seğmenler nerede oynanır / ATATÜRK'ÜN ANKARA'YA GELİŞİ VE SEYMENLER | Anka Enstitüsü

Seğmenler Nerede Oynanır

seğmenler nerede oynanır

ANKARA MÜZİK FOLKLORU

MAKALELER

(yazan Halil Bedi Yönetken)

Bizde, Ankara Müzik Folklorundan ilk defa bahseden eser, Hulûsi Karsel’le Mahmut Ragıp Kösemihal’in beraberce çıkardıkları "Ankara Bölgesi Musiki Folkloru" adlı, 45 sayfalı kitapçıktır. Daha önce, 1935’te Hamit Zübeyr Koşay "Ankara Budun Bilgisi" adlı değerli eserinde, Ankara ağıt, türkü ve mani’lerinden, oyunlarından ve müziği ilgilendiren âdetlerinden de bahsetmişti. Aynı yazar 1941 de yayınlanan "Türkiye, Türk düğünleri üzerine mukayeseli malzeme" adlı eserinde, Ankara düğünlerinden, düğünler münasebetiyle yapılan müzikten, oynanan oyunlardan bahsetti ve kitap sonunda bazı düğün havalarının notalarını verdi. Halk Partisi’nin geçen yıllarda radyoda her on beş günde bir tertiplediği Halkevleri saati dolayısıyla bu saati hazırlamaya memur edilenler - A. A. Saygun, F. Arsunar, H. B. Yönetken - Ankara içinde bir inceleme yaptılar ve notlar aldılar. Milli Eğitim Bakanlığı 1937 yılından beri yaptırdığı resmî denemeleri, bu yıl (1945) Ankara, Çankırı, Kırşehir ve Yozgat illerinde devam ettirdi. Bütün Temmuz ayı içinde Ankara ve ilçelerinde 200 kadar orijinal halk ezgi ve oyun havası plağa kaydedildi. Biz, bu arada her yıl olduğu gibi derlenen ezgilerle ilgili, gerekli bazı notlar aldık ki, bunların bir kısmını geçen yazımızdan beri neşre başladık. İlk yazımızda Ankara’da Cümbüş âlemini anlattık.

Bu yazımızda, Ankara müzik folklorundan umumî şekilde bahsedeceğiz.

Geçen yazımızda bahsettiğimiz gibi, Ankara’daki cümbüşlerde ve diğer toplantılarda eskiden beri kullanılan esas müzik âleti saz, bağlamadır. Saz âlemlerinde Divanlar, Âşık ağızlarından başka, asıl yerli ezgi çeşitleri olarak Misket, Yandım şeker, Şeker fındık, Hüdayda, Mor koyun, Zabahi (Sabahi), Topal koşma… gibi havalar çalınır, söylenirdi.

Bunlar, aynı zamanda düz oyun havalarıdır, onlarla düz oyunlar oynanırdı. Zabahi, Çiçek dağıdır ayağı ile oyuna kalkılır. Bu repertuar önceleri daha zengindi, gittikçe fakirleşti;

"Armut", "Kavakta gazel olmaz" gibi türküler yakın zamanlarda ortadan kalkmıştır. Ankara’da, Bozlak ta söylenir, fakat yerli değildir, rivayete göre Keskin’den gelmedir. Ankara, Egeliye sürpriz olacak derecede önemli bir zeybek bölgesidir. Yerliler ve bütün Ankara dolaylan Zeybeğe "Zibek - Ziybek" diyorlar. Ankara’da kadın ve erkek - kadınlar zillerle, erkekler zilsiz - düz oyunlar, oturak oyunlarından başka, hem kol, hem ayakta değişik, çeşitli zeybekler oynarlar. Ankara zeybeğinin ilk kıtası şöyledir: (Ay doğar aydın Allah, bu sevda nedir Allah, ya yârime kavuştur, ya bana sabır Allah, haydincik bir tanesine, ben yandım şeftalisine). Ankara’da, Ankara zeybeğinden başka Karaşar zeybeği, Misket gibi oyunlar da oynanırdı. Zeybek, Ankara’da çok eski ve yerlidir. Ankara, zeybeği o kadar çok sever ki, Fehmi Efe gibi yerli Ankaralılar, küçük çocuklarına bile zeybek oyunları öğretmişlerdir; 10 yaşındaki Özkul Efe güzel zeybek oynar. Ankara zeybeğinin hem müzik, hem oyun bakımından kendine mahsus özelliği vardır.

Ankara’da, düğünlerde alay önünde eskiden Seymenler davul zurna refakatinde ellerinde pala bıçak, kulaklı bıçak veya kılıçlarla Seymen zeybeği oynarlardı. Oyun esnasında bacaklar arasından yere veya havaya tabanca sıkılırdı. Bu âdetin, Karaşarlılarda da âdet olduğunu söyleyenler vardır. Düğünlerde, donanmalarda - hükümet avlusunda - gece davul zurna ile ateş etrafında "Sin sin" oynarlardı. Ankara içinde halay - Ankara ve dolaylarında ona alay derler - çekilmez, dolaylarında oynanır, fakat 40- 50 yıl önce Ankara içinde de alay çekildiğini söyleyenler vardır. Ankara’da yakın tarihlerde bazı efeler şahsi oyunlar da icat etmişlerdi. Bunlardan bir tanesi Fehmi Efe’nin babası, eski ünlü Ankara ağa ve efelerinden Ahmet Ağa’nın bizzat icat ettiği “Çarşamba” adlı oyundur. Sözleri unutulmuş, yalnız saz kısmı kalmış olan bu oyun bir efe oyunu olup, iki kişi ile karşılıklı oynanır, oyuncular karşılaştıkları zaman, ayaklar sert bir şekilde yere vurulur, cepheler aksi istikamete müteveccih olduğu halde omuzlar, sol sola, sağ sağa dokundurulur, dönüşlerde hafif parmak şıkırdatılır. Bunu oynayan ancak bir kaç kişi kalmıştır. Ankara’.da görülen oyunlardan biri de "Kara kuşa oturma" köçek oyunudur; bu oyun rivayete göre, Osmancık’tan gelmedir. Yerliler onu oynamazlar, Ankara’da evvelce düğünlerde köçek tutmak âdetti. Köçek oyunu sanat ve folklor bakımından incelenmeye değer bir konudur. Güvey elbisesi gibi yeni, güzel elbiseler giyip, vücuduna havaî fişekleri bağlıyarak, oyun esnasında tutuşturup alay ortasında oynamaya devam eden Fişekçi Kadir ağa gibi enteresan tipler de görülmüştür.

Ankara’da enteresan bir olay, güvey yemeğine "Zamah" denilmesidir. Zamah, bilindiği gibi Alevî ayinindeki "Sema" kelimesinin halk ağzındaki değişik şeklidir. Ankara’da “zamaha davetliyiz, zamaha gideceğiz, zamaha buyurun, zamah yedik, zamahı yiyen adamlar” diye konuşulur. Diğer dikkate ve tespite değer bir nokta da Ankara’da cümbüş esnasında saz ve oyun başlayınca hiç kimsenin konuşmaya, gürültü etmeye hakkı olmamasıdır; saz ve oyun esnasında konuşmak çok ayıp telakki edilir, bunu yapan mukabele görür ve bir daha cümbüşe alınmaz. Bu sırada, bir büyük dışarı çıkmaya mecbur olsa, herkes sessizce ayağa kalkar. Geçen yazımızda dediğimiz gibi, Ankara’da cümbüş, disiplinli, âdap ve erkânı olan bir toplantıdır.

Ankara’da yerli müziğe hâkim bağlama çalanlar, geçen yazımızda isimlerini kaydettiğimiz Osman Genç Türk, Yağcıoğlu Fehmi Efe’den başka, Mehmet Koçer, Kocaağaoğlu, Hisarlı Hafız, Hisarlı Küçük Ahmet, Keçeci İbrahim; yerli oyunları en iyi oynayanlar da Yağcıoğlu Fehmi Efe, İbrahim Somçelik, Kavaf Hakkı, Yağcıoğlu’nun kayın biraderi Ahmet, Hüsnü oğlu Bahri, Küçük Hacı, Riza Hoca’nın Halil’dir. Fehmi Efe’nin babası Ahmet ağa, Hacı Mahmut, Hacı Mahmut Göveçli, Osman Genç Türk’ün bağlama hocası kalburcunun Hüseyin, Haşim de çok iyi Ankara oyunları oynarlardı. Bugün sağ kalmış olanların oyunlarının filme çekilmesini can ve gönülden temenni ederiz.

ANKARA DOLAYLARI MÜZİK VE OYUN FOLKLORU

Çubuk’ta da muhabbete, toplantıya "Cümbüş" diyorlar, cümbüşte bağlama çalınıyor, kadın yalnız başına veya iki kadın, bir kadın ve bir erkek beraber oynuyorlar. Misket, Ankara koşması, Konyalı söyleniyor ve oynanıyor. Kadınlar, parmaklarında zillerle oynuyorlar, erkeklere zil takmak ayıptır, erkek olup zille oynayanlar yalnız köçek’lerdir. Zeybeğe, “Ziybek-Zibek” diyorlar, ateş etrafında "sin-sin" oynanıyor. Ankaralı eski bir efeyi methederken şöyle dediler: “Bu adam gibi eteğine temiz delikanlı kıt büyümüştür”. Bazı köylerde Deve, Arap, Kadı, Bebek, Elekçi oyunları temsil ediyorlar. Bazı yerlerde Alay (Halay) çekiyorlar; mesela Camili’de alay, ağırlama ve hoplamalardan mürekkeptir. Ağırlamasını yalnız davul zurna çalıyor, hoplaması şarkılıdır. Diğer bir Alay süiti: Ağırlama (Çorum havası: Gidiyordum Çoruma, bir taş değdi koluma) iki ayak, bir ayak, hoplama (karanfilli karanfilli). Alay buralarda da kalabalıkla çekiliyor. Alayı çekecek olana "Başa dur" diyorlar. 20- 25 yıl önce bazı yerlerde kadınlar da halay çekermiş; bugün bazı taraflarda hâlâ kadınlar da kadın halayları çekiyorlar. Çubuk dolaylarında bazı yerlerde Türkmen kültürü hâkimdir. Küçük Erzurum taraflarından göçmüş bir muhacir Türkmenler arasında tamamen Türkmenleşmiş, Bozlakların âlâsını söylüyor, hâlbuki Doğu’da bozlak bilinmez.

Kızılcahamam’da, ilçe merkezinde Misket, düz oyunlar ve sin-sin oynanır, dolaylarında sin-sin oynanır ve alay çekilir, deve, at, arap, ayı oyunları temsil olunur. Köy şarkıları çok enteresandır, müzik cümlelerinin sonları uzatılır, uzunca bir susmadan sonra türküye devam olunur. Çiçek dağının ayağıyla oynanıyor; parmak şaklatarak, ayak vurarak oynuyorlar. Haymana’da Pazarda üç kıyafet birden görülür; dolaylarında Türkmen kültürü hâkim bir durumdadır. Sin-sin oynuyorlar, alay çekiyorlar, zaten Türkmen nerede varsa, orada mutlaka bozlak, ağıt söylenir, Alay-Halay çekilir, sin-sin oynanır. Yaya veya atlı Diynek-Cirit oynuyorlar, Modanlı Türkmenleri hâlâ kadın-erkek beraber halay çekerler; Haymana’da Ankara’da olduğu gibi güvey yemeğine "Zamah" diyorlar, cümbüş yapıyorlar. Düğün cümbüşü gelinden bir gün evvel yapılıyor, kadınlar kız evinde kına yaparlarken, erkekler oğlan evinde cümbüş yapıyorlar, cümbüş düz oyunlar, yandım şeker, misket, zabani, ziybek, sin-sin, seymen, kılıç oyunları oynuyorlar, üç ileri üç geri, üçayak ta oynanıyor. Haymana yurdumuzun güzel köşelerinden biridir.

Şerefli Koçhisar’da da Türkmen kültürü hâkim bir durumdadır, bozlak söylüyorlar, halay çekiyorlar, sin-sin oynuyorlar; sazlarının karınları dikkate şayan derecede büyüktür. Vaktiyle Denizli’de böyle sazlar görmüştük; saz kültürü ileri bir derecededir, çok iyi saz çalanlar var, zeybek bilmiyorlar, halay çekene "baş çeken" diyorlar, bir oyun süiti: Arzu ile Kanber (Düz halay, Gidiyorum Çoruma), dile, üçayak, sekme, halay-Cimdallı, karşılıklı orta, düz oyunları var, ikişer kişi karşılıklı oynuyorlar. Arzu ile Kanberi oynayanlar bir ağızdan türküsünü söylüyorlar, o zaman davul zurna hafifliyor, vokal kısım bitince davul zurna kuvvetli vuruyor. Bu havalide köçek de var, akrobatik hareketler yapıyor, birden arka üzeri kaykılarak başını yere değdirmek suretiyle oyuna devam ediyor, bu tip köçeklere, biz bilhassa Niğde Aksaray’ında çok rastlamıştık. Tekrar ediyorum, köçek oyunları hem folklor, hem sanat bakımından incelenmeye değer oyunlardır.

Bâlâ da bozlak okuyor, Alevî köyleri bolca, köylerinde halay çekiyorlar, ağır halay, Arzu ile Kanber, Yanlama-yelleme, Afşar halayı, keçeli (Çoban, keçeli çoban, yol ver geçelim çoban), üçayak, Hopbarlem-yeldirme, haram., oynuyorlar, (Ziybek) diyorlar, Sin sin oynuyorlar (Köroğlu ile), düz oyunları da var, ezgileri Keskin’i okşuyor, (Kele gelin hep mi yedin dolmayı, eşkili üşkili kara dolmayı) sözleriyle başlayan dolma halay havası çok yayılmıştır. 20- 30 kadın kendi aralarında halay çeker, tura oyunları ve temsili oyunları var.
Nallıhan’da alay çekmeye (hora tepme) de diyorlar, 2- 4 kişi kaşıksız meşeli oynuyor, bağlama, davul-zurna, bol miktarda kaval çalınıyor, ziybek oynuyorlar, kavuşturma ve düz oyunları var, “Bizim köylü çok oynar, bulunabildiği kadar, bir kişi eline mendili alır, öne düşer, önüne gelen oyuna katılır” diyorlar. Buralarda dolana dolana, döne döne "Cezayir" de oynanıyor. Bozlak pek yok, oyunları daha kuzey oyunlarını hatırlatıyor, Zeybek oyunları, Ankara zeybeğini andırıyor, güzel Cezayir oynuyorlar.

Beypazar’da zeybek, tek, çift dört kişi beraber, meşeli 2- 4 kişi ile ve bol bol (kavuşturma) oynanıyor. Kavalları dilli ve üç boğumludur, bir kaval boyu 33 + 33 + 24 = 90 santim geldi, erik ağacından yapıyorlar. Çiçekdağı arkasından kavuşturması oynanıyor, çok zarif karşılamaları var, Çiçekdağ’ını kavalla, münavebe ederek söylüyorlar. Nallıhan, Beypazar, Ayaş halay çekmiyor, yalnız Nallıhan’ın bazı köylerinde oynanıyor. Nallıhan’ın en makbul oyunları “kavuşturma”, “zeybek” ve “meşeli” dir. Beypazar’ında yakın zamanlara kadar kuvvetli bir saz kültürü hâkimmiş, kahveler varmış ki, duvarlarında 10- 15 saz asılı dururmuş, Nallıhan’ın kuvvetli tefçi kadınları var. Bu tefçi kadınlar da ayrıca incelenmeye değer konulardır, kadın havalarını biz ekseriya onlardan alıyoruz, doğuştan müzik kabiliyetleri var, bilhassa ritim duyguları çok kuvvetlidir. Nallıhan bozlak da söylüyor, tefçi kadınlar bozlak söylerken, kuvvetli surette sekizlikler vurarak uzun havaya refakat ediyorlar; dört sekizlik, iki birer dörtlük ritimlerle uzun havalar okuyorlar. Bu yılki gezide, Beypazar’da şimdiye kadar gezdiğimiz yerlerin hiçbirinde görmediğimiz Sabâ makamında "Meşeli" kaydettik (Beypazar meşelisi).

Bu meşeli oyunu tonalite bakımından, meselâ Mudur’un meşelisinden farklıdır. Beypazarı kendi meşelisini sekerek, çok zarif bir edâ ile oynuyor, böyle ince, zarif oyunlarla milletimiz iftihar eder. Türk, ince zarif bir millettir.

Buranın zeybekleri, Ankara zeybeğini okşuyor. Beypazarı denince Karaşar bölgesine çok özel bir önem vermek lâzımdır. Karaşar çok önemli bir zeybek ve efe bölgesidir, bu eski
Ayıngacı merkezinde yiğit delikanlılar, efeler yetişmiştir, tabiat güzel, hava ve su mükemmel olduğu için kuvvetli, sıhhatli ve çok güzel insanlar yetişmiştir. “Karaşar uşağı güzel olur, çünkü havası güzel, suyu ayran gibidir, orada rakıyı balla içerler” diyorlar. Zeybek oyunları müstesna bir güzelliği haizdir, insan Anadolu’nun göbeğinde, bu kadar güzel ve efe, zeybek çeşitleri oynanacağını hatırına getiremez. Karaşar bölgesi ayrı, özel incelemelere konu olacak derecede zengin ve enteresan bir bölgedir. Koşmaları da çok güzel oynuyorlar, kavuşturmaları, bilhassa 9 vuruşlu olanları çok süratli oynanıyor, böyle süratli oyunlara biz Isparta, Eğridir, Burdur-Tefenni ve Antalya bölgelerinde rastlamıştık. Beypazar’ında bir de “Nalkalım” oyunu var ki, bunda oyuncular halka olup diz çökmüş vaziyette dizleriyle yürüyerek oynuyorlar. “Nalkalım yavrum Nalkalım, hepimiz birden kalkalım” denince kalkıp ayakta oyuna devam ediyorlar. Türk oyunları, dünyanın en zengin ve çeşitli oyunlarıdır. Bu oyunları renkli ve sesli filmlere almak zamanının artık geçmekte olduğunu bu münasebetle bir kere daha hatırlatalım.

Oyunları filmlere alacak olanlar "Karaşar" bölgesine özel bir önem vermek zorundadırlar. Beypazarı eski içkili kadınlı toplantılara "Muhabbet" diyor. Burada da Ankara cümbüşünde olduğu gibi kadınlar kapı yanında oturuyorlar, arada sigara sarıp içki veriyorlar, bu âlemleri güzel güzel anlatan bir Beypazarlı: “Kadınların yazmasını bağlamanın telleri altına sokardık ki, dışarıya ses vermesin, dışarıdan devriye, uşak dinlemesin)” demiştir. “Vaktiyle öyle giyinirdik ki urubalarımıza bakmaya kıyamazdı” dediler. Beypazarı-Karaşar bölgesi, Ege bölgesi gibi önemli bir zeybek ve efe bölgesidir. Beypazarlılar dahi “Karaşar uşağı yaman olur, cesur olur” diyorlar.

Ayaş’ta kaşık oyunu oynanıyor, 2- 4 kişi ile, oyun çok zariftir, tek ve kalabalık zeybek de oynanıyor. Bozlak, Çiçekdağı söyleniyor, kayalları Nallıhan gibi üç boğumlu ve dillidir. Burada enteresan bir kavalcı tipine rastladık, kendisi kavalın delikleri üzerinde parmaklarını oynatarak kavalı çalıyor, aynı zamanda türküsünü söylüyor, başka biri de, omuzları üzerinden kavalı üflüyor. Tefin ortasına haç vâri çizilmiş ve üzerine resimler yapılmıştır. Köylerde, Ayaş’ta "Sürükleme" diye, iki veya daha fazla, karşılıklı şekilde, kaşıklı veya kaşıksız, zilsiz oynanan bir oyun var. Kadınlar da bazı köylerde zeybek oynarlarmış, mesela Güdül’de halay çekilmez zeybek oynanırmış. Ayaş’tan bahsederken Ayaş’ın sanatkâr bağlamacısı Dede’yi anmadan geçmeyelim. Ayaş’ta "uzun hava" tabiri vardır.

Kırıkkale’de de halay çekiliyor, bozlak söyleniyor. Beypazar denince nasıl Karaşar’a önem vermek lâzımsa, Kırıkkale denilince de Hasan Dede’yi anmak lâzımdır. Yalnız aralarında çok fark vardır, Karaşar profan bir bölge, Hasan Dede ise bir, Alevî köyüdür. Burada eski toplantılara "cem" diyorlar, Dede "Mürşit"tir, vaktiyle Cem’de kadınlar erkeklerin arka tarafında yer alıp otururlarmış, ceme gelen, dedenin dizine, eline niyaz eder, dedenin elinin içi veya dışı öpülürmüş. Sema’ya "Zamah" diyorlar, saz çalanın adı "Zakir" dir.

Cem’de, bir veya iki saz ve keman bulunurmuş. Hatâî, Nesîmî, Verânî, Pir Sultan, Kayğısız Aptal, Aptal Murat Sultan, Deli Boran, Âşık Ali, Asî Ahmet’ten nefesler, deyişler okunurmuş. Cem’de daha ziyade kırmızı şarap içilirmiş, olmazsa rakı. Zamah zamanı gelince. Mürşit gözcüye emreder, o da elindeki değnekle dokunarak zamaha layık olanları kaldırırmış, zamaha giremeyecek olan bacı: “elimde veya dilimde hata vardır, zamaha giremem” dermiş, iki kadın, bir erkek sema ederlermiş, "Kırklar zamahı"ndan sonra, bir erkek bir kadın "Garipler zamahı" oynarlar, “Gariplerin, şehitlerin, ruhuna, dönelim imamı Hüseyin aşkına” diye sema ederlermiş. Kırklar zamahı ağırlama ve yellendirmeden terekküp edermiş, sema esnasında, kadın erkek birbirine dokunmazlarmış, zamaha kalkanlar için Mürşit halka sorarmış, layık mı, değil mi? herkeste razı olursa oynarlarmış. Herkes, erkân esnasında, karısına dahi bacı nazarıyla bakacak, başka gözle bakarsa derdine derman yoktur. Cem bittikten sonra, gene herkes mürşide niyaz ederek dağılır, evine gider, on iki imama niyaz ederek yatağına yatarmış. Hasan Dede’nin son deme’lerinden örnekler aldık. Son dede, pembe yüzlü çok sevimli bir ihtiyar, yemekte ona kırmızı şarap getirdiler, Dede nefis deyişler söyleyerek kırmızı şarabı su gibi içerek tatlı tatlı sohbet etti.

Kırıkkale içinde, bir düğün yemeğinde bulunduk, yemekten sonra Türk bayrağı hürmetle getirilip ortaya konuldu, imam, bayrak üzerine duaya başladı, herkes el kaldırarak huşu ve huzur içinde (amin) dedi. Türk, en şahsi işinde dahi bayrağını hatırlayan bir millettir, dua esnasında gözlerimiz yaşla doldu.

Keskin’de Bozlak söyleniyor, acı olaylar üzerine yakılmışları var, halay çekiyorlar, Farfara, Gembekli, Çorum, Yozgat, Çiçekdağ halayları oynanıyor. İki kişi karşılıklı kol oyunu oynuyor, zeybek bilmiyorlar, köylerinde temsîlî oyunlar var. Kazıklı köyü Cumhuriyet bayramında ortada "Deve" oyununu temsil etmiştir. Arap oyunu da temsil olunuyor. Çocuklar "Not" oyunu oynuyorlar. "Anam eğri" sportif oyunu oynanıyor. Sin- sin oynanıyor, oyun esnasında davul zurna ile cirit havası vuruluyor. Keskin, önemli bir bozlak ve halay bölgesidir.

Bir Keskin halay süitine misâl: 1 — Ağır lıalay (orada ‘haley’ diyorlar), 2— Cembekli, 3— Üçayak, 4— Yanlama, 5 — Yelleme (Farfara), 6— Yeğinleme (Hoplaması).

Ankara ve dolayları müzik ve oyun folkloruna ait kısa notlarımız burada bitiyor, bu küçük notların mütalaasından da anlaşılacağı üzere, Ankara çok çeşitli ve zengin bir folklora malik bulunmaktadır… Mezhebî kısımda - bilhassa Hasan Dede bölgesinde - enteresan bir nefes ve zamah ezgilerini, tamamen profan kısımda, uzun havalarda bozlak gibi çeşitleri, ölçülü havalarda çeşitli tonalite ve usullerde kırık havaları, oyun havalarını, oyunlarda bir taraftan zeybek, diğer taraftan halay çeşitlerini, ayrıca özel bir takım oyunları ihtiva etmektedir. Ankara sınırları içinde, ayrıca Karaşar ve Hasan Dede gibi özel ve derin sondajlar yapılması gereken yerler vardır. Buralarda özel araştırmalar yapmak, sesli filmlerle de oyunları zapt etmek gerektir.

Seymen

Ankaralı seymenler Cumhuriyet Bayramı'nda halkı selamlıyor. (29 Ekim 2008)

Seymen, seğmen ya da seyman, eski Türk boylarında göçebe kervanlarını koruyan silahlı birlik, kolcu.[kaynak belirtilmeli]Yerleşik hayata geçilmesiyle Anadolu'da köyden köye gelin almaya giden damat tarafının atlı, davullu, zurnalı, silahlı ve cepken giyinmiş delikanlı alayına dönüşmüştür.[1]. Hakaniye Türkçesindeki Sökmen ( سكمان yiğitlere verilen ünvân)[2] sözcüğünden türediği var sayılır.

Ankara seymenlik geleneği[değiştir

ATATÜRK’ÜN ANKARA’YA GELİŞİ VE SEYMENLER

Facebook
YOUTUBE
LINKEDIN

‘‘Prof. Dr. Mustafa Turan: Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’nda yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş ve şartları ağır bir ateşkes imzalamıştı. Büyük Harbin uzun yılları boyunca, millet yorgun ve fakir bir haldedir. 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi’ne dayanarak galip devletler, diledikleri yerleri işgal etme hakkını elde etmişlerdi. Mütareke gereğince Osmanlı ordusu terhis edilmiş; bütün silâh ve cephanelerine el konulmuştur. Mütarekeden hemen sonra Payitaht İstanbul işgal altına alındığı gibi Anadolu’nun büyük bir kısmı da işgal edilmiştir. Yani Aralık 1919’da düşman işgali altında bir memleket ve kaderine boyun eğmekten başka çaresi kalmayan fakir ve yorgun bir millet vardır. Hazin olan, I. Dünya Savaşı’nda bütün cephelerde, Çanakkale, Sarıkamış, Filistin-Hicaz, Kanal, Irak, Yemen ve Galiçya’da kahramanca savaşan bir neslin savaşın sonunda teslim olmasıdır.’’ [1]

Bu koşullarda, Antep, Maraş ve Urfa’nın işgale uğraması daha sonra 15 Mayıs 1919 tarihinde Yunan askerlerinin İzmir’e asker çıkarması üzerine, 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıkarak Milli Mücadele’ye girişti. Daha sonra 12 Haziran 1919 tarihinde Amasya’ya gelen Mustafa Kemal Paşa, burada alınan kararlar ile Amasya Genelgesi’ni yayınlayıp, ardından da 23 Temmuz 1919’da Erzurum, 4 Eylül 1919’da da Sivas Kongrelerini gerçekleştirdi. Bu kongrelerden sonra tüm şehirlere telgraflar çekildi ve birer temsilci istendi. Yurdun dört bir tarafından gelecek olan bu temsilciler ile vatanın ve milletin milli çıkarları gereği birlikte çalışma yapabilmek için güvenli bir toplanma yeri gerekliydi…

‘‘Dr. Metin Özaslan: 27-Aralık tarihi, Ulusumuz ve Cumhuriyet tarihimiz açısından son derece önemli bir gündür… 27-Aralık-1919’da Ulu Önder Atatürk Samsun’dan başlayan Anadolu yolculuğunu Ankara’ya gelerek tamamladı. Bu yolculuk aynı zamanda Milli Mücadele Projesinin hazırlıklarının yapıldığı bir süreçti… Ve Proje bozkırın ortasında, Ankara’da uygulamaya konuldu… 1919 yılında Anadolu’daki manzara genel hatlarıyla şöyleydi: Orta Anadolu’daki bir avuç toprak parçası dışında Anadolu, dönemin emperyalist güçlerince paylaşılmıştı… Hükümet Merkezi İstanbul işgal altındaydı ve Yunan orduları durmadan İç Anadolu’da ilerliyordu… Ülkenin her bir yanından işgalci güçlerin yaptığı zulme ilişkin acı haberler geliyordu… Fakat bu haksızlık, bu zulüm bir büyük Ulusa yapılmaktaydı ve aynı Ulus, işgalci güçlere yem olamayacak kadar onurluydu ve şanlı bir geçmişe sahipti… Nitekim Batı Anadolu’da Zeybekler, Güney’de, Güneydoğu’da ve Doğu Anadolu’da yerel milisler işgalci güçlere karşı tüm güçleriyle direniyor ve bu ağır cezanın hiçbir şekilde hazmedilemeyeceğinin işaretlerini veriyorlardı… Bağımsızlık kaçınılmazdı fakat bunu yerel milislerle ve yerel çarpışmalarla başarmak bir o kadar güçtü… Milli Mücadeleyi Ulusal Kurtuluş Savaşına dönüştürecek ve yerel güçleri toparlayacak bir lider, bir Önder gerekiyordu… İşte bu Önder, 27 Aralık 1919’da Dikmen sırtlarında belirdi… Ankaralıların “Kızılca Gün” dediği bu tarihi günde, Ankara’nın köylerinden kasabalarından akıp gelen binlerce atlı ve yaya Seymen ile Ankara halkı Büyük Önder’i Dikmen Sırtlarında bağrına bastı…’’ [2]

Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşları, Sivas Kongresi’nden sonra çalışmalarını tamamlayıp 27 Aralık 1919 tarihinde, Ankara’ya yönelirler. Paşa’nın geleceğini haber alan Ankaralılar sabahın ilk ışıklarıyla birlikte yollara düşmüştür.

Kimileri Namazgâh denilen bir tepenin üstünde toplanırlar. Bir tarafta namaz kılıp dua edenler, diğer tarafta tedbirli bir şekilde nöbet tutanlar, Seymenler, ahiler, dervişler, Yörükler hepsi bir olmuşlardır. Çünkü kaygıları ortaktır.

O yıllarda Ankara küçük bir şehirdir. Demiryolu sayesinde diğer şehirler ile birbirine bağlıdır. Ve şehirdeki evler çoğunlukla kalenin etrafında kurulmuştur. Böylece çeşitli saldırılara karşı güvenlik önlemi alınmıştır. Şehirde yaşayanların çoğunluğu Müslümandır. Fakat şehirde Hıristiyanlar ve Museviler de bulunmaktadır. Ayrıca Rum, Ermeni, Katolik ve Yahudi cemaatleri için şehirde 8 okul vardır. 1914 sayımına göre Ankara’nın köyleri ile birlikte nüfusu 84.665’tir. Bu nüfusun 69.066’sı Müslüman, 3.327’si Rum, 3.342’i Ermeni, 1.026’sı Musevi, 6.990’ı Ermeni Katolik, 915’i Protestan’dır. Ve şehirde 32 cami, 92 mescit, 27 medrese, 11 tekke, 17 türbe ve 12 kilise [3] bulunmaktadır.

Ali Fuat Cebesoy: Mustafa Kemal Paşa’nın ve benim görüşüme göre, Ankara her türlü teşkilata, birliğe ve hareket başlangıcına müsait stratejik bir mevki idi. İstanbul Hükümeti ve İngilizlerden evvel buranın tarafımızdan tutulması en büyük emelimizdi. Eğer İstanbul’da verdiğimiz karardan haberdar olsalardı, bu nakle (20. Kolordu’nun Ankara’ya nakli) katiyen yanaşmazlardı (İstanbul Hükümeti).” [4]

Ankara’nın merkezi konumu, stratejik yollar üzerinde bulunuşu, işgal altında bulunan yerlere mesafesi, limanlar, demiryolları ve telgraf şebekelerine ulaşabilme kolaylığı ve ayrıca Ali Fuat Paşa komutasındaki 20. Kolordu’nun Ankara’da bulunması, Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’yı merkez olarak seçmesinde kuşkusuz temel sebepler arasındadır.

‘‘Ankara’ya varışımızı 27 Aralık 1919 tarihli şu açık bildirimle her tarafa duyurduk: Sivas’tan Kayseri yoluyla Ankara’ya hareket eden Temsil Heyeti, bütün yol boyunca ve Ankara’da, büyük ulusumuzun çok sıcak ve içten gelen vatanseverce gösterileri eşliğinde, bugün şehre ulaştı. Ulusumuzun gösterdiği bu birlik ve kararlılık örneği, ülkemizin geleceğine güven hakkındaki inançları sarsılmaz bir şekilde destekleyici niteliktedir. Şimdilik Temsil Heyeti merkezi Ankara’dadır. Saygılarımızı sunarız, efendim. Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal’’ [5]

Bu şartlarda Sarı Zeybek Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 27 Aralık 1919 Cumartesi günü sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, Enver Behnan Şapolyo’nun ifadesi ile “Sihirli bir bozkurt gibi” [6] Ankara’ya gelmişti.

 ‘‘Enver Behnan Şapolyo:Ankara halkı, tarihin pek eski devirlerinden beri (Orta Asya’dan beri) Seymen düzülme (tertibi) adı verilen bir Türk ananesini milli vicdanında gizli bir sihir olarak yaşamakta idi. Seymen Alayı daima kızılca günlerde kurulurdu. Yani milli felaket günlerinde, bir beyliğin ve bir devletin yıkılış sıralarında, yeni bir devlet kurmak ve başlarına yeni bir reis seçmek için Seymen Alayı kurulurdu. Bu alay yeni devleti kurar, yeni reisi seçerdi. Bu töre Türk’ün mucizevi bir mefkûresiydi. Bu sebepledir ki Türkler tarihin hiç bir devrinde devletsiz kalmamışlardı.

Seymen düzülme (tertibi) çok önemli sosyal bir olaydır. Seymen Alayı toplu ve milli bir galeyan anıdır. Bunun ufak bir şekli de bayram ve düğünlerde kurulurdu. Seymenler o gece ‘Sin Sin’ denilen bir ateş oyunu oynarlardı. O gece bir dağ yamacında veyahut bir tepede büyük bir ateş yakarlar. Maşalama denilen demirden yapılmış büyük bir çanak vardır. Bunun içine yağlı çıra koyarlar. Bu ateşin etrafında davul ve zurna çalarak zeybek oynarlar. Bu ateşin üstünden atlayarak, bir nevi tura oyunu oynayarak sabahı ederler. Bazen bu ateşe koç atarlardı. Sin Sin oyunu eski Türk kavimlerinde mevcuttu. Bir nevi ibadet şeklidir. Seymen düzülmeyi, yalnız Ankara an’ane olarak saklamıştır. Çünkü bütün Ankara civarı köyleri Oğuz boylarıyla doludur.’’ [7]

Enver Behnan Şapolyo’nun aktardığına göre, Seymen düzüleceği zaman Efeler kahvesi önüne sancak dikilir. Bu bayrak Seymen Alayının kurulmasına işarettir. Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’ya geleceği günün sabahında da sancak dikilmiş ve Seymen Alayı kurulmuştur.

Kurban kesmeden ve dua okunmadan alay hareket etmez. Bu sebeple Ulucanlardan yola çıkan Seymenler,  Hacı bayram Camii önünde toplanırlar.

Burada Seymen duası, Hacı Bayram Şeyhi ve İmamı tarafından yapılmaz. Kayyum dedeler tarafından dua yapılır. Ve Hacı Bayram Veli türbesi önünde geyik boynuzu asılı kapı önünde kurban kesilir.

Kenarları sırmalı Seymen Alayı bayrağı bu caminin avlusuna dikilir ve dua okunup, kurban kesildikten sonra da Seymen Alayı başlar.

Şamana benzeyen Kızılbaş Abdallarından oluşan davulcular, zurna sesleriyle birlikte davullarını havaya kaldırırlar ve döne döne davul çalmaya başlarlar.

Bu sahne, ata ruhlarından güç ve yardım isteme ritüeli gibi düşünülebilir.

Bunların arkasında en iri yapılı bir efe, Seymen Alayı’nın bayrağını taşır. Bayrağın her iki yanında da namlı efelerden ikisi, ellerinde teke pala denilen palalarla yürürler.

Davulcularla efe sancağının arasında gür sakallı ve iri Seymen Baltacıları omuzlarında baltalar ile ilerlerler. Çocuklar da milli kıyafetleri ve ellerinde som saplı bıçaklarla alaya eşlik ederler.

Bütün Seymenlerin elinde teke palalar bulunur.

‘‘Enver Behnan Şapolyo: Alaya iştirak eden Seymenler sağlı ve sollu iki dizi teşkil ederlerdi. Seymenler birer adım ara ile birinci ve ikinci diziyi meydana getirirlerdi. Bütün Seymenlerin elinde teke palalar bulunmakta idi. Seymen başı, bu dizinin bıraktığı boşluk arasında yürür, yanında iki Efe vardır. Bunların elinde birer Osmanlı kılıcı bulunmaktadır. Altın kakmalı ve üzerinde bir takım ayetler yazılıdır. Bu kılıç yalnız Efelerin evinde asılı durur. Seymen başı ara sıra bu kılıcı havaya kaldırır: Doh, doh! Diye bağırır. Bu defa bütün Seymenler gür ve kalın bir sesle: Doh, doh! Diyerek caddeleri inletirler. Bir ağızdan çıkan bu sesler, duyulmaya değer, heyecanlı bir sahnedir. Bu alay pek ağır yürür. Doh, doh’dan sonra davul ve zurna zeybek çalar. Bu zaman Efeler kılıçlarıyla zeybek oynayarak ilerlerler. Bunlar pek heybetli bir manzara arz eder. İnsana dehşet ve korku saçarlardı.’’ [8]

Atatürk o gün için şöyle der:

‘‘Efendiler, beni gerçekten içten, parlak ve güven verici duygularla karşılamış olan saygıdeğer Ankara halkıyla daha yakından tanışmak ve onlarla görüşmek bir görevdi. Onun için görüşmek üzere davet ettiğimiz milletvekillerinin Ankara’ya ulaşmasını beklediğimiz günlerde, toplanan saygıdeğer Ankaralılara bir konferans vermiştim… Her şeyden önce manevi gücün, kalp ve vicdan gücünün yüksek tutulması şarttır [9]. Ben, Mebuslar Meclisi’nin İstanbul’da saldırıya uğrayacağını, dağılacağını kesin olarak bekliyordum. Bu durumda, alınacak önlemi de kararlaştırmıştım. Hazırlığımız ve düzenlemelerimiz de başlamıştı. Ankara’da toplanmak.’’ [10]

Mustafa Kemal Paşa’yı Dikmen’in ilerisinde karşılayan heyetin başında Vali Vekili Yahya Galip Bey vardır. Yahya Galip Bey, Atatürk’ün Ankara’ya gelişini yıllar sonra gazetelere verdiği röportajlarda şu sözlerle anlatır:

‘‘Ankaralılara, bütün memlekette o tarihi günün hatıralarını nakletmek hepimizin vazifesidir. Ankara’yı siz o gün 27 Aralık 1919 günü görmeliydiniz. Sokaklar adam almıyordu. Herkes paşayı karşılamaya koşuyordu ve inanın herkesin yüzünde o gün işin sebebi keşfedilemeyen ilahi bir sevinç izi vardı. Nihayet o an geldi. Bir ferdi millet olarak iş başına geçtiğini ilan ettiği için resmi üniforma giymemiş, büyük kalabalık karşısında çok etkilenmişti. Niye buralara kadar zahmet ettiniz, halkın hep bir ağızdan seni görmeye geldik paşam, vatan uğruna ölmeye geldik paşam diye bağırdığını hatırlıyorum.’’ [11]

Ankara’da o gün hakikaten tarihi bir gün yaşanmıştır. Ve o günün etkisi, oradaki milli ruh, milli şuur ve milli enerji dalda dalga her yere yayılmıştır.

R1

Arşiv: Ankara Kulübü Derneği

Neredeyse tamamen çökmüş bir imparatorluk içerisinde, Ege’de Aydın Sancağı efeleri işgale karşı zeybek bayrağı açmıştır ve işgal neticesinde endişeye kapılarak bazı bölgelerde umudunu kaybetmiş insanların olduğu bir memlekette, Atatürk ile Seymen efelerin ilk karşılaşma anlarındaki, o unutulmaz ve o muhteşem tarihi sahne:

Mustafa Kemal Paşa:

 – Merhaba Efeler!

Efeler hep bir ağızdan:

– Sağ ol Paşa hazretleri…

Mustafa Kemal Paşa:

– Arkadaşlar buraya niçin geldiniz?

Efeler hep bir ağızdan:

– Millet yolunda kanımızı akıtmaya geldik!

Mustafa Kemal Paşa:

– Fikrinizde sabit misiniz?

Seymen Efeler:

– And olsun!

Mustafa Kemal Paşa gözleri yaşararak:

– Var olun yiğitler! Var olun! [12]

Karşısında, yedi yüz yaya Seymen, üç bin atlı Zeybek kıyafetli Seymen [13] ve binlerce Ankaralının: ‘‘Seninleyiz Paşam, and olsun!’’ sözlerinden sonra Mustafa Kemal Paşa çok duygulanmış ve daha sonra zeybek oyunları oynayan efelere teşekkür etmiştir.

Mustafa Kemal Paşa: Ankara’ya ilk kabul olunduğum gün, ben sadece bir vatandaş, milletin bir bireyi idim. Hiçbir sıfatım, yetkim ve unvanım yoktu. Böyle olmakla birlikte Ankara ve çevresi hep birden, çocuklarıyla, kadınlarıyla, yaşlılarıyla Ankara şehrinden Dikmen tepesine kadar bütün ovayı doldurmuş ve beni karşılamıştır. İstasyondan hükümet dairesine kadar uzayan caddenin iki tarafı eski Türk kıyafetini giymiş, bıçakları ve tabancaları ellerinde Ankara gençleriyle dolmuştu. Bu gençler ve onlarla birlikte bütün halk: “Vatanı ve milleti düşmandan kurtarmak için hepimiz ölmeye hazırız, emrinizi bekliyoruz” diyerek bağırıyorlardı. O zaman Ankara istasyonu yabancı subay ve askerlerinin işgali altında bulunuyordu. O güne kadar Ankaralıları ölü ve Ankara’yı bir harabe sanan bu yabancılar, bu yüce tezahürat karşısında ilk kaygılarını göstermekten kendilerini alamamışlardır.” [14]

R2

Ressam Mehmet Saip Tuna (1904-1974), Mustafa Kemâl Paşa’nın Ankara’da Seymenler Tarafından Karşılanışı (1919), Kurtuluş Savaşı Müzesi (I. TBMM Binası)

‘‘Enver Behnan Şapolyo: Halkta yaşa sesleriyle her tarafı inletiyordu. Mustafa Kemal yürüyor, otomobili de kendisini takip ediyordu. Dil ve Tarih Fakültesinin bulunduğu yerde Ankara Uleması toplanmıştı. En başta Müftü Hoca Rifat Efendi bulunuyordu. Mustafa Kemal Ulemayı görünce yanlarına yaklaştı.

Hoca Rifat Efendi:

– Hoş geldiniz, safa geldiniz. Kademler getirdiniz. Memleketimizi aydınlattınız. Canla başla sizinle beraberiz!

Mustafa Kemal Paşa:

– Çok teşekkür ederim! diyerek ilerledi. Fakat Mustafa Kemal’in yolunu istasyona doğru çevirdiler, bu defa da tekrar otomobiline binerek, istasyona doğru ilerlediler. Atatürk’e bugüne ait intibalarını sorduğum zaman bana demişti ki:

– Ankaralılar beni misli görülmemiş bir heyecanla karşıladılar. Delikanlılar, milli elbiselerini giymişlerdi. Beni Yenişehir’in bulunduğu yerden istasyona doğru götürdüler. O zamanlar Ankara’yı işgal eden İngiliz kumandanı, istasyon da oturuyormuş. Onlara milletin galeyanını göstermek için merasim tertibatını bu şekilde yapmışlar.’’ [15]

Atatürk’ün, Seymen Alayı ile Ankara’da karşılanışı, Enver Behnan Şapolyo’nun ifadesi ile: Türk tarihinde ‘‘KIZILCA GÜN’’ denilen günlerdendir. Yani, devlet zora, millet dara düşmüştür. Ve Türk milleti birlik olup, bu ‘‘Kızılca Gün’’ ya da ‘‘Ergenekon’’ denilebilecek bir halden kurtulabilmek için kendisine bir lider seçmiştir.

Mustafa Kemal Paşa’nın, Ankara’da karşılanışı milli tarihimiz, milli enerjimiz ve milli ruhumuz kadar ayrıca milli kültürümüz için de çok önemlidir. Dikkatle okunup, dersler çıkarılmalıdır…

Zira o tarihi an, Anadolu’daki Türk milletinin ruhunun bir yansımasıdır… O ruh iyi tanınmalıdır… Çünkü o ruh ile bütünleşmeden milletin kalbinde taht kurmak bence mümkün değildir…

“Acı işgal günlerinde, önemli devlet adamlarının da hazır bulundukları toplantıda herkes, Türkiye’nin düştüğü acıklı duruma kendisine göre bir çare arıyor; Amerikan, İngiliz himayesinden dem vuruluyordu. Bir aralık, Mustafa Kemal Paşaya da ne düşündüğünü sordular. Atatürk, şu kısa yanıtı verdi: “Efendiler, hepiniz konuştunuz, arzularınızı beyan ettiniz ve birbirinize sordunuz, hepinizi dinledik. Fakat Anadolu’ya bir şey sordunuz mu? Anadolu’yu dinlediniz mi? Ona da soralım, bir de onu dinleyelim efendiler!” [16]

Atatürk, “Efendiler, Anadolu’yu dinlediniz mi?” diye boşuna sormamıştır. Atatürk, Anadolu’yu dinlemeyi ve ruhunu okumayı bilmiştir… Bu sebeple de arkadaşları ile birlikte Anadolu’da direnişi başlatmış, daha sonra da yurdun dört bir tarafından gelen temsilciler ile birlikte Ankara’dan, yedi düvele efelenmiş, milletimizin fedakârlıkları ve Türkiye Büyük Millet Meclisi ile Türk ordusun üstün hizmetleri neticesinde zafere ulaşarak, milletimizi işgalden kurtarmıştır.

27 Aralık 1919 tarihinde, Ankaralıların ve Seymen Efelerin Atatürk ve silah arkadaşlarını muhteşem bir şekilde karşılamaları, işgal ile birlikte umutsuzluğa düşen milletimizin milli ruhunu besleyen unutulmaz bir hadisedir.

Enver Behnan Şapolyo bu durumu şöyle ifade etmiştir:

‘‘Bir millet tarihin karanlıklarına gömülerek yok olurken, tekrar ne suretle doğuyor ve toplum vicdanı ne suretle galeyana gelerek, sinesinden bir önder yaratıyor, onu bugün görmek mümkündü. Bu yazdıklarımı okuyanlar, bilmeyenlere öğretsinler. Türkoğlu nedir? Oğuz töresince neler yaratmışlardır? Kendilerine bırakılan vatanın ne müşkül anlarda ve ne gibi büyük galeyanlarla meydana geldiğini okuyup anlasınlar. Ona göre millet yolunda böyle çalışsınlar diye gece durmadım, gece uyumadım, sizlere tarihi vakaları yeniden canlandırmaya, milli enerjimizi yükseltmeye çalıştım. Milli mücadelenin bütün bu safhaları mazlum milletlere örnektir. Onlar da dikkatle okuyup uyansınlar!’’ [17]

Kaynakça:

[1] Prof. Dr. Mustafa Turan:

http://www.mustafaturan.gen.tr/?pnum=17&pt=%E2%80%9C27%20Aral%C4%B1k%201919-Atat%C3%BCrk%E2%80%99%C3%BCn%20Ankara%E2%80%99ya%20Geli%C5%9Fi%E2%80%9D%20

[2] Dr. Metin Özaslan-Ankara Kulübü Derneği Genel Başkanı:

http://www.addizmir.com/haberdetay/Ataturk-un-Ankara-ya-Gelisi-27-Aralik-1919/430

[3] Yrd. Doç. Dr. Edip Semih Yalçın, Atatürk’ün Ankara’ya Gelişi:

http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-29/ataturkun-ankaraya-gelisi-2

[4] Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, İstanbul, 1953.

[5] Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, (İş Bankası Kültür Yayını) S, 224.

[6] Enver Behnan Şapolyo, Atatürk ve Seymen Alayı.

[7] Şapolyo, a.g.e.

[8] Şapolyo, a.g.e.

[9] Atatürk, a.g.e. S, 240.

[10] Atatürk, a.g.e. S, 244.

[11] Eyüp Belediyesi Kültür Sanat Dergisi, Eyübüm, 14 Aralık 2014, s, 50-51.

[12] Şapolyo, a.g.e.

[13] Şapolyo, a.g.e.

[14] Prof. Dr. Cihan Dura, Ataname:

http://www.cihandura.com/tr/makale/ATATURK_ANKARADA

[15] Şapolyo, a.g.e.

[16] Kemal Arıburnu, Atatürk, Anekdotlar-Anılar, s. 232.

 http://www.ata.tsk.tr/content/media/01/ANEKDOTLARLA_ATATU RK.pdf 

[17] Şapolyo, a.g.e.

  • * Makale içeriklerinde yer alan görüşler yazarlarımıza aittir. ANKA Enstitüsünün kurumsal düşüncelerini yansıtmayabilir.

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir

© 2024 Toko Cleax. Seluruh hak cipta.