allah kimlerin duasını kabul etmez / Dua niçin kabul olmaz - Dinimiz İslam

Allah Kimlerin Duasını Kabul Etmez

allah kimlerin duasını kabul etmez

VAKIF BEDDUASI

"Allah'a ve Ahiret gününe inanan, güzel ve temiz olan Hazreti Peygamberi tasdik eden, Sultan, Emir, Bakan, küçük veya büyük herhangi bir kimseye, bu vakfı değiştirmek, bozmak, nakletmek, eksiltmek, başka bir hale getirmek, iptal etmek, işlemez hale getirmek, ihmal etmek ve tebdil etmek helal olmaz. Kim onun şartlarından herhangi bir şeyi veya kaidelerinden herhangi bir kaideyi bozuk bir yorum ve geçersiz bir yöntemle değiştirir, iptal eder ve değiştirilmesi için uğraşır, fesh edilmesine veya başka bir hale dönüştürülmesine kastederse, haramı üstlenmiş, günaha girmiş ve masiyetleri irtikap etmiş olur. Böylece günahkarlar alınlarından tutularak cezalandırıldıkları gün Allah onların hesabını görsün. Mâlik onların isteklisi, zebaniler denetçisi ve cehennem nasibi olsun. Zira Allah'ın hesabı hızlıdır. Kim bunu işittikten sonra, onu değiştirirse onun günahı, değiştirenler üzerindedir. Kuşkusuz O, iyilik edenlerin ecrini zayi etmez"

Sultan II. Beyazid Vakfiyesinden

Ayetel Kürsi okunuşu ve anlamı: Ayetel Kürsi Arapça yazılışı, Türkçe anlamı, meali, tefsiri ve okunuşu

Ayetel Kürsi Tefsiri (Kur’an Yolu)

İçinde Allah’ın kürsüsü zikredildiği için “Ayetel Kürsi” adıyla anılan bu ayet hem muhtevası hem de üstün özellikleri sebebiyle dikkat çekmiş, hakkında hadisler varit olmuş, çok okunmuş, şifa ve korunmaya vesile kılınmıştır. Kelime-i şehadet ve İhlâs sureleri nasıl İslâm inancının özünü ihtiva ediyor ve insanlara Allah Teâlâ’yı tanıtıyorsa Ayetel Kürsi de –onlardan daha geniş ve detaylı olarak– bu özelliği taşımaktadır. Bir önceki ayette peygamberlerin getirdiği bunca ayet ve “beyyine”ye (imana götüren işaret ve delil) rağmen insanların ihtilâfa düştükleri, kiminin küfrü kiminin imanı tercih ettiği zikredilmişti. İnsanı imana götüren deliller, aklını kullanarak üzerinde düşüneceği “kendisinde ve yakından uzağa çevresinde (enfüs ve afak)”, peygamberleri desteklemek üzere Allah’ın onlara lütfettiği mucizelerde ve vahiy yoluyla yapılan “sağlam delillere dayalı sözlü açıklamalar”da görülmektedir. Bu ayet gerçek mabudu arayanlar için eşsiz ve başka hiçbir kaynaktan elde edilemez bir açıklamadır, delildir.

Şevkânî’nin Buhârî, Müslim, Nesâî, Ahmed b. Hanbel gibi sahih kaynaklardan derlediği hadislerden birkaçı bile bu ayetin önemi hakkında bir fikir edinmeye yetecektir:

Hz. Peygamber, Übey b. Kâ‘b’a “Allah’ın kitabından hangi ayet en büyüğüdür” diye sorup “Ayetel Kürsi’dir” cevabını alınca onu tebrik etmiştir (Müslim, “Müsâfirîn”, ).

Yine Übey’in hurmasına şeytana tâbi bir cin musallat olmuş; vermeyi, dağıtmayı seven Übey’i bundan vazgeçirmek üzere hurmayı aşırmaya başlamıştı. Übey mahlûku takip ederek yakaladı. Garip bir şekli vardı. Onunla konuşunca kimliğini ve maksadını anladı. Kendilerinden nasıl kurtulabileceğini sorunca “Bakara suresindeki kürsü ayeti ile” dedi ve ekledi: “Onu akşamda okuyan sabaha kadar, sabahta okuyan akşama kadar bizden korunmuş olur.” Sabah olunca Übey durumu Hz. Peygamber’e aktardı. Resulullah, “Habis doğru söylemiş” buyurdu.

Buhârî’de de Ebû Hüreyre’den naklen yukarıdakine yakın bir rivayet vardır. Hz. Peygamber’e hadiseyi anlatınca şeytan olduğunu öğrendiği hırsız Ebû Hüreyre’ye şöyle demiştir: “Yatağına yatınca Ayetel Kürsi’yi oku, devamlı olarak Allah’tan bir koruyucun olacak ve sabaha kadar sana şeytan yaklaşamayacaktır.”

Allah varlığı ezelî, ebedî, zaruri ve kendinden olan, her şeyi yaratan, her şeyin maliki ve mukadderatının hâkimi, her şeyi bilen ve her şeye kadir olan yüce mevlanın öz ismidir. Bu öz isim zikredildikten sonra hem O’nun vahdaniyeti (birliği, tekliği) hem de İslâm’ın getirdiği imanın tevhid (Allah’ı birleme, bir bilme) özelliği açıklanmak üzere “O’ndan başka tanrı yoktur” buyurulmuştur.

Müşrikler elleriyle yaptıkları putlara tapmakta idiler. Bunlar cansız eşyadan yapılırdı. Canı bile olmayan varlığın ilâh olamayacağını ifade etmek üzere hemen arkasından “O diridir” buyurulmuştur. Evet Allah diridir, O’nun hayat sıfatı vardır ve tıpkı diğer isimleri ve sıfatları gibi bunun da mahiyetini ancak kendisi bilmektedir.

Gerek Araplardaki gerekse diğer kavimlerdeki müşriklerin çoğu büyük bir Allah’a inanmakla beraber bunun yanında –her birine bir işlev tanıdıkları– sözde tanrılara inanmışlardır. Bu inanç tevhide aykırıdır. Tevhidi açıklayarak başlayan ayet, Allah Teâlâ’nın “kayyum” sıfatını zikrederek “küçük, aracı, özel görevli tanrılar”a gerek bulunmadığını ifade etmektedir. Çünkü kayyum, “bütün varlıkları görüp gözeten, yöneten, bir an bile onları bilgi ve ilgisi dışında tutmayan” demektir.

“Onu ne uyku basar ne uyur” cümlesi, hay ve kayyum sıfatlarını pekiştirmekte ve biraz daha anlaşılmasını sağlamaktadır. Uyku basan veya fiilen uyuyan birinin gözetim, yönetim, koruma gibi işleri yerine getirmesi mümkün değildir. Allah Teâlâ’nın kayyumluğu kâmil ve kesintisiz olduğuna, daha doğrusu kayyum sıfatı bunu ifade ettiğine göre O’nu ne uyku basar ne de uyur.

Yerde ve gökte ne varsa –başka hiçbir kimseye değil– O’na aittir; yaratanı da gerçek sahibi de O’dur. Ayetin bu manayı ifade eden parçası “Yalnız O’na aittir” kısmıyla tevhidi öğretirken “başkasına değil” manasıyla de şirkin çeşitlerini reddetmektedir. Çünkü müşrik toplumlar varlıkları yaratılış, aidiyet ve yetki bakımlarından çeşitli tanrılar arasında paylaştırmışlar; meselâ yıldız, gök, yer tanrılarından söz etmişlerdir. “Yerde ve gökte” tabiri Arapçada “bütün varlıklar” manasında kullanılmakta, adına yer ve gök denilmeyen veya maddî manada yere ve göğe dahil bulunmayan mekânlar ve buradaki varlıklar da bu ifadenin içine girmektedir.

Allah’a ortak koşan kâfirlerin bir kısmı, bu ortakların O’na denk olduklarına değil, O’nun nezdinde reddedilemez şefaat, geri çevrilemez aracılık hakkına sahip bulunduklarına inanmakta ve putlara bu anlayış içinde tapınmaktadırlar. “Allah katında, O izin vermedikçe hiçbir kimse şefaat edemez” manasındaki cümle bu inancın asılsızlığını ortaya koymakta; şefaatin de izne bağlı bulunduğunu, O izin vermedikçe ve dilemedikçe kimsenin böyle bir yetki ve imkâna sahip olamayacağını özlü ve etkili bir şekilde zihinlere yerleştirmektedir. Allah katında kendisine şefaat izni verilenlerin durumu ve yetkileri, ödül törenlerinde ödülleri vermek üzere kürsüye çağrılan şeref konuklarınınkine benzemektedir. Ödülün kime verileceğini bilen ve belirleyen onlar değildir. Ancak bu merasimi tertipleyenlere göre onlar, şerefli, saygıya lâyık, büyük kimseler olduklarından kendilerine böyle bir imtiyaz verilmiştir. Allah katında şefaatlerine izin verilecek olanlar da Allah’a yakın ve sevgili kullar olacaktır.

Allah’tan başka bütün şuur ve bilgi sahiplerinin bilgileri sınırlıdır, doğru da yanlış da olmaya açıktır. Bu genel gerçek şefaat meselesine uygulandığında kimin şefaate lâyık olduğunun da ancak Allah tarafından bilineceği anlaşılır. Çünkü dış görünüşü (mâ beyne eydîhim) itibariyle şefaate lâyık görülenlerin, kullar tarafından görülemeyen ve bilinemeyen iç yüzleri (mâ halfehüm) itibariyle böyle olmamaları mümkündür. Allah birdir ve yalnızca O ibadete lâyıktır; çünkü O’ndan başka olmuşu, olacağı, gizliyi, açığı, geçmişi, geleceği, görüleni, gaybı bilen yoktur.

Kürsi (kürsü), “koltuk, sandalye, taht” anlamlarına gelir. Mecazi olarak saltanat, hükümranlık, mülk manalarında da kullanılmaktadır. Allah Teâlâ’nın üzerine oturulan maddî alet manasında kürsüsü olamayacağından –bu O’nun bizzat açıkladığı yüce sıfatlarına aykırı düştüğünden– burada kürsüden bir başka mananın kastedilmiş olması gerekir. Esasen Kur’an’da Allah’a nisbet edilen, “Allah’ın” denilen her şeyi, O’nun varlığına dahil veya kullandığı bir şey olarak anlamak da doğru değildir. Meselâ “Allah’ın evi, Allah’ın ruhu, Allah’ın emri, Allah’ın kölesi” tamlamalarında Allah’a ait olan şeyler böyledir. Bunlar ne O’nun varlığının bir parçasıdır ne de kullandığı araçlardır; önem ve şereflerinden dolayı O’nun” diye tanımlanmışlardır. İbn Abbas’a göre kürsüden maksat ilimdir. O’nun ilmi her şeyi kaplar. Ayetin bu kısmını, “kürsüden maksat O’nun hükümranlığıdır ve buna sınır yoktur, hiçbir şey O’nun dışında kalamaz” veya “Allah semavatı, arzı, arşı Kur’an’da zikretmiş, fakat bunlardan maksadın ne olduğunu açıklamamıştır. Kürsüsü de böyle bir varlıktır, yerleri ve gökleri içine alacak kadar geniştir. Ne ve nasıl olduğunu ise ancak kendisi bilmektedir” şeklinde anlamak mümkündür. 

Yüce, kâmil, eşsiz sıfatlarının bir kısmı ayette zikredilen yüce Allah’a, kulların sonsuz gibi gördükleri kâinatı korumak, gözetmek ve yönetmek elbette güç gelmeyecek, O’nu yormayacak, meşgul bile etmeyecektir. Çünkü O yücelerden yücedir, kimse bilmez nicedir.

Üzerinde kul hakkı olan kişinin duası kabul olmaz mı?

Değerli kardeşimiz,

Üzerinde kul hakkı olan kimsenin duası ve diğer ibadetlerinin kabul olmayacağına dair bilgi yanlıştır.

- Dinî imtihan, günahlar ve sevapların oranlarına göre değerlendirilir ve sonuca bağlanır. Allah’ın rahmetinin gazabından daha önde olduğunu gösteren delillerden biri de bu imtihanda yanlışların doğruları götürmemesidir.

“Zerre miskal hayır yapan onu görür, zerre miskal şer işleyen onu görür.” (Zilzal, 99/)

mealindeki ayette bu prensibin altı çizilmiştir.

“Artık kimin tartıları ağır basarsa, memnun kalacağı bir hayata girer. Kimin tartıları da hafif gelirse, onun barınağı da Haviye olur. Onun ne olduğunu bilir misin? Haviye bir ateştir: kızgın mı kızgın!”(Karia, /)

mealindeki ayetlerde -kul hakları istisna edilmeksizin- bütün günah ve sevapların karşılaştırılacağı açıkça ifade edilmiştir. Yeter ki kişi iman dairesinde imtihana girmiş olsun.

- Bu konuda kaynaklarda yer alan bazı rivayetler zayıftır. Bir kısmı da korkutmaya yönelik bir üslubun ifadesidir.

- Hz. Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor:

Hz. Peygamber (asm) “Müflis kimdir, bilir misiniz?” diye sordu. Oradakiler: “Bizde müflis, parası ve malı olmayan kimse demektir.” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurdu:

“Asıl müflis, kıyamet günü bir yandan, namazı ile orucu ve zekâtı ile gelir. Öte yandan, buna hakaret etmiş, ona iftira etmiş, berikinin malını yemiş, şunun kanına girmiş, bunu dövmüş olarak gelir. Bu yüzden, yaptığı iyilik ve sevapları ona, buna dağıtılacaktır. Borcu ödenmeden sevapları biterse, bu defa kendisi onların günahlarını yüklenecek ve sonra da cehenneme atılacaktır.”(Müslim, Bir, 59)

Bu sahih hadisten açıkça anlaşılıyor ki, kul hakkına girenlerin de ibadetleri, duaları geçerlidir.

Selam ve dua ile
Sorularla İslamiyet

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir