saatleri ayarlama enstitüsü dinle / Ahmet Hamdi Tanpınar Quotes (Author of Saatleri Ayarlama Enstitüsü) (page 6 of 7)

Saatleri Ayarlama Enstitüsü Dinle

saatleri ayarlama enstitüsü dinle

Saatleri Ayarlama Enstitüsü Romanındaki Ahlaki Değerler ve Yüzyıldaki Ahlaki Değerler

Geçmişten günümüze doğu-batı çatışması hakkında birçok roman yazılmıştır. Ahmet Hamdi Tanpınar bu konuyu ele alarak Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı romanı yazmıştır. Doğu-batı arasında birçok değer farklılık göstermektedir. Halk arasında "eski kafalı" yaftasını yapıştırdığımız, geleneklerle yaşayan yaşlı bir kesim olduğu gibi şehirden şehire, aynı yaş grubundan insanlar arasında bile ahlaki farklılıklar olması etkileşim içinde olan biz insanları ister istemez değişim içine sokar. Ahlaki değerlerimiz bize yaşamda kolaylık sağladığı gibi aynı zamanda bizi bir arada tutar. Kitap, romanın ana karakteri olan Hayri İrdal’ın hayatına giren ve onu bambaşka bir kişi haline getiren Halit Ayarcı ile birlikte düşüncelerinin ve değerlerinin değişmesini anlatır. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı kitabındaki Hayri İrdal karakterinden yola çıkarak o dönemin ahlaki değer ve bakış açıları ile yüzyıl ahlaki değer ve yargıları arasındaki bağı anlatan yazı dört bölümden oluşacaktır. Bu çalışmada öncelikle Hayri İrdal’dan yola çıkılarak o dönemin ahlaki değerleri hakkında bilgi verilecektir. Ardından yüzyıl ahlaki değerleri anlatılacaktır. Ayrıca Hayri İrdal’dan yola çıkarak o dönemin ahlaki değerleri ile yüzyıl ahlaki değerleri arasındaki benzerlikler incelenecektir. Son olarak o dönemin ahlaki yargıları ile yüzyıl ahlaki yargıları arasındaki farklardan bahsedilecektir.

Kitabın ana karakteri olan Hayri İrdal’dan yola çıkarak kitabın yazıldığı dönemdeki ahlaki değer ve yargıları anlatacağım. Hayri İrdal, her şeyden önce gelenek ve göreneklere önem veren biridir. Kitabın başlarında eski kafalı bir adamdır. Müslümanlığın herhangi bir dinden daha üstün olduğuna inanıyor, insanları dinine göre ayırıyordu “Her ricasında, “siz n’olsa Hristiyansınız, ruhu muazzep olur!“ diye reddeder, ancak sağ tarafımda durmasına müsaade ederdim.“ (TANPINAR, , s.9). İrdal, yalancı bir insandı, hayatında yalanlar söylediği gibi para kazanmak için de insanlara kolayca yalan söylüyordu. Söylediği yalanlar artık onu yalan söylemekten çekinmeyen bir insana çevirmişti. Hayri İrdal'ı yalan söylemeye iten şey iş bulamaması ve para kazanamamasıydı “Fakat yalana alışmıştım. Hayatım denen bu kalp akçeyi başka türlü süremezdim. İnsanlar benim böyle olmamı istemişlerdi. Yalancı idim.“ (TANPINAR, , s). Hayri İrdal, çevresine göre hayatını şekillendiren bir adamdı. Karısını aldattığı gibi çevresindeki insanları hatta yalanları ile kendini bile aldatıyordu “Doğru idi, beş senedir, Seyit Lutfullah repertuvarını tekrarlayarak, insanları aldatmakla geçiniyordum.“ (TANPINAR, , s). Hayatının her evresinde kolaya kaçan bir insan olduğu gibi kızına olan sorumluluğundan da kaçmaya çalışmıştı. Kızına olan sorumluluğunu yerine getirmek yerine kolaya kaçmayı tercih etmişti ve kızını hiç beğenmediği birisi ile evlendirmeyi bile düşünmüştü. Bu evililiği düşündüğü için bile kendisini ahlaksız biri gibi görüyordu “ İnci gibi kızını Topal İsmail budalasına vermeyi bir saniye bile düşünen insan için kıyafet, haysiyet, şeref gibi meseleler artık mevzubahis bile olamazdı.“ (TANPINAR, , s). Müslümanlığı savunan ve hayatını islamın öğretilerine göre yaşayan biri olarak evli olmasına rağmen bir sevgilisinin olması her inanışa, her öğretide olduğu gibi Müslümanlığa göre de ahlaksızlık olarak görülen bir davranıştır “Bütün bunlara sadece en sonunda, yahut bu defa olmazsa gelecek defa Selma Hanım’ı görmek ümidiyle katlanırdım.“ (TANPINAR, , s). Bütün bunlara rağmen İrdal, kimseye zarar vermeyen, kötülük düşünmeyen özünde iyi niyetli bir kişidir. Kimseye kötülüğü dokunmayan hatta sevmediği birinin ölümüne üzülen kalbi temiz birisidir “Ama romanın büyük bir kısmında İrdal, saf, iyi kalpli, sağduyu ve mantık sahibi, kendisi de dahil dürüstlükten ayrılanları eleştiren, geleneksel değerleri savunan bir adamdır.“ (MORAN, , s). Halit Ayarcı ile tanışmasıyla birlikte hayatında büyük farkındalıklar başlamıştır. Önceden başkalarına iyilik yapmayı bilmeyen bir adamken şimdi ise ona kötülük yapanlara bile iyilikle yaklaşmaya başlar. Halit Ayarcı onu bambaşka bir insana dönüştürmüştür, artık dünyaya başka bir gözle bakmaya başlamıştır “Değil çoluk çocuğuma, uzak yakın bütün akrabama, eş ve dostuma, hatta insan hali, vaktiyle kalbimi kıranlara bile iyilik ettim, iş buldum, refaha kavuşturdum.“ (TANPINAR, , s). Kendi çocuklarına şefkatle yaklaşmıştır, onları her zaman sevmiştir. Çocuklarının gönlünü almaya çalışmıştır ve hep onlara bağlı olmuştur. Çocuklarına yetememek sürekli onu üzmüştür “İçinden geçenleri kendilerine sezdirmeden çocuklarımı kucağıma almak, gönüllerini yapmağa çalışmak, şaklabanlık etmek, gözyaşlarını kurutmak, güldürmek lazımdı.“ (TANPINAR, , s)

Ahlak; cinsiyet, din, dil, ırk, yaş, statü fark etmeksizin herkeste bulunması gereken ve daha huzurlu, güven içinde yaşayan toplumların var olmasını sağlayan manevi bir değerdir. "Ahlâkın toplumsal dünyayı düzenlemeye yönelik olduğu ve kişilerin özellikle davranışlarıyla ilgili olduğu için pratik alanında anlam kazandığı görülebilir."(ARSLAN,,s). Günümüzde, yüzyılda,her bireyin ahlaki bilgilere sahip olduğunu ve duyarlı bir yaşam sürdürme çabasında olduğunu söyleyebiliriz. Ebeveynler, aile yapısının, ev hayatının ve çocuklukta yaşanan olayların evlatları için ne kadar kalıcı sonuçlar doğurabildiğini bildiğinden psikolojik gelişimleri adına evlatlarına artık oldukça tedbirli davranıyor. İletişime ve saygıya önem veren ebeveynler ahlak kavramını evlatlarına küçük yaşta öğretiyor. Gelişmiş teknoloji ve haberleşmenin hızı sayesinde artık insanlar her şeyden anında haberdar oluyor. Bir kadın tecavüze, şiddete uğradığında, bir işçi hakkını alamadığında, bir çocuğun okumasına izin verilmediğinde, her türlü maddi ve manevi adaletsizlikte sosyal medyadan seslerini duyuruyorlar ve onları tanımamasına rağmen insanlar onlar için örgütleniyor, savaşıyor. Eskiden ahlak kadının vücudunda bir kavram olarak tanımlanırken artık adaletsizliklere şahitlik edip de üç maymunu oynayan insanlar ahlaksız sayılıyor. yüzyılda artık ahlak deyince evli olmayan bir kadının yaşayışı değil; politikada ahlak, iş yerinde, eğitimde ahlak konuşuluyor. İnsanlar evrensel bir ahlak anlayışının oluşmasını sağlamaya doğru emin adımlarla ilerliyor. Bundan yüz yıl sonra ahlak kavramının tartışılacak bir şey olmayacağına dair ümitlerimiz var.

yüzyıl ahlaki değer ve yargıları ile Saatleri Ayarlama Enstitüsü kitabındaki baş karakter olan Hayri İrdal’ın ahlaki değerleri arasında benzerlikler vardır. Bunlardan bizim birine karşı yaptığımız iyi niyetli hareketlerin sonucu olarak karşımızdaki kişinin de bize iyi niyetli davranmasıdır. Günümüzde de yapılan iyilikler genellikle karşılıksız kalmaz. Her şeyin bir karşılığı olduğu gibi iyilik de karşılıklıdır. En basit örnek olarak komşudan gelen dolu tabak boş gönderilmez. İyilik mutlaka yeni bir iyiliği doğurur, bu hiçbir zaman değişmeyen ve yüzyıllarca da devam edecek ahlaki bir değerimizdir. Hayri İrdal da ona yapılan iyiliklere kayıtsız kalmamıştır ve karşılığında bir şeyler yapmak için çabalamıştır “Bu kadar iyiliğe karşı ben de elbette küçük bir karşılıkta bulunmayı isterdim.“ (TANPINAR, , s). Karşılık almak sadece iyilik için geçerli değil her davranış için geçerlidir. Örneğin küçük bir gülümsememiz bile toplumda karşılık bulur, onlar da bize gülümser. Ettiğimiz bir sözün veya hareketin hatta iltifatın bile karşılığını alırız “Tabii insanlık hali ben de onun bu iltifatlarını mükafatsız bırakmadım.“ (TANPINAR, , s). Diğer bir benzerlik ise araya menfaatlerimiz girince bakış açımızın tamamen değişmesidir. Bu, geçmişten günümüze değişmeyen bir kavramdır. İnsanın bir işten çıkarı varsa o işe her zaman farklı bir yorumla daha iyi niyetle bakar. Menfaatlerimiz bir olaya yorumlarımızı değiştirebilir hatta yorumlarımızı direkt oluşturabilir. Tezgahın neresinde duruyorsak olaylara o yönden bakmamıza sebep olur. Olaylara kazancımız doğrultusunda yön veririz. Bu insanlığın temel bir dürtüsüdür. Günümüzde de çok fazla görülmektedir. Arada bir çıkar yoksa o olaya daha gerçekçi bir bakış açısıyla yaklaşırız. Eğer ortada bir çıkar söz konusu değilse, çekinecek bir şeyimiz yoksa o olaya daha tarafsız ve dürüst davranabiliriz “Araya menfaatlerimiz girmeyince hadiseleri elbette başka türlü, daha realist bir gözle görmeğe, hakikaten daha uygun şekilde anlamağa ve yorumlamağa başlarız.“ (TANPINAR, , s). Olaylara tarafsız ve daha gerçekçi bakabilmemiz için menfaatlerimizi ortadan kaldırıp olaylara her açıdan bakılmalıdır.

yüzyıl ahlaki değer ve yargıları ile Saatleri Ayarlama Enstitüsü kitabındaki baş karakter olan Hayri İrdal’ın ahlaki değerleri arasında farklılıklar vardır. Bunlardan biri ise din ve ırk ayrımıdır. Geçmişte çok fazla yapılan, din yüzünden insanları ayırma ve küçümseme olayları artık geçmişe kıyasla çok daha azdır. Önceden çoğunluk din her zaman azınlığı eziyordu. İnsan ayırmakla kalmayıp kelimeleri bile dine karıştırıyorlardı, en güzel şeylerin kendi dinlerine ait olduğunu düşünüyorlardı ve insanlara öyle davranıyorlardı “Gavur kısmının maşallah denecek nesi olabilirdi? Maşallah kelimesi elbette bizim olacaktı, bize layık bir şeydi.“ (TANPINAR, , s). Eskiden her dine mensup kişi farklı bölgelerde kendi dinindeki insanlarla birlikte yaşar, o bölgede ikamet ederdi. Din evliliklerin en etkili kriteriydi. yüzyıl insanı "insan" olarak kabul etmektedir. Arkadaşlığı ve komşuluğu eskisi gibi din değil kişilikler yönlendiriyor. Şu an üniversitelerde birçok farklı dinden ve ırktan kişilerle arkadaşlık kuruluyor. Artık iş hayatında din belirleyici bir kavram olmaktan çıktı. İnançlarımız sebebiyle kimse bizi toplumdan dışlayamıyor veya ötekileştiremiyor. Diğer bir farklılık ise eskiden kadınlara evliliğin zorunlu gibi gösterilmesidir. Kadınlar bekar olunca yarım insan gibi sayılırdı. Evli olmayan kadına farklı bir göz ile bakılırdı hatta toplumdan dışlanırdı. Kendi isteğiyle bekar olan kadına dahi eleştiri yapılırdı, eski zamanki düşünce biçimine göre böyle bir şey imkansızdı. Kadın evine ve çocuklarına bakan biri olarak görülüyordu hatta bununla ilgili benzetmeler yapılıyordu “Kordonsuz saat, yularsız hayvan, nikahsız kadın gibidir.“ (TANPINAR, , s). Günümüzde kadınlar evlenmek zorunda olarak yetiştirilmiyor, kendi ayakları üzerinde durabiliyorlar. Eskiye göre kadınlara daha fazla önem veriliyor. Evli bir kadın olmak eskisi gibi bir kriter olmaktan çıkmıştır. Günümüz erkekleri de kadına daha fazla değer vermektedir. Kadının evli veya bekar olması onu değersizleştiren bir ölçüt değildir.

Bu yazıda, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı eserindeki geçmiş ve günümüzün ahlaki değerleri arasındaki ilişkiyi inceledik. Kitapta anlatılan geçmiş ile yüzyılın değerleri arasında benzerlikler olduğu gibi birçok farklar da vardır. Hayri İrdal, Halit Ayarcı ile tanıştıktan sonra topluma daha kolay adapte olmuştur. Daha önceleri işsiz olduğu için toplumda kabul görmüyorken Halit Ayarcı sayesinde bir amaç edinmiştir. Toplumun değişmesiyle yargılarımız da değişiklik göstermiştir. Ahlaki değerler elbette değişir ancak bazı ahlaki değerler yüzyıllar geçse de değişmez. İrdal, Halit Ayarı ile tanışmasaydı belki hala eski kafalı ve mutsuz bir insan olarak kalırdı. Ahlaki değerlerimizi kendimize uygun şekilde harmanlayarak, birbirimizi anlayarak ortak bir nokta bularak birleştirebiliriz. Hayri İrdal, Halit Ayarcı ile tanışmasaydı nasıl bir yaşam sürerdi?

KAYNAKÇA:

Tanpınar, Ahmet Hamdi (). Saatleri Ayarlama Enstitüsü. İstanbul: Dergah Yayınları

Moran, Berna (). Türk romanına eleştirel bir bakış. İstanbul: İletişim Yayınları

Arslan, Ahmet (). Felsefeye Giriş. Ankara: Adres Yayınları

Ahmet Hamdi Tanpınar Ahmet Hamdi Tanpınar > Quotes

Showing of

“Being a realist does not mean seeing the truth for what it is. It is a question of determining our relationship with the truth in the way that is most beneficial for us. What do you achieve by accepting reality as it is? What will that offer apart from a slew of petty decisions that are neither meaningful nor valuable on their own? You can't do anything but draw up endless lists of what you need and do not have. What difference does that make? If anything, it only leads you away from your true path. You become permanently settled in pessimism and eventually you are crushed beneath it. To see the truth as it isis to admit defeat. Yes, it is the very definition of defeatism, for it is its very genesis.”
&#; Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Like

“İnsanlık fena bir ihtimali bir kere kendisine ufuk bilmesin; bir kere uçurumu görmesin. Bir daha ondan geriye dönemez. Onu giyinir. Kıymetli bir şeyiniz, iyi bir yazma, güzel bir gramofon, bir Acem halınız var mı, sakın onu satmayı bir imkan gibi düşünmeyin, evliyseniz karınızı boşamayı, seviyorsanız sevdiğiniz kadına darılmayı bir kere olsun aklınıza getirmeyin. Sonra bu işlerden ne kadar çekinirseniz çekinin, mıknatıslanmış gibi, arkanızdan itiyorlarmış gibi onu yaparsınız, insan hayatında sakınmak yoktur. Hele kütle halinde, asla. Bir kere uçurum göründü mü, ölüm simsiyah dili ile konuştu mu?”
&#; Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur

Like

“İşte bak, ince, keskin bir çizgiyle nasıl,
Hayalinde yaşayan bir âleme muttasıl
Kederli vakarınla gülümsüyor gibisin.”
&#; Ahmet Hamdi Tanpınar, Bütün Şiirleri

Like

“Ne kadar benziyoruz şimdi,
Aynı tezgâhtan çıkmış testilere
Bir şey, bir şey kaldırdı bütün ayrılıkları!”
&#; Ahmet Hamdi Tanpınar, Bütün Şiirleri

Like

“Hâl yoktur, mazi ve onun emrinde bir istikbal vardır. Biz farkında olmadan istikbalimizi inşa ederiz.”
&#; Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Like

“Bu daima böyledir. Hadiseler kendiliğinden unutulmaz. Onları unutturan, tesirlerini hafifleten, varsa kabahatlerini affettiren daima öbür hadiselerdir.”
&#; Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Like

“Ah o andaki sesim! Nasıl tanıyordum bu sesi ve hıçkıran bütün vücudumu. Bütün ömrümde kaç defa rüyalarımdan kulaklarımda hep aynı gözyaşlarıyla ıslak bu sesle ve içimde bu korkunun tâ kendisiyle uyanmıştım. Korku… Korku ve insan, korku ve insan talihi, insanın insana hücumu, o hiç yere düşmanlık. Fakat neyi aldatabilirdim, kime anlatabilirdim? İnsan neyi anlatabilir? İnsan insana, insanlara hangi derdini anlatabilir? Yıldızlar birbiriyle konuşabilir, insan insanla konuşamaz.”
&#; Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Like

“Abdüsselâm bey, içinde hiçbir çocuğun doğmadığı, büyümediği bu odaya "çocukların odası" adını vermiş ve garibi şu ki bu ad tutmuştu da. Belki de bu adın sihri yüzünden bu odaya garip bir hava sinmişti. Yavaş yavaş herkes evin kaybolmuş hayatının orada toplandığına inanmıştı. Orası birikmiş ayrılıkların, üst üste yığılmış ölümlerin, hatıra ve unutulmaların odasıydı. Yaşayanlar bile orada kendi çocuklarının, ilk gençliklerinin ölümünü seyrediyorlardı. Büyük odanın ortasında daha ziyade karaya vurmuş gemi bir yığın eşya hep onları hatırlatırdı. Hülasa bu oda Abdüsselâm Bey'in kalbi gibi bir şeydi. Bu iyi ruhlu adamın yanında bizi o kadar huzursuz kılan şeyin ne olduğunu ancak bu odaya bir kere olsun girenler anlayabilirdi. Çünkü bu üst üstelik, yarattığı zamandışlıkta, eşyanın kayıtsızlığını yok etmişti. Onun içindir ki anahtarı daima kapının üzerinde durduğu halde hiç kimse içeriye girmezdi.”
&#; Ahmet Hamdi Tanpınar

Like

“Cemiyetin kaderini yapan her türlü geçici şartlar aşılsa bile, çok derinde, aşılması imkansız olan bir duvar vardı. Bu her medeniyetin fertlere bir miras gibi aşıladığı, içtimai bir insiyak halinde babadan oğula süregelen zihniyetti. Onu değiştirmek çok güçtü. Halbuki o olduğu gibi kaldıkça her adımda bin bir şekle bürünerek gene karşımıza çıkacaktı.”
&#; Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahur Beste

Like

“… Hayata inanmak lâzım Hayri Bey. Siz hayata değil. Acemaşirana inanıyordunuz… Gördünüz mü nasıl beğenildi? Bu canlı insanın insanla karşılaşmasıdır. Sizin klasik makamlarınız böyle bir muvaffakiyeti dünyada elde edemezdi.”
&#; Ahmet Hamdi Tanpınar

Like

“Şüphesiz onun için dünyanın en rahat hayatıydı bu. Otuz beş sene süren hademelik hayatında birdenbire hiç beklemediği zamanda, olması icap ettiği şekilde bir daireye kavuşmuştu. Fakat onun da aklı bu işi almıyor, benim akşama kadar sağdan soldan bulduğum saatleri tamir etmekliğim, Nevzat Hanım'ın süveter örerek hayatını anlatması, kendisinin bizi seyretmesi için bütün bu işin kurulmuş olmasına şaşırıyordu. Onu yormuyorlar, azarlamıyorlar, bunaltmıyorlardı. Binaenaleyh bu iş onun için de mantıksızdı. Bir gün bana utana utana:

- Beyim, demişti, bu işe ben de şaşıyorum. İçime acayip şüpheler girmeğe başladı. Acaba öldüm de cennette miyim, diye düşünüyorum.

O zamana kadar hademe denen mahlukun kendi hayatının şartlarına göre ayrı bir cennet tasavvuru olabileceğini hiç düşünmemiştim. Fakat saadet telakkimiz niçin hayat şartlarımıza göre olmasın?”
&#; Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Like

“basma bu esikte benim kalbim var
kalbim ki bir uzak hayale aglar
kiskanc bir büyüdür bana uzletim
zâlim arzularla tutusan etim
her aksam carmih olur ruhuma
ben de bilmem nasil diner bu humma
benden sor sirrini bu bos yollarin
ve benden dinle aksami”
&#; Ahmet Hamdi Tanpınar, Bütün Şiirleri

Like

“Zaten benimle beraber bulunanlar da ortada yoktu. Fakat orada olduklarını, hep beraber olduğumuzu biliyordum.”
&#; Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Like

“Belki de şahsiyet dediğimiz şey bu, yani hafızanın ambarındaki maskelerin zenginliği ve tesadüfü, onların birbiriyle yaptığı terkiplerin bizi benimsemesidir.”
&#; Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Like

“Dinlemesini biliyorsun, ki bu mühim bir meziyettir. Hiçbir işe yaramasa bile insanın boşluğunu örter, karşısındakiyle aynı seviyeye çıkarır”
&#; Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Like

“Fakat kelimeler böyleydi. İnsanın doğrudan doğruya kalbine veya gözüne, yahut kafatasına gelmezlerdi. Düşünce denen o acayip ve gizli şeye, o jelatin yığınına isabet ederlerdi. Onun için birdenbire öldürmezler, bir daha kaybolmamak, sizi bırakmamak için oraya gömülürler, oradan yavaş yavaş gizli ve açık, sizi zehirlerlerdi.”
&#; Ahmet Hamdi Tanpınar, Aydaki Kadın

Like

“- Şark bu, güzelliği de burada. Tembel, değişmekten hoşlanmaz, geleneklerinde adeta mumyalaşmış bir dünya, fakat bir şeyi, çok büyük bir şeyi keşfetmiş. Belki vaktinden çok evvel bulduğu için kendisine zararı dokunmuş
- Nedir o?..
-Kendisini ve bütün bir alemi tek bir varlık halinde görebilmenin sırrını. Belki de gelecek ıstıraplarını hissettiği için bu panzehiri bulmuş. Ama unutmayalım ki dünya ancak bu noktadan kurtulur.
- Bulduğu şeyin ahlakını yapabilmiş mi?..
- Zannetmem, fakat bu buluşta kendisini avuttuğu için hareket imkanlarını az çok azaltmış Yarı şiir bir hülyada, realitenin sınırlarında yaşamış. Mamafih bu hali hoşuma gitmiyor, deve kervanı ile seyahat gibi ağır ve yorucu geliyor”
&#; Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur

Like

“İnsan insana tahammül edemez. İnsan insana muhtaçtır. İnsan insana yüklenir, insan insanla yaşar. Bütün felaketimiz ve tezatlarımız burada. Daima birbirimizle haşır neşiriz ve birbirimize bir türlü tahammül edemeyiz.”
&#; Ahmet Hamdi Tanpınar, Aydaki Kadın

Like

“Kendisini bazen Jeanette Mac Donald bazen Rosalinne Russel sanan, beni Charles Boyer ile, Clark Gable ile, William Povvel ile karıştıran, bir gün evvel komşu kızını Martha Egert'e benzettikten sonra ertesi gün pencereden 'Martha kardeşim, nereye gidiyorsun böyle?' diye seslenen bir kadınla evlenmedinizse bu işin acaipliğini size anlatamam.”
&#; Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Like

“Modern hayat ölüm düşüncesinden uzaklaşmayı emreder. Hem ne oluyor kuzum, kendi hayatımızı mı yaşayacağız. Yoksa ölüleri mi bekleyeceğiz?”
&#; Ahmet Hamdi Tanpınar

Like

“Sonra muhayyilesi çok zengin. Belki çok ıstırap çeker. Fakat herhalde yaşar ve yaşamak güzel şey.”
&#; Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur

Like

“Fakat insan beyhude çalışırsa çabuk yorulur. Bakın hepimiz yorgunuz!”
&#; Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur

Like

“Çabuk vazgeçiyoruz. Müslüman Şarkın en büyük hususiyeti budur. Şark vazgeçer. Sade güçlüğün karşısında değil, zamanın, tabii zamanın karşısında vazgeçer.”
&#; Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur

Like

“Ayın çamaşırları yıkanıyor dedi Nuran. Masmavi bir dünya içinde idiler. Buğulu, şeffaf bir mavilik, sonra benek benek, yaprak yaprak dağılan, güneş olukları halinde akan bir altın yağması. Yüzlerce görünmeyen ağzın üflediği ney nağmeleri ve onun etrafında bu musiki ile beraber büyüyen, değişen, ilerleyen sessizlik.”
&#; Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur

Like

“Biz gurbetin insanlarıyız diyorum.
Mesafenin terbiye ettiği insanlar..”
&#; Ahmet Hamdi Tanpınar

Like

“Hayri Dura Bey o gider gitmez Selim’e yaklaştı. Altın sigara tabakasını uzattı: «İsterseniz bunlardan alın. Yani severseniz Fransız sigarası.»
Selim: «Amerikan sigaralarından fazla sevdiğim muhakkak Fakat siz Suat’a verin onları. Bana son gelişinde Fransız sigarasının kokusuyle Fransız şarkısı arasındaki münasebeti iki saat anlattı.» Ve kendi paketinden bir sigara yaktı.”
&#; Ahmet Hamdi Tanpınar, Aydaki Kadın

Like

“- Hakikaten hiçbir büyük işe hevesiniz yok mu?
- Büyük işe, hayır Fakat bir işim olduğunu biliyorsunuz. Bunu yapıyorum, o kadar.

Büyükten korkuyordu. O tehlikeli bir şeydi. Çünkü çok defa hayatın dışına çıkmakla oluyordu. Yahut insan serbest düşüncesini kaybediyor, hadiselerin oyuncağı oluyordu.

- O zaman insan kendisinin ve hadiselerin oyuncağında kayboluyor. Hakikatte bu konserde büyük küçük yoktur. Her şey ve herkes vardır Tıpkı etrafımız gibi. Hangi dalgayı hangi ışığı atabilirsiniz. Onlar kendiliğinden yanarlar, sönerler Gelirler, giderler, tezgah durmadan işler. Fakat siz niçin saadeti aramıyorsunuz da büyük işi arıyorsunuz?

Nuran'ın cevabı onu şaşırttı:
- İnsanlar kendilerini o zaman daha rahat hissediyorlar!

Mümtaz :
- Ama o zaman etrafları daha fazla rahatsız oluyorlar!”
&#; Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur

Like

“eski şapkalarımız, ayakkabılarımız, elbiselerimiz gün geçtikçe bizden bir parça olmazlar mı? Onları sık sık değiştirmek isteyişimiz de bu yüzden değil midir? Yeni bir elbise giyen adam az çok benliğinin dışına çıkmışa benzer: kendinden uzaklaşmak, ona bir değişikliğin arasından bakmak ihtiyacı, yahut 'ben artık bir başkasıyım!' diyebilmek saadeti.

ben aşktan daima kaçtım. Hiç sevmedim. Belki bir eksiğim oldu. fakat rahatım. Aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki eninde sonunda ödetmesidir. Şu veya bu şekilde… fakat daima ödersiniz… hiçbir şey olmasa, bir insanın hayatına lüzumundan fazla girersiniz ki bundan daha korkunç bir şey olamaz. Filhakika ben ödemeye başlamıştım.”
&#; Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Like

“Edirnekapı ve Eyüp mezarlıklarında, Karacaahmet meşherinde birkaç gün dolaştıktan sonra, bir Ahmet Zamanî Efendi nasıl olsa bulunacaktı. Nitekim bulduk da. Bir ölünün şahsiyetine yaptığım bu küçük onarmadan pek o kadar müteessir değilim. Hiç olmazsa bu sayede adamcağızın kabri tamir edildi, adı tanıtıldı.”
&#; Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Like


SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ

Mehmet Kaplan

A. H. Tanpınar&#;ın eserlerinde &#;zaman meselesi&#; çok mühim bir yer tutar. O, hemen hemen her şeyi, mekânı ve cansız eşyayı dahi &#; Türkçenin en güzel şiir­lerinden biri olan &#;Bursa&#;da Zaman&#;ı hatırlayınız &#; zaman ile münasebeti bakı­mından ele alır. Şiirlerinde, hikâyelerinde, romanlarında, ilmî araştırma ve de­nemelerinde, insan hayatının bu temel mefhumu, en mücerret şeklinden en mü­şahhas tecellilerine kadar binbir görüşü içinde karşımıza çıkar. yılında Ye­ni İstanbul gazetesinde tefrika olunarak, son günlerde kitap halinde basılan Sa­atleri Ayarlama Enstitüsü adlı romanında da &#;zaman&#; gerek sembol, gerek hayat manzarası olarak ön plânda bir yer işgal ediyor.

Fakat yazarın burada, &#;zaman&#;a bakış tarzı, diğer eserlerinden tamamıyla farklıdır. Tabir caizse, bu romanda &#;zaman&#;ın karikatürü yapılmış, çarpık aynalardaki acayip akisleri tasvir olunmuştur. Bergson&#;un felsefesinde olduğu gibi &#;zaman&#;ı bir akış, bir süre telâkki eden Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü&#;nde, bu sürenin içinde bir ada gibi donmuş kalmış, veya onun dışına çıkmak için delice çırpınan insanları ve çevreleri canlandırmaya çalışıyor.

Bu donmuş veya parçalanan bir saat gibi çığırından çıkmış olan zamanın esas kahramanı, Türk cemiyetidir. Yazarın asıl gayesi, Türk cemiyetinin son elli yıl zarfında, nasıl donmuş bir hayat şekli ile onu gülünç şekilde aşmak isteyişi­ni anlatmaktır. Eser, buna göre başlıca iki veya aradaki geçiş devrini de hesaba katarsak, üç kısma ayrılmıştır.

Romanın kahramanı Hayri İrdal&#;ın çocukluk yıllarına rastlayan birinci mer­halede &#; bu devir istibdat devridir &#; insanlar bir Şark ortaçağının masal havası içinde yaşarlar. Yaşanılan gerçek zaman ile insanların kapalı bir kavanoza hap­sedilmiş gibi yüzdükleri masal atmosferi arasında tam bir tezat vardır. Hepsi de kendilerini musallat bir fikre kaptırmış olan bu insanların gerçek ile hiçbir ilgi­leri yoktur. Duyuları dış âleme kapalı olduğu için, şuurlarına acayip birtakım hayaller, rüyalar, ümitler, yani gayri şuur hâkimdir. Hayri İrdal onların bu duru­munu şu cümlelerle anlatır:

&#;Onların, gördükleri, elleriyle yokladıkları, duygularına cevap veren şeyle­re herkes gibi inanmamaktan başka hiç bir günahları yoktu&#; (s. 44).

Fakat hayat karşısında işlenilebilecek en büyük günah bu değil midir? Bü­tün Şark asırlarca gözlerini dış dünyaya kapayarak, kendisini gayri şuurun icat ettiği bir masal âlemine kaptırmamış ve bu yüzden gerçek âlemde değişen za­manın farkına varamayarak bindiği geminin paramparça olduğunu görmemiş midir?

İkinci merhalede, yani II. Meşrutiyet devrinde ve Birinci Dünya Harbinden sonra, imparatorluk tamamıyla dağılmış, fakat insanlar yine de yaşadıkları ça­ğın vazıh şuuruna ulaşamamışlardır.

Romancı bu merhaleyi kahvehane ve İspirtizma Cemiyeti sahnelerinde çok güzel tasvir eder. Dış dünya, eski masallarda olduğu gibi, burada da, irreel bir hayal âlemi şeklinde görünür. Fakat bu esnada masal çok abes bir rüya şekline girmiştir. Hayri İrdal, bu sıralarda duyduğu ruh halini şu satırlarla ifade eder:

&#;Bu daima böyleydi. Ne kadar ciddi başlarsa başlasın burada her iş en bek­lenmedik neticelerle biterdi. Bu kahvenin bir adım ötesinde yüzde yüz gibi ba­kılan bir hesap, burada birdenbire en hafif ihtimal şekline girer, bir yığın gidip gelmeden sonra talihin bir alayı olurdu. Hülâsa bu abes denen şeyin bataklığı idi. Ve ben farkında olmadan boynuma kadar ona gömülmüştüm.

Sanki çok tüylü, yumuşak bir yığın kol ve kanatlı, insanı adeta bitmez tüken­mez gıdıklamalar, kısık gülüşler ve haz baygınlıkları içinde sömürüp tüketen bir hayvanın eline düşmüşüm gibi bu mânâsız âleme gömüldüm. Hiçbir şeyin bir­birini tutmadığı ve her şeyin en şaşırtıcı şekilde birbirine bağlı olduğu bir dün­yada, bilmediğimiz bir yerde kopan bir fırtınanın getirdiği enkazdan yapılmış bir panayırda imişim gibi yaşamaya başladım. Bu fırtına nerede kopmuştu? Hangi tuhaf ve zıtlarla dolu âlemleri yağma etmiş yahut nasıl karmakarışık bir armadayı böyle didik didik savuşturmuş ki bize kadar getirip önümüze yığdığı şeylerin hiçbirini asıl kendi çehrelerinde tanımamıza imkân yoktu. Her şey bir hokkabaz şapkasından çıkar gibi birbirinin peşinden birbirine takılı geliyordu. Bu yaşanırken çok rahat, sonradan üzerinde düşünülünce bir kâbus gibi sıkıcı bir şeydim&#; (s. ).

Metinde &#;abes&#; kelimesi koyu harflerle basılmıştır. Filhakika bu kelime ro­manda tasvir olunan bütün hayatı izah eden bir anahtar &#; kelimedir. Roman, baştan sona kadar, realitenin dışında yaşayan insanların &#;abes hayatı&#;nı anlatır. Fakat &#;abes&#;, en kuvvetli ve en gülünç tezahürünü, romanın Cumhuriyet dev­rine tekabül eden üçüncü kısmında bulur.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü&#;nün kuruluş ve çalışmasını tasvir eden bu kısım, bu devrin zihniyetini gösteren bir sembol olarak Türk edebiyatında şaheser de­nilebilecek bir kudreti haizdir. Bu bölümde hayatı sistem haline getirdiği slogan­larla değiştirmeğe kalkan Mefisto benzeri bir tiple karşılaşırız: Halit Ayarcı, hiç­bir içtimaî, ahlâkî ve dinî kıymete inanmayan korkunç bir şarlatandır. O da bir masalın peşindedir. Bu gerçekle hiçbir ilgisi olmayan güya ileri, modern bir ma­sal, daha doğrusu bir slogandır. Sistematik olarak işlenen bir sloganın ne kadar gülünç bir şekle girebileceğini, Saatleri Ayarlama Enstitüsü çok güzel ifade eder. Bu sembol üzerinde düşünenler, Cumhuriyet devrinde kurulmuş birçok içtimai müesseseye hâkim olan zihniyetin harikulade bir karikatürünü göreceklerdir.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü ilk bakışta bir fantezi, bir alay gibi görülmekle be­raber, büyük bir ciddiyetle okunması ve üzerinde derin derin düşünülmesi lâ­zım gelen bir eserdir. Ahmet Hamdi Tanpınar bu romanıyla bizim içtimai haya­tımızın gizli noktalarına kuvvetli bir projektör çevirmiştir. Okuyanlardan bir­çoklarının gözleri bu ışıktan rahatsız olacaktır.

(Çağrı, sayı 49, Şubat , s. )

 

Saatleri Ayarlama Enstitusu-Ahmet Hamdi Tanpinar

Ahmet Hamdi Tanpınar () modern Türk edebiyatının ve eserlerini Almanca kaleme alan Çek asıllı Franz Kafka () dünya edebiyatının en önemli yazarlarındandır. Sanatsal değerleri ancak ölümlerinden sonra anlaşılan bu iki yazarın, eserlerinde ele aldıkları temalar ve içinde bulundukları toplumun dinî, kültürel ve sosyal farklılıkları nedeniyle birbirinden ayrılması kaçınılmazdır. Bu temaların sanatsal anlamda işleniş tarzlarındaki farklılıklar da doğal olarak her iki yazarın farklı edebî ekollerde hareket etmeleriyle bağlantılıdır. Tanpınar ve Kafka'nın zaman ve mekâna bağlı bu olağan farklılıklarına rağmen birleştikleri en büyük ortak payda ise şüphesiz çok iyi birer gözlemci olmalarıdır. Bu özellikleri onlara, genelde içinde bulundukları toplumu, özelde ise bireyi analiz edebilme imkânı sağlamıştır. Bu makalede, her iki yazarın 'zaman' anlayışları ile yabancılaşma bağlamında 'saat' kavramını ele alışları, hem ortak hem de farklı noktaları göz önünde bulundurularak incelenecektir. Kafka'nın hikâyeleri, daha yaşadığı dönemde yılından itibaren farklı gazete ve dergilerde basılmış, ile yılları arasında ise toplamda sekiz eseri kitap formunda yayımlanmıştır 1. Yayımlanmamış diğer eserleri ile bilhassa müsvedde halindeki romanları ise yakılmasını vasiyet ettiği en yakın arkadaşı Max Brod tarafından neşredilmiştir. Bu durum çoğunlukla vasiyete ihanet olarak kabul edilmektedir. Ancak yazdıklarına en çok değeri veren ve hayattayken yayınlanmaları için devamlı kendisini teşvik eden ve yayınlatan arkadaşı Brod'un onları yakmayacağından ve üstelik yayınlayacağından Kafka'nın şüphesi yoktur. Bu nedenle Kafka'nın vasiyetini, Kafka'ya özgü bir ifade tarzı olan Negatif Diyalektik çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Brod, hayatının son anlarına kadar kalemi elinden bırakmayan Kafka'nın, eserlerinin yayınlanmasını çok arzuladığını ve bu şekilde onları kendisine emanet ettiğini biliyordu. Bu nedenle eserlerin yayınlanması, Kafka'nın son isteği olarak yazdıklarının okuyucu ile buluşması anlamına gelmektedir. 2 1 Kerstin Gernig, Die Kafka-Rezeption in Frankreich: Ein diachroner Vergleich der französischen Übersetzungen im Kontext der hermeneutischen Übersetzungswissenschaft, Würzburg: Königshausen & Neumann, , s. 2 "Wenn er Max Brod mit der Auslöschung seiner Texte beauftragte, so wusste er, dass der Freund, der seine Arbeit wie kaum ein anderer bewunderte, seinem Wunsch nicht entsprechen würde. Die Bitte um Vernichtung der Manuskripte enthüllt folglich die versteckte Sehnsucht nach einem öffentlichen Nachleben,

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir