan Süyûtî gibi âlimler, bazı Kur'an âyetlerinden koruyucu ve tedavi edici hekimliğin temel ilkelerine işaretler çıkarmışlardır (el-İtḳān, IV, 2).

Kaynaklarda, Kur'an'ın hastalıkların tedavisinde tesirinin görülebilmesi için hastanın ruhî bir hazırlığının bulunmasının (niyet/teslimiyet) önemine işaret edilmektedir (İbnü'l-Arabî, III, 139; Kurtubî, X, 138). Nitekim Kur'an'ın inananlar için şifa, inanmayanlar için hüsranlarını arttıran bir vesile (el-İsrâ 17/82) ya da kulaklarda sağırlık, gözlerde körlük (Fussılet 41/44) oluşu böyle bir hazırlığın bulunup bulunmamasıyla ilgilidir. Müfessirler bu durumu, aslında faydalı olan bir ilâcın bünyesi bunu kabul etmeyen kişi için fayda sağlamaması gibi Kur'an'ın da kendisine hürmet ve tâzim nazarıyla bakmayanlar için fayda vermeyeceği şeklinde izah ederler (Mâtürîdî, VIII, 345; krş. Zerkeşî, I, 280). Esasen Şuarâ sûresinin 80. âyetinde (yk.bk.), yaratıcılık sıfatının sadece Allah'a nisbet edilmesi gereğine işaretin yanı sıra tedavisine başlanmış bir hastalığın tedavisi sürecinde samimi bir iman ve tevekkül bilincinin sağlayacağı mânevî katkıya ima vardır.

Kur'ân-ı Kerîm tevhid öğretisiyle akla, gönüle ve davranışlara âhenk getirmesi, sağlam bir imanla tek yaratıcıya kulluğu öğretmesi, kalbi yanlış itikadlardan ve kişiyi kötü huylardan arındırması, insanı ruhsal bozukluklar ve cinsel sapıklıklardan koruması anlamında bir şifadır. Bugün materyalist ve septik felsefelerin etkisiyle yaygınlık kazanan fikrî ve dinî-ahlâkî sapmalar, sınırsız tüketim ve israf kültürünün yol açtığı sosyal hastalıklar ancak Kur'an'ın rehberliğinde tedavi edilebilir. Günah ve suçluluk psikolojisinden kaynaklanan korku, ümitsizlik, gerilim ve endişe gibi, bazan mâneviyatı zayıf kimseleri intihara kadar sürükleyebilen ruhsal rahatsızlıkların ve bunalımların tedavi yolu da günahkâr kullar için tövbe kapısının açık tutulduğunu bildiren ve her zaman ümitvar olmayı tavsiye eden Kur'an'da saklıdır. Şifa kavramı üzerine Rifai Erten (Hıristiyanlık'ta ve İslâmiyet'te Şifâ, 2004, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü), Selahattin Öz (Kur'an'da Şifâ Kavramı, 2004, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) ve Bilal Umaç (Kur'an'da Şifâ, Sekîne ve Tuma'nîne, 2007, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü) yüksek lisans tezi hazırlamışlardır.

Kaynak: TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ

2013 - 2023
islamveihsan.com altında yayınlanan yazıların tüm hakları mahfuzdur. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi yazıların tamamı izinsiz kullanılamaz.

Şifa-i Şerif - Kadı İyaz

Şifa-i Şerif - Kadı İyaz


Kadı İyaz çok sayıda eser kaleme aldı. En meşhur eserlerinden biri, Şifa-i Şerif’idir. Bu eser dört bölümden müteşekkildir. Peygamber Efendimizin (s.a.s.) yüce kişiliği, kendisinde bulundurduğu üstün özellikler, ona karşı nasıl davranılması gerektiği gibi konular üzerinde durdu. Eserinin çok sayıda baskısı yapıldığı gibi çok sayıda çalışmaya da konu oldu.

Müellif Kadı İyaz Ebu'l-Fazl (rahimetullah) derki: Bu kitabımızı inceleyen kimse görür ki, biz bu kitabı Peygamber Efendimiz (s.a.s.)'in nübüvvetini inkâr eden ve onun mucizeleri hakkında saldırı yapan kimse için yazmadık ki Nebi (s.a.s)'in nübüvvetini ispat için delillere ihtiyaç duyalım ve mucizelerine saldıran kimseleri engellemek için mucizeler dairesini koruyalım. Bilakis biz bu kitabı imanlarına iman katmaları salih amellerinde neşvü nema bulmaları ve ona olan sevgilerinde kuvvet kazanmaları için onun nübüvvetini tasdik eden ve davetine icabet eden ümmeti için te'lif ettik.

Zira kendisine birkaç sefer iyilik yapan veya şu fani dünyanın sıkıntı ve tehlikelerinden kendisini kurtana karşı sevgi ve minnet duyan insanın, ona sonsuz nimetleri sunan ve ebedi bir ateşin azabından koruyan bir Peygamberi tanıması ve sevmesi, elbette daha layık ve elzemdir.

eş-Şifâ bi-(fi) Ta’rîfi Hukûki (fi Şerefi)’l-Mustafa: Dört bölümden meydana gelen eserin birinci bölümünde Hz. Peygamber’e gerekli saygının gösterilebilmesi için onun maddî ve manevî güzellikleri, Allah katındaki üstün yeri ve mucizeleri ele alınmakta; ikinci bölümde ona inanıp itaat etmenin, onu bütün gönlüyle sevmenin, kendisine salâtü selâm getirmenin gereği vurgulanmaktadır. Kitabın asıl konusunun üçüncü bölümde ele alındığını, ilk iki bölümün buna giriş niteliği taşıdığını söyleyen müellif, burada Rasûl-i Ekrem’de bulunabilecek ve kesinlikle bulunmayacak hususları, Allah Teâlâ’nın onu günahlardan ve kötülüklerden koruduğu gerçeğini ve insan olması itibariyle yaptığı şeyleri anlatmaktadır. Dördüncü bölümde Rasûlullah’a dil uzatanlara uygulanacak hükümler incelenmektedir. Her konuya âyetlerle ve müfessirlerin bu âyetlerle ilgili açıklamalarıyla başlanmakta, ardından gelen hadislerde ilk hadis senediyle, diğerleri senetsiz olarak verilmekte ve zaman zaman âlimlerin meseleye dair görüşleri nakledilmektedir.

İslâm Dünyasındaki Yeri: eş-Şifâ yazıldığı tarihten itibaren İslâm dünyasında büyük ilgi görmüş; üzerinde şerh, haşiye, ihtisar ve tercüme şeklinde pek çok çalışma yapılmış; medreselerde öğrencilere, camilerde halka okutulmuştur. Özellikle Kuzey Afrika ülkelerinde düşman tehlikesine ve hastalıklara karşı okunması gelenek hâlini almış, Muhammed b. Ca’fer el-Kettânî’nin belirttiğine göre amansız hastalıklardan ve âfetlerden korunmak için evlerde eş-Şifâ bulundurulmuştur. Bu âdetin diğer İslâm ülkelerinde de mevcut olup meselâ Sultan Abdülhamid’in sürgünde bulunduğu günlerde Çanakkale savaşlarında zafer kazanılması için eş-Şifâ okuduğu kaydedilmektedir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki pek çok belgede kaydedildiği üzere Osmanlı ülkesinde Şifâ-i Şerif adıyla bilinen esere hem devlet hem halk tarafından büyük ilgi gösterilmiş, Şifâhan(Şifâ-i Şerif mukarriri) adıyla müderrisler tayin edilmiş, ayrıca devletin ve vakıfların desteğiyle “asâkir-i şâhâne’nin ve donanma-yı hümâyun”un selâmeti için Ravza-i Mutahhara başta olmak üzere Bâb-ı Seraskerî, Bâb-ı Fetva, Fâtih Camii, Kastamonu Nasrullah Paşa Camii, Tarsus Nur Camii gibi pek çok camide Şifâ-i Şerifokunup hatimler yapılmıştır.

*** 

Şifa-i Şerif Hakkında:

 Şifa-i Şerif, sahasında telif edilenlerin en mükemmeli olduğunda âlimlerin ittifakı vardır. Bu eser, kadı Iyaz’ın en önemli eseridir. Kendisi, Peygamberimizin (s.a.s.) sevgisini tanıtmak, ümmete O’nu sevdirmek için bu eseri telif etmiştir. Aynı zamanda bu eseriyle birçok konuyu inceleyip muhaliflere gerekli cevapları da vermiştir.

Gerçekten bu eser, Müslümanın Peygamberimize karşı olan sevgisini kalplere iyice yerleştirmektedir. Zira Nebi (s.a.s.) hakkında öğrendiklerimizi çoğalttıkça, O’na karşı olan sevgimiz de çoğalmaktadır. Bu eserde zikredilen birçok kıssa, Nebi (s.a.s.)’in özel hallerini beyan etmekle birlikte, O’nun vasıflarını da teferruatıyla açıklamaktadır. Hakkında bu kadar malumat beyan edilen başka bir Zat, âlemde mevcut değildir.

Müellif kadı Iyaz (r.a.) eserinde konuların evvelinde ayeti kerimeler ve hadisi şerifler zikretmiştir. Bunlarla zikredeceği konulara delil getirmiş olur. Ayrıca müfessirlerin açıklamalarını da zikrederek ayetlere nasıl mana verilmesi gerektiğini de tenbih etmiş olmaktadır.

Eserinde, Efendimizin (s.a.s.)  özel hallerinden birçok inceliği de zikretmektedir. Bunların ravilerini de zikrederek hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde Müslümanların Nebi (s.a.s.) hakkındaki bilgilerini ve muhabbetlerini kuvvetlendirmektedir. Bu eserin Müslümanlar için ne kadar önemli olduğunu şimdi daha iyi anlamaktayız. Zira inkârcıların şüphe sokmaya çalıştığı birçok konuyu Kadı Iyaz delilleriyle net bir şekilde zikretmiş ve Nebi (s.a.s.)’in şanının yüceliğini ortaya koymuştur. Artık şüphelenenlerin, nifak ehli sapık kimseler olduğu açığa çıkmıştır.  

Aliyyul Kâri derki: Şifa kitabı, Nebi (s.a.s.)’in şemaili (sureti ve ahlakı) hakkında yazılanların en mücmel ve yeterli olanıdır.

 Şifa-i Şerif üzerine birçok şerhler yazılmıştır.

1- Şihabul Hafaci: Nesimur Riyaz fi şerhi Şifayi Kâdı Iyaz ismiyle yazdığı eserinde uzun bir şekilde şerh etmiştir. Dört cilt halinde basılmıştır.

2- Molla Aliyyul Kâri: Orta uzunlukta bir şerhtir. Büyük boy iki cüz olarak basılmıştır.

3- Şeyh Hasen El Adevi el Hamezavi: Kısa bir şerhtir. İsmi, Mededul Feyyaz.

4- Müzilul Hafa fi Elfazı Şifa. Müellifi Allame Takıyyuddin Ahmed bin Muhammed bin Hasen eş- Şümni.

5- El Muktefa fi Halli elfazuş Şifa. Müellifi Allame Burhanuddin İbrahim ibni Muhammed bin Halil el Halebi.

Ya Şafi Ne Demek? Ya Şafi Anlamı ve Faziletleri Nelerdir, Nasıl Okunur?

Haberin Devamı


Öneri:
Ayetel Kürsi


Ya Şafi Ne Demektir? 

 Ya Şafi Allahu Tealnın isimlerindendir. Anlamı şifa veren şifaya muhtaçlara çare olan demektir. Birçok hastalıkta okunması gereken ve şifa bulmaya vesile olan bir ismi şeriftir. Çocuklar için okunup üflenmesi rahatsızlıklarının engellenmesine ve iyileşmesine vesile olmaktadır. 

Ya Şafi Duasının Faziletleri Nelerdir? 

Ya Şafi duası şifa ayetleri ile beraber okunduğunda görülen yahut görülmeyen birçok hastalığa şifa olmaktadır. Hasta yakınlar için okuyup onlara üflemek oldukça faydalı olmaktadır. Ya Şafi ismi şerifi bir yiyeceğe okunarak yenildiğinde o yiyecek kişiye şifa olmaktadır. İçilen suya okunduğunda şifa olmakta ve hastalıklardan korunmaya vesile olmaktadır. 

Nasıl Okunur? 

Haberin Devamı

 Şifa duasının okunuşu; Ezhibil-be'se rabben'nasi eşfi ve enteş'şafi la şifae illa şifauke şifaen la yugadiru sekame. Şeklinde Arapça okunmaktadır​​​​​​. 

Şifa Duası Kimler İçin Okunmaktadır? 

 Şifa duasının okunması kişinin kendine ve başkaları için faydalı olmaktadır. Şifa olacağına inanarak ve güvenerek okunması şifa olmasına vesile olmaktadır. 

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır