türkiye deki liberal partiler / Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı

Türkiye Deki Liberal Partiler

türkiye deki liberal partiler

türkiye'de liberal partilerin tutulmaması

  • avrupa ve kuzey amerika ülkelerinde iyi oy alan liberal partiler türkiye'de yokları oynuyor. şimdi geçmişte ki merkez sağ partileri demeyin onlar tam anlamıyla liberal parti değildi. türkiye'de aktif olarak siyaset yapan partilerden tüzük olarak liberalizme en uyan parti ldp fakat oy oranı olarak baya dipteler.

  • otorite aşığı bir millete sahip oluşumuz sebebiyledir.

  • türk insanında devlet baba tasviri vardır, her şeyi devletten beklerler. bir şeye para vermek bizim ruhumuzda yok hep bedavacılık anasını satayım.

    ek olarak bu ülkeyi hiçbir zaman liberal bir parti yönetmedi, gelir gelmez yeni vergiler getiren, hak ve özgürleri sınırlayan liberal parti mı olur?

  • adalet ve kalkınma partisi pratikte basbayağı liberal parti olduğu ve 20 yıldır iktidarda olduğu için tespit bence geçersizdir.

  • bu ülkede herkes, her şeyi devlet babasından beklediği için liberalizm tutmaz. gerçek bir liberal parti gelse olacaklar;

    -memurlar azaltılır. siz hiç herhangi bir partinin, "memur sayısını azaltacağız" dediğini duydunuz mu? duymazsınız. çünkü türkiye'de devlet iş, aş kapısıdır. diğer bir söylemle rant kapısıdır.

    -devlet ticaretin içinden çıkar. sadece denetleyici rolüne geçer. tanzim satışları ya da lezzet ankara gibi zararına iş yapılan saçmalıkları göremezsiniz.

    devlet özel sektöre rakip olmaz. rakip olduğu bütün alanlardan çıkar. böylece sektörü de, devleti de büyük zarardan kurtarır. örneğin dünyanın kişi başı en çok çay tüketimi olan ülkesinde çaykur 1 tl'ye yakın zarar edemez. hemen özelleştirilir ya da kapatılır.

    savunma sanayi hariç.

    devlet yapısı gereği vergileri verimli harcayamaz. zarar eder ya da karlılığı düşüktür. bu nedenle vergilerin verimli kullanılması için ticaretin içinde olmamalıdır. ek olarak devletin, özel bir şirkete rakip olması haksız rekabet olacağından dolayı ticaretin içinde bulunmamalıdır.

    -trt kapatılır. neden bir devlet kanalı dizi çeker ki? neden müzik kanalı vardır? haber kanalı neden vardır? resmi ideoloji pompalamak için mi?

    trt her iktidara geçenin elinde büyük bir manipülasyon aracına dönüşür, dönüşmektedir, dönüşecektir.

    -diyanet işleri kapatılacaktır. liberalizm seküler olmayı gerektirir. sekülerizm ise bütün dinlere aynı uzaklıkta olmayı gerektirir.

    -yabancıdan korkmaz. yabancı yatırımcı, ürün ya da hizmetten korkmaz. rekabetçiliği artırmak ve en kalitelisini, en ucuza mal etmeyi kazanan ayakta kalır. sadece türkiye'de üretildi diye size, yurt dışından gelen ürün ve hizmetlere anlamsız oranlarda vergilerle rekabeti engellemez. böylece daha kaliteli malı menşei fark etmeksizin satın alabilirsiniz.

    -eğitim ve sağlık sistemi kademeli olarak özelleştirilir.

    -liberalizm devletin küçülmesini ve hür teşebbüslerin haklarının artmasını öngörür.

    daha sayısız örnek verirdim ama entry biraz kısa olsun istedim.

    bütün bunlar yapıldığı için vergi yükü inanılmaz azalır ve halkın alım gücü artar. ancak devlet herkese iş, aş ve yardım etmediği için sadece iyi olanlar, daha iyi hayata sahip olur.

    yani liberalizm eşitliği değil, adaleti savunduğu; tembelin hayat standardını değil, kendini geliştirenin hayat standardını garanti altına aldığı için bu ülkede tutmadı, tutmayacaktır.

    eğitimsiz, vasat, matematik bilmeyen, analitik düşünemeyen ve hatta türkçe soruyu okuyup, algılamakta güçlük çeken bir toplumuz (kaynak: pisa ve oecd eğitim raporları). böyle bir toplumun popülist olmayan bir siyasi görüşü benimsemesi beklenemez.

ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.

Liberalizm ve Türkiye'de Liberal Eğilimler, Mustafa Erdoğan

1. Liberalizm Nedir?

Liberalizm özü bakımından siyasi bir doktrindir ve modern çağın ürünüdür. “Siyasi” sıfatı, bir öğreti veya ideolojinin kapsayıcı bir felsefi sistem oluşturmadığına, fakat sadece devlet-toplum ilişkisi hakkında birtakım normatif önermelerden meydana geldiğine işaret eder. Oysa kapsayıcı bir felsefi sistem felsefenin temel disiplinlerinin (ontoloji, epistemoloji, etik ve estetik) hepsine ilişkin birbiriyle tutarlı önermelerden oluşur. Bununla beraber, siyasi doktrin veya ideolojiler kapsayıcı birer felsefi sistem oluşturmasalar bile, çoğu zaman onların epistemolojik ve etik temelleri vardır. Bundan dolayı siyaset felsefesinin konusuna girerler. Bu durum elbette liberalizm için de geçerlidir. Hatta  liberalizmi bütüncü bir felsefe olarak yorumlayan liberaller de vardır.

Bir entelektüel ve siyasi gelenek olarak liberalizm başlıca üç kaynaktan etkilenmiştir: John Locke, İskoç Aydınlanması ve İmmanuel Kant.

Liberalizm esas itibariyle bir Anglo-Amerikan düşünce geleneğidir. Liberalizmin ilk büyük düşünürü yüzyıl sonlarında eser vermiş olan İngiliz filozofu John Locke’dur () . Locke’un siyasi düşüncedeki önemi, toplumsal ve siyasi varoluşu, başlangıçta doğal halinde yaşayan  insanların kendi aralarında anlaşma yoluyla devleti kurdukları varsayımıyla  temellendirmesinden ileri gelmektedir. Ona göre, insanlar doğa halinden “uygar” siyasi topluma geçerken doğal haklarını saklı tutmuşlar ve devleti bu hakları korumakla görevlendirmiş ve yetkilendirmişlerdir. Locke bu hakları “hayat, hürriyet, mülkiyet” üçlemesiyle özetlemiştir. Locke’un düşüncesinde doğal haklar öylesine temel ve vazgeçilmez değerlerdir ki, sözleşmeyle kurulan siyasi yönetimin bunları sistematik olarak ihlal etmesi bireylere o yönetime direnme hakkı verir.

Locke’un fikirleri liberal entelektüel-siyasi geleneği büyük ölçüde yönlendirmiştir; bugün de hala liberal düşünürler birçok güncel sorunu Locke’un düşüncelerinin etkisi altında tartışmaktadırlar. Locke’un temel fikirleri hemen hemen bütün liberallerin hareket noktası olmakla beraber, Locke’çu liberalizmin son dönemdeki tipik temsilcisi Amerikalı siyaset felsefecisi Robert Nozick’tir (). Nozick başlıca iki bakımdan Locke’çu liberalizmi temsil etmektedir. İlk olarak, ünlü eseri Anarşi, Devlet ve Ütopya’da Nozick de devletin ortaya çıkışını sözleşme metaforundan yararlanarak açıklamaktadır. İkinci olarak, Nozick  Locke gibi devletin birey haklarıyla sınırlı olduğu sonucuna ulaşmıştır.

“İskoç Aydınlanması” olarak bilinen düşünce akımı, yüzyılda esas olarak David Hume, Adam Smith ve Adam Ferguson’ın () görüşleri etrafında şekillenmiştir. Bu geleneğin temel kabulleri “kendiliğinden düzen” ve “doğal özgürlük sistemi” kavramlarında ifadesini bulmaktadır. İskoç Aydınlanması geleneğinin en son büyük temsilcisi F. A. Hayek’tir ().

Faydacılığın etkisi altında olanları dışında, liberaller genellikle Immanuel Kant’tan () az veya çok etkilenmişlerdir. Bu etki Kant’ın özellikle kişisel özerklik (autonomy) kavramı ve evrenselci adalet anlayışı çerçevesinde kendini göstermektedir. Kant aynı zamanda liberalizmin akılcı temellerinin de kaynağıdır. Günümüzde Kantçı liberalizm başlıca Amerikalı siyaset felsefecileri John Rawls () ve Ronald Dworkin () tarafından temsil edilmektedir.

Siyasi bir doktrin olarak liberalizmin başlıca temelleri şu şekilde özetlenebilir:

Bireysel Özgürlük ve İnsan Hakları

Liberalizm bireyci ve özgürlükçü bir doktrindir. Liberal özgürlük anlayışının başlıca iki özelliği vardır. Birincisi, özgürlüğün bireysel bir durum olarak temellendirilmesidir, yani özgürlüğün öznesi herhangi bir toplu varlık biçimi (toplum, ulus, sınıf, grup, cemaat vs.) değil, sadece birey olarak insandır. Gerçi liberaller zaman zaman “özgür toplum”dan da söz ederler, ancak bununla kastettikleri “toplumsal özgürlük” gibi bir şey olmayıp, özgür bireylerden oluşan toplumdur. Liberallere göre, bir soyutlama olarak toplumun onu oluşturan bireylerinkinden ayrı bir varlığı, iradesi ve amaçları yoktur.

Liberal özgürlüğün ikinci özelliği onun negatif bir değer olarak görülmesidir. Bundan kasıt, bireyin ancak herhangi bir keyfi kısıtlama veya baskı altında olmaması halinde özgür olduğunun kabul edilmesidir. Liberal doktrinde insan hakları genellikle özgürlük ilkesinin mantıki sonuçları veya türevleri olarak görülür. Ayrıca, insan hakları kollektif iddia ve talepler olarak değil de bireysel haklar olarak kavranır. 

Ayrıca, “sosyal liberaller” dışarıda bırakılırsa, liberallerin büyük çoğunluğu, özgürlük anlayışlarına uygun olarak, insan haklarının negatif karakterde oldukları düşüncesindedirler. Bundan dolayı, insan haklarını esas olarak sivil ve siyasal haklara hasrederler ve “sosyal” olarak nitelenen haklar konusunda şüpheci bir tutum takınırlar. Bunlara göre, sosyal haklar ancak sivil haklara ek yük getirmedikleri sürece genel ve evrensel haklar olarak görülebilirler. 

Anayasacılık ve Hukukun Üstünlüğü

Bütün liberaller siyasi iktidarın anayasayla ve hukukla kayıtlanmasına çok önem verirler. Bununla, kamu otoritesi kullananların kişilerin özgürlüklerini mahfuz tutacak şekilde belirli sınırlar içinde hareket etmelerinin sağlanabileceğini ümit ederler. Liberal anayasacılığın temel amacı bireysel özgürlüğü güvenceye almak üzere devleti sınırlamaktır. 

Anayasacılığı tamamlayan bir diğer temel ilke “hukukun üstünlüğü” veya “hukuk devleti”dir. Hukuk devletinin özü devleti önceden belli edilmiş genel kurallarla sınırlamaktır. Bundan maksat, kişileri iktidarın keyfi işlem ve tutumlarından korumak ve onları siyasi otorite karşısında daimi olarak hukuki güvenlik içinde tutmaktır. Bu anlayış açısından, “hukuk” egemen iradenin kendi takdirine göre yürürlüğe koyduğu “kanun” adlı işlemlerden oluşan bir sistem demek değildir; kanunların “evrensel hukuk ilkeleri”ne uygun olması gerekir. Bu ilke belirli kişi veya grupların keyfi olarak hak mahrumiyetine maruz bırakılmasını (ayrımcılık) olduğu kadar, belirli kişi veya gruplara keyfi ayrıcalık veya avantaj sağlanmasını da yasaklar. Buna “hukuk önünde eşitlik” denmiştir.

Sınırlı Devlet

“Sınırlı devlet” terimiyle liberallerin kastettikleri görev alanı sınırlanmış veya daraltılmış devlettir. Terim bu anlamda faaliyet çerçevesi tüm toplumsal alanı kuşatan sosyalist devlete olduğu kadar, “refah devleti”ne veya “sosyal devlet”e de karşı bir devlet yapılanmasını ifade eder. 

Bununla beraber, bu klasik şema çağdaş devletin niteliğiyle uyuşmadığı gibi, uygulamada da ana hatları itibariyle “liberal” olarak nitelenebilecek olan Batı demokrasilerinin –Amerika Birleşik Devletleri dahil- hiç birinde devletin görev ve etkinlik alanı bu kadar dar değildir. Esasen, çağdaş liberallerin çoğu da özetlenen klasik şemayı hareket noktası olarak almakla beraber, devletin iktisadi ve sosyal hayatı büsbütün kontrol altına almamak kaydıyla, bazı “koordinasyon faaliyetleri”ni (büyük altyapı yatırımları, sosyal güvenlik hizmetlerinin koordinasyonu vb.) yerine getirmesini, tekelci olmamak kaydıyla eğitim-öğretim kurumları kurmasını ve kendi kusurları olmaksızın geçimlik düzeyde gelir elde edemeyen yurttaşlara yardım etmesini uygun görürler.

Piyasa Ekonomisi

Liberalizmin piyasa ekonomisiyle ilişkisi iki açıdan ortaya çıkar. Bir kere, liberal doktrin, diğer sivil özgürlükler gibi, mülkiyet ve miras hakkı ile, mübadele ve sözleşme özgürlüklerini de özgür bir toplum için vazgeçilmez görür. Bu özgürlükler ise piyasa ekonomisinin temelidir; başka bir anlatımla, mülkiyet hakkına, özgür mübadeleye ve sözleşme serbestisine dayanan bir toplumda kendiliğinden ortaya çıkacak olan iktisadi formasyon türü piyasa ekonomisidir.

İkinci olarak, piyasa ekonomisi liberalizmin “sınırlı devlet” ilkesinin de bir gereğidir. Ayrıca, piyasa ekonomisi sivil toplumun da temelleri arsında yer alır. Çünkü, liberal bakış açısından, devletten bağımsız bir varlık alanı olarak ortaya çıkabilmesi için, toplumun iktisadi bakımdan da devlete bağımlı olmaması, kendi ayakları üstünde durabilecek durumda olması gerekir.

2. Türkiye’de Liberalizm

Osmanlı Dönemi

Liberalizm Türkiye’yi yüzyılın ikinci yarısından itibaren etkilemeye başlamıştır. Çok genel anlamda, Osmanlı modernleşmesinin izlediği Batılı modelin esas itibariyle liberal siyasi kurumlara dayanması nedeniyle, kimi yazarlar Osmanlı devletinin 19 yüzyıl başlarından itibaren belirginleşen modernleşme çabasının aynı zamanda liberalleşme anlamına da geldiğini ileri sürmüşlerdir. Devleti (padişahı) yazılı bir anayasayla sınırlama girişimi demek olan “meşrutiyet” yönetimine geçme () çabası göz önüne alındığında, Osmanlı devletinin son dönemindeki siyasi modernleşme hareketleri bakımından bu anlamlı bir tez olabilir. Türkiye tarihinde ilk anayasanın (Kanun-i Esasi) yılında yürürlüğe konmasının arkasındaki fikri kaynak ve destek, başlıca temsilcileri Namık Kemal; Ziya Paşa ve Ali Süavi olan “Yeni Osmanlılar”dan gelmiştir. Namık Kemal () sadece anayasalı bir yönetimin siyasi hürriyetin garantisi olacağını değil, fakat aynı zamanda serbest ticareti savunması bakımından da liberal doktrinin etkisi altında kalmıştır. Ondan yaklaşık bir kuşak önceki bir başka düşünce ve edebiyat adamı İbrahim Şinasi () de teşebbüs hürriyetinden yana fikirler ileri sürmüş ve devletin toplumun çıkarlarına hizmet etmesi gerektiğini savunmuştur.

Aşağı yukarı aynı sıralarda Mekteb-i Mülkiye’de iktisat dersleri veren Sakızlı Ohannes Paşa’nın ise iktisadi liberalizm düşüncesinin Türkiye’deki temellerini atan düşünür olduğu söylenebilir. “Milletlerin Zenginleşmesi Biliminin Kaynakları” (Mebadi-i İlm-i Servet-i Millel) adlı kitabın da yazarı olan Ohannes Paşa’ya göre Osmanlı devletinin iktisadi kalkınması için mülkiyet hakkına ve girişim özgürlüğüne dayalı, açık ve rekabetçi bir iktisadi yapı gerekliydi. Paşa temel yaklaşımına uygun olarak, ekonomide korumacılık, devletçilik ve tekelin yanlış olduğunu ileri sürmüştür.

Onu izleyen Mehmet Cavit Bey de () sıkı bir iktisadi liberaldi. Cavit Bey iktisadi görüşlerini dört ciltlik “İlm-i İktisat” (İktisat Bilimi) adlı kitabında derli toplu bir biçimde ortaya koymuş, ayrıca yıllarında “Ulum-i İktisadiyye ve İctimaiyye Mecmuası”nı (İktisadi ve Sosyal Bilimler Dergisi) çıkaranlar arasında yer almıştır. Cavit Bey yazılarında Osmanlı devletinin kalkınmasının ancak dünya ekonomisiyle bütünleşmesi ve bu amaçla yabancı sermayeyi teşvik etmesi yoluyla olabileceğini savunmuştur. O da serbest ticareti savunarak, iktisadi korumacılığa karşı çıkmış ve özel teşebbüsün önemini vurgulamıştır.

Meşrutiyet döneminde liberal tezleri savunan başka bir fikir adamı Prens Sabahattin idi. “Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?” adlı bir kitabı da bulunan Sabahattin özel teşebbüs taraftarı olmakla beraber, diğerlerinden farklı olarak, iktisadi görüşlerini bireyci bir toplumsal teoriyle temellendirmiştir. Ona göre, bireyci toplumlar komüniteryen toplumlara göre daha üretken, girişimci ve bağımsız karakterlidirler. Bu nedenle, bütün diğer Doğu toplumları gibi cemaatçi bir toplumsal yapısı bulunan Osmanlı devletinin bunalımdan çıkabilmesi bireyselliğin gelişmesi gerekir. Ayrıca, verimsiz bürokratik mekanizmalar ortaya çıkaran merkeziyetçiliğin terk edilmesi ve idarenin adem-i merkeziyet ilkesi doğrultusunda yeniden düzenlenmesi şarttır.

Cumhuriyet Dönemi

Türkiye Cumhuriyeti’nin tek-parti egemenliği altında geçen dönemi (), bazı kısmi istisnaları bulunmakla beraber, liberal fikirler ve hareketler için genel olarak elverişli bir ortam yaratmamıştır. Aksine, bu dönemin en etkili fikir hareketi Kemalizmin devletçi-otoriteryen yorumunu geliştirmiş olan Kadro () hareketidir. Meşrutiyet döneminde İttihat Terakki’nin nispeten liberal kanadından olan Fethi Beyle birlikte hareket etmiş ve hatta onun Osmanlı Hürriyetperveran Avam Fırkası’na yakın durmuş olan Atatürk’ün kendisi Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte esas itibariyle liberal-demokratik Batılı modeli hareket noktası olarak almış görünmekle beraber, onun yönetime hakim olduğu dönemdeki fiili uygulama çeşitli nedenlerle bu modelden uzaklaşmıştır. Bu dönemin önde gelen şahsiyetlerinden olan İsmet İnönü ile Recep Peker’in siyasi görüşleri liberalizme açıkça tersti. Özellikle Recep Peker faşist devlet modeline sempati duyuyordu. Buna karşılık, ’a kadar olan ilk dönemde Atatürk’ün iktisadi liberalizme daha yakın durduğu söylenebilir.

Cumhuriyet döneminin gerek saikleri gerekse temel görüşleri bakımından  “liberal” olarak nitelenebilecek ilk siyasi muhalefet hareketi, Kasım’ında kurulup Haziran’ında hükümet tarafından kapatılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’dır. Partiyi kuranlar Mustafa Kemal’in kişisel diktatörlük kurmaya yöneldiği endişesi taşıyan, Milli Mücadele sırasındaki eski dava arkadaşları idi. Kurucular arasında Kazım (Karabekir), Ali Fuat (Cebesoy) ve Refet (Bele) paşalar ile Rauf (Orbay) ve Adnan (Adıvar) beyler vardı. Erik Jan Zürcher’e göre, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın programı “Kemalist rejimin köktenci ve otoriter eğilimlerine direnişin damgasını taşıyan siyasal liberalizmin klasik bir ifadesi” niteliğindeydi. Nitekim, Parti programında “hürriyetperver” (liberal) ve “halkın hakimiyeti”ne dayalı (demokratik) bir cumhuriyetten yana olduğunu, “umumi hürriyetler”e (temel haklar) taraftar olduğunu ve bunların ancak anayasayla sınırlanabileceklerini, fikirlere ve dini inançlara saygılı olduğunu, devletin görevlerinin asgari genişlikte tutulması gerektiğini ve idari adem-i merkeziyetçiliğe bağlı olduğunu belirtmekteydi.

Terakkiperver cumhuriyet Partisi’nin kapatılmasından beş yıl sonra, yılında kurulan ve aynı yıl kapatılan Serbest Cumhuriyet Fırkası ise programı bakımından liberal olmakla beraber, gerçek bir muhalefet hareketi niteliğinde değildi. Gerçek bir muhalefet partisi olmaya yüz tuttuğunda ise kapanmak zorunda kalmıştır. Bu parti  Atatürk’ün isteği üzerine yakın arkadaşı Fethi (Okyar) Bey tarafından kurulmuş, hatta hangi milletvekillerinin partiye geçeceğine de Atatürk’ün kendisi karar vermiştir. Bunlar arasında liberal-milliyetçi fikirleriyle tanınan ve partinin ideologu sayılan Azeri kökenli Ahmet Ağaoğlu da vardı. Kuruluş amacı, otoriter rejimin kendisine olmaktan çok hükümete muhalefet etmekti. Bununla beraber, partinin kısa sürede halktan gördüğü rağbet Atatürk’ün kendisi dahil olmak üzere rejimin önde gelenlerini (Cumhuriyet Halk Fırkası önderliğini) endişelendirince, Fethi Bey partiyi kapattığını açıklamak durumunda kalmıştır. 

Tek parti döneminde kabaca “liberal” olarak nitelenebilecek zikre değer tek düşünür Ahmet Ağaoğlu’dur (). Ağaoğlu’nun düşünceleri liberalizm, milliyetçilik ve demokrasinin bir karmasıydı. Bireysellik ve birey özgürlüğü üstündeki vurgu eserlerinde sıkça tekrarlanan bir temadır. Kadro’cularla yaptığı polemikte de birey ve bireysellik vurgusu ön plandadır. “Serbest İnsanlar Ülkesinde” adlı eserinde kendi liberal ütopyasını resmetmiştir.  Bununla beraber, ılımlı devletçiliği, “kuvvetli hükümet” taraftarlığı ve korporatizme yaklaşan kimi görüşleriyle Ağaoğlu’nun sistemli ve tutarlı bir liberal düşünür olduğu söylenemez. Ahmet Ağaoğlu tasfiyesinde İstanbul Darülfünun’undan uzaklaştırılanlar arasındaydı.

Çok partili hayata geçiş Türkiye Cumhuriyeti’nde bir dönüm noktası olmuştur. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde Ocak ’da Celal Bayar’ın önderliğinde kurulan ve ’de iktidara gelmesinden sonra Adnan Menderes’in fiili önderliğini ele geçirdiği Demokrat Parti ana hatları bakımından liberal bir program öneriyor, özellikle din özgülüğü ile iktisadi özgürlük üstünde duruyordu. Bununla beraber, Demokrat Parti ilk yıllardaki özgürlükçü tutumunu zamanla terk ederek, “milli irade egemenliği” anlayışına dayalı tekçi ve baskıcı bir yönetim kurmaya yöneldi.

Demokrat Partinin başlangıçtaki liberalleşme vaadinden uzaklaşmaya başlamasından rahatsız olan bir grup üyesi yılında ayrılarak F. Lütfi Karaosmanoğlu’nun önderliğinde Hürriyet Partisi’ni kurdular. Hürriyet Partisi çoğulcu liberal-demokratik rejim hedefine daha bağlı görünüyor idiyse de, zamanla o da işlevsizleşmeye başladı ve nihayet Aralık ’de Cumhuriyet Halk Partisi’ne katıldı. Bu partinin düşünce tarihimiz bakımından önemli bir özelliği liberal eğilimli bir grup aydının kurduğu Forum dergisiyle olan entelektüel bağıydı. Bu dergi Fethi Çelikbaş, Aydın Yalçın, Turan Güneş, Şerif Mardin gibi DP yönetiminden soğuyan akademisyenler tarafından kurulmuştu ve DP’ye liberal-entellektüel muhalefeti temsil ediyordu.

İlginç olan noktalardan biri, çok partili siyasete geçildikten sonraki dönemde “merkez”de veya “orta sağ”da sayılan partiler genellikle programlarında kimi liberal temalara yer vermekle beraber, Cumhuriyet Türkiye’sinde yılına kadar kendisini doğrudan doğruya “liberal” olarak tanımlayan bir partinin kurulmamış olmasıdır. Demokrat Parti’nin kapatılmasından sonra onun siyasi mirasını üstlenen Adalet Partisi bürokratik “merkez”e karşı “çevre” güçlerini temsil eden özelliği dolayısıyla sistem içindeki genel rolü bakımından zaman zaman liberal bir parti olarak algılanmış ise de, kendinden önceki Demokrat Parti gibi, o daha ziyade kalkınmacı-popülist bir parti olarak tanımlanabilir. Demokrat Parti gibi, AP de çoğulculuk karşıtı bir siyaseti kendisinin temsilcisi olduğunu varsaydığı “milli irade” kutsamasının yardımcılığıyla yürütmüştür. Aynı durum sonrasında kurulan Doğru Yol Partisi için de esas itibariyle geçerlidir. Özellikle Süleyman Demirel’in liderliği bu partileri (herhangi bir) doktriner çizgiden uzak tutmuştur.

Buna karşılık yılında Anavatan Partisi’ni (ANAP) kuran Turgut Özal () liberal temalardan daha fazla etkilenmiş görünmektedir. Nitekim, onun liderliği döneminde ANAP’ın iktisadi liberalizm ve “araçsal devlet” tezleri üstündeki vurgusu daha belirgindir. Bununla beraber, ANAP’ı da tam bir liberal parti saymaya imkan yoktur. Çünkü, ANAP’ın ilk döneminde, bir koalisyon özelliği gösteren kurucu kadrolarının ve toplumsal tabanının muhafazakar-milliyetçi etkisi partinin sosyal ve kültürel politikalarında büyük ölçüde etkili olmuş ve parti iktisadi özgürlükler ve din özgürlüğü konusunda gösterdiği duyarlılığı genel olarak sivil ve siyasi özgürlükler söz konusu olduğunda göstermemiştir. ANAP’ın Özal sonrası döneminde ise, iktisadi liberalizm söylemi korunmuş olmakla beraber, parti gitgide daha fazla devletçi “merkez”e yaklaşmıştır. Bununla beraber, Özal’ın kendisi cumhurbaşkanlığı döneminde () daha liberal bir söylem geliştirmişti.

Çok partili dönemde “liberal” sıfatını ilk (ve halen tek) kullanan parti yılında kurulan Liberal Partidir; parti daha sonra adını Liberal Demokrat Parti (LDP) olarak değiştirmiştir. 

Batı dünyasında ’lerin ortalarından itibaren neo-liberal fikirlerin ve politikaların yeniden gündeme gelmesinin Türkiye’nin düşünce ve siyaset dünyasına etkisi ’li yıllarda gerçekleşmiştir. ’te F. A. Hayek’in ’da ise Milton Friedman’ın Nobel Ekonomi Ödülü’nü kazanmaları Batıda bu dönüşümü sembolize eden olaylar olmuştur. Türkiye’de ise, neo-liberalizmin izleri kendisini önce ’lerin başlarından itibaren iktisat politikaları alanında göstermiş, entelektüel alandaki yansımaları ise ’larda gelmiştir. Gerçi, özellikle iktisadi konularda liberal tezleri savunan Aydın Yalçın, Osman Okyar, A. Savaş Akat, Y. Sezai Tezel, Güneri Akalın gibi düşünce ve bilim adamları daha önce de vardı. 90’lı yıllarda bunlara çalışmalarını daha ziyade “Kamu Tercihi Okulu” ve “anayasal iktisat” üzerinde yoğunlaştırmış olan genç bilim adamı C. Can Aktan da eklendi. Öte yandan 90’lar öncesinde liberal eğilimleri belirgin düşünce ve bilim adamları da tümüyle eksik değildi. Örneğin, iktisatçı Y. Sezai Tezel ile A. Savaş Akat ’li yıllarda özgürlükçü-çoğulcu toplum projesine bağlı genel görüşleri itibariyle liberal aydınlar olarak temayüz etmişlerdi. Ayrıca, Ruhdan Yumer “Devlet Kuramında Liberal Temalar” başlıklı öncü makalesini yılında yayımlamıştı.

Bununla beraber, liberalizmin bir entelektüel grubun genel siyasi doktrinini oluşturduğu ilk örnek Liberal Düşünce Topluluğu (LDT) bir grup akademisyen ve hukukçu tarafından yılında kurulmasıyla ortaya çıkmıştır. Avukat Kazım Berzeg ile akademisyenler Mustafa Erdoğan ve Atilla Yayla’nın öncülüğünde kurulan Topluluk Türkiye’de ilk defa liberalizmi kapsayıcı bir fikir sistemi olarak benimseyen ve faaliyetlerini entelektüel alana inhisar ettiren kuruluş olmuştur. Topluluk Liberal Düşünce ve Piyasa fikir dergileri ile Türkiye’deki libaralizm üzerine düşünce ve tartışmalara katkılarını sürdürmektedir.

kaynağı değiştir]

Ayrıca bakınız[değiştir kaynağı değiştir]

Kaynakça[değiştir

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir