yıldırım beyazıt timur mektup / Mektup teatisi | Şalom Gazetesi

Yıldırım Beyazıt Timur Mektup

yıldırım beyazıt timur mektup

Bayezid, Timur’a meydan okuyan mektubunda ‘gelmezsen eşlerin senden üç kez boş olsun, ben de senden kaçarsam eşlerim üç kez boş olsun’ diye yazıyordu.

Timur bu nâmeyi alınca, ‘İbn Osman aptal bir delidir’ demiş, kadından böyle söz etmek Timur nezdinde büyük suçtu.”
(Bu ilk yazismanin karşılığıdır)
İlk mektuplasma aynen bu şekildedir.

Timur: Rum diyarında melik olan Yıldırım Bayezid! Bil ki, biz kudret ve iktidarımızla insanlık aleminin en büyük kısmını tab’amız haline getirmiş bir hükümdarız. Bu görülmemiş işi, tek başımıza yaptık, senin gibi babamızdan ülkeler tevarüs etmiş değiliz. Aklını başına topla ve Kara Yusuf’la Ahmet Celayir’i topraklarından kov. Emirlerimize karşı gelen hükümdarların akıbetini duymuş olsan gerektir. Siz de o hükümdarların arasına girmekten sakının…

Bayazıd ise,
Ey ihtiyar köpek, tekfur kafirlerinden daha şiddetli kâfirsin. Mektubunda bizi korkutmak ve hile ile kandırmak istemişsin. Osmanlı sultanlarını, Acem padişahlarına benzetme. Osmanlı askerleri de, ne Kıpçak ülkesi Tatarı gibi sıradan insanlar, ne de Hint toplulukları gibi başı boş, sere serpe avare kalabalıklar değildirler. Osmanlı askerleri, Irak ve Horasan askerleri gibi hamiyetsiz ve perişan olmayacak kadar onurlu askerlerdir. Yine sen, Osmanlı askerlerini Şam ve Haleb (Memlûk) askerlerine de benzetmeyesin… Bu mektup eline geçtikten sonra savaş meydanına her kim ki gelmeyip kaçarsa, onun eşi üç talakla kendisinden boş olsun.
Karşılıklı dörder mektup vardır.

Bunu beğen:

BeğenYükleniyor...

ANKARA SAVAŞI ÖNCESİ TİMUR İLE YILDIRIM BAYEZİD’İN MEKTUPLAŞMALARI Abdurrahman DAŞ* ÖZET Ankara Savaşı, Timur’la Yıldırım Bayezid arasında 1402’de Ankara’ya 20 km. yakınlıktaki Çubuk Ovasında olmuştur. Savaş olmadan önce Timur, Yıldırım Bayezid’e dört mektup göndermiş, Yıldırım Bayezid dört mektupla ona cevap vermiştir. Ancak bu yazışmalar savaşı önleyememiştir. Savaşın galibi Timur olmuş, Yıldırım Bayezid esir düşmüştür. Bu dört mektup ve cevaplarının Türkçe suretleri, Konya Belediyesi Koyunoğlu Kütüphanesi nr. 13435’de kayıtlı olan el yazması Münşeât ve Mükâtabât-ı Sultâniye mecmuasında mevcuttur. İlk kez bu dört mektup ve cevapların özgün metinleri transkripsiyonlu olarak verilmiştir. ANAHTAR KELİMELER Ankara Savaşı, Timur, Yıldırım Bayezid, Mektup, Kara Yusuf, Ahmed Celâyir. THE CORRESPONDENCE OF BETWEEN TİMUR AND YILDIRIM BAYEZİD BEFORE THE ANKARA WAR ABSTRACT The Ankara War happened between Timur and Yıldırım Bayezid in 1402 at Çubuk Ovası where is 20 km. near to Ankara. Timur(1369-1405), before the war sent four letters to Yıldırım Bayezid(1389-1402). Bayezid also sent four letters to Timur as a reply. But the correspondence couldn’t have stopped the war. At the end of the war, Timur gained a victory over the army of the Ottoman. Bayezid was taken as a captive. This four letters and their replies exist at Konya Municipality Koyunoğlu Library nr. 13435. in the Münşeât and Mükâtabât-ı Sultaniye. The first tıme this four letters and their replies was transformed into Alphabet of Latin by us. KEY WORDS The Ankara War, Timur, Yıldırım Bayezid, Letter, Kara Yusuf, Ahmed Celâyir. * Dr., Fırat Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Araştırma Görevlisi 142 Abdurrahman DAŞ Giriş Ankara savaşı 1402’de vuku bulmadan önce, Timur’la Yıldırım Bayezid arasında mektuplaşmaların olduğunu tarihî kaynaklar ittifakla bildirmektedirler. Çoğu tarihî kaynak, bu mektupların metinlerini hiç vermeden savaşın gidişatını anlatmış, bazıları da bir mektuptan birer paragraf alarak vermekle yetinmişlerdir. Bu mektuplardan dördünü bir arada bulunduran Osmanlı tarihî kaynakları tespit edilememişti. Yapılan araştırmayla, Timur’un üç mektubu ile Yıldırım’ın ona yazdığı cevapları Arapça olarak Feridun Ahmed Bey’in Münşeât’ında1 ve bu mektupların Türkçe suretlerinin ise Hoca Sadeddin’e ait olduğu belirtilen el yazması Münşeât Mecmuasında oldukları tespit edilmiştir 2. Timur ve Bayezid’e ait Arapça yazılmış mektupları eserine alan Feridun Ahmed Bey için tarihçi Yınanç; “...Münşaat (I, 120 vd.)’ında ve Timur’a nisbet edilen arapça tehdit mektubu ile Sultan Bayezid’e izafe olunan gene arapça tahkir mektubu tamamiyle uydurmadır. Bu iki mektup İbn ‘Arabşâh’ın eserinde(s. 126 vd.) meâlleri zikredilen muhârebelere istinaden uydurulmuş ve hatta ibâreler, baştan başa müsecca olan bu eserin, o bahsinden aynıyla iktibas edilmiştir...”3 kanaatini beyan etmiştir. Aynı araştırmacı yukarıda zikredilen makalesinde; Ankara savaş’ı ile ilgili verdiği bilgilerde, Timur’un mektupları ile Yıldırım Bayezid’in yazdığı cevaplar, bizim burada transkripsiyonunu verdiğimiz mektupların içerikleriyle benzerlik göstermektedir. Öyle anlaşılıyor ki Türkçe olarak yazılmış olan Hoca Sadeddin Efendi’nin bu münşeâtında yer alan mektuplar, Feridun Ahmed Bey’in Münşeât’ından iktibas edilmemişlerdir. Dolayısıyla bu mektuplar, belge olarak güvenilir belgeler olarak değerlendirilecektir. Bazı Osmanlı tarihî kaynaklarında, Timur ile Yıldırım Bayezid arasında karşılıklı yazıldığı kaydedilen mektuplardan Türkçeye tercüme edilmiş yalnız bir mektubun metni bulunurken4 bir kısmında ise üç mektubun Türkçesine rastlamaktayız5. Ancak yaptığımız araştırmalarda, Timur ile Yıldırım Bayezid arasında vuku bulan yazışmaya ait Türkçe dört mektubun tercümelerini tespit etmiş bulunmaktayız6. Ayrıca bu mektupların günümüz Türkçesine transkripsiyonunun yapılmamış olduğu da anlaşılmıştır. Mektuplara ait metinleri vermeden önce her iki tarafla ilgili dönemin genel siyasî durumunu belirtmemiz yerinde olacaktır. Zira hiçbir savaş sebepsiz meydana gelmemiştir. Yani her savaşın bir nedeni bulunmaktadır. Ankara Savaşı Sonrasında Timur’un 1 Bkz. Ahmed Feridun Bey, Münşeât-ı Selâtîn, C. I, s. 118 vd. 2 Hoca Sadeddin Efendi, Mekâtib-i Selâtîn, Nuruosmaniye nr. 4292. 3 Mükremin Halil Yınanç, “Bayezid I. , İslâm Ansiklopedisi, C. 2, Eskişehir, 1997, s. 380 4 Gelibolulu Mustafa Âli, Künhü’l-Ahbâr, C. IV. s. 82, 95, 101. 5 Hoca Sadeddin Efendi, Mekâtib-i Selâtîn, Nuruosmaniye nr. 4292. 6 Hoca Sadeddin Efendi, Münşeât ve Mükâtabât-ı Sultaniye, Koyunoğlu Kütüphanesi nr. 13435, varak 103a-117b. Ankara Savaşı Öncesi Timur İle Yıldırım Bayezid’in Mektuplaşmaları 143 Semerkand’a gönderdiği Fetih-nâme ve yakınlarına gönderdiği mektuplar üzerine muhtelif araştırmaların yapıldığını görmekteyiz7. a. DÖNEMİN GENEL SİYASÎ DURUMU Anadolu Selçuklu Devletinin, Moğolların hakimiyeti altına girmesi ve sükûtu ile beraber, Anadoludaki Türk beylikleri kendi hakimiyetlerini sahip oldukları bölgede ilân etmişlerdi. Bu beylikler, şer’i hukuka göre Selçuklu Devletine tâbi olduklarını kabul ediyorlardı. Hakimiyet alâmeti olarak hil’at, menşûr, sancak ve gazilik unvanı alıyorlardı8. Moğollar Anadolu’ya geldikten sonra bu beylikleri kendi itaati altına aldı ve belli oranda kendisine vergi ödemeye tâbi tuttu. Daha sonra Türk beylikleri arasında yapılan mücadeleler sonrasında, Osmanlı Beyliğinin kısmen sağladığı siyasî birlik ve hakimiyet, Yıldırım Bayezid zamanına kadar gelmiştir. Geçen bu sürede Türk beylikleri arasında en uzun mücadele Osmanlı Beyliği ile Karaman Beyliği arasında meydana gelmiştir9. Osmanlı Beyliği diğer beylikleri kendi idaresi altına almayı başarmış ve batıda Bizans’a karşı, Doğu’da ise Timur’a karşı siyasî hakimiyet tavrını sürdürmeye çalışmıştır. Bizans Devleti bu sırada en kötü ve zayıf dönemini yaşıyordu. Mısır’da Memlûk Devleti, Azerbaycan ve civarında Karakoyunlu Sultanı Kara Yusuf, Bağdad’ta ise Sultan Ahmed Celâyir iktidarda bulunuyordu. Timur(1360/69-1405), kendisini her zaman meşgul eden ve fırsat bulduklarında onun hakimiyeti altındaki yerleşim merkezlerine10 saldırılar düzenleyen, Müslümanların yollarını kesen, hacıları soyan ve mallarını yağmalayan, tahribata sebep olan Karakoyunlu Beyi Kara Yusuf ile Bağdat Sultanı Ahmed Celâyir’i ortadan kaldırmaya karar verdiği için, batı cephesine yönelerek hem güveni sağlamayı, hem de topraklarını genişleterek gelir kaynaklarını artırmayı planlamıştır11. Nitekim Timur, Ankara Savaşından sonra Bursa’ya gelmiş, buradan haraket ederek İstanbul’un fethedilmesi için bazı planlar üzerinde çalışmıştır. Bizans’ın asırlarca biriktirdiği zengin hazineleri, şehrin diğer tüm zenginlikleri, Timur’un İstanbul’u ele geçirme kararına etki 7 Bkz. İsmail Aka, “Timur’un Ankara Savaşı (1402) Fetihnâmesi”, Türk Tarih Kurumu- Belgeler-Dergisi, S. 15, 1981-1986, Ankara, s. 1-22 8 Osman Turan, Selçuklular ve İslâmiyet, İstanbul, 1993. s. 58-59. 9 Halil Edhem, Kayseri Şehri, Hazırlayan: Kemal Göde, 1982, Ankara, s. 155 10 Hülagu Han tahtının varis bıraktığı ve Timur’un hakim olduğu yerler: Fars ve Kirman, Rey’den Âzerbaycan’a kadar Irak-ı Acem, Arran, Mugan, Karabağ, Gilânât, Şirvân, Şemahi, Derbend, Gürcistan, Abhaz, Hicaz’a kadar Diyarbekir ve Irak-ı Arab, İstanbul’a kadar Rum diyarı ki (Timur’un Ankara Savaşıda ele geçirdiği yerlerdir), Nil’e kadar Şam diyarını kapsayan bir hakimiyet alanı bulunuyordu. Bkz. İsmail Aka, Türk Tarih Kurumu Belgeler Dergisi, S. 15, 1981-1986, s. 2-3 11 Nizamüddin Şâmî, Zafernâme, (Çeviren) Necati Lugal,1987, s. 296-297 144 Abdurrahman DAŞ eden en önemli faktör olmuştur. Onun İstanbul’u fethetme düşüncesi Farsça yazdığı hatıratında kaydettiği bildirilmiştir12. Ankara savaşından önce; kuzeyde Altınordu, güneyde Mısır Memlûkluları Timur’a mağlup olmuş, Osmanlı devleti tek başına kalacak duruma düşürülmüştür. Timur, Osmanlı-Memlûk işbirliğini önleyici üçüncü batı seferine Eylül 1399’da çıkarak, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’ı ele geçirirken, Kara Yusuf ile Sultan Ahmed Celâyir kendilerini Timur’un hışmından koruması için Yıldırım Bayezid’e iltica etmişlerdi. Timur, Osmanlı iktidarını içeriden zayıflatarak, isyan etmeleri için Akkoyunlu hakimi Karayölük Osman Bey ile Erzincan Emiri olan Mutahharten’i kendi tarafına almış, onlara bazı siyasî vaatlerde bulunmuştur13. Timur Temmuz 1400’de Anadolu’nun doğu illeri Erzurum ve Erzincanı geçerek Sivas’a kadar geldi. Buradan güneye yönelerek Antep ve Halep’i almış, hemen sonrasında Memlûk ordusunu yenerek Şam’ı ele geçirdi14. Daha sonra oradan Bağdad’a geri döndü. Timur’un bu askerî faaliyetleri, olası yeni bir Osmanlı-Memlûk işbirliğini önlemiştir. Timur’u, Osmanlı devleti üzerine yürümeye teşvik edenler arasında Erzincan Emiri Mutaharten, Akkoyunlu Beyi Karayölük, Osmanlı karşısında topraklarını kaybeden diğer Türk beylikleri, özellikle de Karaman beyi zikretmek gerekir15. Ayrıca Ceneviz, Fransa, Bizans ve Kastilya gibi Osmanlı karşıtları da, bu savaşın olması yönünde Timur’la yakın ilişki içerisinde bulunmuşlardır16. Emir Timur’a sağlanan bu işbirliği sonrasında Osmanlı sultanına karşı Ankara Savaşını kazanması, İstanbul’un fethini elli yıl geciktirdiği düşünülmektedir17. Osmanlı tarihî kaynakları Ankara savaşı sebeplerini zikrederken; Karaman beyine bağlı bazı kimseler, Osmanlı elçilerinin Timur’a götürdükleri sulh yapmayı bildiren mektubu ele geçirdikleri ve bunu değiştirerek sulhu erteleyecek mahiyette ifadelerin yazıldığı bir başka mektubu Timur’a gönderdikleri, Osmanlı elçilerini öldürerek olması muhtemel bir barışı böylece 12 Mikâil Bayram, “Timur’un İstanbul’u Fetih Plânı ve Çalışmaları”, Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dergisi, S. 13, Konya, 1999, s. 341-344 13 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C. I, Ankara, 1972, s. 307 14 Mustafa Kafalı, “Timur”, İslâm Ansiklopedisi, C. 12/1, Eskişehir, 1997, s. 344 15 Mükrimin Halil Yınanç, İA, C. 2, Eskişehir, 1997, s. 380 ;Yaşar Yücel, Anadolu Beylikleri Hakkında Araştırmalar II, Ankara, 1991, s. 287 16 Komisyon: Mufassal Osmanlı Tarihi, İstanbul, 1957, C. I, s. 193 17 İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. I, İstanbul, 1971, s. 132 ; Osman Turan, , İstanbul, 1993, s. 45 ; Nuri Yazıcı, Tarihte Türkler ve Türk Devletleri, 1997 Konya, s. 245 Ankara Savaşı Öncesi Timur İle Yıldırım Bayezid’in Mektuplaşmaları 145 engellediğinden bahsetmemektedir. Yine aynı Osmanlı tarihî kaynakları, Mısır Sultanı Baybars’ın, Timur’un elçisi olarak giden Şeyh Bahaddin Savcı’yı öldürtmüş olduğunu yazmamaktadır 18. Önemli bir başka mesele de, Ankara Savaşından önce Yıldırım Bayezid’in hastalığını Timur’un ona yazdığı mektubunda belirtmesidir. Yıldırım Bayezid’in (8 Mart 1403) ölümü hakkında farklı rivâyetler bulunmaktadır19. Timur’a ait olan bir mektupda Sultan Yıldırım’ın hasta olduğu dikkate alındığında, onun intihar etmediği, boğmaca hastalığına yakalanarak öldüğü iddiası akla uygun düşmektedir. Hatta Timur, Yıldırım Bayezid’in tedavisi için kendi özel hekimi İzzeddin Mes’ûd Şirâzî ve Celâleddin Arab’ı bizzat gönderdiği bildirilmektedir20. Yukarıdaki hususlara ilâve olarak daha başka önemli konular da mektuplarda dile getirilmiştir. Timur’un isteklerinde ve Yıldırım Bayezid’in ona verdiği cevaplarda yer alan önemli kısımları özet halinde sadeleştirerek değerlendirmeyi uygun görmekteyiz. b. MEKTUPLARIN ÖZET İÇERİĞİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ I. Mektup ve Cevabında Timur;Yıldırım Bayezid’e yazdığı birinci mektubunda özetle; “...Kara Yusuf ile Bağdat Sultanı olan Ahmed Celâyir’in, Osmanlı idaresine sığınma taleplerini kabul etmemesini, bu iki kişiyi yakalayıp aileleri ile birlikte ya kendisine teslim edilmesini, veya öldürülmelerini, ya da ülke sınırları dışına çıkarılmaları...”21 gibi alternatif tekliflerini iletmiştir. Yıldırım Bayezid; Timur’un bu gibi isteklerini emr-i vâki saymış, muhtemelen kendisine iltica edenlerin kışkırtmaları ve onun daha önceki Sivas kuşatması da dahil, Osmanlıya karşı beslediği istilâ planları sebebiyle çok sert ve hakaret edici cevabî mektubunda ; “...Ey ihtiyar köpek, tekfurdan daha şiddetli kâfirsin. Mektubunda bizi korkutmak ve hile ile kandırmak istemişsin. Osmanlı sultanlarını, Acem padişahlarına benzetme. Osmanlı askerleri de, ne Kıpçak ülkesi Tatarı gibi sıradan insanlar, ne de Hint toplulukları gibi başı boş, sere serpe avare kalabalıklar değildirler. Osmanlı askerleri, Irak ve Horasan askerleri gibi hamiyetsiz ve perişan olmayacak kadar onurlu askerlerdir. Yine sen, Osmanlı askerlerini Şam ve Haleb(Memlûk) askerlerine de benzetmeyesin...” şeklinde ifadeler kullanmıştır. Yukarıda mektup içerisinde anılan tüm bu ülkeler, Timur’a mağlup olmuş yerler olduğu için, Yıldırım Bayezid buraları kötü birer örnek olarak Timur’a 18 Hoca Sadeddin Efendi, Münşeât ve Mükâtabât-ı Sultâniye, vrk. 103-117 19 Hoca Sadeddin Efendi, Münşeât ve Mükâtabât-ı Sultaniye, vrk. 114b ; Fuat Köprülü, “Yıldırım Bayezid’in İntiharı Meselesi” , Belleten, S. VII/1 , Ankara, 1943, s. 591-599 20 Mükremin Halil Yinanç, “Bayezid I.” , İA, C. 2, Eskişehir, 1997, s. 388 21 Mükremin Halil Yinanç, “Bayezid I.”, İA, C. 2, s. 380 146 Abdurrahman DAŞ göstermek istemiştir. Ayrıca Yıldırım’ın mektubunda adları geçen İslam ülkelerinde Timur’un, çok sayıda Müslümanı öldürdüğü ve şehirlerini harab ettiği kaydedilmektedir ki, bu durumu Timur da söylemekte bir beis görmemiştir. Böylesine bir âkibete uğramak istemeyen Yıldırım Bayeazid, işi savaş yoluyla bitirmek istemiş olacak ki ona yazdığı cevabında; “...bu mektup eline geçtikten sonra savaş meydanına her kim ki gelmeyip kaçarsa, onun eşi üç talakla kendisinden boş olsun...” diyerek, Timur’u savaş meydanına davet etmiş, gözdağı vermiştir. II. Mektup ve Cevabında Karşılıklı yazılan bu sert ve aşağılayıcı ilk mektuplardan sonra, taraflar daha temkinli olmayı yeğlemiş olmalı ki daha sonra yazacakları mektuplarda üslûplarını yumuşatmayı tercih ettiklerini görüyoruz. Şöyle ki; Timur; “...Sen kendini Allah yolunda cihad eden, bizi ise haksız yere kan döken bir kâfir ve beni yeni yetme bir savaşçı saymışsın. Bil ki, ben kırk yıla yakın bir süredir nefsimi cihada adamışım. Bu cihatlar sonunda kaleler ve ülkeler feth ederek, beldeleri kurtarmakla meşgulüm. Kaldı ki bu halim, dünden daha açık ve kesindir. Bu mücadeleler esnasında, çok sayıda kişi bize itaat etmiş ve yolumuzda canlarını feda etmiştir. Siz niçin bize hizmet etmekten kaçıyor, sevgi göster miyorsunuz? Hem yaşça da senden büyük durumdayım. Bu güne kadar hangi tarafa gittiysem, kısa sürede orayı ele geçirdim. Sivas’ı da kısa zamanda elde ettim. Sen Malatya’yı muhasara ettin, dört ay elde edemedin ve geri dönmek zorunda kaldın. Sinop Kale’sini ne zamandan beridir elde edemedin. Mektubundaki gibi tehdit ve gurura kapılma, akıl yolundan uzak sözlere cesaret etme. Kaldı ki Sivas’ta ele geçirdiğim adamlarınızdan durumunu anlamış haldeyim. Dolayısıyla pek çok Müslümanı rencide etmek, han ve mallarını harab etmek uygun görülmemiştir. Bu sebeptendir ki, güzel cevap vermeyi yüksek bir iş olarak bil, ülkeni harap etmekten kurtarmış olursun. Bizimle anlaşma yoluna döner, özür dileyen bir ifade ile cevap verirsen, aramızda dostluk ve sevgi olur. Böylece Frenk kâfirine fırsat vermemiş olur, biz de, Sivas’tan çekilerek geri döneriz. Bizim niyetimiz ve meylimiz sizi zayıf düşürerek meşgul etmek, böylece kefere dinine yardım etmek değildir. Bizi ve askerimizi kâfir, dinsiz, sapık itikatlı mezhep sahibi ve çirkin âdetleri bulunmakla itham etme. Bizim askerimiz babadan ataya Müslüman ve Müslüman çocuklarıdır. Niçin hidâyete layık olmasınlar? Kaldı ki, Osmanlı’nın askerleri çoğunlukla kâfirlerden devşirme olduğu açıktır. Davamız cihangirlik olup, saltanatımız adına hutbeler okunmaktadır, sikkeler basılıdır. Müslümanların ûlü’l-emri olduğumuzda şüphe yoktur. Bizim soyumuz, İlhân-ı Âlişân’a ulaşmaktadır. Eğer samimi selâmınızla beraber iyi ifadeler içeren mektubunuz gelirse, her iki taraf arasında yumuşama ve sevgi Ankara Savaşı Öncesi Timur İle Yıldırım Bayezid’in Mektuplaşmaları 147 peyda olur. Aksi halde kılıç ortaya çıkınca, kaleme yer kalmaz ve’s-selâm...” ifadelerini içeren ikinci mektubunu Yıldırım Bayezid’e göndermiştir. Yıldırım Bayezid; “...Zamanın cihan sultanı olan Timur-i Köregen22, Sivas’a gelip yerleşmeyi, bizim Tebrîz’e yöneldiğimize benzeterek tuhaf kıyaslamada bulunmuşsun. Kaldı ki biz, Kefe’den Şirvan’a varıp, o ülkeye asker çıkarsak, kim mani olabilir? Kıpçak halkı sizden bıkıp usandığı için bizimle beraber olmayı tercih etmektedir. Malatya ve Sinop hususundaki iddianız da doğru değildir. Bazı sebeplerden dolayı muhasaradan vazgeçilmiştir. Yoksa bizim askerimizin azlığı veya sizin askerinizin çokluğundan dolayı olmamıştır. Kastamonu ve Karaman hakimlerinin inatları ve o sırada fırsat bulup, bazı vilâyetlerimize saldırmaları, bizim Malatya ve Sinop’taki muhasarayı kaldırmamızı zaruri kılmıştır...” dedikten sonra mektubuna devamla; “...İyi bil ki, atam Ertuğrul Han üç yüz kadar gazisiyle beraber, Hülâgû Tatar’ından onbin Tatar’a vurup, Alâeddin Keykubât’a galip gelenleri mağlup etmiştir. Bundan sonra devlet idâre etme şerefine nâil olmuş, hil‘at kendisine verilerek, Allâh’ın lutfu ile Âl-i Selçûk’un yerine idareyi elde tutması isyân ve baş kaldırma ile olmamıştır. Osman Bey’in ilk culûsundan itibaren, dört tarafında bulunan kâfirlerle gece-gündüz iki yüzbinden fazla askeriyle cihat etmiştir. Bu saltanat yıldızımız bugün dördüncü tabakaya erişmiş ve şimdiye kadar fethettiğimiz kale ve kasabaların sayısı geçmiş sultanların hayalinden geçmesi dahi mümkün olmamıştır...” sözleriyle Osmanlı saltanatının tarihî seyrini açıkladıktan sonra, Osmanlının iktidar amacını şu ifadelerle duyurmaya çalışmıştır;“...Bizim nazarımızda; dünya ve içindekilerin kıymeti, Allah yolunda cihat etmenin yanında saman çöpü kadar değeri yoktur. Osmanlı askerine Abdullâh oğlu demekten fazlasıyla zevk duyarız. Çünkü bütün sahâbe-i kirâmın ataları kâfir iken, kendileri müslüman oldular. Böyle müslüman olanlar, insafı olmayan müslüman-zâdelerden çok çok üstündürler...” şeklinde dinî kanaatini ifade etmiştir. Timur’un istila ettiği İslam ülkelerinde yaptıklarını tasvip etmeyerek; “...Siz Sivas’ı harap idüp, ehl-i İslâm’ın ırzını pâyimâl etdükten sonra ne denile bilir ki! Siz, ilk suçlamayı kendinizden gidermeye uğraşıyorsunuz. Arapça ve Farsça gelen mektuplarınızda sertlik, kabalık, kibir ve gururdan başka bir nesne yoktu. Âl-i Osman, hile ile ülkeleri kendisine mülk edinmemiştir. Mektuplarımız akıllı devlet erkânımızla yapılan istişâreler sonrası yazılmıştır...” tepkisini göstermiştir. Görüldüğü gibi Yıldırım Bayezid, Timur’dan gelen ikinci mektuba, iltifat gösteren diplomatik bir üslûpla cevap vermiştir. Timur’un İslâm âleminin liderliğini temsil edemeyeceğini belirtirken, Osmanlı Sultanları, liyâkat ve 22 Aslı Moğolca olan bu kelime“damat” anlamına gelmektedir. Timur’un kendisi han soyundan gelmediği için, Kazan Han’ının kızı ile evlenerek “Köregen” lakabını almıştır. Bunun içindir ki, tarihî kaynaklar onu “Emîr Timur” şeklinde zikretmektedirler. 148 Abdurrahman DAŞ meşru yollarla iktidarı elinde bulundurdukları ve tek gayeleri, Allâh yolunda cihat etmek olduğu, mal ve arazi elde etmek gibi dünyevî emeller peşinde koşmak olmadığını özellikle belirtmiştir. Ayrıca Osmanlı ordusu, fethettiği ülkelerde Timur’un yaptığı gibi yıkıp yakarak harap etmediklerini de söyleyerek onu, Osmanlı idaresi altındaki yerlere saldırıda bulunma düşüncesinden vaz geçirmeye çalışmıştır. Timur’a yazılan ilk cevap niteliğindeki mektupta, Yıldırım Bayezid’in ağır ifadeler kullanmaya, onun ilk mektubundaki sert ve kaba sözlerinin yol açtığını izah ederken, ikinci cevap niteliğindeki mektupta Yıldırım Bayezid yumuşak bir ifade ile meseleyi hal etmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Çünkü Timur, Anadolu’ya bu seferden önce geldiğinde verdiği zararı Yıldırım Bayezid çok iyi bilmektedir. Timur’u engellemek için onun psikolojisini bozmak ve vazgeçirmek niyetinde olduğu açıktır. Ancak, Bayezid’in yazdığı ağır ifadeler, ona karşı duyduğu öfkenin mektuba yansımasıdır. Zira, Sivas’ın ilk defa Timur tarafından tahrip edilmesi ve Yıldırım Bayezid’in oğlu Ertuğrul’un öldürülmesi sonrasında, Bayezid’in “Çal çoban çal, Ertuğrul gibi oğlun mu öldü, Sivas gibi kalen mi yıkıldı.” 23 dizelerini söylemiş olması, onu ne derece üzdüğünü göstermektedir. III. Mektup ve Cevabında Yıldırım Bayezid’den alınan ikinci cevabın ardında; Timur; “...Sungur Çavuş ve Hacı Bayezid ile gönderdiğimiz haberler doğrudur. Sizin küffârla savaştığınızı biliyoruz. Bu tarafta Gürcü kâfirlerle biz savaşıyoruz. Hem siz hem de bizler bu konuda mutluyuz. Bu durumun sayısız faydaları her iki tarafa olmaktadır.Yazdıklarımızda zerre kadar şaibe ve şüphe olamaz. Antlaşma kararı olursa, Mısır’la aramızda olanlardan ıslâh edici olunması isteğiniz uygun görülmemiştir. Çünkü ölen eski Mısır Vâlisi, elçilerimizden Irak ve Acem’in büyük saygı duyduğu Bahaddin Savcı’yı haksız yere öldürdü. Yine uzun süredir hapsettiği Gönültaş’ı serbest bırakması için elçi gönderdiğim halde isteğimi yerine getirmedi ve o günahsızı hiç endişe duymadan katletti. Biz Şam ve Haleb’e geldiğimizde, Mısır’da Hacı adındaki elçileri gelip haps olunan Otlamış’ı Haleb’e gönderelim dediler. Fakat bu sözün de aksini yaptılar. Timur, Osmanlı sultanının Memlüklerle irtibat kurmasına, bağları kuvvetlendirmesine vesile olacak faaliyetlerden rahatsız olduğunu ve Yıldırım Bayezid’in muhtemelen elçileri vasıtasıyla sözlü olarak Mısır Valisi olan kişi hakkında akrabalık ve kutsal mekanlara idarecilik yapmış olması, Timur ile Yıldırım Bayezid arasında arabuluculukta bulunmasına itiraz edip, rıza göstermeyerek; “...Senin, şimdi Mısır Vâlisi olan kimseye oğlumuzdur demeni uygun görmedik. Onu Sultânu’l-Harameyn elkâbıyla anmanız doğru 23 Osman Turan, Selçuklular ve İslâmiyet, s. 127 Ankara Savaşı Öncesi Timur İle Yıldırım Bayezid’in Mektuplaşmaları 149 olmaz. Belki Mücâvirü’l-Harameyn demeye lâyık değillerdir...” tepkisini bildirmiştir. Ancak Yıldırım Bayezid’in göndermiş olduğu önceki mektubu incelendiğinde Memlük Sultanı için yukarıdaki ifadeleri kullanmadığını görüyoruz. Acaba Karaman Beyliğine ait bazı kimselerin Osmanlı elçilerini ele geçirip, gönderilen mektuptaki ifadeleri değiştirdiklerine dair Bayezid’in kast ettiği hadise bu sırada olmuş olabilir mi, sorusu akla gelebilir. Timur mektubuna devamla; “...Bize dost olmayanı, kendinize yakın ve sevdiklerinize dahil etmeyiniz. Saltanat işleri nezâkete bağlıdır. Dikkat edilecek yönleri çoktur...” 24 şeklinde tavsiye ve isteklerini dile getirmiş, “...Ahmed Celâyir şimdi Bağdat yakınlarına gelmiş, biz de oraya asker göndermişiz. Tekrar size taraf kaçar gelirse sahip çıkmayıp, bilâkis yakalayıp bize teslim etmeniz sizden isteğimizdir. Erzincan’a varıp, yerleri tahrip için şimdilik serhadda durularak elçilerinizin gelmesini beklemekteyiz...” şeklinde düşüncelerini Yıldırım Bayezid’e iletmiştir. Yıldırım Bayezid; Timur’un mektuplarında yer alan isteklerini kabul etmeyerek, onu kendi atası olan Hülâgu’nun sergilediği tutuma davet etmiş, Osmanlı ülkesine sığınan Bağdat Sultanı Ahmet Celâyir ile Kara Yusuf’u teslim alma arzusundan vazgeçmesi için; “...Mısır hakimi ile aranızda geçen olaylardan dolayı bizim niyyetimizi doğru anlamamışsınız. Biz arzu etsek Mısır’ı feth etmeye her zaman kadiriz. Ahmet Celâyir tekrar geri Osmanlı topraklarına gelirse, Kara Yusuf ile birlikte ikisini size teslim etmemi istemişsiniz. Biliyorsunuz ki Hûlâgu Dârü’s-Selâm’ı alıp İran’ın çoğunu eline geçirdiği sırada, halifenin amcası çocuklarından bir iki kişi Mısır’a Kâhire Vâlisi Baybars’a sığındılar ve onun himayesine girdiler. Hülâgu’nun Bağdat Vâlisi olan Karaboğa Noyan, Baybars’la cenk ettiler. Halifenin amcasını Mısır askeri sanıp, orada şehit ettiler. Kaçanlar şimdiye kadar Kâhire’de kaldı ve Hülâgû Han onları geri istemedi ve takip de etmedi. Şimdi bu dostunuz feleğin tokadını yemiş bir iki kişiyi himaye etmekle hatırınızı kıracak bir durum olamaz. Zira Hülâgû böylesine cüz’i şeylerden vaz geçmiştir. Muradımız Sivas ve çevresinden elinizi çekmenizdir. Bunu yerine getirmeniz güzel bir işaretinizin gereği olduğu anlaşılacaktır. Ancak her hâlde Allah’ın takdirinden kaçılmaz ve bizim kimseden korkumuz yoktur...” şeklindeki düşüncelerini bildirmiştir. Timur, Yıldırım Bayezid ile savaşa girmenin riskli olabileceği husussunda tereddüte düşmüş, elçiler vasıtasıyla savaş yapmadan amacına ulaşma yoluna gitmiştir. Diğer taraftan Yıldırım Bayezid, onun isteklerini yerine getirmekle, otoritesinin sarsılacağı, tarafında yer alan kimselerin Osmanlı idaresine 24 Bkz. Timur’un üçünçü mektubu, Hoca Sadeddin Efendi, Münşeât ve Mükâtabât-ı Sultaniye, vrk. 112a 150 Abdurrahman DAŞ güvenlerinin kalmayacağı ve Osmanlı geleneğine ters düşen “Kendisine sığınan kimseyi düşmanına teslim etmek” durumda olmak ismediği için Timur’a olumlu cevap vermediği anlaşılıyor. IV. Mektup ve Cevabında Karşılıklı yazılan mektupların en sonuncusunda Timur’un, Osmanlı idaresinden birkaç kale ve şehrin kendisine teslim edilmesi gibi kabulü mümkün olmayacak yeni şartları da ilave ederek, savaş niyetini daha açıkça belirtiği görülmektedir. Hatta mektuplarda geçmeyen, ancak bazı tarih araştırmalarında rastladığımız “Timur, Yıldırım Bayezid’den oğullarından birini kendisine rehin bırakması” isteğinde de bulunduğunu kaydetmişlerdir. Timur; “...Şimdiye kadar sulh için çalıştım ve nihayet Sivas’a gelmem söz konusu oldu. Kâfire fırsat vermemek, İslam diyarlarını harap etmekten endişe edip, Şam tarafına giderek Mısır azizinden intikamımızı aldık. Sizin hasta olduğunuz hususu ağızlarda dolaşırken, biz bunu fırsat bilip dikkate almadık. Ancak siz fırsat bulunca bize bağlı olan Erzincan’a gelip valimizi rencide ettiniz. Adamımız olan Taharten(Muttaharten) sulhu sağlamak için sizin pişman olduğunuzu bize yazmıştır. Biz de güvendik ve sulh için antlaşmaya varılacağı umuduyla birkaç kez mektuplar gönderdik. Ama siz gittikçe artan bir katı tutum içerisinde oldunuz. Tâ ki biz ve askerimiz için kâfir ve kâfirden daha eşed kâfirlerdir demeniz sözü her yerde söylenir olmaya başladı. Elçileriniz olan Sungur ve Ahmed adamlarınız uzun süredir yanımızdadırlar. İslamlığımızı ve inancımızı biliyorlar. Hedefimiz Kefe ve Kırım yönüne iken, Şirvan’dan geri dönüp tekrar Erzincan’dan o tarafa varmak icap etti. Semerkand’da bulunan oğlum Muîneddin Muhammed Sultan Bahadır da askeri ile birlikte bana katılacaktır. İsteğimiz Erzincan’a varmadan ve askerimiz şehirlerinize girmeden önce Sivas, Malatya, Elbistan, Erzincan ve Kemâh’ın bize bırakıldığını sağlam bir ahit-nâme ile bildirmenizdir. Sulha muhalif değilim ve bağlıyım. Bu sulhun bir sûretini Mekke-i Mükerreme’de Bâbü’l-Harâm’da kapalı muhafaza olunsun ki, kimin bu sulha uyup uymadığı ortaya çıksın. Bu mektup Sungur, Ahmed ve Hacı Bayezid ile gönderildi.” Yıldırım Bayezid; savaşın olmaması için Timur’u ikna edebilecek bazı durumları açıklamayı uygun görmüş, antlaşmaya razı olduğu, belki de bazı ön şartlarını kabul edebileceği intibaını vermek isteyerek; “...Timûr-i köregen hazretleri, ilgi uyandıran antlaşmaya dair mektubunuz, ben Sivas’a geldikten sonra ulaştı. Ben bu sırada antlaşma hazırlığı içerisinde bulunuyordum ki; Nâgâh(vakitsiz saatte) sulha muhalif bir başka mektup Karaman fesatları elinden orduyu humâyûnumuza erişti ve antlaşmanın gecikmesine sebep oldu. Devlet erkânımızdan akıllı kişiler bu durumu şöyle değerlendirdiler. İkinci mektup ilk karışık dönem sürecinde yazılarak elçi ile gönderildi. Ankara Savaşı Öncesi Timur İle Yıldırım Bayezid’in Mektuplaşmaları 151 Karaman topluluğu ki eskiden beri ocağımızın düşmanı olmuşlardır, bunlar elçimizi öldürüp, fitne iyice ayyuka çıkıncaya kadar mektubu sakladılar. Musâlaha olacağı ihtimâlini görünce, bu kez bazı rezilleri üzerimize gönderip bizi şüpheye düşürmüşlerdir. Rezillerin eline düşen mektubun gecikmesinin sebebi dahi biz olmadığımız hususu malumunuzdur. Bu durumu yaltaklanma olarak görürseniz hayır, asla düşmandan yüz çevirmek âdetimizden değildir. Sulh ve cengin cezası ve mükâfatı buna sebep olan tarafa aittir. Eğer bir kimse fitneye sebep olursa, Allah’u Teâlâ onun cezasını versin...” Sonuç Osmanlı tarihi içerisinde önemli tarihî bir olay sayılan Ankara Savaşı öncesinde, taraflar arasında yapılan diplomatik yazışmalara ait mektuplar, dönemin tarih çalışmaları için oldukça önemli belgelerdir. Mektupların, Farsça ve Arapça olarak yazıldıkları yine bu mektupların içerisinde belirtilmektedir. Bu mektuplar, Osmanlı Türkçesi el yazısı ve matbu olarak basıldığı daha önce izah edilmiş idi. Ancak, transkripsiyonlu yayınına yaptığımız araştırmalarda rastlanmamıştır. Bu araştırma ile Timur ve Yıldırım Bayezid’e ait dörder mektup tespit edilmiş ve transkripsiyonu yapılmıştır. Mektuplar kronolojik sıraya göre incelendiğinde; Timur, yazdığı mektuplarda istek ve şartlarına her defasında yenilerini ilâve ederek durumu imkansız hale getirmiş ve Yıldırım Bayezıt’ı savaşı tercihe mecbur etmiştir. Ankara Savaşı sonrası galip gelen Emir Timur’un Anadolu’daki faaliyetleri, İstanbul’u fetih planı ve esir düşen Sultan Yıldırım’ın durumu, eceli ile vefatı veya intihar ettiği, Timur’un Semerkand’a yazdığı Fetihnâme hususları üzerine bir hayli araştırmalar yapıldığı için, burada zikredilen konulara yer verilmemiştir25. Araştırmamızı, Ankara Savaşı olmadan önce bu savaşın eşiğine getiren sebeplerin neler olduğu, hangi teklifler ileri atılmış olduğu, ne gibi önerilerin Osmanlı Sultanı tarafından kabul edilmediği gibi hususlarla sınırlı tuttuk. Zira çoğu tarih kitaplarında bu hususların neler olduğu tam olarak zikredilmemiş veya bazı tarih araştırmalarında gördüğümüz gibi sebeplerin bir kısmı sayılarak yetinilmiştir. Timur ve Yıldırım’a ait olan mektup sûretleri, dönemlerinde vuku bulan bu tarihî olaya ışık tutan en önemli belgeler olduğu aşikârdır. Çünkü olayın 25 Bkz.; Fuat Köprülü, agm., Belleten, S. VII/1, s.591-599 ; İsmail Aka, agm., s. 1-22 ; Mikâil Bayram, agm., S.Ü. E. F. D. S. 13, 1999, s. 342-344 152 Abdurrahman DAŞ aktörleri, kendi düşüncelerini karşı tarafa duyurmak için ayrıntılarına kadar inerek mektuplarında anlatmaya çalışmışlardır. Bu mektupların verdiği bilgiler, hem Timur’un iktidar olduğu coğrafyayı tanıtmış, ona dost ve düşman olan zamanın komşu devletlerin hangileri olduğunu göstermesi yanında Osmanlı devletinin durumunu, dost ve muhaliflerini, siyasî problemlerini, fetih hedeflerini ve cihat anlayışlarını göstermesi bakımından da oldukça kıymetlidir. Timur’un mektupları içerisinde vurgulanmak istenen bir diğer önemli husus ise İslam âleminin hakimi kendisi olduğudur. Çünkü Timur adına hutbe okunduğu, sikke bastırıldığı, kendisine her gittiği yerde itaat ve bağlılık ahdinin verildiği, kendisine vergilerin ödendiği anlatılmıştır. Bütün bu ve benzeri durumlardan dolayıdır ki, Timur ikinci mektubunda kendisinin ûlu’l-emr olduğunu Yıldırım Bayezid’e yazmış26 ve onun dediklerini yapmasını istemiştir. Abbâsi Halifesi, Moğolların Bağdat’a gelmesinden sonra Mısır’a gitmiş olması, Timur’un kendisini ûlu’l-Emr görmesine ve Memlûk Sultanını mağlup etmesi, onu bu fikre götürmüş olabileceği de dikkate alınmalıdır. Timur ve Yıldırım Bayezid’in yazdıkları mektuplar diplomatik bakımdan incelendiğinde; Yıldırım Bayezid’in ilk başta öfke ile cevap verdiği, daha sonraki sonucun bir savaşa kadar gitmesini istemeyen bir endişe üslûbu ile mektuplarını kaleme aldığı görülüyor. Yıldırım Bayezid’i sulha zorlayan bazı iç ve dış sebepler olduğu mektuplarında belirtilmektedir. Örneğin, Karaman beyleri ile barışık olmadığı, hatta onların kendilerine sürekli düşmanlık yaptıkları, kendisinin barışa hazırlandığı bir sırada Timur’a giden elçilerini ele geçirerek mektupların içeriğini değiştirmek suretiyle başka bir mektubu Timur’a gönderdikleri, böylece savaşa yol açtıkları açıkça yazılmıştır. Yine Kastamonu hakimi ile Osmanlı idaresinin mücadele içerisinde bulunduğu, Sinop ve Malatya muhasaralarını kaldırma sebepleri içerisinde gösterilmiştir27. Diğer taraftan Yıldırım Bayezid’i savaş yapmaya sürükleyen etkenler de mevcuttu. Osmanlı yöneticileri ile dosluk ilişkilerini sürdüren Karakoyunlu ve Bağdat hakimleri, bu savaş olmamış olsaydı, muhtemelen kendilerine hedef olarak Timur’un hakimiyeti altındaki yerlere akınlar yapacaklardı. Çünkü o bölgede bu mücadele başlamış ve zaman zaman çetin çatışmalarla bastırılmış durumda idi. Timur’un zayıf düşmesi veya ortadan kaldırılması özellikle 26 Hoca Sadeddin Efendi, Münşeât ve Mükâtabât-ı Sultaniye, vrk. 107a 27 Bkz. Hoca Sadeddin Efendi, age. vrk.109a Ankara Savaşı Öncesi Timur İle Yıldırım Bayezid’in Mektuplaşmaları 153 Osmanlı’ya sığınan ve iktidarları ellerinde giden Kara Yusuf ile Sultan Ahmed Celâyir’in işine geliyordu. Yıldırım Bayezid’i savaşa teşvik edenler arasında muhtemelen bu iki kişinin etkisi olmalıdır. Ankara Savaşı’nın olması, Anadolu’da kargaşalığa, siyasî dağılmalara ve sefalete yol açtığı gibi, Osmanlı’nın Balkanlardaki fütuhatını bir süre durdurmuştur. Ayrıca Anadolu’da, Irak, Horasan, Azerbaycan, Gürcistan ve çevresindeki siyasî dengeleri de etkilemiştir. Osmanlı Beyliğinin hakim olduğu yerler, Anadolu’nun iç ve batı bölgelerini oluşturuyordu. Sınırları dönemin Bizans toprakları içerisinde olan merkezler teşkil ediyordu. Bu sırada Anadoluda aynı zamanda değişik yerleri elinde bulunduran Türk beylikleri de idaresi altında olan araziyi genişletmek, maddî ve siyasî üstünlüğü elinde bulundurmak emelinde idiler. Bunun içindir ki, iç çekişmeler eksik olmuyor, hatta rakip Türk beyliklerine karşı, o beyin düşmanları olan devlet veya güçlerle iş birliğine gidiliyordu. Osmanlı Beyliği, bu sırada sürekli tekfûrlarla mücadele etmiş, tüm dikkatlerini ve gücünü o tarafa yöneltmiştir. Bu fütuhatın ilerleyişi ise İstanbul’a doğru ve civarı yerler teşkil ediyordu. Türk’lerin İstanbul’a doğru fetih hareketlerini artırmalarında Hz. Muhammed’in İstanbul’un fetihini teşvik eden ve bu savaşa katılanları övücü sözü ve müjdesinin etkisi aşikardır. Yıldırım Bayezid, 1394 yılının ilkbaharında, İstanbul’u almak için ilk kuşatmasını yapmış ve adıyla anılan kuleyi bazı kaynaklara göre bir yıl içerisinde inşa etmiştir28. Bu inşa işini oldukça rahat bir şekilde yaptığı dikkate alındığında, onun İstanbul‘u fethetmekte ne kadar ısrarlı olduğu da anlaşılmaktadır. Sultan Bayezıt, Karaman’lılara karşı Konya’da 1397’de ve 1398’de Sivas’ı ele geçirerek siyasî birliği sağladıktan sonra, asıl hedefi olan İstanbul’a yönelmiştir. Ancak hiç beklemediği bir anda Timur’un doğu tarafında üzerine gelmiş olması, onun bu planları uygulamasına fırsat tanımamıştır. Ankara Savaşıyla birlikte ertelenen bu fetih düşüncesi elli yıl sonra Fatih Sultan Mehmet Han’ın eliyle 1453 tarihinde gerçekleşmiştir. Yıldırım Bayezid ve Timur’un dönemine ait siyasî durumu daha ayrıntılı bir şekilde görmek için, Hoca Sadeddin Efendi’ye ait olduğu yazılan Münşeât Mecmuasındaki sekiz adet mektubun aşağıda verilen transkripsiyonlu metinleri incelemek gerekir. 28 İsmail Hami Danişmend, age., C. I, s.109 ; Norman Itzkowitz, Osmanlı İmparatorluğu ve İslâmî Gelenek, Çeviren: İsmet Özel, 1997, İstanbul, s. 42-43 154 Abdurrahman DAŞ HOCA SADEDDİN EFENDİ MÜNŞEÂT’INDA BULUNAN MEKTUPLARIN TRANSKRİPSİYONU I. MEKTUP VE CEVABI Timurlengden Def‘a-i lāda Mer m Sultān Yıldırım Bāyezid āna29 Gelen Mekt pdur30. Rum pādişāhı olān Yıldırım Bāyezid ma‘l m ola ki, biz Tanrı’nuň yeni man r ve muzaffer pādişāh[ıy]uz. Cem‘i umerā üzerine, na r u te’yd ile cümle-i ‘ubbād bizüm ulumuz gibilerdür. Pes agāh ol ki, ara Y suf31 ve 29 Sultan Yıldırım Bayezid ile Timur arasında karşılıklı dörder kez mektuplar yazıldıktan sonra anlaşma sağlanmadığı için, 19 Zilhicce Cuma günü ( 28. 7. 1402 ) yılında vuku bulan Ankara Savaşı sonrası Bayezid, Timur’a esir düşmüş ve 8 Mart 1403 yılında Hamid beyliği idaresinde bulunan Akşehir’de vefat etmiştir. Timur’un izniyle Sultan Bayezid’in naaşı, kendi sağlığında Bursa’da yaptırmış olduğu caminin bahçesine defnedilmiştir. Karşılıklı yazılan bu mektupların konu başlıkları, tarihî kaynaklarda kısmen farklı ifadelerle yazılıdır. Meselâ , yukarıda yazılan başlıklardan başka Künhü’l-Ahbar’da “Cevâb-nâme-i Sultân-ı Mesfûr ilâ Hâkâni’l-Mensûr” şeklindedir. Bkz.Tâcü’t-Tevârih, C. I, s.250-259. , Âli, Künhü’l-Ahbâr, C. IV, s. 82, 95, 101., Carl, Brockelmann, age., s 224., İsmail Aka, Timur ve Devleti, Ankara, 1991, s. 27 vd.). Ayrıca Feridun Bey Münşeâtında bu mektupların metinlerinin bazıları Arapça, bazıları da Farsça yazılmıştır. Bkz. Münşeât-ı Selâtîn, C. I, s. 118 vd. 30 Timur’un, ilk mektubunu Mevlânâ Sadeddin Taftâzânî’nin yazdığı, iki elçi ile âyezid’e gönderdiği kaydedilmişse de aynı kaynak; Sadeddin Taftazâni ile Timur’un buluşmaları daha sonraki tarihlerde Semerkand’da gerçekleştiğini yazmaktadır. Dolayısıyla bu ilk mektubu onun yazması mümkün görünmemektedir. Yine Künhü’l-Ahbâr’da verilen bilgilerde; Bayezid’in ilk mektubunda, kendi ismini Timur’un adıyla aynı yerde ve uygun bir şekilde yazması gerekirken, onun adı, sıradan bir kimsenin adının yazıldığı gibi satır arasına yazılmasına Timur’un çok kızdığını kaydetmektedir.Bkz. Âli, Künhü’l-Ahbâr, C. IV, s. 84 31 Kara Yusuf (ö. 823 Zilhiccesi/1420), Karakoyunlular devleti hükümdarı Kara Mehmed’in(ö. 792/1390) ölümünden sonra onun yerine ikinci, bazı kaynaklara göre ise üçüncü hükümdarı olarak başa geçmiştir. Bazı kaynaklarda ilk hükümdarın Bayram Hoca’nın ilk, Karamehmed’in ise ikinci hükümdarı olduğunu kaydetmektedir. İlhanlıların çöküşünden sonra bu devletin mirası üzerinde birbirileriyle iktidar mücadelesi yapan Celâyir, Çoban ve Sotay hanedânlarının bu kavgalarına katılan Karakoyunlu oymağı , merkezi Bağdâd’ta bulunan Irak’taki Celâyir ailesinin safında yer alırken, Akkoyunlular oymağı ise Celâyir ailesine rakip olan ve Mısır- Diyarbekir sınırları dahilinde hakimiyet sağlayan Sotay hanedânının tarafında yer almıştır. Bu iki Türk oymağı arasında bu tarihten sonra da pek çok harpler olmuştur. Kara Yusuf, Azerbaycan ve çevresinde hüküm sürmüş, Tebriz’i kendisine idari merkez olarak bulundurmuştur. Şirvân hâkimi olan Şeyh İbrahim’i (809/1412) tarihinde, Gürcistan Kralı Konstantin’i (822 /1419)’de mağlub etmiştir. Osmanlı devleti ile coğrafi sınırı bulunan Akkoyunlu hükümdarları, kendilerine Osmanlı devletini rakip görmüşler ve iktidarı ellerine geçirmek çabası içinde olmuşlar. Bu sebepten dolayıdır ki Osmanlı Sultanları Bağdad sultanı Ahmed Celayir’i ve Karakoyunlu hümükdarları Kara Yusuf ile müttefik devletler olmuşlardır. Her seferinde Timur’un hakimiyetindeki yerlerde yol kesme, yağmalama, hacıları ve ticaret kervanlarını soyma, onun gücünü zayıflatma ve ağırlını yitirmesine yol açan faaliyetlerinden ötürü tehlike oluşturduğunu düşünen Timur, Kara Yusuf’u yakalatıp öldürmeyi kafasına koyduğu sırada o, Ahmed Celâyir’le birlikte Osmanlı Sultanı Yıldırım Ankara Savaşı Öncesi Timur İle Yıldırım Bayezid’in Mektuplaşmaları 155 Sul ān A med32 ikisi me‘an bizüm ılıcumuz avfinden ve leşkerimüz Bayezid’e sığındıklarını görüyoruz. Ankara Savaşının vuku bulmasında bu iki sultanın sığınmalarını baş sebep olarak Timur’un mektuplarında görmekteyiz. Türkçede ünlü hükümdarlara ve kahramanlık gösteren kişilere “ Kara” lakabı verilmesi bir gelenek idi. Kara ifadesi “ etkil, cesur, yiğit, kahraman ” gibi anlamlarda kullanılması bugün de geçerli bir ifade olarak kullanılmaktadır. Meselâ, kara kış, gözükara (gözü pek- cesur), kara haber vb. gibi... Tarihte tahta geçen Türk hükümdarlarının cülus törenlerinde üzerlerine oturdukları seccâde, halı vs. ‘nin kara renkte olmasına dikkat edilmiştir. Bkz., İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, İstanbul, 1992, s. 229-230 dnr. 144 ; Nizamüddin Şâmî, Zafernâme, (Farsça’dan çev. Necati Lugal), Ankara, 1987, s. 261-309. ; Walther Hınz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd (çev. Tevfik Bıyıkoğlu), Ankara, 1992, s. 110-111 ; Mükrimin Halil Yınanç, “ Akkoyunlular. Ak Koyunlular ”, İA. İstanbul, C. I, s. 231-270 ; Hasan Fehmi Turgal, “ Timur’un Sivas’dan Beriye olan ve Anadolu’yu Tahliyesine Kadar Devam Eden Haraketler ” ; Konya Halkevi Dergisi, S. 10, s. 610-616. (Şerafeddin Yezdi’nin Zafernâmesinden naklen); Melek Tekin, Türk Tarih Ansiklopedisi, İstanbul, 1991 ; Carl Brockelmann, İslâm Ulusları ve Devletleri Tarihi, Çeviren Neşet Çağatay, Ankara, 1992 ; Nuri Yazıcı, Tarihte Türkler ve Türk Devletleri, 1997, Konya. 32 Sultan Ahmed Celâyir (ö.813/1410), aslen Mogolların Celâyir ailesinden geldikleri için bu adla tanınan Ahmed Celâyir, Ahmed Bahadır ya da Gıyaseddin Ahmed isimleriyle de anılmıştır. Kendisi Şeyh Hasanın torunu, Sultan Üveys’in de oğludur. İlhanlılar devletinin çökmesinden hemen sonra Celâyir, Çoban ve Sotay hanedanları arasında iktidar mücedeleleri başlamış ve bu enkaz sonrasında Sultan Üveys’in zamanında, Celâyir iktidarı altında bulunan topraklar, Azerbaycan’dan Bağdad’a, -Diyarbekir de içine alan bir coğrafî genişliğe sahipti. Kara Koyunlu Türk oymağı bu tarihte Irak’taki Celâyir ailesinin saflarında yer alırken, Akkoyunlular Türk oymağı da Celâyir’e rakib olan ve Musul’dan Diyarbekir’e kadar sınırları bulunan Sotay oğullarının emrine girmişlerdir. Böylece rekabet sadece Celayir-Sotay hanedanları arasında sürüp gitmemiş aynı zamanda Kara Koyunlular- Akkoyunlular arasında da süren bir mücadele halini almıştır. Ahmet Celayir, kardeşi Hüseyin ile iktidar mücadelesine girmiş, bu mücadele sonucunda Celâyir devleti kuzey ve Güney olmak üzere ikiye ayrıldı. 1382 yılınde Tebrizde iktidarını sürdüren kardeşi Hüseyin’in üzerine gitmiş, ve tahtını ele geçirip kardeşini öldürmüştür. Diğer kardeşi Bayezid Sultaniyeye kaçmış orada sultan ilân edilmiştir. Başka bir diğer kardeşi olan Şeyh Ali, Tebriz üzerine tekrar gitmiş, bu sırada Karakoyunluların Reis bulunan Kara Mehmed onu mağlup etmiştir. Sultan Ahmed, Karakoyunlu Reisi Kara Mehmed’in kızıyla evlenerek hem dostluklarını hem de dayanışmalarını böylece dahada pekiştirmiş oldular. Bundan sonra Ahmed Celâyir bütün ülkenin tek sultanı olarak tanınmaya başlandı. Kendisine rakip kalan kardeşi Bayezid’i de Tebriz’de ele geçirerek onun gözlerine mil çektirdi. Tebriz’in Altın Ordu Hükümdarı Toktamış(1385) ve daha sonra Timur’un işgal etmesi sonucunda burayı yağma ederek büyük zararlar verdirmeleri neticesinde devletinin merkezini Tebriz’den Bağdâd’a taşıdı (1386). Bu tarihten sonra Sultan Ahmed Celâyir iktidar merkezi olarak Bağdat’ta kaldığını görüyoruz. Kara Yusuf ve Ahmed Celâyir’in, Timur’un iktidarına ve hakim olduğu yerlere zaman zaman zayiatlar verdirmeleri ve onun iktidarını zayıflatmaları gibi sebeplerden dolayı her ikisi hakkında ölüm kararı veren Timur, bu iki lideri hep kovalamış hatta ele geçirmek için bazı yapacağı işlerini erteletmiş, Osmanlı Sultanı Yıldırım Bâyezid ile Ankara Savaş’ını yapmasına sebep gösterdiğini karşılıklı yazdıkları mektuplarıda görüyoruz. Çünkü Timur Bağdat üzerine yürüdüğünde, Ahmed Celâyir önce Memlük Sultan’ına sığınmayı düşünmüş ancak, orada yakalanacağını ve güvende olamayacağını anlayınca Osmanlı devletine sığınmıştı. Bu iltica sonrasında Yıldırım Bâyezid; Kara Yusuf’a Aksaray’ı ve Ahmed Celâyir’e de Kütahya İlini dirlik olarak vermiştir. Ancak daha sonra her iki lider geri dönerek kendi iktidar merkezlerine Timur’un ölümü (ö.1405) üzerine geri 156 Abdurrahman DAŞ heybetinden ol cānibe açdılar anlaruň her biri, māddetü’l-fesād ve müfsdü’l- bilād olup Fir‘avn ve āmān gibi ‘ulüvv-u istikbārla, kāfirler idügi ma fi degüldür eyle olsa, eger i bāl isterseň[ňüz] ol iki müdbri kab l itmeyüp, “Fe cāsu hilāle’d-diyār”33 mazm ni ile ‘amel idesüz ki,(l03b)34“İnne Fir‘avne ve āmāne ve cun dehumā kān āti‘n ”35 [medl lünce] mezb rlar ve adamları her ne diyāra varsalar, nikbet u şa‘āmetiyle varduġunda şüphe yokdur. Hāşā ki, anlaruň gibi kimesneler, sizün gibi pādişāhun anadı altında temekkün itmek ma‘ l ola. Size na  at iderüm ki, zin ār anları so betünüze getürmeyüp sa ınasız, belki diyār u bilādunuzdan, nef-yu meni‘ idesüz. Zinhār emrümüze muhālefet itmeyesüz, ahrımıza müsta a olma mu arrerdür. Zirā bize muhālefet iden kimesnelerüň, a vāli mesm ‘uňuz olmışdur. Ve bi’l-cümle bizümle l u āl kisārından azer idesün anda aldı ki ceng u cidāl idesüz ve’l-emru yavme izin-lillāh. Mer m ul ān Yıldırım ān, Nāme-i Mer ma Virdügi Cevāb-ı Bā- Savābın uretidur36 amd-ı b-nihāye ol üdāya ki, bizi dn-i İslām’la müşerref iyledi, ve selā n-i ‘Arab u ‘Acem’den, sa‘ādet-i ġāzā ve cihād ile, mu‘azzez ve mümtāz iyledi, ve salāvāt-i (l04a) b-ġāye, ayrü’l-enām olan, Res lü Mu ammed üzerine ve anuň as āb-ı kirāmı ve āl-i i‘zāmı üzerine ilā yavmi’l- ıyām. Bil ve dönme fırsatını bulmuşlar. Timur, ölmeden kısa süre önce oğul ve torunlarına vasiyette bulunmuş, “ Önce Batı İran’da hakim olan Sultan Ahmed Celâyir( bu sülâle de türkleşmiş Moğollar’dan çıkmıştır) Tacik (kötü) mizaçlı bir adam olması sebebiyle insan üzerinde endişe uyandırıyor” diyerek haleflerine hedef götermiş idi. Bundan sonraki yıllarda Karakoyunlu reisi Kara Yusuf ve oğulları ile Sultanı Ahmed Celâyir arasında bazı şehirlerin hakimiyeti için savaştıkları ve nihayet Tebriz yakınlarındaki Esed köyü civarında Ahmed Celâyir ele geçirilerek eski dostu ve müttefiki kara Yusuf tarafından öldürülmüştür. Böylece Celayir devleti yıkılarak son bulmuştur. Onun halefleri Vâsıt ve Huzistan’da kısa süreli bir iktidara sahip oldular. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Nizameddin Şâmî, Zafernâme, ( Farsça’dan Çev. Necati Lugal), Ankara, 1987, s. 348. , Âşık Paşaoğlu Tarihi, (hazırlayan: Atsız), İstanbul, 1992, s. 67-70., Mustafa Âli, Künhü’l-Ahbâr, C. S. IV, 82-95. , Barthold, V. V. Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, Ankara, tarihsiz ; Mustafa Fayda, DİA., C.II, s. 53-54., Faruk Sümer, Kara Koyunlular, Ankara, 1984, s. 60-72. , Erol Güngör, Tarihte Türkler, İstanbul, 1992, s. 137-138. , Walther Hınz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, Ankara, 1992, s. 49., Mükrimin Halil Yınanç, “Akkoyunlular. Ak Koyunlular” maddesi , İA. , C.1, s. 251-270. 33 Kur’ân-ı Kerim, 17/5. 34 Burada parantez içerisinde yazılan varak numaraları, Hoca Sadeddin Efendi’nin Münşeât ve Mükâtabât-ı Sultaniye adlı mecmuasına aittir. Çünkü bu mektuplar adı geçen eserden transkripsiyonu yapılarak buraya yazılmıştır. 35 Kur’ân-ı Kerim, 28/8 36 Bkz.Gelibolulu Mustafa Âli, Künhü’l-Ahbâr I-IV, C. I, s. 82-84. ; Bu mektubun sûretini tarihçi Âli Efendi vermiştir. Ancak diğer mektup suretlerini vermemiş, sadece mükerrer mektuplaşmaların olduğunu kaydetmektedir. Bu eserde de Erzincan Emiri Taharten şeklinde yazılmış, Mükremin Halil Yinanç ve Faruk Sümer’in yaptıkları araştırmanın sonucuna göre ise doğru şeklinin Mutaharten olmasıdır. Bkz. M. Yinanç, “Akkoyunlular”, İA, I, s. 231-270 Ankara Savaşı Öncesi Timur İle Yıldırım Bayezid’in Mektuplaşmaları 157 āgāh ol ey kelb-i ‘u r u Timur ki, tekf r u la‘nden eşed kāfirsün. Ta  i mekt b i şe‘āmet- slübuň[nu] o unup[yup], me‘āni mühmelesine mu ali‘ oldum[du ]. Ol ma le mühmelāt ve türrehāt ile bizi or udup, ile ve ud‘a itmek istemişsün. Şöyle mi ẓan idersin ki, ben ‘Acem pādişāhları gibi olam, veya ‘askerüm [leşkerüm] deşt-i ıpça -i Tatarı gibi, ‘avāmu’n-nās ola, veya Hind āifesi gibi, b-ser-ā-pā ola veya ‘Irā ve orasān sipāhisi [gibi] mānend-i cemi‘ ve perişān olup, b amiyyet [ġayret] olalar ve bizüm ile olan ġuzāt-i İslām’ı,‘asākr-i Şām ve aleb gibi olma fehm eylemeyesün. Halā anlaruň atında ābit olmuşdür ki “Leste ‘aleyhim bi musay irin illā men tevellâ ve kefer. Feyüa‘zzibuhullāhu’l-azābe’l-ekber”37 [“keyfe tevellâ ve kefer”] kelāmına mā ada ve maẓharsın. Zrā [senün] ef‘ālüne ‘uh d ve zimemi na idüp ve nā a yire an döküp,(l04b)‘ırz-ı müslimni hetk itmekdür. Lillāhi’l- amd, biz selā n-i İslām’ın eşrefi ve havā n-i enāmuň efḍaliyüz.‘Asākr-i zafer- me‘āsirimizüň niẓāmını ve tenā r-i teẓāfirimüzün ıyāmını d bilürsün, ve şübhe yo dur ki, mükteżā-yı avm-i dāll olanla, pşvā-yı ehl-i cidāl ve itālin mā beyninde far ço dur. Zrā bizüm re’yimüz a yolunda ġazā ve cihād itmekdür. Ve sanatımız süratla ġazāya varma dur. Ve r z u şeb, kelimetullāhi ‘ulyā olma içün, mu āteleden āli degilüz. Ve leşkerimüz nefslerüni ve mallarını dünyada bezl itmüşlerdür. A iret’de Cennet olma ümidine, mu a ıl- ı kelām, bizüm külli eşġālimüz ve cüz-i a vālimüz, ‘adā-yı dn ile itāl ve kefere ve merede[mürted]ile ceng u cidāldür. İmdi mütenebbih olasın ki, bu mekt bdan onra, erlik meydanına her ki gelmeyüp açarsa, alā -ı elā e an ň üzerine olsun, fe la‘netullāhi ‘aleyke. II. MEKTUP VE CEVABI Def‘a-i āniyede Timurlengden, Yıldırım Bāyezid ān Mer ma Gelen Mekt buň uretidur38. (l05a) Ol n yn-i a‘ẓām ve melik-i ā‘dil [ve ekrem], el müeyyedü b te’ydillāhi’l-meliki’l- ādir, Bāyezid-i bahādır [cenābına], selām-ı i‘tāb-āmz ve peyām-ı mu āla at-[mu āla āt] engz, teblġ u temhd ılındu dan oňra, izzi ‘ilām oldur ki, ‘avātıf-i şahāne ve ‘ināyet-i hüsrevāne ile melhūẓ ve mah ū olup, bilesüz ki, ha teālānın ‘ināyet u faẓlı ile, ır yıla arb oldı ki, kendü nefsimi cihāngrlik ve ilā‘u u ūnuň fet ve isti lā ına meşhūr u meşġūl idüp, cihānuň mülūk u selā ni, a ın ‘avn u nu reti ile ‘ubūdiyyetimizü anayana boyunların utup bugün, ba‘żıları mu āva‘at ve in iyādumuz kemerin cānları belüne uşanup, ullarumuz gibi hizmetimüz iderler. Velā raybe fhi, bu ma‘nā günden ẓāhir ve dünkü günden mu a a dur, belki nice kimesneler, rif‘at-i cāh-u celāl ile, yolumuzda cān fedā itmege fa r idinürler. B ‘ināyetillâhi teālā, 37 Kur’ân-ı Kerim, 88/24 38 Bu mektup ve buna verilen cevabı Farsça olarak yazılmıştır. Bkz. Ahmed Feridun Bey, Münşeât-ı Selâtîn, C. I, s. 123-126. 158 Abdurrahman DAŞ pes siz hidmetimüzden niçün va şet idüp, (l05b) bize iz ār-ı mu abbet eylemezsüz. ‘Ale’l- u ū ki, cenābınuzdan ‘ömr ile büyük olavuz, me‘a hāzā, ezmine-i sābı ada ço lu va‘d ile merreten ba‘de u rā ru ‘a gönderüp itmişler kim, Tebrz’e varup andan Timur üzerine hücūm itsem gerek, ẓāhir idmetleri bizi bilmeyüp böyle buyurmuşlardur. Lākin bize erbāb-ı ġuzzātın imāyeti ve ehl-i İslāmuň amiyyeti ve ġayrilerün def‘i şerri ve kendümüzün ri‘āyet-i nāmūsı vācib u lāzım olup, “Men ta arrabe ileyye şibren, ta arrabtü ileyhi zirā ‘an”39 mażmūnı üzere anlara ya ın varup, ol sebeb ile Sivas cānibine leşker çeküb, anda mütemekkin olma tenbih olundı. El-hamdulillāh alā zālik ve cihān-ı cihāniyānı “İnne’l-mülūke izâ de alū aryeten, efseduhā ve ceālū eizzete ehlihā ezilleten ve kezālike yef‘alūn”40 ma‘nası ẓāhir oldı. Ve kendülerine ma‘lūmdur ki, Malatiyya mu ā arasında vardu larunda, dört aydan sonra tas r idemeyüp, mu‘āvedet buyurmuşlar, (l06a) ve nice zamandan berü, Sinop alāsın tas r itmek isteyüp, mümkin olmamuş, bi- amdillāhi ve’l-minneh Sivas azacı zamanda żab u tas r alınmışdur[idüp], [her ne al’aya ki varulmuşdur] bi tevf illāhi teālā, iyel-i vahşetimüz kal‘a-grlik esbābı ve ‘āmel-i na b ile mu ta les idüp, ehl-i ‘ālem şukūhumuza vā ıf olmuşlardur. Girü bu denlü kerr u ferr ile, tāmāt-u gurūr idinmeyüp, ve [mektublarda] ar -i ‘a ıldan dūr, lafa cür’et itmeyüp, beyt ıred erbābı her va t u zamānda Gerek mi dārı üzere ura lafı, deyüp, bizüm leşkerimüz[ün] ke reti ve illerin sipāhilerüñ [üzun vefreti] birbirimüze ma‘lūm iken, Sivas fet inde giriftār olan umerānuzdan taf li üzere iz‘ān iyledüm. Çün bu araketden bizüm ma ūdumuz, sal anātımız ‘arzi yirini bulma idi b ‘avnillāhi teālā, asbe’l-ma lūb u ūle irişdi bā vucūd, bu denlü nu ret müyesser iken, ażret-i gird-i gār avfinden ki, “velā tezirû vāziretün vizre uhrā” 41 na‘t-ı[na l-i] mübndür, bir ferdden rencide olma -çün(l06b) nice müselmānları āzurde āl idüp, ānı-mānların arāb itmek münāsib görülmedi. Li hāza harāben min sa atillāh, girü bu misāl-i ferhunde-fālı göndermege idmetleri me‘āl-ı āli bilüp, ve memleketinüň arāblıġına sebeb olmayup, mu āla a tar ına rucu‘ iderler ise, bir mektūb-ı mu āla at uslūb-i ‘özür- āhlı yönünden yazup, āsıd-ı munfile irsāl oluna tāki, iki cānibüň namū una sezā [vār] olan ne ise yirini bulup, size da ı yakın ola ki, dostlu mābeynimüzde mü’ekked olmuşdur ve biz da Sivas’dan geçüp, girü mu‘āvedet idelüm, tā kefere-i Frengüň fır atına sebeb olmaya ve eger böylecene bu ‘ahidden oňra diyāruňıza bir no an bizden vā i‘ ola pes b-tekellüf, el-‘iyāz-ı billāh bizüm 39 Buhari, tevhid,15,50,; Müslim, zikr, 20-22, tevbe,1,; Tirmizi, Davât, 131, İbn Mâce, Edeb, 58,; Hanbel, 2/413, 435, 480, 482, 509, 524, 534, 3/40,122,127,130,373, 5/153,155,169,351. 40 Buhari, Edeb, 102. 41 Kur’ân-ı Kerim, 6/164, 17/15 Ankara Savaşı Öncesi Timur İle Yıldırım Bayezid’in Mektuplaşmaları 159 meylimüz, kefere dinine ‘iānet içün olmış ola, belki bu deňlü tevs‘-i dāyire ol vāhimenüň def‘i içündür, āşā sümme āşā biz böyle āli cāiz görmüş olavuz, veyā ud görmek atımızda revā ola, mebādā ehl-i İslām’a, kefere fır at bulmasına (107a) bā‘i düşe ve işitmiş olasuz ki, ba‘Żı bizümle münā aşa iden beglere, bunuň gibi muvā‘aẓa idüp, abul itmedüklerüňde, şe‘āmeti kendülerüne rāci‘ oldı. Eger na i ātımızla ‘āmil olsalar, belki el-āye“Velen tecide Li sünnetillāhi tebdîlā”42 üzere girü fet u firūzlu bu cānibe ‘āyid olma ümd olunur ve dāima bizi ve leşkerimizi, kāfir-u b-dn ve bed-mezheb ve zişt- āyndür [deyü]şedm idüp, i āle eyledükleri meşhūr olmasın. el-‘ıyāzü billāh min ālik, bizüm ūd teşebbüsümüz lu f-i amadiyyet-i ezyāline olup, kendülerüň leşkeri, ek eriyā kefereden devşürme idügi vāżı dur. Her-gā , anlara hidāyet apusi açıla, bizüm leşkerimüz eben ‘an ced müselmān ve müselmān- zādelerdür, niçün hidāyete müsta a olmayalar, ve eger bizüm ‘aybımuz cihāngirlik da‘vāsı ise, her āyine-i ta t-ı ba ta u‘ūd ve utbe u sikke şerefi ile serāf-rāz [oldukdan soňra] ve mes‘ūd olma dan oñra, ūlu’l-emr olduğumuzda şüphe almaz, öyle olsa “Verafa‘nā fev aküm fev a ba‘din derācātin”43 (107b) fe vāsı ile kühterin, muhtere i a‘ātı lāzımdur. Bizüm ūd ābā ve ecdādımuz, İl ān-ı āl-i şāna irişür. Eger sizden i lā -ı meş ūn bir selām bize irişse, cānibeynüň rifāhiyyetine sebeb ola[olup], fāide ol cānibe rāci‘ olur, ve bu bābda vilāyetüň ‘ulemāsı ve memleketüň ‘u ālası[ile]bir eyü[berapū]endşe idüp, ve şāvirhum fi’l-emr nesminden, her ne gül açılursa, meclisimüze irsāl iyleyesüz ve nū -i alemi ‘itāblu [cevaplar] yazma dan ‘afv buyurılüp, devlete munāsib ne ise iylece beyān buyūrula. ılıç ortaya gelince aleme yir kalmaz ve’s- selām, evvelen ve ā iren ve’l- ayru mā a tārehullāhu ẓāhiren ve bātınen. Timurlengin Nāmesine, Sultān Yıldırım ānın Cevāb-Nāmesinün Suretidur. [Cevāb-nāme-i Sultān Bāyezid ān] Ol vā d-i selā n-i zamān Timur-i köregen, ḍā‘afallāhu ne āyihahu bi’l- ayri cenābından irsāl olunan, mekt b-i şehr-i ş r-engz ve lu f-i ‘itāb-āmz eymen ev ātda irişüp, inkişāf olundu da, Sivas’a gelüp mütemekkin oldu ları ma‘l m (108a)oldı. Bizüm, Tebrz’e[emr-i] müteveccih olduġumuzı ‘acp ıyās iylemişsüz, n’ola biz Kefe’den Şirvān’a varup, andan ol diyāra leşker çeksevüz kim māni‘ olur. Zrā deşt-i Kıpça al ı sizden āzurde-hāl olmaġıla, bu cānibe müttefi lerdür, ve Malatiyya ve Sinop u u unda tava uf ve a‘rāżımız, ba‘żı ma la at içün idi, ve sipāhimüz ılletine ve kendü aşmetleri vefretüne44 [iş’ār] olunmış. Ma‘l m ola ki, cedd-ü ‘āl-i tebārum Ertuġrul [ ān alayhi ra metü ve’l- ġufrān]ra metullāhi ‘aleyhi, üç yüz mi dār kimesne ile, kendüsün, Hülāgu Tatar’ından onbiň cevşen-p ş-i Tatar’a urup, arāf-ı küffār, Sul ān ‘Alāüd-din-i Selçu ye’ye ġālip olmuş iken, ol şr-i merdān-ı veġā[merd-ı meydān-ı veġā], 42 Kur’ân-ı Kerim, 33/62 43 Kur’ân-ı Kerim, 43/32 44 Cümledeki anlam bütünlüğüne göre eksiklik bulunmaktadır. 160 Abdurrahman DAŞ gür hi ġālibi maġl p idüp, şeref-i ri‘āyet ve il‘at-i merz-bānlıġla ser-firāz olmuş ve andan soňra alef-i adefi olan, Sul ān ‘O mān Ġāzi ābe erāhu, hüsn-i isti āmetle, a yolunda ġāza ve cihād itmeġin, lu f-i Yezdānden Āl-i Selçu ’uň yirüne geçüp, devlete irişmesi, ‘i yān ve uġyānla olmamuşdur. Ve(108b) ibtidā-i cül sundan, şerzeme-i alle ile ya‘ni iki yüzden bin nefere dek cevānib-i erba‘asında olan, küffār-ı ākisāra leyl-u nehār ġāza ve cihād iyleyüp, ol zamandan bu ana degün, kevkebe-i i bālumuz, mühr-i münr gibi dördinci abakaya irişüp, b tevfkillāh, kefere u fecereden alduğumuz ilā u bu ā-ı mül k-i māżiyenüň düşleründe müyesser olsa, şādlı dan cihāna sıġmazlardı. Malatiyya ile Sinop al‘aları d fet itdügümüz i arların bir bedenine mu ābil olmaz ve as amonu ve araman ākimlerinüň ‘inādlarından müdafa‘aları lâzım gelüp, ek eriyā ġazāya varduġumuzda vilāyetimüzü ra at omadu larundan olmuşdur. Dünya [ve]mā fhā [ at’a] himmetimüz naẓarı mu ābelesinde, bir aman çöpi adar degüldür, ve eger ta rb-i bilād ve ta‘zb-i ‘ibāddan, at‘i naẓar cihān-girlige ‘azm itsevüz, İskender-i Zül arneyn mānend- i Şar ’dan, Ġarb’a ükmetmek āsān idi. Lakin el-ehemmü fe’l-ehemm üzere, daima dn-i Mu ammed‘aleyhi’s-salātü ve’s-selām ve’t-ta iyanuň muā‘nedlerüne ılıç (109a) çeküp, sāyir mül k-i İslāmiye bizüm duā‘mıza meşġ l olup, gülbāngümüz çekerler. Ol ta drce, anlaruň memleketleri güya bizümdür, ve bizüm leşkerimüz, Abdullāh oġlu dimeden ziyāde aẓ iyledük. Zirā bi’l-cümle ahābe-i kibār radiyallāhu anhüm ecma‘n ol minvāl üzere idiler. Ve tā[müselmānların] müslümān evlādlarını, b insāf müselmān- zādelerden çok yeġdür. Bu ġalebe ve in irāf, bi’l-cümle ‘aded-i leşkerden olmayup, ta drde ne ise iylecene ẓuh r bulur, ve merh m babam [Ġāzi Hüdevendigār] enārellāhu bürhānehu, küffār-ı akisāra ġalebe itmiş iken, bir ‘āciz esir-i kāfirin ġadriyle şehd olup, bā‘i -i irtifā‘ı derecāt olup, a lā, bu denlü sal anatımuza żarar-u gezend irişmedi ve siz gelüp, Sivas’ı arāp idüp ehl-i İslām’ıň ‘ırzını pāyimāl itdükden oňra, biz ayru ne diyelüm, ġayret Cenāb-ı a uňdur, ve sizüň ma dunuz taf l-i sābı da, ilk a‘nın kendünüzden refi‘ itmekdür. Ve gerne ‘Arab ve Fāris ile gelen mekātibiňüz45 bi’l-cümle uş netden mürekkeb ve tecebbürden (109b) ġayri nesne yo idi ve ıfat-ı Celāl, her ferd-i insānde mevc t ve selātnüň lāzimesi iken, kendünüze ma ılmaġn, a lā ne siz a‘lamsız ve ceberr ti iẓhārından oňra, lu f-i semtüňden muvā‘aża ve na  at iẓhārınuň mā- asıl olmaz. Lu f-u ahrı, şehlarüň zātı olur ve şimdiye degün, Āl-i ‘O mān’dan bir fert, temellü ile düşmeni defi‘ itmemişdür ve ile ile ilerü gelmeyüp, āfıtāb-ı cihān-tāb gibi, müsta mü’s-syer idükleri ehlüne r şendür ve eyü yatlusı bir nesnenün kendü nefsüne rāci‘dür, “İnnellāhe yef ilu beynenā ve beynekum ve hüve hayru’l- ākimîn” [Fellāhu yef’elu beynenā ve beyneküm ve hüve hayrü’l-hākimîn] ve bi’l-cümle me ātib-i 45 Timur’un göndermiş olduğu mektupların metinleri, Arapça ve Farsça yazıldığı burada açıkça bahs edilmektedir. Ankara Savaşı Öncesi Timur İle Yıldırım Bayezid’in Mektuplaşmaları 161 a āb-ı firāset ve erbāb-ı dirāsetüň re’ylerile yazılup, a lā kendü tedbrimüzle bir ma la āt itmemüşüz ve itmezüz ve hergāh ki, anlar cenk içün ilerü gelmek üzere olalar, biz da ı tevekkeltü ‘alallāh deyü, ażır va tüz ve’s-selām. “ asbiyallāhu ve ni’me’l-Ve îl”46, “ni’me’l-Mevlā ve ni‘me’n-Nasr”47, “ve’l- Hamdü lillāhi Rab’l-Ālemîn”48. III. MEKTUP VE CEVABI Def‘a-i ālisede Timurlengden (110a) Sultān Yıldırım āna Gelen Mekt bun uretidur49. Ol n yn-i ā‘żam u ‘adel u efhem, el-ma , b ‘ināyetillāhi’l-Meliki’l-Kādir, celālu’d-dünyā ve’d-d n, Bāyezid Hān-ı bahādır[cenābına] alledallāhu teālā mülkehu ve Sul ānehu cenābına, safa āt-i sub -i Süb āniye, sāye-güster olan, a āyif-i ta iyyāt u urşd-i envere żiyā vire, da‘vāt-met ef u mehdi ılındu dan oňra, vāhib-i b‘illet-i ‘allet kelimetuhu ve cellet udretuhudan ve ı lāh-ı zāte’l-beyn ve itti ād-ı cānibeynde müsted‘i olan me’m l ve mes’ ldur, İnnehu ‘alā zālike adr ve bi usni’l-i cābeti cedd bu eyyāmda, Kitāb-ı Kerm, Mevlānā ı mu‘aẓẓam, āżı-ı mezdi’d-dn ve mef arü’l-ekābir ya şdā‘i bendeleründen. Beyt Bir söz idi kim ola ulaġ-ı dehrüň Lu fundan ideydi o kelāmı i ġā vārid olup, mu alā‘a-i elfāz ve ıttılā‘i meā‘nisinden istnās-ı mevf r, u le mevs l olup, mu āla at-u mu āda at ebvābınuň meft olmasına (110b) bā‘i oldı, ve zāt-ı melek- isāl ve um r-i devlet intizāmı ve selāmeti içün, ażret-i melik-i mute‘āl, teā‘lā şānuhu ve tevālet imtinānuhu dergāhına, eḋā-yı şükr-i belġ ta dim olunur. Mażm n-i dil-pezr-i min evvelihi ilā ā irihi, pesen-dde ve şirn olmaġın, beyt-i mı ra‘ Söz ki candan çı a, gönlü ider elbette mekān. mefh mi mu adda ve müsellem utulup, vuf r-i i ānlaruna ma r n oldu da, beyt 50. Naẓm u nesr-i ‘ibāreti bir bir, ayd ider ātırını ehl-i dlin. 46 Kur’ân-ı Kerim, 3/133 47 Kur’ân-ı Kerim, 8/40 48 Kur’ân-ı Kerim, 37/182; 6/45 49 Bu mektubun Farsça metni ve verilen cevabının bir başka sureti için bkz. Feridun Bey Münşeâtı C. I, s. 126-130 50 Bu mısra Nuruosmaniye’deki metinde yoktur. 162 Abdurrahman DAŞ egerçi, ma d a-i āl ve ulā a-i me āl, Sun ur51 Çavuş ve ācı Bāyezid ile, gönderdügümüz a bār-ı fet , ā ār olup anlardan ziyāde bir nesne muta avver olmamış ve olduġu ta drce bu mo‘āyinüň tebdl ve taġyri mümkün degüldür. Fe emmāl- āl, dostlu ile itti āda bināen bir aç kelime da ı ol ma‘nāyı mu avv ve şāhid ola, yazup irsāl olınur, vemā hüve zālik evvelā yazmuşsız ki, mābeynde vā i‘ olan va şete sebeb idi, sa  buyırılmuş. Zrā dünyā vemā fhānun vuc di ol denlü degüldür ki, zātü’-l (111a) beyne dehşet vire“Veme’l- ayātü’d-dünyā illā metā‘ül-ġur r”52. Beyt Dünyā-yı den-yi met ider mi ‘ā il, Resmini ilāfına kirāmın görse 53. ve da ı eben an cedin, küffār-ı ākisār ile, mu arebe itdükleri ma‘l mumuz olup, dā ı mu abbetimüz sizüňle ol cihetden ammidür, beyt Bir nihāle perveriş virsen olur T bā mi āl, Geçse bir aç gün dilā bedr-i münr olur hilāl. li hāzā, kedüret def‘in itmek-içün tezekkür iderüz ki, ġazāya firāġ-ı bi’llāh meşġ l [olup] ve bize dā ı sevāb irişüp, ve bu cānibde Gürci küffārı ile itdügümüz ġazālardan, kezālik hażrātınuz behredār olup, müselmānlar müreffehü’l- āl olalar, ve envā‘i fevāyid-i [din ve]dünyev cānibine rāci‘ olup, ma ẓ ẓ olasuz “Ve minallāhi’l- i‘ānetü ve’t-tevfîk”54 ve dā ı peyġāmımızı i tiżā-yı āl içün, mülā aża buyurmışsız. Haşā ki, yazduġumuz kelimātda ilāf vāki müte avver ola, ‘ale’l- u ol mu addaran ň çehresi, zver-i asem ile ārāste olup, “Ve kefā billāhi şehden beyn ve beynekum”55 zerre u şemme andan şāibe ve şübhe yo dur, ve da ı buyurmışsuz ki, eger mu āla a mu arrer olur ise, selā n-i (111b) Mı r ile mā beynimüzde vesile olup, ı lā ideler n’ola, lākin Vāli-i sābı -ı Mı r ki, “innehu kāne mine’l-müfsidîn”56 anuň şāhid-i āli idi. dār-ı fenādan rı let idüp, bizüm ilçilerümüze itdükleri ġadr u nu āndan teġāfül itmek münāsib görilmez ‘ale’l-hu Şey Bahāüd-din Savcı57 ki, Irāk 51 Metinlerde τ⊄ΒΥ ι⊂×℘⊂µ Sunkûr çavûş” şetlinde harfi ile yazılıdır. Günümüz türkçesinde Sungur Çavuş şeklinde söylenmektidir. 52 Kur’ân-ı Kerim, 3/185, 57/20 53 Bu mısra Nuruosmaniye’deki metninde yoktur. 54 Dua cümlesidir. 55 Kur’ân-ı Kerim, 28 / 4. Kur’an’da “ ∅Α ” edetı “ ⊃℘Α ” şeklinde geçmektedir. Kur’ân-ı Kerim, 13/43, 17/96, 29/52, 48/28 56 57 Tumûr’un elçisi olup, Mısır Sultanına gönderilmiş ve oraya kaçan kişilerin iadesini istemiş idi. Ancak bu elçisi ile beraber diğer gidenlerden bazıları idam edilmiş, bazıları da hapsedilmişlerdir. Ankara Savaşı Öncesi Timur İle Yıldırım Bayezid’in Mektuplaşmaları 163 ve ‘Acem’in müte‘ayyin kibār-ı ekābiri idi, “ hāzā ricsün min ‘ameli’ş- şey ān”58 tehddünden in irāf itmeyüp, nā a yire atl-u helāk iylediler.[itdiler]. Beyt59. uffāşlıġın adüvv iderse iẓhār, Ey mühr-i münr sen de göster didār. Mazm nı üzere, ‘alām-ı urşd-i fām, ol cānibe, mun‘a ıf olunma münāsib görilüp ve nice zaman mu ayyet u ma b s olan Gönültaş oġlun da ı salıvirmeyüp, ellerin dāmen-i ihānetden d r iylemezler, ve nice def‘a peyk ile aber gönderülip“înnehum elfev ābāehum dālln”60 üzere, ol b günahı[sızı] atl idüp, a lā cānibimüzden endişe itmediler. Ol sebeb ile, Şām ve aleb’e varılup, bu denlü arāblıġa bā‘i oldılar ve a bilür ki, şimdiye dek varılan vilāyetlerde(ll2a) “Ve küllen ahaznā bi zenbihi”61 mefh mu ile sebebsüz kadem basmayup ve Şām’dan Mı r’a giderken, ācı nām ilçileri gelüp mu‘āvedet olınup, sābı ı’z-zikr-i ilçi olup, habs olunan Otlamış’ı ı lā idüp, aleb’e gönderelüm demişler idi anuň da ı, ilāfı ẓuh r iyleyüp “Ve yahsebûne ennehum ‘alā şeyin, elā innehum humü’l kāzib n” 62 fehvāsı münkeşif oldı. Ve illā çün, nāire-i inti āmı ki, teskn itmek ma‘ l görilmiş, ba‘de’l-mu āla a hażretünüze mütealli dür ki, mezb r Otlamış’ı ı lā idüp, “Fein cenehu li’s- silmi fec’nah lehā ve tevekke’l-alallāh”63 ile ‘āmil olavuz emmā, ālen Vāli-i Mı r olan kimesne içün, oġlumuzdur dedükleri revā görülmez. Zrā anuň gibi kimesne, ne münāsibdür ki ażretinüz oġul diyesüz, ve Sul ānü’l- arameyn el ābı ile[dā i anları]zikr itmek revā degüldür, belki mücāvirü’l- arameyn dimeġe liyā atları yo dur, ẓāhir dostlu retinde, anlaruň memleketine am‘a ılup, bāb bāb, ta t-ı ta arrufa dā il itmek, murād-ı şerif olmış gibi “Velā tette iz a‘düvv ve a‘düvvekum evliyā”64 vif ınca, bize(ll2b) dost olmayanı kendü a bābıňuzdan ‘add iylemeyesız. beyt Bir semendüm dostluġla zer i‘nān Def‘i a‘düvvāne bizüz ażır hemān, 58 Kur’ân-ı Kerim, 5/90 59 Kur’ân-ı Kerim, 37/69. Nuruosmaniye metninde bu ⊕∈≈Βζ≈Αℑ∪√ΒΙΑ ⊂°≈Α ℑ∪℘Α Metinde “ beyt” ibaresi yazılmamıştır. 60 Kur’ân-ı Kerim, 29/40. Nuruosmaniye metninde bu ⊃ϑ↵λΙ Β℘λαΑ ⇑•⊄ âyetin metni âyet-i Kerimesi yazılı değildir. 61 yoktur. 62 Kur’ân-ı Kerim, 58/18 63 ⊃…≈Α …♣ •⊂Μ ⊄ Β∪≈ ∴⊗ΥΒ↓ ℑ…ν≈Α Α⊂Ζ⊗Υ ∅Α⊄ âyetin Kur’ân-ı Kerim, 8/61. Metindeki “″” atıf harfinin “⊄” olması gerekir. Bu metni de Nuruosmaniye nüshasında yoktur. 64 Kur’ân-ı Kerim, 60/1 164 Abdurrahman DAŞ ve da ı ma‘l mun zdur ki, sal anāt [um ru] nezāketle merb t olup, de āyı ı anuň ço dur, ve çün A med Celāyir’i bu ev ātda Baġdād cānibine varup müdāhaneden āli degül ve müdāfa‘asına leşker irsāl itmüşüz. Tekrar[bu]cānib- i şerife gelür ise, mu ayyed olmayup belki, ayd ı bend ile gönderilmesi merc dur ve mu addemā Erzincān’a varılması iş‘ār olınmuş iken, ālā ilçilerinüz gelmekle, mebādā da ı ta rb-i bilāda bā‘i ola deyü, bu ser ādda tava uf olundı ki, “İn ürîde ille’l-islāh”65 mā isteta‘tü ile ‘amel olunursa ma b lumuzdür, ziyāde ne denile ki.“Hasbu’n-Allāhu ve ni‘me’l-Vekîl”66, “ni‘me’l-Mevlā ve ni‘me’n-Nasîr”67. Rabb uhtim bi’l-hayri ve’l-husnā. Def‘a-i Sāli edeTimuruň Mekt buna Sul ān Yıldırım ānuň Cevāb- Nāmesinün uretidur68. Ol Pādişāhı ā ib- ırān ve Sul ān-ı selā n-i cihān, el-müeyyedü b te’ydillāhi’l-meliki’l- ādirü’l-müste‘ān, celālen li’d-devleti (113a) ve’d-dünyā ve’d-dn, Timur-i köregen alledallāhu teālā eyyāme ‘izzihi ve i bāli cenābından vārid olan temme-i imān ve tetimme-i kāmurān, ilhām-ı rabbān ve va y-i āsumān gibi nāzil olup, mu ābelesünde, besāt-ı p r-neşā āl--şāna lāyı olan ta iyyāt-ı ferāvān ve da‘vāt-ı b kerān, semt-i i lās ve ar -i i ti ā la meş nd r.Ma r n ılınup duā di ār-mendilige meşġ l bilesüz, ba‘de hāzā, zeyl-nāme-i müşkn- itāmda, best-u taf l üzere meşr olan a vāl, bi’l-cümle mütala‘ā olunup, iki u da ġayriye mecāl-ı tava uf yoġ idi Biri;bu kim Mısr Sultānı ile mābeyninüzde ı lā uretin celb u nef‘imüzden bilüp, ol vilāyete am‘amızdan fe m buyurulmış aşā sümme aşā, zrā[eger asd-ı] mu ayyed olunsa, gürz-i girān ile, ẓab u tas rüne adr degülmüyüz. İkinci; A med Celāyir’i, Baġdād’dan bu cānibe geldügi ta dirce, ara Y suf ile me‘ān utup sevāb-numā-yı isdārı sipāriş buyurılmış, re’yi (113b) ‘ālem-ārāya ẓāhir u bāhirdür ki, Hülāgu Dārü’s-Selāmı alup, ek eri İrān’a müstevli iken, ulefān ň amucası oġullarından bir iki neferi Mı r’a açup, ol nde Vāli-i āhire olan Beyres69 [Baybars]çāşnigr, ādir olduġı mi dārı mezb relere muā‘venet iyleyüp, ve aġır leşker ile, ‘Irāk-ı ‘Arab’a gönderüp, havāli-i Sincār’da, hākim-i Baġdād olan Hülāgu ān begleründen araboġa-ı N yn ile cenk idüp ve Mısr leşkeri anup, ve alfenüň bir ‘amucası anda şehd düşüp, bā leri gerü i āra açup ve şimdiye dek nefs-i āhire’de temekkün idüp, ol ev ātda, Hülāgu Hān anlara mu ayyed olmayup ve ehl-i Mı r’dan istemeyüp, mülte āt olmadı iyle olsa, [iş bu]iki nefer, ol ve anatsız, ‘aselden d r mekesler ve āşiyānlar ndan 65 Kur’ân-ı Kerim, 11/88 66 Kur’ân-ı Kerim, 3/133 67 Metinde ⊇φΡ≈ΒΘ ¬♦↓ε def’a-i sâlisede ” ibaresi yazılı olup üzeri çizilmiştir. Kur’ân-ı Kerim, 8/40 68 69 Bu πϕ∈Ι Beyres ” kelimesinin Baybars “πϕϑ⊆ ΒΙ” şeklinde olması gerekir. Nitekim Nuruosmaniye nüshasında “Baybars” olarak yazıldığını tesbit etmiş bulunuyoruz. Ankara Savaşı Öncesi Timur İle Yıldırım Bayezid’in Mektuplaşmaları 165 d r u mehc r-ı keb terlerüň, ne denlü uvvetleri ola ki, hüdāyegān-ı mülk ü milletüň, ‘u āb-ı ahrın ň pençesi avfüňden hümā ile, hem pervāzlı da‘vāsın ideler, [bā  ve’s-selām]70. Veya fil, itin ulaġı (114 a) tozunda temekkün ve teva una mecālleri ola, ba‘de zālik, bu a l-ı b-nām u nişān kimesneleri dile getürmek ve bunuň gibi eşhāsı tezekkür itmek, münāsib görilmez. Zrā bu mu büň z, bir iki felek-zeden ň ālin mülā aza itmekle, ā ır-ı hümāyunu āz rde itmek mümkün degüldür, ve eger gerü bu cānibe gelse, defi‘l-va tla geçünüp, mu ayyed olmazuz. Pes ol üdāvend dā ı, bunuň gibi cüz‘iyyātdan vaz geçüp, eger murād-ı şerif, ehl-i İslāmuň refāhiyyeti ile, Sivas avālisünden el çeküp teşrif buyurasız tā ki, işāret-i la fenüz m cbi ile, ı lā -ı zāte’l-beynün levāzımı görilüp, emn u emān u una a‘y oluna ve illā ta dr-i ilāhden baş çekmeyüp, avfümüz yo dur, ve’l-emru alallāh, ve’s-selām ve’l-ikrām. IV. MEKTUP VE CEVABI Def‘a-i Rābi‘ada Timurdan71, Mer m Sul ān Yıldırım āna Gelen Nāmenuň uretidur Ol memleket-i menāb-ı sal anat ubāb-ı felek ve el-hükkāmu fi’z-zamān, Bāyezid-i bahādır ān, edāmellāhu teālā ‘izzehu ve i bālehunuň, āl-i cenābına ‘avā ıf-ı pādişāhāne, i ti ā -ı temhd (114b) ılındu dan oňra, ma‘l m idineler ki, bu cānib, Allāh’u teālānuň tevf i ile mümkün oldu ça ı lāh-ı a vālın, a celle vü alādan suāl idüp72, isterdi. ‘iāneti ve ab l , a uň yedi udretindedür ve ba‘dehu mül k-i ābi anuň ‘ādet-i aseneleri üzere, bir aç def‘a mekt blar gönderüp, mābeynde ul u alā a rāġib oldu ça, ā ār-ı va şet ziyāde olup, Sivas’a gelmemüze bā‘i oldı, ve me‘a zālik andan anārı mu ayyed olmayup, mebādā, diyār-ı İslāmuň arāblıġına ve küffār-ı ākisāruň fır atına sebeb olavuz deyü, żarar-ı ‘āmdan el-‘iyāzü billāh endşe idüp, Şām cānibne varup, ‘azz-i Mı rdan, fi’l-cümle inti āmımızı aldu 73. Zrā azz-i mezb r tu af u hedāyā ile, gönderilen ilçilerimizi atl idüp, ço lu küstā lı itmüşler idi. Ve dāima sizüň marż olduġuňuz aberi efvāhda şāyi iken, a lā ulaġumuza oymayup, teġāfül şeklünde mu ayyed olunmadı, ve cenābıň z hemān ol mābeynde fır at bulup ve Erzincan’a varup, bize (115a) mütaalli olan vilāyet-i rencde ve remde 70 Nuruosmaniye’deki nüshasında , Yıldırım Bayezid’in III.mektubu burada eksik olduğu haliyle son bulmuştur. Ancak Koyunoğlu nüshasında bu mektubun bir sayfa kadar bir kısmının var olduğu, mektup tam olarak bitirilmektedir. Dolayısıyla bu mektubun bir kısmını bu nüshasıyla karşılaştıra bilme imkanını bulduk. 71 Başlıkta “mektubuna” ibaresi yazılı olup üzeri çizilmiştir. 72 Cümlenin siyak ve sibak’ı bakımından ibare eksikliği vardır. 73 Timur bu zaferini Semerkand’a gönderdiği feth-nâmesinde de anmaktadır.Bkz. İsmail Aka, “Timur’un Ankara Savaşı (1402) Fetihnâmesi, Türk Tarih Kurumu Dergisi-Belgeler- , S. 15, 1981-1986, s. 1-22 166 Abdurrahman DAŞ iyledügüňüz a vāli, ol ud dda olan adamım aharten74 bahādır, ı lāh yönünden yazup, bildirmişdür ki, itdüklerüne nādimdür ve biz dā ı ‘itikād idüp, belki mü āla a oluna deyü abr olınurdı tā ki bizüm içün kāfirdür ve leşkeri küffārdan eşeddür dimekle, ta‘accübümüz füz n olup, ve bu güft u g her yirde şöhret-i tam bulduġundan, ayretde alup ve bizümle müddet-i medd ile olan un ur ve Ahmed nām adamlarüňüz keyfiyeti-i iti ād ve İslāmumuz ne derecede idügün bilürler ve hengām-ı ‘adāvetde düşmen düşmene her ne dise ‘ayıp olmaz emmā müselmān olan dn arındaşlarına, kāfir dimek, ġayri münāsib görilüp, bizüm ‘azmümüz, Keffe ve ırım cānibine iken, aravulumuzu Şirvān derbendünden dönderüp, tekrār Erzincan’dan ol cānibe varılma lāzım geldi. El- amdü lillāhi va dehu ve’s- alātü alā seyyidinā Mu ammedin ve ālihi’ - ayyibne’ - āhirn, ve’s-Selāmu ve’l-ikrām . Timurlengin Mekt buna, Mer m Sul ān Yıldırım ānun Cevābıdur Ol nevbān-ı nevbn-nişān, eb ’l-fet , Timur-i köregen, essesallāhu teālā avā‘ide bünyān-ı ‘adlihi ażretlerinüň, mekt b-i merġ b-i mu āla a üsl bları 74 Erzincan Emiri olan bu kişinin ismi metinde “⊕Μϕ∪฀ Taharten” şeklinde belirtilmiştir. Bkz.Âli, Künhü’l-Ahbâr, C. IV, s. 95., Tâcü’t-Tevârih, C I, s. 242. Ancak doğru şekli “Mutahharten ⊕Μϕ∪〉↵” olması gerekir. Osmanlı tarih kaynaklarında bu ismin Taharten şeklinde yanlış yazıldığı belirtilmiştir. Bkz.Mükrimin Halin Yınanç, “ Akkoyunlular”, İA., C. I, s. 251-270. , Faruk Sümer, DİA. , İstanbul, 2001, C.24, s. 434-435., Karakoyunlular, I. C., Ankara, 1984, s. 63. “ten”= Oğlu anlamına kullanılan bir ifadedir. Yıldırım Bayezid, Emir Mutahharten’i Erzincanda alıp, Bursa’ya ailesi ile birlikte mecburi iskana tabi tutmuş, onun yerine burayı Kara Yusuf’un idaresine bırakmıştır. Ancak, Erzincan halkı ondan memnun olmadığı için sadece onaltı gün buranın idaresinde bulunduğu rivayet edilmektedir. Ankara Savaşı Öncesi Timur İle Yıldırım Bayezid’in Mektuplaşmaları 167 Sivas’a geldükden oňra vā ıl olup, ol bāb-ı ul tedāriküňde iken, nāgāh bir ġayri mekt bları da ı anuň ilāfı üzere āife-i araman müfsidleri yedinden, ordu-yu hümāyunumuza irişüp, mü alā anuň te’hrine bā‘i oldı. Zrā söz biri birine mu ābı olmayaca , beher āl şübheye bā‘i olur. Egerçi erkān-ı devletimüzden, ma‘d d olan ‘u ālā şöyle mülā aẓa itdiler ki, mekt b-i ān, ibtidā-yı va şet zamānuňda yazılup, peyk ile gönderildükde, āife-i mezb re ki adm ocaġumuz düşmanlarıdur, peyki atl idüp, fitne tenevvüri germ olunca, a layup hālā ki, mu āla a i timālin fehm itdiler, ba‘żı (116b) erāzil ile üzerümüze uluşdurup, gerçekden bizi şübheye bıra dılar emmā mücerred bu ta avvur ile da ı um r-i sal anātda iffet revā görilmeyüp, tekrār uż r-i şerflerüne ‘ilām olunur ki, eger mā beyninde vāki‘ olan uş neti bahāne idüp, bu cānibden oldı dirlerse, āşā ve kellā ibtidā-yı ālde da ı gelen nāmeleriňüz va şet üzere yazılmaġın, cevābı da ı aňa göre irsāl olunmış idi. Ve eger erāzil eline düşen nāmenüň cevābı te’ ründen buyurılursa, ol hu a da ı te’ r bizden olmaduġi ma‘l m-i ālidür. Eger bu sözleri temellü a aml idersenüz, lā vallāhi bizüm ābā-u ‘izāmumuz rahimehumullāh, dergāh-ı a adiyyetden ġayri bir ferde, iżhār-ı tazarru‘ itmeyüp, māşāallâhu kāne ve mālem yeşā lem yekün hable’l-metn’e mu kem yapışup, tevekkelnā ālā rabü’s-semāi diyüp, düşmenden yüz çevirmek ‘adetimüz degüldür. Ve hengām-ı ‘adāvetde, bahāne yolun baġlamak mümkin olmayup, ul ve cenk i tiyāri ve evāb u u āb, ol cānibe müfevvez ılup, her kimesne ki (117a) bā‘i -i fitne ise, a teālā cezāsın vire, “Ve kefā billāhi şehden beynenā ve beynekum” “ve reza nā ve iyyākum” ayra mākaddere “ asbunallāhu ve ni‘me’l-vekl”, “ni‘me’l-Mevlā ve ni’me’n- Na r” ve’s-selām ve’l-ikrām.

\n

\n

\"Şimdi sizi, halk mizahının cıvıl cıvıl kafiyelerinden
Ve soytarılık kurumunun pek sevdiği şımarıklıklarından alıp
Bir hükümdarın savaş çadırına götüreceğiz.
Orada göreceksiniz, şaşırtıcı ifadelerle dünyayı tehdit eden
Ve kılıcıyla krallıkları yerle bir eden Timurlenk'i.
Seyredin onu bu trajik aynada
Ve sonra da alkışlayın içinizden gelirse.\"

\n

İngiliz yazar Christopher Marlowe tarafından yazılan \"Tamburlaine the Great\" (Büyük Timurlenk) 1587 yılında, Ankara Savaşı'ndan 185 yıl sonra Londra'da \"Amiral's Men\" topluluğu tarafından temsil edilir. 1590 yılında kapağında \"Tragical Discourses-Trajik Konuşmalar\" ibaresi bulunan kitabın ilk baskısı yayınlanır. Yukarda sunduğum \"Prolog-Başlangıç\", yazarın hem yazınsal hem de ideolojik bir manifestosu olarak algılanmaktadır. \"Büyük Timurlenk\" oyununun iki bölümü birbirini tamamlamakta, birlikte on perdelik bir tragedya oluşturmaktadır.

\n

1587 yılına geri döndüğümüzde, tiyatronun elbette bugün bildiğimiz ve izlediğimiz anlamda bir sanat olmadığı fark edilecektir. Eseri çok genç yaşta, 16 yaşında yazan Christopher Marlowe (1564-1593), birinci bölümü kendi başına bir oyun olarak tamamlamış, başrolü Edward Alleyn oynamıştır. Oyun Timurlenk üzerine kurgulanmıştır. Diğer karakterlerin rolü Timurlenk kadar renkli ve çok boyutlu değildir.

\n

Christopher Marlowe
\n

\"Büyük Timurlenk\" 16 yaşında bir gencin yazdığı dahiyane bir eserdir. Marlowe bu oyunu şiir yalınlığında, sıradan bir seyirciyi düşünerek yazar. Bu yüzden de oyun o dönemde çok tutulur. Birçok oyun yazarı Marlowe'a kıskançlık duyar. Bu oyun tarihe ilgi duyanları da tiyatrolara çekmiştir.

\n

Yazarın böyle bir eser yazması, edebiyatçılarca çok yoksul bir aileden yetişmiş ama çok iyi eğitim almış bir gencin büyük bir başkaldırısı olarak yorumlanır. Bazı yazarlar bunu Marlowe'un, Timur karakteriyle biraz da kendisini ortaya çıkardığı şeklinde yorumlarlar. Kısa süren yaşamı boyunca Kraliyet gizli servisi tarafından casus, ateist ve tütün müptelası gibi suçlamalara maruz kalan Marlowe, İngiliz tiyatro yazarı Robert Wilson'un yazdığı \"Three Ladies in London-Londra'da Üç Hanımefendi\" gibi eserlerin Londra seyircisini bezdirdiğinin farkındadır. Bu gibi eserlerin koyduğu sınırlamalardan uzaklaşmak ister. Etrafındaki insanların yaşanmış, ilginç olay ve karakterlerden daha çok etkilenebileceğini düşünür. Sonunda Birinci Elizabeth döneminin drama kültüründe büyük bir değişimi gerçekleştirir. İncelediği tarih kaynaklarında Timur İmparatorluğunu kuran, Türk-Moğol orjinli savaşçı bir lideri kahramanı olarak seçer. Onun, İran ve Rusya'da yaptığı çılgın seferlerini okur. Delhi devletini eline geçirmesinden çok etkilenir. 1402 yılında Memluk Sultanlığı ile yaptığı savaşını, Halep ve Şam'ı zapt etmesinden sonra gözünü Osmanlı devletine dikmesini ve Ankara Savaşı'na kadar Timur'u izler. İskit kökenli bir dağ çobanı olarak isimlendirdiği kahramanının maceralarından yepyeni bir eser oluşturur.

\n

Eserinde Timurlenk'i zaman zaman Osmanlı zindanlarındaki köleleri kurtarmak amacıyla görevlendirilmiş ve Osmanlı İmparatorluğunu yıkmayı hedefleyen bir Hristiyan ajan olarak vurgulamaya çalışmıştır. Bu işin tarihte garip ama gerçek bir açıklaması da vardır. Timurlenk, Ankara Savaşından hemen sonra Bayezid'in haremindeki üç kızı esaretten kurtarıp, Avrupalı dostlarına göndermek suretiyle Hristiyan aleminde zaten büyük bir sükse yapmıştır.

\n

Marlowe, eserinin bir bölümünde, Timur'un Bayezid'i bir kafesin içine koyarak, aşağıladığını resmedir. Bu bölümde Bayezid umutsuz bir şekilde tanrıya dua etmektedir.

\n

\"BAYEZİD
Tanrım göz yüzünden, cennetten aşağıya bir bak
İmparatoruna nasıl eziyet çektirdiğini,
Nasıl ezdiğini gör\"

\n

Eser, Timur'un vahşi ve güç tanımaz hitap ve saldırganlıklarını seyirciye fazlasıyla sunar. Timur birçok söyleminde tanrıya da meydan okur. Tanrının kendi dostlarını onun elinden kurtarmasını beklediğini yazar.

\n

\"Büyük Timurlenk\" eserinin yazarı Christopher Marlowe'un kısa yaşamı gizem dolu ve tartışmalara açık bir şekilde geçer. 1564 yılında Shakespeare ile aynı yıl doğan yazar, yoksul bir kunduracının oğludur. Ama eğitim açısından şanslıdır. Canterbury'de, King's College'den sonra 1580 yılında Cambridge Üniversitesi'ne burslu kabul edilir. 1584 yılında da yüksek lisans yapar. 1581-83 yılları arasında bir süre ortadan kaybolur. Bazı kaynaklar onun İngiliz Gizli İstihbaratı için çalıştığını söyler. O dönemlerde bu servisin en büyük misyonu Protestanlığa ve Kraliçe Elizabeth'e karşı olanları araştırmaktır. \"Büyük Timurlenk\" eserini üniversitede okurken yazan Marlowe, 30 Mayıs 1593 günü daha 29 yaşında iken Londra yakınlarındaki Deptford kasabasında girdiği bir tartışmada Ingram Frizer adında bir edebiyatçı tarafından sağ gözünden bıçaklanarak öldürülür. Öldürülmeden kısa bir süre önce dine ve Kraliçe'ye karşı konuşmaları yüzünden ateist sayılarak İngiliz gizli servisince sorguya çekilmiştir. Bazı tarihçiler Marlowe cinayeti tanıklarının hükümet ajanları olması nedeniyle olayın örtbas edildiğini, Marlowe'un aslında öldürülmeyerek İngiltere'den kaçırıldığını, geri kalan ömrünü İtalya'da, Padua'da geçirdiğini söylerler. Daha da ilginci Marlowe'un, William Shakespeare adını kullanarak yeni bir kimlikle ortaya çıktığını ve yazmayı sürdürdüğünü; Shakespeare'nin gerçekte Marlowe olduğunu iddia edenler de az değildir.

\n

Shakespeare'nin yazı dili ve eserlerinde kullandığı ifadeler Marlowe ile büyük benzerlikler göstermektedir. İngiliz edebiyatçılar, Shakespeare'nin 1594 yılında yazdığı \"Titus Andronicus\" başlıklı trajedi eserinde tasvir ettiği hain Aaron the Moor (Fas'lı Harun) karakterinin, Christopher Marlowe'un \"The Jew in Malta\" adlı eserindeki Barabas'tan esinlendiğini iddia ederler.

\n

Shakespeare
\n

Özbek kayıtlarında Timur veya Timurlenk kimdir?

\n

Özbeklerin Amir Timur olarak isimlendirdikleri Timur (Timurlenk), Özbek tarihi kaynaklarına göre, 8 Nisan 1336 tarihinde Orta Asya'daki en eski şehirlerden biri olarak bilinen Şehr-i Sebz'in (Yeşil Şehir) çok yakınındaki Hoca Ilgar beldesinde dünyaya gelir. Babası Amir Taragay, Barlas kabilesi soylularından olup, Keş şehrinin yöneticilerindendir. Tarihçiler Timur'un Moğol kökenli olmadığını, Türk bir aileden geldiğini doğrularlar.

\n

Henüz yedi yaşına geldiğinde babası tarafından iyi bir eğitim almak üzere medreseye gönderilir. Yakın çevreleri Timur'un daha çocuk yaşlarda iken savaşçı bir eğilimi olduğunu sezinlerler. Arkadaşları ile oynarken \"Şu andan itibaren ben sizin Sultanınızım, bana sadece Sultan diye hitap edeceksiniz! Yoksa fena olur!\" diyerek azarladığı, küçük bir imparator gibi emirler verdiği, işitilir. Oyunlarında bazı arkadaşlarını Emir, bazılarını da Vezir olarak görevlendirir. Gençlik yıllarında mızrak atma ve at binmede çok ustalaşır. O yıllarda Orta Asya'daki soylu ailelerin çocukları \"Atabek\" olarak adlandırılan eğiticiler tarafından özel olarak eğitilip, yetiştirilmekte askeri yetenekleri geliştirilerek güçlü savaşçı liderler yaratılmaktadır. Timur'un aldığı eğitim ve güçlü karakteri ona Orta Asya'da hızla büyüyen bir devletin başına geçme fırsatını vermiş, genç yaşında güçlü bir devlet kurma yolunda hızlı adımlar atmıştır.

\n

Savaşlarla geçen uzun mücadelelerin ardından, Altın Ordu Hanı Toktamış'ın ülkesi de topraklara katılınca Timur Hanlığının 1380 yılında bir imparatorluk haline dönüştüğü kabul edilir. Özbek tarihçiler Timur'un başlangıçta bir dünya devleti kurma niyetinde olmadığını yazarlar. Yönetimindeki ilk yıllarda batı Moğol uluslarına ait olan bölgeyi birleştirerek, tek parça yapma düşüncesi ile yola çıkar. Ancak İran'da baş kaldıran kabile ve ulusların varlığı üzerine gözünü İran'a diker ve seferlerine başlar. Sonunda ülkemizin milli forsunda yer alan on altı kurucu Türk devletinden birini hayata geçirir.

\n

Bayezid ile Timur arasındaki ilk temas

\n

Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid, Anadolu'nun kuzey vilayetlerini topraklarına katmasının hemen ardından, hızla doğudaki şehirlere yaklaşır. Timur'un himayesine girerek güvenliğini sağlayan Arzindjan (Erzincan) ve Arzirum (Erzurum) Valisi'nden haraç talebinde bulunur, bağlılık yemini etmesini ister. O ana kadar Timur'a haraç veren Vali Takhurtan durumu derhal Timur'a bildirir. Haber ulaşınca Timur köpürecektir. İlk işi Bayezid'e ağır hakaret dolu bir mektup yazmak olur. Kutsal kitaptan aldığı ifadelerle başlayan mektubu; \"… Sen ki gemi yapan bir Türkmen beyinin kurduğu, üzerinde durmayı önemsemediğim bir devletin Padişahısın. Kurumunu, kendini beğenmişliği bırak. Senin kafirlerle mücadele edip, İslam adına savaştığını biliyorum. Bu işinde doğru bir yoldasın. Aramızda ihtilaf çıkarsa bundan en çok seninle savaşan kafirler kazançlı çıkar. Adam ol, dedelerinin yolundan git. Sana izin verilen sınırların dışına çıkma. Kibirli olma. Alçak gönüllü ol. Kaftanını elindeki kumaşa göre biç. Sabrımı taşırma…\" ifadeleri ile bitirir. İkili arasındaki sürtüşme artık başlamış, geriye dönüş ihtimalini yok etmiştir.

\n

Mektubu alan Bayezid, yakın kurmaylarını toplar. \"… Uzun zamandır bu adamla savaşmamızın zamanının geldiğini düşünürdüm. Şimdi ordumu toplayıp, üzerine gidebilirim. Eğer o gelmezse, ben doğrudan Tebriz'e, onun ülkesine en yakın yere giderim…\" der. Timur'a hakaret dolu bir mektup gönderir. Timur, bütün kızgınlığı ile Anadolu'ya girer ve Sivas'ı ele geçirir. Arkasından Malatya'yı da teslim alır.

\n

Timur

\n

İkili arasındaki zıtlaşmanın daha öncesi de vardır. Yıldırım Bayezid'in, Timur'un eşkıya ve yol kesicisi diye adlandırdığı Kara Yusuf adlı Türkmen Beyine (Türk tarihinde Karakoyunlu olarak bilinir) sahiplenip, destek olması düşmanlığı ilk ateşleyen gelişme olmuştur. Özbek kaynaklarına göre Timur, Yıldırım Bayezid'den Kara Yusuf'u yakalayarak kendisine teslim etmesini istemiştir. Ancak, Yıldırım bu talebi görmezden gelmiş; Timur da bu olayı hiç unutmamıştır.

\n

Sivas ve Malatya'yı alan Timur'un askerleri o dönemin en gelişmiş zırhları ile kuşanmış, adeta Avrupalı şövalyeler gibi ağır silahlarla donatılmıştır. Savaş öncesinde Timur, Bayezid'i son defa uyarmayı dener \"… Bana esir aldığın Takhurtan'ın askerlerini derhal gönder. Oğullarından birini de rehin olarak istiyorum. Aksi takdirde sana merhamet göstermeyeceğim…\" mesajını iletir.

\n

Karşılık alamayınca hızla Ankara yakınlarına gelerek kamp kuran Timur'a karşı ağır piyade birliklerinden oluşan Osmanlı ordusu Ankara'ya doğru ilerlemeye başlar. Osmanlı ordusunda Sırbistan Kralı Lazar'ın oğlu ordunun sağ kanadının başında görev almaktadır. Ankara'ya doğru ani yapılan askeri manevranın Osmanlı ordusunu yorduğunu fark eden Timur, Muhammed Sultan'ın başında olduğu taze kuvveti üzerlerine göndererek, Osmanlıların hızla dağılmalarına neden olur. Süvarilerin güçlü saldırısına dayanamayan Osmanlı ordusu teslim olmaktan başka çare bulamaz. Savaşta her iki tarafta toplam 200.000 askerinin çarpıştığı söylenir. 20 Temmuz 1402 tarihindeki savaş Timur'un zaferiyle sonuçlanacaktır. Timur'un komutanlarından Çağatay Beyi Mahmut Han kaçmakta olan Osmanlı Sultanını yakalayarak, zincirlenmiş halde huzura getirir. Timur bu görüntüye çok kızar. Zincirleri derhal çözdürerek, Yıldırım'ı bir Sultan gibi karşılar. Övgü dolu sözler söyler.

\n

Savaşın ardından Kütahya'da üs kuran Timur ordularını bölümlere ayırarak, Akdeniz, Ege ve Marmara Denizi kıyılarına yönlendirir. Bizans İmparatoruna elçi göndererek haraç ister. Bayezid'in en kıdemli oğlunu, veliahdını kendisine karşı çıkmaması için uyarır. Yakın çevresindeki Türk boyları ve emirliklerine haber salarak, bağlılıklarını bildirmelerini ve haraç göndermelerini ister.

\n

Ankara Savaşına kadar Osmanlılar Ege kıyıları ve adalarının tamamını kontrol altına alamamıştır. Timur, 2 Aralık 1402 tarihinde Rodos Şövalyelerinin elinde bulunan ve Osmanlı ordusunun o zamana kadar eline geçiremediği İzmir Kalesine saldırır. Kaleyi alınca büyük bir katliam yapar. Şövalyelerin hepsi öldürülerek İzmir teslim alınmıştır.

\n

Bu döneme ilişkin en önemli yazılı kaynaklardan biri 1403-1406 yılları arasında Semerkant'ı ziyaret eden İspanyol Elçi Rui J. Clavijo'nun yazdığı \"Semerkant Seyahati Günlükleri\" adlı kitaptır. Timur'u ülkesinde ziyaret eden Clavijo o dönem Özbek kültürü ve medeniyetiyle ilgili ilginç olaylardan bahseder. 1396 yılında yapılan Niğbolu Meydan Savaşında Yıldırım'a esir düşen Bavyeralı Şövalye Johan Shiltberger'in Yıldırım'ın ordusuyla birlikte savaşırken bu defa Timur'un eline esir düşerek, Semerkant'a gittiğinden ve Timur'un ölümüne kadar yanında kaldığından bahseder. Uzun süre Orta Asya'da kalan Johan ülkesi Bavyera'ya ancak 1427 yılında geri dönebilmiştir.

\n

Yıldırım Bayezid

\n

Timur'un elinde esir kalan Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid, çektiği onca acı ve üzüntüden sonra 9 Mart 1403 tarihinde astım ve yüksek tansiyon rahatsızlığı nedeniyle hayata gözlerini yumar.

\n

Marlowe'un \"Büyük Timurlenk\" kitabı Bayezid'in ölümünü şöyle tasvir etmektedir:

\n

\"BAYEZID:
Şimdi, Bayezid, kısalt artık zehir olan şu ömrünü,
Ölümüme neden olacak her şey yasaklandığına göre bana,
Hükümdar kafandaki o beynini vura vura parçala.
Ölümsüz Jüpiter'in gün ışığı,
Benim acılarımla hastalanan, lanetli gün,
Sakla o kirlenmiş yüzünü sonsuz gecede
Ve gökyüzüne açılan ışık pencerelerini kapa!
Bırak, iğrenç karanlık paslı arabasıyla
Sarıp, sarmalasın zifiri karanlık bulutları fırtınalarla,
Boğsun yeryüzünü asla kalkmayan sis bulutlarıyla.
Bırak, karanlığın atları isyankar rüzgarlar solusun
Ve korkunç gök gürültüleri ile yıldırımlar düşürsün,
Benim yıpranmış ruhum da hava buharına karışsın,
Ama onun düşüncelerine işkence etmeyi de sürdürsün!
Duyarsız soğuğun taş okları
Saplansın yıpranmış yüreğimin tam ortasına
Ve bir geçit açsın lanetlenmiş hayatıma!
(Başını kafesin demirlerine vura vura parçalar. Zabina (Yıldırım'ın eşi) içeri girer)

\n\n

ZABİNA
Aman, aman ne görüyorum? Kocam ölmüş!
Kafası ikiye yarılmış, beyni parçalanmış!
Bayezid'in beyni, efendimin, hükümdarımın beyni!
Ah, Bayezid, ah Türk hükümdarımın beyni!
Ah Bayezid, kocam efendim,
Ah Bayezid, ah Türk hükümdarı, İmparator!\"

\n\n

Aynı yılın Temmuz Ayı başlarında ise Timurlenk Anadolu'yu terk ederek Gürcistan'a geçecektir. Ülkesine döndüğünde 1404 yılı Eylül Ayında 6 torunu için muhteşem bir düğün yapar. Zaferlerini bu vesile ile kendi halkıyla paylaşma olanağı bulur. Düğün sırasında kurmayları ile Çin'e yapmayı planladığı seferin ayrıntılarını konuşur. Ancak Çin seferine çıktığı günlerde, Okrar'a geldiğinde yüksek ateşle hastalanır. 18 Şubat 1405 gece yarısı çadırında ölür. Timur devleti için geri dönüş dönemi başlamıştır.

\n

Timur'un türbesi 1941 yılında Stalin'in görevlendirdiği, başlarında Mihail Gerasimov'un bulunduğu bir bilim ekibi tarafından açılır. Link'te de izleneceği gibi, ilk inceleme yapıldıktan sonra taş bir lahit içindeki ahşap tabut Moskova'ya götürülerek ayrıntılı incelenir. Çalışmalar sırasında alınan kemik örneklerinden kendisine Aksak Timur, Timurlenk denilmesine neden olan rahatsızlığı da teyit edilmiştir. İnceleme tamamlandıktan sonra tabutu tekrar Semerkant'a götürülerek askeri törenle türbesine defnedilecektir.

\n

\n

1402 Ankara Savaşı'nın bilinmeyenleri

\n

Ankara Savaşı'nın etkisi Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa'daki ilerlemesinin sadece kısa bir süre durdurulmasından ibaret değildir. Avrupa'daki devletler Timur'un savaşı kazanmasından çok büyük bir mutluluk duymakla birlikte ona karşı garip bir kuşku da beslemeye başlarlar.

\n

Savaş başlamadan kısa bir süre önce İspanya'daki Castille (Kastilya) Kralı her iki gücün gerçek durumunu öğrenmek için iki temsilcisini Osmanlı Sarayına gönderir. 1402 yılı Mayıs Ayında Bayezid'in sarayına gelen temsilciler daha sonra Ankara Kalesinde ve Osmanlı askerlerinin kontrolü altında gizlice savaşı izleyeceklerdir. Savaşın bitiminde kazanan tarafı kutlayan İspanyollar, Timur'a Kral Üçüncü Henry'nin iyi dileklerini iletme fırsatı bulurlar. Temsilciler ülkelerine dönme hazırlığında iken, Timur onlara büyük bir jest yapar. Osmanlı saray hareminde bulunan soylu üç Hristiyan kız serbest bırakılarak Kastilya Kralının temsilcilerine emanet edilir. Timur daha da ileri giderek, Muhammed al-Keshi isimli komutanını heyete eşlik etmek için görevlendirerek, İspanya'ya gönderir. Özbekistan resmi belgeleri arasında halen bir kopyası olan mektup ile Kral Henry ve Hristiyan alemine iyi dileklerini gönderen Timur, bu davranışı ile Avrupa'da geniş yankılar uyandırır.

\n

\n

Heyet İspanya'ya vardığında Sevilla'da uzun süre misafir edilir. Sevilla Belediyesi muhteşem bir karşılama yapmıştır. Segovia'ya, Kralın bulunduğu şehre geldiklerinde, Osmanlı Hareminden kurtulan kızlardan biri Vali Diego de Kontreras ile evlendirilir. Daha sonra Segovia'da ölen ve mezarında bu olaya atıf yapılan kızın hikayesi Özbekler tarafından Avrupalı dostlarına her vesile ile anlatılır.

\n

Avrupa'nın kurtarıcısı Timur; dostluğun böylesi!

\n

1996 yılında UNESCO'nun Paris'teki merkezinde \"Timur Devletinin Kuruluşunun 600ncü yılı\" münasebetiyle Timur onuruna büyük bir sergi ve seminer düzenlenir. UNESCO'nun o dönem Genel Direktörü Federico Mayor'ün yanında Fransa Cumhurbaşkanı Jack Chirac'ında katıldığı törende konuşan Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Kerimov; Timur'dan \"Avrupa'nın Kurtarıcısı\" olarak bahseder ve şu ifadeleri kullanır:

\n

\"…Bizler, çok büyük bir şükran duygusuyla Amir Timur'a olan ilginin Fransa, Büyük Britanya, Almanya ve diğer batı ülkelerinde hiç azalmadan devam ettiğini müşahede etmiş bulunuyoruz. Bugün, artık hiç kimsenin yadsıyamadığı bir gerçeği tekrar vurgulamak istiyorum. Avrupa içlerine saldıran vahşi atlıları (Osmanlı Ordularını) durduran O'dur. Sonrasında da yapılması muhtemel saldırıların, bir süreliğine de olsa, durmasını yine O (Timur) sağlamış, Avrupa medeniyetini korumuştur…\"

\n

Özbekler tarafından \"Avrupa'yı Türklerden Kurtaran Kahraman\" olarak ilan edilen Timur'un kurduğu Türk Devleti, ülkemizin Cumhurbaşkanlığı Forsundaki 16 yıldızdan birini temsil etmektedir.

\n

\n

Timur'dan sıkı bir çelme yiyen Osmanlılar, bu olaydan elli yıl kadar öncesinde kara veba salgınının etkisiyle zayıflayan, ortak bir güç oluşturma gayretinden yoksun Avrupa içlerine fırsatları en iyi şekilde kollayarak girmiş, varlığını tescil etmiştir. Yayılmaya başladığı Balkanlarda o döneme kadar görülmeyen kültür ve imar faaliyetleri başlatan Osmanlı İmparatorluğu bu özelliği ile Bosna gibi yeni girdiği topraklarda hayranlık uyandırarak, gönüllü katılımlarla gücünü pekiştirmiş ancak Ankara Savaşı sonrasında tekrar toparlanana kadar ciddi bir bocalama geçirmiştir. On yedinci yüzyılda daha organize olan ve teknolojide öne geçen Avrupalı devletlere karşı aynı başarıyı gösteremeyen Osmanlılar zamanla gerileme devrine girmelerine rağmen Avrupa'da altı yüz yıl büyük bir devlet olarak varlığını sürdürmeyi başarmıştır.

\n

Timur'un devleti ise, liderinin kişisel hırs ve kabiliyeti ile gücünü kısa bir süre için Orta Asya, İran, Mısır ve Anadolu'da hissettirmiş, Timur sonrasında hiçbir şey eskisi gibi olamamıştır. Ülkesi oğulları tarafından eyaletlere bölünerek yönetilmiş, ancak sonraki hükümdarların yeteneksizlikleri nedeniyle hanedanlık uzun süre sürdürülebilme fırsatı bulamamıştır.

\n

Christopher Marlowe, Timur'un ölümünü şöyle resmeder:

\n

\"TİMURLENK
…Gözlerim, tadını çıkarın son ihsanımın
Ruhum, bu bedenden ayrıldıktan sonra,
Zenocrate'in ruhuyla birleşecek benim ruhum da
Ve hepinizin arzularını doyuracak cennetin mutluluklarıyla….

\n

Hoşça kalın evlatlarım, aziz dostlarım hoşça kalın!
Bedenim hissediyor, ruhum ağlıyor gördüğü için
Sizi yoksun bıraktığını kendinden;
Tanrı'nın takdiri bu, Tanrı'nın kırbacı Timurlenk ölmeli.\"

\n
\n

Kaynakça

\n\n

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir