osmanlı devletinin fikir akımları / Osmanlı Fikir Akımları | Kpss Tarih Konu Anlatımı

Osmanlı Devletinin Fikir Akımları

osmanlı devletinin fikir akımları

Osmanlı’nın Son Döneminde ve Cumhuriyetin Başlarında Fikir Akımları ve Ziya Gökalp () -Türkçülüğün Fikir Babası-

 

 

Ziya Gökalp, çağdaş Türk düşünce ve siyasi hayatı açısından en önemli düşünürdür. Her şeyden önce Osmanlı’nın son döneminde Dârülfünun’da Sosyoloji kürsüsünü kurar ve ilk sosyoloji derslerini verir. Bu bakımdan o, ilk Türk sosyoloğudur. Sosyolog kimliğinden dolayı Türk toplumunun ve tarihinin Durkheim’in pozitivist sosyolojisine göre bir analizini yapmıştır. Bu analizi yapma gerekçesi ise Türkçülüğü ve Türk milliyetçiliğini bilimsel verilere ve sosyolojik analizlere dayandırma ihtiyacıdır. Türk toplumu ve tarihinin analizinden çıkardığı sonuçları sosyolojinin verileriyle açıklamak ve bu suretle de Türk toplumunun geleceğine yön vermek başlıca arzusudur. Dilde, fikirde, hukukta, ahlakta, siyasette, dinde, ekonomide vs. alanlarda Atatürk’ün önderliğinde yapılan bütün yenilik hareketlerinin kaynağında önemli ölçüde Ziya Gökalp’in düşüncelerini bulmak mümkündür.

 

Gökalp’ın yaşadığı dönem, sıkıntılı bir dönemdir. Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmaya yüz tuttuğu, Batı medeniyeti karşısında geri kalmışlığın kendisini her bakımdan hissettirdiği bu dönemde fikir hareketleri bakımından da tartışmalı bir ortam karşısında bulunuyoruz. Yusuf Akçura’nın üç tarz-ı siyaset olarak nitelendirdiği üç akım söz konusudur: Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük. Bu üç akımın yanında bir de Batıcılık söz konusu edilse de Batı’dan bilim ve tekniği alma bakımından her üç görüş de ortak düşünmekte, ancak Batıcılık, değişik görünümler altında temsil edilmeye çalışılmaktadır. Ancak hemen şunu ifade eldim ki, bu dönemde ortaya çıkan bütün akımlar İmparatorluğun içinde bulunduğu sosyal gerçekliğin sonucu, tamamen ihtiyaçtan dolayı ortaya çıkmış sosyal felsefe olarak da nitelendirilebilecek iyi niyetli çabalardır.

 

Üç tarzı siyaset, tam anlamıyla bir fikir hareketi olmadan önce birbirleri arasında karışık vaziyette bulunmuşlardır. Nitekim “İttihatçılar arasında İslamcılarla birlikte Avrupacılar ve Türkçüler de vardır Hürriyet ve İtilaf Partisi içinde de İslamcılar ve Avrupacılar buluşmuşlardı”[1]. Zamanla bu fikir akımları gelişen olaylar ve dış etkiler sebebiyle birbirlerinden ayrılmaya başlamışlardır.

 

Osmanlı’nın son dönemlerinde ortaya çıkan siyasi, ekonomik ve askeri olumsuzluklar karşısında oluşan Osmanlıcılık, İmparatorluk içinde bulunan azınlıkların ayrılması için bir neden görmez ve sorunları çözmenin yolunu, ortak olan vatanda ittifak hâlinde meşru bir hükümeti kurmak olarak belirler. Bütün İmparatorlukta yapılacak genel bir ıslahat politikasına ihtiyaç olduğunu düşünürler. Önemli olan, tüm etnik gruplar üzerinde bir Osmanlılık duygusu oluşturmak ve Osmanlı milletini tesis etmektir. Osmanlı milleti oluşturma fikri II. Mahmut’a kadar geri götürülebilir. Nitekim II: Mahmut, “Ben tebaamın Müslüman olanını camide, Hristiyan olanını kilisede, Yahudi olanını havrada fark ederim. Aralarında başka bir fark yoktur. Cümlesi hakkında muhabbet ve adaletim kavidir.” diyordu. Ancak bu fikir asıl olarak Tanzimat () ile tespit edilir ve Osmanlıcılık asıl bu tarihten sonra gelişir. Çünkü Tanzimat ile birlikte, bütün tebaanın hukuk önünde eşitliği ve eşit muamele göreceği belgelenir. Bundan dolayı Tanzimat, hukukiliğe bir geçiş olması bakımından önemlidir. Bu sebepledir ki, Osmanlı idarecileri “millî çapta idari, hukuksal ve iktisadi tedbirlerle Osmanlı İmparatorluğu’nda yüksek sayıda yer alan kültür birimlerini eritebileceklerini, bir ‘Osmanlılık’ şuuru yaratabileceklerini” düşünürler[2]. Osmanlıcılık, bütün Osmanlı tebaasını hukuken eşit görmek, onların hürriyetlerini teminat altına almak ve Osmanlı memleketlerinin ortak bir vatan olduğu hissini yaymak gibi hedefleri ortaya koyar. Bu hedef, Tanzimat Fermanı’nın da hedefidir. Çünkü Tanzimat, Osmanlı’nın esas teşkilatını, kamu hukukunu değiştirmeyi, ekonomik bazı yenilikleri getirmeyi kendisine amaç olarak belirlemiştir. Osmanlıcılığı hayata geçiren, Kanun-i Esasi’sidir. Ancak Abdülhamit’in İslamcı bir yöne kayması, Türklerin Osmanlıcılığa sıcak bakmamaları gibi nedenlerden dolayı bu fikir uzun soluklu olmamıştır. Ayrıca Osmanlıcılık, liberal ve kozmopolit bir ideolojiye sahiptir. Oysa milliyetçilik akımlarının hız kazandığı, Osmanlı tebaasında Türk olmayanlar arasında İmparatorluktan ayrılma arzularının yoğun yaşandığı bir dönemde böyle bir liberal ve kozmopolit oluşumun yaşaması elbette ki son derece güçtür. Nitekim bir Osmanlı milleti yaratma ve vatanı sadece Osmanlı toprağından ibaret görme anlayışı, özellikle Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra Rumeli’deki toprakların azalması, İmparatorluk içerisinde Arap ve Müslüman unsurun etkisinin ve yoğunluğunun artmasına neden oldu. Böyle bir durumda Osmanlı milleti anlayışına uygun bir dayanışmanın yerini Müslümanlığın alması daha uygun hâle geldi. Buna rağmen Osmanlılık bazı dergiler tarafından savulmuştur. Nitekim ’de Şurayı Ümmetdergisi yayımladığı bir programla Kanun-i Esasi’nin uygulanmasını ister.[3]

 

İslamcılık, bir düşünce akımı olarak ne zaman başladığını belirtmek güç olsa da, II. Abdülhamit döneminde hem İslamcılar hem de İslamcılığa karşı olanlar tarafından tartışmaya başlanan bir akım olarak görülmektedir. Gündelik olarak yaşanan bir din olan İslam ile bir ideoloji olarak ortaya çıkan İslamcılığı birbirinden ayırmak gerekir. Bir ideoloji olarak İslamcılık, Avrupa’dan gelen ideolojik düşünce yapıları ile İslami değerlerin karşılaşması sonucu ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu akımın güçlenmesinde, başlayan Batılılaşma hareketlerinin başarısızlıklarının etkili olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca Tanzimat ile birlikte “Millet-i Hâkime” fikrinin yani Müslümanların İmparatorluk içindeki hâkim millet olma fikrinin kaybolmaya başlaması, bazı “Batılı yazarların Osmanlı Devleti dolayısıyla İslamiyet aleyhindeki yazıları da” İslamcı olanlarda bir savunma şuuru yarattığı için bu akım daha belirgin hâle gelmiştir[4]. Batıcı olarak ortaya çıkanların yapmış oldukları Batı taklitçiliği de onları daha radikal hâle getirmiştir. Çünkü Batıcılık ve Tanzimat pek çoklarında gavurlaşma olarak anlaşılmıştır. Mademki Osmanlılar kültürel kimliklerini kaybetmeye başladılar, o hâlde yapılacak olan şey, “Tanzimat’ın gizli olarak inkâr ettiği ‘şeriatın değerleri’ni Osmanlı toplumuna getirmekti”[5]. Böylece İslamiyet, yeniliklere karşı bir muhalefet aracı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Onların fikirlerini şu şekilde sıralamak mümkündür: “İslam yalnızca bir inanç dini değil, aynı zamanda kanun dinidir. Bundan dolayı dünya hayatına düzen vermesi gerekir. İslami kaidelere uygun hareket edilmediği zaman, bunları din adına hakikate çağırmalıdır”[6]. İslamcılar, Osmanlı İmparatorluğu’nun geri kalmasını ve ortaya çıkan sorunların nedenleri konusunda Batıcılarla hiçbir biçimde uyuşamazlar. Çünkü Batıcılar, ortaya çıkan sorunların bir kısmınıİslamiyet’e bağlıyorlardı. Oysa İslamiyet bilim ve yeniliklere, teknolojiye açık bir dindi. Sait Halim Paşa, M. Şemsettin Günaltay ve Mehmet Akif Ersoy bu akımın önemli temsilcileriydiler.

 

İslamcılık, II. Abdülhamit döneminde güç kazanmış bir akım olarak görülebilir. Çünkü bu dönemde Padişah tarafından desteklenen ve siyasi anlamda kullanılan bir akımdır. Bu akımın başlangıcı, yıllarında İstanbul’da bulunan Cemalettin Afgani’ye atfedilse de bu bir tarihsel hata olarak değerlendirilmektedir. Çünkü böyle bir değerlendirme yapanlara göre, Afgani’nin fikirleri daha derli toplu olarak kendisinden önce İstanbul’da Yeni Osmanlılar tarafından savunulmuştur.[7] II. Abdülhamit, kendinden önce () başlayan İslamcılık hareketlerini iç ve dış politika açısından kullanmaya çalışmıştır. Çünkü Avrupa’da ortaya çıkan ve Osmanlı’yı da etkileyen pan-milliyetçi akımlara ve hareketlere karşı bir tepki ve silah olarak İslamcılığın desteklendiğini söylemek mümkündür.

 

Abdülhamit tarafından desteklenen İslamcılığın iki ekseni vardır: Osmanlı- Müslüman tebaasını İslam çatısı altında toplamak ve İmparatorluk dışındaki Müslümanların da Halifelik etrafında birleşmesini sağlamak.[8] Ne var ki bu silah, Müslüman olmayan tebaa tarafından da Abdülhamit’e karşı çevrilmeye müsaitti. Özellikle Balkanlarda, Müslüman olmayan Slavlarda milliyetçilik duygularının kuvvetlenmesine hizmet etti.

 

Başta kuralcı İslamcılar olmak üzere genelde bütün İslamcılar, teknik açıdan Batı’ya muhtaç olmamız dışında, başka hiçbir bakımdan Batı’ya karşı bir ihtiyacın olmadığı konusunda ısrarlıdırlar. Yenileşme hareketlerinin İslam birliğini bozacağı düşüncesiyle Türkçü-milliyetçi görüşlere de karşı çıkan İslamcılar, ümmetçi bir fikir içinde olduklarından Osmanlıcılık ile de uyuştukları söylenemez. Batılılaşmanın başlattığı pek çok yeniliğe; ekonomik, eğitim, güzel sanatlar alanlarındaki yeniliklere karşı çıkan İslamcılar, “İttihadı İslam” fikriyle siyasi bir hareket hâline de geldiler.[9] Ancak bir “İslam Birliği” fikri, Osmanlı’nın son dönemindeki İslam memleketlerinin durumu göz önüne alındığında oldukça hayal gibiydi. Zira İmparatorluk bünyesi içerisindeki Müslüman memleketlerdeki hareketler, böyle bir birliği imkânsız kılacak gibi görünüyordu. İslamcıların yazılarını yayımladıkları dergilerin başında Sebilürreşad, Sırat-el Müstakim gibi dergiler gelir.

 

Mümtaz’erTürköne, “Siyasi Bir İdeoloji Olarak İslamcılığın Doğuşu” adlı çalışmasında, İslamcılığı ortaya koyan Osmanlı aydınlarının savunmacı bir biçimde İslam’ın akla ve mantığa dayanan bir din olduğu, Orta Çağ’da kapatılmış olan içtihat kapısının tekrar açılması için yeni hükümler üretilmesi gerektiği düşüncesinde olduklarını belirtir. Bunların yanında onlar, İslam’a sonradan girmiş ve onu sınırlandıran hususlardan kurtarmak için asli kaynaklara geri dönme lüzumuna işaret ederler.[10]

 

İslamcılığın yanında Osmanlıcılık ve Türkçülük gibi akımları etkileyen Batıcılık, Osmanlı’da başlayıp Cumhuriyet Türkiye’sinde Avrupa’nın ulaştığı hedefi amaç edinen bir harekettir. II. Mahmut’un özellikle orduda başlattığı yenileşme hareketlerine kadar geri götürülebilecek Batılılaşma akımı, günümüzde de devam etmekte, ancak Osmanlı döneminde değişik biçimler altında karşımıza çıkmaktadır. Birincisi, “Osmanlı Birliği”ni korumak üzere Batılılaşma taraftarı olan Tanzimatçılardır ki, “Osmanlı-İslam geleneklerine sadık bir Batılılaşmayı” savundular[11]. Osmanlı-İslam geleneklerine bağlı olan Batılılaşmadan kasıt, Osmanlı’nın birliğini sürdürecek, İslami olan ile bağını devam ettirecek ama özellikle bilim ve teknik alanda Batı’dan istifade edecek bir durumdur. Tanzimat’ın ortaya çıkardığı böyle bir Batıcı hareket içinde, İslamcılar tarafından eleştirilse de “başında dil ve edebiyatta yenilikle başlayan bir fikir hareketi; başlangıçta müphem de olsa bir sisteme doğru gitmeye çalışan geniş bir maarif faaliyeti; ticari, sınaî, bazı teşebbüslerin bulunduğuna”[12] da inanmak gerekiyor. Özellikle eğitim alanında bu görüşü savunan Satı Bey ve Emrullah Efendi isimleri ön plana çıktı.

 

Bir diğer kısım Batıcılar, başta Prens Sabahattin olmak üzere Osmanlı İmparatorluğu’nu kurtarma noktasından hareket ederek Türkiye’deki sosyal kuruluş ve yapının eksikliğinden dolayı Batılılaşmaya uygun bir ortamın bulunmadığı, üretici bir girişimci sınıf olmadığı için Batılılaşmanın sonuçsuz kaldığı fikrini işlediler. Bundan dolayı öncelikle Batı’yı kuran ileri sosyal yapıya ulaştıracak bir eğitim sisteminin zorunlu olduğunu

ifade etmeye çalıştılar. Bu fikir taraftarları siyasetin dışında kaldıkları için etkili olamadılar.[13]

 

Pozitivist-materyalist bir çizgide bulunan, Doğu’ya ait ne varsa hepsini silmek iddiasında bulunan ve özellikle İslamcıların tepkisini çeken bir Batıcı hareket de vardır ki, Abdullah Cevdet başta olmak üzere oldukça radikal bir çizgide bulundular. Bu türlü katı-dogmatik pozitivist ve materyalist görüşler karşısında ve onlarla fikir bazında mücadele etmek için daha ruhçu ve özellikle Bergson’dan beslenen görüşler de felsefi manada oldukça taraftar buldu.

 

Batıcılık içerisinde en etkili olan ve Cumhuriyet Türkiye’sinde de devam eden Türkçülük-Türk milliyetçiliğidir.

 

Türkçülük, bir fikir hareketi olarak Gökalp’ta en yüksek formuna ulaşmıştır. Ancak Gökalp’a gelinceye kadar bir gelişme evresi de olmuştur. “Turan” kelimesi ilk defa Macarlar arasında ’da Türk kavimlerine kök araştırma yolu olarak kullanılmıştır.[14] Tanzimat dönemi edebiyatçıları Ziya Paşa, Ahmet Vefik Paşa gibileri ilk Türkçülerdir. Burada Türkçe, Türkçülük hareketinde öne çıkan husus olmuştur. Özellikle Avrupa’da Türkoloji çalışmaları, bilhassa Rus kültürü ve romantizm etkisiyle Türkiye dışında uyanan Türkçülük hareketi Türkçülüğün gelişmesinde önemli katkılarda bulunmuştur. Mirza FethaliAhundzâde, Kırım’da Tercüman gazetesini çıkaran ve “Dilde, fikirde, işte birlik” sloganıyla, Türk birliği fikrini savunan Gaspıralı İsmail, Türk Yurdu dergisinde Yusuf Akçura önemli Türkçü yazarlar olarak öne çıkmış olan isimlerdir.

 

Başlarda Osmanlıcılık içinde bulunan ancak bilhassa Selânik’te Genç Kalemler’i kuran Ömer Seyfettin ve Ali Canip ile tanıştıktan sonra tamamen Türkçü bir çizgide yer alan Gökalp’ın üzerinde, Nâmık Kemal ve hocası Dr. Yorgi’nin büyük etkileri olmuştur. Vatan ve hürriyet aşkını N. Kemal’de bulan Gökalp’a babasının tavsiyesi de; “İşte, sen bu adamın arkasından gideceksin! Onun gibi vatansever, onun gibi hürriyetsever olacaksın!” şeklindedir.[15] Dr. Yorgi ise onun felsefe hocasıdır ve Türk ruhundan çıkması gereken bir Türk devrimi yapılması için Türk sosyal hayatının bir tahlilinin yapılması gerektiği fikrini telkin etmiştir.[16]

 

Gökalp, A. Fouillee’nin etkisiyle yazılar yazmış ve bir aralar G. Tarde etkisine girmiş olmasına rağmen, bilhassa ’ten itibaren onu Durkheimci bir sosyolog olarak görüyoruz. O, Türkçülük ve Türk milliyetçiliği fikrinin işlenebilmesi, İmparatorluğun sonunda ortaya çıkan millet gerçekliğinin anlaşılabilmesi için toplumun sosyolojik bir yöntemle tahlil edilmesi gerektiği fikrinden hareketle sosyolojiye kaymıştır. Özellikle o dönemde hâkim sosyolojik paradigmaDurkheim’in sosyolojizmidir. Pozitivist bir sosyoloji olan Durkheim sosyolojisi, sosyal olayları sosyal olaylarla açıklayan ve toplumun bireye önceliğini savunan bir anlayışa sahip olduğu için söz konusu dönem Türkiye’si için uygun bir tutum olarak kabul görmüştür. Çünkü sosyal dayanışmacı bir anlayışa, bu anlayışın sonucu olan bir toplumsal ahlaka duyulan ihtiyaca cevap verebilecek destek noktalarını sosyolojizmde bulmak, mümkündü. Durkheim’e yönelmekte, sosyolojinin bir bilim olduğu kanaatinin de etkili olduğu düşünülebilir. Ayrıca sosyolojiden; yeni oluşan toplumun yeni bir iktisadi, hukuki, ahlaki, siyasi vs. yapıya kavuşturulmak isteğinin bilimsel olarak desteklenmesi beklendiği için bu beklentinin de önemli ölçüde belirleyici olduğu söylenebilir.

 

Türkçülüğün ortaya çıkmasında, Osmanlı İmparatorluğu içerisinde bulunan diğer unsurların Batı’da gelişen milliyetçi akımların etkisiyle harekete geçmelerinin sonucunda Türk aydınlarında da millî bir refleksin uyanmasının etkili olduğunu söylemek gerekir. Milliyet idealinin önce Müslüman olmayanlarda, sonra Arnavut ve Araplarda, en sonra da Türklerde ortaya çıktığını tespit edebiliriz. Bu idealin Türklerde en son ortaya çıkmış olmasının nedenini de Osmanlı Devleti’nin Türkler tarafından kurulmuş olmasına, “Türklük yok, Osmanlılık var” biçimindeki bir anlayışın işlenmesine bağlayabiliriz. Oysa yüzyıl sonları ile yüzyıl başlarının milliyet çağı olmasını da göz önünde bulundurursak, diğer milliyetçilikler gibi Türk milliyetçiliği ve Türkçülük akımlarının da şartların zorlaması neticesinde sosyal bir ihtiyaçtan ve çağın gereği olarak doğduğunu söylemek herhâlde yanlış olmayacaktır. Çünkü İmparatorluğun son döneminde Osmanlı’yı oluşturan toplulukların sosyal ideallerinin değişmesi, zorunlu olarak sosyal yapıda da değişmelerin yaşanmasına neden olmuştur. Sosyal ideallerin ve sosyal yapının değişikliğe uğradığı bir zamanda Türk aydınlarının da kendi toplulukları için bir takım arayışlara girmelerini doğal karşılamak gerekir. Ayrıca Kafkaslarda ve Balkanlarda olup bitenler karşısında bir Türklük bilincinin doğması ve harekete geçmesi son derece beklenen bir durumdur. Gaspıralı İsmail Bey’in durumu, bunun en güzel örneğidir. Başlangıçta şiirler ile romantik biçimde başlayan bu arayışların başında da Gökalp gelir. Osmanlıcılık ile İslamcılığın bir hayal olduğu, Arap ve Arnavutların giriştikleri milliyetçi hareketlerle birlikte anlaşılınca, Türk aydınları arasında Türkçülük tek çıkar yol olarak kalmıştır.

 

Osmanlılık, millet adı olmayıp bir devlet adı olması, kozmopolit bir yapı ve ideale sahip olması nedeniyle çağın toplumsal gerçeğine uygun değil fikrinden hareket eden Ziya Gökalp, Türkçülüğün de millî kültürü arama ihtiyacından doğduğu düşüncesindedir.[17] Gökalp’ta Türkçülük, tamamen millet gerçeğine ve bu gerçeğin dayandığı kültürel zemini bulup ortaya çıkarmaya, kültürel anlamda Türk milletini yükseltmeye adanmıştır. Irk, kavim, coğrafya, ümmet ve bir devlete bağlı olma gibi hususlardan ayrı olarak sosyolojinin iddiasına göre millet; eğitimde, kültürde, duygularda bir ortaklık olarak anlaşılır ve “dilce, dince, ahlakça ve güzellik duygusu bakımından müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bulunan bir topluluk” olarak tanımlanır.[18] Bu topluluğun, Türkçülük açısından kültür, din ve medeniyet en önemli sorunları olarak karşımıza çıkar. Çünkü Osmanlı içerisinde bulunan Türk toplumunun halk katında yaşattığı kültür ile devlet katında yaşatılan kültürün aynı olduğunu söylemek oldukça zordur. Bu durum eğitim, edebiyat, dil, estetik, dini yaşayış vs. bakımlardan da geçerli olduğu için her alanda bir ikiliğin yaşanmasına da neden olmuştur.

 

Osmanlı, bir İmparatorluk olduğu için, resmi olarak Türk kültürünü işlemiş değildir. Özellikle dil, edebiyat ve müzikte saray çevresinde oluşan tutum, Gökalp’a göre asıl Türk kültürünü temsil eden halktan uzaktır. Türk kültürünü aramanın yolu, kültürün temsil edildiği halka ve Türk tarihine başvurmaktır. Kültür, bir milletin sosyal hayatını oluşturan kurumların bütünü olarak düşünüldüğü için dil, din, aile, edebiyat, varlık karşısındaki tutum, heyecan vs. birliği olarak düşünülür. Kültür ile medeniyet arasındaki fark; kültürün/harsın millî, medeniyetin ise milletlerarası olmasıdır. Ancak, her ikisi de bütün sosyal hayatı içine alması bakımından pek çok açıdan da birleşirler. Kültür, bir millete has fertlerin sosyal hayatının bütünü iken; medeniyet, aynı medeniyet içinde bulunan milletlerin sosyal hayatlarının kesişim noktalarıdır. Medeniyet, belli bir metotla ve bireysel çabalarla meydana gelen sosyal olayların bütünüdür. Bundan dolayı yapaydır. Yapay olan medeniyet, teknik ve bilgi bakımından belirlenirken; kültür, duygular tarafından belirlenir.

 

Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde Türkçü olan ve İslam’a mensup bulunan bir insan, medeniyet konusunda nasıl davranmalıdır? Osmanlı İmparatorluğu’nun çökme nedenlerinin başında, Batı medeniyetinin Doğu medeniyeti karşısında üstünlük kurması gelir. Gökalp’a göre Doğu medeniyeti, bir İslammedeniyeti olmadığı gibi Batı medeniyeti de bir Hristiyan medeniyeti değildir. Öyleyse medeniyet, bir din meselesi olarak anlaşılmamalıdır. Çünkü Osmanlı’nın içinde bulunduğu Doğu medeniyeti Bizans’a, bugünkü Batı medeniyeti de Roma’ya dayanır. Aslında bu noktada Gökalp, Yunan Felsefesi, Orta Çağ İslambilim ve felsefesinin Batı’ya olan etkisiyle birlikte Rönesans, Aydınlanma gibi bilim-felsefe-sanat bakımından bir tarihsel incelemeye girişmiş olsaydı medeniyet meselesini daha doğru anlamış olurdu. Böylece medeniyeti Doğu-Batı biçiminde değil, bütün bir insanlığın birikimli bir bileşkesi olarak anlamış olsaydı, din ile medeniyet arasında doğrudan bir ilişkinin olmadığını daha kolay görme imkânı olurdu. Gerçi Gökalp biraz zorlayarak da olsa medeniyeti, “kültürleri ve dinleri ayrı olan çeşitli cemiyetler arasındaki müşterek müesseselerin tamamı” diye tanımlar.[19] Çağdaşlaşmayı da “çağdaş olan medeniyet topluluğunun gittikçe gelişen bilim ve teknik düzeyinde, hiçbir milletten geri kalmayacak biçimde üstün bir yer elde etmek”[20] olarak anladığı için çağdaş olan Batı medeniyetinde yer almak gerektiğini düşünür. Bunun içindir ki, Türkçülüğün görevini Türk kültürünü bulmak ve Batı medeniyetini millî kültüre aşılamak olarak belirler. Bir Türkçü; milletini, ümmetini ve medeniyetini tanımak suretiyle hem sosyal bir değişim hem de siyasi bir değişimin öncüsü olmak zorundadır. Böyle bir öncü, Türk ve Müslüman kalarak Batı medeniyetine girmek için millî kültürü alacakları halka ve yine medeniyeti götürmek için tekrar halka gitmek zorundadır. Türkçülük bilimsel, felsefi ve estetik bir okul olarak kültürel bir çalışma ve yenileşme yolu diye anlaşıldığı için Batılı bir devlet modeline giden kapıyı da açmak zorundadır. Ayrıca, sosyal gerçeklik olan milletin devleti de bu gerçekliğe uygun olan millî devlet olmalıdır. Millî devlet, Batı’dan siyasi kurumları, bilim ve tekniği almak, ama kültürel olarak millî kalmak zorundadır. Belki de hedef; “Çağdaş bir İslamTürklüğü”dür.[21] Bunun içindir ki Gökalp’in parolası “Türk milletindenim, İslamümmetindenim, Batı medeniyetindenim” biçiminde özetlenmiştir. Bu ifade pek çok bakımdan eleştirilebilir. Çünkü bir medeniyet çevresi içine girmek, o medeniyeti oluşturan bütün kuramlardan etkilenmeyi; teknolojiyi almak, teknolojinin kendisine göre ürettiği bir kültürü almayı da beraberinde getirir.

 

Gökalp, savunduğu Türkçülük hakkında bir program yapar. En son eseri olan “Türkçülüğün Esasları” ile “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” adlı eserlerinde Türkçülük programını işler. Gökalp önce dil sorunu üzerinde yoğunlaşır. Dil konusunda, yaşayan Türkçeyi, özellikle İstanbul hanımlarının konuştuğu Türkçeyi önerir. Halk arasında yaşayan Türkçe kelimeleri bulup çıkarmak, Arapça ve Farsça terkiplerden meydana gelmiş olan Osmanlıcayı kozmopolit bir dil olduğu için terk etmek gerekir, diye düşünür. Halka ve Batı’ya doğru gitmek suretiyle edebiyat ve musiki meselesinde kültür ve medeniyet tanımlarına uygun bir yol takip eder. Bu, estetik ve ahlaki Türkçülüktür. Ona göre pek çok millet Batı medeniyetine girmek için mazisinden kurtulmak zorunda olduğu hâlde, Türkler tarihlerine baktıklarında ahlakça pek çok şeyin girmek istedikleri medeniyette de mevcut olduğunu göreceklerdir. Hatta Türklerin görevi, tarihlerinde yaşadıkları ve yaşattıkları ahlakı yaşatmak olmalıdır. Çağdaş bir devlet meydana getirmek hukuki Türkçülüğün, ibadetin Türkçe olmasını savunmak, dini Türkçülüğün hedefidir. İktisadi Türkçülük konusunda geliştirmiş olduğu fikirler, Cumhuriyet döneminde uygulanan karma ekonominin temelini oluşturmuştur. Bilimsel, felsefi ve estetik bir okul[22] olarak gördüğü siyasi Türkçülükten anladığı tam anlamıyla halkçılıktır. Bundan dolayıdır ki aydın, halka doğru yönelmekle halktaki millî felsefeyi bulup ortaya çıkarmak suretiyle felsefi Türkçülüğü gerçekleştirecektir. Osmanlı İmparatorluğu her alanda bir ikilik yarattığı için; halk edebiyatı-aruz vezni, Türk müziği-Osmanlı müziği, halk edebiyatı-Osmanlı (divan) edebiyatı, biçimindeki ikilikler, millet hâline gelmiş olan Türk toplumunu bu türlü ikiliklerden kurtarmak ve bu topluma bir şahsiyet kazandırmak maksadıyla bütün Türkleri dilde, edebiyatta, kültürde birleştirmek ihtiyacını duyar. Bunun adı Turan’dır.

 

“Vatan ne Türkiye’dir Türk için ne Türkistan;

Vatan büyük ve müebbed bir ülkedir; Turan!”

 

Gökalp’ta Turan’a giden yol, küçükten büyüğe doğrudur. Onun ilk hedefi Türkiye’deki Türklerde millî bilinci oluşturmak, sonra Oğuz boyu birliğine yönelmek ve en sonunda da Turan idealini gerçekleştirmek. Türkçülüğü bir kültür milliyetçiliği olarak anlayan Gökalp, kültürün zaman içerisinde oluştuğu tarihe başvuruyu esas kabul eder ve bu nedenle de Orta Asya’dan başlayan Türk tarihini, bu tarih içerisinde gerçekleşmiş olan her türlü kurumun analizini yapar.

 

Gökalp’ın fikirlerinin gerçekleşebilmesi, ancak köklü bir eğitim reformuyla mümkündür. Eğitim sorunu, aynı zamanda bir medeniyet sorunudur. Batı medeniyetine ait eğitim kurumları ile birlikte düşünülmedikçe Batı medeniyetine girme çabalarının sonuçsuz kalması kaçınılmazdır. Terbiyenin Sosyokültürel Temelleri adlı eserinde üzerinde durduğu sorun, işte bu sorundur. Tıpkı Durkheim’de olduğu gibi sosyal tasavvurları sosyal ülküler olarak gören Gökalp, ülküleri gerçekleştirme yolunun eğitimden geçtiğini düşünür. Ayrıca medeniyet, eğitim yoluyla kazanılan bir sosyal durum olduğu için, oluşturulacak olan eğitimin Batı medeniyetine ait bilgilerin kazandırılmasına hizmet etmesi gerekir. Gökalp şöyle der:

 

“Medeniyet meselesinin halli, başka bir yönden de acil bir mahiyet almıştır. Öteden beri memleketimizde bir maarif meselesi, bir terbiye meselesivar. Bu mesele birçok gayret ve çalışmalara rağmen, bir türlü halledilemiyor. Bu meselenin mahiyeti derinleştirilirse görülür ki, terbiye meselesi de medeniyet meselesinin bir parçasıdır. Esas mesele halledilince, maarif meselesi de kendiliğinden halledilmiş olacaktır.

 

Gerçekten, memleketimizde, gerek medeniyet, gerek terbiye bakımından birbirine benzemeyen üç tabaka var: Halk, medreseliler, mektepliler. Bu üç sınıftan birincisi hâlâ Uzak-Doğu Medeniyetinden tamamıyla ayrılmamış olduğu gibi, İkincisi de henüz Doğu Medeniyetinde yaşıyor. Yalnız üçüncü sınıftır ki, Batı Medeniyetinden bazı feyizlere erişebilmiştir. Demek ki, milletimizin bir kısmı ilkçağlarda, bir kısmı Ortaçağda, bir kısmı son çağlarda yaşamaktadır. Bir milletin böyle üç yüzlü bir hayat yaşaması normal olabilir mi?”[23]

 

Üç ayrı medeniyet içinde bulunan bu tabakaların üç ayrı pedagojileri vardır. Yapılması gereken, bu üç terbiye usulünü birleştirmektir. Hakiki millet olmanın yolu da buradan geçer.

 


        


        

[1]H. Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul: Ülken Yayınları, , s


        

[2]Şerif Mardin, Türk Modernleşmesi, İstanbul: İletişim Yayınları, , s.


        

3 Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri, İstanbul: İletişim Yayınları, , s.


        

[4]Ülken, a.g.e., s.


        

[5]Mardin, Türk Modernleşmesi, s.


        

[6]Ülken, a.g.e., s.


        

[7]Mümtaz’erTürköne, Siyasi Bir İdeoloji Olarak İslamcılığın Doğuşu, İstanbul: İletişim Yayınları, , s.


        

[8]Mardin, a.g.e., s.


        

[9]Ülken, a.g.e., s.


        

[10]Türköne, a.g.e., s.


        

11A.g.e., s.


        

[12]Mümtaz Turhan, Garplılaşmanın Neresindeyiz?s.


        

[13]Ülken, a.g.e., s.


        

[14]A.g.e., s.


        

[15]Ziya Gökalp, Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri I, İstanbul: Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, , s. 8.


        

[16]A.g.e., s


        

[17]A.g.e., s.


        

[18]Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, İstanbul: Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, , s


        

[19]A.g.e., s


        

[20]Ziya Gökalp, Türkleşmek, İslam, Muasırlaşmak, İstanbul: Kamer Yayınları, , s


        

[21]A.g.e., s


        

[22]Gökalp, Türkçülüğün Esasları, s.


        

        [23]Gökalp, Terbiyenin Sosyo-Kültürel Temelleri, s.

Modern Milliyetçilik Kuramları Açısından Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu Fikir Akımları

Öz:

Bu makalede; yüzyıl sonunda çökmekte olan Osmanlı İmparatorlu- ğundaki kötüye gidişi durdurmak ve etnik milliyetçiliklerin İmparatorluğuparçalamalarını engellemek adına geliştirilen fikir akımları modern milli- yetçilik kuramları çerçevesinde incelenmiştir. Batıcılık dışındaki bu akım- lar -Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük-, içerik açısından günümüz mil- liyetçilik literatüründeki tanımlar kapsamında değerlendirilebileceğinden,teritoryal (sivil-batı tipi) ve etnik (kültürel/doğu tipi) milliyetçilik karşıtlığı üzerinden yorumlanmıştıseafoodplus.infomenin amacı; dönemin etnik milliyetçiliklerinin insan doğasına hitapeden güçlü motiflerine karşı, rasyonel siyasal formlar vadeden teritoryal mil- liyetçiliklerin başarısızlıklarının açıklanmasına katkı sağlamaktır. İncelemesonunda; teritoryal milliyetçiliklerin sivil ideallerinin etnik milliyetçiliklertarafından kullanılmasının, milliyetçilik projelerinin kitleselleşebilmelerinin-halk tarafından benimsenmelerinin-, güçlü devletlerin sömürgecilik emel- lerine etnik milliyetçiliklerin alet edilmelerinin ve İmparatorluğun alt kültür- ler açısından cazibesini yitirmesinin yanında, ayrılıkçı hareketleri durdurabi- lecek güce de sahip olmadığının önemi vurgulanmıştır.

Anahtar Kelime:

Yüzyıl Osmanlı Fikir Hareketleri Engin ÖZTÜRK GİRİŞ İdeolojiler her şeyden önce belirli bir dünya görüşünü yansıtır. İdeoloji içinde yaşadığımız dünya, yani toplumsal gerçekliğin nasıl olduğunu, neden meydana geldiğini ve nereye gideceğini açıklamak ister. Toplumsal gerçeklik her ideolojiye farklı görünür. Çünkü her ideoloji, bir düşünce çizgisinden beslenir ve onun ötesine geçerek, bir siyasal duruş ve yol haritası çizer. Bu haritalar toplumsal gerçekliğin ne tür bağlantılarla örüldüğünü, bu bağlantıların doğru mu yoksa yanlış mı ve en iyi yolun hangisi olduğunu anlatır. İdeolojiler bu nedenle aynı zamanda bir inanç, norm ve değerler dizgesidir. Osmanlı İmparatorluğunda ise son dönemde ortaya çıkan fikir akımları (İdeolojiler), hem tarihsel hem de coğrafi1koşulların ürünüdür. Yeni toplumsal olayların yarattığı etki ve tepkilerden meydana gelmiştir. İdeolojiler ve beslendikleri fikir akımları kısmen örtüşerek veya ayrışarak yeni toplumsal gerçekliği açıklamak istemiş ve buna bir yol haritası çizmeye çalışmıştır. Bu dönemde birçok fikir akımı öne çıkmıştır. Bu akımlar; Osmanlıcılık, Panislamizm, Âdem – i Merkeziyetçilik, Turancılık, Türkçülük ’tür. Bu fikir akımlarına genel olarak bakacak olursak ortak amaçları İmparatorluğu içinde bulunduğu durumdan kurtarmak ve eski görkemli günlerine geri döndürmek olduğunu görürüz. Bu fikirlerin tek amacı Osmanlı birliğini korumaktır. Bu fikirlere farklı yollardan varmaya çalışan ideologlar fikirlerinin yönetim vizyonu farklılaştıkça birbirlerinden uzaklaşmış ve çatışma içine girmişlerdir. 1 Burada coğrafyadan kasıt Osmanlı İmparatorluğunun Yüzyıldan itibaren çok toprak kaybetmesindendir. ~1~ OSMANLICILIK XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti askeri, idari, siyasi ve ekonomik yönden birçok sorun ile karşı karşıyaydı. Ülkenin içine düştüğü zorlukları düzeltmek için çaba harcayan devlet adamları çeşitli arayışılar içine girdiler. Bu arayışlar sayesinde çeşitli çözüm yoları denendi. II. Mahmut ile başlayan yenilikler Tanzimat ile devam etmiş devlet modernleşme ve çağdaşlaşma yolunda büyük değişiklikler ve reformlar kaydetmiştir. Bu modernleşme ve çağdaşlaşma modeli içinde fikri açıdan önemli olan bir gelişme ise Osmanlıcılık fikridir 2. Osmanlıcılık fikrinin doğuşunda şüphesiz en önemli etken Fransız ihtilalinin getirdiği düşüncelerdir. İhtilalin yaydığı Milliyetçilik akımı, çok uluslu bir yapıya sahip olan Osmanlı Devletinde büyük bir şiddetle hissedildi. Milliyetçilik düşüncesi Osmanlı toprakları üzerinde ilk önce Balkanlarda yaşayan gayrimüslim toplulukları etkiledi. Bu topluluklar ihtilalin verdiği bağımsızlık düşünceleriyle Osmanlı Devletine karşı isyanda bulundular. Osmanlı Devleti bu dönemden itibaren iç sorunlarla karşılaştığı gibi devletin dağılma süreci de hızlanmaya başladı3. Osmanlı Devleti toplumsal yapı olarak ‘’Millet Sistemi’’ üzerine kurulmuş bir devletti. Sosyal yapıdaki millet kelimesi bugünkü anlamı ile kan ya da soya dayanan bir anlayışta değildi. Millet ‘’Din, Mezhep ve Şeriat’’ anlamında kullanılmaktaydı. Osmanlı Devleti, sosyal yapıdaki etnik ve dini oluşumu modern dünyanın istekleri ve gayrimüslimlerin istekleri doğrultusunda çözmek istiyordu. Bunun için Osmanlıcılık fikrini geliştirerek uygulamaya koydu4. Osmanlıcılık bir anlamda, milliyetçilik düşüncesiyle eş anlamlı, Batılıların milliyetçilik düşüncelerine ise karşıt taraflı bir görüştü. Osmanlıcılık fikri iç ve dış şartların devlete baskı yapması sonucunda ortaya çıkan bir fikirdir. Osmanlı toplumu içindeki etnik grupların devletten kopmasının önüne geçilebilmesi için ortak bir kimlik oluşturma çabasıdır 5. Osmanlıcılık, padişahın kontrolü altında yaşayan milletlerin, din ve ırk farkı gözetilmeksizin idari, dini, hukuki ve siyasi haklardan eşit bir şekilde faydalanmasıydı. Bu sistem sayesin de Osmanlı sınırları içinde yaşayan Türk, Ermeni, Arap, Yahudi, Bulgar v.s. hangi soy, renk ve mezhepten olursa olsun Osmanlı kimliği altında birleştirilecekti. Bu sayede devlet etnik milliyetçiliği önleyecekti6. Osmanlıcılık fikrinin devlet politikası olarak uygulanmasına bakarsak; II. Mahmut zamanında başlayan Sırp isyanı ve arkasından gelen Yunan isyanı Osmanlı devletinde 2 Şerif Demir, ‘’Tanzimat Döneminde Bir Devlet Politikası Olarak Osmanlıcılık’’, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 29, , s. 3 Demir, a.g.m, s. – 4 Osmanlıcılık fikri ABD yapısındaki gibi birçok milleti Osmanlı kimliği altında birleştirmektir. Konu hakkında detaylı bilgi için bkz. Mehmet Kaan Çalen, Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp’in Üçlü Tasnifleri: Üç Tarz – ı Siyaset ve Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak, Türk Yurdu Dergisi, C. 31, S. , , s. 5 Mevlüt Uyanık, ‘’Osmanlı Islahatlarının Nihai İfadesi Olarak Üç Tarz – ı Siyaset ve Türkiye Cumhuriyeti’ne Etkisi’’ Türkler Ansiklopedisi, C. 14, Ankara: Yeni Türkiye yay, , s. 6 Demir, a.g.m, s. ; Akçura, a.g.m, s. ; Çalen, a.g.m, s. ; Köçer, a.g.m, s. 11; Turan, a.g.e, s. 38, Suna Kili, Atatürk Devrimi, b. 11, İstanbul: İş Bankası yay, , s. 57; Suna Kili, Türk Devrim Tarihi, b, İstanbul: İş Bankası yay, , s. ; Anadolu Üniversitesi, ‘’Türk Siyasal Hayatı’’, Ankara: Anadolu Üniversitesi yay, , s. ; Uyanık, a.g.m, s. ~2~ Milliyetçilik akımının zuhur ettiğini göstermişti. Sırplara bazı tavizler ve Yunanlılara verilen bağımsızlık II. Mahmut’u, Osmanlı Milleti oluşturma düşüncesine itti. II. Mahmut, Mustafa Reşid Paşa aracılığı ile ‘’Ben tebaamda Müslümanı camide, Hıristiyanı kilisede, Musevisini de havrada fark ederim, aralarında başka güna bir fark yoktur. Cümlesi hakkındaki muhabbet ve adaletim kavidir ve hepsi hakiki evladımdır’’ diyerek Osmanlı Milletini oluşturma kararlılığına vurgu yapmıştır 7. Mustafa Reşid Paşa tarafından batı sentezli hazırlanan Tanzimat Fermanı () devletin tüm birimlerinde, yönetim anlayışında ve idaresinde köklü değişiklikler yapmıştır 8. Tanzimat Fermanının en önemli özelliği ve ana fikri ‘’Osmanlıcılık, Osmanlı Vatanperverliği’’ idi9. Mustafa Reşid Paşanın önünü açtığı bu yolu takip eden Ali ve Fuad Paşalar Islahat fermanını () yaparak Osmanlıcılık fikrine çok net olarak resmiyet kazandırmışlardır Islahat Fermanı ile her çeşit dini faaliyet devlet güvencesi altına alındı, gayrimüslimlere yönelik sınırlandırmalar ortadan kaldırıldı, etnik ve dini yönden insanları tahrik edip kışkırtacak ifadeler yasaklandı, karma mahkemelerin yetkileri genişledi, vergi ve askerlik konusunda eşitlik sağlandı. Islahat Fermanı ile gayrimüslimler sosyal, siyasal, hukuksal, ekonomik vb. gibi statülerinin geliştiği bir dönem başlamıştı Sonuç olarak, II. Mahmut’un başlattığı, Tanzimat ve Islahat Fermanları ile gelişen Osmanlıcılık akımı, Müslüman ve gayrimüslimleri aynı çatı altında birleştirerek eşitlik prensibini uygulaması zamanla önemini kaybetmeye başladı. Çünkü Anadolu ve Ortadoğu’daki Müslüman kitle buna hazır değildi. Ayrıca böyle bir siyaset Avrupalı devletlerin çıkarlarına ters düşüyordu. Osmanlıcılık ideolojisi Balkan Savaşlarında Osmanlı Devleti’nin yenilgisiyle son bulurken bu dönemden sonra yeni bir fikir akımı çıkarak Osmanlıcılığın yerini alacak ve yeni bir düzenin kurulmasında büyük bir rol oynayacaktır. Bu akım ise Türkçülük akımı olacaktır. 7 Demir, a.g.m, s. ; Yusuf Akçura, ‘’Üç Tarz – ı Siyaset’’, Türkler Ansiklopedisi, C. 14, Ankara: Yeni Türkiye yay, , s. ; Refik Turan, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi, b. 18, Ankara: Okutman yay, , s. 38; Mehmet Köçer, ‘’Osmanlı Devleti’nde Türkçülük Akımının Ortaya Çıkması’’, Doğu Anadolu Bölgesi Araştırmaları, C. 1, S. 3, , s. 8 Turan, a.g.e, s. 9 Demir, a.g.m, s. 10 Demir, a.g.m, s. ; Akçura, a.g.m, s. ; Çalen, a.g.m, s. 11 Turan, a.g.e, s. Demir, a.g.m, s. – ~3~ PANİSLAMİZM XIX. asrın başlarından itibaren batıdaki fikir hareketleri ve rejim değişiklikleri Osmanlı Devletini etkilemeye başlamıştı. Osmanlı Devleti batının etkisiyle ve yeni akımların etkilerine karşı yaptığı bir takım sosyal ve siyasi reformlar ülke içerisinde yeni fikirlerin ve ideolojilerin doğmasına yol açmıştır. Bu fikir ve ideolojilerden biride Panislamizm’dir Panislamizm akımı Tanzimat döneminde yönetime muhalif çevrelerce ortaya çıkan bir toplum hareketidir Osmanlı aydınları, XIX. yüzyıl boyunca, farklı ortamlarda yer alarak devleti kurtarmak için çeşitli yollar aramışlardır. İlk ciddi ıslahat programı, devletin kendi yaptığı ’da ilan edilen Tanzimat Fermanı’dır. Bu Ferman, Avrupa’nın medeniyet ve kültür seviyesine ulaşmayı ve imparatorluk içinde yaşayan hakları bir arada tutmayı hedefleyen bir ıslahat girişimidir Osmanlı Devleti, yeni bir değişim ifadesi olarak Tanzimat Fermanıyla yaptığı bir takım düzenlemeleri ‘’Şeriat’’a uygunluğunu kabul etse de bunu Müslüman halka anlatamamıştır Bu dönemden itibaren İslam düşüncesi, siyasi muhalefet aracı olmaktan çıkıp bir ideoloji ve siyasi söylem haline dönüşmüştür. Ülke içindeki Müslüman halk getirilen yenilikler ile gayrimüslimlerle eşit olması, ellerindeki hâkim durumun kaybolmasından korktuğu için Şeriat’a yeni anlamlar yükleyerek bir fikir akımı oluşturmuşlardır ’lı yıllardan itibaren giderek artan gazeteler İslamcılık fikrini halka anlatmaya çalışmış ve resmi ideolojiden farklı yeni siyasi söylemler dile getirilmeye başlanmıştır. Tercüman – ı Ahval, Muhbir, Basiret, İbret, Hürriyet, Ulûm gibi gazeteler İslamcı düşüncenin gelişmesinde önemli katkılar sağlamışlardır Batı, ideolojik yapısıyla beraber yeni evrensel değerleri dünya görüşünün vazgeçilmez unsuru kılarak ve İslam toplumunda oluşmayan sosyal – siyasal şartlarda örneklik ederek İslamcılığın doğmasına etken olmuştur XIX. asrın ikinci yarısında İslam coğrafyasına da yansıyan milliyetçilik akımına karşı, İslamcılar, din birliğine dayalı bir milliyetçilik anlayışını, İslam milliyetçiliğini geliştirmişlerdir Osmanlı Devletinin önemli düşünürlerinden olan Ali Suavi bu konuyla ilgili şöyle bir izahta bulunur; ‘’Garbın cinslik davası mı daha ziyade bekaya medardır, 12 Panislamizm, Fransızların; bütün İslam topluluklarının Osmanlı idaresinde birleştirme siyasetine verdikleri addır. Bu konu hakkında detaylı bilgi için bkz. Akçura, a.g.m, s. , M. Saffet Sarıkaya, ‘’Osmanlı Türkiyesindeki İslamcılık Düşüncesine Genel Bir Bakış, Arayışlar İnsani Bilimler Dergisi, S. 1, , s. 7 – 8. 13 Sarıkaya, a.g.m, s. 8. 14 Sarıkaya, a.g.m, s. 9; Kili, Atatürk, s. 58; Kili, Türk, s. 15 Sarıkaya, a.g.m, s. 10; Sacit Kutlu, ‘’İkinci Meşrutiyet Döneminin Düşünce Akımları’’, seafoodplus.info, s. 7. ( 7 Mart ) 16 Sarıkaya, a.g.m, s. 17 Sarıkaya, a.g.m, s. 18 İslamcılık anlayışına genel olarak bakarsak İslamcılık batıdan gelen fikir ve yeniliklere karşı dinin hükümlerini korumaktı. İslamcılar, Osmanlı aydınları içinde batı sempatisi olanlara karşıydılar. Ama İslamcılarda batı hayranı olan diğer aydınlardan farklı olarak doğu hayranlığı içindeydiler. Yani Osmanlı içindeki İslamcıların savundukları fikirlerde özgün değildi, ithaldi. Batıcılardan farklı olarak benimsedikleri fikirler Avrupa merkezli değil, Asya merkezli olmasıydı. Şey Celaleddin Afgani, Abdürreşit İbrahim veya Muhammed Abduh gibi panislamistler Osmanlı İslamcılarını etkilemişti. Konu hakkında detaylı bilgi için bkz. Kutlu, a.g.m, s. 7. 19 Sarıkaya, a.g.m, s. ~4~ yoksa Şarkın Müslümanlık davası mı? Bu meselenin mukayesesine gelince: Elbette Şarkın hali daha iyidir. Zira Fransız Fransızlık davasında otuz milyon kadardır. Lakin Türkler Müslümanlık davasında iki yüz milyondur. Cins mahvolabilir, Müslümanlık mahvolmaz…’’20 diyerek İslam milliyetçiliğinin gücünü ifade etmiştir. Dönemim sosyal ve siyasi yapısı içinde ‘’İttihad – Osmani’’ fikri uygulama alanı bulmasına rağmen, ülke içindeki gayrimüslimlerin faaliyetlerinden dolayı sonuçsuz kalmıştır. II. Meşrutiyet döneminde ittihad – i Osmani fikrini değerlendiren Yusuf Akçura ‘’Zannımca artık Osmanlı milleti meydana getirmek boş bir yorgunluktur’’21, diyecektir. İslam milleti fikri büyük ölçüde Panislamizm düşüncesinde yankı bulmuştu. Macar düşünürlerden A. Vambery Panislamizm’i, ‘’Kâfirlere karşı koyma, dinin tebliği ve politik gayeli cihad çağrısıyla harekete geçirilmiş ümmete delalet eder’’22 şeklinde açıklıyordu. Panislamizm sultan Abdülaziz Han zamanında işlerlik kazanarak Osmanlı Devletinde politik bir hale gelmiştir İslamcılar tarafından ateşli bir şekilde desteklenen Panislamizm, Sultan II. Abdülhamid tarafından ülkenin genel politikası haline getirildi Böylece II. Abdülhamid, devletin iç ve dış siyasetinde bütünlüğü korumaya ve batılı devletlere karşı bir denge siyaseti izlemeyi ön görmüştü. Ancak Osmanlı Devleti sosyal ve siyasal alanda diğer Müslüman ülkelerden gerekli maddi ve manevi desteği göremedi, Arnavut25 ve Arapların devlete başkaldırması Panislamizm’in idealist ve ütopik bir düşünce olarak kalmasına ve hatta yok olmasına neden olmuştur İslamcılık düşüncesi sadece siyasal alanda değil, Müslümanların geri kalma sebeplerini, bu sebeplerin çözüm yollarını araştıran ve sosyal şarlar içinde yeni fikirler üreten ilmi ve fikri bir değere sahipti. İslamcıların büyük bir bölümü dinin temel kaynaklarına yönelerek İslam’ın mevcut şartlar içinde yeniden yorumlanması gerektiği kanaatinde idi. Bu yeniden yorumlama için, asırlarca kapalı olduğuna inanılan bu anlayış kapısının yeniden açılmasının gerekli olduğu vurgulanmıştır. Böylece İslamcılar, batı medeniyetinin İslam’a yönelttiği hücumlara karşı yeni çözüm yolları üretebilecekti. 20 Sarıkaya, a.g.m, s. 21 Akçura, a.g.m, s. 22 Sarıkaya, a.g.m, s. 23 Akçura, a.g.m, s. 24 Sarıkaya, a.g.m, s. 12; Turan, a.g.e, s. 40; Çalen, a.g.m, s. ; Akçura, a.g.m, s. ; Kutlu, a.g.m, s. 7; Anadolu Üniversitesi, a.g.e, s. ; Köçer, a.g.m, s. 25 Özellikle Arnavutların yılında Osmanlı Devletine isyanı Panislamizm savunucularının Türkçü ve Turancı düşünceye yönelmelerine sebep olmuştur. 26 Sarıkaya, a.g.m, s. 12; Köçer, a.g.m s. ~5~ TEŞEBBÜS –İ ŞAHSİ VE ÂDEM – İ MERKEZİYETÇİLİK XX. yüzyılın başlarında Prens Sabahaddin’in, Le Play okulunun takipçisi olan Demolins’in Sciences Sociales olarak tanımladığı fikirleri İlm – i İçtima adıyla Osmanlı toplumuna tanıttı. Prens Sabahaddin’e göre İlm – i İçtima, sosyoloji biliminden farklı olarak gözlem ve araştırma metotları ile sosyal yapıların temellerine inerek, üst yapı kurumlarının doğrudan sosyal yapının kendine özgü koşullarını açıklamaya çalışmaktı Prens Sabahaddin toplumları Communautaire (Toplumcu) ve Particulariste (Bireyci) olmak üzere, iki kategoride değerlendiriyordu. Ona göre, Fransa’da Almanya’da ve bu gelişmiş batı devletlerini örnek alan Asya, Afrika, Güney Avrupa ve Güney Amerika ülkeleri gibi Osmanlı İmparatorluğu’nda da geniş bir kamu hâkimiyeti mevcuttu. Bu tip bölgelerde kişisel gelişme önemsenmediği, hatta engellendiği için kişiler her şeyi devletten bekler duruma geldiğini izah etmiştir Buna karşılık, eğitim sisteminin bireysel yetenekleri geliştirmeye yönelik olduğu İngiltere ile ABD gibi Anglosakson ve İskandinav ülkeleri gibi gelişmiş batı toplumlarında fertler girişimcidir. Bireyci toplumlarda ekonomik sınıfların arasında girişim serbestisi ve rekabet hüküm sürerdi Prens Sabahaddin’e göre, genel hayatın özel hayata hâkim olduğu sistemler siyasi baskı ve sosyal sefalete mahkûmdu. Merkeziyetçi Doğu toplumlarında, fertler cemaat baskısı nedeniyle ezildikleri için, toplum kişiliksizleşiyor ve gelişmiyordu. Bireyin özgürlük ve girişim ruhu köreltildiği ve özel girişime konan sınırlamalar yüzünden sermaye birikimi olanaksızlaştığı için gösterişe yönelik tüketim ağır basıyordu Prens Sabahaddin Osmanlı Devletinin sosyal ve siyasal alanda mutlaka bütüncü yapıdan bireyci yapıya geçmesini ön görüyordu. Toplum yapısında ‘’Teşebbüs – i Şahsi’’ yi yani kişisel girişimciliğe özendirici bir değişiklik yapılmalıydı. Bireysel girişimciliğin gelişmesi için özel mülkiyet hakkı tanınmalı, yaratıcı ve girişimci bir genç jenerasyona sahip olan Anglosakson modeline uygun bir eğitim sistemi yürürlüğe konmalıydı Prens Sabahaddin, milletlerin siyasi araçlarla kurtulabileceğine inanmıyordu. Ona göre, sosyal yapı değişmeden, ister mutlakıyet rejimi, ister meşrutiyet rejimi, isterse cumhuriyet rejimi olsun, ister hükümdar olan bir kişi, isterse adı Meclis – i Mebusan olan beş yüz kişi yönetsin sonuç aynı olurdu. Demokrasinin amacı halkın hükümeti denetleyebilmesiydi. Bu amaca yönelik olarak, siyasette merkeziyetçilikten vazgeçip âdem – i merkeziyet’i yani yerel yönetimi ülkenin en küçük birimi olan köylere kadar yaymayı, belediye ve hukuk işleri konusunda özerk yönetimler kurmayı öneriyordu Prens Sabahaddin’in oluşturduğu programda şöyle bilgiler vardı; 27 Kutlu, a.g.m, s. 3; Kili, Atatürk, s. 60 - 61; Kili, Türk, s. – 28 Kutlu, a.g.m, s. 3. 29 Kutlu, a.g.m, s. 3. 30 Kutlu, a.g.m, s. 3; Kili, Atatürk, s. 60 – 61; Kili, Türk, s. – 31 Kutlu, a.g.m, s. 3; Kili, Atatürk, s. 60 – 61; Kili, Türk, s. – 32 Kutlu, a.g.m, s. 3. ~6~  Siyasi ıslahat, bütün sınıflar ve tebaa için istisnasız olarak uygulanacaktır. Vilayetlerin idaresi âdem –i merkeziyet (Cevreden idare) ve tevsii mezuniyet (Yetki Genişliği) usulü üzerine kurulacak.  Vilayet Meclisi üyeleri halk tarafından seçilecek, bu meclisler, vilayetin mali kanun ve nizamlarıyla alakalı meselelerde geniş ve tam yetkiye sahip olacaktır.  Payitahtta, Vilayet Meclisi kurulacak ve bir taraftan vilayetler arasında, öte taraftan vilayetlerle hükümet arasındaki rabıta ve münasebetleri sağlayacaktır.  Bütün Osmanlılar, ırk farkı gözetilmeksizin hak ve vazife yönünden eşit olacak.  Jandarma kuvveti vilayetlerde ırk nispeti dikkate alınarak kurulacaktı.  Mülki taksimat ünitelerde an yüksek mülki, mali, adli amirler merkezi hükümet tarafından diğer memurlar valiler tarafından ve vilayetin ırk nispeti dikkate alınarak halk arasında seçimle tayin edilecekti.  Devlete olan anlaşmalara saygı gösterilecekti. 33 Prens Sabahaddin’e göre, özel yaşamlarında bağımsız olmayan fertlerin oluşturduğu kendini idareden aciz toplum, kamu hayatını yönetemez veya denetleyemezdi. Prens Sabahaddin bunu şöyle izah ediyordu; İstiklal – i Milli, ancak İstiklal – i Şahsi ile temin edilebilirdi Sonuç olarak Prens Sabahaddin sonrası gelişmeler sonucu idealleriyle gerçekler arasında sıkışmış ve önerdiği toplumsal dönüşümün liderliğini yapamamıştı. Avrupa’da son yüz yılda gerçekleşen devrimlerin, burjuva sınıfının eseri olduğunu ve burjuvazinin önemini de yeterince anlayamayan Prens Sabahaddin özel teşebbüs konusundaki görüşleri ile tarihe ve ekonomi bilimine yeterli veriler dayandıramamıştı. O, bu konuları daha çok sosyal bir sorun, bir eğitim sorunu olarak algılamıştı 33 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, b. 7, C. 8, Ankara: TTK yay, , s. 34 Kutlu, a.g.m, s 35 Prens Sabahaddin’in diğer bir sorun ise düşüncelerinin genel olarak batı merkezli olmasıydı. Doğu toplularının biçim ve yaşam şekilleri batı toplumundan farklıydı. Doğu toplumları batı toplumları gibi bireyci olamazdı çünkü doğu toplumu genel yapısı itibarı ile toplumcu ve cemaatçiydi. ~7~ TÜRKÇÜLÜK – TURANCILIK Millet; dil, soy, vatan, din, örf, adet ve ülkü birliği olan insanların oluşturduğu bir yapı bir topluluktur. Millet etnoloji olarak ırktan daha geniştir. Milliyetçilik, tarihinin yapıcısı, kültürün oluşturucusu ve taşıyıcısı olarak milletin gerçeğini benimsemek, milleti tarihi gelişimi içinde oluşan özellikleriyle korumak ve yaşatmak temeli üzerine inşa edilmiştir Bu tanımla milliyetçilik rasyoneldir, sosyolojik ve psikolojik temellere dayanır. Milli inancını tarihindeki örnekleriyle bir düşünce haline topluma aşılayarak sosyolojik anlamda millet kavramına dönüştürmeye çalışır. Milliyet ve Milliyetçilik ile ilgili bu açıklamadan sonra Osmanlı Devletine baktığımız zaman; Osmanlı Devleti dayandığı insan unsuru, etnik köken, dil, din bakımından oldukça farklılık gösteren ‘’Anasır – ı Muhtelife’’ ( Çeşitli unsurlar) den oluşuyordu Bu unsurlar arasında milliyet meselesi, İslam gelenekleri ve anlayışlarına uygun şekilde düzene konmuştu. Bu gelenekler, ülke içindeki farklı din ve mezheplere vakıf olan kişiler arasındaki ilişkiyi ve düzeni korumak içindi. Bireyler arasındaki sınırlar, etnik ya da sosyal değil dinseldi. Bununla birlikte Osmanlı Devleti ümmetten millete XIX. yüzyılın ilk yarısından itibaren girmeye başlamıştı Osmanlı Devleti’nin gerileme ve dağılma dönemine girmesi ile birlikte, devlet adamları ve aydınları, devleti içine düştüğü durumdan kurtarabilmek için çeşitli çareler aramaya başlamıştı. Tanzimat Fermanının ilan edilmesi ile birlikte, XIX. ve XX. yüzyıla damgasını vuracak fikir akımlarından biri olan Osmanlıcılık, devletin bütünlüğünü ve halkın birliğini sağlayacak yaklaşım olarak ortaya çıkmıştır. II. Mahmut’un söylediği ‘’Ben tebaamdan Müslümanı camide, Hristiyan’ı kilisede, Musevi’yi havrada fark ederim’’39 ifadelerle resmiyet kazanan bu akım, ülkedeki müslim ve gayrimüslim halka eşit haklar vererek devletin bütünlüğünü sağlamaya çalışmıştır. Ancak bütün bu çabalar, gayrimüslimleri devlete bağlamaya yetmediği gibi ayrılıkçıları cesaretlendirip, dağılmayı körükledi. Türkleştirildiklerini ve asimilasyona uğradıklarını iddia eden başta Rum ve Ermeni olan gayrimüslimler, Osmanlı idaresinde bağımsızlıklarını kaybettikleri gerekçesi ile bu akıma karşı çıkmaya başladılar. Avrupa devletleri de Hıristiyan halkı Türk hâkimiyetinden kurtarmak propagandasıyla bu ayrılık hareketini desteklemişlerdir. Bu durumda Müslümanların gayrimüslimlere eşit olmasının yarattığı etkide eklenince, devlet adamları ve aydınlar, Osmanlıcılık akımından yavaş yavaş vazgeçmişlerdir Osmanlıcılık fikrinden beklediğini bulamayan Osmanlı yönetimi toprakları üzerinde yaşayan halkı tek bir kimlik altın birleştirmek yerine din eksenli bir akım olan İslamcılığa yöneldi II. Abdülhamid devrinde zirve yapan İslamcılık akımı devletin birliğini sağlamakta 36 Köçer, a.g.m, s. 37 Köçer, a.g.m, s. 38 Köçer, a.g.m, s. 39 Demir, a.g.m, s. ; Akçura, a.g.m, s. ; Turan, a.g.e, s. 38; Köçer, a.g.m, s. 40 Köçer, a.g.m, s. 11; Turan; a.g.e, s. 41 Köçer, a.g.m, s ~8~ en büyük umut olmuştur. İslam birliği düşüncesi, dini olmaktan daha çok siyasi nitelikliydi Ancak içteki milliyetçilik hareketleri ve Batı’dan gelen baskılar, İslamcılık düşüncesini imkânsız hale getirdiği gibi Arap ve Arnavutların Osmanlı Devletine karşı isyan etmesi de bu akımın artık geçerliliğini yitirmesine sebep oldu Osmanlıcılık ve İslamcılık akımlarının devleti kurtarmaya yetecek çareler olmadığı anlaşıldığında, devlet adamları ve aydınlar yeni bir akım olarak Türkçülüğü – Turancılığı benimsediler Aslına bakılırsa Osmanlıcılık akımının zirve yaptığı dönemlerde bile tarihçi ve edebiyatçılar arasında Avrupa’daki romantik milliyetçiliğe hayranlık vardı. Özellikle Batılı Türkologların hazırladığı eserler Osmanlı aydınları üzerinde büyük etkiler bırakmıştı. Bu etkilere baktığımız zaman Ahmet Vefik Paşa Osmanlı ve İslam tarihi dışında Türk tarihi üzerine çeşitli eserler çevirerek Türkçülük akımında büyük rol oynamıştır. Süleyman Paşa askeri okullarda Hunlardan başlamak üzere Orta Asya tarihi dersleri vermiştir Ayrıca aynı dönemlerde yılında yurtları işgal edilen Kırım Türklerinin, XVIII. yüzyıl sonlarında Volga – Ural boylarındaki Tatar ve Çuvaşların Osmanlı Devletine sığınmaları, Osmanlı toplumunda dış Türklere olan ilginin artmasına sebep olmuştu – yıllarında Orta Asya’daki Rus ve Çin’in işgallerine karşı halkta büyük bir tepki doğmuştu. Bu tepkiler neticesinde dış Türkleri konu edinen kitaplar yazılmaya başlandı Kırım ve Azerbaycan’da faaliyet gösteren iki önemli aydın, İstanbul’a gelerek fikirleri ile büyük ilgi görmüşlerdir. Bu aydınlardan biri; Mirza Fethali Ahundzade’dir ki, Osmanlıcadaki Arap harflerinin ıslahıyla ilgili çalışmasıyla ün yapmıştır. İsmail Gaspıralı48 ise, Slav baskılarına boyun eğmeyerek Türklüğün kurtuluşunun ancak Türk birliğinde yattığını ifade eden yazılar yazarak aydınlar arasında ön plana çıkmıştır. Diğer taraftan, İstanbul’a yerleşerek Osmanlı aydınları içerisinde fikirleri ile büyük ilgi gören Yusuf Akçura, Üç Tarz – ı Siyaset adlı eseriyle Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük fikirlerinin Osmanlı Devletine ne derecede yararlı olabileceğini açıklamış ve Türkçülüğü ön plana çıkarmıştır Osmanlı aydınları arasında ise, Ahmet Hikmet ve Mehmet Emin Yurdakul, edebiyat sahasında öne çıkmışlardır. Türkçülüğün siyaset alanında yaygınlaşmasında, II. Meşrutiyet döneminde ortaya çıkan örgütlenmeler ve bunların faaliyetleri önemlidir. 12 Aralık ’de kurulan Türk Derneği, Osmanlı Devletinde kurulan ilk Türkçü dernek olurken, 18 Ağustos ’de açılan Türk Yurdu Cemiyeti ve 12 Ocak ’de kurulan Türk Ocakları, Osmanlı Devleti’ndeki Türkçülük faaliyetlerine hız kazandırmıştı 42 Sarıkaya, a.g.m, s. 12; Turan, a.g.e, s. 40; Çalen, a.g.m, s. ; Akçura, a.g.m, s. ; Kutlu, a.g.m, s. 7; Anadolu Üniversitesi, a.g.e, s. ; Köçer, a.g.m, s. 43 Sarıkaya, a.g.m, s. 12; Köçer, a.g.m s. 44 Köçer, a.g.m, s; Kili, Atatürk, s. 58; Kili, Türk, s. 45 Köçer, a.g.m, s. 11 – 46 Köçer, a.g.m, s. 12; Kutlu, a.g.m, s. 47 Köçer, a.g.m, s. 12; Kutlu, a.g.m, s. 48 İsmail Gaspıralı’nın en önemli eseri ise yılında Tercüman adlı gazetede yayımladığı ‘’Dilde, Fikirde, İşte Birlik’’ adlı eseridir. 49 Köçer, a.g.m, s. 12; Kutlu, a.g.m, s. 10; Uyanık, a.g.m, s. ; Çalen, a.g.m, s. 50 Köçer, a.g.m, s. 12; Kutlu, a.g.m, s. 11; Anadolu Üniversitesi, a.g.e, s. - ; Turan, a.g.e, s. ~9~ İslamcılık akımının güç kaybetmeye başlaması ve Türkçü aydınların bilimsel ve kültürel alanlardaki çalışmaların yapılması, Türklerin oturduğu ve Türkçe’nin konuşulduğu ülkeler arasında kültürel ve siyasi birliği sağlama amacında olan Turancılık akımının ortaya çıkmasını sağladı. Liderliğini İsmail Gaspıralı’nın yaptığı bu hareket, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu ve Hüseyinzade Ali Bey tarafından Osmanlı Türklerine aşılanmaya çalışıldı Bu dönemde Osmanlı aydınları arasında içinde en çok Ziya Gökalp’in faaliyetleri dikkat çekmiştir. ’de Genç Kalemler Dergisi’nde yazı yazmaya başlayan Gökalp, Turan şiiri ile dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştı. Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak52 adıyla formüle ettiği fikirleri ile Gökalp, bir taraftan Türklük bilincine ulaşılması için çaba sarf ederken diğer taraftan da İslam inancının Türklük için önemini vurgulamıştır Gökalp yazdığı birçok makalesi ve Türklere yaydığı fikirleri ile Osmanlı aydınları arasında büyük ilgi görmüştür. Osmanlı Devleti’nin kurtuluşu için devreye sokulan Osmanlıcılık ve İslamcılık akımı kadar realiteye uzak, duygusal ve hayalci olan Turancı yaklaşım somut bir başarı elde edememiştir. Osmanlı rejimi tamamen ortadan kalkınca daha realist bir yaklaşım olan Türkçülük akımı benimsenmiştir 51 Köçer, a.g.m, s. 12; Kutlu, a.g.m, s. 52 Gökalp bu eserinde Türk milletinin özüne nasıl döneceğini yani nasıl Türkleşeceğini bunun yanında Türkleşirken nasıl Müslüman olacağını ve nasıl bir şekilde batılı olunacağını söylemiştir. Gökalp’in bu eseri hakkında detaylı bilgi için bkz. Ziya Gökalp, Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak, Ankara: Kültür Bakanlığı yay, , s. 1 – 53 Gökalp, bu üçlemişini şöylede açıklamıştır; ‘’Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, Garp medeniyetindenim’’. 54 Bütün Türklerin birleşmesini amaçlayan Turan akımı, Enver Paşa’nın Kafkaslardaki başarısızlığı ve Osmanlıdan sonraki yeni rejimin politikaları gereği önemini kaybetti. Bu akımı savunan Türk aydınları zamanla Turancılık yerine Türkçülük akımı benimsediler. Hatta bu konu hakkında Ziya Gökalp Uzak Mefkûre demiştir. Detaylı bilgi için bkz. Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları; Köçer, a.g.m, s. 12; Anadolu Üniversitesi, a.g.e, s. ~ 10 ~ KAYNAKÇA AKÇURA, Yusuf, ‘’Üç Tarz – ı Siyaset’’, Türkler Ansiklopedisi, C. 14, Ankara: Yeni Türkiye yay, Anadolu Üniversitesi, Türk Siyasal Hayatı, Ankara: Anadolu Üniversitesi yay, ÇALEN, Mehmet Kaan, ‘’Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp’in Üçlü Tasnifleri: Üç Tarz – ı Siyaset ve Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak’’, Türk Yurdu Dergisi, C. 31, S. , DEMİR, Şerif, ‘’Tanzimat Döneminde Bir Devlet Politikası Olarak Osmanlıcılık’’, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 29, GÖKALP, Ziya, Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak, Ankara: Kültür Bakanlığı yay, KARAL, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, b. 7, C. 8, Ankara: TTK yay, KİLİ, Suna, Atatürk Devrimi, b. 11, İstanbul: İş Bankası yay, _________, Türk Devrim Tarihi, b. 13, İstanbul: İş Bankası yay, KÖÇER, Mehmet, ‘’Osmanlı Devleti’nde Türkçülük Akımının Ortaya Çıkması’’, Doğu Anadolu Bölgesi Araştırmaları, C. 1, S. 3, KUTLU, Sacit, İkinci Meşrutiyet Döneminin Düşünce Akımları, seafoodplus.info _turkiye_seminerleri_html. ( 7 Mart ) SARIKAYA, M. Saffet, ‘’Osmanlı Türkiye’sindeki İslamcılık Düşüncesine Genel Bir Bakış’’, Arayışlar İnsani Bilimler Dergisi, S. 1, TURAN, Refik, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi, b. 18, Ankara: Okutman yay, UYANIK, Mevlüt, ‘’Osmanlı Islahatlarının Nihai İfadesi Olarak Üç Tarz – ı Siyaset ve Türkiye Cumhuriyeti’ne Etkisi’’, Türkler Ansiklopedisi, C. 14, Ankara: Yeni Türkiye yay, ~ 11 ~

Osmanlı Fikir Akımları

Osmanlı Fikir Akımları, birçok düşünce akımı gibi işler yolunda gitmediği zaman ortaya çıkmıştır. Ne demek bu? Şöyle ki; Osmanlı İmparatorluğu bölünmeye, parçalanmaya doğru gitmekteydi. Bunları önlemek, Osmanlı&#;nın bütünlüğünü korumak için birtakım fikir akımları ortaya çıkmıştır. Kpss Tarih dersinde bu bölümde Osmanlı Fikir Akımları anlatılacaktır.

Osmanlı Fikir Akımları

Osmanlı İmparatorluğunda görülen düşünce akımları 5 başlıktan oluşmaktadır. Bunlar Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük, Batıcılık ve Adem-i Merkeziyetçilik (Teşebbüs-i Şahsi) olarak bilinmektedir.

1) Osmanlıcılık

Osmanlı Fikir Akımları içinde ilk olarak anlatacağımız akım Osmanlıcılık&#;tır. Tanzimat Fermanı ile uygulamaya konulan bu fikir akımının temeli 2. Mahmut dönemine kadar uzanmaktadır. Bilindiği üzere Fransız İhtilali ile milliyetçilik akımı hızla yayılmaya başlamıştı. Bunun üzerine Osmanlıcılık akımı ile, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yaşayan bütün milletleri dil, din, ırk ve mezhep ayırmaksızın herkesi kanun önünde eşit görmek ve kendilerini temsil etme hakkı vermek amaçlanmıştır.

Osmanlıcılık fikrini savunan Jön Türkler, herkeste eşitlik kavramı ile Osmanlı vatandaşı bilinci oluşturmayı amaçlamıştır. Bu amaçla birleşerek imparatorluğun dağılmasını önlemeyi hedeflemişlerdir.

Gerek Tanzimat Fermanı ve Islahat Fermanı gerekse Meşrutiyetin ilanı bu bilincin oluşmasını ve dolayısıyla Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasını önleme amaçlıdır.

Tabi ki tüm bunlar Fransız İhtilali ile beraber gelen milliyetçilik akımının önüne geçememiştir. Osmanlı İmparatorluğu altında yaşayan uluslar bağımsızlık için ayaklanmaya devam etmiştir. Dolayısıyla Osmanlıcılık akımı bir işe yaramamıştır.

2) İslamcılık (Ümmetçilik)

Bu düşünce akımı yüzyılın sonlarına doğru 2. Abdülhamit ile beraber devletin resmi politikası haline getirilmiştir. Bir diğer adı Ümmetçilik olan bu fikir akımı kötü gidişatın sebebinin dinden uzaklaşma olduğunu savunmuştur. Her ne kadar Arap milliyetçiliğini ve dağılmayı önleyemese de İslamcılık akımı, Osmanlı devleti içinde yaşayan Müslümanları bir arada tutmayı hedeflemiş ve böylece devletin bütünlüğünü sağlamaya çalışmıştır. Peki başarılı olmuş mudur?

Tarih bilgilerimizi ve hafızamızı biraz zorlarsak 1. Dünya Savaşında İngilizlerle Araplar aralarında anlaşmış ve Osmanlıya karşı beraber savaşmıştır. Bu da gösteriyor ki İslamcılık düşüncesi başarısız olmuş bir fikir akımıdır.

3) Türkçülük

Osmanlı fikir akımları içinde işlediğimiz Osmanlıcılık ve İslamcılık politikaları çözüm olmayınca Yüzyılın başlarında Türkçülük ön plana çıkmaya başlamıştır. Türkçülük, devletin kurtuluşunun milli değerlere bağlı kalmak olduğunu ve bu değerleri korumak olduğunu belirtmiştir.

Türkçülük akımının fikir babası Ziya Gökalp&#;tir.

Bu akımın öne çıkmasının sebebi , Osmanlı sınırları içinde yaşayan Türkleri milli değerler etrafında bir araya getirilerek dağılmayı önlemekti.

Bu akım dağılmayı yine önleyememiştir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti&#;nin doğmasında çok etkili olacaktır.

Bazı aşırı Türkçüler olayı büyüterek dünyadaki tüm Türkleri bir bayrak altında toplama amacı olan Turancılığı savunmuşlardır. Her ne kadar Osmanlı&#;nın dağılmasına engel olamasa da Turancılık, 1. Dünya Savaşı&#;nda Kafkas Cephesi&#;nin açılma amaçlarından biri olmuştur. Diğer bir deyişle Kafkas Cephesi&#;nin açılış amaçlarından biri Turancılık düşünce akımını hayata geçirmekti.

4) Batıcılık

Bu fikir akımının temeli Lale Devri&#;ne kadar uzanmaktadır. Batıcılık, devletin bütünlüğünün ve kurtuluşunun ancak ve ancak Batının biliminden ve teknolojisinden faydalanarak bunları Osmanlı bünyesine alma ile olacağını savunmuştur. Tüm bunların doğrultusunda Batı tarzında yapılan yeniliklere öncelik verilmiştir. Diğer fikir akımları gibi bu düşünce de Osmanlı Devleti&#;ni kurtaramamıştır. Geç kalınması, tam olarak uygulanamayışı bunlarda etkendir.

Batılılaşma politikaları her ne kadar Osmanlı&#;yı kurtarmasa da, bu sırada elde edilen bilgi, birikim ve tecrübe modern Türkiye&#;nin doğuşuna katkı sağlayacaktır.

5) Adem-i Merkeziyetçilik (Teşebbüs-i Şahsi)

Adem-i Merkeziyetçilik akımı Osmanlı içinde yaşayan vatandaşlara geniş özgürlükler verilmesini ve çeşitli etnik grupların federasyon gibi kendi siyasal yapısı içinde yaşamalarını savunmaktadır.

Adem-i Merkeziyetçilik düşüncesinin önde gelen savunucusu aynı zamanda Osmanlı hanedanına mensup olan Prens Sabahattin&#;dir.

Kpss genel kültür Tarih dersine ait Osmanlı fikir akımları konusu tamamlanmıştır. Bir sonraki Tarih konusu Trablusgarp Savaşı olacaktır.

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir